edirne kaç yıl osmanlı başkenti oldu / Adige tarihinin peryodizasyonu - Jineps Gazetesi

Edirne Kaç Yıl Osmanlı Başkenti Oldu

edirne kaç yıl osmanlı başkenti oldu

BULTÜRK&#;te Konferans

KONFERANS:

&#;Dünden Bu Güne Balkanlarda ve Bulgaristan&#;da Gagauz Türkleri&#;

KonuşmacıDoç. Dr. Olga RADOVA,

Tarihçi, Etnolog, Yazar, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Misafir Öğretim Görevlisi.

Organizatör: BULTÜRK DERNEĞİ,

İSTANBUL, 16 AĞUSTOS YIL

 

Doç. Dr. Olga RADOVA&#;nın “BULTÜRK” – Bulgaristan Türkleri Derneğinde, 16 Ağustos tarihinde, Konferans konuşması:

Sayın konuklar, çok değerli Türk kardeşlerim, konferansımıza hoş geldiniz!

Böyle bir günde sizinle birlikte olmamız, bizi onurladıyor, mutlu ediyor!

Konferansımızın konusuna geçmeden, önce,  söylemeliyiz ki, Moldova Cumhuriyetinde ve  Gagauziya Özerk Bölgesinde yaşayan vatandaşlarımdan,  soydaş – Gagauz Türklerinden, sizlere selâmlâr getirdim, onlar dediler ki, “Söyleyiniz Türkiye’ye deki Türk kardeşlerimize, dostlarımıza, biz onları çok seviyoruz, mayıl oluyoruz, ne kadar Türkiye Türkleri çalışkan, insanî ve çok cömert insanlar, bizden uzakta da olsalar, yine de, bizleri de düşünüyorlar. Biz de onların her zaman iyiliklerini ve güçlü olmalarını diliyoruz, sağ olsunlar, var olsunlar!”

Bugünkü konferansıma bildirimi, Türkiye Türkçesinde hazırlamağa çalıştım, fakat biraz da siz işidesiniz ki Gagauz Türk kardeşleriniz nasıl bir Türkçe konuşuyorlar-söyleşiyorlar, bilesiniz, ona göre de biraz da Gagauz Türkçesi ile de söyleşeceğim. Söhbetimizde, olabilir işidâsiniz, çok eski, Balkan, bütün Güney-Doğu Avrupa bölgesinin Türkçesinden &#; benim kendi ana dilimin, Gagauz Türkçesinin sözlerinden.

Türk Dünyası coğrafyasında, Gagauz Türkleri ve onların dedeleri,  M.Ö. (Milâdî Önce), çok evvelki zamanlardan itibaren, çok geniş yerlerde yerleşmişler – Anadolu’da, Balkanlar’da, Güney-Doğu Avrupa’nın çeşitli tarihi bölgelerinde –  Dobruca’da, Trakya’da, Makedonya’da, Bucak’ta, Orta Volga’da vb.

Gagauzlar, bütün Türk Dünyasının, Türk Milletinin bir parçasıdır, onun için, bukadar kısa bir süre zaman içerisinde, hepsini tarihi konuları anlatabilmek mümkün değil. Burada başlasak hepsi Türklerin, tarihi ve kültürü ile ilgili konuları açıklamağa, zaman yetmez ve kaç vakıt sürer. Ama bir iş belli ki, Türklerin tarihi ve kültürü, medeniyatımızın çok evvelki, dedelerimizden kalma, çok zengin bir kültür mirasıdır (varlığıdır) ve geniş coğrafyada var olduğunu görüyoruz. Onun için, bugün, konumuza göre, Bulgaristan’da ve Balkan Yarımadası’nın diğer devletlerinde bulunan, Gagauz Türkleri için söz gidecektir.

Gagauzlar Türk(tür), onların dedeleri, İslam’dan/İslamyet’ten önce, Hıristiyan dinini kabul ediyorlar ve binlerce yıl, hangi coğrafyada da yaşasalar, diğer karddeş Türk toplulukları ile her zaman dostluk içersinde yaşamışlar ve bu gün de Allah’a şükür ki, hep öyle devam ediyorlar.

İslamyet’ten itibaren (VI-VII yüzyıllar) Türk’lerin büyük bir kısmı Müslüman dinini kabul ediyor. Ancak bugün dünya üzerinde, buddist, hıristiyan, müslüman ve şaman Türkleri var. Zaman geçtikçe, herbir Türk soylu insanlar, kültürlerini ve adetlerini, kendi dinlerine temellenerek, yaşatmaya devam ediyorlar. Fakat islamyet ve hıristiyan dinlerinin öncesi, kültür mirası – Türk’lerin ortak bir kültürü, çağadaş zamana kadar korunulmuş. Bilimsel araştırmalarımız gösteriyorlar ki, o ortak Türk kültür mirası, bugüne kadar çeşitli Türk soylu milletlerde korunulmuş – Azerbaycan Türklerinde, Gagauz Türklerinde, Bulgar-Türk’lerinde (bugün “Slavlaşmışlar”), Türkiye Türklerinde, Tatar Türk’lerinde, Uygur Türklerinde, Nogay Türklerine, Türkmen Türklerinde, Kırgız Türklerine ve diğer Türk boylarında.

Gagauzlarla ilgili hangi bilimsel konuyu da alsak – tarihi, dili, dini, folkloru, adetleri, yerleşim yerlerini – Gagauzların etnik topraklarını, genelden söylesek – Gagauz Türklerinin kültür mirasını oluşturan konuları, hepsiciği çok önemli ve stratejik konulardır. Çünkü onlar çağdaş zamandaki, çeşitli etnosların veya halkların/milletlerin tarihlerine, ister-istemez söylemeliyiz ki, Güney-Doğu Avrupa ve diğer tarihi topraklarda bulunan devletlerin, jeopolitik ve stratejik projelerine de dokunuyorlar.

Burada söylemeliyiz ki, kendim de bir Gagauz Türkü/Türki olarak, Gagauzların tarihi, kültürü, yerleşim yerleri, göçleri, folkloru ve etnogenezisi ile ilgili konuları, yaklaşık otuz yıldır araştırmaktayım ve bugün de bilimsel çalışmalarım, bu alanda devam ediyor.

Bilimsel araştırmalarım Balkan Yarımadasında, Güney-Doğu Avrupa’da ve diğer bölgelerde bulunan ülkelerde – Almanya, Bulgaristan, Makedonya, Romanya, Moldova, Rusya, Türkiye (iç Anadolu’da, İstanbul’da Karadeniz’in taraflarında vb.), Beyaz Rusya, Ukrayna, Kafkas &#; Kabardin-Balkarya ve Kuzey Osetya ve Kırım’da vb. yerlerde oldular.

 

Gagauz Türkleri ile ilgili çok cevap bekleyen bir takım sorular var;

 

  • Kim miş, Gagauzların dedeleri?
  • Neredeymiş, onların yerleşim yerleri?
  • Neden, hererde Gagauzlar ve onların dedelerini, hep bir göçmen gibi göstermişler?
  • Neden onların ana dillerini (Gaguz Türkçesini) okullarda öğretmemişler?
  • Neden Gagauz Türklerinin, gerçek soy kökleri ve tarihlerini saklamışlar?
  • Ama nesoy öyle büyük sevgi Gagaulara karşı var da, hepsiciği, onların etrafında bulunan insanlar, kendi soylarından Gagauzları görmeğe istiyor? Neden çeşitli devletlerin kaynaklarında, sadece kendilerinin bakış acısıyla, Gagauzlara türlü-türlü soy adı vermişler veya yeni adlar takmışlar; Gagauzların soy kökleri ile ilgili çeşitli hipotezler çıkarmışlar? Acaba hagisi doğrudur?
  • Neden, dünyada bir avuççuk kalmış, Gagauzlara bu kadar sevgi ve dikkatler herbir taraftan?

Değerli konuklar,

Soruşlar çok daha var, ama artık geçelim açıklamalarımıza, gösterelim ve anladalım,

bilimsel araştırmalarımız, ne yeni bilimsel açıklamalarına getirdiler, belki de, kısmet(d)imize, inşallah, bu bilimsel açıklamalarımdan, hepsine fayda olur, Gagauz Türklerine de, Bütün Dünnya Türklrerine de, başka soydan halklara da.

 

 

Gagauz Türkleri Balkanlar’da, Bulgaristan’da,

Güney-Doğu Avrupa’nın diğer tarihi topraklarında çok evvelki ve yerli/avtohton insanları

Gagauzlar bir halk olarak, Güney-Doğu Avrupa’da – Balkanlar’da, Dobruca’da, Bucak’ta ve diğer tarihi topraklarda oluştular. Gagauzların soyları veya etnogenezisleri, çeşitli Türk boylarından oluştuklarını görüyoruz.  Bugün Gagauz Türklerinin soy kökleriyle ilgili, 22 hipotez var, fakat bilimsel araştırmalarımız gösteriyorlar ki, % Gagauzların soy köklerine, Oğuzlardan=İskitlerden geliyor.

Bilimsel, temelli/esaslı araştırmalarımızın sonuçları, Gagauzların ve onların dedelerinin, daha evvelki vakitlerden itibaren, Güney-Doğu Avrupa’da ve o bölgeye giren Bucak’ta ve diğer  tarihi topraklarda, XVI-XVII-XVIII yüzyıllarda ve daha evvel de, onların dedelerinin seneden önce de o topraklarda (bölgelerde) yaşadıklarını ve yerli/avtohton olduklarını gösterdiler.

Değerli konuklar,

Bugün, konumuza göre, ağılık Bulgaristan’da yaşayan Gagauz Türklerine verilecektir, yanında diğer Balkan Yarımadası ülkelerinde de – Makedonya’da, Yunanistan’da, Romanya’da

yaşayan Gagauz Türkleri için de, söz gidecektir.

 

Büyük – Rum, Bizans, Osmanlı Devletlerinde,

 Rusya Çağırlığı ve Sovyetler zamanında, Gagauz Türkleri

Gagauz Türklerinin dedeleri Bizans döneminden daha evvel, Güney-Doğu Avrupa’da, Anadolu’da ve diğer tarihi bölgelerde yerleşiyorlar. Bizans ve Osmanlı devletleri zamanlarında, Gagauzlar ve dedeleri, bu devletlerin bölgelerinde serbest gezerek, hayvanları otlad (t) ıyorlardı, aynı zamanlarda, bulundukları yerlerde buğday, darı, zarzavat, meyva, üzüm, coğrafyaya göre, diğer malzemeler (tarım gıdalarını da) de ekip, yetiştiriyorlardı.

Orta çağ zamanlarında ve daha evvel de, Gagauz Türklerinin dedeleri, Anadolu’da, Balkan Yarımadası tarihi topraklarda – Trakya’da, Makedonya’da, Dobruca’da; Güney-Doğu Avrupa’nın diğer tarihi bölgelerinde – Bucak’ta, Özi (Özi kırlarında), Orta Volga’da; Kafkas’da ve başka yerlerde toplu yaşıyorlardı.

Gagauzlar, Osmanlı Türklerinden de, Selcuk Türklerinden de önce Güney-Doğu Avrupa’da yerleşiyorlar.

Osmanlı döneminde ve daha evvel de, Gagauz  Türklerinin yaşadığı yerler hiç bir sınırla bölünmezdiler ve onlar bütün Güney-Duğu Avrupa’da serbest gezerdiler. Osmanlı Devleti’nin kuvedi yufkalandıkça (XVIII. yüzyılın sonu – XIX. yüzyıl) ve hepten çökünce (XX. asırın başlantısında), daha sonra da Sovyetler Birliği dağlınca (XX. asırın sonunda), Güney-Doğu Avrupa’da yeni bağımsız devletler kurulu(şu)yor, Gagauzlar ister-istemez çeşitli devletlerin sınırları içerisinde yaşamağa kalıyorlar &#; bugünkü Makedonya’da, Moldova’da, Ukrayna’da, Romanya’da, Türkiye’de, Bulgaristan’da, Yunanistan’da, Rusya’da (önce de Osmanlı ve Rusya Çağırlığı devletlerinin sınırları içerisinde) çünkü onların (Gagauz Türklerinin) yaşadığı tarihi toprakları bölündüler ve yeni kurulmuş devletlerin sınırları içerisinde kaldılar.

O zamanlar (XVIII. yüzyılın sonu – XIX. yüzyılda), Gagauzların bir kısmı, Balkan Yarımadası’ndan ve Güney-Doğu Avrupa’nın diğer bölgelerinden, Rusya’nın güneyine ve Besarabya’nın güney tarafına – Bucak isteplerine (kırlarına) göç ediyorlar, diğer kısmı da, Prut nehri boylarına ve oralarda yerli Gagauzların ve Moldovanların içinde yerleşiyorlar ve yeni köyler de kuruluyor.

Osmanlı Devleti çöktüğü zaman ve  Sovyetler Birliği dağıldığı zaman, ayni paralel olayları görüyoruz. Gagauz Türklerinin topraklarını yine devlet sınırları bölüyor ve onlar yine ayrı devletlerin sınırları içerisinde olmak zorunda kalıyorlar.

Besarabya’nın güneyinde, iki nehirin &#; Prut ve Dnesrtr’ın arasında bulunan tarihi topraklara Bucak deniliyor. Bucak &#; o bölgenin çok evvelden kalma eski tarihi Türkçe adı, fakat yıllardaki, Rusya ve Osmanlı harbinden sonra, yılında, Bucak’a – bugün de Gagauz Türklerinin yaşadığı yerlere/topraklara, Besarabya adı koyuluyor. Bucak – köşe anlamına geliyor, Prut ve Dnesrt nehirleri Karadenize akıyor ve onların aralarında, deltalarına doğru topraklar daralıyor, bir köşe gibi oluyor.

yılında Bucak toprakları bölündü, bir kısmı Moldova sınırları içerisinde kaldı, diğer kısmı/payı da Ukrayna’ya eklenildi, öylelikle, Gagauz Türklerini Sovyetler zamanında da, Bucak’ı da böldüler.

Dobruca da ikiya bölündü &#; Kuzey Dobruca, bugün Bulgaristan sınırları içerisinde bulunuyor ve Güney Dobruca – Romaya sınırları içerisinde bulunuyor.

Makedonya da bölündü ve çağdaş zamanda bu tarihi topraklar birkaç devletin sınırları içerisinde bulunuyor – Yunanistan’da vb., eski adıyla da bağımsız Makedonya devleti temellendi.

Trakya, Lozan Barış Anlaşmasına göre, yılında üç paya bölünüyor, şimdi Doğu Trakya, Edirne şehiriyle beraber Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde bulunuyor. Batı Trakya &#; Yunanistan’da, Kuzey Trakya da – Bulgaristan’da. Coğrafi tarafından baksak, Trakya’nın merkezinde Edirne’de bulunuyor, burada Gagauz Türklerinin yaşadığı yerlerdi, Edirne’de ve onun dolayında bulunan köylerde vb.

 

Bulgaristan’da ve Balkan Yarımadası’nın diğer ülkelerinde,

Gagauz Türklerinin asimilyasyon olmaları

Osmanlı Devleti ile Rusya Çağrlığı çöktüktden sonra ve Sovyetler Birliği dağıldığnda, yine önce de belirttiğimiz gibi, Gagauz Türkleri yeni bağımsız devletlerin sınırları içerisinde yaşamalarını devam ettirmeye mecbur kaldılar. Çünkü onlar bağılıydı dedelerinden kalma topraklarına. Gagauz Türkleri bugünkü Bulgaristan’da, Türkiye’de, Makedonya’da, Yunanistan’da, Romanya’da, Moldova’da, Ukrayna’da, Rusya’da vb. yerlerde tarihi topraklarında yaşıyorlar ama bölünmüş ve parçalanmış olarak.

Bu yeni devletlerin içinde, Gagauz Türklerinin nüfüsları, artık azınlık grubuna kaydıkları sebebiyle ve devletlerin çeşitli sosyal ve siyasi hareketleri de, Gagauzları çok hızlı asimilyasyon ettirdiyor.

Zaman geçtikçe, çok hızlı asimilyasyon hareketleri başlıyor, kimi devlet politikaları da, bu asimilasyon proseslerini daha da çok hızlandırıyor. Öylelikle, Gagauz Türklerinin psikolojisinde, alt beyinlerinde, kendi soy kökleriyle ilgili, ikilikli etnik (veya soy) kimliği oluşmağa başlıyor. Bu nasıl oluyor?

İlkin soy kökleri ile ilgili, uzun bir süre, Gagauz Türklerinin alt beyinlerinde ikilikli soy kimliği oluşturuluyor. Hangi yeni bağımsız devletlerin sınırları içerisinde yaşamağa kaldıysalar, ona göre de onlara demişler:

Bulgaristan’da – “Bulgar-Gagauz” veya “Gagauz &#; Bu(o)lgar”, veya hangi devlette yaşadıklarını göstermek için de “Bulgaristan Gagauzları” denilmeğe başlanılıyor, Bulgarlar (çağadaş zamandaki, artık kendileri Slav sayan Bulgarlar) sa Gagauz Türklerinine “Bulgar-Slav” soylarından olduklarını iddia ediyorlar ki, bu problemin dolayında, bugün de çok dartışmalar gidiyor, daha detayli bu konuyla ilgili bir başka çalışmamızda açıklayabiliriz;

Yunanistan’da yaşayan Gagauzlara – soy olarak, Yunan deniliyor, Gagauzlar sa kendilerini etnik olarak, Gagauz biliyorlardı. Fakat zaman geçtikçe, yeni kuşak boyları, kendilerinin soylarını ikilikte görmeğe başlıyor, nasıl “Gagauz-Yunan” veya “Yunan-Gagauz”, Yunanistan’da da yaşadıklarını göstermek için, “Yunanistan Gagauzları” denilmeğe başlanılıyor.

Asimilatsyon hareketleri kuvvetlendikçe, artık Gagauzların çocuklarına ve torunlarına, onların gerçek soylarını, Gagauz Türk soylarından oldukları değil, soy olarak kendilerini artık Bo(u)lgar, Yunan, Rumın, Moldovan, Ukrain, Rus vb. türlü görüyorlar, hangi devletlerde yaşıyorlar ise, o devlete isim veren milletin soyunu artık taşımağa başlıyorlar, bu asimilatsyon hareketleri bugün de çok hızlı devam ediyor.

Gagauz Türkleri, hangi devlette yaşarlar ise, ona göre de onlara yeni etnonim (soy kimliği) adı vermişler – Bolgar, Yunan, Rumın, Moldovan, Ukrain, Türk, Rus vb. Çeşitli tarihi dönemlerde Gagauz Türklerinin soylarını resmi belgelerde “Tatar”, “Rumeli” gibi de yazılarda gösterilmiş, fakat Gagauz Türkleri, “Biz Gagauz’us” hep demişler.

Bilimsel araştırma ve incelemler yapmak üzere gittiğim Bulgarya, Moldova, Ukrayna, Makedonya, Yunanistan, Rusya, Kafkas, Kırım’ vb. yerlerde, yaşlı insanlar bugün de, hep Gagauz Türkçesinde konuşuyorlar, yeni kuşaklar ise kendileri konuşamazsalar da, aklılarına getiriyorlar, nice onların nineleri konuşuyorlarmış.

 

Bulgaristan’da , , yıllarda

 Gagauz Türkleri ile buluşmalar

 

Gagauz Türklerinin bir kısmı, XVIII-XIX. asırlarda Bulgaristan’dan Rusya’nın güney taraflarına ve Besarabya’nın güneyine Bucak’a göç ediyorlar. Diğer kısmı da kendi doğuma yerlerinde, şehirlerde ve köylerde yaşamağa kalıyorlar. Fakat zamanla, Gagauzların çoyu asimilyasyon oluyor ve bugün gençler – Gagauzların torunları, kendilerini artık Bo(u)lgar sayȇrlar. Ama yine de, Gagauzların birazı – büyük yaşta insanlar, kendi kültür miraslarını – Gagauz Türkçe dillerini canlı olarak, korumuşlar. Bulgaristan’da, , , yıllarda, Gagauz Türkçesinde konuşan Gagauzlarlan ve onların torunlarıyla – artık çağdaş Bolgarca dilinde (Slav dilinde) konuşan gençlerlen, buluştum.

Büyük yaşta insanlar hem Bolgarca (bugünkü Bolgar-Slav dilinde), hem de Gagauzça &#; Gagauz Türkçesinde konuşuyorlar. Gagauzların tarihi boyunca yaşadığı şehirlerin, kasabaların ve köylerin adlarının birazını sıralayabiliriz &#; Varna, Kavarna, Balçik, Silistra, Şümen; tarihi Kırcali bölgesinde çeşitli Türk boylarıyla (soylarıyla) komşu olarak yaşamışlar; köylerde &#;  Bılgarevo, Yılanlık, General Kantarjievo, Hırsovo ve başka yerlerde.

Dünya çok hızlı deyşiyor, sene önce Bulgaristan’da ve Balkan Yarımadası’nın diğer ülkelerinde, Gagauz Türkleri okadar kolay-kolay söyleyemezdiler kendilerinin, gerçek soylarının kim olduklarını.

Ama XXI. asırın başlantısında, yine de kısmet oldu, Bulgarya’da Gagauz Türkleri ile buluştuk ve Gagauz Türkçesi ile konuştuk. Yaşlı insanlar haliz Gagauzça lafederler, sölpet ediyorlar, bana öyle geliyordu, sansın ben kendi köyümde, sokağa aykırlamışım da komşumlarımlan sölpet ediyorum (lefederim). Uşakları (çocukları) ve evlat boyları (torunları) ise Gagauz Türkçesinde hiç konuşmazdılar, ama belliydi, ani biraz anlıyorlar ne sölpet ediyoruz, fakat konuşamazdılar. Buna benzer asimilyasyon haraketleri, Balkan Yarımadası diğer ülkelerinde de olmuş. Romanya’da, Yunanistan’da, asimilasyon olup, bir etnos &#; halk gibi, kayıp oldular, yer üzünden silindiler.

Böyle, ayni durum, bugün Moldova’da da oluyor, burada Gagauz Türklerinin pasaportlarında kendi gerçek soyları – Gagauz oldukları yazılı, fakat Moldova’da ve Gagauzya (Gagauz Yeri) Özerk Bölgesi’nde, Ana Dilimiz &#; Gagauz Türkçe Dilimiz, çocuk başçelerinde ve okullarda vaktinde öğretilmediği için, ya da hiş öğretilmediği için, bizim çocuklarımızı ellerimizden alıyorlar ve artık çok aldılar da, Gagauz Türklerinin geleceğini – çocuklarını ve topunlarını çok hızlı hareketle asimilasyon ediyorlar.

Ayni durum Kavkaz’daki Gagauz Türklerinde – oradada büyük yaşta insanlar Gagauzça konuşuyorlar, çoçukları biraz anlıyorlar ve çok az konuşabiliyorlar, torunları ise sadece Rusça konuşuyorlardı, Gagauzça hiç anlamazdılar (ekspeditsiyaya Moldova Bilimler Akademisi Gagauzoloji Bölümü’nün tarafından, görevli, yılında Kabardin-Balkarya’ya ve Kuzey Osetya’ya gitmiştim). Ama belediyelerde ve insanların pasaportlarında,  Gagauz Türklerini hangi soydan olarak, “Bolgar” yazılıydılar/kağıt ediliydiler. O zaman Nalçik şehirinde ve  Mozdok, Malgobek, Suhotskoye köylerinde Gagauzlarlan buluştuk. Mozdok ve Malgobek köylerinde evden eve gezdim da sordum insanlarin kim olduklarını. İnsanlar dediler, ani onlar Gagauz,  “Ozaman neçin pasaportlarınızda “Bolgar” yazılıysınız”, &#; sordun, insanlar cevap ettiler ki, bilmiyorlar.

senesinde, Bulgaristan’da, ilk sefer geçtim o topraklardan, nerelerde benim dedelerim – Gagauz Türklerinin büyük bir kısmı yaşıyorlardı, fakat XVIII. yüzyülün sonunda – XIX. yüzyılın ilk çereğinde ve yıllarda, bir kısmı tarihi Besarabya’yanın güneyine – Bucak’a göç ediyorlar ve oradaki yerli Gagauzların içinde yerleşiyorlar. senesinde Bulgaristan’a Uluslararası Bilim Forumuna gittim ve ozaman yine Gagauz Türkleri ile buluştum, etnografya malzemelerinden – folklor, adet, yemek kültürü vb. topladım.

yılında Bulgaristan’da, Balçik’ta, Uluslararası Sempozyuma katıldım, orada hepsi Bulgarca konuşuyordu, ilk günü okadar belli etmediydiler ki, onların içinde çok Gagauz var. Bu Sempozyumda bana sadece üç dakika söz verdiler. Bü üç dakikanın içinde acaba ne yetiştire bilinirde Gagauz Türklerinin tarihi ile, kültür mirasınla ilgi söylemeğe, senenin içinde yaptığım bilimsel araştırmalarımın sonuçları için, yeni açıklamalarım için, anlatmağa.

Ama şimdi, düşünüyorum ki, yaşadığımda, bu hen az bana verilen 3 (üç) dakikakın içinde, hen çok söyleyebilmişim, çünkü bildirimi daha sunarken, salonda beni dinleyiciler artık seslen söylerdiler: “Ben de Gagauz”, “Benim ninem Gagauzça konuşuyordu”,- ve başladılar aklılarına getirmeğe neleri çocukluk yaşlarından beğeri aklılarında tutuyorlar. Elbet, kendim etnolog olduğum için, bu fırsat(d)ı kaçırmadım, hemen söylediklerini yazıverdim. Bir örnek olarak, anladacam.

Penka Dimitrova (doğumuş yılda Hırsova-Şumensko köyünde, köy bulunuyor Plicka’nın 20 km. Kuzey tarafında). Penka bugün Balçik’te yaşıyor, onun yeşi arheolog Marin Dimitrov ( yılda geçindi), o anlatıyor ki, onun varmış anneannesi (veya babaannesi), adı Neda Georgieva (), küçük yaştayken, anneannesinden (Neda Georgieva’dan) işitmiş, nice o komşuykasınnan konuşuyormuş ve hatırladıkça, Penka gülüyor:

“- Mari gelin&#; (Mari gelin&#;)

&#; Ne var?    (Ne var?)

&#; Senin&#;.teleto, yedim bizim zeleto. (Senin danan, yemiş bizim eşillikleri.)

&#; Mari, sen deli mu?  (Mari, sen deli mi?)

&#; Ni delik var, ni dupka var, ama preskoçil da go imiş”.

(Ne delik var, ne meşe (fidanı) var, ama geçmiş da yemiş).

İnformatorun, Penka Dimitrova’nın yaşına göre, bu sölpet, 70 yıl önce olmuştur. Bu iki komşuykaların sölpetlerinden belli ki, burada iki Gagauz Türkü lafediyor (sölpet ediyor) ve anlaşılıyor, ani daha ozamanlar, slav kelimeleri Gagauz Türkçe Diline artık katılmış.

Bulgaristan’da Gagauz Türklerinin yerleştiği yerleri

ve kültür miraslarının izleri

Orta çağ zamanında ve çok daha evvel, Gagauz Türklerinin dedelerinin yaşadığı tarihi topraklar – Trakya, Makedonya, Dobruja bölünüyorlar ve bugün Bu(o)lgariya, Makedonya, Türkiye, Yunanistan, Romanya  sınırları içerisinde bulunuyorlar ve o yerlerde Gagauz Türklerine ait kültür miraslarının izlerini görüyoruz.

Gagauz Türklerinin dedeleri, kendi tarihi olaylrının izlerini kültür miraslarında &#; folklorda, dinlerinde, dillerinde, maara kiliselerinde, manastırlarda, bayır taşlarında eskiden kalma resimler ve yazılarda bırakmışlar.

Bulgaristan’da, Gagauz Türklerinin kültür miraslarına ait sadece birkaç örnek, hiç detaylara girmeden, vereceğiz:

  • Gagauz Türklerinin canlı kürltür mirasları – Gagauz Türkçesi bugüne kadar korunabilmiş (az insan konuşsa da, yine ne izleri kalmış).

Bugüne kadar Gagauz Türkçesi Bulgarya’da

köylerde korunabilmiş ama çok az insan bu dilde konuşabiliyor. senesinde Bulgariya’da, Balçik’te, Uluslararası Folklor Festivali ve onun çerçevesi içerisinde, Tarih ve Kültür Sempozyumu gerçekleşti. O zaman, Bulgaristan’da, soydaşlarımlan, Gagauz Türklerinlen buluşmak ve sölpet etmek ve konuşmak çok güzel ve faydalı oldu.

Balçik’te ve onun etrafında bulunan köylerden büyük yaşta Gagauz kadını buldular ve getirdiler, onlar Moldova’dan gelen Gagauz Türkleri ile (bizinlen) buluştular ve kendi ana dillerinde Gagauz Türkçesinde konuştular. Aklımda ne kaldı: üç nineyi bizlen buşulturmak için getirdiler, biz onların ellerini öptük ve Gagauzça konuşmağa başladık, şimdi ikisi Gagauz Türkçesinde konuşuyor, üçüncüsü susuyor, konuşmuyor, sadece

bakıyor, öyle bir dakıkadan sonra, o da Gagauz Türkçesinde rahat-rahat konuşmağa başladı &#; ve bildirdi, ani kendisi Gagauz.

Bulgaristan ve Moldova Gagauz Türklerinin buluşma gününde, sene.

Fotoda: 80 yaştan fazla ninemiz (fofoda, ortada), Gagauz “Kadınca” havasını (müziğini) işidince, elindeki bastonunu bıraktı ve başladı, bizimlen birlikte, kadınca oynamağa, o sansın yeniden gençleşmişti, üzü-gözü gülüyordü, seviniyordu.

Gagauziya (Gagauz Yeri) folklor ansamblisinin solistleri, Bulgaristan’da, Gagauz ninelerimize, Gagauz Türkçesinde türkü çalıyorlar. sene.

b.) Gagauz Türklerinin evvelki zamanlardan kalma kültür müraslarınıMadara Atlısı’nda

Madara Rider ya da Madara Horseman Kuzeydoğu Bulgaristan&#;da, Şumnu şehrinin Madara köyü yakınlarındaki doğu Madara platosunda oyulmuş.

Ä°lgili resimfunduszeue.info  ( yılında bakıldı) Atın ardından köpek (kurt) koşuyor, simvol olarak Türklerin izlerini gösteriyor.

senesinde kendim de Madar Atlısını ziyaret ettim ve bayırın (dayın) tepesine çıktın.

v.) Alaca Manastır da Gagauz Türklerinin evvelki kürtür mirasıdır. Manastırın adı da Gagauz Türkçesinde. senede Bulgaristan’da, Balçik’te Bulgarlara sördum bu manastırın adının mağnasını bana açıklayabilir misiniz? Ama neye geler mahanası, biriciği açıklayamadı, bilmezdiler, sadece dediler ki, bu manastırın adı Osmalı döneminden kalmış.

Bulgarların bu cevaplarına birden şaştım ve dedim: “Nice öle olur? Osmanlılar müslüman. Ne onlar geldi yaptı manastırı da adını Alaca Manastır mı koydular? Düşünseneniz, bu iş olur mu?”. Onlar bana cevap verdiler: “Hayır, olamaz, ama biz bunu daha ileri hiç düşünmemiştik”,- dediler.

Elbetki, Alaca Manastır’ın adını Gagauz Türklerin dedeleri vermiş olabilir ve bu manastır da bugünkü Gagauzların kültür mirasıdır.

Moldova Cumhuriyeti ve Gagauziya (Gagauz Yeri) Özerk Bölgesi Harıtası

Gagauziya’nın sınırı.

 Gagauz Yeri Moldova Cumhuriyeti’nin Güney tarafında bulunuyor

 

Bugün Gagauz Türkleri toplu bir halk olarak, tarihi topraklarda Besarabya veya Bucak’ta yaşıyorlar, çağdaş zamanda o topraklar Moldova Cumhuriyeti’nin güneyinde ve bağımsıaz Ukrayna devletinin (Odesa oblastinde, Moldova’nın sınırlarına çıkıyor)  içerisinde bulunuyorlar.

XX. asırın sonunda, 19 Ağustos tarihine Gagauz Tğrkleri Gagauz Respublikasını temelledi. Dört buçuk yıldan sonra da (de-dakto, beş yıldan sonra), 23 Aralık senesinde Moldova Cumhuriyeti sınırları içerisinde Gagauziya (Gagauz Yeri) Özerk Bölgesi kuruldu. Bugün Gagauziya (Gagauz Yeri) Özerk Bölgesinde Rus, Moldovan ve Gagauz dillerinin resmi statüsleri var.

Çok değerli Türk kardeşlerim, hepsi konuklar, Konferansımıza katıldığınız dolayı, sizlere teşekkür ediyorum!

Umarım ki, bugünkü konferansımızda, sunduğumuz yeni bilimsel açıklamalarımız, Gagauz Türklerinin Geleceği, Bütün Türk Dünyasının geleceği için, faydalı olur.

Sağ olunuz, var olunuz!

İstanbul, yıl

Görüntünün olası içeriği: iç mekan

Görüntünün olası içeriği: 4 kişi, Olga Radova ve Erdal Karabas dahil, gülümseyen insanlar, ayakta duran insanlar, takım elbise, düğün ve iç mekan

Görüntünün olası içeriği: 6 kişi, Rafet Ulutürk, Oya Canbazoğlu ve Erdal Karabas dahil, gülümseyen insanlar, ayakta duran insanlar ve takım elbise

Doç. Dr. Olga RADOVA kısa öz-geçmişi

Bilim insanı, yazar, şair, gazeteci, televizyoncu, tarihçi,  ettnolog, antropolog, folklorcu,  araştırmacı Doç. Dr. Olga Radova, 23 Kasım yılında  Moldova Cumhuriyeti, Gagauziya (Gagauz Yeri) Özerk Bölgesine bağlı, Komrat ilinin Kongaz köyünde doğdu. İlk ve orta okulu doğduğu köyde, lise öğretimini başkent Kişinev’de tamamladı.

Yüksek öğretimini Kişinev Devlet Üniversitesinde tamamladı.

Üniversite öğrenimi esnasında, bir yandan da Gagauz Türklerinin adetlerive manevî  ültürü ile ilgili makalelerini, kendi şiir ve hikâyelerini gazetelerde, dergilerde, antolojilerde, okul kıtaplarında yayınladı. Ayrıca Moldova Cumhuriyeti “Bucağın Dalgasında” adlı Radyo-Televizyon kanalında Gagauz Türkçesinde, senaryo belgesel filmler yazdı, programcılık ve sunuculuk yapıp, radyo ve televizyon kanalında Gagauz Türkçesinde yayınladı.

Sayın Olga RADOVA, Gagauz Türklerinin tarihinde, ile yılları arasında Gagauz Türkçe Dilinde Televizyon programında, ilk kadın programcı ve sunuculuk yaptı ve yayınladı. Bu arada Gagauz köylerini gezerek, röportajlar yapıp, haber ve müzik, Gagauz Türkçesinde “Bucaan Dalgasında” televizyon programına senaryo yazıp, sunuculu yaptı ve onları yayınladı.

yılından itibaren, 22 sene Moldova Bilmler Akademisinde (MBA), bilimsel uzmanı olarak çalıştı, doktora tezasını hep burada MBA hazırladı.

yılında, Moskova’da, Rusya Bilimler Akademisinin N.N. Mikluho-Maklay adına Etnoloji ve Antropoloji Enstitüsünde doktora tezasini savundu ve “Tarih Bilgileri Doktoru” bilimsel derecesini kazandı.

Moldova Bilimler Akademisi: Kültür Mirası Enstitüsü’nün, Gagavuz Bölümünde yılları arasında ve  Tarih, Devlet ve Hukuk Enstitüsü’nün Tarih Bölümünde yılları arasında bilim üzmanı olarak, görev yaptı. Moldova Cumhuriyeti Gagauziya Özerk Bölgesi’nin Bilim-Araştırma Merkezinde yılları arasında, bilim uzmanı olarak çalıştı.

Moldova Bilimler Akademisinde 22 sene boyunca Balkanlar’da  ve bütün Güney-Doğu Avrupa Gagauzları’nın etnik tarihini ve kültürel mirasını, ayni zamanda evvelki zamanlardan bugüne kadar, o bölgedeki Türklerin tarihini, yerleşim yerlerini, göçlerini, kültür miraslarını araştırırarak, bilim kitablarında, makelelerinde yayınlıyor.

yılından itibaren, Moldova ve Türkiye Cumhuriyetleri arasında dostluk ve bilimsel köprüsünü ilk düzenlerinden birisidir, o yılun Ekimde Uluslararası “Türk Dünyası Sosyal-Kültür ve Ekonomi Bağlantıları” Sempozyumuna katıldı ve öylelikle, bu bağlantılardan itibaren, Türkiye ve Moldova yolları çok insanlara da açıldı.

yıllar süzresinde çeşitli devletlerde Sempozyumlara, Kongrelere, Kurultaylara, Konferanslara konuşmacı olarak katıldı  ve o devletlerde fazla bilimsel dergilerde makaleleri ve bildirileri yayınlandı – Moldova, Almanya, Türkiye, Bulgariya, Gagauziya Özerk Bölgesi, Rusya, Makedonya, Beyaz Rusya, Ukrayna, Romanya.

Kendisi, yazar olarak, 6 kıtabını ayrı yayınlandı, 6 kitabı da ortak vb.

Kitabı “Путь к себе: Аспекты истории, культуры, демографии, этнографии, этногенеза гагаузов. II. Дополненное издание. – “Kendine doğru yol: Gagauzlarin tarihi, kültür, demografya, etnografya, etnogenezis aspektlerine bakış. II. Basım” (Kişinev, , s.), senesinde Uluslararası bilimsel kıtab yarışmasında Ödülü kazandı (Ukrayna, Odessa).

Gagauz Türklerinden, Sn. Doç. Dr. Olga Radova’nın kitabı hen ilk Türkiye Türkçesine tercüme edildi ve yılında Türkiye’de yayınlandı.

yılında I. Uluslararası Osmanlı Arşivleri Sempozyumunda yer aldı ve bildirisini sundu.   tarihinden itibaren Moldova Osmanlı-Rusya ilişkileri çerçevesinde Gagauz Türkleri  üzerine, araştırmalarıma devam ettirmektedir.

yılında Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı’nda ve Topkapı Sarayı Müzesi arşivlerinde araştırmalar yaptı. O tarihten itibaren Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı’nda, bilimsel araştırmalarını sürdürmektedir.

yılında “İKANAS 38” Uluslararası Kongerste “Güney-Doğu Avrupa Gagauzlarının Tarihini ve Kültürünü Korumak &#;  Etnosun Gelişmesinde bir şart temeldir” bildirisini sundu. (Karansatas, Olga Radova, Ankara, , Cilt I., s. ) vb.

 

Moldova Cumhuriyeti funduszeue.infou Spătaru adına Bilim Adamları Asotsotsiyatsiyanın Bilimsel Sekreteri;

Moldova Cumhuriyeti  “Gagauz Kadınlar Birliği” Derneğinin (Asotsotsiyatsiyanın) kurucusu ve ilk Başkanı  ( yy.);

Türkiye Arşivciler Derneğin Onur Üyesi ( senesinden itibaren);

Bulgaristan’da, bilimleri dolasiyla, yeni bilimsel açıklamarını yaptığı için, tarihinde Bulgaristan Bilimler ve Sanat Akademisinde ona Asil Akademik Ünvanı verildi (ДИПЛОМ №, Българска Академия на Науките и Изкуствата Избра Д-р Олга РАДОВА д.и.н. – история, археология за «ДОПИСЕН ЧЛЕН», издадена в София на г.);

Avrasya Yazarlar Birliğinin Üeyesi ( senesinden itibaren);

Gagauziya Yazarlar Birliğin Üyesi;

Moldova Cumhuriyeti funduszeue.infoşrinin adına Yazarlar Birliinin Üyesi vb.

Gagauziya Bilim-Araştırma Merkezinde Tarih ve Etnografiya Bölümünde önderci bilim uzmanı olarak çalıştı.

16 Eylül tarihten itibaren İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde Misafir Öğretim Görevlisi olarak çalışmalarını sürdürmektedir.

 

 

Doç. Dr. Olga RADOVA Bilim ve Cumle Toplumuna çalıştığı için, Moldova, Gagauziya (Gagauz Yeri) Özerk Bölgesi’nde, Bulgaristan’da, Rusya’da, Ukrayna’da Uluslararasi kazandığı Onur Diplomaları, Medalyaları, Ödülleri:

Moldova Devleti Televizyon “Bucağın Dalgasında” adlı Televizyon kanalında Gagauz Türkçesinde, senaryo belgesel filmler yazdığı için ve programcılık ve sunuculuk yaptığı için, yılında “Bucağn Dalgasında” Gagauz Türkçesinde sunulan televizyon programının 10 yıldönümünü kutlanıldığı yılda, “Teleradio-Moldova” kumpanyası tarafından Onur Diploması  verildi (“Diplomă de onoare – Compania de Stat „Teleradio-Moldova”” ( yıl));

 

Moldova’da: Sayın Doç. Dr. Olga RADOVA’ya, “Moldova Gagauz Kadınlar Derneği”nin kurucusuna ve ilk Başkanına, çok aktiv bilim ve cümle toplumuna çalıştığı için, yılında, Moldova Devleti, Azınlıklar Bölümü/Departamenti Tarafından Onur Diplonası verildi (bu yılın Derneğin 10 yıldönümü kutlanıldı) – “Dıplomă se decernează dnei Olga RADOVA, activistului Asociaţiei Femeilor Găgăuze „Gagauz Karîlar Birlii” din Republica Moldova, pentru contribuţdeosebită la dezvoltarea culturii naţionale, armonizarea relaţiilor interetnice în Republica Moldova, precum şi cu ocazia a 10 ani de activitate a organizaţiei” ( yıl);

 

Gagauziya (Gagauz Yeri) Özerk Bölgesi, Başkanın tarafından Medalya “Gagauz Yeri – 15 Yıl” verildi (  yıl);

 

Gagauziya (Gagauz Yeri) Özerk Bölgesi, Başkanın tarafından Medalya “Gagauz Yeri – 20 Yıl” verildi (  yıl);

 

Moldova’da Polonya Derneği tarafından organize edilen“Adam Mitskeviç ve Besarabya”, edebiyat ve şiir yarışmasında, Ödüller &#; Diplom ve “Adam Mitskeviç” Medalyası verildi. ( yıl);

Ukrayna’da, Odesa’da Uluslaradası bilim kitab yarışmasında, kitabı Kendine doğru yol: Gagauzların tarihine, kültürüne, demografisine, êtnogenezisine dair mesele (bakımnar). II. Basım (Radova-Karanastas, O.K. Kişinev, , s.), Ödülü kazandı ( yıl);

 

Bulgaristan’da, yeni bilimsel açıklamarını yaptığı dolaysıyla, tarihinde Bulgaristan Bilimler ve Sanat Akademisinde Tarih Bilgileri Doktoruna, Doç. Dr. Olga RADOVA Hocamıza Asil Akademik Ünvanı verildi (ДИПЛОМ №, Българска Академия на Науките и Изкуствата Избра Д-р Олга РАДОВА д.и.н. – история, археология за «ДОПИСЕН ЧЛЕН», издадена в София на г.) vb.

 

Sn. Doç. Dr. Olga RADOVA yayınladığı kıtablarının ve makalelerinin birazının kaynakları:

Dr. Olga Radova Karanastas. Moldova Milli Arşiv Kaynaklarına Göre XVIII.Yüzyıl sonu – XIX. Yüzyıl Başında Besarabya Gagavuzlarının Etnik Tarihi ve Demografik Gelişimi // ULUSLARARASI TÜRK ARŞİVLERİ SEMPOZYUMU Kasım , İstanbul. Ankara, , s

 

Dr. Olga Radova-Karanastas (ortak). XIX ve XX. Yüzyılda Güney Besarabya Bölgesinde Alman Sömürgenlerinin Yerleşimi ve Demografik Gelişimi // ULUSLARARASI TÜRK ARŞİVLERİ SEMPOZYUMU Kasım , İstanbul. Ankara, , s

Dr. Olga Radova-Karanastas. Osmanlı-Rusya-Moldavya Davranışları çerçevesi içerisinde Güney-Doğu Avrupa Gagauzların Etnik Tarihi // Dergi “Turan”. Stratejik Araştırmalar Merkezi: Yıl: – Yaz. Cilt: 4, sayı: Ankara. Basım Tarihi: 13 Eylül, , s

KARANASTAS, Olga Radova. “Güney-Doğu Avrupa Gagauzlarının Tarihini ve Kültürünü Korumak &#;  Etnosun Gelişmesinde bir şart temeldir” // ICANAS (Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi) (International Congress of Asian and North African Studies) (Международный конгресс по изучению Азии и Северной Африки), Ankara / Türkiye, Bildiriler / Papers / Cборник статей.  KÜLTÜREL DEĞİŞİM, GELİŞİM VE HAREKETLİLİK &#; CULTURAL CHANGE, GROWTH AND MOBILITY -КУЛЬТУРНЫЙ  ОБМЕН,  РАЗВИТИЕ И МОБИЛЬНОСТЬ. I. CİLT / VOLUME I / TOM I. ANKARA, s. s.

Olga Radova. The Problem of Gagauz Ethno-Demographic Development in the 19 th Century // Журнал “Südost-Forschungen” – internationale Zeitschrift für Geschihte? Kultur und Landekunde. Südosteuropas Begründet von Fritz Valjavec. München, Band 54, , z;

 

Olga Radova. The Problem of Gagauz Ethno-Demographic Development in the 19 th Century // Zeitschrift für Türkeystudien (ZfTS), 8. Jahrgang  , Heft 1, z.

Olga Radova. YüzyIlda gagauzlarIn etno-demografik gelişmeleri problemine dair // Журнал «Türk kültürü». Ankara, eylül, №, , s

Каранастас-Радова О.К. Гагаузы в составе задунайских переселенцев и их поселения в Буджаке (конец XVIII – первая четверть XIX вв.). Изд. в типографии Комратского госуниверситета Республики Молдова, Кишинев-Комрат, , с.

Radova O.K. Bölüm I. Tarih. Раздел «Переселенческое движение в XVIII &#;  первой половине XIX  вв. Основные этапы и их особенности», стр / История и культура гагаузов. Комрат-Кишинев, , с.

Радова-Каранастас О.К. и др. История переселения немецких колонистов в Бессарабию и основания села Новая Денневица (Светлый). Кишинев, , с.

Karanastas-Radova O.K. Tuna ötesi göçmenleri  ve gagavuzlar (yüzyıl sonları – 19 yüzyıl başları). Ankara, , s.

Радова О.К. Гагаузы. Серия «Народы и культуры». (Часть I. Этническая и политическая история гагаузов, Глава 4., Раздел «Переселенческое движение гагаузов в южную Россию и Бессарабию в XVIII – первой половине XIX вв.»), Москва, , c

Радова-Каранастас О.К. Путь к себе: Аспекты истории, культуры, демографии, этнографии, этногенеза гагаузов. Второе дополненное издание. Кишинев, , с.

Karanastas-Radova Olga. Güneydoğu Avrupa Gagauzların etnik tarihi ve kültür mirasi: funduszeue.infolı Arşivi ve Topkapı Sarayı Müzesi Arşivin kaynaklarına göre XVI-XVIII  yüzyıllarda Gagauzların yerleştiği yerler &#; Üzi (Özi) Eyalet&#;in, Akkerman mülhakatında, Yeniköy karyesi // V. INTERNATIONAL TURKIC ART, HISTORY AND FOLKLORE CONGRESS / ART ACTIVITIES  “In Honour of Prof. Dr. Yusuf KÜÇÜKDAĞ”. Komrat,

Radova-Karanastas Olga. Türk Dünyası Coğrafıyasında Gagauz Dilinin Tarihi Yeri ve Özellikler // VI. Uluslararası Türk Sanatı, Tarihi ve Folkloru Kongresi/Sanat Etkinlikleri (VI. International Turkic Art, History and Folklore Congress / Art Activities) Mayıs (May) Konya. Konya, , s.

Радова Ольга Константиновна. Этноисторические и демографические процессы гагаузского населения Бессарабии в  XVIII-XXI вв. // Tehlikedeki Türk dilleri III &#;  Endangered turkıc languages ııı &#; Tюркские языки, находящиеся подугрозой исчезновения  &#; Disiplinlerarası Yaklaşımlar /Interdıscıplınary approaches. cilt 4., Ankara • Astana.  , .

Olga Radova (Karanastas). Bucak Gagauzların etnogenezisi hem etnik istoriyası // Tehlikedeki Türk dilleri III &#;  Endangered turkıc languages ııı &#; Tюркские языки, находящиеся подугрозой исчезновения  &#; Disiplinlerarası Yaklaşımlar /Interdıscıplınary approaches. cilt 4., Ankara • Astana.  , s.

Радова-Каранастас О.К. Болгары и гагаузы Юго-Восточной Европы: общие этноисторические реалии и современность // Межкультурная коммуникация: современная теория и практика. Материалы VII Конвента РАМИ. сентября г. МГИМО. – Университет. Изд-во «Аскет-Пресс», изд-во «МГИМО &#; Университет». Москва, , c

Радова-Каранастас О.К. Документы Османского архива и архитектурные памятники в Республике Турция – объекты международного культурного  наследия // Исторические документы и актуальные проблемы археологии, источниковедения, отечественной и всеобщей истории нового и новейшего времени. Сборник тезисов докладов участников Третьей международной конференции молодых ученых и специалистов «Clio». Москва, , с

Радова-Каранастас О.К. Новые османские источники по крепости Очаков (“Özi kalesi”) битве при Чигирине // Актуальнi проблеми сицiально-гуманiтарних наук. Матерiали II Всеукраϊнськоϊ науковϊ конференцiϊ (присвяченоϊ рiччю кафедри iсторiϊ та украϊнознавства НМемАУ). листопада року. Частина I., Днiпропетровськ, , с

Радова-Каранастас О.К., Пушнеев Д.А. Древнетюркские – булгаро-огуро-огузские компоненты в культуре и этногенезе гагаузов (на примере этимологии антропонима Пушней) // Материали Другої всеукраїнської  науково-практичної конференції з міжнародною участю «Науковий діалог «Схід-Захід» (12 жовтня р., м. Бахчисарай, АР Крим) ЧАСТИНА ІІ.  Бахчисарай &#; Дніпропетровськ, ,

Karanastas-Radova Olga. Canın sesi. Peet toplumu, Kişinev, , s.

Radova-Karanastas Olga (ortak). Rusça-Gagauzça Sözleşmäk kitabı. Komrat, , s.

Radova Olga (ortak). Rusça-Gagauzça Sözleşmäk kitabı. Bolgrad, , s. vb.

Okunma Sayısı

Bunu beğen:

BeğenYükleniyor

İlgili


Osmanlı Rus Harbi'nden Sonra Erzurum'a Göç Eden Ahıskalı Türkler

Çalışmada ile yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri’nin Florida Eyaleti’nin Jacksonville şehrine göç eden Ahıska Türklerinin kimliklerini oluşturan unsurlar, göç süreci içerisinde ele alınmıştır. Araştırmanın amacı, Ahıska Türklerinin Amerika’ya göç etme nedenlerinin, yaşadıkları sorunların ve göç sürecinin Ahıska kimliği üzerindeki yansımalarının ortaya konulmasıdır. Araştırmanın verileri, yılının Ocak-Mart ayları süresince Jacksonville’de yaşayan Ahıska Türklerinden elde edilmiştir. Ahıska Türklerinin sosyal gerçekliklerini onların bakış açılarından anlamak önemli olduğu için çalışmada 9 Ahıska Türkü ile derinlemesine görüşme yapılmış ve gündelik hayatlarını geçirdikleri mekânlarda katılımlı gözlem gerçekleştirilmiştir. Araştırmada Ahıska Türklerinin ABD’ye göç etmeden önce maruz kaldıkları ayrımcılık, en önemli sorun olarak ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra Ahıska Türklerinin ABD’ye zorunlu olarak ve akrabalarıyla birlikte göç ettikleri ve göç ettikten sonra da Ahıska kimliğinin temel unsurlarını korudukları gözlenmiştir. Ahıska Türklerinin kimliğini belirleyen temel unsurlar ise Türklük, Türkçe ve Müslümanlık olarak saptanmıştır. In this study, elements constituting identities of Ahiska Turks who migrated to Jacksonville, Florida, between and was tackled in terms of migration process. The objective of this study is to present the reasons why the Ahiska Turks migrated to United States, the problems they faced before migration, and the effects of migration process on their identities. Data are obtained during January-March, from Ahiska Turks who live in Jacksonville, Florida. In-depth interviews with 9 Ahiska Turks and the participant observation was conducted in spaces where they spend their daily lives by forming an interaction in order to comprehend their social realities from their own point of view. The study revealed that discrimination toward Ahiska Turks before their migration to the United States was the most important problem they had. Further, It was observed that the Ahiska Turks involuntarily migrated to the United States with their families and they preserved the fundamental elements of their identities after their migration. Moreover, the basic elements determining the identity of Ahiska Turks are found to be Turkishness, Turkish, and Islam.

(funduszeue.info.)sitesinden alınmıştır.

Çerkesler, Kuzeybatı Kafkasya’nın otokton etnosudur. Kendilerine verdikleri ad Adigedir. “Çerkes” terimi, XIII. asırdan başlayarak Adigelerin kadim ismi olan Zih’i ve ülkelerinin adı olan Zihya’yı adım adım kullanımdan uzaklaştırarak her çeşit kaynakta yer almaya başlamıştır. Adige ülkesi Çerkesya’nın varlığının sona erdiği yılından önce on beş Adige alt etnosu vardı: Kabardeyler, Besleneyler, Temirgoylar, Mahoşlar, Yegerukaylar, Mamkheğler, Abzehler, Şapsığlar, Natuhaylar, Adameyler, Janeler, Hakuçlar, Hatukaylar, Şegaklar, Bjeduğlar

Çerkesya’nın etno-kültürel ve sosyo-siyasal alanına tamamen entegre olmuş olan Ubıhlarda Adigelere dahil olmayı şüphesiz hak ediyorlar. Ubıhlar iki dilli idiler (Ubıhça ve Adigeceyi kullanırlardı) ama çoğunlukla Adigeceye, Ubıhçadan daha hâkim idiler. XIX. asrın ilk yarısı boyunca Ubıhlar hızla anadillerini unutuyor ve münhasıran Adigeceye geçiyorlardı¹. Onlar kendilerini Adige sayıyorlar, tüm soyluları da kendilerini şüpheye yer bırakmayacak şekilde Adige toplumunun aristrokrasisi olarak görüyorlardı². Üstelik Ubıh liderleri ortak Adige siyasi ittifaklarına başkanlık ediyor, Adige ortak kongreleri de bilhassa Ubıhya’da toplanıyordu. Bir dış adlandırma olan Çerkes, her türlü kaynakta Ubıhları da kapsıyordu ve birçok gözlemci Ubıhları Adigelerden nasıl tefrik edecekleri konusuna artık kafa yormuyordu³. 

Hosta’dan Bzıb’a kadar uzanan arazide yerleşik Kuzey Abhazları olanSadzlar da Adige halklar topluluğuna entegre olmuşlardı ve fiilen Sadz’ın tüm yetişkin nüfusu Adige dilinin Şapsığ lehçesini bilirdi⁴. Sadz topraklarında ortak Adige toplantıları yapılırdı. Çerkes adı bu etnik gruba da şamildi⁵. Tüm Kafkas savaşı boyunca onlar çarlık ordularını Gagra sırtı hattında tutmuş ve tüm Adige “kabilelerinin” kaderini paylaşmışlar,toptan Türkiye’ye sürülmüşlerdir. Yani, Adige bayrağındaki iki yıldız (on iki yıldız arasında), tam da Ubıhları ve Sadzları, direniş cephesinin bu en önemli iki katılımcısını simgeliyordu

Kafkasya’da Çerkeslerin sayısal ve askeri-siyasi üstünlüğü, “Çerkes” etnoniminin bir sürü kaynakta “Kuzey Kafkasyalı” ve hatta “Kafkasyalı” anlamına gelecek şekilde geniş yorumlanması sonucunu doğurdu. Osmanlı Türkiye’sine sürgün edilen Kuzey Kafkaslıların en az yüzde seksenini oluşturan Çerkesler, yalnızca yakın akraba Kuzey Kafkas Abazinleri ve prenslik Abhazya’sı halkını değil, Çeçenleri, Osetleri, Dağıstanlıları da kapsayacak şekilde tüm diyaspora için ortak bir isim haline geldi. Gerçi şüphesiz Kafkasya ile ilgili Türk etnocoğrafik nomenklaturası (burada, “isim standardı listesi” anlamında-çn.), uzun zaman önce çok sayıda terimi özümsemiş ve Kafkasya’nın tüm belli başlı etnik gruplarını ayırt edebilecek hale gelmişti. XVI-XIX. asırların Rus kaynaklarının çok büyük kısmında “Çerkes” terimi altında, küçük istisnalarla bizatihi Adigeler kastediliyordu

Kitabın bu kısmı, Adigelerin tarihindeki çeşitli medeniyet döngülerinin karakteri ve süresine dair dağınık fikirlerin sistematize edilmesine yardım edecektir. Adige Ortaçağının peryodizasyonu problemlerine özel bir ilgi göstereceğiz. Elimizde kendi vakayinamelerimiz olmadığı için harici medeniyet kriterlerine ve etnonimlerin evrimine dayanacağız. Böyle bir yaklaşım okuyucunun, Kafkasya haritasında bir Adige ülkesinin, Çerkesya’nın ortaya çıktığı dönemin tipolojik hatlarını ve kronolojik sınırlarını net şekilde gözünde canlandırmasına imkân verecektir. Çerkes tarihinin peryodizasyonunu kurarken ortaya çıkan ana problem, Adige kültürünün tüm doğuş ve oluşum süresince yazılı olmayan bir kültür olarak kalması gibi bir temel olgudur. Çerkeslerin kendi vakayinamelerinin mevcut olmayışı işimizi güçleştirmektedir. Ama aynı zamanda işimizi kolaylaştıran faktörler de var: 

1) Üzerinde Adigelerin etnogenez (bir etnosun oluşum süreci-çn.) sürecinin hiç kesintiye uğramadığı bir saha olarak Kuzeybatı Kafkasya kadim ve Ortaçağ yazılı geleneklerinin biliminsanlarının daimi olarak ilgi sahasında bulunmuştur: Greklerin, Romalıların, Bizanslıların, Ermenilerin, Gürcülerin, Yahudilerin, Cenevizlilerin vb

2) Kuzeybatı Kafkasya km boyunca Karadeniz’le sınırdaştır, bu keyfiyet Adigeler ve Abhazların Akdeniz havzası devletleriyle sağlam ilişkilere sahip olmalarına imkân veriyordu

Bu iki faktör sayesinde bugün biz, harici medeniyetsel etkiler ve kilometre taşları üzerinden Çerkes tarihinin peryodizasyonunu kurmak için elverişli bir imkâna sahibiz. Bu durum ise, Çerkesya tarihinin, gelişim süreci içerisinde Anadolu, Balkanlar, Akdeniz havzası ülkeleriyle aynı medeniyet döngülerini yaşadığı anlamına gelecektir. Yani, Kuzeybatı Kafkasya tarihinde Sind-Meot devri, antik dönemin MÖ VI. &#; MS V. asırlar arasındaki devrine karşılık geliyor. Bu devrin kaynaklarında aynı etno-coğrafik nomenklatura kullanılıyor. Bosfor Krallığı da aynı zamanda var olmuştu (MÖ V. yy başı-MS ). Bu devlet, Helen yerleşimcileri, bunların otonom şehirlerini, Sind-Meotların etno-teritoryal oluşumlarıyla birleştiriyordu. Üstelik bu oluşum Sind-Meot kökenli oldukları bariz olan Spartokid kral hanedanı döneminde meydana gelmişti⁶. Kuzeybatı Kafkasya dağlıları ne Spartokidler, ne de onların ardılları döneminde Pantikapey’e tabi oldular. Üstelik sık sık Bosfor’un merkezi alanlarını korsan kuşatması altında tutacak güçte oldukları görülmüştür⁷. 

MÖ I. asırdan itibaren Kuzeybatı Kafkasya’da Zih kabilesinin nüfuzu artıyor. Milat sonrası ilk asırlarda en savaşçı kabileler arasında yer alıyor⁸. Hatta büyük Mitridat bile onların direnişini kırıp Zih topraklarından geçememiş, gemilerle sahilin o kısmının etrafından dolaşmıştı⁹. Zamanla Zihler, Anapa ile Gagra arasındaki arazide tüm diğer etno-teritoryal ittifakları kendilerine bağladılar: Kerketler, Aheyler, Heniohlar ve diğer daha küçüklerini. Zihya’dan güneye doğru, V. asırda Abazgiya ve Apsilya’nın, Apsua dilli iki ana oluşumun doğuşuyla sonuçlanan entegrasyon süreçleri işlemektedir. 

Zihya’nın güçlenmesine Sindlerin III. asırda Tetraksit-Gotlar tarafından ve Meotların IV. asır sonunda Hunlar tarafından kovalanması yardım etmişti. Galipler, Roma’ya saldırı gibi muazzam projeler vb. nedenlerle orada kalmadılar. Buna karşılık, Zihler daha VI. asır başlarına doğru Kuzeybatı Kafkasya sahasında ve bitişiğindeki tüm Kubanötesinde ana güç haline geldi. Bu nedenle VI. asırdan itibaren (Hatta yılından itibaren de diyebiliriz) o dönem Zih dönemidir ve böyle de adlandırılmasını öneriyoruz. Bu metot, önceki dönemi Sindo-Meot olarak adlandırmış olmamız nedeniyle de doğrudur: Her iki olayda da bölgenin ana “etiketleri” kullanılmıştır. Kaynaklarda bunların baskın oluşunun ardında, gayet gerçek etno-genetik süreçler vardır. VI. asır kaynaklarında artık ne Kerketlerin, ne Heniohların, ne Aheylerin, ne Sindo-Meotların adı geçiyor. 

Kuzeybatı Kafkasya tarihinde Zih dönemi, özellikle bölgemizle ilgili olarak kullanıldığında Ortaçağlar dönemi olarak da adlandırılabilir. Zih veya Ortaçağ döneminin üst kronolojik sınırı XV. asırdır. yılından yılına kadar çok kolay akılda tutulabilecek tam yıllık bir dönem elde ediyoruz. Zih tarihini ciddi şekilde etkilemiş olan Bizans İmparatorluğu tam da bu asırlarda var olmuştu. Kırım, Bizans idi. Gürcistan ve Ermenistan imparatorluğa dahil olmuşlardı. Bizans, Zihya’nın bin yıllık komşusu idi. Ve bu da, Zihya’da bin yıllık Hıristiyanlık dönemi demektir. Zihya Başpiskoposluğu, Ekümenik kilise içerisinde oldukça nüfuzlu bir otokefal (Konstantinopol hariç, başka bir bölgesel üst otoriteye bağlı olmayan yapı-çn.) idi. Öyle ki, Kırım piskoposlukları (Hersones, Sugdey ve Bosfor) Zih kilisesine dahil idiler. Rusların ilk vaftizinin Zihya Başpiskoposluğu topraklarında, Korsun’da (Hersones) olması ilginçtir¹°. Zih döneminin son iki yüz yılı boyunca Ortodoks Piskoposluğu hızla, pozisyon, iktidar ve cemaat kaybetti. Onun yerine XIV. asır ortasında Papa VI. Klement tarafından yılında ihdas edilen Zihya (Çerkesya) Katolik Başpiskoposluğu geldi. Öyle de olsa, yılı yalnızca Ortodoksluk için değil, Katoliklik için de üst sınırdır. Putperestlikle tuhaf bir şekilde harmanlanmış yapılandırılmamış Hıristiyanlık, Çerkesya’da sonraki asırlarda da, XIX. asır ortasına kadar yaşamaya devam etti. 

Zih dönemi (), o bin yılın göçer imparatorluklarıyla kurulan her türlü ölçeğin üzerindeki ilişkiyle dolu oluşu dolayısıyla da çok kabarık olarak göze çarpmaktadır. Üstelik tüm bu imparatorluklar Türkidir. Evet, bu Türki baskı yılında Hunlarla başladı ve zaman zaman Türki mevcudiyet sıkı bir şekilde Fin-Ugor mevcudiyetiyle örülmüştü, ama her türlü başka peryodizasyon gibi, bizimki için de bir miktar geri çekilmeye izin verilir. Üstelik ’lü yıllar veya V. asır yalnız Zihya (Çerkesya) için değil, tüm Kafkasya, Avrupa ve Akdeniz havzası dünyası için de bir dönüm noktasıdır. Roma’nın düşüşü, onun mirası üzerinde hak iddia eden adaylar arasındaki çelişkiler yüzünden neredeyse bir yüzyıl uzadı ( yılından yılına kadar). Bin yıl boyunca çeşitli göçer etnoslar Kuzey Kafkas bozkırı hâkimiyetini bir bayrak yarışı gibi elden ele devrettiler: Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Hazarlar, Macarlar, Peçenekler, Kıpçaklar. Zih (Çerkes) Ortaçağının son yılı önce Altınorda, ardından Tatar “karmaşası” ve bir seri Altınorda sonrası hanlığı dönemidir. Özellikle bu yıl içinde (’tan ’a kadar) Zihya’nın neredeyse devamlı ve Altınorda’nın gücünden neredeyse bağımsız olarak kuzey ve doğu yönünde bir arazi genişlemesi cereyan ediyor. Kabardey ortaya çıkıyor. Altınorda’ya rağmen mi yoksa Altınorda sayesinde mi? Öyle görünüyor ki, her iki hal de söz konusuydu. Hanların sık sık tahttan indirildiği ve Saray’ın (Altınorda’nın başkenti, Astrahan’ın km kuzeyinde idi-ç.n.) iç ve dış siyasi rotalarının sık sık değiştiği bir ortamda Çerkeslere yaklaşım da değişmeliydi. Velhasıl bu, her şeyden önce Altınorda tarafından ciddi bir muhalefetle karşılanmayan bir Adige projesiydi. 

Altınorda kaynaklarında Çerkesya bir savaş bölgesi olarak çok seyrek yer alıyor (her defasında ayrıntısız olarak) ve Ceneviz belgelerinde bu anlamda hiç yer almıyor. Cenevizlilerin Altınorda-Çerkes mücadelesi konusunda tamamen susmaları, dönemin layıkıyla değerlendirilmesi için çok önemli ve temel bir kriterdir. Doğu Kırım’da ve Çerkesya’nın Azak-Karadeniz sahili boyunca Ceneviz ‘factoria’larının ( ticaret merkezi-çn.) kurulmaya başlandığı ilk günden itibaren ilişkiler Tatarların bir müdahalesi veya kontrolü olmaksızın, tamamen iki taraflı bir Ceneviz-Çerkes karakteri taşıyordu. Şaşılacak bir şey, ama Hazarlardan farklı olarak Tatarlar Kerç Boğazını kontrol etme yönünde bir arzu taşımadılar ve tüm Altınorda dönemi boyunca Kerç Yarımadası Cenevizlilerin ve kısmen de Çerkeslerin elinde bulunuyor (Tam da Altınorda’nın en güçlü hanı olan Uzbek Han döneminde Vospero-Kerç’de Çerkes prensleri Verzaht ve Millen hüküm sürmüştü), Taman Yarımadası ise bütünüyle Çerkeslerin hâkimiyetinde idi. Matrega’da çok sayıda Cenevizli yerleşmişti ama şehirde konsolos yoktu ve şehir Zih-Çerkes prensleri tarafından yönetiliyordu¹¹. 

Altınorda döneminde, yazılı kaynaklarda belli olan ve şimdi arkeolojik olarak da açıkça görülen bir Don ve Dinyeper kıyılarına Çerkeslerin hâkim olmaları süreci vardır. Yani, Altınorda döneminde Çerkesler kelimenin tam anlamıyla kendi anavatan topraklarından dışarıya taşıyorlar: Merkezi Kafkas ovasına hâkim oluyorlar, Kırım’a yerleşiyorlar, Ukrayna’ya gidiyorlar, Kahire’de zirveye ulaşıyorlar¹². Kaynaklarda Çerkesya’nın Altınorda’ya katıldığına dair açık bilgi yoktur. Diğer taraftan Çerkesya’lılar sıklıkla (Diğer herhangi bir milliyet grubundan daha sık) Altınorda’nın yüksek idari ve askeri mevkilerinde görev alıyorlar¹³. Bütün bu çıkarımlar bizi esas sonuca, tarafların Kuzey Kafkasya’da nüfuz alanlarını paylaştıkları bir Tatar-Çerkes anlaşmasının var olduğuna getiriyor. Bu ilan edilmemiş anlaşmanın yapılış tarihi çok muhtemelen XIII. asır ortaları, yani Altınorda’nın müstakil bir imparatorluk olarak kurulduğu dönemdir. Bir yandan Çerkesler Altınorda için büyük bir tehdit oluşturmuyordu; onlar bölgesel çapta “vahşilerdi”. Tam da bu keyfiyet onları, zayıf müttefiklerden hoşlanmayan ve onları köle yapan Moğollar için ilginç kılıyordu. 

Çerkes askeri birlikleri Altınorda ordusu için yeri doldurulamaz kuvvetlerdi: 1)Çerkeslerin soylu zırhlı şövalye ağır süvarisi, kalite olarak göçebe süvarisinden üstündü; 2)Çerkesler dağlarda savaş konusunda Tatarlardan bariz şekilde daha iyi idiler (Mesela Alanya dağlarında). 

Askeri hizmet karşılığında Çerkesler, ülkelerinin tam bağımsızlığını ve boşalan komşu arazileri işgal etme hakkını muhafaza ettiler. Çerkeslerin hareketleri, Altınorda nezdindeki temsilcileri tarafından destekleniyor ve diğer taraftan da Çerkes kökenli üst düzey görevlilerin bir özgül ağırlığı vardı, zira arkalarında güçlü, savaşçı bir etnos duruyordu. 

Çerkes yayılmacılığı için özellikle uygun şartlar, yıllarındaki, Kara Ölüm adını alan veba pandemisinden sonra ortaya çıktı. Bu pandemi, Avrupa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki ilerleyişine, Volga’nın sağ kıyısından, Altınorda’nın başkentinden başladı ve elli milyondan fazla insanın hayatını söndürdü. Kara Ölüm, Altınorda’dan İngiltere’ye kadar tüm ülkelerde büyük bir demografik ve ekonomik kriz doğurdu. Elli yıl süreyle sürekli iç savaşlara evrilen meşhur Tatar “kargaşası” da, bu büyük siyasi kriz de pandeminin neden olduğu korkunç kayıpların ve alt üst oluşun doğrudan bir sonucu idi. Kara Ölüm, Çerkesya’ya dokunmadı; en azından elimizde bunun aksini gösteren doğrudan veya dolaylı bir tanıklık yoktur. Tam tersine Çerkesya’nın tüm XIV. asır tarihi, nüfusun ve ülkenin askeri-siyasi büyümesinin hızla arttığını gösteriyor. Eşzamanlı olarak, bariz şekilde nüfus fazlasının hem askeri kiralama, hem Karadeniz köle ticareti ve hem de aşınmış göç yolundan Ukrayna’ya geniş kapsamlı bir nüfus akışı cereyan ediyor. Çerkesya, kelimenin tam anlamıyla bir donör ülke rolüyle sahneye çıkıyor, yıkıma uğramış ülkelerle gıda bakımından tamamen kendine yeterli, veba salgınının yayılmasına imkân vermeyen bir tedarik siteminde yetişen kendi taze, sağlıklı cinsten insanlarını paylaşıyor. 

XIV. asırdan itibaren Çerkesya, yalnızca hürriyetin tadını çıkarmakla kalmıyor, Don’dan Abhazya’ya ve Taman’dan Sunja’ya kadar olan sahada hâkim duruma geliyor. “Çerkes bozkırları” terimi bu dönemde ortaya çıkıyor. Tana, “Yukarı Çerkesya’da” bir şehirdir. Tatarlar Kırım’dan Astrahan’a “Çerkesya’nın etrafından dolanarak” giderler. Timurlenk bir korku yaratıyor, ama geçicidir. Daha ileride tüm XV. asır boyunca ölçekler büyüyerek ilerleyecektir. Ve yılında G. İnteriano’ya göre Çerkesya önceden olduğu gibi Don’dan Avogazya’ya (Abhazya) kadar kendi varoluş sürecindeki en geniş araziyi işgal ediyordu, hem de Karadeniz boyunca mil uzunluğunda bir kıyıya sahipti. yılına doğru Çerkesya, Don ve Kuban arasındaki tüm topraklarını kaybediyor, ama buna karşılık doğuya doğru maksimum ölçüde uzanıyor ve Hazar Denizine dayanıyor. Ama madem ki peryodizasyonu kurmak için harici belirtileri seçtik, çok yerinde bir örnek olarak Büyük Orda’nın yılındaki finaline işaret etmekzorundayız. 

Altınorda’nın yasal varisi tam da Büyük Orda (Taht Eli ) idi. yılında Ugra’daki güçsüzlüğü (Haraç ödemeyi reddeden Moskova büyük prensi III. İvan’ın üstüne yürüyen Büyük Orda hanı Ahmet Han, Ugra nehrini geçerek Ruslara saldırmakta kararsız kaldı, iki taraf da bir süre bekledikten sonra geri çekildi. Bu olay Rus toprakları üzerinde yıl süren Moğol-Tatar egemenliğinin sonunu getirdi &#; çn.) Rus tarihinin temel anlarından biridir. Bu tarih Çerkesya tarihi için de önemlidir. XIII. asrın ortasında Altınorda Moğol İmparatorluğunun kuruluşuyla aynı zamanda, kaynaklarda Zihleri ifade etmek için Çerkes ve Zihya’yı ifade etmek için de Çerkesya şeklinde yeni bir etnonim kullanılmaya başladı. Rus yazarlar hemen bu doğu terimini benimsediler, zira kişisel meselelerde bile Orda’nın örnek vassalları idiler. Arap-Pers yazarları da, Zih terimini bildikleri halde hemen bu yeni ismi kullanmaya başladılar. Grek-Bizanslılar ve İtalyanlar eski isme bağlı kaldılar ama yeni ismi de sık sık kullandılar. Bir İtalyan belgesinde aynı şahıs önce Zih, sonra da Çerkes olarak adlandırılabilir. yılından sonra İtalyanlar artık Çerkes terimini kullanıyorlar ama Zih ve Zihya’yı daha sık yazıyorlar. Tam da yılında Venedik’te Giorgio İnteriano’nun “Çerkes adıyla anılan Zihlerin ülkeleri ve yaşamları” adlı eseri piyasaya çıktı. Bu eserde Adigelerin kendilerine verdikleri Adige ismi ilk defa kullanılmıştır ve yazar Zihlerin (Çerkeslerin) kendilerine Adiga dediklerinin altını özellikle çiziyor

Çerkes Ortaçağının üst sınırı olan XV. asır bir sıra güçlü dış kriterin etkisiyle oluşmuştu. Daha önce sözü edildiği gibi, Adige ülkesinin bin yıllık komşusu olan Bizans’ın tarihinde son yüzyıldır. İmparatorluğun başkenti ’te düşmüşse de, Trabzon cebi ’de düştü. Yüzyılın sonuna doğru Osmanlılar kalan tüm Bizans topraklarını işgal ettiler. Durres’in (Arnavutluk’ta bir şehir-çn.) yılında düşüşü, önerilen peryodizasyon için tipik bir olaydır. Son Türki göçebe imparatorluğu Büyük Orda, Kırımlıların, Nogayların ve Çerkeslerin birlikte indirdikleri darbelerle tarihlerinde düştü. Orda’nın jeopolitik ve toprak mirası esas olarak, o tarihten sonra Kuzey Kafkasya’nın en güçlü askeri-siyasi oluşumu haline gelen Kabardey’e kaldı

  1. asır Zihya’da (Çerkesya) Ceneviz varlığının son yüzyılıdır. Bizanslılar gibi, onları da bölgeden çıkaran, gelecek dönemin Karadeniz sahnesinde başrol oyuncusu olacak olan Osmanlılardır. Ceneviz-Çerkes karşılıklı ilişkileri neredeyse daima barışçı karakterde idi ve her iki taraf için de çok verimli oldu. Tarihsel planda Ceneviz varlığı Helen kolonizasyonuna çok benziyor. Birinci olarak, her ikisini de kendi topraklarından uzakta gıda kaynağı aramak zorunda bırakan sebepler aynıdır. Panticapaeum’u (Kırım’da bugünkü Kerç şehrinin bulunduğu yerde Miletlilerin MÖ VII. asır sonunda kurduğu şehir-çn.) kuran Milet’in halkı, Perslerin Küçük Asya’daki baskılarının bir sonucu olarak, bir tarım çeperinden mahrum kalmışlardı. Daha ileri tarihlerde Atinalılar da, buğday ekilen arazilerin hızlı erozyonu ve Grek monarşileriyle aralarındaki devamlı anlaşmazlıklar yüzünden Miletlilerin deneyimini tekrarlamak zorunda kaldılar. Bu anlamda Ceneviz, Helen demokrasilerinin tam bir kopyasıdır; şehir halkı, Fransa, Burgonya, İtalya, Almanya gibi kıta monarşileriyle değil, Araplarla, Tatarlarla ve Çerkeslerle ilişki kurmayı tercih ediyorlardı. Sosyal örgütlenme ve devamlı bir krallıklar ve düklükler tarafından yutulma korkusu, Venedik gibi Cenova’yı da, kıta yönündeki zayıflığını Akdeniz havzasının tüm adalarında, Kuzey Afrika’da, Kafkasya’da ve Kırım’da dayanak noktaları kurarak telafi etmek zorunda bıraktı. Akdeniz ve Karadeniz havzalarının tüm sahasını kapsayan çok gelişmiş bir ticaret, bankacılık ve postacılık ağına sahip olan İtalyan deniz cumhuriyetleri, tüm rakiplerini [Mesela Grekler, Ermeniler, Yahudiler, Sarasenler (Müslüman Araplar-çn.)] kolaylıkla ezdiler ve yeri doldurulamaz uluslararası aracılar ve finansistler haline geldiler. 

İkincisi, Kafkasya’daki hem Grek ve hem de Ceneviz yerleşimleri tüm varoluşları süresince kendilerine ait ciddi tarım arazilerinden mahrum idiler ve dolayısıyla buğdayı reeksport yapıyorlardı. Karadeniz-Kafkas buğdayına bağımlılık en azından öyleydi ki, sevkiyatta uzun süreli bir aksama, deniz cumhuriyetinin metropollerinde mutlaka açlığa sebep oluyordu. Büyük Demostenes halkın karşısında verdiği nutuklarda Atina halkıyla dostluğu için ve en önemlisi, Atinalılara buğday gemilerini yükleme önceliği verdikleri için Spartokidlere coşkulu şekilde övgüler düzüyordu. Zihya (Çerkesya), Cenevizlilerin Kefe’den iki yüz yıl süreyle yaptıkları yazışmalarda en güvenilir buğday tedarikçisi olarak anılıyor. Ceneviz döneminde Zih buğdayına bağımlılık, Selçukluların Anadolu’daki tüm tahıl yörelerini ele geçirmeleri ve Sinop ve Trabzon Bizans anklavlarına ambargo uygulamaları nedeniyle de yüksekti. 

Üçüncüsü, hem antik dönemde ve hem de İtalyanlar döneminde askeri-siyasi hâkimiyetin Kafkasyalıların elinde olmasıdır. Sovyet tarih yazıcılığında, yabancı kolonizatörlerin yerlileri ezdiklerine dair bir şablon yaklaşım hüküm sürüyordu. Oysa ilişkiler, karşılıklı çıkar esasına göre kuruluyordu: Akdenizli tüccarlar buğday ve inşaat kerestesi (diğer geniş mal listesini bir tarafa bırakalım), Zihler de kendi bol tarım ürünlerini satacakları istikrarlı bir pazar sahibi oluyorlardı. Yerel ekonomi böylelikle mal tedariki yönünde yapılandı ve her türlü talebi karşılayabilir hale geldi. Zih buğdayı yalnızca Cenova veya Venedik’e değil, büyük partiler halinde Konstantinopolis’e, Provans’a, Katalonya’ya da ulaşıyordu. İtalyan yerleşimciler ve Zih prenslerinin askeri potansiyeli kabil-i kıyas değildi, bu da fiili olarak Zih hukukunun, Zih toprakları üzerindeki tüm factorialar ve şehirlere yayılması demekti. 

P.M. Ştressle “koloni” teriminin kullanılmasının yanlış olduğunun altını çiziyor ve Ceneviz beldelerini “yabancı topraklardaki mütevazı yerleşimler” olarak adlandırıyor. Vinya’nın ardından Y.S. Zevakin de, herhangi bir sebeple yerlilerin gıda maddesi sevkiyatını kestiğinde bu kasabalarda bile sık sık açlık çekildiğine işaret ediyor. Ceneviz-Çerkes ilişkilerini anlamak için, Ceneviz ve Venedik raporlarında Çerkeslerin nasıl değerlendirildiği çok önemli. Çerkesler (Zihler) “asil”, “sinsi”, “dünyadaki en güçlü efendiler” (bu ifade Mısır’ın Çerkes sultanlarına atfen kullanan İnteriano’ya aittir), “çehre olarak bizim vatandaşlarımıza benzerler” vb. gibi sıfatlarla anılıyorlar. Cenevizin eşraf aileleri Çerkeslerle akraba olmuşlar, bunun sonucu olarak da, Kefe’nin düşmesinden sonra daha uzun bir süre yüksek bir sosyal statü sahibi olmaya devam eden Franko-Çerkesler gibi bir alt-etnik ortak kimlik ortaya çıkmıştır

Cenevizliler, Mısır’ın Çerkesya ile iletişiminde güvenilir bir aracı olarak, başka bir tarihi rol daha oynamışlardı. Memluk ordusuna insan takviyesi nakliyesi Cenevizliler için o kadar karlı idi ki (yalnızca ödeme bakımından değil, sultan sarayında getirdiği avantajlar bakımından da), papaların düzenli olarak ilan ettikleri Memluklarla ticaret yasağı da onları engelleyememişti

Kendi Ortaçağlarının perdesi altında Çerkesler, kendi coğrafyaları dışında görülmemiş bir zafer kazandılar. Çerkes hanedanı Kahire’de ’den yılına kadar hüküm sürdü. Çerkesler Memluk sistemini çok derin şekilde etkilediler. Temel prensiplerden biri olan, memlukun unvan ve varlığının oğullarına miras kalmasını önleyen yasak, fiili olarak unutulmaya terk edildi. Birçok Çerkes Memluk ordusuna olgun yaşlarda katılıyor ve hemen yüksek rütbeler ve zengin iktalar (tımar mülkleri, arazi olması şart değil) kazanıyordu. Çerkes yönetici seçkinleri içerisinde hâkimiyet Çerkes aristokratlarına geçti. Abram Polyak, Mısır’da ve Çerkesya’da iktidarın aynı aristokratik tabakaya ait olduğuna işaret ediyor. Çerkes aristokratı, sultan sarayında da ordu hiyerarşisinde yükselmede öncelik hakkına sahipti. 

Berkuk’tan sonra tahta artık onun gibiler, yani askeri kölelik döneminden geçmiş kimseler çıkmadı. XV. asrın tüm Çerkes sultanları Çerkesya’nın prens-soylu elitine mensup kimselerdir. Onlar Mısır’a klasik Batı Avrupa tipi feodal ilişki getirdiler, zira Çerkes feodalizmi Alman feodalizmiyle aynı kurallar üzerine inşa edilmişti. Peter Simon Pallas, Gustav von Ewers ve Heinrich Julius Klaproth bu keyfiyete işaret ediyor. Memluklarla ilgili olarak yaygın bir yanılgı da, onların Mısır’a ergen çağda, hatta çocuk yaşta getirildikleri ve sıkı bir Müslüman eğitiminden geçirildiğine dair kanaattir. Memluk vakayinamelerinin okunması bunun aksini gösteriyor: Memlukların çoğunluğu Arapça bilmezdi, sultanlık dönemi boyunca bunlar arasında Arapça-kur’ani isimler ender istisnalardandı. Müslümanlığı kabul eden Memluklar, etnik Kıpçak ve Çerkes adlarını taşımaya devam ettiler. Memluk ordusunun dili Kıpçakça idi; Çerkesçe, Abhazca, Rusça, Osetçe, Mingrelce, Gürcüce, Ermenice, Sırpça-Hırvatça, Grekçe, Arnavutça gibi diğer birçok ana dil de kullanılıyordu. Daha Berkuk’tan önce Memluk ordusunun çoğunluğu Çerkeslerden oluşuyordu ve kaynaklarda sıklıkla Çerkeslerin Kıpçak dilini bilmediklerine dair örneklere rastlanması gayet doğaldır. Mesela Sultan Baybars zamanındaki davadar (üst düzey bürokratik işlerden sorumlu, sultandan sonra gelen ikinci yüksek mevki-çn.) Azdamur, İbn Tagri Birdi’nin bildirdiğine göre ne Türkçe, ne de Arapça bilirdi. Ömrünün büyük kısmını Mısır’da geçirmiş olan Sultan İnal, kendi ismini Arapça yazamazdı, belgelere vize koymak için bir yazı şablonu kullanırdı. Bu bakımdan kendisi ne Grekçe, ne de Latince bilmeyen ve şablon vasıtasıyla belgelere legi, yani “okudum” yazan İlliryalı Justin’in (Büyük Jüstinyan’ın amcası) birebir benzeridir. Çerkes Memluklarının, VI. asır mezar anıtlarına dayanan bir heraldik (arma bilimi-çn.) geleneği vardı¹⁴. 

Kendilerini Mısır’da bulan Memluklar kadim geleneklerine sadık kalma konusuna özel bir hassasiyet gösteriyor veatalık sistemini canlı tutmayadevam ediyorlardı. Eğitilen çocuğun kendisini eğiten aileye canı pahasına sadık kaldığına dair dokunaklı tanıklıklar günümüze kadar ulaşmıştır. Çerkeslerin şövalye ahlakı, elde mızrak atlı düelloları, sultanın huzurunda görkemli arena gösterileri, polo şampiyonaları, yiğitleri ululayan şarkılar ve çılgın danslar eşliğinde mebzul miktarda bade içilen asker şölenleri, ölüleri anmak için düzenlenen at yarışları, üzerine armalar işlenmiş zırhlar, tüm bunlar tebaa üzerinde hipnotik bir etki yaratıyordu. 

Çerkes sultanlarının hüküm sürdüğü dönemde Mısır’daki Çerkes cemaatinin, bizatihi Çerkesya’daki yaşam tarzı ve geleneklerin birebir kopyası olduğundan emin olabiliriz. Çerkes sultanların hükmettiği dönem, Mısır ve Suriye için en yüksek kültürel gelişim ve ekonomik refah dönemi oldu. Hem de Çerkes hâkimiyetinde refahın artması, onların iktidarını, kendi ulusal onurları açısından bir duygusal incinme duymaksızın Daulet-el Carakisa (Çerkeslerin Devleti) tanımını kullanan Arap entelektüelleri nazarında meşrulaştırıyordu. Herkesin malumu olan “Binbir Gece” masallar dizisiXV. asırda Kahire’de ortaya çıktı. Kahire Amerikan Üniversitesinden Profesör John Rodenbeck bu konuda şunları söylüyor: “Binbir Gece” adıyla bilinen, Harun ar-Reşid’e dair Bağdat hikâyelerinden oluşan kitap tam da bu dönemde, yaklaşık yılları arasında XV. asırda Kahire’de, Memluk sultanları iktidarı zamanını hikâye eden metinlerle ciddi ölçüde genişledi”¹⁵. Büyük Arap tarihçisi, sosyolog ve Berkuk’un veziri İbn Haldun, Kahire’yi ilk defa yılında gördü: “Bu, kâinatın başkenti, dünyanın bahçesi, insan karınca yuvası, yüceliğin tahtı, şatolar ve saraylar, manastırlar ve okullar şehri, eğitimli insanların şehri”¹⁶. 

Çerkes Memlukları döneminde zenginlik ve lüks mutlak maksimum noktasına ulaştı: XV. asırda dünyanın en zengin insanları Kahire’de yaşıyordu. Kahire tarihi konusunda bir otorite olan tarih araştırmacısı Max Rodenbeck devletin başkentinin, hem boyutları ve nüfusu ve hem de zenginliği, konfor düzeyi ve ekonomik gelişimi bakımından bir nevi Orta Çağın New York’u olduğuna işaret ediyor. Kahire Avrupa’nın en büyük şehri olan Paris’ten iki kat ve Konstantinopolis’ten beş kat daha büyüktü, en az kişilik bir nüfustan bahsediyoruz. 

Çerkeslerin emir ve sultan aileleri Avrupa’nın Hindistan’la ticaretini kontrol ediyordu. Vasco de Gama’nın XV. asır sonundaki seferi Avrupalılar için Hindistan’a giden alternatif bir yol açtı ve Çerkes İmparatorluğunun ekonomik gelişimini tehdit etmeye başladı. Ama ticaretteki kriz daha Osmanlılar döneminde başlamıştı. Kayıtbay döneminde Kahire’yi ziyaret eden Portekizli gezgin Pero da Covilha, duygularını ifade edecek kelime bulamıyordu. Henri Hart, Çerkes Memlukları döneminde İskenderiye’nin ulaştığı gelişmenin ancak Ptolemeler dönemiyle kıyaslanabileceğini yazıyor. Kuzey kabristanındaki sultan nekropolü ve güney kabristanındaki emir nekropolü de XV. asra aittir. Bunlar, Çerkes döneminin zenginliğinin, gelişmişliğinin ve ihtişamının en iyi kanıtlarıdır. Osmanlılar, Bizans’ın ardından Çerkes Memluklarını da ortadan kaldırdılar. Dabık ovasındaki muharebede Çerkes şövalye süvarisi Osmanlı top ve arkebüz ateşi altında silip süpürüldü. Avrupalı benzerleri gibi Çerkes şövalyeliği de, yeni bir çağın, ateşli silahlar çağının başladığı gibi bariz bir olgunun farkına varamamıştı. Yani, biz Çerkes deneyimi üzerinden çok önemli bir medeniyet kriterine daha işaret ediyoruz: Kesici silahlardan ve şövalye savaş taktiğinden ateşli silahlara geçiş

  1. asır, hakkında çok az şey bildiğimiz ve Mısır Çerkes sultanlarının sahip olduğu kudretin uzay kadar uzağında olan başka bir Çerkes hanedanı daha doğurdu. yılı civarında Gotların hâkimiyetindeki Kırım’da iktidara bir Zih ailesi geliyor. Bu ailenin Batı Zihya prensleriyle akrabalık ve siyasi ilişkilerini muhafaza ettiği biliniyor. Zihler, Gotya’yı Osmanlıların yılında Kırım’ı istila etmesine kadar idare ettiler. Kırım Gotları üzerine yazılmış önemli bir eserin yazarı olan Hans-Veit Beyer, Ceneviz yazışmalarından bildiğimiz Batı Zihya prensi Uzdemeroh’un meşru gerekçelere dayanarak Got tahtı üzerinde hak iddia ettiğini ve yılında bir süreliğine tahtı ele geçirdiğine işaret ediyor. Beyer’in yıllarını kapsayan bir erken Yeni Çağ Yukarı Almanya vakayinamesinden aktardığına göre Kırım Gotlarının başkenti Mangup olup, yılında Moldova gospodarı (hükümdar anlamında eski Slavca bir kelime-çn.) Büyük Stefan’la evlenen prenses Mariya bir Çerkesti¹⁷. Yulian Kulakovskiy, Panaret’e (“Trabzon Vakayinamesi”) atfen Mangup’lu başka bir Mariya’nın daha varlığını haber veriyor: yılında Mangup hükümranı Aleksey’in kızı “ileride son Trabzon imparatoru () olacak olan Çareviç David’le nikâhlanmak için” Trabzon’a gelmiştir¹⁸. Mangup hükümran ailesi aktif bir evlilik siyaseti güdüyordu. İsayko kızını Moskova büyük prensi III. İvan’a “Moskova tahtının varisiyle izdivaç için” önerdi. “Çar İvan Vasilyeviç bu projeyle ilgili olarak müzakerelere başlamak üzereydi, ama bu proje gerçekleşmeyecekti, Kırım’a gelen Rus çarının elçisini karşılayacak bir Mangup prensi kalmamıştı ( yılında Mangup’u Türklere karşı savunurken hayatını kaybetmişti-S.H.)¹⁹. F. Brun’a göre büyük prens İvan Vasilyeviç daha yılında prens İsayko’nun kızını oğluna istemişti… Rus elçisi Starkov, İsayko’nun kızının çeyizi (rüşvet) olarak kaç bin altın vereceğini öğrenmekle görevlendirilmişti”²°. Yani, XVI. asır ortasında Müthiş İvan’ın şahsında Mangup’lu bir Çerkes kızının torunu temsil ediliyor olabilecekti. Mangup ailesinin İsayko zamanında Trabzon, Moldova ve Moskova’yı kapsayan izdivaç siyaseti, hanedanın nüfuzuna delalet ediyor. Hal böyle olsa da, Alekseyko ailesi Kefe Ceneviz makamları tarafından, XIV. asrın ikinci yarısında neredeyse Cenevizlilerin eline geçmiş olan Gotya’da iktidarı gasp edenler olarak algılanıyordu²¹. 

Genellikle yerli halklar ve hükümranlara karşı hoşgörülü olan Cenevizliler, Mangup prenslerine karşı düşmanca bir tavır takınmışlardı. Çerkes prensleri Gotya’ya Kefe’ye rağmen yerleşmişlerdi ve mütevazı ölçekte de olsa yayılmacı bir siyaset izliyorlardı. yılında yerli Grek nüfusun, Ortodoks hükümranlar olarak himayelerine ihtiyaç duymalarına dayanarak Çembalo’yu (Balaklava) işgal ettiler. Prensliğin iki ana etnik grubu -Gotlar ve Grekler- Ortodoks idiler, dolayısıyla Katolik Cenova’dan gelen yabancılarla aralarında anlaşmazlık çıkması kaçınılmazdı. yılında Cenova makamları, Karlo Lomellino kumandasında Mangup’a karşı bir filo çıkarmak zorunda kaldılar. Cenevizliler Alekseyko’dan Çembalo’yu geri aldılar, Mangup mülkünün içlerine doğru ilerlemeye çalıştılar. Solhat yakınlarında Lomellino Kırım-Tatar devletinin kurucusu Hacı-Girey tarafından bozguna uğratıldılar. Alekseyko’nun bu çatışmada Tatarları desteklemiş olması çok muhtemeldir²². 

Mangup’la Kefe arasındaki tartışmalı bölgelerden birisi Sugdey (Sudak, Soldayi) bölgesinde bulunan 18 köy idi. yılında bunlar kendine ait tarım alanlarına acilen ihtiyaç duyan Kefe’nin eline geçti. yılında veya çok muhtemelen daha önce, Solhat’ta oturan Altınorda’nın Kırım naibi Çerkes-bek, bu somun ekmeğe el koydu. Kendisi İtalyan kaynaklarında Ziha-bey veya Jankasius Zih, Rus kaynaklarında ise Zihiy-Çerkesiy olarak bilinir²³. Daha sonra, Cenevizlilerle anlaşma yapan Tohtamış’ın ısrarıyla Çerkes-bek bu köyleri Kefe’ye iade etti. Ama bu köyleri XV. asır başında Mangup hükümranı Alekseyko yeniden ele geçirildi. Kefe makamları, bu prensin tüm mülklerini kendi malı sayıyordu. Mangup’un, Çerkesleri başkasının malını gasp edenler olarak görmesi bundan kaynaklanıyor. 

Osmanlı istilasına maruz kalan Kırım Gotya’sının yöneticileri Çerkesya’ya döndüler. Onları Got prensleri olarak kaydeden Ceneviz yazışmaları buna kanıttır²⁴. Matrega’da, Çerkes-Frankların en meşhuru olan Zahariya de Gizolfi’nin tüm varlığını elinden aldıfunduszeue.info “Got” prenslerinin isimleri, tipik Zih-Çerkes isimleridir: Berozoh, Belzebuk, Parsabok, Kambelot, Kadibeld, Petrezok. Kırım Gotyasında Zihler Bizans Hıristiyanlığına bağlı idiler, Beyer, onların Hıristiyan isimlerini ortaya koyuyor: İoann Tziarkasis (’de öldü), Nikolay Tziarkasis (’de öldü), Alekseyko (), Saykus veya İsayko (), Olobey Aleksey (), Mariya Zerkasina, İsayko’nun kızkardeşi. Hem “Tziarkas” ve hem de “Zerkas” (Tserkas), tamamlayıcı etnik atıf olarak Çerkes adının değişik telaffuzlarıdır. Beyer, böyle bir transkripsiyona daha XV. asır ortalarının Bizans vakanüvisi Laonikos Chalcocondyles’de rastlandığının altını çiziyor. Bu biçim, Arapça “Carkas”’a yakındır ve anlaşılan Grek dilinin yerel kullanım özelliğiyle alakalıdır. Galonifontibus’un “Dünyayı Tanıma Kitabında” “Çerkas-Çerkes” yerine “Tarkuas” kullanılıyor ve dolayısıyla ülke de Tarkuasiya olarak adlandırılıyor. Geç Bizans kilise kaynakları üzerinde büyük bir araştırmacı olan Anthony Bryer yılında, “tziarkasis” formunun Sinaxarion’da (azizlerin hayatını anlatan ayin kitabı-çn.) Çerkes anlamına geldiği kanaatinde olduğunu söyledi. Ama esas olarak Gotya’nın son hanedan ailesinin Çerkes kökenli olduğu versiyonu, H.F. Beyer tarafından formüle edilmiştir. Got Çerkeslerine ait büyük T harfi şeklinde haç işareti taşıyan ilginç armalar günümüze ulaşmıştır. Tam da bu biçimdeki haçlar Çerkesler tarafından XIX. asra kadar kutsal koruluklarda büyük sayılarda muhafaza edilmişti. Martin Bronevskiy, Mangup’un ikinci adını ortaya koyuyor: “Türklerce Çerkesigermen, yani yeni Çerkes kalesi olarak adlandırılan Mankop yakınlarında kadim bir şehir ve kale var ama ne Türkler, ne Tatarlar ve hatta Greklerin kendileri de adını bilmiyor”²⁵. Got Çerkeslerinin İsayko liderliğinde yılında Gedik Paşanın ordusunakarşı gösterdiği kahramanca direnişi hesaba katarsak, Mangup’un adının “Çerkes kalesi” olması doğaldır. Kırım Gotya’sının başkentinin Kırım Tatarları zamanında da Çerkes-Taş olarak adlandırılan ovada akan Kabarta nehri (daha sonraki Tatarca adı Belbek)²⁶ kıyısında bulunması da tabloyu tamamlıyor, yani tüm bir vilayet Çerkes olarak işaretlenmiştir²⁷. 

Kırım’ın tam da dağlık kısmında, yani Got kısmında Çerkeslerin mevcudiyetine tanıklık eden bir dizi yer adının mevcut olduğunun altını çizmek çok önemli: Alma nehri kıyısında Çerkes-Eli köyü, Feodosya rayonunda Çerkes-Togay (“Çerkes kıyısı”) köyü; Kara Zozan ırmağı vadisinde Çerkes-Kir köyü; Gurzuf’daki dere yatağı Çerkes-Dere; Çerkes-Dag Polikastra’nın batı kısmında bulunan dağın adıdır. Dağlık Kırım’ın dışında Yevpatoriya bölgesinde Çerkes adlı bir köy vardır²⁸. V.A. Buşakov, Starıy Kırım bölgesinde Aşaga-Baksan, Orta-Biksan, ve Yuharı-Baksan gibi yer adlarının ortaya çıkışını, Kabardeyde bulunan Baksan hidronimine atfen Adigelerin burada bulunmuş olmasına bağlıyor. Bu araştırmacı, Balatuk (Bolotoko prens soyu üzerinden Temirgoyların ikinci etnik adından, Bolotkay’dan), Acumişukay vb. gibi köylerin adını, bu gibi yer adlarının bir antroponim olan къуай (=”oğul”) patronimik (soyadı-çn.) elementiyle biçimlendirilmesi temelinde Adigelerin bu coğrafyadaki iskânına bağlıyor²⁹. Kay soneki gerçekten de Adigecedir ama bu ekin doğası Buşakov’un sandığından daha karmaşıktır. Mesela Bjegokay köyünün adındaki –k, mekânın sahibi soylu Bjegako ile ilgilidir, -ai ise aidiyet gösteren bir sonektir. V.L. Mıts, H.F. Beyer’in gözlemini arkeolojik olarak doğruluyor: Aluşta kalesi ve Pampuk-Kaya istihkâmında yapılan kazılarda, XIV-XV. asır binalarında aynı dönemin Çerkesya seramiğinin aynısı bir seramik bulundu. Araştırmacı, XIII. asır sonunda Güney Kırım arazisine Kuzeybatı Kafkasya’dan kalabalık bir göçmen grubunun yerleşmiş olduğu sonucunu çıkarıyor³°. Ama öyle görünüyor ki, bu hiç de Kırım’a yapılan ilk Adige göç dalgası değildi. O.B. Bubenok şu hususun altını çiziyor: “ Tarihsel şartlar öyle oluştu ki, asırlar boyunca Kırım’ın doğu komşuları, Adige kökenli halklar oldu. Doğal olarak bu durum, Adigeler ve Doğu Kırım nüfusu arasında sadece ilişki kurulmasını sağlamakla kalmamış, Adigelerin Kırım yarımadasına göç etmelerini de kolaylaştırmıştır³¹. Zihlerin Kırım’a yönelik erken Ortaçağ göçünün arkeolojik olarak ayırt edilebilen bir dalgası VII. asır sonu ile VIII. asır başında gözlemleniyor. İ.A. Baranov, A.V. Gadlo ve A.İ. Aybabin, arkeolojik araştırmaların sonuçlarına ve nakli kaynakların verilerine dayanarak Sugdey’in (Sudak) Aşağı Kuban’dan gelen yerleşimciler tarafından kurulduğu tahmininde bulunuyorlar³². Bu konunun ilginç bir veçhesi, XVII-XVIII. asırlarda Adigelerin Kırım’da önemli sayıdaki mevcudiyetlerinin, yer isimleriyle beraber (Kabarda nehri vb.) “Mısır’lı kaçakların” Kırımlı ve bunların uzun süre Kırım’da yaşamış olduğuna dair söylenceyi doğurmuş olabileceğinin altını çizen O.B. Bubenok tarafından belirtilmiştir³³. 

XVI asırdan. ’e kadar olan dönem, bir dizi kritere uygun olarak peryodizasyon bakımından yekpare bir dönemdir: Dini hayat, dış politik, etnonimik (etnik adlandırma-çn.) gelişim, savaş gereçlerinin gelişimi. Bu, topların ve askeri harekâtlarda topçuyu kullanan orduların zafer dönemidir. XVI. asır boyunca şövalye savaş tarzı ikinci plana geçiyor, XVII. asırda ise, tamamen unutuluyor. Çerkesya’nın askeri gücü de yeniden yapılandırıldı, ama kısmen: Kendi toplumsal yapılarının özelliği yüzünden Çerkesler topçu birliği kurmadılar, ama ateşli silahlar hızla her tarafa yayıldı. Çelebi’de her Çerkes savaşçısının tüfeği vardır ve tüfek kullanımı geleneksel süvari ve gerilla (dağ) savaşı taktiklerinde organik olarak yer buluyor. 

’den ’e kadar olan dönemi Çerkesya tarihinde yeni bir zaman olarak değerlendirmek gayet mantıklıdır. Zaten, bir önceki dönem, Avrupa tarih yazıcılığında yerleşmiş geleneğe saygıdan dolayı Ortaçağ olarak adlandırılmıştı. Çerkesya için yeni dönem, İslam’ın peyderpey yerleşmesi dönemi oldu. Adigelerin Müslümanlaştırılması, zaman ve mekânda son derece geniş bir sürece dönüşmüştü. Natuhay, Şapsığya, Ubıhya gibi Türkiye’ye daha yakın toprakların İslam’ın ancak XIX. asrın ikinci çeyreği gibi, en geç yerleşebildiği yerler olduğunu belirtmek önemlidir. Ayin mekânı, önceden olduğu gibi yine kutsal koruluklardı ve İslam, putperestlik ve Hıristiyanlık kalıntılarıyla inanılmaz bir formda iç içe geçiverdi

Yeni dönem için etnonimik kriter, şu önemli göstergelerden ibarettir. Birincisi, harici tanım aslında bir tanedir: Çerkes, gerçi Adige dilli grupların Abaza etnoniminin ardında saklı olduğu bir kaynak grubu da vardır. İkincisi, yeni zamanın en başından itibaren tek bir otonim (kendine verilen ad-çn) kullanılıyor: Adige. Üçüncüsü, kaynaklarda Adigelerin alt-etnik adlarını kullanmaya başlıyorlar. Bu tespitin başlangıcı, XV. asırda, Çerkesya’nın doğu sınırlarında Kavertey’lere (Kabardeyler) ve gayet mantıklı olarak Kemirgoy-Temirgoylarla ilişkilendirilen, Çerkesya’nın merkezindeki Kremuh Prensliğine yaptığı atıfla İosafat Barbaro’ya aittir. XVI. asrın ilk yarısında Osmanlı, Kırım ve Rus kaynaklarında Hatukay, Bjeduğ, Kabartay (Kabardey), Jane, Kemirgoy (Temirgoy), Besleney isimleri ortaya çıkıyor. XVII. asırda bu listeye Şegaklar, Adameyler, Mamşuhlar (Mahoşlar), Sadzlar ekleniyor; XVIII. asrın ilk yarısında Şapsığlar, Natuhaylar, Abzehler, Ubıhlar

Dış politika kriteri, iki imparatorluğun galibiyeti esasına dayanıyor; Rusya ve Osmanlı. Osmanlı &#; Çerkes ilişkileri, Osmanlı hanedanının XIV-XVII. asırlardaki karakteristiği olan neredeyse sınırsız kudret ve muazzam imparatorluk tasavvuru arka planı üzerinde, son derece kendine özgü olmasıyla dikkat çekiyor. Osmanlı mülkü Atlantik’ten İran Körfezi’ne ve Macaristan’dan Sudan’a kadar uzanıyordu. yılında Bizans’ın bin yıllık başkenti, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti oluyor. V.E. Allen bu kıtalararası imparatorluğu, Roma İmparatorluğu’nun reenkarnasyonu olarak görüyor³⁴. Genellikle XVII. asrı, Osmanlının gerileme dönemine dahil ederler ama, yılında Viyana’nın, Habsburgların başkentinin az kalsın Türklerin sıradaki kurbanı olacağını unutmamamız lazım. Hiç abartmadan, Avrupa’nın en eski monarşilerinden birinin, yıkılışın eşiğinde durmuş olduğunu söyleyebiliriz. Ve, yardım Avrupa’nın batısından değil, doğusundan geldi. Yan Sobieski kumandasındaki Lehistan-Litvanya hüsar süvarisi, (Orta Avrupa ordularında Ortaçağ’da kurulan bir hafif süvari birliği-ç.n) yüz yıl önce Armadayı (İspanya kralı II. Filip’in İngiltere’ye karşı çıkarttığı büyük filo. Dönüş yolunda fırtınaya tutularak dağılmıştı.-çn) darmadağın eden fırtına gibi, sultanın ordusuna saldırdı ve Osmanlıların Avrupa’daki fetih projesini ebediyen toprağa gömdü. Bizim için bu Leh askeri zaferinin önemi, Yan Sobieski’nin seçkin süvari ordusunda çok sayıda Çerkesyalı süvarinin bulunmuş olmasıdır. Polonyalı tarihçi B. Baranovskiy, Çerkes paralı askerlerin sayısını birkaç yüzle, birkaç bin arasında değerlendiriyor ve Çerkesya’dan asker kiralamaya yönelik Leh-Çerkes sözleşmelerinin tüm XVII. asır boyunca yapılmaya devam ettiğine işaret ediyor. Yan Sobieski’nin kendisi de Çerkes süvari modasına, atlarına, zırh ve silahlarına büyük ilgi duyuyor ve sık sık bir Çerkes prensi gibi silah kuşanıyordu. Polonyalı askeri görevliler ve idareciler, Çerkes silahları ve Çerkes atları satın almak için panayırlara katılmak üzere Kırım ve bizatihi Çerkesya’ya geliyorlardı³⁵. 

Leh ordusundaki Osmanlı etkisinin temelleri, XVI. asırda, worktan müteşekkil muhteşem bir süvari alayı eşliğinde beş Jane prensi II. Sigismund’un sarayına geldiğinde atılmıştı. Onlar Krakov’a, Natuhay’ın o zamanki topraklarını elinde tutan en güçlü Batı Çerkesya prensi olan Jane büyük prensi Sibok Kansauko tarafından gönderilmişlerdi. Sibok, IV. İvan’la ittifaktan hayal kırıklığına uğramıştı, zira Rus çarının İstanbul’a karşı bir askeri ittifak kurmaya hazır olmadığı görülmüştü³⁶. Buna karşılık Reç Pospolitaya (Lehistan-Litvanya birliği-çn) Osmanlılarla uzun süredir savaşıyordu ve Doğu Avrupa’nın en güçlü Hıristiyan monarşisi idi. Sibok hanesinin beş Çerkes prensi Polonya şlyahtasına (Lehistan-Litvanya ittifakında müstesna yetkilere sahip asiller sınıfı-çn) dahil edilmiş, orduda yüksek mevkiler ve Polonya ve Ukrayna’da çok büyük malikaneler almışlardı. Sibok’un yeğeni, Prens Temryuk Şimekoviç yılında Osmanlıları Moldova topraklarında ağır bir yenilgiye uğratarak, Polonyalılara Çerkes yiğitliğini ve süvari savaşındaki ustalığını göstermişti. M, Kruşinskiy, Polonya askerlik sanatına Çerkeslerin etkisinin nispetlerinin çok üzerinde olduğuna dikkat çekiyor³⁷. Polonya, Litvanya, Belarus ve Ukrayna’nın en nüfuzlu ailelerinin çocuklarından teşkil edilen alaylar, Çerkes tarzında donatılıyordu. Demek oluyor ki, XVI-XVII. asırlarda Çerkes grupları eşzamanlı olarak İstanbul’da, Moskova’da, Krakov’da, Bahçesaray’da bulunuyordu, yani Karadeniz bölgesinde doğrudan çıkarı olan tüm başkentlerde. Bu da içinde Çerkesya’nın gözle görülür bir rol oynadığı zorlu bir siyasi duruma delalet ediyor. Dolayısıyla olayların, Sovyet dönemi boyunca o kadar alışmış olduğumuz gibi o doğrusal ve düz bir hat üzerinde yorumlanması (hem de neredeyse sadece Rus-Çerkes ilişkileri çerçevesinde), bu dönemdeki Çerkes tarihinin hak ettiği şekilde değerlendirilmesine imkân vermekten çok uzaktır. Mesela, Kırım-Çerkes ilişkilerini, Osmanlıları dışarıda tutarak ele almak imkânsızdır. Bu üçlü ilişkilerin en başından itibaren, Kırım hanının mülkleri Çerkesya’dan, iki yarımada, Kerç ve Taman üzerinde bulunan Osmanlı’nın Kefe Sancağıyla ayrılmıştı. Evliya Çelebi’ye göre, XVII. asır ortasında Taman’da 80 Çerkes köyü vardı ve tek bir Tatar köyü yoktu. Üstelik Kefe sancakbeyi Kırım hanının tebaasına Taman’da yerleşmeyi yasaklamıştı ve Kırım’la Çerkesya arasındaki arazi, hanlığın yargı yetkisi alanının tamamen dışına çıkarılmıştı. İdari olarak Kefe Sancağı Anadolu Beylerbeyliğine dahildi, Osmanlıların Çerkesya’ya karşı yürüttüğü askeri harekatların en aktif olduğu dönemlerde, XV. asrın son çeyreğiyle XVI. asrın ilk çeyreği arasında ise, bu bölgenin başında Osmanlı şehzadeleri, yani taht varisi prensler bulunuyordu. 

Osmanlılar ’ye kadar Çerkes istikametine abartılı bir önem verdiler, çünkü asıl askeri-siyasi hasımları olan Mısır’ı Çerkes Memlukları idare ediyordu. Dmitriy Kantemir, Osmanlıların Çerkesya’ya karşı yılında başlattıkları seferi, münhasıran Memlukların Çerkes sahilindeki seferberlik noktalarını ortadan kaldırma ve Çerkes sultanların ordusunun, kendi hemşerileriyle takviye edilmesine engel olma arzusuyla açıklıyor. Kantemir’in görüşü olayların müteakip gelişimiyle tutarlıdır: Daha yılında Doğu Anadolu üzerindeki hâkimiyet için ilk Osmanlı-Memluk savaşı başladı; İstanbul her çareye başvurarak Mısır’a inşaat kerestesi, metal sevkiyatını bloke ediyordu, Osmanlı toprakları üzerinden Suriye yönüne yalnızca Çerkeslerin değil, Mısır ordusunu güçlendirebilecek her türlü diğer Kafkasyalıların veya Balkanlı savaşçıların yahut kölelerin geçişine fiili olarak yasak konmuştu. savaşını Osmanlılar kaybetti. Üçüncü büyük muharebeden sonra Osmanlı başkumandanı Hırvat prensi Ahmed Bey Hersekoğlu zincire vurularak Kahire’ye götürüldü. Ama bu yenilgi, Osmanlıların askeri gücünü artırmalarına engel olmadı, oysa Memluk devleti şiddetli bir sosyo-ekonomik kriz yaşamaktaydı. Büyük Kayıtbay’ın tarihinde ölümünden sonra, tahtta bir karmaşa başladı, beş yıl içinde dört sultan değişti. yılında Kansav al-Gavri’nin iktidara gelişiyle görece bir istikrar oluştu. Görkemli mızraklı düello turnuvaları, Osmanlı elçilerini korkutacak kadar etkiledi, ama yıllarında, İslam dünyasına kimin hâkim olacağı tartışmasını Osmanlı topçusu sona erdirdi. den sonra ihtiraslar hızla yatıştı. Başlangıçtaki ivmenin etkisiyle Kefe beyleri halen Çerkesya’ya sefer düzenliyorlardı, ama boyutları ve etkileri o kadar büyük değildi. Sıklıkla Osmanlı-Kırım ordusu alelacele geriye kaçıyor ve sefere katılanların çoğunun yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan bariz fiyaskolar yaşıyordu. Mesela yılında, Muhammed-Girey’in oğlu kalga-sultan (veliaht prens) Bahadur-Girey’in ordusunun üçte ikisi öldürülmüştü. 

XVI. asrın tüm ilk yarısı boyunca Kırım, Çerkesya’yı kendi kontrolü altına almak amacıyla aktif olarak girişimlerde bulunuyor. Ve Kırım raporlarına bakılırsa, en büyük başarı yılında Sahib-Girey Hana kısmet oldu. Saray hekimi ve aynı zamanda tarihçisi Remmal-Hoca’nın hikâyesinin içeriği öyledir ki, bizlere Çerkesya’nın tam olarak itaat altına alındığına inanmak kalıyor. Başarı muazzam, ama nedense İstanbul buna pek memnun olmuyor: “Muzaffer” han, Süleyman’ın talimatıyla Çerkesya’dan döner dönmez idam edildi. Çerkeslerin yılında Astrahan’a girip (ilk defa da değil), kendi kuklalarını tahta oturttuğunu öğrendiğimizde Remmal-Hoca’ya olan güvensizliğimiz artıyor. Ve tarihlerinde Taman’daki Osmanlı kalelerine saldırı bağlamında Remmal’in raporuna olan güven buharlaşıp uçuyor. Son olay açıkça Jane büyük prensi Sibok’un liderliğinde gerçekleştirilmişti. Kızını Korkunç İvan’a eş olarak vermeyi reddeden ve II. Sigismund August ile bir askeri-siyasi ittifak imzalayan aynı Sibok’un. Bu her şeyden önce bir anti Osmanlı ittifakıydı. Anti Kırım ittifakı yapmak isteseydi Sibok, Kabardeylerden önce gitmiş olduğu Moskova ile yetinebilirdi. Kabardey’in büyük prensi Temryuk için güncel olan tam da Kırım tehdidiydi, işte bu nedenle münhasıran Moskova ile diyalogla yetinmiş ve kızı Guaşeney’i (vaftiz adı Mariya) İvan’a eş olarak vermekten mutlu olmuştu. Sovyet döneminin propaganda klişesinde, Temryuk, tüm Çerkesya’nın kralı olarak, onun Kırım’a karşı askeri-siyasi müttefik olarak Moskova’yı seçmesi de, Adigelerin gönüllü olarak Rusya bünyesine katılması olarak takdim ediliyordu. Temryuk’un çağdaşı olup, Kabardey topraklarının önemli bir kısmının (çok muhtemelen büyük kısmının) sahibi Pşeapşoko Kaytukin, kabil-i kıyas olmayacak şekilde tanınmayan bir tarihsel figür olarak kaldı. Ne kendisi, ne de oğulları Moskova’yı ziyaret etti, dolayısıyla Sovyet tarihçilerinin ilgisini çekmediler (itiraf etmek gerekir ki, post-Sovyet döneminin hem Moskova’da ve hem de Nalçik’teki pek çok tarihçisi için de bu böyledir). 

Çerkesya, Türkiye ile Rusya arasında denge politikası gütmek zorunda kaldı ve “ilk dengeleyici” de yılında İstanbul’dan Moskova’ya gelen Besleney prensi Maşuk Kanuko oldu. Kremlin’de seslendirilen sadakat yeminleri, Topkapı’da verilen teminatlardan hiç de farklı değildi. Yarım asırlık Kırım baskısının sonucu bir üçlü statüko oldu: Bahçesaray bazı Çerkes prenslerinin vassal bağımlılığıyla yetindi; İstanbul, hanlığın Çerkesya sayesinde güçlenmesine imkân vermedi; Çerkesler ise, kendi ülkelerinin bağımsızlığı her anlamda korunurken, sadece bu iki başkentte değil, Moskova’da da etkili lobi grupları oluşturdular. Hatukay, Temirgoy, Besleney ve Bjeduğya’dan bir sıra Kuban sahili prensinin Kırım’a bağımlı oluşu, Bahçesaray’ın eline toplamda tüm Adige ülkesi üzerinde çok etkili bir koz veriyordu. Ama çoğu zaman bu bağımlılık geçici bir karakter taşıyor veya bir kuruntu olduğu ortaya çıkıyordu. Üstelik Kırım vassallarının arkasında, ne bu prensleri ve doğal olarak hanı tanımayan daha büyük nüfuslu Adige dağlı toplulukları duruyordu

Kırım arazisi Batı Çerkesya’dan daha küçüktü. Batı Adigelerinin nüfusunun da Kırım Tatarlarından daha fazla olduğunu iddia etmeye hakkımız var. Vassal topraklarıyla birlikte Kabardey’i de hesaba katarsak, bu iddianın daha sağlam temelleri olduğu görülür. Kırım’ın gücü, Nogay Ordası sayesinde artıyordu, bizatihi Kırım yarımadası ise, Moldova’dan Kuzey Kafkasya’ya kadar yayılan geniş bir coğrafyadaki çok sayıda Tatar ve Nogay göçerleri için bir sığınak işlevi görüyordu. Hanlığın üniter toplumsal teşkilatı, en nüfuzlu Çerkes prensinin bile yapabileceğinden çok daha büyük sayıda süvari orduları toplamaya imkân veriyordu. Aynı prens aynı zamanda hem hanın ve sultanın ve hem de çarın vassalı olabiliyordu. Bazıları da, Tebriz veya İsfahan’a, şahın sarayına kadar gidebiliyordu. Kırım kendini, Çerkesya’nın son derece çelişkili ve bir o kadar da düşmanca iç siyasi hayatının içine çekilmiş bulmuştu. Atalık düzeninde Çerkesya’da eğitilen Giraylar hanedanı üyeleri, Bahçesaray’ın tepki vermekten kaçınamadığı sonu gelmez entrikaların ve suçlamaların öznesi oluyordu. Bu konuda V.E. Allen şöyle yazıyor: “Giraylar çoğun zaman prens soyundan Çerkes kızlarıyla evleniyor ve bunların oğulları atalık sistemi uyarınca, Çerkesler arasında eğitiliyordu. Kırım’da hanedanlık mirası malum olduğu üzere, kendilerini eğiten Çerkes klanları tarafından desteklenen azgın kardeşler arasında anlaşmazlık doğuruyordu (çeviri bana aittir-S.H.)”.

Çocuklarını Çerkes ortamında eğitme isteği, Adige savaşçılık düzeninin prestijiyle ilgili idi. Dmitriy Kantemir, Çerkeslerin Tatarlar açısından Fransız olarak adlandırılabileceğine işaret etmişti: “Ülkeleri Tatarlar için bir okuldur, bu okulda savaş sanatı veya adab-ı muaşeret eğitimi görmeyen her Tatar erkeği “tentek”, yani ham, değersiz insan sayılır. Kırım hanları oğullarını dünyaya gelir gelmez, eğitilmek ve tahsil görmek üzere Çerkeslere gönderirler (çeviri bana aittir-S.H.)”.

Türkiye’ye bağımlılık daha da değişkendi, zira Anapa, Sucuk-Kale ve Temryuk kalelerindeki Osmanlı kumandanlarının yetkileri, alçak kale duvarlarının hemen dışında sona eriyordu. Bu kalelerin garnizonları çok küçüktü. Sohum’da yılları arasında garnizonda Çerkes Haydar Paşa kumandasında görevde bulunan yeniçeri sayısı, birkaç yüzü bulmuyordu. Yaşlı vali açıkça korsan Abaza beylerin komşuluğundan huzursuzluk duyuyordu. Onların tarafsızlığını sağlamak en önemli göreviydi ve onlara İstanbul’dan gönderilen akçe keseleri dağıtıyordu. Haydar Paşa eski dostu vezir-i azam Lala Mustafa Paşaya mektup yazarak daha sakin bir yere atanmasını rica ediyor ve Osmanlıların henüz yeni fethettiği Tiflis’e atanıyor. İmparatorluğun en kudretli olduğu XVI. asırda Osmanlılarla Dağlılar arasındaki ilişkiler işte böyleydi. Anapa’nın güçlendirilmesi ancak XVIII. asrın ikinci yarısında, Rus-Türk ilişkilerinin gerginleşmesiyle alakalı olarak yapıldı. Çerkesya’nın Karadeniz’in çevresinde olup da, Osmanlıların kontrolünde olmayan yegâne ülke olduğu görüldü. Aynen Zihya’nın da Bizanslıların kontrolünde olmayışı gibi. Hal böyleyken, her iki imparatorluk da her ne pahasına olursa olsun Adigelerin ülkesini itaat altına almayı hedeflememişlerdi. Osmanlı İmparatorluğu bizim bölgemizde oldukça çekici bir görünüm arz ediyor ve onun politikasının çok ihtiyatlı ve rasyonel olduğunu söyleyebiliriz. Osmanlılar, savaşmadan Çerkesya’dan alabilecekleri her şeyi aldılar: İnşaat kerestesi, maden cevheri, gümüş, tahıl, hayvancılık, arıcılık ürünleri, köle

Moskova’nın kudretinin artışı Osmanlı yükselişine göre kabaca yüz yıl geç geliyor, ama kuzeyin devi XVIII. asır başlarında Sankt-Petersburg’un aktif Karadeniz siyasetinde ifadesini bulduğu gibi, geri kalmışlığını ortadan kaldırıyor. Yalnızca Bahçesaray tarafından sıkıştırılan Çerkesya XVI-XVII. asırlarda hala nispi bir hareket özgürlüğüne sahiptir, fakat XVIII. asrın ortalarına doğru, kendisini iki dev arasında sıkışmış buluyor. Kabardey toprakları üzerinde Mozdok kalesinin inşa edildiği yılından sonra Adige halkının çarlığa karşı yüz yıllık kahramanca direnişi başladı. Ve ’den ’a kadar savaş kesintisiz bir karakter taşımazken (bu keyfiyet çarlık ordularının Çerkesya’da yürüttüğü askeri seferlerin, takip eden dönemden daha az yıkıcı olduğu anlamına gelmez), Edirne Anlaşmasından sonra, Çerkesya’daki Kafkas savaşı bir cephe savaşı karakteri kazandı. Edirne Anlaşması, Karadeniz havzasındaki uluslararası ilişkiler tarihinde bir dönüm noktası oldu. Anlaşma ilk defa olarak çarlık kabinesinin eline, Kuzeybatı Kafkasya’daki fetihçi politikasında o denli ihtiyaç duyduğu diplomatik aracı vermiş oldu. 

İlk bakışta bir hayli yerel önemdeymiş gibi görünen olay, aniden muazzam bir uluslararası rezonans kazandı: Batı kamuoyu bizatihi Çerkeslerin tepkisini beklerken nefesini tuttu: Onların meşhur hürriyet aşkından hiçbir entelektüel şüphe duymuyordu. Ama ne olursa olsun, söz konusu olan, uzun bir savaşı yürütmek için gerekli olan önemli kaynaklardan yoksun bir halkın, dünyanın en güçlü savaş makinasıyla yaptığı son derece orantısız bir mücadele idi. O günlerde Batı’da bir entelektüel olmak, yüzde yüz inançlı bir Rusofob (Rus korkusu olan-çn.) olmak demekti. Prusya kralı da, Britanya’nın parlamento sözcüsü de ve komünizmin kurucusu da öyle idiler. Kamuoyu kendi hükümetlerinin pasifliği karşısında öfkeye kapılmıştı ve ayrıca, çarlık üst yönetiminin Karadeniz havzasında bir anda elde ettiği muazzam stratejik avantajlar nedeniyle de. Türkiye, “Avrupa’nın hasta adamı”, fiziki olarak güçsüzdü, ama akli melekeleri fevkalade yerindeydi. Cüretkâr çarlık diplomasisine, “ambalajının açılmasına” yıllar harcanacağını çok iyi bildiği bir “hediye” verdi (hem de kendi cebinden değil). Bir tavizkâr kalem darbesiyle Bab-ı Ali, Rus ordularını 35 yıl süre ile, bir gün bile Osmanlı yargı yetkisi alanında bulunmamış çıkmaz dağ boğazlarına soktu. yılında Çargrad’a (çar şehri anlamında Rusların İstanbul’a taktığı ad-çn.) neredeyse eliyle dokunacak kadar yaklaşmış olan Sankt-Petersburg, Osmanlıyı Avrupa’dan kovalama yönündeki ikinci denemesini ancak yarım asır sonra, yıllarında yapabildi. yılları arasındaki Rus-Türk savaşı, XIX. asrın ikinci yarısında Avrupa ve Kafkasya sahasındaki en büyük askeri ihtilaftır. Bu olay Kafkas savaşının bitmesinden 13 yıl sonra cereyan etti ve Adigey (Çerkesya) topraklarına dokunmadı ama Adige halkıyla doğrudan ilintiliydi, zira bu halkın çoğu ihtilaf başladığı sırada Avrupa Türkiye’si ve Batı Anadolu topraklarında yaşıyordu. 

Türkiye ile Rusya arasında bu dönemde bir ihtilaf çıkması bir sıra neden yüzünden kaçınılmazdı: 1) Çarlık kabinesin Panslavizm ve Karadeniz’i imparatorluğun bir iç denizi haline çevirme hedefi güttüğü bir dönemde Rusya İmparatorluğunun Karadeniz bölgesinde yayılmacı politikasına devam etmesi; 2) Rus -Türk ilişkilerinin hızla bozulması sonucunu doğuran Bulgar krizinin tırmanması; 3) Petersburg’un Kırım savaşındaki (Doğu Savaşı) yenilgisinin sonuçlarını ortadan kaldırma çabası. 

Kırım savaşından hemen sonra, yeni bir ihtilafın olgunlaşmakta olduğu açıktı ve yılından sonra birçok Rus üst düzey görevlisi ve generali bu konu üzerinde yazıyorlardı. Yevdokimov, Milyutin, Baryatinskiy vb… Bununla ilgili olarak Türkiye ile Rusya arasındaki bir savaşta (Türkiye’nin batılı devletler tarafından desteklenmesi halinde) en muhtemel savaş alanı olarak Çerkesya’nın önemi çok büyüktü. Böyle bir durumda Rusya, Kuzeybatı Kafkasya bölgesinde, neredeyse yüz yıl süren bir savaş sonucunda çok pahalı bir bedelle elde ettiği tüm kazanımlarını bir anda yitirebilirdi. Bu düşünceyi İstanbul’daki Rus elçiliğindeki askeri ataşe Frankini açık şekilde ifade etmiştir: “Müttefik filolarının yeniden Karadeniz’de boy göstermesi ihtimal dahilindedir. Bu durumda sağduyu, dahili yaraların kapatılmasını, Kafkasya’nın fethinin mümkün olduğu kadar çabuk bitirilmesini emreder ki, bu keyfiyet Doğu’da hem savunma ve hem de saldırı harekatları için aynı derecede önemlidir”³⁸. 

Üstelik Ocağında bile Rusya İmparatorluğunun üst düzey yönetimi, Çerkeslere karşı zafere ulaşılacağından emin değildi. Mesela Frankini’den yapacağımız, savaş bakanı Milyutin’in de mutabık olduğu şu alıntı bunun kanıtıdır: “Çerkesler için en iyi savunma sistemi saldırıdır ve yeni mevkilerimizden birkaç noktaya karşı kararlılıkla aynı anda taarruza geçerlerse, üç yıllık kazanımlarımız büyük bir tehlikeye maruz kalır. Eğer Çerkesler birbiriyle irtibatı zayıf olan ön hatların bir kısmını yok edebilir, bizi dağlardan düzlüğe geri atabilirlerse, hasmı mengeneye sıkıştırmayı hedefleyen şimdiki sistemimizin moral etkisi yok olacaktır. Yeni kurbanlar ve zahmetler pahasına durumu lehimize çevirene kadar çok zaman geçecektir”³⁹. General Rostislav Fadeyev, Rus ordularının görünürdeki başarılarına rağmen Batı Kafkasya’daki durumun Rusya için ciddi bir tehlike arz ettiğine işaret ediyor: “ yılında bile, bir şekilde kendi yoldaşlarından ayrı düşmüş ve tüm bir askeri birlik tarafından kuşatılmış bir dağlı, teslim olmazdı ve silah elde ölürdü. Dağlı çeteleri eskiden olduğu kadar kalabalıktı”⁴°. İşte, Batı Kafkasya’daki askeri yapının hızla büyütülmesi, tüm kışı boyunca kesintisiz askeri harekât yürütülmesi bu nedenleydi. Doğu Savaşı (Kırım Savaşı) gibi yeni bir savaş tehdidi Rusya’nın tepesinde Demokles’in kılıcı gibi asılı duruyordu. Fadeyev imparatorluğunun üst yönetimini şöyle uyarıyordu: “Karadeniz’de patlayacak ilk silah sesi, onları bize karşı ayaklandırır ve tüm önceki emeklerimiz heba olur”⁴¹. yılında Baryatinskiy şöyle yazıyordu: “Önümüze konulan hedefe ulaşmak için o kadar çok şey yapmak gerekiyor ki, Natuhayları kovmaya ve ülkelerini geniş çapta iskân etmeye ancak yılında başlayabiliriz. Bu iş, Kafkasya’da gelecekteki harekâtlarımız bakımından, en büyük önemi taşıyor, zira yeni bir dış savaş durumunda Kuban ağzıyla Gelencik arasındaki deniz kıyısı, eğer buraları iç düşmanlarımızın elinde bırakırsak, düşmanın denizden çıkarma yapması için muhteşem bir imkân sunar”⁴². Baryatinskiy’in biyografı D.İ. Romanovskiy, idolünün acımasızlığını şöyle haklı çıkarıyordu: “Eğer Kafkas savaşı bitmemiş olsaydı, yılında ne korkunç bir durumda kalmış olacağımızı anlamak zor olmasa gerek, o zaman Kafkasya’da yıllarında içinde bulunduğumuz durumda olurduk”⁴³. 

Bu savaşın kaçınılmazlığına olan inanç, askeri ve siyasi yönetimi Çerkeslerle ilgili olarak son derece tahammülsüz yapıyordu. Çıkış olarak tek bir yön görünüyordu: Çerkeslerin mutlaka sürülmesi ve topraklarının Rus nüfusla iskân edilmesi. Kafkas ordusuna kumanda eden büyük prens Mihail Nikolayeviç, savaş bakanına yazdığı mektupta şu hususun altını çiziyordu: “Bu savaşın sona ermesinin olmazsa olmaz şartı, Doğu Karadeniz sahilinin tamamen temizlenmesi ve dağlıların Türkiye’ye göç etmesidir”⁴⁴. yılı Kasımında II. Aleksandr’ın, ordu kumandanı Yevdokimov’a özel talimatı geldi: “Rus yerleşimlerinin sınırını Bzıb nehrine kadar uzatmak mutlak bir gerekliliktir, zira aksi halde sahilde kalmış olan az sayıdaki dağlı da, bir dış savaş durumunda düşmanlarımız için muhakkak bir yem vazifesi görecektir”⁴⁵. Martında büyük prens Mihail Nikolayeviç savaş bakanına şu haberi veriyor: “Kuzey yamaçta Laba nehrinden itibaren ve güney yamaçta Kuban ağzından Tuapse’ye kadar uzanan tüm topraklar bize düşman olan nüfustan temizlenmiştir”. Belge üzerinde imparator II. Nikolay’ın el yazısıyla “Tanrıya şükürler olsun” yazılmıştı⁴⁶. Kuzeybatı Kafkasya’yı yitirme endişesi Kasımında bile çarlık kumandanlığını meşgul ediyordu. Yaver-general Svyatopolk-Mirskiy şöyle yazıyordu: “Muazzam kurbanlar ve uzun gayretlerden sonra Karadeniz’in doğu sahili bize düşman olan nüfustan nihayet temizlenmiş ve şimdilik Rusya’nın tartışılmaz malı olmuştur. ‘Şimdilik’ diyorum çünkü, durum aniden değişebilir ve Karadeniz’deki bir avuç deniz gücümüzle bir Avrupa deniz devletiyle ve hatta Türkiye ile yapılacak bir savaş, yeni fethettiğimiz sahilden mahrum kalmamıza, bu sahille tüm irtibatımızın kesilmesine yetecektir”⁴⁷. 

yılları boyunca Osmanlı Hükümeti çaresiz bir şekilde Çerkesya’nın, Karadeniz havzasındaki kendi yegâne işe yarar müttefikinin adım adım yok edilişini izledi. Bütün analistler için hem Çerkesya’nın askeri fiyaskosunun kaçınılmazlığı ve hem de iki imparatorluk arasında geniş kapsamlı bir askeri ihtilafın kaçınılmazlığı çok açıktı. İngiltere ve Fransa’nın tavizkar siyaseti ve Kafkas savaşı döneminde Çerkesya’ya ve Şamil’in imamlığına kayda değer bir askeri yardımın yapılmayışı, yılında Çargrad’a yapılan hücuma zemin hazırlamıştı

Böylelikle, savaşı, Kafkas dramının gayet doğal olarak, bir devamı oldu ve İstanbul bu ihtilafa kendisi için en gayrımüsait şartlarda dahil olmak zorunda kaldı. Üstelik, az kalsın Çerkesya’nın kaderini paylaşacaktı. Mecazi olarak, bu savaşı Kafkas savaşının kanlı bir neticesi olarak adlandırabiliriz. Türkler, karşılarında Çerkesya ve Dağıstan dağlarında çok önemli deneyimler kazanmış bir ordu buldular. Ve her iki savaş alanı da –Transkafkasya ve Bulgaristan-dağlık bölgelerdir. Harekât halindeki Rus ordusunun binlerce subayı, eski düşmanları olan dağlılarla karşılaştılar, onların raporlarında çok sık olarak Şapsığlara, Ubıhlara, Kabardeylere, Abzehlere, Çeçenlere, Dağıstanlılara dair ayrıntıya rastlıyoruz. Abhaz kökenli subayların kumanda ettiği Abhazya çıkarması da, iki savaş arasındaki bağlantıyı gösterir. Rus ordusunun genelkurmayındaki bilgilere göre, Batı Bulgaristan’daki Çerkes süvarisi sayısı kılıç; Doğu Bulgaristan’da da kılıç; Babadağ vilayetinde (Dobruca’nın kuzeyinde, Bugün Romanya sınırları içinde bulunan eski bir Türk şehri-çn.) kılıç idi. Toplamda Çerkes süvarisinin sayısı Türk süvarisinin sayısını önemli ölçüde aşıyordu: Mesela Ekiminde Plevne-Lofça bölgesinde Çerkes, 40 bölük düzenli ordu süvarisi vardı, onların karşısına ise Rus ordusunun süvari bölüğü çıkmıştı. Osmanlı ordusunda general rütbesiyle Çerkesleri temsil edenler şunlardı: Rauf Paşa, Deli Hüsrev Paşa, Çerkes Hasan, Çerkes Osman Paşa, Şevket Paşa, Çerkes İbrahim Paşa, Dilaver Karzeg Paşa, Çerkes Dilaver Paşa, Fuad Paşa, Süleyman Paşa, Mehmed Muhlis Paşa vb. Skobolev’in bildirdiğine göre Plevne’de Osman Paşa’nın ordusunun mevcudu idi. Bunların ’i Türk piyadesi, ’i de Çerkes süvarisi idi. Rus raporlarına göre Çerkesler Türklerden daha iyi ve Ruslardan çok daha iyi silahlanmışlardır. Şipka savaşlarında daha çok snayper (keskin nişancı-çn.) olarak adları geçiyor. “Balkan “Kafkasya’sının “ en amansız savunucuları Çerkes göçmenler idi” diye yazıyor Avusturyalı muhabir Feliks Kanits⁴⁸. 

Bu savaşın Kafkasya’daki Çerkesya kalıntısı için ve Türkiye’deki Çerkes diasporası için siyasi sonuçları ne idi?

1) yılı Çerkesler içinvatana dönüş imkânını tamamen bitirdi.

2) Çerkes gönüllülerin Osmanlı ordusuna geniş çapta katılımları ve keza Abhazlar ve Çerkeslerin Abhazya çıkartması, bu halkların Rusya İmparatorluğu nezdinde “suçlu halk” statüsüyle yaftalanması sonucunu doğurdu.

3) Kuban vilayeti ve Kabardey’in Adigeleri arasında göç halet-i ruhiyesi güçlendi.

4) Savaş, Türk çıkartmasına yardım etmekle suçlanan Abhazların geniş çapta göç etmesine sebep oldu. G.A. Dzidzaria’nın yayınladığı Rus, Türk ve Avrupa kaynaklarına göre yılları arasında Abhaz sürgünlerin sayısı kişiyi bulmuştu.

5) Rusya ve Yunanistan’ın talebi üzerine ve keza Bulgaristan’ın imparatorluktan kopması dolayısıyla Çerkeslerin neredeyse toptan Anadolu’ya ve Suriye’ye sürgünü gerçekleşti. Çok muhtemeldir ki, eğer Çerkesler Bulgaristan’dan Suriye’ye sürülmemiş olsalardı, bugün Haşimi Ürdün Krallığı diye bir devlet olmazdı. Bu devletin kurulmasında Çerkes cemaatiyle Haşimi hanedanının birleşmesi çok önemli bir rol oynadı.

6) Savaş Osmanlı İmparatorluğunda Çerkeslere özel bir prestijli statü kazandırdı. 

Rusya İmparatorluğunun Kafkasya politikasında, hem de en başından beri, toprak ilhakı ve halkın sürülmesi düşüncesine dayanan çok irrasyonel bir yaklaşım hâkim olmuştu. Hal böyleyken Rusya ekonomisi bu muazzam yeni kaynakları değerlendirme imkânından uzaktı. Dağlılara karşı bu son derece acımasız davranış, hem yetkililer ve hem de entelektüeller tarafından çok basit bir şekilde şöyle açıklanıyordu: Dağlılar evrime, sivil, barışçı bir yaşama yatkın olmayan, tembel, vahşi bir halktır. Bu bakış açısı, Rus cumhuriyetçilerinin meşhur belgesi olan Pavel Pestel’in “Russkaya Pravda”’sında çok daha net ifadelerle yansıtılmıştır. Aynen çarın ailesini yok etmeyi teklif ettiği gibi, itaat etmeyen tüm dağlıların yok edilmesi ve sürülmesinde ısrar ediyordu. İlginç olan husus belgenin Edirne Anlaşmasından çok önce yazılmış olmasıdır, yani Çerkesya Osmanlı toprağı sayılmıyordu. Yoksa Pestel sultanın tebaasını mı yok etmek istiyordu? Hem resmi Petersburg ve hem de onun yeraltı şubesinin dağlılar konusunda aynı görüşte olduklarını anlıyoruz. 

Hem Adige aristokratlarına ve hem de yerleşim yerlerine ait arazilere geniş ölçüde el konulması Kabardey’de XVIII. asrın ’li yıllarında cereyan etti. Doğu Adigelerinin arazisi daha yılında üçte iki oranında azalmıştı. Kabardey, tüm Pyatigorye bölgesini ve Mozdok’un doğusundaki tüm toprakları yitirmişti. Topraksız kalan Kabardeyler dalgalar halinde Adigey’e ve Çeçenistan’a gidiyorlar ve oralarda çarlığa karşı halk direnişinin ön safında duruyorlardı. Eğer otokrasi Rusya devletine o kadar hizmet etmiş olan Kabardey’e böyle davrandıysa, Adigey’i bekleyen ne idi? Kabardey prenslerinin tahta yaptıkları hizmetin bir nebzesi bile Adigey’in prens aileleri için söz konusu değildi. Üstelik, savaşın başlangıcında çarlık ordusunun subay kadrosunda batı Adige aristokratları neredeyse hiç yer almıyordu. Önemli bir husus daha: Batı Adige prenslikleri Adigey’in küçük parçasını işgal ediyorlardı, prenslerin iktidar ayrıcalıkları da köylü hareketiyle önemli ölçüde zayıflatılmıştı. Adigey halkı koruyucularından mahrum kalmıştı ve özyönetimin halk kurumlarının, kendi siyasi kültürünü, siyasi sınıfını oluşturmak, yönetim yapılarını kurmak için sahip olduğu zaman kritik derecede az idi.

Şapsığya’da demokratik devrim yılında, yani Kafkas savaşı döneminde oldu. Köylüler, en önemli şeyi, toplumsal eşitliği elde ettiler. Ama bu halk liderlerinin şimdi, hemen bugün, daha bir dakika öncesine kadar en ufak bir fikir sahibi olmadıkları Çerkesya’nın dış siyaseti gibi meselelerle ilgili olarak karar vermeleri gerekiyordu. Şapsığların; Abzehya, Natuhay, Ubıhya’da tekrarlanan kazanımları, Batı Kafkasya’da askeri harekâtların hızlanmasıyla ölümcül bir şekilde aynı zamana denk geldi. Çarlığa karşı direniş, bir de, daha yeni kazanılmış hakların savunulması anlamına geldiği için o denli şiddetli ve yaygındı. Çarlık tarafından fethedilmek, soylu imtiyazlarının, en kötü şekliyle restorasyonu anlamına geliyordu. Bu ikili bir boyunduruk demekti: Mecburi askerlik, en ufak bir itaatsizlikte Sibirya sürgünü, serf köleliği. Adigey’in sıradan insanını bekleyen şey en acı bir kader, en acımasız bir cezaydı. Ve yaklaşan bu dramı hisseden halk var gücüyle direniyordu. Hatta direniş her türlü perspektifini yitirdiği zaman bile silahını bırakmıyordu. 

Labinsk yılında, Maykop ise yılında kuruldu. Kaleler arasındaki mesafe 50 km’lik düzlük. Neden, sıradan bir yol geçebilmesi için 17 yıl gibi bir süre geçmesi gerekmiştir?Çünkü, Labinsk’in kurulmasından sonra Laba ve Urup nehirleri arasındaki tüm Adige nüfusu kovulmuş, toprakları da Kazak stanitsalarına dağıtılmıştı. Toptan bir sürgünle atbaşı giden ilhakı, ’li yıllardaki ilhak zincirinin doğal olarak son halkası idi. Yalnızca yılı içerisinde Çerkes topraklarında, askeri birlikler ve her türlü kökenden gelen yerleşimciler hariç, nüfuslu 90 Kazak stanitsası kuruldu

Kafkas savaşının Çerkesya’daki cereyan tarzı, Dağıstan’daki askeri harekâtların karakteri ve yürütülüş tarzından ciddi şekilde farklıydı. Bir kere, Çerkesya’daki askeri harekâtlar iki istikamette, denizden ve karadan cereyan ediyordu. Karadeniz filosu, çok güçlü bir savaş aracıydı. Çıkartma operasyonları yapılıyor ve Çerkes sahilinde güçlü kaleler inşa ediliyordu. Bu kaleler için yılında doruğa ulaşan şiddetli bir savaş başlamıştı. Çerkesler muazzam kurbanlar pahasına, gemi toplarıyla donanmış bu kaleleri ele geçirdiler. Bu gerçek bir askeri zaferdi, hem de taarruzlar ’şer gün aralıklarla beş ay boyunca devam etmişti. Yani bu başarıya ani bir baskının neticesinde ulaşılmış değildir (savaşta bu yöntem çok değerli olsa da), büyük bir seferberlik ve taktik yığınağıyla titizlikle planlanmış bir operasyondur. Aynı yıl yapılan kanlı çıkartmalarla kurtarılan bu kaleler uğruna verilen mücadele, İngiliz-Fransız filolarının tehdidi nedeniyle çarlık kumandanlığının garnizonları tahliye ettiği ve tahkimat binalarını yıktığı yılına kadar devam etti. Paris Barış Antlaşması şartları uyarınca yılında, Rusya’ya Karadeniz’de filo bulundurmayı yasaklayan Karadeniz’in tarafsızlaştırılması rejimi devreye sokuldu. Bu nedenle savaşın son sekiz yılı boyunca savaş sadece karadan yapıldı. Kısmen bu nedenle Rusya kumandanlığı, Çerkesya’da süngülük görülmemiş bir kuvvet toplamak zorunda kaldı. Bir karşılaştırma yapmak için: Balkanlardaki kuvvet yılında askerden oluşuyordu. Toplamda, tüm Kafkas savaşı boyunca Çerkesya’ya karşı çıkarılan kuvvetler, Şamil imamlığına karşı çıkarılandan daha büyüktü. Çerkeslere karşı ortalama olarak, kale ve gemi topları hariç, iki misli daha fazla sahra topçusu kullanılmıştı. Diğer bir önemli fark da, Karadeniz Kazak ordusunun, yani aslında tüm bir halkın ve askeri topluluğun Çerkesya halkına karşı kullanılmış olmasıdır. Batı Kafkasya’daki kolonizasyonun, dağlı halk için çok daha kahredici karakteri işte buradan kaynaklanmaktadır

Dağıstan’dan farklı olarak Çerkesya’da İslam faktörü devrede olmadı, mürid müfrezeleri sadece Şamil’in temsilcileri tarafından teşkil edildi. İmparatorluk Çerkesya’da henüz İslam’ı kabul etmekten uzak bir halka karşı savaş yürüttü. Ülkenin çoğu bölgesinde, diğer İslami kurumlar şurada dursun, cami bile bulunmuyordu. Yargılama, Adige khabze denen doğal hukuk temelinde işliyordu. Adige halkı, özünde pagandı ve çok sayıdaki tanrıya ibadet kutsal koruluklarda yapılırdı. Diğer bir önemli fark da, ortak bir yönetim aparatlı ve bir liderli devletin yokluğu idi. Çarlık kumandanlığı, onlarca ve daha fazla Çerkes önderiyle ilişki içinde olmak zorunda idi. Hem de -ki bu da başka bir önemli farktır- Çerkes askeri-siyasi liderlerinden hiçbiri Şamil ve onun Abzehya’daki temsilcisi Muhammed Emin gibi teslim olmadı. Çerkes direnişi tamamen tavizsiz bir karakter taşıyordu. Paul Henze bunu bir anomali olarak tanımlıyor. Bu tip bir davranış Rus tarihçilerinde bir araştırma şevki yaratmadı, onlar her defasında Şamil’e dair, medeniyetler çatışmasına vb. dair fikir yürütmeyi tercih ediyorlar

Çerkes tarihinde, ama artık Çerkesya’daki değil, başından sonraki dönemi, gene de dünya tarihinin genel kabul gören çağ adlandırma sistemine uygun olması için Yeni Çağ olarak adlandırmayı öneriyoruz. 

Adige tarihinin yeni dönemi nasıl bir şeydir? Dönemin en alttaki hareket noktası malum. Adige ülkesinin varlığı sona erdi. Ondan geriye kalan, Novorossiysk yakınındaki Hatramtuk’tan Mozdok’a kadar birkaç acınası etnografik adacıktır. Adigelerin ezici çoğunluğu, Osmanlı İmparatorluğunun Tuna’dan Mavera-i Ürdün’e kadar yayılan çok çeşitli vilayetlerinde, yaban ellerinde kaldı. Demek ki bu, etnosun bir dağılma sürecidir ve bu umutsuz bir hayatta kalma, mülk sahibi olma, kendi toprağı üzerinde yaşama, Adige yerleşimleri kurma, Çerkes adını taşıma ve anadilinde konuşma mücadelesi zamanıdır. Halkların tarihi vatanda, atalarının binlerce yıllık toprağında yeniden birleşme hakkı, Adige tarihinin neredeyse tüm Yeni Çağı boyunca tanınmadı. Hem öncesi ve hem de Sovyet iktidarının kurulmasından sonra tüm Adige dönüş teşebbüsleri anında bloke edildi. Ancak SSCB’de perestroyka ve glasnostun gelişmesiyle, dönüş için ufak ama ulaşılabilir kanallar açıldı. yılında Kosova Adige cemaatinin dönüşü, post Sovyet Rusya’sında dönüş sürecinin zirvesi oldu

Bu dönemin içinde Adige diasporasının yaşadığı ülkelerde ve bizatihi Rusya’daki büyük siyasi olaylarla ilgili önemli dönüm noktaları vardır. Bunlar, hem Jön Türk devrimi ve I. Dünya Savaşı, Rus devrimi, Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla neticelenen yılları arasındaki Türk Ulusal Kurtuluş Hareketi ve keza Suriye ve Ürdün’de modern Arap devletleri kurulmasıdır. Adigey’in Rusya Federasyonu kapsamında cumhuriyet statüsü kazanması Adige etnosunun sorunlarının çözümü için yeni imkânlar açmıştır.

*Tarihçilik terminolojisinde kullanılan bir terimdir.

 

Notlar:

Примечания:

1. Лавров Л. И. Этнографический очерк убыхов // Ученые записки. Т. VIII. Майкоп, С. 6, 8. – Ф. Ф. Торнау в г. отмечал в этой связи: «Я не успел познакомиться с их народным языком, потому что убыхи, с которыми я встречался, всегда говорили по-черкесски» (Секретная миссия в Черкесию русского разведчика барона Ф. Ф. Торнау. Нальчик, С. ). В г. Леонтий Люлье писал о лингвистической ситуации в Убыхии: «…сей последний народ имеет свой собственный язык, не сходный ни с языками Адиге, ни с Абхазским. Это ныне язык черни, употребляемый в горных ущельях, и у берега моря. Это наречие выходит из употребления и со временем исчезнет. Дворяне убыхские все говорят адигским языком, но многие из их простолюдинов, в этом крае, находясь по топографическому положению своему в соседстве к югу с абхазцами, говорят также свободно и на языке соседей» (Цит. по: Ворошилов В. И. История убыхов: Очерки по истории и этнографии Большого Сочи с древнейших времен до середины XIX века. Майкоп, С. 66). Люлье засвидетельствовал характер языковой и культурной ассимиляции убыхов, подчеркнув престижный характер использования адыгского языка. Спустя десять лет Люлье не изменил своего представления: «Со временем язык этот может исчезнуть, по всеобщему употреблению языка черкесского» (Люлье Л. Я. Общий взгляд на страны, занимаемые горскими народами, называемыми: Черкесами (Адиге), Абхазцами (Азега) и другими смежными с ними // Записки Кавказского отдела императорского Русского географического общества (далее – ЗКОИРГО) Кн. IV. Тифлис, С. ).
2. Великолепно это показал Л. И. Лавров в очерке, посвященном Берзекам (Лавров Л. И. Эпиграфические памятники Северного Кавказа. Ч. 2. М., С. –).
3. Теофил Лапинский, находившийся в – гг. в Западной Черкесии, уверенно отнес убыхов к адыгам наряду с натухайцами, абадзехами, шапсугами (Лапинский Т. Горцы Кавказа и их освободительная борьба против русских / Пер. В. К. Гарданова. Нальчик, С. 77).
4. В середине XVII в. садзы уже массово пользовались адыгским языком – настолько, что Эвлия Челеби, впервые составивший словарь абаза-садзов, с формальной точки зрения представляет нам эту этническую общность совершенно адыгоязычной: «Язык абазо-садзов. – За – 1; тока – 2; шке – 3; пли – 4; ату – 5; фун – 6; ипли – 7; уга – 8; ипги – 9; жу – 10; за жу – 11; тока жу – 12; сха – хлеб; га – мясо; бзи – вода; фа – сыр; чевах – простокваша; ха – груша; мсуд – виноград; лхмк – инжир; эсху – каштан; лка – каменная соль; вика – иди сюда; утс – садись; удето – встань; умка – не уходи; сикох – иду; сбрикн – куда идешь?; свушскгслух – дело есть, иду; сфага скчо вика – пойдем домой; скену свке – мы идем домой; срход – что с вами?; хош год ашгд – мы съели свинью; аркамд жеху – свинья была жирная?; вечиле шкног – мы идем воровать; нала шке гда – куда ушли?» (Челеби Э. Книга путешествия. Вып. 3. М., С. 55).
Л. И. Лавров во время этнографической экспедиции в Черноморскую Шапсугию в г. стал свидетелем возвращения из Абхазии летнего Даугуыза Джаурыма, решившего провести последние свои дни среди родственников-шапсугов Джарым. В селе Чилов в Южной Абхазии, где он проживал, Даугуыза считали джигетом-садзом. В г. абхазы подобрали его вместе с бабушкой еле живых на берегу: «Так маленький Даугуыз попал в Абхазию, где вырос и состарился. Пока была жива бабушка, она говорила с ним на родном языке, но после ее смерти мальчик позабыл его. Мы молча слушали старика. В заключении он сказал: “Всю жизнь мечтал поглядеть на родные места… Хочу умереть на земле своих предков. Со слов бабушки знаю, что фамилия моя Джарым, а происхожу с берегов р. Ацэпсы”. Переводчиком между Лавровым и старым садзом выступил лингвист А. К. Хашба, также приехавший в командировку в Шапсугию. Старик не говорил по-русски, а по-адыгейски знал лишь несколько слов. «Я догадался, – пишет Лавров, – что именно о нем читал у А. Н. Генко следующее: “ В июне г. пишущему эти строки пришлось встретить в абхазском селении Чилов летнего старика, слывшего – за джигета… В молодости он был приведен в качестве пленника из Джигетии. При расспросе выяснилось, что, сам не зная этого, старик (звали его Даугуыз Джаурым) родным своим языком имел черкесский (шапсугское наречие нижнечеркесского языка); хотя и с трудом, он припомнил несколько десятков слов” (Генко А. Н. О языке убыхов. Л., С. ). Шапсуги Джарым пригласили всех своих старейшин, один из которых подтвердил взаимосвязь их рода с районом р. Ацэпсы. (Лавров Л. И. Этнография Кавказа (по полевым материалам – гг.). Л., С. 23–24).
Эта драматичная история информативна во многих аспектах. Разумеется, что шапсугский род Джарым мог, как и многие другие натухайские и шапсугские (и не только) роды проживать до г. в Садзе-Джигетии, чему есть множество других свидетельств. Но также вероятно садзское происхождение Джарымовых и при этом, будучи садзами, они могли иметь родным языком шапсугский диалект адыгского. Языковая ассимиляция садзов до г. – такой же непреложный и отчетливо засвидетельствованный факт, как и адыгизация их соседей – убыхов. И. Бларамберг считал возможным говорить об «адыгейском происхождении» убыхов и саше (Бларамберг И. Историческое, топографическое, статистическое, этнографическое и военное описание Кавказа. Нальчик, С. ). Об адыгском происхождении князя общества Саше (северной отрасли садзов) писал Ф. Ф. Торнау: «Сел. Сочипсы, или Облагукуадж, расположено по обеим сторонам р. Сочи… Князь Али Ахмет Облагу, происхождение которого от племени адыга… В с. Сочипсы в употреблении три языка: черкесский, абазинский и убыхский» (См.: Секретная миссия… С. ).
Территория садзов от Сочи до Бзыби резко отличается от Абхазии существованием значительного числа адыгских гидронимов и топонимов. Билингвизм садзов отражен в гидронимах Сочи-пста, Кудепста, Бегерепста, Лапста, Ачипста, Швачапста. Сочи – Сочипсы – Сочипста. Скорее всего, именно так образовался этот гидроним. (Федоров Я. А. Топонимика Западного Кавказа и некоторые вопросы его этнической истории // Из истории Карачаево-Черкесии. Черкесск, С. ). Такой же облик могло иметь и Мацеста – Мацепста (См.: Ворошилов В. И. История убыхов. С. ). А. Н. Дьячков-Тарасов отмечал, что Хошупсе – адыгское название (См.: Дьячков-Тарасов А. Н. Гагры и их окрестности // ЗКОИРГО. Кн. XXIV. Вып. 1. Тифлис, С. 12). Правый большой приток Хошупсы называется Жеопсе. В этом же ряду рр. Псоу, Бзыбь (убыхский аналог адыг. Псыбэ, Псебай, Псебе и пр.), Пше, Пица, Псырцха, Псей (впадает в Рицу), Лашипсы (впадает в Рицу), Псыш (Южный Псыш, приток Бзыби), Псыква (приток Бзыби), Псырс (правый приток р. Юж. Псыш), Ахипс; озера Инпси, Псырм, урочище Соуипсара, хребет Псырс, гора Псыш, котловина Псху и другие примеры. (См.:Бондарев Н. Д. В горах Абхазии. М., ). Объяснение, выдвинутое глубокоуважаемым мною профессором Ш. Д. Инал-ипа, согласно которому элемент пс в абхазской гидронимии является следствием существования в древнеабхазском языке слова псы в значении «вода», резко контрастирует с ареалом гидронимов с содержанием псы на территории исторической Абхазии. К северу от Бзыби их очень много, а к югу таковые почти не встречаются. С учетом вышеизложенных источниковXVII–XIX вв. гораздо убедительнее, на наш взгляд, является объяснение этого факта через влияние адыгского языка на территории Джигетии. В противном случае нашим абхазским коллегам придется признать, что гидронимы Абхазии менее древние, чем названия Джигетии. Е. С. Шакрыл на основе значительного числа примеров весьма убедительно продемонстрировал адыгейскую природу компонента псы в абхазской гидронимике (См.: Шакрыл Е. С. К вопросу об этногенезе абхазо-адыгских народов // Ученые записки Адыгейского научно-исследовательского института. Т. IV. Краснодар, С. ).
Мы целиком отдаем себе отчет в том, что не все приведенные здесь наблюдения безупречны. Точно также, как и не все примеры адыгской части садзского билингвизма могут быть выявлены на сегодняшний день. Но мы убеждены в легитимности (источниковедческой и методологической) подобного подхода. Разве гидронимы Яшамба и Адерба в районе Геленджика не являются отчетливыми свидетельствами пребывания там абхазов? Если мы говорим о существовании абхазо-адыгской общности, то мы не должны искать границ по рекам Псоу, Туапсе или Бзыби. Абхазо-адыгское пространство не знало никаких определенных границ, лингвистических или культурных барьеров. Оно веками развивалось как единый организм.
5. См. значительный корпус документов сборника: Шамиль – ставленник султанской Турции и английских колонизаторов. Тбилиси, № 41, 43, 45, 58, 65, 66, 89 и др.
6. Артамонов М. И. К вопросу о происхождении боспорских спартокидов // Вестник древней истории (далее – ВДИ) . № 1. С. 29–
7. Молев Е. А. 1) Боспор и варвары Северного Причерноморья накануне походов Диофанта // Международные отношения в бассейне Черного моря в древности и средние века. Ростов-на-Дону, С. 60; 2) Эллины и варвары. На северной окраине античного мира. М., С. ,
8. Меликишвили Г. А. К истории древней Грузии. Тбилиси, С.
9. Молев Е. А. Эллины и варвары. С. , – Летом г. до н. э. понтийская армия по только что завоеванной Колхиде двигалась в Таврику на помощь Херсонесу, осажденному скифами. Дойдя до Диоскурии (совр. Сухум) войска грузятся на корабли и перебрасываются в Крым морем. В 80 г. до н. э. «понтийский флот с войском, возглавляемым снова лично царем, двинулся в Таврику. Сломив сопротивление боспорян, Митридат назначил правителем страны своего сына Махара. Вслед за этим он (Митридат – С. Х.) попытался подчинить себе пиратствующие племена Кавказского побережья – зихов, гениохов и ахейцев, живущих в районе современных Новороссийска-Геленджика. Но в жестоких боях в условиях холодной зимы он потерял две трети войска от морозов и засад и вынужден был отступить». В 65 г. до н. э. престарелый царь, загнанный Лукуллом в Колхиду, решил вновь попытать счастья и пройти через зихско-ахейские земли. На сей раз грозные гениохи встретили его дружелюбно и пропустили через свою территорию. «У гениохов было 4 царя в то время, когда Митридат Евпатор, изгнанный из страны своих предков в Боспор, шел через их землю. Эта страна оказалась легко проходимой; от намерения пройти через страну зигов ему пришлось отказаться из-за ее суровости и дикости; только с трудом удалось Митридату пробраться вдоль побережья, большую часть пути продвигаясь у моря, пока он не прибыл в страну ахейцев. При их поддержке царю удалось завершить свое путешествие из Фасиса – без малого стадий» (Страбон. География: В 17 кн. / Пер., ст. и коммент. Г. А. Стратановского. М., С. ).
Как видим, древнеадыгские племена камаритов сохраняли свою независимость даже в тех условиях, когда на них оказывалось мощнейшее давление со стороны Понтийской державы – настолько сильной, что она на протяжении полувека сопротивлялась Риму. Последний, приложив грандиозные усилия, разбил Митридата и аннексировал все те земли, которые ранее входили в Понт. Свободу сохранили только западнокавказские горцы. В описании пространства, подчиненного римлянам, Страбон отметил: «Подобным же образом все азиатское побережье нашего моря подчинено им, если не считать областей ахейцев, зигов и гениохов, где в ущельях и бесплодных местностях население ведет разбойничью и кочевую жизнь» (Там же. С. ). Объяснение свободы через дикость – не более, чем штамп. Зная историю взаимоотношений Митридата с горцами Западного Кавказа, римляне могли и не прилагать больших усилий к захвату этого района Понта – более того, они могли и не иметь таких целей. Крым и Колхида были в их руках, и, довольствуясь поддержанием статус-кво, римляне ограничивали свою политику и военные меры тем, что сдерживали пиратскую активность горцев, не давая им хозяйничать на римских территориях. На рубеже I в. до н. э. и I в. н. э. пиратская деятельность камаритов парадоксальным образом переживала взлет на фоне эпохи подавляющего могущества Римской империи: «Области, подчиненные римлянам, более бессильны против этого зла из-за небрежения посылаемых туда правителей» (Там же. С. ).
Гадло А. В. Византийские свидетельства о Зихской епархии как источник по истории Северо-Восточного Причерноморья // Из истории Византии и византиноведения. Л., С. 98–,
Брун Ф. К. funduszeue.info Одесса, С– Ayalon D. The Circassians in the Mamluk Kingdom // Journal of the American Oriental Society. New Haven, Vol. Pt. 3. P. –; Горелик М. В. Адыги в Южном Поднепровье (2-я половина XIII в. – 1-я половина XIV в. // Материалы и исследования по археологии Северного Кавказа. Вып. 3. Армавир, С. –; Бубенок О. Б. К вопросу о времени и причинах переселений черкесов в Крым // Боспор Киммерийский и варварский мир в период античности и средневековья: Этнические процессы. Керчь, С. 30–35; Чапленко В. Адигейськi мови – ключ до таемниць нашого субстрату. Етимологiчнi дослiдi. Нью-Йорк,
Григорьев. А. П., Григорьев В. П. Коллекция золотоордынских документов XIV века из Венеции. СПб., С. 48–
Nicolle D. The Mamluks – Oxford, P. 3; Ковалевская В. Б. К изучению орнаментики наборных поясов VI–IX вв. как знаковой системы // Статистико-комбинаторные методы в археологии. М., С. –; Воронов Ю. Н. Древности Сочи и его окресностей. Краснодар, С.
Роденбек Дж. Каир – колыбель цивилизации // Египет. М., С.
Там же. С. ; Бациева С. М. Историко-социологический трактат Ибн-Халдуна «Мукаддима». М., С. 58–59
Байер Х.-Ф. История крымских готов как интерпретация Сказания Матфея о городе Феодоро. Екатеринбург, С. , –, –,
Кулаковский Ю. Прошлое Тавриды. Киев, С.
Там же. С.
Брун Ф. К. (указан с одним инициалом-имени)Черноморье. Ч. II. С.
Кулаковский Ю. Прошлое Тавриды. С.
Брун Ф. К. О поселениях итальянских в Газарии: Топографические и исторические заметки // Труды первого археологического съезда в Москве, г. М., Вып. II. С,
Подробнее см.: Хотко С. Х. История Черкесии. СПб., С. –
Kressel R. Rh. The Administration of Caffa under the Uffizio di San Giorgio. University of Wisconsin, P. –
См.: http: //funduszeue.info (Последнее посещение – г.)
Тунманн. Крымское ханство / Пер. с нем. Н. Л. Эрнста. Симферополь, С. 31,
Брун Ф. К. Черноморье Одесса, Ч. I. С.
Шафиев Н. А. История и культура кабардинцев в период позднего средневековья (XIV–XVI вв.). Нальчик, С.
Бушаков В. А. Лексичний склад iсторичної топонiмiї Криму. Київ, С.
Мыц В. Л. О пребывании «черкесов» в Крыму // Проблемы истории Крыма. Вып. 1. Симферополь, С. 81–
Бубенок О. Б. К вопросу о времени и причинах переселений черкесов. С.
Там же. С. 32; Айбабин А. И. Этническая история раннесредневекового Крыма. Симферополь, С. ; Баранов И. А. Периодизация оборонительных сооружений Судакской крепости // Северное Причерноморье и Поволжье во взаимоотношениях Востока и Запада в XII–XVI вв. Ростов-на-Дону, С. 47; Гадло А. В. Византийские свидетельства о Зихской епархии. С.
Бубенок О.Б. К вопросу о времени и причинах переселений черкесов. С.
Allen W. E. D. Problems of Turkish Power in the Sixteenth Century. London, P.
Барановский Б. Кавказ и Польша в XVII в. // Россия, Польша и Причерноморье в XV–XVIII вв. М., С.
Зайцев И. В. Астраханское ханство. М., С.
Крушинский М. Черкесские князья в Польше // Генеалогия Северного Кавказа. Нальчик, № 3. С. –
Записка военного советника при Российском посольстве в Константинополе В. А. Франкини военному министру Д. А. Милютину о необходимости и об условиях скорейшего водворения спокойствия на Кавказе // Трагические последствия Кавказской войны для адыгов: Сб. документов и материалов. Нальчик, С.
Там же. С.
Фадеев Р. А. Кавказская война. М., С. –
Там же. С.
Предположение о действиях и занятиях войск Отдельного Кавказского корпуса с осени по осень г. // Российский государственный военно-исторический архив (далее – РГВИА»). Ф. ВУА. Д. (1). Л.
Романовский Д. И. Князь А. И. Барятинский и Кавказская война. СПб., С. 7.
Отзыв командующего Кавказской армией великого князя Михаила Николаевича военному министру // Проблемы Кавказской войны и выселение черкесов в пределы Османской империи: Сб. архивных материалов. Нальчик, С.
Отношение начальника главного штаба Кавказской армии Карцова командующему войсками Кубанской области Евдокимову // Проблемы Кавказской войны и выселение черкесов. С.
Отношение генерал-фельдцейхмейстера великого князя Михаила Николаевича военному министру о завершении заселения предгорной зоны и об успешных действиях Даховского и Джубгского отрядов // Проблемы Кавказской войны и выселение черкесов. С.
Записка генерал-адъютанта Святополк-Мирского о заселении Восточного берега Черноморья // Архивные материалы о Кавказской войне и выселении черкесов (адыгов) в Турцию (). Ч. 2. Нальчик, С.
Каниц Ф. Придунайская Болгария и Балканы: Историко-географическо-этнографические очерки за время путешествий в – гг. // Военный сборник. СПб., № 9. С.

(Перепечатывается с сайта: funduszeue.info)

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası