ilahi okuyan komutan / İlahî Hermes | Teori

Ilahi Okuyan Komutan

ilahi okuyan komutan

İlahi Lütuflar 7 - Allah`ın Askerleri

İrem GÜLTEKİN / Doğruhaber

Vekil olan Yüce Mevla`mızın adıyla…

Yüce Allah kendi yolunda nöbet tutan kullarına kimi zamanda bir grup askerleriyle destek olur. Bu ise Kullarına yalnız olmadıklarının hak yol üzerine olduklarının en güzel işaretidir…

“Gerçek şu ki, göklerin ve yerin mülkü Allah`ındır; diriltir ve öldürür. Sizin Allah`tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.”  (Tevbe s.116)

“Marksist PKK ile sıcak çatışmaların yaşandığı bir dönemdi. Kendi evlerimizde bile emniyette değildik. PKK evlere girip kim varsa otomatik silahlarla tarıyordu. İnsanlıktan çıkmış din düşmanlarının adeta gözleri dönmüştü. Bizler de bunun için tedbir olarak kardeşlerimizle sırayla nöbet tutardık. Bizim bizden başka dostumuz yoktu. Müslüman kardeşlerimizden başka güvenebileceğimiz kimsemiz kalmamıştı. Aynı kan bağını taşıdığımız akrabalarımızı bile tehdit etmişlerdi. Onları bizden uzaklaştırmayı başarmışlardı.

Çok mecburi olmadıkça akrabalarımız bizle konuşmuyorlardı. Sanki akraba olduğumuzu bile saklamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu sebepten ötürü de olası bir saldırıya maruz kalmamak, gafil avlanmamak için sabahlara kadar nöbet tutuyorduk. Bulunduğumuz evimizde yıllardır beslediğimiz kazlarımız vardı. Kazlar grup halinde yaşayan hayvanlardır. Ve aralarında Sübhanallah onları yönlendiren bir komutan olur.

İşte hepimizi hayrete düşüren bu olay bizlerin gece nöbet tuttuğu zamanlarda oldu. Belki bunu okuyan çoğu kardeşimiz böyle bir şeyin olabilme ihtimalini bile düşünmez. Fakat Yüce Rabbimizin bize bir lütfu olduğuna şahit olduk. Rabbimiz adeta kendi yolunda olan kullarına kendisinin izniyle onları bir grup askerleri tarafından destekleyeceğini belirtir gibiydi.

Gece karanlık çöktüğünde nöbet saatlerimizi belirler ona göre nöbet tutardık. Kendimizce düşmanımızın gelme ihtimali yüksek olan yerleri daha çok gözlem altında tutardık. Gecenin belirli bir saatinden sonra evde beslediğimiz kazlar, sıraya dizilirlerdi. Kazlar uyuyacakları zaman hepsi bir araya gelir ve başlarını kanatları altına alıp tek ayaküstünde durarak uyurlar. Bizim kazlar da evin dış cephesine bakan tarafta bir araya gelir ve tek sıra halinde dururlardı. İşin garip yanı bunların arasından biri ayrılır, dış kapıya yakın bir yerde durarak kapıya yönelir, tek ayaküstünde durup kafasını biraz ileriye uzatır ve öylece dışarı bakardı.

Dış kapıyı gözetleyen kaz, belli bir süre sonra uyumakta olan grubun arasına geçer, uyuyan gruptan bir başka kaz gelir, bir öncekinin durduğu yerde tıpkı onun gibi durur ve dışarıyı gözetlerdi. Onların da nöbet değişimleri sabaha kadar devam ederdi. Tek ayaküstünde durup dış kapıya bakan kaz, kendince tehlikeli bir durum gördüğünde diğer kaz arkadaşlarına yönelir ve yüksek sesle bağırmaya başlardı. Arkadaşlarının sesini duyan diğer kazlar da hep birlikte eve yönelir bir ağızdan bağırırlardı. Sübhanallah yaptıkları ile adeta bizleri uyarmak isterlerdi. Bu duruma evde nöbet tutan birçok kişi de şahit oldu.

Rabbimiz adeta bu zor günlerimizde bizleri bir grup askerleriyle yalnız bırakmamıştı. O`na ne kadar hamd etsek azdır.

(Dua Yayıncılıktan çıkan ve Ömer Saruhan`ın kaleme aldığı İlahi Armağanlar isimli eserinden derlenmiştir.)

Burası Türkiye: İstanbul'da küçük çocuklar camide Humeyni'ye selam durdu!

Hatt-ı İmam Platformu tarafından İstanbul'un bağcılar ilçesinde bulunan İmam Zeynel Abidin Camii’nde düzenlenen Humeyni’yi anma programında skandal görüntüler ortaya çıktı.

İran Devrim Muhafızları Ordusuna bağlılığıyla bilinen TasnimNews tarafından haberleştirilen görüntülerle onlarca küçük çocuğun, "Selam Komutan" adlı marşı okuyarak Hamaney ve Humeyni'nin posteri önünde asker selamı verdiği görülüyor.

5 Haziran'da düzenlenen programda camiye humeyni ve Hamaney'in portrelerinin asıldığı da görüldü.

BÖYLE DUYURMUŞLARDI
Humeyni'yi anma programı için Ehl-i Beyt Alimleri Derneği tarafından sosyal medya hesabından duyuru paylaşılmıştı.

HAFIZLIK TÖRENİ GÖRÜNTÜLERİ "ŞERİAT IS LOADING" DİYE PAYLAŞILMIŞTI
Geçtiğimiz hafta İstanbul Arnavutköy'de cübbe, sarık ve 'teşrik tekbiri' getirerek yürüyen hafızların icazet törenine ait görüntüler, sosyal medyada "Şeriat is loading" ifadeleriyle paylaşılmıştı.

İlahî Hermes

Erkek ya da kadın değildir o! Her simgesel detayıyla farklı bir alana göz kırpar ya da eleştirel bakar! Kısa bile denemeyecek ölçüde pileli kesimli Roma komutanı usulü zırh etekli ceketinin üzerine bir papaz omuzluğunu ikinci bir ceket olarak örtünmüştür... Hafiften gevşetilmiş kravatı, ciddi yüz hatlarıyla uyum içindedir: Dalga geçmiyor yani. Dikkatli bakıldığında, gömleğe iliştirildiği görülecek olan kravat iğnesinin ciddiyetiyle durumu savunuyor hatta... Pantolon zaten hepten sökülüp atılmıştır. Erkeksi bir görüntüyü çağrıştırmamak için denebilir belki, fakat tarihsel bir göndermeye de imkân sağlıyor. Bunun bir avantaj da yarattığı aşikâr: Omuzdan sökülerek çoraplara yerleştirilmiş olan çavuş pırpırlarına odaklanmamızı sağlıyor, çok yakışmış; sportmendir aynı zamanda. Kitsch* (kiç) yanı ağır basan bir genç iş insanı desem; hayır, daha derinlikli imgeler çağrıştırıyor… Hermafrodit (çift cinsiyetli) diyeceğim geliyor, fakat bu yakıştırma da oldukça ucuz ve yüzeysel kalacaktır kahramanımızı tanımlamak için. Onu, tarihsel köklerinde araştıran bir kültürel ve ideolojik bütünsellikte anlama çabasına ihtiyaç var sanki…

Pırpır, kitsch, sportmen, hermafrodit filân derken birden Hermes geliverdi aklıma! Bildiğimiz Hermes; Yunan mitolojisinde baş tanrı Zeus'un habercisi. Olympos tanrılarının en kurnazı, en hızlısı. Düşlerin efendisi, kapıların bekçisi, karanlıktaki casus olarak da onurlandırılıyor hikâyelerde. Zeus’un her zamanki kaçamaklarından birinde denk geldiği Pleiades olarak bilinen yedi dağ perisinden biri olan Maia’dan peydahladığı oğlu.

Hermes, Yunan tanrıları arasında en cevvâl ve enerjik ilah olarak geçer. Bu yüzden de ticaretin, hilekârların, sınırların ve seyyahların kollayıcısı olarak da niteleniyor. Şaka yapmayı seven, güzel ve atletik bir genç adam olarak tasvir edilen Hermes, sandaletlerindeki (ya da ayaklarındaki) kanatları sayesinde Zeus’un verdiği görevleri bir çırpıda yerine getirebiliyormuş.

Mitolojik tasvirlerde, Hermes, Caduceus (Kadüse) isimli büyülü bir asa tutar elinde. Bu asa sayesinde ölümlüleri uyutup ruhlarını yeraltı dünyasına taşır. Ateş çıkarma, insanları derin uykuya daldırma, uyuşturma gücüne sahip olan asanın anlaşmazlık içinde olanları uzlaştırma gücü de var… Kökleri Doğu mitolojisinde de görülebilecek iki yılanlı bu asa figürünün tüm dünyada tıp sembolü olarak kullanılmaya başlanmasının biraz da yanlışlıklar vesilesiyle olduğuna ilişkin rivayetler olsa da, bu Hermes’le asası bizi fazla oyaladı sanırım! Şimdi biz asayı bir yana koyup yeniden fotoğraftaki postmodern kahramanıza dönelim.

Evet, bu “postmodern kahraman” yakıştırması iyi oturdu: Kahramanımız Hermes!.. Baba tanrı Zeus’un önemli haberlerini biz ölümlülere ulaştırma işinde görevli elemanı. Onun kurnaz, dinsel ve lejyoner simgeler kuşanmış yardımcısı, karanlıktaki casusu, kapılarının bekçisi… O da yeterince güzel ve atletiktir işte! Bakın; babası Zeus çağımıza uygun kanatçıklarını da yerleştirivermiş çoraplarına. (Sanki bir Adidas sponsorluğu da çağrıştırıyor ya, neyse artık. Postmodernitede “her şey uyar” nasıl olsa.) Hermes, kendinden emin, eteklerini uçuşturarak yeni görevlere gidiyor…

Asası nerede peki? Hani o gerektiğinde ateş de çıkaran, insanları derin uykuya daldırma, uyuşturma gücüne sahip olan asası? Anlaşmazlık içinde olanları uzlaştırma marifeti de olan asa, hani?.. İşte o da kahramanımızın elindeki ünlü Hermes model çantasının içine el çabukluğuyla katlanıp yerleştirilmiş olmalı. Evet, iş çantası da kostümü tamamlıyor. LGBTI flaması taşımaya gerek bırakmayan pek modern bir feminen estetik cinlik.

Çantada ayrıca gökkuşağı renkleriyle bezenmiş yanar döner parıldayan iş aletleri de var. Acil durumlarda Hermes çantasından asasını çıkartıp ucuna o gökkuşaklı yanar döner flamaları yerleştiriyor kahramanımız. Ardından uyuşturulması, derin uykulara yatırılması, uzlaştırılması gereken her meşrepten bir araya toplaşmış kalabalıkların arasına dalıp tepelerinde sallıyor bayrağını, efsunlu cümlelerini mırıldanarak… Ateş çıkartılması gerekiyorsa da ne gam; asanın diğer ucu ne güne duruyor!..

Her kültürel tasarım kendisine tarihsel kökler arar, bulur, onlara ilişkin imgeler oluşturur ve onların üzerinde yükselir. Ve ne kadar dağınık, saçma, anlamsız görünürse görünsün yarattığı simgelerle, büründüğü biçimlerle, estetik ve ideolojik devamlılığıyla meraklı kulaklara sessizce bir şeyler fısıldar. İlahî Hermes! Bağırma, duyuyoruz seni!..

*Kitsch (Kiç): Tüketicilerinde (seyreden, izleyen, dinleyen, okuyan, bakan kişilerde) estetik etki yaratan ancak herhangi bir sanat akımı kapsamında değerlendirilmesi mümkün olmayan ürünleri ifade eden bir sanat terimidir. Genellikle var olan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak, ifade etmek için kullanılmıştır. (Vikipedi)

Güncel

Dersimli Kürd Kızı Emê ve Harput Misyoner Okulu

Bu çeviri, Harput Amerikan İlahiyat Okulu’nda 1857–1893 yılları arasında idarecilik yapmış, Amerikalı misyoner çift Bay ve Bayan Crosby H. Wheeler’ların ‘Misyoner Bahçemizden Bir Buket’ adlı 1876 yılında yayımladıkları kitaptaki “Kürd Kızı Emê” bölümünü kapsamaktadır. Bay Wheeler, aynı zamanda 1878 tarihinde kurulan Harput Amerikan Koleji’nin (Fırat Koleji) kurucusudur. Gerçek olarak yaşanmış olan bu anlatının içeriği ve aslına sadık kalarak çevirdim.

* * *

Harput’un yaklaşık 120 kilometre kuzeyi, Antitoroslar yani Toros Dağlarının güney kolları ile çevrilidir. Doğuya, Fars ülkesine doğru, tepelerinde Nasturilerin de yaşadığı bu sıra dağlar, ana Kürdistan üzeri, içerisinde sayısını bilemeyeceğimiz kadar Kürd aşiretlerinin de yüzyıllardır yaşadığı coğrafya boyunca Basra Denizi’ne kadar uzanır. Bu Kürd aşiretlerinin ataları olan Karduklar (Carduchi) da, bu bölgede 2300 senedir sürekli ve sağlam bir şekilde hep var olmuşlardır. Öyle ki, bizim Kürd misyoner merkezlerimizden birinin bulunduğu kilisenin de yer aldığı Redwan yakınlarında, Yunanlı komutan Ksenefon’un ordusu On Binlerin Dönüşü sırasında (MÖ 400’ler), onların topraklarından geçerken Ksenefon’a karşı koyarak, geçişlerini engelleyendir bu Kürdler.

Kurmancî ve Zaza Kürdçesi konuşan bu çok mistik ve ilginç bir toplum olan Kürdlerin kökenleri hakkında değişik teoriler bulunmakta. Bu teoriler arasında mantık dışı olanlar da var. Mesela, bir rivayet, Tanrı huzurunda ulu bir avcı olan Nemrud’un iki oğlunun olduğu ve bu avcı iki kardeşin arkadaşları ile birlikte avlanmak için dağa gittikleri ve orada dönmemek üzere kaldıklarıdır. Tabi böyle bir rivayetten çoğalmak ve neslin devamlılığını sağlamak söz konusu olamaz, ki ayrıca zaten Şark ülkesindeki insanlar arasında fiziksel olarak en alımlı ve güzel olanları da Kürdler arasındadır.

Ancak her halükarda herkesin hemfikir olduğu ve idda ettiği, evrensel bir anlatım olan tufan olayı var. Öyle ki, bu tufan sırasında Adem’in tüm çocukları boğulmaktan kurtulamıyorken, ki Hz. Nuh’un hizmetkarlarının dahi Nuh’un gemisine binmelerine izin verilmemişken, sekiz kişinin gemiye alınarak kurtulmasına izin verilmiş ve bu sekiz kişi arasında Kürdlerin ataları da varmış. Bu rivayet ile, biz, konumuz olan ana anlatıma, yani Emê’ye dönelim.

Bundan yıllar önce, Çemişgezek yakınlarındaki bir bölgede yaşayan Murto adındaki bir genç, Beyziye adındaki güzelliği dillere destan bir kız ile evlenir. Bu kızın güzelliğini Murto gibi, çevresindeki diğer tüm herkes de bilirdi, çünkü Kürdler kadınlarını her ne kadar ölesiye kıskanıp koruyor olsalar da, hiç bir şekilde onların yüzlerini örtmeleri veya yüzleri açık dışarıda dolaşmaları konusuna karışmıyorlardı. Böyle bir durum o kadınlarının yüzlerini çirkin siyah peçeler ile kapatan harem sahibi Türkler arasında, veyahut onlardan geri kalmayan Ermeniler arasında olması söz konusu değildi.

Mutlu olan ve birbirlerini seven Murto ve Beyziye çok geçmeden Emê* ile Xecê* adını verdikleri kız çocuklarına sahip olurlar. Yalnız mutlulukları fazla sürmez. Beyziye’ye talip olanların bazıları halen o isteklerinden vazgeçmemişlerdir. Öyle ki bunlardan biri, ki oldukça varlıklı ve güçlü olan bir Kürd ağası, bir gece ansızın mutlu çiftin evlerini adamlarıyla birlikte basarak, güzel Beyziye’yi kaçırır.

Bu hadiseden sonra evinden ve ailesinden alıkoyulan ve bilinmedik bir yere götürülen Beyziye hakkında, akibetinin ne olduğu, götürüldüğü yerden kaçmaya çalışıp çalışmadığı hususlarında bir bilgiye hiç bir zaman ulaşamadık. Ancak bildiğimiz, Murto’nun bu hadiseden sonra Çemişgezek’e kızları ile gelip yerleştiği ve ölümünden kısa bir zaman sonra iki küçük kızının varlıklı bir Ermeni ailenin yanına hizmetçi olarak verildiğiydi (yanlış bir anlaşılma sonucu Harput Gazetesi’inde çıkan bir haberde ‘babanın öldüğü, annenin ise tekrardan evlendiği’ şeklindeydi. Haber doğruydu, ancak zaman sıralaması yanlıştı).

Kızkardeşlerin büyüğü olan Emê’nin, İncil’in ışığı ile kadınların eğitimi ve okuma yazma öğrenebilme imkanlarından haberdar olması, yanlarında çalıştığı ailenin günah çıkarma ayinleri ile birlikte gerçekleşir ve okuma yazmayı da öğrenerek, Matta’nın Müjdesi’nden (İncil) iki sentlik nüshaya sahip olur. Bizlerin ilk kez bu kız hakkında haberimizin olması 1869 yılında Çemişgezek’teki misyon merkezimizden ‘Harput Yatılı Kız İlahiyat Okulu için bize fakir bir kız geldi’ diye bir talebin iletilmesiyle oldu. Bizim cevabımız ise her zamanki gibi ‘eğer uygun biri ise ve onun kitaplarını, elbiselerini ve seyahat giderlerini karşılayan mesul biri de varsa, kabul ederiz’ şeklindeydi. Ardından da ekledik ‘bilinmeli ki bizim okulumuz bir hayır kurumu değil’. Cevap geçikmemişti: ‘Bu kız kimsesi olmayan ve kimsenin de umursamadığı fakir bir Kürd kızıdır. Yanında çalıştığı ve birlikte ikamet ettiği kişilerin de onu gönderme gibi bir niyetleri de söz konusu olmadığı gibi, eğer bu kız okula gitmeye kalksa en güzel elbiselerinden mahrum ederler’.

Biz ise: ‘o zaman öyle bir kızı eğitmek gibi bir şeyle işimiz olmaz’ şeklinde cevap verip meseleye nokta koymuştuk. Ta ki ben ve bay H. M. Barnum Çemişgezek’i bir kaç ay sonra ziyaret edene kadar. Çünkü biz oraya varınca, bu Kürd kızı kendinden emin ve hedefine odaklı bir tarzda karşımıza dikildi. Kızlar için, Hristiyan eğitimi alınan bir cennet olduğunu düşündüğü yatılı okulumuza gelme kararlılığı, her halinden belliydi Emê’nin. Hiç bir Ermeni kızı bu şekilde bizim karşımıza dikilp soru sorma ve cevap verme cürretinde bulunamazken, ki bu cesareti sadece Protestan eğitiminden geçmişler gösterebilirler, bu fakir Kürd kızı hepimizi şaşkına uğratan bir çıkış yaptı. Büyük bir azim, soğukkanlılık, doğuştan gelen yetenek ve yalın bir ikna kabiliyeti ile, neden bizim onu okulumuza kabul etmemiz yalvarışı ile, bizde hem merak uyandırdı hem dikkatimizi çekti.

Kızın tüm yalvarış ve bizleri ikna etmeye çalıştığı hususlara karşın, standart cevabımız hazırdı. Ta ki bize ‘bakınız misyonerler; acaba şimdi Hz. İsa bu dünyada yaşıyor olsaydı ve benim gibi fakir ve kimsesiz bir kız onun huzuruna çıkıp, sunduğu kurtuluş yolunu öğrenmek için ona sığınsaydı, sizce Hz. İsa o kızı kabul etmez miydi?’ şeklinde bir soru yöneltince, halıhazırdaki ‘Hz. İsa’yı ve onun yolunu, bizim yatılı okulumuza gelmeden burada da öğrenebilirsin’ olan cevabımızı veremedik. Çünkü kızın bu inanç, yüreklilik ve büyük içtenlikle dile getirdiklerinin, onun buradaki vasıfsız Hristiyan çevresi tarafından gerçekleştirilemeyeceğini biz de biliyorduk.

Emê’nin bu içten ve yalın düşüncelerinin doğruluğuna her ne kadar inansak da, yine de kendimize göre korkularımız, şüphelerimiz ve çekincelerimiz vardı. Herşeyden önce ilk defa bir Kürd kızının yatılı ilahiyat okulumuza gelme talebi ile karşı karşıyaydık. Bunun sonuçlarının ve etkisinin ne olduğunu iyi hesaplamamız gerekmekteydi. Ayrıca bu kız kimdi, neden böyle bir talepte bulunuyordu? Çalışkan, disiplinli ve itaatkar mıydı gerçekten? En önemlisi gerçekten inanç ve öğrenim konusunda dürüst müydü, yoksa sadece daha rahat ve iyi bir yaşam seçeneği olarak okulumuzu düşündüğünden dolayı mı bunları planlıyordu? Tüm bu sorularımıza cevap bulmak üzere Hristiyan kardeşlerimize haber saldık ve danıştık. Hepsinden olumlu cevap ve iyi referanslar aldıktan sonra, her ne pahasına olursa olsun, bu zavallı Kürd kızına bir şans vermeyi ve denemeyi göze aldık. Emê’yi de beraberimize alıp Harput’a götürmeye karar kıldık.

Ancak kızın çevresi zaten bize ve misyonumuza düşman kişilerden oluşuyordu ve bunun üzerine bir de ‘şapka takanlar aşiretimizden birini alıp Hristiyan yapacaklarmış’ dedikodusu da Kürdler arasında yayılınca, durum çok daha zor ve tehlikeli bir hal aldı. Bu yetim ve zavallı kızın, birdenbire silahları dolu halde ve tehditlerinde şakası olmayan yüzlerce seveni çıktı ortaya. Bizim aşiretimizden birini alıp da götüremezsiniz diye ikazda bulunan bu insanların ciddi oldukları, zaten daha önce bu çetin bölgede öldürdükleri zavallı Ermenilerden dolayı bilinmekteydi. O yüzden Emê’ye kanat gererek biz misyonerler ile bu görüşmeyi mümkün kılan Protestan Hristiyan dostlarımızın hayatlarından endişe etmeleri ve korkmaları da yersiz değildi. Ancak oluşan bu korku, ürkeklik ve çekingenlik bulutları kaybolarak, yerini daha pozitif ve iç açıcı bir ortama bıraktı. Biz bu coğrafyanın ani değişiklik ve beklenmedik durumlarına alışkın olduğumuzdan, o kendinden emin ve kararlı kız Emê hakkında ‘içinde bulunduğu sefil ve zorlu hayattan kaçmak için, Hz. İsa’nın öğretisini öğrenmek bahanesiyle yatılı ilahiyat okuluna sığınan biri’ olduğunu kınskanç ve bir o kadar da fakir olan Protestan Hristiyan’ın biri dile getirdi. Ardından da kalbinden geçenleri tüm çıplaklığı ile ızdıraplı bir tarzda söyledi: ‘Bu Kürd kızı sizler için o kadar mı önemlidir ki, bizlerin ruhlarımızı hazırlıksız sonsuzluğa göndermek istersiniz? Bu kız selamete ve refaha ulaşsın diye bizleri kurban mı edeceksiniz?’

‘Kesinlikle hayır’ diye cevap verdik ve ekledik: ‘Ancak şunun bilinmesinde fayda var ki, vicdani bir karar alarak ve pozisyonumuzu belirledikten sonra, hiçbir Kürd silahı bizi bu kararımızdan geriye döndüremez. Belki de Yaradan böyle bir hadise ile sizleri ahiret için sınıyordur bayım. Nasıl ki ölüm saatinin belirsizliği bir hakikat ise, sizin de bir Protestan Hristiyan’ından beklenilenden başka bir şeyi düşünmeniz çok ufak bir umut teşkil edecektir. Belki de bir tüfeğin namlusu ile karşı karşıya gelmeniz, ahiret öncesi gerekli olan uyanmanıza vesile olabilir. Yani uzun sözün kısası biz ‘o kız aramıza katılabilir’ diyoruz.

Artık geriye bu işi nasıl yapacağımız kalmıştı. Bu kızı yanımıza alarak gitmek, sanki bir gurur ve bir zafer kazanmışız edası yaratacağından kargaşa ve kızın gitmesine engel bir girişim dahi yaratabilirdi. Pazar ayinleri sırasında, elli yaşlarında ciddi görünümlü bir bay dikkatimizi çekmişti, ki bu bay için ilahi sözler çölde susuz kalmış bir kişiye sunulan su gibi gelmekteydi. Bu bay da bizlerin Emê’nin durumu istişaresi sırasında cemaatle birlikte bizi dinliyordu. Sakin ve konuya odaklanarak. Tüm konuşmalar ve istişareler safhası geçip konu icraata gelince, bu bay yerinden kalkarak bizlere yönelerek: ‘misyonerler, bu kızın ilahiyat yatılı okuluna gelmesini istiyor musunuz?’ diye sorunca ve bizlerden de soruyu onaylayıcı cevap alınca, kendini feda eder bir duruş ile ‘kardeşlerim, bu kızın oraya gidememiş olmasını vicdanım kabul etmez. Onu Harput’a ben götüreceğim ve bunu Kürdlere de söyleyebilirsiniz. Beni öldürürlerse de öldürsünler’ diye düşüncelerini dile getirdi.

Harput’tan genel görünüm ve Amerikan İlahiyat Okulu (misyoner binaları), 1900’ler

Bizlerin arzusu tabi ki hiç kimsenin ölmemesiydi ve bu küçük cemaatimizden o olabilecek tehlike anındaki kişi dahi oradan kaçmalıydı. Garabed adlı bu bay hem cesareti hem tembel tembel dolaşması ile ünlü birisiydi. Hristiyan vaazcileri can edası ile takip ettiği gibi, onları tam bir Hristiyan gibi eleştirip sitem de ediyordu. Biz de bu vesiyle bir taşla iki kuş vurmayı kafamıza koyarak, Garabet’in Emê’yi Harput’a getirmesiyle, hem bu küçük kızın hem de onun, bir daha bu şehre geri dönmemesini sağlamış olacaktık. O yüzden Garabet’in kulağına ‘Emê’yi al bize, ilahiyat okuluna getir’ diye fısıldadık.

Garabet tembel olduğu kadar, kurnazdı da. Hemen Emê’nin aşiretinin reisi olan ünlü Alo Gako Ağa* ile irtibata geçerek, ondan bu küçük kızın Harput’ta misyonerler tarafından eğitim görebilmesine dair bir teminat mektubu almış ve bu şekilde kendisi ve küçük kızın can güvenliğini de sağlamıştı.  Fazla zaman kaybetmeden aynı gece Emê’yi bir katırın sırtına atarak, ertesi sabah soluğu Harput yatılı ilahiyat okulunun kapısının önünde almıştı (bakınız Missionary Herald for 1855, pp.55, 340/yazarın notu),

Kapıdan içeri giren küçük Emê, sevinçli ancak ürkek, endişeli, bir o kadar da meraklı gözlerle çevresine bakınıyordu, ki biz onunla birlikte Yeni Kudüs’ün eşiğini birlikte aşacaktık. Uzun boyu, parlayan kapkara gözleri, endamlı duruşu, gür ancak dağınık uzun saçları, tuhaf ancak bir o kadar da ilgi çekici olan kıyafetleri ile bu dağ kızı, bir ressama ilham verebilecek şekilde önümüzde duruyordu. Okula girişindeki ruh halinden ve okulun da sergilediği dini atmosferden, bu küçük kızın kalbini Kurtarıcı’ya (Hz. İsa) teslim etmeye hazır olduğu gözlenebiliyordu.

Yaklaşık üç yıllık bir süre sonrası vaftiz edilen Emê, Harput’taki kilisenin cematine kabul edilmiş ve halen orada üye durumdadır.

Eğitiminin ilk dört senesini çalışkanlık, sükunet ve kararlılık içinde ilerlemişti. Öğrendiği her şey anında hafızasına yerleştiği gibi, öğrendiklerini diğer kızlara da öğretiyordu. Zamanla kendisini yetiştirip gerekli olgunluğa eriştikten sonra, Merkezi Harput yatılı ilahiyat okulunda diğer kız çocuklarına öğretmenlik yapmaya başlamıştı. Bizlerin de o okulda öğretmen olduğumuz zaman diliminde, onun yatılı kız okulunun küçük bir minyatürünü gerçekleştirmiş olmasından, büyük haz ve memnuniyet duyduk. 

Attığı her adımı ve uyguladığı her şeyi tamamıyla müfredeta uygun yapıyordu. Onun yaşındaki başka bir öğrencinin bir kitle önünde yapmaya cesaret edemeyeceği ve hatta gururunu kırabileceği durumu, Emê bir öğretmen olarak dik ve emin bir şekilde yerine getiriyordu. Bu kızın sahip olduğu kalite ve kapasite buralarda çok ender görülen bir şey idi, ki Emê’nin sergilediği tüm meziyetler tam bir Batı felsefesi tarzındaydı. Yetkililerin koyduğu kurallara ve telkin ettikleri şartlara uymamak çok ama çok zor bir şeydir buaradaki öğretmenler için. Ancak bir defasında bir yetkilinin Emê’den bir dersini zaman kısıtlığından dolayı atlamasını istemesi üzerine, Emê onu terslemiş ve ‘misyonerler beni buraya bu kızlara ders vermem için koydular ve ben de bunu yapacağım’ diye çıkışmıştı.

Tebessüme neden olsa da, onun bu eski durumu özelliğini korumakta ve ders verdiği ‘büyük ev’ diye nitelendirdiği okulda bu fikirlere hala de sahip. İçinde bulunduğumuz yılda asistan öğretmenlik yapan Emê, okula gelen ziyaretçiler tarafından ilgi odağı olmaya devam ediyor. Gelenlerin ilk sordukları ve görmek istediği kişi bu ‘Kürd Kızı’.

Buraya gelmesi ve bizlerle olan irtibatı konusuna, geçenlerdeki bir mektubunda ‘Harput’taki misyonerler benim ilahiyat okuluna gelme arzumu duyunca, onlardan ikisi beni görmek için Çemişgezek’e geldiler’ diye yazmıştı Emê. Bizler de hem buradakilerin hem memlekettekilerin (ABD) onun hakkındaki iltifatları, söylentileri ve merak edilenleri ona iletirken, sahip olduğu mücadeleci ve gayretli yapısı itibariyle, onu artık bizimle aynı yerde tutamayacağımızı da gözlemliyorduk. Çünkü Emê eğitiminde daha da yükselmek ve devamını Amerikan South Hadley veya Vassar’da tamamlamak istiyordu.

Planları ve projelerinin gerçekleşmemesi veya gayret ve çabalarının bazen boşa gitmesi durumunda, deyim yerindeyse ‘civitin dibine vururak’ hayal kırıklığına uğrayıp karamsarlığa düşüyordu Emê. Ancak çabuk toparlanarak etkin ve hakim bir şekilde görevine dönebiliyordu. Bu satırların yazarı olarak bir keresinde ‘Emê bir an için öleceğini düşünsem de, yine ilginç bir şekilde toparlanıp, buradaki kızların akıllarını başlarından aldın’ diye çıkış yaptım.

 

Harput İlahiyat Yatılı Kız Okulu bahçesi (Dora Matoon arşivi)

Tam olarak olgunlaşıp yeşermemiş bir çiçek olsa da, misyoner bahçemizin en dikkat çekici çiçeği olduğu aşikardır. Sahip olduğu sabır, erdem, kararlılık, açıkça ve yürekten gelen her bir görevi tam ve eksiksiz yapma arzusu ile öğretmenlerini memnun etmesi ve ayrıca eğitmekle sorumlu olduğu öğrenci kızları Hristiyanlığın talep ettiği doğrultuda yetiştirme yeteneğine vakıf olması, Emê’nin geleceğinin parlak olduğunu göstermekte. Ona eşlik edecek biri ile birlikte, ilahi ışığın hiç ulaşmayı başaramadığı o kendi milleti arasına dönüp, öğrendiklerinin çerçevesinde belki onlara da faydalı olabilir.

Emê’nin içinde çok büyük bir dert olarak kalmış ve bir şekilde gerçekleştirmek istediği husus ise, kızkardeşi Xecê’nin de bir öğrenci olarak ilahiyat okuluna alınmasıdır. Bu arzusundan dolayı sürekli dua ediyor ve Tanrı’ya yalvarıyor. Ciddi, anlamlı ve sürekli dualar ve serzenişlerde bulunduğu taktirde, ki zaten Emê bu konuda uzmandır, dualarının kabul görmesi uzun sürmeyecektir. Zaten duyumlarımıza göre, Xecê’nin hizmetçi olarak ikamet ettiği evde okumayı çözdüğü ve oradan kaçıp kızkardeşinin yanına gelmek için hazırlıklar yaptığıdır. Ancak son durumunun ne olduğu konusunda herhangi bir malumata sahip değiliz. Bir husus kesindir ki, o da kızkardeşinin yanında kaldığı aile ellerinden geleni yapacaklardır ki Xecê oradan kaçıp da misyonerlerin eline düşmesin diye.

Mesela Rose adında bir Kürd kızı vardı, bahtı kara olan bir kız. Harput’un yetmişbeş mil kuzeydoğusunda ikamet eden bir aşiretin mensubuydu. Ailesi tarafından Kıği bölgesindeki merkezde ikamet eden Hristiyan bir ailenin yanında kalmasına izin verilmişti. Bu kız bir şekilde kafasına bizim ilahiyat yatılı okuluna gelmeyi koymuştu, ki bizim onu bu konuda cesaretlendirme gibi bir girişimimiz olmadığı gibi, aksine orada kalmaya ve hatta önce oradaki papazın karısının öğretmenlik yaptığı okulda okuma öğrenmesini tavsiye etmiştik. Ne yazık ki bu zavallı kıza izin verilmemişti, bunu bile yapmasına ve ailesi tarafından oradan alınıp dağdaki evine götürülmüş ve kaba bir Kürd ile evlendirilmişti. 

Bize ‘bu kızı niye hemen alıp Harput’daki okula götürmediniz?’ diye soranlara ise şu cevabı verdik: ‘Çünkü kızın babası ve aşiretinden çekindik, zira aşireti en azılı aşiretlerden biriydi ve babası da kızının yanında kaldığı aileden gelip intikam alabilirdi.’

Bu anlatımı okuyan herkes, acaba bu dağlardaki yerleşim yerlerinde hızlı gün ağarması ve dinin özgürlüğü için, bizimle birlikte dua etmez mi?

 

 

Kaynak: Grace Illustrated, A bouquet from our missionary garden by Wheeler, C. H.

 

 

 

 

 _______ 

*Orijinal metinde her iki Kürd kızkardeşin adları “Amy” ve “Hedjie” şeklinde yazılmış.

Bu yazı www.bitlisname.com sitesinden alınmıştır.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası