hipokrasi ne demek / Hipokrasi ve Batı’nın ikiyüzlülüğü | Mehmet Yuva | Aydınlık

Hipokrasi Ne Demek

hipokrasi ne demek

funduszeue.info

Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 25/06/ tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: funduszeue.info

İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.

Kategoriler ve Etiketler

Tümünü Göster

Aklımdan Geçen

Komünite Seç

Aklımdan Geçen

Fark Ettim ki

Bugün Öğrendim ki

İşe Yarar İpucu

Bilim Haberleri

Hikaye Fikri

Video Konu Önerisi

Bugün Türkiye'de bilime ve bilim okuryazarlığına neler katacaksın?

Daha Fazla İçerik Göster

Evrim Ağacı'na Destek Ol

Evrim Ağacı'nın % okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katmak için hemen buraya tıklayın.

Popüler Yazılar

EA Akademi

Evrim Ağacı Akademi (ya da kısaca EA Akademi), yılından beri ürettiğimiz makalelerden oluşan ve kendi kendinizi bilimin çeşitli dallarında eğitebileceğiniz bir çevirim içi eğitim girişimi! Evrim Ağacı Akademi'yi buraya tıklayarak görebilirsiniz. Daha fazla bilgi için buraya tıklayın.

Etkinlik & İlan

Bilim ile ilgili bir etkinlik mi düzenliyorsunuz? Yoksa bilim insanlarını veya bilimseverleri ilgilendiren bir iş, staj, çalıştay, makale çağrısı vb. bir duyurunuz mu var? Etkinlik & İlan Platformumuzda paylaşın, milyonlarca bilimsevere ulaşsın.

Podcast

Evrim Ağacı'nın birçok içeriğinin profesyonel ses sanatçıları tarafından seslendirildiğini biliyor muydunuz? Bunların hepsini Podcast Platformumuzda dinleyebilirsiniz. Ayrıca Spotify, iTunes, Google Podcast ve YouTube bağlantılarını da bir arada bulabilirsiniz.

Alıntı Yap

Evrim Ağacı Formatı

APA7

MLA9

Chicago

Ç. M. Bakırcı. Hipokrat Yemini Nedir? Tam Olarak Neler Söyler?. (13 Nisan ). Alındığı Tarih: 25 Haziran Alındığı Yer: funduszeue.info

Bakırcı, Ç. M. (, April 13). Hipokrat Yemini Nedir? Tam Olarak Neler Söyler?. Evrim Ağacı. Retrieved June 25, from funduszeue.info

Ç. M. Bakırcı. “Hipokrat Yemini Nedir? Tam Olarak Neler Söyler?.” Edited by Çağrı Mert Bakırcı. Evrim Ağacı, 13 Apr. , funduszeue.info

Bakırcı, Çağrı Mert. “Hipokrat Yemini Nedir? Tam Olarak Neler Söyler?.” Edited by Çağrı Mert Bakırcı. Evrim Ağacı, April 13, funduszeue.info

'te Türkiye'de bilimi yeşertmemize yardım edin!

Bu yıl sayfamızda gezdiniz.

Evrim Ağacı, Türkiye'nin en büyük, en çok ziyaret edilen, en güvenilir popüler bilim sitesi. Ancak bulunduğumuz noktaya oturduğumuz yerden gelmedik: yılından beri gece gündüz demeden çalışıyoruz. yılı sitemizi ve diğer tüm iletişim araçlarımızı baştan yarattığımız müthiş bir yıl olacak. Ancak bunu sürdürülebilir kılmamız için sizlerin desteğine ihtiyacımız var. Çünkü biz bu işi hobi olarak yapmıyoruz; Evrim Ağacı bizim yegane mesleğimiz, tek görevimiz. yılında da bunu yapmaya devam edebilmek için bize yardımcı olabilirsiniz. Tek seferlik destek olun veya daha iyisi, aylık destekçilerimiz arasına şimdi katılın.

Evrim Ağacı Logo

Kreosus (₺)YoutubePatreonDiğer Yöntemler

Geri Bildirim Gönder

Başkalarının acılarından öğrenmek

Ülkeler ve tüm bileşenleri başkalarının insani acılarına bakarak kendi katkıları ile yüzleşmek zorunda. Bu süreçte demokratik Sol etkin sorumluluk alarak dönüşmek ve çarpık düzeni değiştirmek durumunda.

Geçen haftaki yazımda dünyada hızla yayılmakta ve  özellikle on yıldır görünürlüğü artmış olan popülist-otokratik liderler, yükselen Sağ muhafazakarlık ve seçim ittifakları dalgasından söz etmiştim. Zayıflayan demokratik Sol muhalefetlerin başka ülkelerin son zamanlardaki seçim deneyimlerinden öğrenebileceklerine dikkat çekmiştim. Siyaset biçim ve biçemlerini yenilemeleri gereğine, çünkü bazı seçmen davranışlarının değişmeyeceğine değinmiştim.

Beklendiği gibi bugünlerde de Fransa seçimleri ön plana çıktı. Macron’un takviyelerle tekrar kazanıp kazanamayacağı, ilk turda %22 ye yakın almış Sol uçtaki Jean-Luc Melenchon’un ve %7’nin altında kalan diğerlerinin ne yapacağı merak konusu.

Öyle görünüyor ki, aşırı Sağ’ın (Le Pen) güçlenişi ve oyların farklı, hatta zıt ideolojilerdeki siyasi partilerin ittifakları ile yine “bıçak sırtında” bölünmesi söz konusu.

Her halükarda, sonuç ne olursa olsun Fransızlar da bir yandan aristokrasi ve demokrasi tarihçeleriyle övünürlerken, diğer yandan da dünyanın içine battığı yapışkan hipokrasi sarmalından kolay kolay kurtulamayacaklar.

Yine tüm dünya ülkelerindeki muadillerinden beklediğim üzere, yani kendi değerlerinin yönetsel temsiliyetini sağ, muhafazakâr veya yetersiz siyasetçilerin söylem ve eylemlerinde göremeyen diğer özgürlükçü, çoğulcu ve katılımcı demokratlar gibi, vasat siyasetten, katılımcılıktan, hatta sandıktan iyice soğuyacaklar.

Kısacası, bayrak renklerinde simgelenen “özgürlük”, “eşitlik” ve “kardeşlik” ideallerini kendi bireysel ve öznel imgelemlerine gömerek yaşamayı sürdürecekler.

PARADİGMATİK ZİHNİYET DÖNÜŞÜMÜ

Zaten, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik gibi idealler de, ister siyasi rejim, ister birlikte gündelik yaşam pratikleri anlamındaki demokrasi için olsun, artık kesinlikle yetmiyor.

yüzyılın diğer büyük anlatıları, modernist ütopik kuramları ve evrenselci metodu gibi, bu ideolojik söylemlerin de mutlaka evrensel değerleri koruyarak güncellenmesi gerekiyor.

Ayrıca, yüzyıl onların yanısıra, artık küresel barış, adalet, temsiliyet, çoğulculuk, gezegendaşlık, sürdürülebilir yaşamdaşlık, ekolojik enerji, dezenformasyon gibi androposen ahlak krizlerinin de ivedilikle ve salt retorik sözlerle değil, radikal eylemlerle çözümlenmesini zorunlu kılıyor.

İşte bu da nitekim, dünya yönetsel siyasetine hakim aynı iktidar odaklı, fetihçi yayılmacı, ikicil kutuplaştırıcı, kuşkucu saldırgan, haris rekabetçi, araçsal akılıcı, tepkisel kolaycı, sorun çözemeyen palyatif, saldırgan ve savaşçı eril zihniyetin kesinlikle aşılmasının elzem olduğu anlamına geliyor.

Dünyanın her köşesinde muhafazakar ve otoriter popülizm için ideal at binilecek veya cirit atılacak boş siyaset arenaları döngüsel olarak tam da böyle besleniyor: Eleştirel dönüşümcüleri statükocu düzenin, sistemin ve siyasetin dışına iterek!

Özetle, dünyadaki bataklık sarmallarından salt zorunlu paradigmatik zihniyet dönüşümüne güçlü direnç ve tutuculuk yüzünden çıkılamaması, sadece daha çok savaş, kan, ter ve gözyaşı demek.

UKRAYNA’YA BAKMAK

Bugün bunun en canlı örneği ve büyük göstergesi Ukrayna savaşı. Daha başlarken yazdığım “Sıcak savaş ve soğuk barış”tan bu yana bir buçuk ay geçti. ‘İki üç bombalama ile biter’ denen vahşet hala devam ediyor.

Rusya’nın işgali ve karşılaştığı askeri direnişin, bir iki hamle öteye geçemeyen satranç hesaplarını alt üst ettiği söyleniyor. Fakat piyonlar değil, insanlar öldürülüyor.

Hala uluslararası hukuk, yeni enerji ve  ticaret anlaşmaları, NATO’nun genişlemesi, yeni yaptırımlar ve soğuk savaş siyaseti konuşuluyor.

Kutuplaştıran tartışmalar, çeşitli spekülasyonlar, stratejik planlar, kısa, orta ve uzun vadeli senaryolara göre olası güç muhasebeleri dinmek bilmiyor. Bu muhtelif rasyonalizasyonların ardı arkası kolay kesileceğe de pek benzemiyor.

Ancak ortada ivedilikle durdurulması gereken bir sıcak savaş gerçeği var.

Her gün özgürlük, eşitlik ve adalet uğruna ölen, sevdiklerini kaybeden ve türlü acılar çeken insanlar karşısında dünya ülkelerinin ahlaki sorumlulukları var.

Her türlü şiddet, savaş hallerinin mutlaka önlenmesi ve durdurulması elzem. Hiç bir zorbalık davranışının ve insani hak ihlallerinin hiç bir ödün verilmeksizin ödüllendirilmemesi gereği de var.

Oysa, barışın ivedilikle tesis edilmesi yerine, bu savaşta kendi ulusal çıkarlarını gözetmek ve güçlerini veya güçlü imajlarını sürdürmek çabasında olup taraf tutmaya bakan ülkeler var.

Apaçık biçimde dünyada yeniden ikicil kutuplaşmaya ve sert, yumuşak veya melez yeni savaşlara doğru adeta sürükleyen “eril akıllı liderler” var.

“Yeni dünya düzeni”nde safını tutmaya zorlanan, hem “arafta” kalan, hem de bu savaştan doğrudan veya dolaylı olarak çok zarar görecek Türkiye gibi ülkeler de var.

SAVAŞI ANLAMA VE ÇÖZÜMLEME

Bu giderek keçeleşecek olan kördüğüm halkların “Savaşa hayır!” gösterileri veya “insani yardım” kampanyaları ile çözülebilecek bir mesele değil. Sadece ülkelerinden zorunlu göç eden Ukraynalılar ile veya onlarla dayanışma uğruna şiddet gören Rus protestocularla empati kurmakla da olmaz.

Her şeyden önce, bugüne nasıl gelindiği ile, en başta da süper güçlü konumundaki ABD olmak üzere, AB, NATO, Japonya, Rusya, Ukrayna, Çin, Hindistan ve Türkiye gibi tüm dünya ülkeleri dürüstlükle bu tabloya kendilerinin ve birbirlerinin katkı ve sorumlulukları ile bir an evvel yüzleşmek durumunda.

Bu da elbette salt ülkelerin savaş, işgal, himaye, garantörlük, arabuluculuk veya aracılık gibi rollerde dahil oldukları olayları tarihsel kronolojisi içinde ele almakla; sebep-sonuç, haklı-haksız, suçlu-sorumlu aramakla ve ‘ilk o başlattı’ filan demekle olmaz.

Hangi tarihsel dönem veya kırılma çizgisi hangi olaydan (ör. Napolyon, Balkan, I. ve II. Dünya savaşları, Vietnam, Sudan, Bosna, 9/11, Irak, Suriye, Çeçenistan, Kırım, vb) çizilirse çizilsin, hiç fark etmez.

İktisadi, toplumsal, kültürel, siyasi ve askeri  güvenlik olarak iç içe geçmiş tüm insani tarihsel meseleleri kendi ontolojik, epistemolojik, estetik, ahlaki ve tarihi pratiklerinin (dikeyden çok diagonal ve yatay) hiyerarşik ilişkiselliği içinde çözümleyebilmek ve ortak geleceğin diyalojik inşası üzerinden olabilir ancak.

Yazımın tam da bu noktasında ‘bu karmaşık meselelerin taze göstergelerini Ukrayna örneğinde ve basite indirgemeden bir iki satırda nasıl özetlemeli’ diye düşünürken Ali Yaycıoğlu’nun “Neden faili değil Batı’yı suçluyorlar?” başlıklı yazısı imdadıma yetişti. Lütfen bu çok yönlü, dolu ve derli toplu düşündürücü değerlendirme yazısını siz de okuyunuz.

Ben de böylece yazımı kendi başlığıma ve Türkiye’ye dönerek bitireyim.

SAVAŞ ACILARINA BAKMAK

Yazının başlığını koyarken aklımdan geçen Susan Sontag’ı da anmamak olmaz. Sontag elbette sadece fotoğraf ve kültür endüstrisi üzerine değil, hastalıktan insan haklarına ve Sol düşünceye kadar pek çok zor konuda son derece gerçekçi, keskin içgörülü ve sert eleştiriler yazdı.

Dahası, Vietnam Savaşı’ndan Sarayevo kuşatmasına kadar ciddi ve sıcak çatışma sahalarında bizzat gözlemlediği acılara dayanan sağlam analizler yaptı. Tarihte neden “barışın istisna, savaşınsa kural” olduğunu ve çok büyük kayıplar verilmiş olmasına rağmen bazı savaşların çabuk unutulmuş veya anlamını yitirmiş olduğunu örneklerle anlattı.

Etkileyici Başkalarının acısına bakmak (Regarding the pain of others) kitabında da mealen şöyle dedi:

“Bir savaşın onu bilfiil yaşayanlar ve yakından izleyenler dışında uluslararası ilgi toplaması için, onun henüz daha savaş sürerken emsallerine hiç benzemeyen bir özelliğinin olması, yani savaşan ülkelerin çıkarlarının çok ötesinde, sıra dışı ve önemli başka bir şeyleri simgelemesi gerekir.”

İşte Ukrayna savaşı daha başlamadan veya ilk gününden itibaren tam da böyle bir savaştır. Hatta daha bitmeden ve ne zaman, nasıl sonuçlanacak olursa olsun, tarihe şimdiden damgasını vurdu.

Tüm dünya ülkeleri bu savaşla uzaktan veya yakından ilgililer. İsteseler de istemeseler de doğrudan veya dolaylı olarak etkilenecekler.

İşte o bakımdan da ülkeler ve tüm bileşenleri başkalarının insani acılarına bakarak kendi katkıları ile yüzleşmek zorunda. Bu süreçte demokratik Sol etkin sorumluluk alarak dönüşmek ve çarpık dünya düzenini değiştirmek durumunda.

DEMOKRATİK SOL NEREDE?

Türkiye’nin durumu ise bence her yönden “tuzu kuru” ülkelerden çok daha berbat. Hem dışardan sıkışmışlığı, hem de iç çeşitliliği ve basıncı aşırı yüksek. Bu tablo Cumhurbaşkanlığı seçimini ve adayların netleşmesini beklemeksizin hızla da kötüye gidecek.

Fakat, sosyal demokrasi ve adil refah gelişmiş toplum düzeni isteyen siyasi liderler dışındaki muhalif aktörleri neredeler?

Temsili demokrasi temsillerinin son perdelerini oynayan demokratik görünümlü hipokratik ülkelerdeki başkanlık seçimlerinden hangi siyasi dersleri aldılar?

Bu yüzyılın başından beri demokrasi toplumlarında hızla belirginleşmiş ortanın veya merkezin Solunu ve Sağını eriten popülist yarılmalardan, milliyetçi muhafazakarları güçlendiren, Solu ufalayıp uca savuran sosyopsikolojik değişimlerden, hangi özgürleştirici ve çoğulcu çıkarımları yaptılar?

İktidarı devirmeye takıntılı ve güce odaklı sözde seçim ittifakı ve partizanca veya ideolojik muhalefet yapan partiler ülkedeki saymakla bitmeyen sorunları yaşayan sokaktaki insanlardan ne öğrendiler?

Sonuçta, ister “dışardaki” Ukraynalılar, ister “içerdeki” insanlar olsun, “başkalarının acıları” karşısında empatik irade sergilemek şöyle dursun, oldukça apatik görünüyorlar.

Altılı masa ittifakı içindeki ve dışındaki diğerleriyle ilişkiler ne kadar sağlam veya ortak aday her kim olursa olsun, bu basiretsizlik tablosu kesinlikle hiç kimse için hayra alamet değil.

Tüm işaret ettiklerinin de henüz ne olacağı belirsiz seçime kadar ötelenebilecek durumlar olmadığı ise gayet açık. 

GAÇILIN DİNAZOR PROFLAR!

YENİ DONANIMLI YARDIMCI DOÇENTLER GELİYOR DERS VERMEYE! Caaarrttt!

Aşağıdakini okumadan önce
nehir gibi akan gözyaşlarınızı silmek için çarşaf veya birkaç havlu alın yanınıza
ya da Magnum yalayın 

 

- Bu başlık da ne demek?

- Katılımcı demokrasi yok demek; yardımcı doçentler eziliyor demek; yardımcı doçentler bir kenara itiliyor demek; yardımcı doçent  "yardım eden ev kadını" veya "yardım eden ev erkeği" durumuna düşürülmüş demek; yardımcı doçent ezilen işçi sınıfı demek belki de. Kendi maaşlarının belirlenmesine bile en küçük bir etkide bulunamayan Proflar da yönetici sınıf demek herhalde.

- Ben söyleyim: Küresel pazarın vatansever gençleri olan yardımcı doçentler tembelleşmiş, tutucu, kalıplaşmış ve hantal bir proflar hegemonyasına karşı bilgiyle ve akademik girişimlerle mücadele veriyorlar. Çok da haklılar, çünkü bu gençler, profesörleri aşmışlar, geçmişler, birkaç dil biliyor ve harıl harıl okuyor, yazıyor ve "community service" işleri yapıyorlar. 

Bu sözün üzerine, duygulu bir müziğin tınıları doldurur odadakilerin içlerini. Vicdanları ve ruhları derin bir iç çekişle derinden sessizce ağlamaya başlar. Bu ağlayış odanın ter kokusuna karışan şu cümlelerde kendini anlatır:    

- Unutma sen de bir zamanlar yardımcı doçenttin! Sen yardımcı doçentken sana yapılanları sen bu taze kanlara ve canlara yapma! Kıyma!

[CUT ve Burada, kıyma ve ağlayan kitleleri göster; "Az sonra" caption'ı girsin ve "hayatın tadı, Colla Colla" reklamını yapan yardımcı doçent Ayişe boy göstersin. DİSSOLVE TO Ayişe "sizi istemezük bizi  isterük"  diye kazan kaldıran yençerilere destek yürüyüşü yapan yardımcı doçentler. BACKGROUND VOİCE: Yardımcı doçentler kendileri gibi madur durumda olan robo-yeniçerileri desteklediler. Bu sırada bazı proflar "düzeni düzenlere ölüm" sloganıyla yardımcı doçenlere saldırdılar. Allahtan ki, robo-yeniçeriler vardı: proflara eğri kılıçlarından çıkan biber gazlarıyla karşılık vererek, düzeni korudular." CUT TO konuşmanın olduğuı oda. BİR ÖNCEKİ SAHNEDEN AL ki vakit uzasın, kerkenezler uyanmasın]

- Unutma sen de bir zamanlar yardımcı doçenttin! Sen yardımcı doçentken sana yapılanları sen bu taze kanlara ve canlara yapma! Kıyma! [SANAL REKLAM GİRSİN: "En iyi kıyma bizim kıyma]

-Alay mı ediyon gaardeşim?

- Ne kıyması?

- Ne bileyim! Dana kıyması herhalde.

- Alaya alma. Kıyma.

- Şey affedersin, farkında değil misin; onlar seni kıyma kıyma doğrayıp köpeklere kıyma yapmak istiyorlar. Kıyıyorlar sana senin omuzlarında taşıdığın çömezlerin.  [BACGROUND VOİCE:  kıyma soundtrackı ve havlayan köpekler]       

-  Hey, şunu anlasak ya: Gayet basit. Profların bilgileri eski; zaten prof olduktan sonra ne yazıyorlar, ne çiziyorlar ne de okuyorlar. Ama eski bilgiler ile dersleri onlar veriyor. Yeni ve çağdaş bilgilerle donanımlı yardımcı doçentler yüksek lisans dersleri falan veremiyor. Dersleri çağdaş olanlar vermeli ve köhnemiş proflar da aylıklarını almalı ve ya yan gelip yatmalı ya da kurumlar ve şirketler için bilmedikleri araştırma yöntemlerini klullanarak araştırmalar yapıp para kazanma işiyle uğraşmalıdır.

- Yani, yardımcı doçentler yeni/çağdaş bilgilerle mi donanımlı?

- Bu yeni/çağdaş bilgileri onlara kim kazandırdı? Dinazor prof hocaları kazandırmadı mı?

- Asla! Haşa! Dinazorlar yavaş yavaş hareket ediyorlar; eski yediklerini hazmetmeye çalışarak işlerine devam ediyorlar. Birkaç yıl önce öğrencileri olan bu yardımcı doçentlere ve yeni öğrencilerine durmadan ilk çağlara ait bilgileri sunuyorlar.

- Bak, bak, "ilk çağlar" diyor, sanki beş on tane "ilk çağ" varmış gibi. Bilimsel bir ölçüt kullanarak, basit bir kategorileştirmeyi bile yapamıyor! 

- Proflar eski olanla doluysa, o zaman taze kanla dolu yardımcı doçentler post-modern, post-yapısalcı, bilgi toplumcu, mekan-ı cinsiyetçi, iletişimsizci, iletişim çökmeci, halkla ilişkilerde etkici ve ekkileşimci, söylemci, arkeolojistçi gibi yeni ve çağdaş bilgileri nereden kazanıyorlar?

- BigMac gibi çekici bir şekilde paketlenmiş, kolayca yenilen, kolayca hazmedilen ve kolayca çıkartılan  Süpermarket kitaplarından olabilir mi?

- Yok canııım! Hiç öyle şey olur mu! Bu taze kanlar, canlar ve çağdaş donanımlı yardımcı doçentler, donanımlarını her gün akşama kadar odalarında çaylı kahveli yaptıkları bilgi alışverişinden kazaanmaktadırlar.

- Haksızlık etmeyelim çağdaş yardımcı doçent olan bu taze kanlara ve canlara! En aktif olanları çağdaş bilgilerini alanlarındaki  halkla ilişkiler şirketlerinin ve cemiyetlerinin web sayfalarından kazanıyorlar.

- Yok yok doğru değil. Bu gençler Journal of Communication, Critical Studies in Mass Communication, Journalisnm Quarterly, Asian Journal of Communication,  Media, Culture & Society, Canadian Journal of Communication, Communication & Critical/Cultural Studies, Communication Research, Critical Studies in Media, Critical Studies in Mass Communication gibi dergilerin her sayısındaki makaleleri okuyorlar. Okumakla da kalmıyorlar, oturup dedikodu yapma yerine, bu makaleleri odalarında çay ve kahve içerken tartışıyorlar.

- Unutmayalım: Yeni sayılar çıksa da hemen okusak diye sabırsızıkla bekliyorlar. Hatta ellerinde olan yeni ve eski sayılardaki önemli makaleleri değiş tokuş ediyorlar.

- Cevher bunlar cevher. Yakıyorlar.

- Ah anam, yandım!

-Yanarsın tabiii! Yardımcı doçent öğrencin sana ne diyor: "Hocam sizden ders almıştım, beni dersten çaktırmıştınız!

- Göryüyor musun nasıl taze düşünceler ve bilgiler! Onu dersten bıraktığını söylüyor. Bırakmasanız, geçecekti. Derin ve taze bilgilerini göremedin çaktırdın. Hoca not vermez, bırakmaz, değerlendirir.

- Belki de garazın vardı da bıraktın. 

- Taze kanlar "dışsal atıf" nedir çok iyi bildikleri için, "şu şu nedenlerle ben başaramadım, hocam" deme yerine, sizi suçlayarak kendi yetersizliğini, yeteneksizliğini, tembelliğini veya aylaklığını bir kenara itiyor. İşte! Taze kanlar ve canlar böyle olmalı! Seni kullanmalı, kullanamayınca da her tür çamuru da atmalı..

- Akademisyen geçinen bazı şarlatanları  "bilim adamı" sanmak için özel taze kan gerek!

- Ama taze kanlar hem okuyor hem yazıyor, hem geziyor hem azıyor, yalan dünyadan bile beziyor vaaay     

 - Bak bişey deyim. Senin saydığın dergiler idealist ve marksist yaklaşımların "totalleştirici," dolayısıyla, çağımızda geçerli olmayan görüşleri sunmaktadırlar. Bizim yardımcı doçentlerimiz çok daha güncel ve çağdaş ve "hip" olanları okuyor ve tartışıyorlar. Örneğin Critical Discourse Studies, Critical Inquiry, CTheory, Discourse & Society ve Semiotica gibi dergileri asla kaçırmıyorlar. Sayfa sayfa okuyorlar. Post-foucaultçu ve Post-Baudrillardçı tartışmalarla ufuklarını genişletiyorlar. 

-  Biz de Aa dinazora bak göbeğini bile kımıldatamıyor.

- Gözlüğünü tak da iyi bak; O göbek değil.   

- Bizim Halkla İlişkilerdeki yardımcı doçentlerimiz, yukarıda saydığın dergileri okumaya bile vakit bulamıyor; çünkü Journal of Public Relations Research, Public Relations Quarterly ve Public Relations Review gibi dergileri okudukarında zaten saatler gece yarısını geçiyor. Zavallılar her gün birkaç saat uyuyorlar zaten. rahatsız edip uyandırmayalım. [BACKGROUND VOİCE: Ninni söyleyen anne sesini taklit eden Tarkan]

_ Hayır hayır! yanılıyorsun, senin dünyadan haberin yok; bizim taze kan yardımcı doçentlerimiz daha çok çağdaş küresel dünyanın endüstri ve üniversite işbirliğine uygun bir şekilde Public Relations Strategist, Public Relations Tactics ve Strategic Public Relations gibi dergileri yakından takip ederek, vatana ve millete hayırlı akademisyenler olma çabasıyla harap oluyorlar. Senin gibi vatan haini değiller!. Allaan kart kanı!   

- Şey, affedersiniz! Bu genç kanlar ve canların (ve bu canların bazı hocalarının)  bu dergilerin isimlerini bildiklerini bile sanmıyorum.

- Olmaz öyle şey! Biliyorlardır bazı dergi isimlerini de, derginin kendisini görmemişlerdir. Bazıları da bir iki dergiyi görmüştür. Görmüştür sadece: Geçen tren gibi.

- Bazıları ise, dinazor hocalarından birkaçının  "antidemokratik zorlamalarıyla"  tezini yazarken okuttuğu için okumuştur veya okumuş süsü vermiştir; muhtemelen anlamamıştır; Sonunda da tezini ve hatta makalesini bu dinazor kart kanlı hocaları yazmıştır. Bu dinazor hocalar kart kanlarını emen bu asalakları sırtlarından atınca da, asalaklar dinazorlara düşman kesilmiştir.  

- Yok canım, hem dergileri okuyorlar hem de kitapları okuyorlardır. örneğin tezlerinde yabancı dilde bir sürü alıntılar var.

- Demek ki okuyorlar! Yoksa, birilerinin alıntılarından alıntı alıp sanki kendileri okumuş gibi mi yapıyorlar?

- Benim en son girdiğim doktora tez jürisinde, öğrenci birçok ingilizce kaynak kullanımış; o kaynakların bir paragrafını  bir ayda okuyup anlayacağını sanmıyorum. Ama alıntı yapmış. Ama nereden alıntı yapmış?

- Konuyu dağıtmayalım. Bizim yarrrrrdmcı doçentlerimize çamur attttmayalım. Onların her biri doktora öğrencisiyken, hatta yüksek lisan öğrencisi oldukları dönemden beri, araştırmalar yapmakta, uluslararası akademik dergilerde yayınlar yapmaktadır.

- Oh, iyi ki dedin! Hele Türkiye'deki dergilerde yoğun araştırmaya dayanan makaleleri yöntembilim ve  kuramda ne denli bilgili, yaratıcı, tutarlı ve sistemli olduklarının yaşayan kanıtları değil mi?

- Bi dakka, one monents, kamera şakası mı yapılıyor burada?

- Günaydın! 

- Niye alınıyorsun ki? Yarası olan gocunup alınsın. Yarası olmayan da, tembelliğin ve haddini bilmezliğin sözcülüğünü ve savunmasını yapmasın; yaşadığımız hipokrasi çağının işlediği yanlış duyarlılıkları bırakıp; doğru ve haklı olanı savunsun.

- Sen yardımcı doçent, doçent veya profesör olarak egemen durumun parçası değilsen, o zaman doğruyu söyleyeni besle; yanlışı ve tembelliği ve dedikodu kumkumasını, yalanları ve çamur atmaları yeniden-üretenleri değil.. 

- Tamam. Tamam. Bence,   Türkiye'deki yardımcı doçentlerin (ve elbette doçentlerin ve porfesörlerin) akademik üretim bağlamında neler yaptığının araştırılması gerekir. Bunu da elbette, yeni bilgilerle ve yaklaşımlarla donanımlı yardımcı doçentlerimiz, örneğin post-yapısalcı veya post-vatansever veya post-küreselsever söylem analiziyle derin anlamlar inşasıyla falan yapacaklardır hemen.

- Bence de. Ayrıca, profesörlerin her üç yılda bir  YÖK tarafından bilimsel çalılşmaları bağlamında değerlendirilmesi ve "oturan ve maaş alan profesör" ise, başka bir iş bulması için öneride bulunması gerekir.

 - Bence bu işi bağımsız karakter taşıyan bir kuruluşun yapması gerekir; belli çıkarların temsilciliğini yapan YÖK değil.

- Bırakın bunları. Konumuz çağdaş bilgi toplumunun süpermen ve süperkadınları olan yardımcı doçentlerin emeğe ve çalışana saygılı süper karakterleri ve süperdeğerleri. Onlara süper haksızlık yapılıyor. Onlar olmasa iletişim bilimi bir adım bile ilerleyemez. Fakülteyi, akademiyi ve bilimi sırtında taşıyan onlar [BACKGROUND VOİCE: istiklal marşı]. Sosyal bilimler sempozyumu gibi toplantılarda çoook yoğun çabalarla var olan bilgiyi irdeleyerek bizim bilimsel ufkumuzu genişleten ve toplumsal faydaya yaygın katkıda bulunan bilgi dolu araştırmaları sunan onlar değil mi?

- Hele iletişime başka alanlardan gelenlerin önemli bir kısmına ne dersiniz!?

- Yarabbi şükür, Allah sizi bize kurtarıcı olarak gönderdi" derim ve üzerine bilmediğim söylem analizi yöntemiyle söylem analizi çayı içerim.

- Başka alandan gelenlerin, bir ikisi dışında hepsi gelir gelmez, ilk işleri iletişim ile ilgili klasikleri ve çağdaş eserleri okumak olmaktadır.

- Ah, ne külfet, ah, ne ilgi  ve bu ne sevgiii aaaah, bu ne ızdıraaaap (BACKGROUND VOİCE: Bizi kurtar ya rab)

- Başka alandan gelenler "iletişim alanıyla ilgili olarak kendilerini birkaç gün içinde hızla geliştirdikten sonra, hemencecik kendi alanlarıyla süperhızla ve gayretle okudukları iletişim alanını ilişkilendirerek dersler vermekte, kitap ve dergilerde kendi alanlarıyla iletişimi kaynaştıran ve örneğin feminist, cinsel-mekanist ve vücutist iletişim sosyolojisinde gelişmemizi sağlayan çalışmalar yapmaktadırlar. Allah başımızdan eksik etmesin! 

- O zaman, İrfan Erdoğan'ın elli yıldır iletişim alanı özellikle siyaset bilimi ve sosyoloji alanının sömürgesi  olmaya devam ettiği ve kendi alanlarında dikiş tutturamayanların iletişim alanını doldurduğu gibi iddiaları geçersiz.

- İrfan Erdoğan'ın iddiaları iletişim alanına başka alanlardan gelip, iletişim alanını öğrenen  ve iletişim alanına katkıda bulunanlar için elbette geçerli değildir. Sosyal bilim egemen yönelimleri ve belli koşullarda yinelenen kalıpları da bulmaya çalışır. İrfan Erdoğan egemen yönelimden bahsediyor. İrfan'ın varsayımlarının çağdaş yöntemleri avucunun içi gibi bilen ve yaptıkları yoğun araştırmalarda kullanan yardımcı doçentler tarafından sınanması gerekir. Bu çalışkan yardımcı doçentlerimiz, elbette, bu tür araştırmaları sürekli yapıyorlar ve yapmaya devam edeceklerdir.

- Ayrıca irfan Erdoğan kin ve nefret dolu yüzlerce sayfa dışında ne yazıyor ki. [BACGROUND: kin ve nefre kusmayı göster ve "batsın bu dünya" maganda türküsü girsin, arkasından hu çekme sesleri gelip devam etsin ] 

- Allah bizi kıyma kıyma etsin, onların değerini kavrayamadığımız için!

- Allah razı olsun onlardan.

- Mekanları cennet olsun; mekanlar cinsel olmasın; mekanın cinsiyeti ile ahlakları bozulmasın; Fukocular ve post-yapısalcılar gibi dünyaya iki-bacak arasına taktıkları California'nın gözlükleriyle bakarak "her yerde kar var"şarkısını "her yerde taciz var" hastalığına dönüştürmesinler. [FADE OUT: Hu çekmeler]  

- Mekanın cinsiyeti dedin de aklıma geldi. Geçenlerde erkek bir mekan olan bizim toplantı salonu ile feminin mekan olan kadınlar tuvaleti barda karşılaşmışlar; birbirinden çoook hoşlanmışlar. İmam nikahı numarasını yutmayan feminin-mekan erkek-mekanın taleplerini ancak post-modern evlilikle karşılayabileceğini açıkça belirtmiş. Evlenmişler. Geçenlerde bir bebek mekan doğurmuşlar birlikte. Bu bebek mekanın cinsiyetini bir türlü anlayamamışlar, çünkü bebek mekan "ıngaa" deyip duruyorumuş. Büyüyüp kendi cinsiyetini kendi tayin edinceye kadar adını "ıngaaa mekan" koymuşlar.  ingaa mekan, az gitmiş uz  gitmiş, dere tepe düz gitmiş: her yere işemiş. Bir de dönüp bakmış ki arkasına, ne görmüş dersiniz?

- Bir dakika! Cinsiyet bir "conceptual" birimdir ve biyolojik karakterine göre ya dişidir ya da değil. Şimdi, bir odanın hangi biyolojik karakterine göre, cinsiyeti belirleniyor?

- Sen de çok cahilsin. Mekanın cinsiyeti özne olan insanın mekana atıflar yapmasıyla, o mekandaki erkek egemenliğiyle belirleniyor.

- Hakkaten mi? ben bunu bilmiyorduuum!

- Bu belirlemeyle mekan cinsiyete sahip oluyor. Sahip oluyor mu?

- Bak gördün mü? Sen çağdaş ilgileri ve bilgileri anlamıyorsun. Halkla İlişkiler Felsefesi olursa, mekanın cinsiyeti, mekanın etiği, mekanın felsefesi, mekanın epistemolojisi olmaz mı? Bal gibi olur ve Felsefenin ruhuna fatiha

- Çağdaş akademisyenin ilgisini sen anlayamazsın. Sen ancak iş koşulları, maddi ve düşünsel üretim tarzı ve ilişkileri gibi totalleştiren saçmalıklar üzerinde durursun. Sen mekanın rengiyle alışveriştekileri rahatlatma işinden ne anlarsın!  Vücudun ve mekanın dilinin önceliğinin farkında bile değilsin! kültürlerarası anlayış ve alışverişi kültürel sömürü sanırsın! Görsel tasarımla müşteri çekmenin akademik ve bilimsel değerini ne bileceksin sen! multi-medya sunumuyla  izleyicilerin anlamlandırması için post-modern çoklu inşalar deünyana yabancısın, çünkü sen medyayı egemen endüstriyel ve siyasal yapılar için işlevsel olan düşünsel ürünler üreten mertek sanırsın! Gıdıklamanın ve gülmenin arkeolojisi gibi sempozyum veya toplantılarla Erzurum'daki insanlık durumuna anlamlı ve derin-söylemsel çözüm önerileri getirmeyi anlayacak kapasitede değilsin ki! Erzurum'daki toplumsal yaşam ile bilgi-çağındaki gülmenin arkeolojisi arasında bağlar kurarak ve geri kalmış Erzurumu çağdaş bilim-toplumuna çekme çabalarını kavrayacak çarpık beyne ve vicdanı kirlenmişliğe, pardon taze kana, beyne ve çağdaş vicdana  sahip  değilsin ki! Gazetelerin ekonomi sayfalarında yapacağın söylem analiziyle (ekonomik indirgemecilik yerine) ekonomik derin anlam üretme gibi önemli şeyleri anlayacak, televizyon ve sinema metinlerindeki  ideolojik inşanın izleyicilerin bu inşayı yıkıp  kendine göre özgürce yeniden inşası ve kendine göre bir dünya kurmasıyla anlamını tümüyle yitirdiğini görecek göze sahip değilsin ki! Budak deliği seninkiler! Sen gündem saptırmadan ne anlarsın!  Sen gündem sıralamasını baş aşağı çvermekten ne anlarsın! Odun! Sen kederinden öl, herkes için daha iyi olur. Millet rahatlar yaa. Sana ne birileri yiyecek, içecek, kozmetik ve moda  endüstrilerinin maymunuysa! Maymun dediklerin, özgürce inşa-yıkıp yeniden inşalar yapmaktalar; özgürce ve bilinçlice tercihlerle "kendi tarzlarını" yaratmmaktadırlar.  Asıl maymun sensin! En iyi sen, ölü sendir! 

- Ben maymunun ve maymunluğun kötü ve maymunluğun da işlevsel olmadığını söylemedim ki. Trilyonlar kazandırıyor! milyarlarca insanın yönetilmesini sağlıyor! ANKAMALdan  özgürce seçip aldığın kazıklarla, pardon giyeceklerle kendi tarzını yarattın mı? Durma yarat! maymun, yine dilim sürçtü, pardon, kendin olduğunu kendine ve bize ispat et! 

-Ben kendi tarzımı istediğim yerden istediklerimi alarak yaratırım. çatla. Öl sıdandan! Ordaaaa bir şey var uzaktaaa. o şey bizim şeyimizdir. olmasak daaa yolmasak daaa, o şey biziiim şeyiimiiizdir.                

Birden çoook dokunaklı bir sesle "Ölmek mi?" dedi biri.

Kimseden ses çıkmadı. Sessizlikte eller soğuyan çaylara uzandı. Ölüm düşüncesinin soğuk atmosferini, yan odadan "münafıklar!" ile başlayan ve küfürlerle devam eden konuşma sesleri yırttı. Oda yırtık dalgalarla titredi.  "Ah cinsiyet değiştirebilsem; kadın olmak gibisi yok" diye buzdolabının soğuk prvanesinden çıkan feminin sesle seslendi kendine odadaki canlardan biri. Kendisi bile duymadı kendisini. Kendi içinde bir kendi vardı kendinden öte ve kendine düşman. Kendisi için sandığı başkalaşmış-kendine polislik ediyordu kendisi ve kendisi gibilere; ve ötekileşmiş öteki polislerden şikayet ediyordu..    

Bu sırada bir başka odada, "burayı komunistlerle doldurdunız" diye birisi karşısındakine asla reddedilemez en evrensel bir gerçeği açığa vuruyordu.  Karşısında oturan ve "herkese eşit mesafede durduğunu yaymaya çalışan (tarafsız) demokrat" da sessizce katılıyordu bu tavrın ortaçağına. (BACKGROUND VOİCE:  Eşit mesafe? tarafsız demokrat da ne demek? DESİN VE ARDINDAN bir ayı, bir armudun iyisi ve bir de trene bakıp dua eden birisi görüntüye girsin) 

- Affedersin ama, sen eşit mesafede durmak isteyebiİirsin, ama ötekiler seninle eşit mesafede durmak istemiyorsa, naaapacaksın? Adama  selam veriğyorsun ya trene bakar gibi bakıyor ya da poposunu dönüyorsa sana, napacaan? Durmadan popolara selam mı vereceksin? Popo selamcısı! Durmadan tren mi olmak istersin?  Düüüt, geçtin gittin; bu sırada, bakmadan bakıyor sana, çok bildiğini ve anladığını sandığı için. Geri geldin. Düüüt geçtin gittin. Hala bakıyor gördüğünü sandığı kör gözleriyle ve körleştirilmiş vicdanıyla.  Alışır mı dersin trene? Özler mi? Senin beklentilerin gerçekleşir mi: Aaaa, trene bak" der mi acaba? Diyebilir. Dediğinde, o artık eski kendisi değildir, nasıl ki sen şimdiki kendin değilsen.

[TREN SESLERİ devam ederken  BİR BANKAMATİK ÖNÜNDE SIRADA BEKLEYENLERE SWEEP İLE GEÇİŞ YAP VE BACKGROUND VOİCE ŞU CÜMLEYİ SÖYLESİN]:    O sırada,  Ankara'da pilot inceleme ve Anadoludaki kentlerde bilmediği araştırma tasarımıyla ve bilmediği istatistiklerle araştırmalar yapan, evrenden örneklem çıkartan ve  nüfusu "çoluk çocuk herkes, ahali" sanan profesör, doçent ve yardımcı doçent olmuşlar ve olacaklar arasında yer alan çok özel pre/pro-humanoidlerin bir aşağı seviyesindeki humanoidimsilerin sesisni yansıtan bir ses yükseldi gaipten: "Fakülteyi solcularla doldurdulaaar, fakülteyi batırdılaaaar, bitirdileeeer; ama, bağ şimdi bizim bağımııız, üzümünü şimdi biz yiyoruuuuz."

-Boğazınıza durur inşallah! Yediğiniz yetim haklarını lime lime kan olarak kusarsınız inşallah! Özel gemileriniz batar, villalarınız depremde başınıza yıkılır inşallah.

- Beddualar kabul edilseydi, dünya trilyonca kez batmıştı şimdiye kadar.

- Güçsüzün ve umutsuzun umudu dualar. başka nesi var ki çulsuzlar kitlesinin! Sakın dualarına, umutlarına, düşlerine dokunmayın onların! Yoksa, yönetenler nasıl yönetecekler! Allah razı olsun, TURKCELL olmasa bizi kim soyacaktı!     

- Cehalete bilgiçlik taslatan küresel egemenliğin, bilgiçlik taslayan cahillerden geçerek kendini yeniden üretmesi olmadan olabilir mi? 

[EZEL DİZİSİNDEKİ İHTİYARA GEÇİŞ YAP. YAKIN ÇEKİM, YÜZ. KONUŞAN KELLE DESİN Kİ];  Elbette tüm bunlar ve daha bir çok şeyler olurken, ve demokrasi ve özgürlük taslayan maaşlı serbest-köleler birbirini yemeye devam ederken, kervan rahatça yürüyor; kervancı memnun ve rahat gülümsüyor.

İyi didişmeler!

 

Not: Hayat hikayenizi gönderin,
 sayfaya sığarsa, basılır.

 

Hastalık Hastalığı (Hipokondriyazis) Nedir?

İçindekiler

Hastalık hastalığı (Hipokondriyazis) nedir?

Halk arasında “hastalık hastalığı” olarak bilinen hipokondriyazis eski çağlardan bu yana görülen “zihin-vücut” ilişkisinin bozulması halidir. Hastalığın “Hipokondriyazis” adını alması ise Hipokrat zamanına dayanmaktadır. Hipokrat’ın o dönemde kaburganın alt kısmını “Hipokondrium” olarak tanımlaması ve hastaların, ağrılarını genellikle bu bölgede yaşaması nedeniyle hastalık hastalığı “Hipokondriyazis” olarak adlandırılmıştır.

Hastalık hastalığı; kişinin ciddi bir hastalığı olduğunu düşünmesi ve vücudundaki belirtileri yanlış ya da abartılı okuması sonucunda oluşur. Yeterli tıbbi değerlendirme yapılmasına ve güvence verilmesine rağmen birey kendisinde bir hastalık olduğu düşüncesinden kurtulamaz.

Hastalık hastalığı (Hipokondriyazis) genellikle hangi yaş aralığında ve kimlerde görülür?

Hipokondriyazis sıklıkla yaşlarında görülmektedir. Kadınlarda ve erkeklerde görülme oranı neredeyse eşittir. Psikiyatriste başvuranların en belirgin özelliği ise psikiyatriste gitmeden önce birçok doktorla görüşmüş olmalarıdır. Ayrıca bu kişiler psikiyatristlerinden ve psikologlarından emin olamayıp sürekli değiştirme eğilimindedir.

Hastalık hastalığında hangi davranışlar görülür?

Hastalık hastalığı olan kişilerde sıklıkla görülen davranışlar şu şekilde sıralanabilir:

Hastalık hastalığı (Hipokondriyazis) nedenleri nedir?

Hipokondriyazisi diğer tanılardan ayıran en önemli faktör, sağlık kaygısıdır. Fakat bu kaygının temelinde ölüm korkusu yoktur. Sağlık ile ilgili duyulan endişe; daha çok fark edilme, ilgi odağı olma gibi hasta rolünün sağladığı ikincil kazançlardan kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda hastalık hastalığı; anksiyete ya da aşırı stresin sonucu da olabilmektedir.

Hastalık hastalığı, kişinin sosyal yaşamını nasıl etkiler?

Hastalık hastalığı neticesinde sosyal ilişkilerde bozulma görülebilir. Bu kişiler hasta olma korkusu ile aşırı meşgullerdir. Hasta olmamalarına rağmen hastalıklar hakkında yoğun araştırma yaparlar. İnternetten ve sağlık ile ilgili forum sitelerinde yazılan belirtilerin kendilerinde olup olmadığını kontrol ederler.

Gündemlerinin hastalıktan başka bir şey olmaması, çevresindeki insanların onlardan uzaklaşmasına neden olabilir. Bazen de ailelerinin ve arkadaşlarının hastalık hastalığını fark etmeleri, bu kişilerin çevrelerinden uzaklaşma eğilimi göstermelerine yol açabilir. Bu durum birçok doktora giderek onay ihtiyacı almaya devam etmelerini sağlar.

Hastalık hastalığı (Hipokondriyazis) başka psikolojik rahatsızlıkların ortaya çıkmasına neden olur mu?

Hipokondriyazis teşhis edilse bile bu kişilerin, ruh sağlığı uzmanı ile görüşme sıklığı oldukça düşüktür. Psikiyatrist ya da psikolog görüşmelerine gelmezler, gelseler bile devamlılık göstermezler. Çünkü yaşadıkları durumun psikolojik bir sorun olduğunu kabul etmekte zorlanırlar. Pek çok doktordan görüş almalarının amacı ise kendilerini onaylayan bir hekim bulma çabasından kaynaklanmaktadır. Hipokondriyazis tanısı olan kişiler, yoğun kaygı ve depresyon atakları konusunda da risk altındadır.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası