zeno nun bilinci ekşi / 19 | Mayıs | | ZAMAZİNGO

Zeno Nun Bilinci Ekşi

zeno nun bilinci ekşi

1 1

2 2

3 ITALO SVEVO YAŞLILIK 3

4 Senilità, Italo Svevo , Can Sanat Yayınları Ltd. Şti. Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. 1. basım: basım: Mart , İstanbul Bu kitabın 2. baskısı adet yapılmıştır. Ka pak ta sarımı: Utku Lomlu / Lom Tasarım ( Kapak baskı: Azra Matbaası Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi D Blok 3. Kat No: Topkapı-Zeytinburnu, İstanbul Sertifika No: İç baskı ve cilt: Ayhan Matbaası Mahmutbey Mah. Devekaldırımı Cad. Gelincik Sokak No: 6 Kat: 3 Güven İş Merkezi, Bağcılar, İstanbul Sertifika No: ISBN CAN SANAT YAYINLARI YA PIM VE DA ĞI TIM TİCA RET VE SA NAYİ LTD. ŞTİ. Hay ri ye Cad de si No: 2, Ga la ta sa ray, İstan bul Te le fon: () / / Faks: () w w w. c a n y a y i n l a r i. c o m y a y i n e v c a n y a y i n l a r i. c o m Sertifika No:

5 ITALO SVEVO YAŞLILIK ROMAN İtalyanca aslından çeviren Neyyire Gül Işık 5

6 Italo Svevo nun Can Yayınları ndaki diğer kitapları: Zeno nun Bilinci, Kötü Bir Şaka, Hayat İşte,

7 ITALO SVEVO, de İtalya nın Trieste kentinde doğdu de yayımlanan ilk romanı Hayat İşte, içedönük, çözümleyici yapısı ve başarısızlığa mahkûm kahramanının acılarını betimleyişi bakımından roman türüne büyük yenilikler getirmesine karşın fazla ilgi görmedi de yayımlanan Yaşlılık ın da ilgi görmemesi üzerine yazmayı bıraktı. James Joyce la tanışması, Svevo nun yazgısını değiştirdi. Romanları Joyce tarafından çok beğenilince Svevo, Zeno nun Bilinci ni () öbür kitapları gibi kendi olanaklarıyla yayınladı. Birkaç yıl sonra Joyce, romanı tanınmış iki Fransız eleştirmene gönderince, Svevo bir anda üne kavuştu. Şair Eugenio Montale nin övgü dolu eleştirilerine karşın İtalya da tanınması zaman aldı. Svevo, Zeno nun Bilinci nin devamı niteliğindeki bir roman üzerinde çalışırken, 13 Eylül günü bir araba kazasında öldü. NEYYİRE GÜL IŞIK, Ankara da doğdu. Yükseköğrenimini Floransa Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü nde tamamladı. İÜ Edebiyat Fakültesi nde İtalyan Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı ile İspanyol Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı nda öğretim üyeliği yaptı. Gasset, Svevo, Ibáñez, Goytisolo, Sciascia, Tabucchi gibi yazarların eserlerini dilimize kazandırdı. Yaşar Kemal in Sarısıcak adlı kitabı ile Nâzım Hikmet in Memleketimden İnsan Manzaraları nı İspanyolcaya çevirdi; İspanya: Bir Başka Avrupa adlı bir kitap yayımladı. Halen Complutense Üniversitesi Edebiyat Fakültesi nde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri veriyor. 7

8 8

9 1 İlk iş olarak, söylediği ilk sözlerle, kızı uyarmayı istedi; pek ciddi bir ilişki kurup da yükümlülük altına girmek niyetinde değildi. Üç aşağı beş yukarı şöyle dedi yani: Seni çok seviyorum, yine senin iyiliğin için, istiyorum ki anlaşalım da çok ihtiyatlı davranalım. Bu sözler öylesine ihtiyatlıydı ki bunların, birine duyulan aşktan ötürü söylendiklerine inanmak güçtü; biraz içten konuşsaydı şöyle demesi gerekirdi: Sana bayılıyorum ama benim yaşantımda gönül eğlencesinden başka bir şey olamazsın. Benim başka görevlerim var, mesleğim, ailem. Ailesi mi? Topu topu bir kız kardeşi, ne manen ne de maddeten fazla yer tutan, ufak tefek, soluk benizli, kendisinden birkaç yaş küçük ama karakterinden, belki de yazgısından ötürü daha yaşlı. Aralarında bencil ve genç olan kendisiydi; kızcağız kendini unutmuş bir anne gibi onun için yaşıyordu; ama bu, ondan, kendi yazgısına bağlanmış, olanca ağırlığıyla üzerine yüklenmiş bir başka önemli yazgı olarak söz etmesini engellemiyordu; işte böyle, omuzlarını onca sorumluluğun baskısı altında çökmüş duyarak, yaşamın bir ucundan öbür ucuna, ihtiyatla ilerlemekteydi; her türlü tehlikeden ama aynı zamanda zevkten, mutluluktan sakınıyordu. Otuz beş yaşında, yüreğinde doyumsuz kalmış bir zevk ve aşk isteği 9

10 vardı, yaşamanın tadını çıkaramadığından, şimdiden buruklaşmıştı; kafası ise kendi kendisine ve karakterinin zayıflığına karşı korkuyla doluydu; ama doğrusu ya, bu da deneyim değil, kuşku düzeyindeydi. Emilio Brentani nin meslek yaşamı daha karmaşıktı; çünkü her şeyden önce iki uğraştan, birbirinden kesinlikle ayrılmış iki amaçtan oluşuyordu. Bir sigorta şirketindeki küçük memuriyetinden ufacık ailesinin geçimini çıkarıyordu. Öteki uğraşı edebiyattı ve kendisini üç-beş kişinin tanımasının dışında herhangi bir yarar sağlamıyordu edebiyat tutkusundan çok gururunu tatmin ediyordu bu ama zahmetli bir yanı da yoktu nasıl olsa. Uzun yıllar önce, kent basınının göklere çıkardığı bir roman yazmıştı, sonra kendisine güvenmediğinden değil, üşendiğinden, hiçbir şey yapmamıştı. İkinci hamur kâ ğıda basılmış roman, kitapçı raflarında sararmıştı; ama basıldığında Emilio dan yalnızca geleceğin büyük umudu olarak söz edilmişken şimdi kentin kısıtlı sanat bilançosunda adı yazara çıkmıştı işte. O ilk yargı bir daha yenilenmemiş, evrim geçirmişti. Yapıtının beş para etmediğinin açık seçik bilincinde olduğundan, geçmişe bakıp böbürlendiği yoktu ama hem yaşamında, hem sanatında hep hazırlık aşamasında bulunduğuna inanıyordu; yüreğinin derinliklerinde kendi kendini henüz etkinliğe geçmemiş, yapım halinde, dâhiyane bir makine sayıyordu. Hep bekleyerek yaşıyordu, sabırsızdı, beyninden gelecek bir şeyi, sanatı; dışarıdan gelecek bir şeyi, talihi, başarıyı bekliyordu; tükenmez enerji yaşını çoktan geride bırakmamıştı sanki. Angiolina, iri mavi gözlü, uzun boylu, sağlam yapılı ama ince endamlı, kıvrak bir sarışın, yaşamın ışığı yüzüne vurmuş, amber sarısına sağlığın pembeliği karışmış, yanında yürüyordu; başını, her yandan saran altının ağırlığıyla bükülmüş gibi bir yana eğiyordu, işittiği sözlere 10

11 bir yorum çıkarmak istermiş gibi her adımda zarif şemsiyesiyle dokunduğu yere dikmişti gözlerini. Anladığını sandığında, Ne tuhaf! dedi, mahcup mahcup bakıyordu göz ucuyla, Benimle hiç böyle konuşan olmadı. Anlamamıştı ama erkeğin kendisine düşmeyen bir görevi, onu tehlikeden uzak tutma görevini üstlendiğini görerek pek hoşlanmıştı. Sonuç olarak, onun kendisi ne sunduğu sevgi tatlı bir ağabey sevecenliğine büründü. Bu ilkeler dile getirildikten sonra, berikinin içi rahatladı, yeniden duruma uygun bir dil kullanmaya başladı. Uzun yıllar boyunca kendi isteğinin olgunlaştırıp incelttiği âşıkdaşlık laflarını o sarışın başın üstüne yağdırdı, gel gelelim o sözleri söylerken sanki o anda, An gio lina nın mavi gözlerinin sıcaklığından doğmuşlar gibi yenilendiklerini, gençleştiklerini duyuyordu. Yıllardır duymadığı bir duygu kapladı içini; düşünceler, sözcükler yüreğinin ta derinliklerinden fışkırıyordu sanki; neşesiz yaşantısının o anına garip, unutulmaz bir dinlenme, bir huzur görünümü veren bir ferahlıktı bu. Bir kadın ayak basıyordu o yaşama! Gençlikle, güzellikle pırıl pırıl parlayan o kadın, o yaşamı baştan aşağı aydınlatacak, isteklerle dolu, yapayalnız, hüzünlü geçmişi unutturacak, gelecek için neşe vaat edecekti; kendisi için hiçbir tehlikesi olmazdı bunun kuşkusuz. Kıza, kolay, kısa süreli bir serüven arayışı içinde yaklaşmıştı; şu sık sık kulağına gelen ama kendi payına hiç düşmemiş, düşmüşse bile hatırlanmaya değmeyen türden serüvenlerden. Doğrusu başlangıçta hem kolay hem kısa süreli gözüküyordu. Şemsiye tam kendisine yaklaşma fırsatı verecek anda yere düşmüştü, hatta Neredeyse mahsus yapar gibi! kızın dantellere sarılı beline takılmıştı; ne kadar çekiştirse çıkmıyordu. Ama sonra o insanı şaşırtan tertemiz profilin, o güzelim sağlığın karşısında söz sanatı meraklılarının gözünde yozlaşma ile sağlık 11

12 uzlaşmaz yanılmaktan korkarak kendini tutmuş, sonunda yumuşak çizgileri özenle çizilmiş bir gizemli yüzü seyre dalmıştı, daha şimdiden hayatından memnun, şimdiden mutluydu. Angiolina kendisiyle ilgili pek az şey anlatmıştı birinci kez ama tüm varlığıyla kendi duygularına gömülmüş bulunan Emilio bu kadarcığı da işitmedi. Kız yoksul, hem de pek yoksul olmalıydı ama şimdilik geçimini sağlayabilmek için çalışmak zorunda değilmiş bunu şöyle bir üstten alan edayla bildirmişti. İşte böyle olunca serüven daha da tatlılaşıyordu; çünkü insanın canı eğlenmek istediğinde açlığı yakında duymak keyif kaçırıcıdır. Demek oluyor ki Emilio soruşturmayı pek derinleştirmemişti ama çıkardığı mantıksal sonuçlar, bu kadarcık bir temele de dayansa yüreğine su serpmeye yeter sandı. Eğer genç kız, berrak bakışlarının düşündürdüğü gibi dürüst idiyse, elbette onu baştan çıkararak kendisini tehlikeye sokacak değildi; yok eğer o profilin, o gözlerin söylediği yalansa, oh ne âlâ, böylesi daha da iyi olurdu. Her iki durumun da eğlencesi vardı, sakıncası yoktu. Angiolina giriş söylevinden pek bir şeyler anlamamıştı ama lafın gerisini anlamak için yoruma gerek duymadığı gün gibi açıktı, en çetin sözcüklerin bile yanlış anlaşılır yanı yoktu. Güzelim yüzü yaşamın renkleriyle ışıldadı, iri ama biçimli eli Emilio nun tertemiz bir öpücüğünden kaçmadı. Sant Andrea terasında uzun süre durdular, yıldızlı, berrak ama aysız gecede, durgun, renkli denize baktılar. Aşağı yoldan bir araba geçti, çevrelerini saran sessizlikte, tekerleklerin inişli çıkışlı zeminde çıkardığı tıkırtı upuzun bir süre onlara kadar geldi. Eğlence olsun diye kulak kabarttılar, ta her şeyin sustuğu derin sessizlikte yavaş yavaş yitip gidinceye değin izlediler o sesi, ikisi de aynı anda duymaz olduklarına sevindiler. Kulaklarımız pek iyi anlaşıyor, dedi Emilio gülümseyerek. 12

13 Diyeceğini demişti, artık konuşma gereksinimi duymuyordu. Uzun süren bir sessizliği şu soruyla bozdu: Acaba bu karşılaşma bize şans getirecek mi? Mutluluğundan yüksek sesle kuşkulanma gereksinimini duymuştu. Kim bilir! diye yanıtladı kız, erkeğin sesinde duyduğu heyecanı kendi sesine de katmaya çabalıyordu. Emilio yeniden gülümsedi ama saklanması gerektiğini düşündüğü bir gülümsemeyle. O giriş söylevinden sonra, kendisini tanımış olmak Angiolina ya ne şans getirebilirdi ki? Sonra ayrıldılar. Kız onun kendisini kente götürmesini istemedi, o da uzaktan izledi, bütün bütün ayrılmak elinden gelmiyordu. Ah, o ne incecik endamdı öyle! Kaygan bir çamur kaplı parke taşlarına sağlam bedeninin olanca rahatlığıyla, güvenle basa basa yürüyordu; bir kedininkileri andıran o güvenli adımlarda ne büyük bir güç ve ne büyük bir zarafet birleşmişti. Kaderde hemen ertesi gün Angiolina hakkında, onun anlattığından çok fazlasını öğrenmek varmış. Öğle üzeri, kıza Corso da 1 rast geldi. Talihin bu beklenmedik gülüşü Emilio ya canla başla bir selam verme olanağını bağışladı, şapkasını başından öyle geniş bir hareketle çıkardı ki, az kalsın yere değdirecekti; kız başını hafifçe eğerek karşılık verdi ama selamın eksiğini cıvıl cıvıl, enfes bir bakışla tamamladı. Sorniani adında, sarı benizli, sıska, söylentilere göre kadın düşkünü, üstelik boş kafalı, dedikodularıyla hem kendine, hem başkalarına zarar veren biri, Emilio nun koluna asıldı, o kızı nereden tanıdığını sordu. İki erkek aslında çocukluk arkadaşıydı ama yıllardır birbirleriyle konuşmamışlardı, Sorniani nin kendisine yaklaşma gerek- 1. Ana cadde. (Ç.N.) 13

14 sinimi duyması için civardan bir dilberin geçmesi gerekiyormuş anlaşılan. Tanıdıklarımın evinde tanıştım, diye yanıtladı Emilio. Şimdi ne havalarda acaba? diye sordu Sorniani, Angiolina nın geçmişini bildiğini, bugününü bilmediğine de pek sıkıldığını belli ediyordu. Ne bileyim ben. Sonra başarılı bir umursamazlık taklidiyle ekledi: Bana aklı başında bir kızcağızmış gibi geldi. Ağır ol bakalım! diye kesti Sorniani; tam tersini belirtmek istermiş gibi kararlı konuşmuştu ancak kısa bir sessizlikten sonra düzeltti: Aslında ben bir şey bilmiyorum, ben tanıdığımda başından bir kez karanlık bir olay geçmişti ama herkes yine de namusludur, diyordu. Emilio nun daha fazla kurcalamasına hiç gerek bırakmadan anlattı; kızcağızın başına az kalsın devlet kuşu konuyormuş ama sonradan, artık suç kendinde miymiş başkasında mı bilinmez, pek kötü bir duruma düşmüş. İlk gençliğinde Merighi diye biri ona deli divane tutulmuş, pek yakışıklı bir adammış Sorniani gerçi adamı hiç beğenmemişmiş ama şimdi ne yalan söylesinmiş üstelik hali vakti yerinde bir tüccarmış. Kıza çok dürüst davranmış, ailesini pek gözü tutmadığından, almış, evine, annesinin yanına götürmüş. Kendi annesinin yanına! diye bağırıyordu Sorniani. Sanki o salak herif adamı salak, kızı namussuz göstermek için elinden geleni ardına koymuyordu dışarıda cilveleşemez miymiş, ille de annesinin gözü önünde mi yapmalıymış? Sonra aradan birkaç ay geçmiş. Angiolina aslında hiç ayrılmaması gerektiği evine kös kös geri dönmüş. Merighi de birtakım hatalı yatırımlarda bulunarak yoksul düştüğünü ileri sürerek annesini alıp kentten gitmiş. Kimileri diyorlarmış ki işin içinde iş varmış. Merighi nin annesi, Angiolina nın bir kepazeliği- 14

15 ni yakalamışmış da kızı evden kovmuşmuş. Sonra Emilio hiç sormadan olaya daha başka yorumlar da getirdi. Ama konuyu pek ilginç bulduğundan, coştukça coşuyordu, aklına eseni söylediği apaçık ortadaydı. Brentani de tümüyle inanabileceği sözcüklerden, herkesçe bilinmesi gereken olaylardan ötesine kulak asmadı. Meri g- hi yi görmüşlüğü vardı; uzun boylu, atlet yapılı, tam Angiolina ya göre bir erkekti. Ticarette idealist davranıyor diye anlattıklarını, hatta kınadıklarını hatırlıyordu; gözünü daldan budaktan esirgemiyormuş, çalışa didine dünyayı ele geçireceğini sanıyormuş. Sonunda, işi gereği her gün karşılaştığı kişilerden o gözü pekliğin Merighi ye pahalıya patladığını duymuştu, adamcağız ticarethanesini tam bir iflasla kapamıştı. İşte bu yüzden Sorniani nin lafları boşa gidiyordu çünkü Emilio artık olup bitenleri yerli yerince bildiğini düşünüyordu. Merighi yoksul düşüp kendine güvenini yitirmişti, aile kuracak cesareti kalmamıştı; varlıklı, ciddi bir burjuva hanımefendisi olmaya hazırlanan Angiolina da böylece bir gönül eğlencesine dönüşmüştü. Kızcağıza yürekten acıdı. Sorniani, Merighi nin sevgi gösterilerine tanık olmuşmuş. Birçok kez onu pazar günleri eski Sant Antonie Kilisesi nin kapısında, kız içeride diz çökmüş dua ederken bekler görmüşmüş, öylece dalmış, loşlukta bile ışıklar saçan o başı seyrediyormuş. Çifte tapınma, diye düşündü Brentani duygulanarak, Merighi nin yüreğinde hangi sevecenlikle o kilisenin eşiğine çakılıp kalmış olabileceğini kolaylıkla sezebiliyordu. Budala, diye noktaladı Sorniani. Sorniani nin anlattıkları Emilio nun gözünde serüvenin önemini artırdı. Kızla yeniden buluşacağı perşembe gününü iple çeker oldu, sabırsızlığı çenesine vurdu. En yakın arkadaşı, Balli adında bir heykeltıraş, o ta- 15

16 nışmayı hemen ertesi gün haber aldı. Bu kadar bedavadan eğlenebilecekken kendimi neden bundan yoksun bırakacakmışım? diye sordu Emilio. Balli durup dinledi, ne kadar şaştığı yüzünden okunuyordu. Brentani yi on yılı aşkın bir süredir tanırdı, bir kadın yüzünden böyle kendinden geçtiğine ilk kez tanık oluyordu. Onu nasıl bir tehlikeyle yüz yüze bulunduğunu hemen fark etti, düşüncelere daldı. Beriki itiraz etti: Ben mi tehlikedeyim? Bu yaşımda, feleğin çemberinden geçmiş bir adam? Brentani feleğin çemberini diline dolamıştı. Bu adı verebileceğini sandığı şeyi kitaplardan edinmişti: hemcinslerine karşı büyük bir güvensizlik, büyük bir küçümseme. Balli ise merdiven dayadığı kırk yaşından daha iyi yararlanmıştı, deneyimleri ona arkadaşının deneyimlerini değerlendirecek bilgiyi sağlıyordu. Emilio kadar kültürlü sayılmazdı ama onun üzerinde, yine onun izni, hatta isteğiyle, bir tür babalık yetkesi kurmuştu; Bren ta ni nin yazgısı gerçi pek neşeli değildi ama hiçbir tehdit de gizlemiyordu, yaşamında hiçbir beklenmedik şey olmuyordu ama, yine de kendisini güvencede duymak için böyle destekler arıyordu. Stefano Balli uzun boylu, sağlam yapılıydı, yüzü şu yaşlanmak nedir bilmeyen bronzlaşmış yüzlerden biriydi, masmavi gözleri gencecik ışıldardı; yaşını ele veren tek şey kumral saçlarına düşmüş kırlar, özenle düzeltilmiş sivri sakalı, tertipli, biraz sert duruşuydu. Merak ettiği ya da acındığında tatlı, gözlemci gözleriyle bakardı ama o bakışlar en sıradan bir çatışma ya da tartışmada çelik gibi sertleşirdi. Başarı onun da yüzüne gülmüş değildi. Kimi jüri, eskizlerini geri çevirirken bile şu ya da bu özelliğini övmüştü, gel gelelim İtalya da sanat pazarlarından hiçbirine hiçbir yapıtı ulaşamamıştı. Ne var ki o, başarısızlığın- 16

17 dan ötürü hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmamıştı. Yapıtlarını ara sıra tek tük sanatçıya beğendirmekle yetiniyordu, sanatı çok özgün olduğu için çok kişi tarafından beğenilemeyeceğini, yığınlara ulaşamayacağını düşünüyordu; kendine çizdiği yolda bir kendindenlik ülküsü, bir bilinçli sertlik, bir yalınlık ya da kendi deyimiyle bir düşünce saydamlığı peşinde ilerlemişti, sonunda başkalarından kaynaklanan her türlü düşünce ya da kalıptan arınıp kendi sanatçı ben ine ulaşacağına inanıyordu. Çalışmalarının sonucunun başarısız olabileceğini kabul etmiyordu, gel gelelim benzeri görülmedik bir kişisel başarı, gizlediği, hatta yadsıdığı bazı doyumlar vermeseydi, kahırlanmaktan, mantık yürüterek kurtulamazdı; o güzelim ince uzun bedenini dimdik gezdirmesine hayli yardımı oluyordu o doyumların. Hırslı olduğundan, her şeyden önce vermek nedir bilmemesine karşın, kadınlardan gelen sevgi onun gözünde gururunu okşamaktan ileri giden bir şeydi; başarıydı ya da başarıya çok benzeyen bir şey. Kadınlar, sanatçının aşkına, hoşlanacakları türden bir sanat olmadığı halde sanatını da severlerdi. Kendi dehasına olan inancı yüreğine böylece kök salmış, sevildiğini, hayranlıkla seyredildiğini duyarak, üstün insan tutumunu olanca doğallığıyla sürdürüyordu. Sanatta acımasız, pervasız yargılarla ortaya çıkıyor, toplum içinde fütursuz davranıyordu. Erkekler kendisinden pek hoşlanmaz, o da ancak kendisini zorla kabul ettirebildiği kimselere yanaşıyordu. On yıl kadar önce, Emilio Brentani gelip ayağına takılmıştı; o zamanlar delikanlıydı, kendisi gibi bencilin biriydi ama kendisi kadar talihli değildi, Balli ona ısınıvermişti. Başlangıçta onu kendisine hayran diye başkalarına yeğlemişti; çok sonraları alıştı, sevdi, onsuz edemez oldu. İlişkileri Balli nin damgasını taşıyordu. İhtiyatlı Emilio nun aslında istemeyeceği kadar sıkı fıkı oldular, heykeltı- 17

18 raşın tek tük ilişkilerinin hepsi gibi, içli dışlı bir ilişki kurdular. Düşünsel ilişkileri ise görsel sanat alanıyla sınırlı kaldı, bu alanda en ufak bir fikir ayrılıkları bile yoktu; çünkü görsel sanatlarda bir tek ilke vardı: Balli nin kendini adadığı, şu klasik denilen sanatçıların bizden alıp götürdüğü yalınlığı ya da saflığı yeniden kazanmak ilkesi. Kolay uzlaşmışlardı; Balli öğretiyordu, öteki öğrenmeyi bile beceremiyordu. Aralarında konuşurlarken Emilio nun karmaşık yazın kuramlarından hiç söz etmiyorlardı; çünkü Balli bilmediği her şeyden nefret ederdi. Emilio da arkadaşının her şeyinden etkilendi; yürüyüşünden, konuşmasından, hatta el kol hareketlerinden. Sözcüğün gerçek anlamıyla erkek olan Balli başkasından bir şey almazdı; Brentani nin yanındayken de, kendisini gözünün içine bakan o yığınla dişiden birinin yanındaymış gibi duyabiliyordu. Emilio da serüveninin tüm ayrıntılarını dinledikten sonra, Eh, dedi, gerçekten de belli bir tehlikenin bulunduğunu sanmıyorum. Öyle tam zamanında yere düşeceği tutan bir şemsiye ile hiç naz etmeden verilen randevu bunun ne çeşit bir serüven olduğunu açık etmiş bile. Ya, sahi, diye onayladı Emilio ama aslında kendisinin o ayrıntılara pek önem vermemiş olduğunu, Balli parmak basınca, yeni olaylarla karşılaşmışçasına şaşırdığını söylemedi. Yani Sorniani haklı mı sence? Sor nia ni nin anlattıklarını dinlerken o ayrıntıları dikkate almış değildi elbette. Balli ihtiyatı elden bırakmadı. Hele benimle bir tanıştır da, ne olduğuna sonra karar veririz. Brentani, kız kardeşinin yanında da çenesini tutamadı. Amalia, asla güzel olmamış bir küçükhanımdı; upuzun, kupkuru, renksizdi Balli, onun annesinden soluk doğduğunu söylerdi genç kıza benzer bir elleri kal- 18

19 mıştı; bembeyaz, incecik, kalıptan dökülmüşçesine biçimli, gözü gibi baktığı elleri. Ağabeyinin kendisine bir kadından ilk kez söz edişiydi bu; onun saf, tertemiz sanarak söylediği, oysa dilinde istekle, aşkla dolan sözleri, Amalia şaşkınlık içinde, benzi solarak dinledi. Henüz hiçbir şey anlatmamıştı ki kız ürktü, Balli nin uyarısını yineledi: Aman bir saçmalık edeyim deme. Sonra her şeyi anlatmasını istedi, Emilio da yüreğindeki hayranlığı ve o ilk akşamın mutluluğunu tasarılarına, umutlarına hiç değinmeden açığa vurabileceğini sandı. Aslında işin en tehlikeli yanını açığa vurduğunu fark etmiyordu bile. Kız durup dinledi, şunu bunu istemek için sözünü kesmesin diye hiç ses çıkarmadan sofra hizmetini görüyordu. Kitaplığa çevrilmiş eski dolapta boy gösteren beş yüz tane aşk romanını da aynı havayla okumuştu kuşkusuz, ne var ki şimdi duyduklarından şaşkınlık içindeydi ama pekâlâ farkındaydı bambaşka bir biçimde etkileniyordu. Edilgen bir dinleyici olarak kalmıyordu, bir başkasının yazgısına tutkulanıyor değildi; kendi yazgısı yeni baştan canlanıyordu. Aşk evden içeri girmişti bir kez, yanı başında yaşıyordu, ağlarını örerek, tedirgin. Amalia nın içinde günlerini tüketmiş olduğu durgun havayı dağıtıvermişti, kız şimdi kendi yüreğine şaşkınlıkla bakıyordu, bu haliyle nasıl olup da zevk almayı ve acı çekmeyi istememiş diye. İki kardeş aynı serüvene sürükleniyordu. 19

20 20

21 21

Paradoksa girmek ne demek

Ladese girmek ne demek

Paradoks ne demek? paradoks genel anlam itibariyle ‘aykırı düşünce’ ya da ‘çelişki’ şeklinde tabir edilmektedir. bunu bir örnekle açıklamak gerekirse; ‘’başından beri bize karşı çevremizde bir kalabalık, gerçek dışı bir grup olarak kaldık, toplumsal bir paradoks olarak. a. i̇lhan paradoks nedir. Paradokslar yüzyıllar boyunca insanları büyülemiş ve hayrete düşürmüştür. paradokslara, edebiyat, bilim ve matematik'ten günlük yaşama kadar. Paradoks nedir Paradoks çeşitleri neler? tarih içinde bilinen ilk paradoks örneği giritli paradoksu adı ile bilinmektedir. eski yunan filozofu epimenides'e ait bir paradoks. - Paradoks ne demek, kısaca paradoks nedir - bio bilgi. Kendi içinde çelişkiliymiş gibi görünen, mantıksal olarak hem doğruluğu, hem de yanlışlığı kanıtlanabilen önerme. antik çağ yunanlılarında paradoks deyimi yaygın düşünceye aykırı düşünceyi dile getiriyordu ve özellikle parmenides ile zenon’un aporia (çıkmazlık) ’larıyla antinomia (çatışkı) ’larında örneklenmişseafoodplus.infoks nedir? örnekleri ve özellikleri nelerdir? - shall we. chevy litre engine Paradoks nedir, ne demektir, tanımı, örnekleri (felsefe konuları) genel anlayışa aykırı, inanılmaz, tuhaf, harikulade, beklenmedik, hayret edilecek fikir veya söze; diğer bir ifadeyle, herkesçe kabul edilmiş olan fikre veya önceden keşf ve tahmin olunan veya hakikata benzeyen şeye aykırı olan görüş veya söze paradoks denir.

Paradoks kavramı da, tam da bu noktada devreye giren bir kavramdır. İnsan zihninde var olan ve de doğruluğuna kesin olarak inanılan bilgilerin ya da ifadelerin, kendi içerisinde çelişkili olması ve insan mantığının sınırlarına ters düşmesi paradoks olarak adlandırılmaktadır.

Demek ne paradoksa girmek

Paradoks içindeki aykırılık her zaman o fikrin yanlışlığını göstermez. O fikrin alışılmışın dışında olması ve mantığa uymaması durumunu ifade eder. Türkçe kelime anlamı olarak paradoks; çelişki, karşıtlık, tezatlık, çatışkı, yanıltmaç şeklindedir. Yani herhangi bir ifadenin insan sezgileriyle bağdaşmamasını vurgular.

Paradoks - sayfa 37 - ekşi sözlük. Paradoks nedir? button to like this content button to share content button to report this content button to embed this content on another site. Paradox paradox Yirmi birinci yüzyılın devrim niteliğindeki kılavuzu olan zaman paradoksu, zaman ile kurduğumuz bireysel ilişkilerimizi keşfetmenin ve hayat. Paradoks ne demek paradoks kelime kökü olarak, karşı (para) ortak fikir (doxa) anlamına gelir. paradoks nedir sorusunun cevabına gelecek olursak, paradoks terimi, kendisine vermek istediği kuvvete göre üç temel anlamı kabul eder. en güçlü anlamıyla, bu bir anlatı, bir metin, temelde çelişkiler üzerinedir. O zaman tolerans, toleranssızlığın meydana gelmesine neden olabilir. ernosto laclau (), toleransta karar-verilemezlik olduğunu ifade eder. tolerans.

Demek girmek paradoksa ne

Paradoks nedirParadoksalParadoxParadoksa girmek ne demekParadoks nedir örnekleri

Paradoks nedir sorusuna olabildiğince açık ve net bir açıklamada bulunmak istiyoruz. kişiye göre doğru olarak kabul edilen her ifade aynı zamanda sezgilere bağlı olarak çelişkiye düşme durumu olarak adlandırılmaktadır. kişilere bu tür çelişkili durumların verilmesi durumunda beyin egzersizleri yaparak zihni açtıkları. Paradokslar.

Girmek demek paradoksa ne

Paradoksa girmek ne demek Paradoks nedir bir örnek veriniz. Paradoks ne demek paradoks kelime kökü olarak, karşı (para) ortak fikir (doxa) anlamına gelir. paradoks nedir sorusunun cevabına gelecek olursak, paradoks terimi, kendisine vermek istediği kuvvete göre üç temel anlamı kabul eder. en güçlü anlamıyla, bu bir anlatı

Girmek demek ne paradoksa

1-tavsan kaplumbagayı gecemez. 2-havadakı ok hareket etmez. 3-aslinda hicbirset hareket edemez. vb. spacetime continuum u yaran stable veya yiyorsa. unstable bir wormhole e atlayarak oyle dassakli bir. hareket yaparak zamanda yolculuk edip o wormhole a. atladigin zamana geri gelip atlayamadan once kendi kafana tabancayi dayayarak "dodge this

Paradoks: nedir, örnekleri ve hakkındaki her şey! - dusge. Paradoks kelimesinin sözlük anlamı nedir? geniş bir anlamı bulunan paradoks kısaca ‘çelişki’ ya da ‘aykırı düşünce’ şeklinde yorumlanmaktadır.

bets10

Kararınız ne olurdu? Gördüğünüz üzere tüm paradokslar, aslında hayatın içerisinde karşımıza çıkacak olan ihtimallerden ibaret. Elbette kaplumbağa ile Aşil yarışı gerçekçi bir ihtimal değil, ancak hayatta sürekli bir yere yetişmeye çalıştığımız için Aşil gibiyiz.

Girmek ne demek paradoksa

Paradoks şuradan kaynaklanmaktadır: 1-) eğer 'tüm giritliler yalancıdır' önermesini doğru kabul edersek, kendisi de giritli olan epimenides'in yalancı olması gerekir. eğer epimenides yalancıysa, tüm söyledikleri gibi, 'tüm giritliler yalancıdır' önermesinin de yanlış olması gerekir. önermenin hem doğru hem yanlış. Paradoks müdahale nedir? ters psikoloji. birçok kişi tarafından paradoks müdahale ters psikoloji ile ilişkilendirilir. ters psikoloji denilince verilen en yaygın örneklerden birisi şudur. sakın pembe bir fil düşünme.. paradoks müdahaleler uygularken psikoterapistler danışanınlarına onları rahatsız eden ve terapiye. Paradokslar Paradokslara, edebiyat, bilim ve matematik’ten günlük yaşama kadar çok değişik alanlarda rastlanır. ne tür paradoks olursa olsun ortaya çıkan sorular ve karışıklık hem ilginç, hem de eğlendiricidir. özellikle matematiksel paradokslar yeni buluşlara yol açabilir. 1) i̇kiye bölme paradoksu: bir yolcu, belirli bir uzaklığa gidecektir. - Olbers paradoksu - vikipedi. Paradoks, ilk bakışta doğru olan bir ifade veya akıl yürütme etkinliğinin bir çelişki oluşturması, çıkmaza sürüklemesi ve durumun içinden çıkılamaz bir seafoodplus.infoks nedir? beyin eriten paradoks örnekleri! - tamindir. hayatımızdaki paradokslar Paradoks. 1. herhangi bir insanın sahip olduğu bir özellikten ne kadar nefret ederseniz, bundan kaçınma olasılığınız o kadar artar. carl jung, başkalarındaki bizi rahatsız eden özelliklerin, kendimizde inkar ettiğimiz kısımların yansımaları olduğuna inanıyordu. hatta freud buna, yansıtma şeklinde atıfta bulunurdu.

Berjaya

Paradoksal konuşmak kitabı ve fiyatı - hepsiburada. Paradoks nedir?. iienstitu. Burada vikipedi'de bulunan paradoksların bir listesini bulacaksınız. listedeki paradokslar temalarına göre sınıflandırılmıştır. Paradoksa Paradoks nedir? paradoks, görünüşte doğru olan bir ifade veya ifadeler topluluğunun bir çelişki oluşturması veya sezgiye karşı bir sonuç oluşturmasıdır. çoğunlukla, çelişkili görünen sonuç veya sonuçların aslında çelişkili tarafları vardır. paradoks teriminin karşılığı olarak türkçe’de yanıltmaç. Kateqoriya: paradokslar - vikipediya. Titanoboa, açık ara farkla dünya üzerinde kendisine yer bulmuş en büyük yılan. Zeno paradoksu nedir? - soru & cevap.. orijinal soru: zenon paradoksunda gerçekten paradoks var mı? zenon paradoksu, aşil paradoksu veya ok paradoksu.

Paradoksa Paradoks nedir? paradoks, görünüşte doğru olan bir ifade veya ifadeler topluluğunun bir çelişki oluşturması veya sezgiye karşı bir sonuç oluşturmasıdır. çoğunlukla, çelişkili görünen sonuç veya sonuçların aslında çelişkili tarafları vardır. paradoks teriminin karşılığı olarak türkçe'de yanıltmaç.

Demek paradoksa girmek ne

Simpson paradoksu - ekşi sözlük. Zeno paradoksu nedir?. soru & cevap - evrim ağacı. Yazan: me yüce — in this study, the literature on the concept of paradoxical thinking has been reviewed. keywords: paradox, paradoxical thinking, paradoxical leadership, . Kullanılan cümlenin Hem mantıksal paradokslar hem de edebi paradokslar edebiyatta sıklıkla görülür. bazı edebi paradoks örneklerine bakalım. paradoks örnekleri. Elma sirkesi sivilceye i̇yi gelir mi? . Yamyam paradoksu (çat›flk›s›): bilinen bilmecedir. yam-. kataloglar paradoksu: bu yüzy›l›n bafl›nda matematikçi-. n› bularak ulaflm›flt›r. Yüzyıllardır felsefi düşüncenin ana merkezinde olan paradokslar, her zaman karşılaştığımız durumları farklı yorumlamamıza olanak sağlar. paradokslar sayesinde doğru bildiğimiz her şeyin yanlış olduğunu da düşünebiliriz. peki paradoks tam olarak nedir? zihninizi zorlayacak örneklerle birlikte açıkladık.

Paradoksu nedir Yazgı paradoksu (diğer adlarıyla nedensel döngü, nedensellik döngüsü veya daha az bilinen isimleri kapalı döngü, kapalı zaman döngüsü), bilimkurguda tema. Paradoks nedir. Paradoksların İkilemler, paradokslar ‎ - 3sutun. Paradoksal Kafanızı kurcalayacak 10 paradoks - onedio. Kategori: matematiksel paradokslar - vikipedi.

Girmek paradoksa demek ne

Quyida paradokslar roʻyxati keltirilgan. mantiq. timsoh dilemmasi: agar timsoh bir bolani oʻgʻirlasa va uni otasiga timsoh nima qilishini topish sharti bilan. Psikoloji, kişisel gelişim, nlp ile ilgili konular hakkında bilgi alabilir, psikolojiyle ilgili makaleler, haberler, köşe yazıları bulabilirsiniz. Paradóks haqqinda məlumat. paradóks nə deməkdir? paradóks sozunun menasi, paradóks nedir?, paradóks ne demek. Paradoks nedir Paradoks şuradan kaynaklanmaktadır: 1-) eğer 'tüm giritliler yalancıdır' önermesini doğru kabul edersek, kendisi de giritli olan epimenides'in yalancı olması gerekir. eğer epimenides yalancıysa, tüm söyledikleri gibi, 'tüm giritliler yalancıdır' önermesinin de yanlış olması gerekir. önermenin hem doğru hem yanlış.

Girmek paradoksa ne demek

Borsaya girmek ne demek? Borsa için kısaca, hisse senetlerinin ve finansal ürünlerin işlem gördüğü organize bir organizasyon diyelim. Buraya girmeniz demek, herhangi bir finansal şirkette kendi adınıza bir hesap açmanız demektir. Bunu açınca artık borsaya girmiş oluyorsunuz. Sonrasında bir miktar para koyup, bir şeyler alıp

Paradoks (. παράδοξος - qəribə, gözlənilməz) — ayrılıqda düz olan iki və ya daha çox fikrin bir araya gəldikdə ziddiyyət yaratmasıdığru zənn etdiyimiz fikir sonda səhv və ya əksinə də ola bilər. bütün yunanlar yalançıdır deyən yunan epimenides tarixə məlum olan ilk paradoksun müəllifidir.. epimenidesin yunan olub bu fikri söyləməsi. Paradóks sözünün mənası nədir? paradóks sözünün izahı. Hayatımızdaki paradokslar Türkçedeki anlamı karşıtlık ve tezatlık olan paradoks hakkında birçok tanım yapılırken, yakın geçmişe kadar, kabul görmüş tez veya düşüncelerin yanlışlığını kanıtlamak için geliştirilen antitez veya ifade olarak değerlendirilmiştir. fakat günümüz felsefesinde paradoks kavramı çok daha fazla genişletilerek oldukça farklı tanımları yapılmıştır. Hil yayınları paradokslar kitabı - michael clark fiyatı, yorumları.

4- Hazırlık yapın. Anal seks yapmadan önce bağırsaklarınızı tamamen boşaltmak, ilişki sırasında hoş olmayan sürprizler yaşanması ihtimalini ortadan kaldıracaktır. İçinizin rahat etmesi için eczaneden temin edeceğiniz bir lavman setiyle de bağırsaklarınızı boşaltmayı kolaylaştırabilirsiniz.

Girmek paradoksa ne demek

Matematiksel paradokslar. özel ders alanı. Paradoks fr. paradoxe. a. 1. aykırı düşünce: başından beri çevremizde bize karşı bir kalabalık, gerçek dışı bir grup olarak kaldık, toplumsal bir.

Ne demek paradoksa girmek

şikayetvar eminevim Şikayetvar eminevim. Nesneler isik hizina yakin hizlarla hareket ederlerse zamanda daha yavas ilerlerler. paradoks soyle oluyor (ornekle aciklayacagim sonra konuya baglayacagim).

Paradoks Zaman paradoksu - eoin colfer ürününün 1 adet mağaza içerisinden ücretsiz kargo seçeneği ile en uygun mağaza fiyatlarını inceleyip, mağazaya git butonuna. Paradoks nedir paradoks Paradoks nedir? tdk sözlük anlamı - kelimeler.

Belki kullanabilirim sorusu ile başlayan süreç, korku ve merak ile ateşlenir ve daha sonra içinden çıkılmaz bir paradoksa girilir.

Paradokslar kitabı - michael clark. Paradoks uzun yıllardır kökleşmiş inanışlara aykırı bir düşüncedir. bu şekilde ortaya atılan düşünce olarak da açıklanabilir. kısaca özetlemek gerekirse paradoks çelişkidir denebilir. mantıkla çelişir. ama doğru olan kavramların oluşturduğu bir kısır döngüdür. paradoks nedir? çok daha basit bir anlatım deneyelim. tabi anlatabilirsek. Paradoksların Quyida paradokslar roʻyxati keltirilgan. mantiq. timsoh dilemmasi: agar timsoh bir bolani oʻgʻirlasa va uni otasiga timsoh nima qilishini topish sharti bilan. Delta varyantının baskın hale gelmesiyle etkinliğinin nasıl değiştiği, hastalığın aşılılarda ağır hastalığa neden oluş ve hastaneye. Paradoks nedir paradoks i̇sim fransızca kökleşmiş inanışlara aykırı olarak ileri sürülen düşünce cümle 1: başından beri, çevremizde bize karşı bir kalabalık, gerçek dışı bir grup olarak kaldık, toplumsal bir paradoks olarak. - a. i̇lhan benzer kelimeler paradoksal sponsorlu bağlantılar bu yazıda neler var paradoks nedir paradoks örnekleri.

Hac ve Umre ibadeti sırasında yapılması farz olan ihram nedir? Her ne kadar ihram denince sadece bir kıyafet akla gelse de, ihram ve ihrama girmek daha derin anlamı olan bir terimdir. İhram; Hac veya umreye niyet eden kimsenin diğer zamanlarda yapması helal olan bazı davranışları, hac ve umrenin rükünlerini veya bütün adabını

Örneğin, bir işe girmeniz için tecrübe sahibi olmanız gerekirken, . Görünüşte doğru olan bir ifade veya ifadeler topluluğunun bir çelişki. Paradoks nedir, örnekleri nelerdir, paradoks, görünüşte doğru olan bir ifade veya ifadeler topluluğunun bir çelişki yaratması veya sezgiye karşı bir sonuç yaratmasıdır. çoğunlukla, çelişkili gözüken sonuç veya sonuçların aslında çelişkili tarafları vardır. paradoks teriminin karşılığı olarak türkçe’de yanıltmaç, çatışkı ve çelişme sözcükleri de. Paradoks nedir Delta varyantının baskın hale gelmesiyle etkinliğinin nasıl değiştiği, hastalığın aşılılarda ağır hastalığa neden oluş ve hastaneye.

Paradoks Ne Demek? Paradoks genel anlam itibariyle ‘aykırı düşünce’ ya da ‘çelişki’ şeklinde tabir edilmektedir. Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse; ‘’Başından beri bize karşı çevremizde bir kalabalık, gerçek dışı bir grup olarak kaldık, toplumsal bir paradoks olarak. A. İlhan Paradoks Nedir?

Paradoksların Türkçe'ye fransızca paradoxe kelimesinden girerek türemiştir. etimolojik anlamda. Paradox paradoxe paradoks Paradoks nedir? » bilgiustam.

Paradoks nedir? 12 ay önce. görüntüleme. 7 dakikada okunabilir. bir giritli adam, bütün giritli adamlar yalan söyler demiş, ama bunu söylerken doğru söylemişse, demek ki bütün giritli adamlar yalan söylemiyor, bu durumda o zaman, demek ki bu giritli adam yalan söylemiş, ama dediğine göre bütün giritli adamlar yalan. Yazan: d savasta — i̇letişim ağlarının günlük hayatımızdaki gerekliliğinin bilinciyle bu çalışma, cihazlar ve insanlar arasındaki ilişkinin paradokslar ve zorluklar babıseafoodplus.infoks nedi̇r? paradoks kısaca anlam çatışmasıdır. görünüşte doğru olan bir ifadenin veya ifadeler topluluğunun bir çelişki oluşturmasına paradoks denir. ayrıca, insan zihninin doğru olarak kabul ettiği ancak yanlış olan birçok düşünce vardır ve bu düşüncelerin hepsi birer paradokstur. paradoks, insanı. (i̇leride anlatılacak olan zenon paradoksu'nda olduğu gibi.) paradokslar, düşünmeyi sevenler için çok eğlencelidir. bir paradoks, soru olarak sorulduğunda cevabı. Paradoks nedir? paradoks örnekleri nelerdir?. ansiklopedik.

Show bahis Zaman zaman yalancı paradoksu veya giritli paradoksu olarak da anılmıştır. paradoks şuradan kaynaklanmaktadır: eğer tüm giritliler yalancıdır önermesini doğru. Zamansal paradoks - vikipedi. Günlük hayattaki sıradanlığa yeni bir bakış kazandıran. Türkçe kelime anlamı olarak paradoks; çelişki, karşıtlık, tezatlık, çatışkı, yanıltmaç şeklindedir. yani herhangi bir ifadenin insan sezgileriyle bağdaşmamasını vurgular. mantık ve matematik sorularında sonucu yanlış olsa da anlatış tarzı doğru görünen ifadeler için de paradoks kelimesinin kullanıldığı görülmüştür. Bir yetimhaneye küçük bir kız çocuğu bırakılır. bu çocuğa jane adı verirler ve. Paradoks nedir, ne demektir, tanımı, örnekleri (felsefe konuları). Gündelik hayatımızda sıkça karşımıza çıkan ergenlikte bu kavramlardan biridir.. ergenlik dönemi bol bol paradokslar içeren bir dönemdir.

Paradoksa ne demek girmek

Paradoksal ne demek? aykırı düşünce niteliğinde olan. çelişkili pradoxical. paradoksal olarak paradoxically paradoks (felsefe) düşünceler arasında tartışmaya açık, kesin bir yargı içermeyen.

paradoksal nedir ve paradoksal ne demek sorularına hızlı cevap veren sözlük sayfası. (paradoksal anlamı, paradoksal ingilizcesi, ingilizcede paradoksal, paradoksal nnd)

Burada vikipedi'de bulunan paradoksların bir listesini bulacaksınız. listedeki paradokslar temalarına göre sınıflandırılmıştır. İlgili dosya: paradokslar üzerine. socrates'in paradoksu. bilidiğim tek şey hiç bir şey bilmediğimdir. thompson'un lamba paradoksu. bir lamba 1/2 dakika. Paradoks nedir? paradoks, görünüşte doğru olan bir ifade veya ifadeler topluluğunun bir çelişki oluşturması veya sezgiye karşı bir sonuç oluşturmasıdır. çoğunlukla, çelişkili görünen sonuç veya sonuçların aslında çelişkili tarafları vardır. paradoks teriminin karşılığı olarak türkçe’de yanıltmaç. Paradoks nedi̇r: paradoks, görünüşte doğru olan bir ifade veya ifadeler topluluğunun bir çelişki veya sezgiye karşı bir sonuç doğrumasıdır. paradoks teriminin karşılığı olarak türkçe’de yanıltmaç ve çatışkı sözcükleri de kullanılmaktadır. paradokslara matematikten günlük yaşama kadar her alanda rastlanır. kimi zaman kendiliğinden oluşan paradokslar.

Paradoks nedir? Paradox mods. install mods or upload your own to heighten the experience of your favourite games. age of wonders: planetfall. browse all 94 mods. Paradoksun Paradoks nedir? beyin eriten paradoks örnekleri! - tamindir.

Zeno paradoksu nedir? zeno'nun dikotomi paradoksunun çözümü, matematikte değil, fizikte olabilir. 28 ocak Olbers paradoksu - vikipedi. Paradoks örnekleri Paradoks nedir?; yunanca karşı, karşıt, zıt anlamına gelen para önekiyle, fikir düşünce anlamına gelen daxos sözcüğünden oluşmuş bir kelimedir paradoks. Paradoksal düşünme - dergipark.

Paradoks nedir? paradoks ne demek? - gazetekale. zaman paradoksu Paradokslar yüzyıllar boyunca insanları büyülemiş ve hayrete düşürmüştür. paradokslara, edebiyat, bilim ve matematik'ten günlük yaşama kadar.

Paradoksa girmek ne demek Paradoks ne demek? tdk 'ya göre paradoksal ve paradoks. Paradoks nedir, ne demektir, tanımı, örnekleri (felsefe konuları) genel anlayışa aykırı, inanılmaz, tuhaf, harikulade, beklenmedik, hayret edilecek fikir veya söze; diğer bir ifadeyle, herkesçe kabul edilmiş olan fikre veya önceden keşf ve tahmin

Hem ayranım dökülmesin hem yoğurdum ekşimesin ne demek. 26 Ekim Bağımlılık döngüsü nedir. Bağımlılık döngüsü nedir, bağımlılık nedir ne anlama gelir bu konuda sizlere kısa bilgiler vereceğiz. korku ve merak ile ateşlenir ve daha sonra içinden çıkılmaz bir paradoksa girilir. Ben bağımlı

"doğduğu günden itibaren" seafoodplus.info hadisenin oluşması sebebiyle oluşan durumlara kaynak göstermek amacıyla da kullanılabilir. örn: sözlük ortaya çıktığı günden mütevvelid gecem gündüzüme derdest oldu, aylarım şikest oldu. otisabi. arapça kökenli, "velede" (doğmak) fiilinden türemiştir. dundick

Paradoksa girmek ne demek

  • Amatic (Book of Aztec, Lovely Lady, Book of Fortune);
  • Yggdrasil (MultiFly!, HippoPop, Cazino Cosmos);
  • NetEnt (Space Wars, Dead or Alive 2 Feature Buy, Divine Fortune);
  • Play’n Go (Book of Dead, Legacy of Dead, Rich Wilde and the Tome of Madness);
  • Thunderkick (Midas Golden Touch, Big Fin Bay, Beat the Beast: Griffin’s Gold);
  • Microgaming (The Finer Reels of Life, Immortal Romance, Book of Oz);
  • Red Tiger (Gonzo’s Quest Megaways, What the Fox MegaWays, Wild Hot Chilli Reels);
  • Spinomenal (Majestic King, Book of Guardians, 4 Horsemen);
  • Boongo (Sun of Egypt 2, Book of Sun: Multichance, Hit the Gold!).

Paradoksa girmek ne demek

“İnsanı ısıran ve sokan kitaplar okumalıyız, okuduğumuz kitap bir yumruk indirerek bizi uyandırmıyorsa ne işe yarar ki” demiş Franz Kafka. İşte sizi ısıracak ve bir yumruk gibi uyandıracak 30 mükemmel kitap.
Aspidistra, George Orwell, Can Yayınları, sayfa

Aspidistra[1]

Daha çok Hayvan Çiftliği ve Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı ünlü yapıtlarıyla bilinen İngiliz yazar George Orwell, bu romanında ’lar İngiltere’sinde sınıf atlama özlemini  benzersiz bir kara mizahla eleştirir. Bir reklâm ajansında metin yazarlığı yapan Gordon Comstock, kapitalizmin yutturmacası olarak gördüğü reklâmcılıktan nefret eder ve orta sınıfın bu boğucu yaşamından kaçarak şairliğe soyunur. Hatta bu uğurda sevgilisinden ayrılmayı bile göze alır. Ancak romanın sürpriz sonunu yine sevgilisi yaratacaktır.
İntihar, Jack London, Oda Yayınları, sayfa

İntihar-–-Jack-London

Jack London‘un yapıtları arasında edebi değeri en yüksek ve içki tutkusu üzerine yazılmış son derece yalın, gerçekçi, gerilim dolu bir roman. Kitap, o kadar geniş bir yankı yapmış ki, ’da Amerika’da içki yasağının uygulanmasına yol açan etkenlerden biri olmuş. Din adamları, içki içenleri kınamak için romanı dayanak olarak kullanmışlar. Jack London, kendi yaşam öyküsü olan bu roman üzerine Irving Stone’a şu satırları yazmış: “İntihar’da gerçeği tüm çıplaklığıyla yazamadım. Yazamadım, çünkü bu kadarına cesaretim yoktu.”
Animal Triste, Monika Maron, Alef Yayınları, sayfa

Alman yazar Monika Maron‘un mükemmel romanı. Temelde bir aşk hikâyesini anlatsa da bundan çok daha fazlasıdır ve kitabın anlatıcısı ismini bilmediğimiz oldukça yaşlı bir kadındır. İkinci Dünya Savaşı, Doğu Almanya’da geçen gençlik ve yetişkinlik yılları, Berlin Duvarı’nın yıkılması, yaşayamadığı gençlik aşkı ve yaşadığı değişimler… Tam bir Almanya dramı…
Kayboluş, Georges Perec, Ayrıntı Yayınları

Kayboluş-Georges-Perec

Bu kitapla ilgili iki inanılmaz gerçek var. Birincisi Fransız sosyolog ve yazar Georges Perec, bu kitabı Fransızcanın en çok kullanılan sesli harfi olan “e”yi hiç kullanmadan yazmış. İkincisi kitabı çeviren Cemal Yardımcı romanı hiç “e” harfi kullanmadan Türkçeleştirmiş. İkinci Dünya Savaşı’nı, anasının, babasının kayboluşuna tanık olan bir çocuk olarak yaşayan yazar, hayatına damgasını vuran boşluğu bu olağanüstü romanında bir harfi ortadan kaldırarak yansıtmış. Ama daima yaptığı gibi, hüznünü coşkulu bir mizahla sarıp sarmalayarak, acı olanı gülünç, anlamsız olanı kurgusal kılarak, sıkıntılarından oyunlar çıkararak… Bu paradoksal yaklaşım baştan sona romana sinmiştir. Bir açıdan hoş bir fantastik komplo öyküsüdür.
Zeno’nun Bilinci, Italo Svevo, Can Yayınları, sayfa

İtalyan yazar Italo Svevo‘nun başyapıtı. Yarıda kalan bir ruh bilimsel çözümleme olan bu roman, Zeno Cosini isimli hastanın psikanaliz seanslarına inancını yitirmesi sonucu doktorunu yüzüstü bırakmasını ve bunun üzerine doktorun ondan öç almak için seanslar sırasında not ettiği Zeno’nun öz yaşam öyküsünü kamuoyuna sunmasını anlatır. Kitap, doktorun durumu açıklayan önsözü ile başlar. Ardından hastalık hastası, evhamlı, hileci, tekbenci (solipsistik), kararsız ve aylak Zeno’nun yaşamı ile baş başa kalırız. Ancak ondan nefret etmeden …
Onca Yoksulluk Varken, Emile Ajar, Agora Kitaplığı, sayfa

Onca-Yoksulluk-Varken

Fransız yazar Romain Gary‘in Emile Ajar takma adıyla yayımladığı kitap. ’te Fransa’da Goncourt Ödülü almış. Kitap, bir hayat kadınının oğlu olan Momo (Muhammed’in kısaltılmışı) isminde Arap bir çocuğun, annesi fahişelik yapan sahipsiz çocuklara bakan Yahudi Madam Rosa‘yla birlikte geçen hayatını anlatıyor.
Buddenbrooklar: Bir Ailenin Çöküşü, Thomas Mann, Can Yayınları, sayfa

Yazarın 25 yaşında kaleme aldığı ilk romanı. Kuzey Almanya’da yaşayan zengin bir burjuva ailenin ve aile ticarethanesinin birkaç kuşak boyunca geçirdiği değişimi ele alır. Buddenbrooklar, modern yaşama ayak uyduramayan saygın bir ailenin çöküşünün öyküsüdür: Doğumlar, evlenmeler, boşanmalar, ölümler, başarılar, başarısızlıklar… Orta sınıf yaşamının ustalıklı bir portresini çizen roman, aynı zamanda kaybolan burjuva değerler için bir ağıt niteliğindedir. ’da Nobel Edebiyat Ödülü‘ne değer görülen roman modern edebiyatın klasikleri arasında…
Filin Yolculuğu, Jose Saramago, Kırmızı Kedi, sayfa

jose_saramago_filin_yolculugu-kapak

yüzyılda, Portekiz kralı III. João, kuzeni Kutsal Roma-Germen İmparatoru II. Maximilian’a hediye olarak fil (Süleyman) göndermek ister. Bunun üzerine fil terbiyecisi Subhro ve Süleyman kendilerine eşlik eden korumalarla birlikte yola çıkarlar. Kitap genel olarak bu yolculuk sırasında Subhro ve Süleyman’ın başından geçenleri anlatmaktadır. Hinduizm, mistisizm ve Hıristiyanlık hikâyeleriyle bezenmiş bu romanda Subhro‘nun erdemli ruh hali, pasifist felsefesi ve yaşama bakışındaki doğallık ile Süleyman’ın emir kabul etmeyen doğası çok şey öğretiyor.
Sıfır Noktasındaki Kadın, Neval El Seddavi, Metis Yayıncılık, sayfa

Sıfır-Noktasındaki-Kadın

Dünyanın herhangi bir köşesinde herhangi bir insan sıfır noktasında kıskıvrak bekliyor. Umutsuz, çaresiz, ölümle yaşam arasındaki sınırda. Neval El Seddavi, ölüm hücresinde Mısırlı fahişe Firdevs‘le konuşuyor ve onun yaşam öyküsünü aktarıyor. Bu dünyada kadın olmanın, “fahişe” olmanın ne anlama gelebileceğini anlatıyor.
Dostoyevski’nin Hatıraları, Anna Dostoyevski, İhsan Kitap, sayfa

Dostoyevskinin-Hatıraları-Anna-Dostoyevski

Sizi hiç bilmediğiniz bir Dostoyevski ile tanıştıracak olan bir kitap. Kitapla ilgili fikir sahibi olmak için de şu alıntı yeterli sanırım: “O zamanki kişiliğimi göz önüne aldığımda evliliğimizin felaketle son bulması bana pek mümkün geliyor. Fiyodor Mihayloviç’i hakikaten büyük bir aşkla seviyordum, fakat bu aşk, birbirine denk yaşlarda olmayı gerektiren fiziki bir aşk veya tutku değildi. Tamamen platonik bir aşktı benimkisi. Daha çok bir tapınmaydı, son derece yüksek ruhi değerlerle mücehhez mükemmel bir varlık karşısında secdeye kapanmaydı. Bütün hayatını yakınlarına adamış, sırf bunun için bile olsa sevgi ve ihtimam göstermesi gerekenler tarafından ihmal edilmiş; gün yüzü görmemiş mustarip bir adama karşı içten bir acımaydı benimki. Onun hayat yoldaşı olmak, yükünü paylaşıp hayatını kolaylaştırmak ve ona mutluluk vermek gibi hayallerim vardı; fakat o bunların da ötesinde benim tanrım, benim putum olmuştu. Sanırım bütün hayatımı onun ayakları önünde secdeye kapanarak geçirebilirdim. Ne var ki bütün bu yüksek duygu ve hayaller taarruza geçen katı gerçekler tarafından yerle bir edilebilirdi.” Anna Dostoyevski.
Fedailerin Kalesi Alamut, Vladimir Bartol, Koridor Yayıncılık, sayfa

Fedailerin-Kalesi-Alamut

Hikaye yüzyıl İranında, kendini peygamber ilan eden Hasan Sabbah‘ın, seçilmiş bir grup insanı intihar suikastçısına dönüştürerek bölgede hakimiyet kurmak için çılgınca ve aynı zamanda zekice bir plan tasarladığı Alamut Kalesinde geçmektedir. Güzel kadınların, yemyeşil bahçelerin, şarap ve haşhaşın göz boyadığı sanal bir cennet yaratan Sabbah, genç savaşçılarını emirlerine uydukları takdirde bu cennete gidebileceklerine inandırır. Kendilerini onun yoluna adayan, ölmeyi de öldürmeyi de göze almış olan bu küçük orduyla hükümdar sınıfına gözdağı verebileceğini düşünür. Sabbah kendi deyimiyle insanların saflığını kullanıp dine adanmışlığı politik emellerine alet eder. Artık kapılar onun için ardına kadar açılmıştır.
Ufuk Çizgisi, Antonio Tabucchi, Can Yayınları, 90 sayfa

Gerilim romanı. Romanın kahramanı Spino, İtalya’nın bir liman kentinde, morgda görevlidir. Getirilen cesetleri, özelliklerine göre sınıflandırıp bir deftere kaydetmekte, ancak bunu yaparken cesetlerle arasında duygusal bağlar kurmaktadır. Bir gün kendi gençliğine çok benzettiği bir delikanlının cesedi getirilir. Ardından bu cesedi kimse arayıp sormaz. Spino, ölen bu delikanlının hayatını çok merak eder ve delikanlıyı araştırmaya başlar. Delikanlıyı tanıdığını umduğu bazı insanlarla iletişime geçer. Ancak ardından, kimden geldiği belli olmayan gizli mesajlar ve bilinmedik yerlerde randevu teklifleri alır…
Dişi Kurdun Rüyaları, Cengiz Aytmatov, Ötüken Neşriyat, sayfa

Dişi-Kurdun-Rüyaları-Cengiz-Aytmatov

İç içe geçmiş farklı öyküleri anlatan romanda; fiziksel ve karakteristik olarak diğer kurtlardan ayrılan Akbar ve Taşçaynar isimli iki kurdun Mujunkum Ovası’ndaki yaşam mücadelesi, bu yaşam mücadelesi ile zaman zaman kesişen uyuşturucu kaçakçılarının ve Kırgız çobanlarının hayat hikâyeleri anlatılmaktadır.
Dublinliler, James Joyce, Aylak Adam, sayfa

Dublinliler

Yazarın 22 yaşında kaleme aldığı ilk önemli yapıtı. Kentin yoksullarının canlı bir portresini sunan ve onların “kaba saba” dillerini kendi edebiyatının ögelerinden biri haline getiren emsalsiz bir roman. Bozguna uğramış yaşamların gözünü budaktan sakınmayan bir gerçekçilikle kaleme alınışı ve toplumsal çöküş, cinsel arzu, istismar ve yozlaşmayı usta bir dille aktarıyor.
Denizi Yitiren Denizci, Yukio Mişima, Can Yayınları,  sayfa

Yukio Mişima, bir yıl öncesinden hazırlanarak gerçekleştirdiği intiharı ile dünyada yankı uyandıran tanıyabileceğiniz en ilginç Japon yazarlardan biri. Romanları da kendi gerçekliği kadar ilginç ve cesur. Yazdığı 40’a yakın kitap arasında en güzellerinden biri Denizi Yitiren Denizci. Dul bir kadın ile ergenlik çağındaki oğlu Noboru‘nun hayatına giren bir denizciyi anlatan romanda, yaşıtlarıyla bir çete kuran Noboru‘nun ilk tanıştığında denizler fatihi bir kahraman olarak gördüğü denizcinin annesiyle evlenerek sıradan birine dönüşmesinin şokunu atlatamaması mükemmel bir şekilde işleniyor…
Düşüş, Albert Camus, Can Yayınları, 99 sayfa

Düşüş-Albert-Camus

Bu kitap, herhangi bir düşünce ya da savı özellikle öne çıkarmaya çalışmadan, yalın bir anlatım ve özgün bir kurgu içinde, zengin bir düşünce duygu yüküyle, çağdaş dünyayı ve insanlarını derinlemesine sorgulayıp yargılar, çirkinliklerini ve düşkünlüklerini sergiler. Ama, aynı zamanda, bu dünyada yaşayan, dolayısıyla şu ya da bu biçimde, şu ya da bu ölçüde onun sorumluluğunu taşıyan bireyler olarak tek tek her birimize bir ayna tutar, eski avukat Jean-Baptiste Clamence’ın öyküsü aracılığıyla, bize kendini tehlikeye atmadan yaşayanların, yani hepimizin ve her birimizin benzersiz öyküsünü anlatır. “Düşüş”ün yayımlanmasından bir yıl sonra Camus’nün Nobel Ödülünü kazanması da bir rastlantı olmasa gerek…
Doğu Avrupa’da Yolculuk, Gabriel Garcia Marquez, Can Yayınları, sayfa

Doğu-Avrupada-Yolculuk-Gabriel-Garcia-Marquez

Márquez’in ’lerde gazeteci olarak Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkelere yaptığı seyahatin bir güncesi olan bu kitap, Doğu Almanya’dan başlayıp Çekoslovakya, Polonya, Macaristan ve Sovyetler Birliği’ne uzanan bir serüveni anlatır. Márquez’in yol arkadaşları, gözlemleri, dönemin toplumsal ve siyasi gelişmeleri, yorumları her şeyi bir gerçeklikten gelmektedir.
Boşluk, Barbara Kingsolver, Pegasus, sayfa

Boşluk-Barbara-Kingsolver

Meksika’nın sıcak kalbi ve ’lerin soğuk McCarthy Amerikası arasında kalan bir adamın güvenlik arayışının, insanın içine işleyen hikayesini anlatan bir roman. Amerika’da dünyaya gelip Meksika’ya giden Harrison Shepherd, sosyetenin basamaklarını tırmanmaya çalışan uçarı annesi Salomé için bir yüktür. Meksikalı ressamlar Diego Rivera ile Frida Kahlo’nun ve Frida’yla aşk yaşayan, sürgündeki Bolşevik lider Lev Troçki’nin evlerinde çalışmaya başlayan genç Shepherd, kendini istemeden de olsa sanat ve başkaldırının içinde bulur. Şiddetli bir ayaklanma onu II. Dünya Savaşı’na yeni kapılmış Amerika’ya sürükler. Ancak siyasi rüzgârlarla gerçek ve yalan, kuzey ve güney arasında savrulmaya devam edecektir…
Algernon’a Çiçekler, Daniel Keyes, Koridor Yayıncılık, sayfa

Algernona-Çiçekler-Daniel-Keyes

Çok düşük bir IQ ile doğan Charlie, bilim adamlarının, zeka seviyesini artıracak deneysel ameliyatı gerçekleştirmeleri için kusursuz bir adaydır. Bu deney Algernon adındaki laboratuvar faresinde test edilmiş ve büyük bir başarı elde edilmiştir. Ameliyattan sonra, Charlie’nin durumu günlüğüne yazdığı raporlarla takip edilmeye başlanır. İlk yazdığı raporlara çocuksu bir dil ve imla hataları hakimdir. Ve sonra ameliyat etkisini göstermeye başlar. Charlie artık, insanların kendisiyle dalga geçemeyeceğini ve bir sürü arkadaş edineceğini, aşık olduğu kadına açılabileceğini düşünür. Fakat zekası normalin çok üstüne fırladığından, çevresinde yadırganır, kıskanılır ve istemiş olduğu arkadaşları edinmekte yine başarısız olur ve yine yalnızdır… Bu deney, son derece önemli bir buluş olarak görülüyordu, ta ki Algernon’da ani bir gerileme baş gösterene kadar…
Sybil, F. R. Schreiber, E Yayınları

Sybil

Gerçek bir yaşam öyküsünden alınan kitap, küçük yaşlarda geçirdiği travmalar sonucu çoklu kişilik bölünmesi yaşayan ve 16 farklı kişiliğe sahip olan Shirley Ardell Mason‘un Doktor Cornelia B. Wilbur ile gerçekleştirdiği terapi seansları ve bu seanslarda Wilbur‘un çeşitli hipnoz yöntemleri kullanarak Mason’un kişilikleriyle iletişime geçmesini ve hayatıyla ilgili bilgiler toplamasını anlatıyor. Ancak o dönemMason’un ismi, kimliğinin korunması amacıyla  kitaba Sybil Dorsett olarak geçirilmiş. Dolayısıyla biz Mason’u kitapta Sybil olarak tanıyoruz. Psikanaliz konusuna meraklıysanız mutlaka okumalısınız.
Yaşam ve Ölüm Yorgunu, Mo Yan, Can Yayınları, sayfa

 

Mo Yan’ın epik romanı Yaşam ve Ölüm Yorgunu, Mao Zedong’un toprak reformu hareketiyle Çin kırsalının geleneksel düzenini altüst etmesinden yaklaşık iki yıl sonra, 1 Ocak günü başlıyor. Bu iki yıl boyunca Cehennemin Efendisi Yama, ırgatlarına iyi davranmasıyla nam salmış Ximen Nao’ya, iktidarı yeni ele geçirmiş köylülerin kendisini neden idam ettiklerini itiraf ettirmek için her türlü işkenceyi uyguluyor. Ama Ximen Nao, cehennem ateşinde yakılma cezasını çektikten sonra bile masum olduğu iddiasını sürdürünce Cehennemin Efendisi Yama pes ederek onun eski topraklarına dönmesine izin veriyor. Ne var ki, Ximen Nao yeniden hayata geldiğinde insan olarak değil eşek olarak doğduğunu anlıyor. Çünkü Cehennemin Efendisi Yama kalpleri kinle dolu ruhların yeniden insan olarak doğmalarını istemiyor ve o ruhları hayvan olarak yeniden dünyaya gönderiyor. Romanın beş bölümü, kahramanımızın altı reenkarnasyonla eşek, boğa, domuz, köpek ve maymun kimliğindeki yaşamlarında, eski ailesinin, dostlarının, rakiplerinin, düşmanlarının yazgısına tanık oluşunu aktarıyor. Ximen Nao son reenkarnasyonunda da şaşırtıcı bir bellek gücüne ve dil öğrenme yeteneğine sahip olan koca kafalı bir oğlan çocuğu olarak dünyaya seafoodplus.info bu farklı kimliklerin bakış açılarından Çin’in çalkantılı tarihindeki son elli yılın öyküsünü dile getiriyor.
Seni İçime Gömdüm, Andrew Jolly, Ayrıntı Yayınları, sayfa

Romanın kırık dökük bir İngilizce’yle konuşan başkişisi Kabrero, Kızılderili karısının cesedini dağlardan indirdikten sonra şöyle düşünür: “Eline tüfeğini alıp, fişeklikleri göğsüne çaprazlamasına asıp, atını üstlerine sürse, kasabanın sokaklarında ölüm saçarak, önüne geleni yağmalayarak, yakıp yıkarak dolaşsa, kasabayı yerle bir etse bile, gözlerinden okunan bu sevginin ürküttüğü kadar ürkütmezdi onları.” Bu roman, aşkın yırtıcı inceliğine inanan tiryakilere sesleniyor: “Şiddetin kol gezdiği bir dünyada aşkınızı nereye gömersiniz?”
Kör Baykuş, Sadık Hidayet, Yapı Kredi Yayınları, sayfa

Kör-Baykuş-Sadık-Hidayet

Bu romanı anlatması çok zor. Çünkü zamandan, mekandan, çoğu ez de olaylardan kopuk aynı zamanda da ağır bir bunalım kitabı. Modern İran Edebiyatı’nın önemli isimlerinden biri olan Sadık Hidayet’in karmaşık ve karanlık olarak niteleyebileceğimiz eseri. Basitçe yüreği acılarla dolu, hem ruhsal hem fiziksel bir takım hastalıkla boğuşan bir kişinin ağır, acı dolu, yorucu ve bazen de ürkütücü düşüncelerini anlatıyor…
Yitik Adanın Öyküsü, Jose Saramago, Kırmızı Kedi, sayfa

Nobel Edebiyat Ödüllü yazar José Saramago‘nun romanı. İber Yarımadası anlaşılmaz bir şekilde anakaradan ayrılmıştır. Dünyanın her yerindeki gazeteler Yarımada’nın o tarihi fotoğrafını kocaman manşetlerle yayınlarken birbirinden ilginç rastlantılarla bir araya gelen beş kişinin her biri de bu kopuşun kendi davranışlarının sonucu olduğunu düşünmektedir. İki atla bir köpeği de yanlarına alarak koyuldukları serüvende, bir karaağaç dalı ile toprağa şekiller çizen Joana Carda, yerin sarsıldığını duyan Pedro Orce, sürekli sığırcıklar tarafından takip edilen José Anaiço, çok ağır bir taşı denize attığının nasıl görüldüğüne bir türlü akıl erdiremeyen Joaquim Sassa ve tavan arasında bulduğu bir çorapla uğraşıp duran Maria Guavaira…
Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk, Maia Szalavitz, Bruce D. Perry, Okuyan Us Yayınları

Köpek-Gibi-Büyütülmüş-Çocuk

Bruce D. Perry, çocuk psikolojisi ve travma üzerine uzmanlaşmış bir psikiyatrist olarak, yıllar içerisinde deneyimlediği sarsıcı, yaralayıcı aynı zamanda ilham verici, en önemlisi sevmek ve kaybetmek üzerine çok şey öğreten iyileşme hikayelerini anlatıyor. Kitap, çocukluktan başlayarak hayatımız boyunca hissettiğimiz iyi kötü bütün duyguları tekrar tanımlıyor ve kendi duygularımıza, sevdiklerimizin duygularına bakışımızı yeniliyor. Kitaptaki hikâyeler insanda empatinin nasıl oluştuğu ile birlikte bunun tersi zalimlik ve kayıtsızlığa yol açan şartların ne olduğunu anlamamız konusunda bize yol gösteriyor. Çocukların beyinlerinin nasıl geliştiğini ve çevrelerindeki yetişkinler tarafından nasıl belli kalıplara sokulduğuna şahit oluyoruz. Ayrıca bu hikâyeler cehalet, fakirlik, şiddet, cinsel taciz, kaos ve kayıtsızlığın yeni gelişen beyinlerde ve küçük çocukların karakter oluşumunda ne gibi etkileri olduğunu ortaya seriyor.
Hauptbahnhof’dan Bir Trene Bindim, Erje Ayden, Piramid Yayınları, sayfa

Hauptbahnhofdan-Bir-Trene-Bindim

Bol küfürlü bir roman olduğunu baştan belirtelim. Bukowski sevenlerin çok seveceği türden. Sokak kızları, sosyetikler, askerler, Almanlar, sahte pasaportlar… Bitmez tükenmez ikili üçlü, beşli seks sahneleri… Makinalı tüfekler, tecavüzler… Göçmen büroları, Luger silahlar, güzel kızlar, tele kızlar… Oran, Barselon, Pennyland… Araplar, İrlandalılar, Yunanlılar, Türkler… Para hikayeleri… Castro’nun asileri… ve daha neler neler…
Baobab Ağacına Yolculuk, Wilma Stockenström, Everest Yayınları, sayfa

Baobab-Ağacına-Yolculuk

Kitabın anlatıcısı eski-köle bir kadın. Afrika’nın içlerine yol alan bir sefer sırasında, bir kaza sonucu tek başına kalan ve vahşetin dur durak bilmediği dünyada çareyi ormanın derinlerine çekilmekte bulan kadın, dev bir baobab ağacının kovuğuna sığınıyor. Zaman içinde bir yandan korkunç geçmişiyle hesaplaşırken bâkir doğanın gücüyle arınan, kişiliğini, cinsel kimliğini, ağacını, hayvanları ve dünyayı yeniden tanıyan kadının mücadelesi bir türlü bitmiyor…
Tatar Çölü, Dino Buzzati, İletişim Yayıncılık, sayfa

Tatar-Çölü-Dino-Buzzati

İç karartıcı Bastiani Kalesi’ne vardığında genç teğmen Giovanni Drogo tarifsiz bir sıkıntıya kapılır. İlk görev yeri olan bu kaleyi bir gece bile kalmadan terk etmeyi ister, ama harekete geçemez. Sonunda en fazla dört ay kalabileceğine karar verir. Alışkanlıkların uyuşturucu etkisi, askerlik gururu, gündelik ritüellerle dolan bir hayat boşluğuna bağlanması ve Tatar Çölü’nün vahşi cazibesi bu dört ayı yıllara çevirir. Giovanni Drogo kimsenin gelip geçmediği, öte tarafında ne olduğunu, kimlerin yaşadığını bilmediği bir çöl sınırını beklemeye bırakır kendini…
Tarumarname, Meriç Eryürek, Epsilon Yayınları, sayfa

 

Aşkın, okültizmanın ve kadim sırların romanı. Nev’i şahsına münhasır “tanzimat tipi” Tevfik Efendi ve bu efendinin acaib-ül garayıb irfanıyla perişan ettiği beyzade Kıyam Bey‘in İstanbul’dan Kahire’ye, Paris’ten New York’a, musibetten musibete uzanan maceraları. Bir tarafta Galata Ritüeli’nde palûze edilmiş şehzade Halim, Eskişehir’de havaya uçan tren vagonları, çöken piramitler, cereyana kapılıp çarpılan Tesla ve Edison, infilak eden malikâneler, yanan saraylar, yıkılan tapınaklar ve olanları gölgelerden seyreden karanlık Seth Teşkilatı… Öteki tarafta okültizma ritüelleri, büyü celseleri, simya deneyleri, pertavsızlı arkeologlar, simetri tutkunu bir haham, piramidinden uzak kalmış bahtsız mumya Amen-Ra, parlamentoyu barutla berhava etmeye çalışan Guy Fawkes, duran taşların sırrını keşfeden fizik âlimi Al Harazmi, satranç oynayan yeniçeri heykeli ve sonsuz yaşama kavuşmak için kendini mumyalayan hekim Albertino Ferrante… Tekmilinin ortasında bu hengameyi orkestra şefi misali yöneten, kendine okültizma ilminin yaşayan en le grande üstadı unvanını yakıştıran Tevfik Efendi. Tevfik Efendi’nin peşinde kainatı tarumar edecek nihai ritüeline mani olmaya ant içmiş eli palalı bedeviler, piştovlu zabitler, yeraltı örgütleri, Osmanlı hafiyeleri, suikastçi rahipler, Tuaregler, Fransız lejyonerleri… Ve, elbette, belanın yıldırımını yağmurda paratoner misali çekmekle mükellef biçare dostu Kıyam Bey…
Amok Koşucusu, Stefan Zweig, Can Yayınları, sayfa.

Amok-Koşucusu-–-Stefan-Zweig

 

Stefan Zweig daha üniversite yıllarında yaşamanın bir anlamı kalmadığını anladığı anda yaşamına kendi eliyle son verebileceğini söyleyen, ilk evliliğinde karısını kendisiyle birlikte intihar etmeye zorlayan ancak daha sonra bundan vazgeçen, bu isteğini İkinci Dünya Savaşı sırasında ikinci karısıyla başaran, yani intihar konusuna hayatı boyunca kafa yoran bir yazar. Yaşadığı süre içerisinde yazdığı tüm romanlara da bu intihar olgusu üzerine düşüncelerini ve hislerini yansıtmış elbette. Amok Koşucusu kitabı da bunlardan birisi. Kitapta yer alan öykülerin ortak noktası intihar. İnsanı en zayıf ve savunmasız yönleriyle ele alan, Zweig’in gerçek yaşamından da izler taşıyor.
Okumak güzeldir

Ortaya Karışık, Ruhsal Büyüme kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment &#;

Zeno'nun Bilinci - Italo Svevo PDF

0 ratings0% found this document useful (0 votes)
views1, pages

Original Title

Zeno'nun Bilinci - Italo seafoodplus.info

Copyright

Available Formats

PDF, TXT or read online from Scribd

Share this document

Share or Embed Document

Did you find this document useful?

0 ratings0% found this document useful (0 votes)
views1, pages

Original Title:

Zeno'nun Bilinci - Italo seafoodplus.info

Svevo
ZENO’NUN B L NC
(Roman)


Türkçesi:
Gül I ık



SUNU


talo Svevo’nun Avrupa yazınındaki
yerini belirtmek için adının Proust ve Joyce
ile birlikte anıldı ını söylemeliyiz.
Gerçekten de, anıların yitik zamanının
pe isıra gidi i, yitik zamanı yeniden
yaratma çabası —kendi deyi iyle “Aralık
ayında Mayıs güllerini isteyi i”—, kendine
özgü bir zaman ve uzamın boyutları içinde
benli inin ve bilincinin derinlerine ini i bu
yazarları anımsatır; ama yakından
bakıldı ında, benzerlikleri kadar ayrılıkları
da bulundu u ortaya çıkar. Benzerliklerin
temeli, Proust ve Joyce gibi Svevo’nun da
içinde yeti ti i geçen yüzyıl sonlarındaki ve
yüzyılımızın ba larındaki kültür ortamında
aranmalıdır.
O dönemde bir kültür ta rası
olmaktan çıkı , Avrupa’ya açılı çabaları
talyan aydınlarının önemli bir sorunu
olmu tur. Bugün de talya’nın kuzeydo u
ucunda, uzun bir süre ülkenin siyasal
sınırları dı ında kalan Trieste’de do up
büyüyen Svevo, talyan ele tirmenlerince
konuları ve sorunları ile talyan yazınını
Avrupa boyutuna ula tıran iki büyük
yazardan biri olarak de erlendirilir. Öteki,
herhalde yakla ılması daha kolay bir
yazar oldu undan ülkemizde oldukça
tanınan Pirandello’dur.
talyan aydınlarının ortak
sorunlarının ve güncel konularının
uza ında kalı ı Svevo’nun özgün ki ili ine
katkıda bulunmu , bu arada onun bir
“yalnız ses” olmasına, ülkesinde
ba langıçta suskunlukla kar ılanırken, dı
ülkelerde daha çabuk ve co kuyla
benimsenmesine yol açmı tır. Geçen yüzyıl
sonlarında yazmaya ve yayımlamaya
ba layan Svevo talyan yazınındaki yerini
ancak Birinci Dünya Sava ından sonra,
ba yapıtı sayılan Zeno’nun Bilinci
yayımlanıp yurt dı ında be enildikten
sonra almı tır. Bunda, Fa izmi hazırlayan
ve tırmandıran yıllarda resmi yazının
tümüyle dı ında kalan, hatta onu yadsıyan
tutumunun etkisi de büyüktür. ’lerde
Svevo yeni bir soluk arayan genç
ku akların kar ısına etkileyici söz sanatını
küçümseyen, kuru, hatta çetrefil biçemi,
ülke yazınını uzun süredir yönlendiren
D’Annunzio’nun tantanalı, görkemli “üstün
insan”ına kar ıt, sıradan insanın ruh
yapısını irdeleyi i ile de i ik bir ufuk, bir
seçenek olarak çıkmı tır. Böylece Pirandello
gibi, o da ülkesinde oldukça geç
“ke fedilmi tir”.
Svevo’nun ilk iki romanı XIX. yüzyıl
Fransız yazınının Do alcı, talyan yazınının
Gerçekçi anlatım geleneklerinin izlerini
ta ır. Ama ki ilerinin bilinçlerini zorlaydı,
çevre ile olan ili kilerini inceleyi i, gerçe i
gö üslemekten kaçan kahramanlarını
aldanmaları ve avuntuları ile sonuna dek
izleyi i Zeno’nun Bilinci’nin habercisidir.
Ama bu romanı yazmak için çeyrek yüzyıl
bekleyecektir.
Ba ından beri Svevo’nun dikkati
olaylara de il, ki ilere yöneliktir; dı a de il,
içe dönüktür; öyle ki, olay, her biri bir
öncekini yadsıyan de i ik yönlerden
ardarda ele alınarak da ılır gider, elde
yalnız ruhsal veriler kalır. Üç romanının
ba ki ileri aynı hamurdandır, ya ama
u ra ında yaya kalmı ki ilerdir: yazar bir
ömür boyu hep aynı insan tipini —kendi
kendisinde tanıdı ı ki ili i— kovalamı ,
Zeno’nun Bilinci’nde onu kö eye kıstırmı tır
desek yanlı olmaz. Bu uzun irdeleyi
ba yapıtının son sözünde endüstri
devrimini yapmı kapitalist toplumun kısa
yargılanmasıyla noktalanır.
Svevo’nun yazar ki ili inin
olgunla masında nice klâsik ve ça da
yazar kadar, Avrupa kültür tarihinin bir
dönemine damgasını basan büyük
ruhbilimci Sigmund Freud’un payı vardır.
Onun dü ler üzerindeki çalı malarının
do rudan etkisi önümüzdeki sayfalarda
açık seçik görülecektir.
Yazarın, ça ının Avrupa kültürü ile
en verimli kar ıla ması ise
yıllarını Trieste’de geçiren Joyce ile
arkada lı ı olmu tur.

Svevo’nun talyan yazınındaki özel
konumunda ki isel kökenleri ile, do up
büyüdü ü kentinin etkisi de büyüktür.
Asıl adı Ettore Schmitz’dir. talo
1
Svevo adını yazarlı a ba ladı ında
damarlarındaki Alman ve talyan kanlarını
uzla tırmak ister gibi, bir tür kültür
bire iminin simgesi olarak almı tır),
’de Trieste’de do mu tur. Baba tarafı
Ren bölgesinden göçmen olarak gelmi
Yahudilerdendi, büyükannesi ailedeki ilk
talyan olmu tu. Avusturya ile talya
arasında çeki me konusu olan bu bölgede
Svevo her zaman kendini kesinlikle
ikincisinden yana duymu tur.
Trieste o zamanlar talyan kültür
özelliklerini korumakla birlikte, ’lerde
tamamlanan talyan birli inin dı ında,
Avusturya mparatorlu u’nun sınırları
içinde kalmı , Slav, Orta-Avrupa ve Latin
dü ünce biçimlerinin, kültür etkilerinin
kayna tı ı çok canlı bir kenttir.
Bu de i ik etmenlere bir de yazarın
ilk gençli indeki e itimi eklenmi tir.
Svevo’nun babası piyasada tutunmu bir
tüccardı, çocuklarını rahatça okutabilecek
olanaklardan yoksun de ildi, o ullarının
kendi u ra ını devralmalarını diliyordu, bu
amaçla Ettore’yi erkek karde lerinden ikisi
ile birlikte Würzburg yakınlarındaki bir
ticaret okuluna gönderdi, birer i adamı
olmalarına gereken ilk e itimi orada
edineceklerdi.
Almanya’da geçen yıllar yazarımıza
yepyeni bir kültür ufku açtı. Almancayı
birkaç ayda ö rendi, ilkin Alman
klâsiklerine, ardından Shakespeare’den
Turgenyev’e kadar çe itli büyük yazarlara
merak sardı, hocalarının da
özendirmeleriyle arkada ları arasında bir
kültür kulübü kurdu. Yatılı okuldaki uzun
ve yo un çalı ma dönemleri zaman zaman
Trieste güne inde, deniz kıyısında kısa,
ne eli tatillerle kesiliyordu.
Svevo, Trieste’ye döndü ünde
onyedi ya ındadır, artık yazar ve sanatçı
olarak gelece ini çizmi gibidir. En çok
tiyatro ile ilgilenir. Gelgelelim ailesinin
ekonomik durumu eskisi kadar parlak
de ildir, babasının dile ine uyup ticaret
ö renimini sürdürmekten ba ka yol
bulamaz. Bir yandan da küçük oyunlar
yazmaya ba lar. Çok geçmeden babasının
firması iflâs eder, Ettore ö renimini
tamamlayamadan kendine bir i aramak
zorunda kalır: ’de bir bankaya memur
olarak girer ve dü ledi inden çok ayrı bir
ya antıya onsekiz yıl süreyle boyun e er.
Bir yandan da okuyup yazmayı
sürdürür. Sıra talyan klâsiklerindedir,
onları Schopenhauer dü üncesi,
Stendhal’dan Balzac’a kadar büyük
Fransız yazarları ve Zola izler. Bu arada
bir Trieste gazetesine sanat ele tirileri de
yazmaktadır. Trieste zaten her türlü
sanatsal etkinli e elveri li, çok hareketli bir
ortamdır. Svevo ayrım yapmadan çe itli
sanat dallarına merak sarar, ressamların,
müzisyenlerin gittikleri sanat çevrelerine
girip çıkar (küçükken keman da çalmı tır),
dostlar edinir. Bu deneyimleri
romanlarında yansıyacaktır. Özellikle
özya amından nice ayrıntıyı aktardı ı
Zeno’nun Bilinci’nde çevrenin, ki ilerin,
olayların resim ya da müzik terimleriyle
betimlendi i sık görülür. Yine aynı yapıtta
yansıyan karde i Elio’nun nefritten ölümü
() Svevo’yu derinden sarsar, ya amın
önüne yı dı ı engeller kar ısında çaresiz,
a kındır, yazgısının elinde umdu undan
çok ba ka yönlere sürüklenmektedir,
erkenden ya lanmı , anlamsız duyar
kendini. Ölüm ve hastalık dü üncesi
zihninde bir saplantıya dönü ecektir
bundan böyle. Ancak, ki isel acısını ve
sorunlarını sanata dönü türmeyi ba arır,
ilk romanı Una Vita (Bir Ya am) (
ça ının Orta-Avrupa’sının kentsoylu
çevrelerini olanca gerçekli iyle yansıtır.
Birinci Dünya Sava ı ile sonuçlanacak olan
bunalım Trieste’nin duyarlı ortamında
özellikle belirgindir. Svevo bu yapıtıyla
Do alcılı ı özümsemi ve a mı tır, yirminci
yüzyıl ba larının ortamını, ça ımız
insanının bunalımını sezdirmektedir.
Zamanının böyle çok ilerisinde gidi i
yapıtın algılanma ansını azaltır; hiçbir
yankı uyandıramaması belki de
bundandır.
’da Svevo ya antısına renk ve
anlam katan, ömür boyu sürecek mutlu bir
evlilik yapar, karamsarlı ı biraz hafifler. ki
yıl sonra ikinci romanı Senilita’yı
( htiyarlık) tamamlayı ı bunun bir kanıtıdır.
Çalı tı ı gazetede dizi olarak yayımlanan
yapıtta ruhbilimsel boyut daha da
derinle mi , biçemde ustalık kazanılmı tır,
ama okurların ve ele tirmenlerin
suskunlu u devam etmektedir. Ba arısızlık
Svevo’nun cesaretini kırar, solu unu keser;
en çok umut ba ladı ı ileti im yolu
kapanmı tır artık, «yazın denen o gülünç ve
zararlı eyle» vakit öldürmekten
vazgeçmeyi kurar. E inin ailesinin boya
fabrikasına adar kendini, çok geçmeden
etkin, ba arılı bir i adamı olur çıkar. Bu
arada ço u ngiltere’ye olmak üzere
yurtdı ına yolculuklar yapar.
Yine de asıl tutkusundan gerçekten
el çekmi de ildir. Tıpkı isteyip de sigarayı
bırakmayı ba aramadı ı gibi, yazmayı da
gizliden gizliye sürdürür. Ancak iyice içine
kapanmı , bir günlük tutmaya ba layarak
ruhbilimin mikroskobunu kendi benli ine
yöneltmi tir. Yazmak kendi karma ık
varlı ını anlamanın bir yoludur, zaten
“elinde kalem olmadıkça dü ünemez”
Svevo. Yazdıklarını yayımlamaya ise hiç mi
hiç niyetli de ildir, ya da yenilgisine
dayanabilmek için böyle avutur kendini.
Joyce ile tanı ması bir dönüm
noktası olur, onun özendirmesi sonunda
yazınla barı ır. Bu kez yeni bir görü açısını
benimsemi tir: psikanalizinkini. Freud’un
çalı maları ile yakından ilgilenir, bu arada
Dü lerin Yorumu’nu () talyancaya
çevirir.
Sava ın patlaması endüstri
etkinliklerine zorunlu bir kısıtlama getirerek
Svevo’nun kendini yazma adayabilmesine
olanak yaratır. talyan ordusunun
Trieste’ye girmesinden dört ay sonra
tamamladı ı Zeno’nun Bilinci çeyrek
yüzyıllık bir aradan sonra, ’de
yayımlanır. Bireyin, yalnızlı ının ve toplum
içindeki iflâsının psikolojik incelenmesidir
bu roman.
Svevo’nun çabası bu kez bo a
gitmez, gerçi ülkesindeki ele tirmenler ilkin
hiç ilgilenmezler ama, Paris’te bulunan
Joyce romanı çok be enir ve Fransız
ele tirmenlere tanıtır. “Le navire d’argent”
dergisi bir sayısını Svevo’ya adar, bu
arada romanlarından bazı bölümlerin
çevirilerini de sunar. Olay talya’da hemen
etkisini gösterir. Ba ta E. Montale ve E.
Vittorini olmak üzere resmi yazının dı ında
kalan genç yazarlar Svevo’nun çevresini
büyük bir ilgi ve hayranlıkla sararlar. O da
niyetlenip de sürdürmedi i tüm
çalı malarını birden ele alır: Corto Viaggia
Sentimentale’yi (Kısa Duygusal Yolculuk),
en güzel birkaç öyküsünü yayımlar, tiyatro
yapıtları üzerine çalı ır, Zeno’nun Bilinci’nin
devamı olarak dördüncü romanı Le
Memorie del Vegliardo’ya ( htiyarın Anıları)
ba lar.
Ama Eylül’ünde bir trafik
kazasında yaralanır. Bir ömür boyu ölümü
dü ündükten, ölümü dü ledikten sonra,
“Ölmek bir ey de ilmi ” der ölürken.

Svevo’nun ba yapıtı sayılan, tüm
deneyimlerini özetleyen, ula abildi i tüm
gerçe i dile getiren Zeno’nun Bilinci yarıda
kalan bir ruhbilimsel çözümlemenin
öyküsüdür: hastanın —romanın ba ki isi
Zeno— psikanaliz seanslarına inancını
yitirip yüzüstü bıraktı ı doktor öç almak
için onun kendi eliyle not etti i özya am
öyküsünü kamuoyuna sunar.
yile ti ini varsayan Zeno’ya
sorarsanız ruhbilimsel çözümleme sözcü ü
bile yerinde de ildir, bir ba ka ad
gereklidir, örne in “ruhbilimsel serüven”
demek daha yara ır:
“Bir ormana dalmı gibi duyarsınız
kendinizi,” diye anlatır psikanalizi,
“Kar ınıza bir dost mu çıkacak, bir haydut
mu, belli de il. in güzeli, serüven sona
erdi inde de bilmiyorsunuz bunu.”
Anlatılan ya am öyküsü oldukça
yalındır: adam güzel diye —bir de â ık olup
evlenmeyi kafasına koydu undan— bir
kızı sever, ama “bir hedefe ni an alıp da
onu de il, yanındaki hedefi tutturan atıcılar
gibi” onun kızkarde ini almak zorunda
kalır. Daha sonraki geli imler bu olayın
suya fırlatılan bir ta ın yarattı ı halkalara
benzeyen uzak çalkantıları olarak
özetlenebilir. Gerisini talih tamamlar. Buna,
rastlantılar ne olursa olsun, insano lunun
ölümcüllü ü de i meyen yazgısı da
diyebiliriz.
Öykü fazlasıyla ki iye özel, dolaylı,
fazlasıyla ayrıntılı ba lar, yava yava
Zeno’nun ki ili inin, ruh yapısının geli mesi,
olaylarla etkile imi izlenir. Anlatım yer yer
beklenmedik genellemelerle özel ko ulların
sonucu olan öznel düzlemden,
insano lunun varolu ko ullarını içeren
evrensel düzleme kaydırılır.
Bu ko ullar sa lıklı mıdır, de il
midir? Sorun budur.
Ya am düpedüz bir hastalık mıdır
ya da hastalık sanılan ey ya amın kendisi
midir?
Nedir Zeno’nun çözümsüz hastalı ı?
“Ya ama illeti” mi?
Zeno geçmi ine e ilir, ömrü boyunca
illetinden kurtulmaya çabalarken
ba vurdu u birbirinden zavallıca binbir
çareyi incecik, zehir gibi bir alayla sıralar.
Ve sonunda iyile ir mi acaba?
Doktoru iyile ti i kanısındadır,
kendisi de öyle. Ne var ki, aynı durum
kar ısında hasta ile doktorun parmak
bastıkları nedenler de, gösterdikleri çareler
de ayrıdır.
Aslında durum da “aynı” denebilir
mi?
Zenoyu, belki, kimi sıkılarak, kimi
öfkelenerek izlerken kendinizi meydana
sürüklenmi bulursunuz. Tüm kaçamak
yollarını kapatan, sıvı maya fırsat
bırakmayan, hiçbir yalanı, saptırmayı
yutmayan “gerçe i ve yalnız gerçe i”
arayan —ve sonunda bulamayan—
acımasız ve alaycı, bir göz izler sizi de.
Kendi kendisiyle amansız bir oyuna
oturur Zeno: belle ini hırpalayarak anıları
soru turur, sorguya çeker. Belle in her
bilinçli yanıtına bilinçaltı gülümser, masaya
bir kâ ıt daha açar, imge ya da olay yeni
bir kanıtla zenginle ir, karma ıkla ır,
çapra ıkla ır, içinden çıkılmaz olur.
Sonunda bilinçlenir Zeno. Gelgelelim
kimin, neyin bilincidir bu? Kendi derdine
kapanmı bir hastanın mı, gelece i, bizim
ya adı ımız bugünü çarpıcı bir berraklıkla
gören yazarın mı?
Nereden bakar o göz, nereden
kaynaklanır o bilinç, ruhbilimsel
çözümlemeden mi, yoksa onun
yadsınmasından mı?
in güzeli, öykü sona erdi inde de
bilemezsiniz bunu.
GÜL I IK

I
ÖNSÖZ
Ben bu öyküde kimi zaman pek de
ho a gitmeyecek sözlerle anılan
doktorum. Psikanalizden anlayanlar
hastanın bana besledi i hıncın nasıl
açıklanaca ını bilirler.
Psikanalizden söz etmeyece im,
çünkü burada yeterince söz konusu
oluyor zaten. Hastamı ya am öyküsünü
yazmaya zorladı ımdan ötürü özür
dilemeliyim; psikanaliz ara tırmacıları
böyle bir yenili e burun kıvıracaklardır.
Ama hastam ihtiyardı, böyle
anımsayacak olursa geçmi i yeniden can
bulur, ya am öyküsü ruhsal çözümleme
yolunda iyi bir adım olur, diye dü ündüm.
Bugün hâlâ dü üncemin do ru oldu unu
sanıyorum, çünkü umdu umdan da
ba arılı sonuçlar verdi, e er hastam tam
can alıcı noktasında tedaviyi bırakıp,
anılarını uzun uzadıya, sabırla
çözümleyerek gerçekle tirdi im
çalı manın meyvasını elimden almasaydı
daha da parlak olurdu bu sonuçlar.
Anılarını, öcümü almak için
yayımlıyorum, umarım buna pek
öfkelenir. Ancak unu da bilsin ki, bu
yayımdan elde edece im yüklü kazancı
kendisiyle payla maya hazırım, tek
ko ulum tedavime dönmesi. Kendi
kendisini tanımaya ne de meraklı
gözüküyordu! Burada üstüste yı dı ı
onca gerçekle onca yalanı yorumlayınca
ne sürprizlerle kar ıla aca ını ke ke
bilse!..
Doktor S.

II
G R
Çocuklu umu görmek, ha? Elli yılı
a kın bir zaman var aramızda, feri
sönmü gözlerimle yine de seçebilirdim,
ama hâlâ yansıttı ı ı ık çe it çe it
engellerle perdeleniyor, gerçek ulu da lar
bunlar: ya amımın tüm yılları ve bir kaç
saati.
Doktor dedi ki ille de o denli
uzaklara bakmakta ısrar
etmemeliymi im. Geçmi im için yakın
olaylar da de erliymi , özellikle de bir
önceki gecenin hayalleri, dü leri. Ama
biraz çeki düzen de gerekli yine. Tâ
ba ından ba layabilmek için, bugünlerde
uzun süre Trieste’den ayrılan doktoruma
Allahaısmarladık der demez, yalnızca
onun i ini kolayla tırmak amacı ile, bir
psikanaliz kitabı satın alıp okudum.
Anlaması güç de il, ama pek sıkıcı.
Yeme imi yedikten sonra öyle
rahatça bir koltu a yerle tim, elimde
kalemimle bir kâ ıt parçası var. Alnım
kırı ıksız, çünkü zihnimden her türlü
çabayı sildim. Dü üncem benden
kopukmu gibi gözüküyor gözüme.
Görüyorum i te. Yükseliyor, alçalıyor
onun i i de bu zaten. Kendisinin dü ünce
oldu unu, görevinin dile gelmek oldu unu
anımsatayım diye kaleme sarılıyorum. Ve
i te alnım kırı kırı oluyor, çünkü
sözcüklerin her biri bir alay harften
olu mu ve buyurgan bugünüm yeniden
canlanıp geçmi i gölgeliyor.
Dün kendimi alabildi ine
koyvermeyi denedim. Deneyim deliksiz bir
uyku ile noktalandı, elde etti im tek
sonuç adamakıllı dinlenmek, bir de o
uyku sırasında önemli bir eyler
gördü üm duygusuydu, garip bir duygu.
Ama unutulmu , sonsuza dek yitirilmi ti.
Elimdeki kalem sayesinde uyanık
kalıyorum bugün. Geçmi imle hiçbir
ba ıntıları olamayacak garip hayaller
görüyorum, görür gibi oluyorum: bir
lokomotif sonu gelmez vagonlarını
ardından sürükleyerek oflaya puflaya bir
yoku u tırmanıyor; kimbilir nereden
gelmi , nereye gidiyor ve imdi neden
buradan geçiyor!
Uyku ile uyanıklık arasında aklıma
geliyor: benim kitaba bakılırsa bu
yöntemle insan ilk çocuklu unu, hatta
kundaktaki dönemini bile
anımsayabilirmi . Gözümün önüne
hemen bir kundak bebe i geliyor, ama
neden ben olayım ki? Hiç de bana
benzemiyor, sanırım birkaç hafta önce
baldızımın do urdu u bebek bu, elleri
miniminnacık da gözleri koskocaman diye
handiyse bir mucizeymi gibi bize
gösterdilerdi. Zavallı çocuk! Nerede kaldı
çocuklu umu anımsamak! imdi kendi
çocuklu unu ya ayan seni bile
uyaramıyorum, onu ilerde anımsamanın
zekân ve sa lı ın açısından ne denli
önemli oldu unu bile anlatamıyorum.
Ya amını, hatta ya amının seni
i rendiren nice bölümlerini belle ine
kazımanın yerinde bir i olaca ını ne
zaman anlayabileceksin acaba? Sen bu
arada dünyadan habersiz, zevk pe inde
minimini bedenini ara tırmaktasın ve o
güzelim ke iflerin seni acıya, hastalı a
iletecek, bunu hiç istemeyen kimseler
bile yine aynı yola sürecekler seni. Elden
ne gelir? Be i ini esirgemenin yolu yok ki!
Esrarlı bir karı ım olu mada senin
ba rında, minicik bebek! Her geçen an
bir kimyasal ayıraç katıyor içine. Binbir
hastalık olasılı ı ile kar ı kar ıyasın, tüm
anların temiz olamaz çünkü. Hem sonra
—minicik yavru!— tanıdı ım ki ilerin
kanındansın sen. imdi akıp giden
dakikalar temiz bile olsalar, seni
hazırlamı olan nice yüzyıllar arı de ildi
ku kusuz.
te uykudan önce ü ü en
görüntülerin çok uza ındayım artık.
Yarın yeniden deneyece im.

III
S GARA T RYAK L
Derdimi açtı ım doktor çalı maya
sigara tiryakili imin bir tarihsel
çözümlemesini yaparak ba lamamı
ö ütledi:
— Oturun, yazın! Bakın kendi
kendinizi nasıl oldu unuz gibi
göreceksiniz sonunda.
Sanırım, sigara tiryakili imi o
koltukta dü görmeye gitmeksizin,
burada masamda anlatabilirim. Nasıl
ba layaca ımı bilemedi imden, hepsi de
u elimdekine benzeyen sigaralardan
yardım diliyorum.
Bugün ilk i olarak unuttu um bir
eyi ke fediyorum. çti im ilk sigaralar
piyasadan çekilmi . ’lerde
Avusturya’da üzeri iki ba lı kartal
damgalı karton kutularda satılan
sigaralar vardı. te: o kutulardan birinin
çevresine hemen bir kaç ki i
topla ıveriyor, adlarını anımsamama
yeterli bazı özelliklerini de seçiyorum,
ama beklenmedik kar ıla madan ötürü
beni duygulandırmaya yetmiyor bunlar.
Daha fazlasını elde etmeye çalı ıyor,
koltu a gidiyorum: insanlar solukla ıyor,
yerlerini benimle alay eden soytarılar
alıyor. Cesaretim kırılıyor, yeniden
masaya dönüyorum.
Görüntülerden biri, biraz çatlak
seslisi Giuseppe’ydi, ben ya larda bir
çocuk, öteki benden bir ya küçük erkek
karde imdi, yıllar önce öldü. Galiba
babası Giuseppe’ye avuç dolusu para
veriyor, o da bize o sigaraları arma an
ediyordu. Ama karde ime benden çok
sigara verdi ine eminim. Bu yüzden
kendime ba ka sigaralar da bulmak
zorunda kalmı tım. Giderek i i hırsızlı a
vardırdım. Yazın, babam yele ini yemek
odasında bir sandalyenin üzerine
bırakırdı, cebinde de her zaman bozuk
paralar bulunurdu: o de erli kutuyu
almam için gereken on parayı oradan
sa lıyor, hırsızlı ımın sakıncalı ürününü
uzun süre tutmamak için kutudaki on
sigarayı pe pe e içiyordum.
Bütün bunlar bilincimde el altında
hazır bekliyordu. Kafamda ancak imdi
canlanı ları önemli olabileceklerini daha
önce bilmedi imdendir. te kötü
alı kanlı ımın kökenini saptadım, belki de
iyile mi imdir bile, kimbilir? Denemek için
son bir sigara daha yakayım, belki de
hemen i renir, fırlatıp atarım.
Sonra, bir gün babamın beni
elimde yelekle yakaladı ını anımsıyorum.
Ben ise imdi olsa hiç elimden
gelemeyecek, u anda bile beni i rendiren
bir yüzsüzlükle (kimbilir, belki de bu
i renmem iyile meme çok yardımcı olur),
merak ettim de dü melerini sayıyordum,
dedim. Babam matematik ve terzilik
hevesime gülüp geçti, parmaklarımın
yele in cebinde oldu unu da hiç
farketmedi. Aslında artık yerinde yeller
esen masumiyetime yönelen o gülü ün
beni ondan sonra çalmaktan alıkoymaya
yetti ini söyleyebilirim, kendi onuruma.
Yani, aslında yine çaldım, ama bilmeden.
Babam yarıya kadar içilmi Virjinya
purolarını evde uraya buraya,
masaların, dolapların üzerine ili tirip
bırakırdı. htiyar hizmetçimiz Catina’nın
onları kaldırıp attı ını da sanıyorum.
Gidip i te o puroları gizlice içiyordum.
Beni ne denli rahatsız edeceklerini de
bildi imden, daha elimi atarken mide
bulantısından tüylerim diken diken
oluyordu. Sonra tâ alnım so uk terlerle
kaplanana dek, midem bulanana dek
içiyordum onları. Çocuklu umda
enerjiden yoksun oldu um söylenemez
do rusu.
Babamın beni bu alı kanlıktan da
nasıl iyile tirdi ini çok iyi anımsıyorum.
Bir yaz günüydü, bir okul gezintisinden
eve yorgun ve terden sırılsıklam
dönmü tüm. Annem soyunmama yardım
etmi , sonra beni bir bornoza sarıp
uyuyayım diye sedire yatırmı tı, kendisi
de aynı yere ili ip diki dikmeye koyuldu.
Uyumak üzereydim, ama gözlerim hâlâ
güne le doluydu, bir türlü kendimden
geçemiyordum. O ça da büyük bir
yorgunluktan sonraki dinlenmenin
tatlılı ı ba lı ba ına bir görüntüymü gibi
belle imde capcanlı duruyor, artık
yokolmu o sevgili beden hâlâ
yanımdaymı çasına açık seçik.
Biz çocukların oynadı ımız, imdi
bu yer kıtlı ında iki bölmeye ayrılmı
olan, serin, kocaman odayı anımsıyorum.
Karde im sahnede görünmüyor, bu
garibime gidiyor, dü ünüyorum da,
aslında o geziye onun da katılmı olması,
daha sonra da benimle birlikte
dinlenmesi gerekirdi. Yoksa o kocaman
sedirin öteki ucunda da o mu uyumu tu?
O yere bakıyorum, ama bo gibi geliyor.
Yalnız kendimi görüyorum, dinlenmenin
tatlılı ı, annem, sonra sözcüklerinin
yankılandı ını duydu um babam. çeri
girmi ve beni hemen görmemi ti, çünkü
yüksek sesle:
— Maria! diye ça ırdı.
Annemin dudaklarından hafif bir
ses döküldü, eliyle beni gösterdi, uykuya
daldım sanıyordu, oysa tüm bilincimle
uykunun üzerinde yüzüyordum ben.
Babamın beni rahatsız etmemeye
zorlanması öylesine ho uma gidiyordu ki,
hiç kımıldamadım.
Alçak sesle yakındı babam:
— Deli mi oluyorum ne! Yarım saat
önce u dolabın üstüne bir yarım puro
bıraktı ıma emin gibiyim, ama imdi
bulamıyorum. Her zamankinden de
kötüyüm, kafam darmada ınık.
Annem de alçak sesle yanıtladı,
ama beni uyandırmak korkusu ile
ne esini güç tuttu u belliydi:
— Ama yemekten sonra o odaya
kimse girmedi ki.
— te ben de bunu bildi im için
deli olasım geliyor ya, diye mırıldandı
babam.
Dönüp çıktı odadan.
Gözlerimi aralayıp anneme baktım.
ine dönmü tü, ama hâlâ gülümsüyordu.
Babamın korkularına böyle
gülümsüyordu ku kusuz onun delirmek
üzere oldu unu dü ünmüyordu. O
gülümseme belle imde öylesine yer etmi
ki, günün birinde karımın dudaklarında
görünce hemen tanıyıverdim.
Kötü alı kanlı ımı parasızlık
kösteklemedi, yasaklamalar büsbütün
azdırdı.
Akla gelebilecek her deli e gizlenip
uzun uzadıya sigara içti imi
anımsıyorum. Ardından tüm bedenimi
saran bir i renme duygusu izledi inden
ötürü, karanlık bir mahzende yarım saat
kadar kaldı ımı da anımsıyorum;
yanımda ba ka iki çocuk daha vardı, ama
belle imde giysilerinin çocuksu
oldu undan ba ka bir ey bulamıyorum:
kendi ba larına ayakta duran iki minik
pantolon, içlerindeki bedeni zaman silip
götürmü . Bir yı ın sigaramız vardı, kısa
sürede kim daha ço unu kül edecek,
görmek istiyorduk. Yarı ı ben kazandım
ve bu garip eylemin verdi i rahatsızlı ı
kahramanca gizledim. Sonra güne e,
havaya çıktık. Sersemlemi tim, yere
dü memek için gözlerimi kapamak
zorunda kaldım. Kendimi toparladım,
zaferimle böbürlendim. ki küçük
adamdan biri o zaman öyle dedi:
— Ben yarı ı kaybetti ime
aldırmıyorum ki, ancak gerekti i kadar
sigara içerim ben.
Sa lıklı sözleri anımsıyorum da, o
anda bana dönük olması gereken ve
sa lı ı ku ku götürmeyen o küçük yüzü
anımsamıyorum.
Oysa o zamanlar sigarayı, nikotin
tadını, beni dü ürdü ü durumu seviyor
muydum, nefret mi ediyordum,
bilmiyorum. Hepsinden nefret etti imi
ö renince daha da beter oldu.
Ö rendi imde yirmi ya larındaydım. O
zamanlar bir kaç hafta iddetli bir bo az
a rısı çektim, ate im de yükselmi ti.
Doktor yataktan çıkmamamı ve kesinlikle
sigara içmememi ö ütledi. O kesinlikle
sözcü ünü anımsıyorum. Yüre imde bir
yara açıldı, ate in rengine boyandı:
koskoca bir bo luktu ve bu bo lu un
çevresinde hemen olu an a ır basınca
dayanacak hiçbir ey yoktu.
Doktor çıkıp gitti inde babam
(annem yıllar önce ölmü tü), a zında
koskoca bir puro ile bir süre yanımda
kalıp bana arkada lık etti. Giderken alev
alev yanan alnımı usulca ok adı:
— Sigara yok, karı mam ha! dedi.
Korkunç bir tedirginli e kapıldım.
«Madem bana dokunuyormu , bir daha
hiç sigara içmeyece im,» diye dü ündüm,
«Ama son bir sigara içmek istiyorum.» Bir
sigara tellendirdim, belki de ate imin
büsbütün yükselmesine, her solukta
bademciklerimin sanki bir kor parçası
de mi gibi yanmalarına inat,
tedirginli imin yokolup gitti ini duydum.
Sigarayı bir ada ı yerine getirirmi çesine
özenle sonuna kadar bitirdim. Yine
korkunç acılar içinde, hastalı ım
boyunca birçok sigara daha içtim.
Babam a zında purosu ile gidip gelip:
— Aferin, diyordu, birkaç gün
daha sigarasız dur, sapsa lam olacaksın!
Bu cümleyi duymak, onun çabuk,
çabucak çekip gitmesini, sigarama
sarılma olana ı vermesini dilememe
yetiyordu. Daha çabuk uzakla sın diye
uyur gibi yaptı ım da oluyordu.
O hastalık ikinci illetime
tutulmama neden oldu: birinci illetimden
kurtulma çabasına yani. Giderek
günlerim sigaralarla ve sigarayı bırakma
kararları ile doldu; hemen söyleyeyim de
içimde kalmasın bari, zaman zaman
bugün bile öyle. Yirmi ya ımdayken
tutuldu um son sigara debelenmesi hâlâ
durdu sayılmaz. Kararım o denli güçlü
de il artık, zayıflı ım da ihtiyar ruhumda
daha büyük bir ho görü ile kar ılanıyor.
nsan ihtiyarladı mı, ya ama da, getirdi i
her eye de gülümseyip geçiyor. Hatta
diyebilirim ki, bir süredir bol bol sigara
içiyorum ve bu son olsun diye
niyetlenmiyorum.
Bir sözlü ün kapa ına süslü püslü
bir yazı ile u kaydı dü mü üm:
«Bugün , 2 ubat , Hukuk
ö reniminden Kimya ö renimine
geçiyorum. Son sigara!».
Çok önemli bir son sigaraydı. Ona
e lik eden tüm umutlar aklımda. Ya amın
çok uza ındaymı gibi gelen Kilise
Hukukuna içerlemi tim, bir deney
tüpüne sıkı mı da olsa, ya amın tâ
kendisi olan bilime ko uyordum. O son
sigaranın tam anlamı etkinlik (hatta el
i çili i), sade, sa lıklı, huzurlu dü ünceler
dile iydi.
nanmadı ım zincirleme karbon
bile imlerinden yakayı kurtarmak için
Hukuka geri döndüm. Ne çare!
Yanılmı tım, yanılgımı bir son sigara ile
noktalayı ımın tarihini de bir kitabın
kapa ına kaydetmi im. Bu da önemliydi,
karbon zincirlerini sonunda kırmı ,
benim, senin, onun hakkının sonu
gelmez karma ıklı ına en iyi niyetlerimle
dönüyordum. Eli i yetene inden de pek
nasibimi alamadı ımdan, kimyaya yatkın
olmadı ım ortaya çıkmı tı. Bir yandan
baca gibi sigara tüttürürken, nasıl
yetenekli olsundu ellerim?
imdi burada kendi kendimi
çözümlüyorum ya, bir ku ku dü üyor
içime: yoksa ben sigaraya kendi
yeteneksizli imin ayıbını yükleyebilmek
için mi öylesine tutkundum? Acaba
sigara alı kanlı ımdan vazgeçsem o
umdu um güçlü, üstün adam olur
muydum? Belki beni tiryakili ime
zincirleyen de o ku ku olmu tur, çünkü
insanın kendisini gizli kalmı bir büyük
adam sanması rahat bir ya am biçimidir.
Ben bu savı gençli imdeki zayıflı ımı
açıklayabilmek için ileri sürüyorum,
gelgelelim buna kesinlikle inandı ımı
söyleyemem. imdi ihtiyarladım,
kimsenin benden bir ey bekledi i yok,
ama yine de sigara ile sigarayı bırakma
kararı arasında mekik dokuyorum O
kararların bugün ne anlamı var ki?
Acaba Goldoni’nin anlattı ı o sa lık
meraklısı ihtiyar gibi, ömrümü illetli
geçirdikten sonra sa lıklı ölmek mi
istedi im?
Bir kez ö rencili imde evden
ta ınmı tım da, odamın duvarlarını
tarihlerle doldurmu um diye parasını
cepten verip duvar kâ ıdını de i tirmek
zorunda kalmı tım. Belki o odadan
ayrılı ımın nedeni de giderek kararlarımın
gömütüne dönü mesindendi, orada
kaldıkça artık ba ka bir karar
veremezmi im gibi geliyordu.
Galiba sigara son olunca tadı da
bir ho oluyor. Öteki sigaraların da
kendilerine göre bir tadları var ama,
öylesine lezzetli de iller. Son sigaranın
tadı insanın kendi kendisini yendi i
duygusundan, yakın bir gelecekte güçlü
ve sa lıklı olaca ı umudundan
kaynaklanır. Öteki sigaraların da
kendilerine göre bir önemleri vardır,
çünkü onları yakarken özgürlü ümüzü
ilân ederiz, güçlü, sa lıklı gelecek yine
ufuktadır, birazcık ileriye itilmi tir, o
kadar.
Odamın duvarlarındaki tarihler
çok de i ik renklerde, kimi ya lıboya ile
yazılmı tı. En safça bir inanı la yinelenen
karar, bir öncekini gölgede bırakan bir
renkten güç almı tı. Kimi tarihleri
sayıların uyu masından ötürü
ye lemi tim. Geçen yüzyıldan bir tarih
kalmı aklımda, kötü alı kanlı ımı
kapatmak istedi im tabutu sonsuza dek
mühürler sanmı tım: « yılının
dokuzuncu ayının dokuzuncu günü». Ne
anlamlı, de il mi? Yeni ba layan yüzyıl da
ba ka uyumlar yapan yeni tarihler
getirmi ti: «’in birinci ayının birinci
günü». Bana öyle geliyor ki, o tarih
yinelenecek olsa bugün bile yeni bir
ya ama ba lamak elimden gelirdi.
Takvimde tarih kıtlı ı yok ya, biraz
dü gücü ile her gün bir karara
uydurulabilir. u tarih aklımda kalmı ,
çünkü kar ı durulmaz bir buyruk gibi
geliyor: «Üçüncü gün, altıncı ay, yıl ,
s a a t 24», Sanki her sayı bir öncekinin
masaya sürdü ü peyi iki katma yükseltir
gibi.
yılı bir an duraksatmı tı beni.
Yıla e dü ecek bir onüçüncü ay yoktu.
Ne var ki bir son sigaraya önem
kazandırmak için tarihinin pek fazla
uyum gerektirdi i sanılmasın. En
sevdi im kitaplarıma ya da defterlerime
dü tü üm tarihlerden birço u
biçimsizlikleri ile dikkati çekiyorlar.
Örne in u: üçüncü gün, ikinci ay, yıl
, saat altı! nsan dü ündü ünde bir
temposu oldu unu farkediyor, çünkü
sayılar tek tek ele alınırsa, her biri
öncekini yadsır gibi. Nice olaylar, hatta
Papa IX. Pius’un ölümünden o lumun
do u una dek tüm olaylar o her zamanki
kesin kararlarla kutlanmaya lâyık
görünmü tü gözüme. Ailede herkes ne eli
ya da üzüntülü yıldönümlerini nasıl
belle imde böylesine tutabildi ime a ar,
üstelik çok iyi biri oldu uma
inanmı lardır!
Görünü ün garipli ini hafifletmek
için son sigara hastalı ıma bir dü ünsel
içerik kazandırmaya çalı tım. «Bir daha
asla» diye hava basması pek güzeldir.
Ama insan sözünü tuttu mu ne kalır o
güzellikten? Ancak kararınızı yinelemeniz
gerekti inde o havaya bürünebilirsiniz.
Hem sonra zaman, benim için, o hiç dur
durak bilmeyen, dü ünülmesi olanaksız
ey de il ki. Bana, yalnız bana gerisingeri
dönüyor zaman.


Hastalık bir kanıdır, ben de o kanı
ile do mu um. O zamanlar bir doktora
açılmı olmasam yirmi ya ımdaki illetimi
pek anımsamazdım. Ne tuhaf, söylenmi
sözleri, dile getirilmemi duygulardan
daha iyi anımsıyor insan.
O doktora sinirsel hastalıkları
elektrikle iyile tirdi ini söyledikleri için
gitmi tim. Sigarayı bırakmak için gereken
gücü elektrikten sa larım diye
dü ünmü tüm.
Doktorun koskoca bir göbe i vardı,
astımlı soluması hemen ilk seansta
çalı tırdı ı elektrikti makinenin tıkırtısına
e lik ediyordu; do rusu beni
dü kırıklı ına u rattı, çünkü beni
muayene ederken, kanıma sızmı olan
zehri bulup çıkaraca ını beklemi tim.
Oysa bedenimi sapasa lam buldu,
sindirimimim ve uykularımın iyi
olmadı ından yakındı ımda, midemde
asit yetersizli i oldu unu, peristaltik
hareketin (bu lâfı o kadar çok yineledi ki
bir daha unutmadım) pek hızlı olmadı ını
ileri sürdü. Çaredir diye kalktı bir de asit
verdi, mahvetti midemi, o gün bu gündür
asit fazlalı ından yakınıyorum.
Kanımdaki nikotini kendi çabaları
ile saptamayı asla ba aramayaca ını
anlayınca yardımcı olmak istedim, belki
de rahatsızlıklarımın sigaradan ileri
geldi inden ku kulandı ımı söyledim.
Koskocaman omuzlarını zahmetle
kaldırdı:
— Peristaltik hareket asit
nikotinin bununla bir ili kisi yoktur.
Elektrik uygulamalarının sayısı
yetmi i buldu, günün birinde canıma
yetmeseydi tedavi bugüne dek sürüp
giderdi. O seanslara bir mucize
bekledi imden çok, doktoru bana sigarayı
yasaklamaya kandırırım umuduyla
gidiyordum. E er o zaman kararlarım
böylesi bir yasakla desteklenseydi
kimbilir nasıl giderdi i ler.
Hastalı ımı doktora i te u sözlerle
anlatmı tım: «Derslerime çalı amaz
oldum, kırk yılın ba ı erkenden yatmaya
gitsem bile ilk çan seslerini duyuncaya
kadar uyku tutmuyor. Hukukla Kimya
arasında mekik dokumam da bu yüzden,
çünkü bu bilim dallarının ikisi de belli bir
saatte i e ba lamayı gerektiriyor,
gelgelelim saat kaçta yataktan
kalkabilece imi hiç bilemiyorum»».
— Elektrik her türlü uykusuzlu u
iyi eder, diye kestirip attı Lokman Hekim,
gözleri hastadan de il, kadrandan yana
bakıyordu hep.
Sonunda benim karınca kararınca
bilmeden uyguladı ım psikanalizi
anlayabilirmi gibi kendisine açıldım.
Kadınların kar ısında nasıl çaresiz
kaldı ımı anlattım. Bir tanesi yetmiyordu
bana, birço u bile yetmiyordu. Hepsini
istiyordum! Soka a çıktım mı kendimi
kaybediyordum: yanımdan geçen tüm
kadınlar benim oluyordu. Kendimi
hayvansı duyma gereksinimi içinde
tepeden a a ı terbiyesizce süzüyordum
onları. Dü üncemle soyuyordum, yalnız
çizmelerini çıkarmıyordum, sonra
kollarımın arasına alıyordum, ancak
hepsini iyiden iyiye tanıdı ıma
inandı ımda salıveriyordum.
çtenli im de, solu um da bo a
gitmi ti! Doktor soluk solu aydı:
— Umarım elektrik uygulamaları
sizin bu illetinizi iyi etmez. Tanrı korusun!
Bu tür bir sonuç verece i aklıma gelse
bir daha bir Rumkhorff’a el sürmem.
Kendisine pek ne eli gelen gerçek
bir olay da anlattı. Bu benim hastalı ıma
tutulmu biri, ünlü bir hekime gitmi ,
kendisini iyile tirsin diye yalvarmı ,
doktor tedavide çok ba arılı olmu , ama
ülkeden göç etmek zorunda kalmı , yoksa
hastası canına okuyacakmı .
— Böyle heyecanlanmam iyi ey
de il, diye haykırıyordum. Damarlarımı
tutu turan zehrin marifeti hepsi!
Doktor üzüntüyle mırıldanıyordu:
— Bu dünyada kimse yazgısından
memnun de ildir.
Ben de onu inandırmak için
kendisinin yapmaya yana madı ı eyi
yaptım, hastalı ımı tüm belirtilerini bir
araya getirerek inceledim: — Dalgınlı ım!
O da çalı mama bir engel. Graz’da ilk
devlet sınavına çalı ıyordum, son sınava
kadar bana gerekli olan tüm metinleri
özenle not etmi tim. Sonunda, sınava
birkaç gün kala tâ yıllar sonra gerekli
olacak eyleri çalı tı ımı farkettim. Bu
yüzden sınavı ertelemek zorunda kaldım.
Aslında o kadarını da pek çalı mı
sayılmam ya, nedeni de benimle yüzsüzce
cilvele mekten öte bir hayrını görmedi im
bir kom u kızıydı. O pencereye çıktı mı
kitap gözümün önünden siliniyordu.
Böyle bir derde çatana ahmak denmez de
ne denir?
Penceredeki kızın ufacık, akça
pakça yüzünü hiç unutmadım, bu beyzi
yüz, renkleri bakıra çalan havalı
buklelerle çevriliydi. O beyazlı ı, o
kızılımtrak sarılı ı yastı ımın üstüne
bastırdı ımı dü ünerek bakardım kıza.
Lokman Hekim mırıldandı:
— Cilvele menin gerisinde hep iyi
eyler vardır. Benim ya ıma bir gelin de
bakın, cilvele mek gelir mi içinizden.
Bugün kesinlikle biliyorum ki
doktor bey cilvele menin c’sini
bilmiyormu . Ya ım elliyedi, ama hiç
ku kum yok, sigarayı bırakmazsam ya da
psikanalizle iyile mezsem, ölüm
dö e imden son bakı ımda gözlerimden
hastabakıcımı arzuladı ım okunacaktır,
tabii e er hastabakıcım karım de ilse ya
da karım hastabakıcımın güzel olmasına
izin vermi se.
Günah çıkarır gibi yürekten
konu tum: kadınlar bütünüyle ho uma
gitmiyorlardı aslında parça parça
ho uma gidiyorlardı! Güzel ayakkabılar
içinde oldu mu hepsinin ayacıklarını,
birço unun ister incecik, ister öyle güçlü
kuvvetli olsun, boynunu seviyordum,
gö üslerini de, e er ufacıksa. Kadın
anatomisinin çe itli parçalarını sayıp
döküyordum ki, doktorum sözümü kesti:
— Bu kadar parça ile kadın
tamamlandı zaten.
O zaman önemli bir söz ettim:
— Sa lıklı a k diye bir kadını huyu
suyu ile, zekâsı ile, oldu u gibi
kucaklayana denir.
O güne dek böylesi bir a k
tatmamı tım elbette, tattı ımda o da beni
iyile tirmedi, ama benim için önemli olan,
bir bilge ki inin sa lıklı gördü ü yerde
hastalı ı bulup çıkarmı olmam, dahası,
benim koydu um tanının sonradan do ru
çıkmı olmasıdır.
Doktorlu u olmayan bir arkada ,
beni de, hastalı ımı da daha iyi anladı.
Bundan önemli bir yarar sa ladım
denemez, ama ya amımda bugün bile
yankılanan yeni bir nota oldu.
Arkada ım bo zamanlarını
yazınsal incelemeler ve çalı malarla
süsleyen zengin bir bey evlâdıydı.
Yazdı ından çok daha iyi konu urdu, bu
yüzden dünya onun ne nitelikli bir yazın
adamı oldu unu ö renemedi. i man, iri
kıyımdı, tanı tı ımızda canla ba la bir
zayıflama rejimine giri mi ti. Birkaç
günde çok önemli sonuçlar elde etmi ti, o
kadar ki, sokakta herkes böylesi
hastalıklı birinin yanında kendi sa lı ını
daha iyi ayrımsamak umudu ile ona
yakla ıyordu. stedi ini gerçekle tiriyor
diye çok imrendim kendisine, tedavisi
sürdü ü kadar yanından ayrılmadım.
Her gün küçülen göbe ini yoklamama
izin veriyordu, ben de, hasetim dilime
vurdu undan, kesin kararını sarsmaya
çabalıyordum.
— yi de, tedaviniz bitti inde bütün
bu deri yı ınını ne yapacaksınız?
Sıskası çıkmı suratını
gülünçle tiren büyük bir sükûnetle u
yanıtı verdi:
— ki gün sonra masaj tedavisine
giriyorum.
Tedavisi tüm ayrıntıları ile önceden
belirlenmi ti, tarihlerden hiç birini
aksatmayaca ı kesindi.
Bütün bunlar içimde büyük bir
güven uyandırdı, oturup hastalı ımı
anlattım ona. Nasıl anlattı ımı da
anımsıyorum. Sayısını bilmedi im kadar
sigara içmekten vazgeçmektense, günde
üç ö ün yeme imden vazgeçmenin daha
kolay oldu unu söyledim, üstelik o
sigaraların her biri her an o zahmetli
kararı vermemi gerektiriyordu. nsan
aklını böyle bir karara taktı mıydı ba ka
eye zamanı kalmıyordu, çünkü birkaç i i
birden aynı anda yapabilmek Jül
Sezar’dan ba kasının harcı de ildi. Gerçi
mallarımı yöneten Olivi sa kaldıkça bir
baltaya sap olmamı bekleyen yoktu ama,
nasıl olur da benim gibi biri bu dünyada
dü görmenin ya da hiç yetene i olmadan
keman çalmanın dı ında bir eyler
yapmayı beceremezdi?
Zayıflamı iri kıyım adam hemen
yanıtlamadı. Bir yöntem adamıydı, ilkin
uzun uzadıya dü ündü. Sonra bu
alandaki büyük üstünlü ünden
kaynaklanan bilgelik havası içinde
açıkladı: benim gerçek illetim sigara
içmem de ildi, bırakmaya niyetlenmemdi.
O kötü alı kanlı ımdan hiçbir karar
vermeksizin yakayı kurtarmaya
bakmalıydım. Ona kalırsa, içimde, yıllar
geçtikçe iki ki ilik birden geli mi ti, birisi
buyruk veriyor, öteki de onun verdi i
buyruklara ba e iyordu, ama gözetim
biraz hafifledi mi, köle özgürlük hevesine
kapılıyor, efendisinin istemine
ba kaldırıyordu. Bu yüzden ona sınırsız
özgürlük tanımalı, bu arada kötü
alı kanlı ımla sanki yepyeni, o zamana
dek görmedi im, bir eymi gibi
yüzle meliydim. Sava malıydım onunla,
hiç u ra mamalıydım, bana lâyık
olmayan bir ahbaptan yüz çevirir gibi
sırtımı dönmeliydim ona. Ne basit, de il
mi?
Gerçekten basit göründü bana.
Büyük bir çaba harcayıp içimden her
türlü niyeti söküp atmayı ba arınca bir
kaç saat sigarasız durmayı ba ardı ım da
gerçek, ama a zım tertemiz kalınca, yeni
do mu bir bebe in duydu u türden
masum bir tad aldım, canım bir sigara
tellendirmek istedi, içince de pi man
oldum, bu yüzden hemen o vazgeçip
unuttu um sigarayı bırakma kararımı
yineledim. Daha uzun bir yoldu gerçi,
ama aynı kapıya çıkıyordu.
Olivi olacak o alçak günün birinde
bir fikir verdi: kararımı güçlendirmek için
bahse girmek.
Bana öyle geliyor ki Olivi’nin dı
görünümü hep imdiki gibi olmu tur. Hep
böyle gördüm onu, biraz beli bükülmü ,
ama sapsa lam, gözüme de hep ihtiyar
gözükmü tür. Bugün ya ı sekseni
bulmu ken nasıl ihtiyar gözüküyorsa
öyle. Benim yerime çalı tı, hâlâ da
çalı ıyor, ama sevmiyorum onu, sanki
kendi yaptı ı i i benim yapmamı
engellemi gibi geliyor.
Ve bahse girdik! lk sigarayı içen
parayı ödeyecekti, sonra ikimiz de
özgürlü ümüze kavu acaktık. Böylece,
babamın mirasını har vurup harman
savurmayayım diye ba ıma dikilen
vekilharcım, özgürce harcadı ım
annemin mirasını kısıtlamaya çalı ıyordu!
Bahisten son derece zararlı çıktım.
Eskiden ara sıra efendilik ediyordum ya,
imdi tümüyle köle olmu tum, üstelik o
hiç sevmedi im Olivi’nin kölesi! Hemen
yaktım sigaramı. Sonra gizli gizli
tiryakili imi sürdürerek onu dolandırmayı
dü ündüm. O zaman da bahse girmenin
anlamı kalmıyordu. Bunun üzerine ko up
bahsinkine uygun bir tarih buldum, son
bir sigara içmek için, böylelikle o tarihi
sanki Olivi kendisi saptamı gibi gelecekti
bana. Ama ba kaldırım sürüp gidiyordu,
sigara içe içe tıknefes oluyordum.
Yüre imi o yükten kurtarabilmek için
Olivi’ye gidip suçumu açıkladım.
htiyar parayı gülümseyerek
cebine indirdi, hemen kocaman bir puro
çıkarıp büyük bir hazla tüttürmeye
koyuldu. Bahse uymamı oldu u ku kusu
hiç geçmedi içimden. Anla ılıyor ki
ba kaları benden ayrı yaratılı talar.
O lum üç ya ına bastı ında
karımın aklına parlak bir fikir geldi. Kötü
alı kanlı ımdan kurtulabilmem için bir
süre bir sa lıkevine kapanmamı önerdi.
Hemen, evet dedim, her eyden önce
o lum beni yargılayacak ya a vardı ında
dengeli, sakin bir baba ile kar ıla sın
istiyordum, sonra daha ivedi bir neden
de vardı: Olivi’nin sa lı ı bozulmu tu,
beni yüzüstü bırakmakla tehdit ediyordu,
birden bire onun yerine geçmek
durumunda kalabilirdim ve bedenimde
onca nikotin varken önemli i lere
giri emeyece imi dü ünüyordum.
lkin sa lıkevlerinin klâsik ülkesi
sviçre’ye gitmeyi dü ündük, sonra doktor
Muli diye birinin Trieste’de bir tesis açmı
oldu unu ö rendik. Karımı gidip onunla
konu makla görevlendirdim, doktor bana
kapalı bir daire ayırmayı, orada
ba kalarının da yardımı ile bir
hastabakıcının gözetiminde tutulmamı
önermi . Karım bunları anlatırken zaman
zaman gülümsüyor, zaman zaman
kahkahalar atıyordu. Beni bir yere
kapatmak dü üncesi onu pek
e lendiriyordu, ben de onunla birlikte
yürekten gülüyordum. yile me
çabalarıma katıldı ı bu ilk kezdi. O
zamana dek hastalı ımı hiç ciddiye
almamı tı, sigara içmenin yalnızca biraz
garip, ama pek sıkıcı sayılmayacak bir
ya ama biçimi oldu unu söylerdi. Sanırım
benimle evlendikten sonra eski
özgürlü ümün ardından hayıflandı ımı
hiç duymaması onun için ho bir sürpriz
olmu tu; nasıl duysundu ki, ben ba ka
eylerin ardından hayıflanmakla
me guldüm.
Olivi’nin ertesi aydan sonra artık
kesinlikle yanımda kalamayaca ını
söyledi i gün sa lıkevine gittik. Evde bir
kaç parça çama ır hazırlayıp bir valize
doldurduk, hemen o ak am doktor
Muli’nin kapısını çaldık.
Bizi kendisi kar ıladı. Doktor Muli
o zamanlar yakı ıklı bir delikanlıydı. Yaz
ortasındaydık, o ufak tefek, sinirli kara
gözlerinin büsbütün cin gibi parladı ı,
ufacık, güne ten yanmı yüzüyle,
yakasından pabuçlarına de in bembeyaz
giysilerinin içinde zarifli in tâ kendisiydi.
Hayran kaldım ona, ama hiç ku kum
yok, o da bana hayran kalmı tı.
Hayranlı ının nedenini
anladı ımdan, biraz utanarak dedim ki:
— Galiba siz, ne tedavi gere ine,
ne de benim bu i e ciddiyetle sarıldı ıma
inanmıyorsunuz.
Hafif olmakla birlikte beni yine de
yaralayan bir gülümseme ile:
— Neden? diye yanıtladı doktor.
Belki de sigara tiryakili i gerçekten biz
doktorların sandı ımızdan daha
zararlıdır. Yalnız anlamadı ım ey,
sigarayı tümüyle bırakmak yerine neden
içti iniz sigaraların sayısını azaltmayı
dü ünmedi iniz. Sigaranın bir zararı
yoktur, zararlı olan sigaraya a ırı
dü künlüktür.
Aslında sigarayı toptan bırakmak
isteye isteye, içti im sigaraların sayısını
azaltmak olasılı ını hiç dü ünmemi tim.
Ama imdi bu ö üt olsa olsa kararımı
zayıflatmaya yarardı artık. Kesin
konu tum:
— Madem bir kere karar verdim,
bırakın da bu tedaviyi deneyeyim.
— Denemek mi? Bir üstünlük
havası ile güldü doktor. Bir kez ba ladınız
mı tedavinin ba arılı olması zorunlu u
var. Siz zavallı Giovanna’ya kaba kuvvet
kullanmadıkça buradan dı arı
çıkamazsınız. Sizi serbest bırakmak için o
kadar çok belge düzenlemek gerekir ki bu
arada siz de tiryakili inizi unutursunuz.
Bana ayırdıkları dairedeydik, ikinci
kata çıktıktan sonra zemin kata dönerek
gelmi tik buraya.
— Görüyor musunuz? u demir
kapı, zemin katta çıkı kapısının
bulundu u öteki yan ile ili kiyi kesiyor.
Anahtarı Giovanna’da bile yoktur. Dı arı
çıkabilmek için, o da ikinci kata ula mak
zorundadır, o katta bizim için açılan
kapının anahtarı yalnız onda bulunur.
Zaten ikinci katta da her zaman gözetim
vardır. Çocuklar ve lohusalar için
yapılmı bir sa lıkevi olarak fena
sayılmaz, de il mi?
Bunun üzerine gülece i tuttu,
belki de beni çocukların arasına
kapatmak dü üncesi gülünç gelmi ti.
Giovanna’yı ça ırıp bana tanıttı.
Ya ı pek belli olmayan, kırk ile altmı
arasında de i ebilecek, ufak tefek bir
kadınca ız. Ba tanba a kırla mı
saçlarının altında ufacık gözleri pırıl pırıl
parlıyordu. Doktor dedi ki:
— te gerekirse dövü ece iniz bey
bu.
Kadın beni tepeden tırna a süzdü,
kıpkırmızı kesildi, tiz bir sesle haykırdı:
— Ben görevimi yapaca ım elbette,
ama bununla bo u amam do rusu. Siz
beni tehdit edecek olursanız erkek
hastabakıcıyı ça ırırım, güçlü kuvvetlidir,
hakkınızdan gelir, hemen gelmezse de
bırakırım nereye isterseniz gidin, canımı
tehlikeye atamam artık!
Sonradan ö rendi ime göre doktor
kendisine bu görevi verirken yüklü bir
ödül sözü vermi ti, bunun tek yararı
kadını korkutmak olmu tu. Sözleri öfkemi
ba ıma sıçrattı.
Kendi iste imle pek güzel bir
kapana kısılmı tım do rusu.
— Can tehlikesi de ne demek
oluyor! diye haykırdım. Kimmi canınızı
tehlikeye sokacak olan? Doktora
yöneldim:
— Lütfen bu kadını uyarın da
canımı sıkmasın! Yanımda birkaç kitap
getirdim, kafamı dinlemek istiyorum.
Doktor Giovanna’ya bir eyler
tembihledi. O da özür dileyeyim derken
bana saldırısını sürdürdü:
— Kızlarım var benim, iki küçük
kızım, ya amak zorundayım, ne yapayım?
— Ben sizi öldürmeyi kendime
yakı tırmam bile, diye yanıtladım,
sesimin tonu zavallıcı ın içine su
serpmekten çok uzaktı.
Doktor üst kata çıkıp bilmem neyi
almasını söyleyerek onu uzakla tırdı, beni
yumu atmak için de yerine ba ka birini
koymayı önerdi:
— Kötü bir kadın de ildir aslında,
diye ekledi, daha saygılı davranmasını
tembihlerim, bir daha canınızı sıkmaz.
Beni gözetlemekle görevlendirilen
ki iye hiç önem vermedi imi kanıtlamak
istedi imden doktora kabul etti imi,
di imi sıkaca ımı söyledim. Sakinle mem
gerekiyordu, cebimden sondan bir önceki
sigaramı çıkarıp kıtlıktan çıkmı gibi
içtim. Doktora yanımda yalnızca iki
sigara getirdi imi, tam geceyarısı sigarayı
bırakmaya niyetlendi imi söyledim.
Karım doktorla birlikte yanımdan
ayrıldı.
— Mademki bu kararı verdin,
güçlü ol bari, dedi gülümseyerek.
O kadar sevdi im gülümsemesi
alaylıymı gibi geldi ve tam o anda içimde
yeni bir duygu filizlendi. Bu duygu, onca
ciddiyetle giri ti im denemenin
kaçınılmaz bir iflâsla sonuçlanmasına
neden olacaktı. Hemen fenala tım, ama
neden acı çekti imi ancak beni yalnız
bıraktıklarında anladım. Genç doktorun
kar ısında çılgınca, zehir gibi bir
kıskançlı a kapılmı tım! Yakı ıklıydı,
özgürdü o! Doktorlar arasında bir ilâh
diyorlardı onun için. Karım neden
tutulmasındı ona? Giderken karımı
izliyordu, o zarif ayakkabıları içindeki
ayaklarına bakmı tı. Evlendim evleneli
kıskançlık duygusunu ilk kez
tadıyordum. Ne üzücü eymi ! Bu a a ılık
tutsaklık durumuma iyi uymu tu
do rusu! Kendimle sava tım! Karımın
gülümsemesi her zamankinden farksızdı,
beni evden uzakla tırdı ından ötürü alay
ediyor de ildi. Gerçi sigara tiryakili ime
hiç önem vermedi i halde beni buraya
tıktıran oydu, ama mutlaka ho uma
gitsin diye yapmı olmalıydı bunu. Hem
sonra karıma tutulmak pek o kadar
kolay de ildir ki, unutmu muydum
yoksa bunu? Doktor onun ayaklarına
baktıysa ku kusuz sevgilisine ne biçim
potin alması gerekti ini ö renmek için
yapmı tı. Ama hemen son sigaramı içtim;
geceyarısı olmamı tı daha, saat
yirmiüçtü, son bir sigara için hiç de
elveri li olmayan bir saat.
Bir kitap açtım. Anlamadan
okuyordum, gözümün önünde hayaller
uçu uyordu. Gözlerimi dikti im sayfa
doktor Muli’yi olanca yakı ıklılı ı ve
zarafeti ile sergileyen bir foto rafı ile
kaplanıyordu. Dayanamadım!
Giovanna’yı ça ırdım. Çene çalarsam
sakinle irdim belki.
Kadın geldi, hemen ku kuyla baktı
bana. Tiz sesiyle ba ırdı:
— Sakın bana görevimi ihmal
ettirebilece inizi sanmayın.
Bense o an onu sakinle tirebilmek
için yalan söyledim, bu aklımdan bile
geçmez, dedim, yalnızca okumaktan
bıkmı tım da kendisiyle iki çift lâf ederim
diyordum. Alıp kar ıma oturttum. O
ihtiyar kadın görünümü, bütün zayıf
hayvanlarınkine benzeyen oynak, genç
gözleri, aslında i rendiriyordu beni.
Böylesi bir ahbaplı a eyvallah demek
zorunda kaldı ım için acıyordum kendi
kendime! Gerçekte, özgürken bile
kendime en uyan insanları
seçememi imdir, çünkü genellikle,
karımın yaptı ı gibi, onlar beni seçer.
Giovanna’dan beni biraz
oyalamasını rica ettim, dikkatime de en
hiç bir eyi olmadı ını söyleyince, bana
ailesinden söz etmesini istedim, bu
dünyada herkesin hiç de ilse bir ailesi
vardır nasıl olsa, diye ekledim.
Peki, dedi, kızlarını Yoksullar
Yurduna bırakmak zorunda kaldı ını
anlatmaya koyuldu.
Öyküsünü hevesle dinlemeye
ba lamı tım, çünkü o sekiz aylık
hamilelikten böyle yakayı sıyırmı olması
beni güldürüyordu. Ama kadında çataçat
çeki me huyu vardı, ilkin bu kadarcık
maa la ba ka bir ey yapamayaca ını,
doktorun da birkaç gün önce bütün
aileye Yoksullar Yurdu baktı ından
günde iki kuronun yeterli oldu unu
söyledi inde haksızlık etti ini
kanıtlamaya kalkı ınca dinleyemez
oldum. Bas bas ba ırıyordu:
— Ya ba ka eyler? Karınlarını
doyurup üstlerine bir ey giydirince her
eyleri tamam olmuyor ki! Ondan sonra
kızlarına sa lamak zorunda oldu u bir
sürü ey saymaya ba ladı, imdi aklımda
kalmamı , çünkü kulaklarımı kadının tiz
sesinden koruyabilmek için dü üncemi
ba ka eylere yöneltiyordum. Ama yine de
kulaklarım hırpalanmı tı, bir kar ılık
haketmi im gibi geldi:
— Bir sigara bulamaz mıydınız, bir
tanecik? On kuron veririm, ama yarın,
çünkü yanımda tek kuru yok.
Önerim Giovanna’yı deh ete
dü ürdü. Çı lık çı lı a ba ırmaya
koyuldu; derhal erkek hastabakıcıyı
ça ırmak istiyordu, yerinden kalkıp
odadan çıkacak oldu.
Sussun diye fikrimden hemen
caydım, öyle rastlantı sonucu, bir ey
söylemi , kendime bir hava vermi olmak
için sordum;
— Peki, peki, bu hapishanede
içecek bir eyler bulunmaz mı bari?
Giovanna derhal cevabı yapı tırdı,
beni a ırtan kusursuz bir konu ma tonu
ile, ba ırıp ça ırmadan:
— Bulunmaz olur mu! dedi. Doktor
gitmeden önce bana bu konyak i esini
verdi. te i e hâlâ kapalı. Bakın, kimse
el sürmedi.
Öyle bir durumdaydım ki, sarho
olmaktan ba ka çıkar yol yoktu. Karıma
olan güvenim beni ne hale koymu tu!
O anda sigara dü künlü üm
bunca zahmete de mez diye geçti
aklımdan. Yarım saatten fazladır sigara
içmiyordum, hiç de aklıma gelmiyordu,
kafamı karımla doktor Muli’ye takmı tım
çünkü. Yani tümüyle iyile mi tim, ama
maskara olup çıkmı tım!
i eyi açtım, altın rengi içkiden bir
kadeh doldurdum kendime. Giovanna
beni a zı açık seyrediyordu, ama ona
ikram etmekte biraz duraksadım.
— Bu i eyi bo alttı ımda ba ka
içki alabilecek miyim? Yine en tatlı
konu ma tonu ile güvence verdi
Giovanna:
— stedi iniz kadar! Sizin
isteklerinizi yerine getirmek için kilere
bakan hanım gerekirse geceyarısı
yata ından kalkacak!
Ömrümde nekeslik etti im
olmamı tır, Giovanna’nın kadehi de
hemen a zına kadar doldu. Daha
te ekkürü tamamlamadan kadehi
devirdi, cin gibi gözlerini hemen i eye
dikti. Yani onu sarho etme dü üncesini
aklıma kendi getirdi. Ama pek kolay oldu
da diyemem!
Birkaç kadeh yuvarladıktan sonra
su katılmamı Trieste lehçesiyle bana
söylediklerini tam olarak yineleyemem,
ama e er aklım kuruntularımda olmasa,
yanında durup pekâlâ da zevkle
dinleyebilirdim sanıyorum.
lk i olarak bir sır verdi bana,
çalı manın böylesini severmi i te. Bu
dünyada herkesin günde iki saat öyle
rahat bir koltu a gömülüp, kar ısına iyi
cins, insana dokunmayan bir i e içki
dikerek oturma hakkı olmalıymı .
Ben de gevezelik etmeyi denedim.
Kocası hayatta iken i ini öyle mi
ayarlıyormu , diye sordum.
Kadın gülmeye koyuldu. Kocası
hayattayken onu öptü ünden çok
dövmü mü , o adam için öylesine saçını
süpürge etmi ki, imdiki çalı ması onun
yanında, ben o sa lıkevinde tedaviye
ba lamadan önceki durumunda bile
dinlenme sayılabilirmi .
Sonra Giovanna’yı dü ünceler aldı,
ölülerin, canlıların ne yaptıklarını
gördüklerine inanıyor muyum diye sordu.
Kısaca evet diye yanıtladım. Bir de ölüler
öteki tarafa vardıklarında, kendileri daha
ya ıyorken bu tarafta ne olup bitmi se
sonradan hepsini ö renirler miymi , onu
da bilmek istiyordu.
Bir an için bu soru beni gerçekten
kendi kaygılarımdan uzakla tırdı. Üstelik
gitgide tatlıla an bir sesle sorulmu tu,
çünkü Giovanna ölüler ne söyledi ini
duymasınlar diye sesini iyice alçaltmı tı.
— Demek kocanızı aldattanız,
dedim.
Kadın ba ırmayayım diye yalvardı,
sonra da onu aldattı ını itiraf etti, ama
yalnızca evliliklerinin ilk aylarında
aldatmamı . Sonra köte e alı mı ,
erke ini sevmi mi .
Konu manın tadı kaçmasın diye
sordum:
— Yani ya amını öteki adama
borçlu olan kızlarınızın büyü ü, öyle mi?
Yine alçak sesle, bazı benzerlikleri
gördükçe bunu kendisinin de
dü ündü ünü kabul etti. Kocasını
aldattı ına pek üzülüyordu. Bunu
söylerken bir yandan da gülüyordu,
çünkü acı verdiklerinde bile gülünen
eylerdir bunlar. Ama yalnızca adam
öldü ünden beri üzgünmü , çünkü daha
önce o bilmedi ine göre, olayın önemi
olamazmı .
Karde çe bir yakınlık duygusuna
kapılarak acısını hafifletmeye çalı tım,
ölülerin her eyi bildiklerine inandı ımı,
ama bazı eylerin onlara vız geldi ini
söyledim.
— Yalnız ya ayanlara derttir
bunlar! diye haykırdım yumru umu
masanın üzerine indirerek.
Elim fena halde acıdı, insana yeni
dü ünceler esinlemede bedensel acısının
üzerine yoktur. Ben burada oturmu
acaba karım tutukluluk durumumdan
yararlanıp beni aldatıyor mu diye
kahırlanırken, doktorun belki de
sa lıkevinde bulunabilece i aklıma gelir
gibi oldu. Doktora bir ey söylemem
gerekti ini ileri sürerek Giovanna’ya
yalvardım, gidip bir baksın diye,
kar ılı ında i enin tümünü vâdettim. O
kadar çok içmekten ho lanmadı ını
söyleyerek olmaz dedi, ama istedi imi de
hemen yerine getirdi, tahta
merdivenlerden sallana sallana ikinci
kata tırmanarak hücremizden çıktı ını
duydum. Sonra yeniden indi, inerken
aya ı kaydı, paldır küldür, ba ıra ça ıra
dü tü.
— Hay Allah cezanı versin! diye
mırıldandım co ku ile. Bir kafasını kırsa
benim durumum çok basitle ecekti.
Oysa gülümseyerek döndü
yanıma, çünkü acıların pek can
yakmadı ı bir a amaya varmı tı. Erkek
hastabakıcı ile konu tu unu anlattı,
adam yatmaya gitmi mi , ama benim
babalarım tutacak olursa yata ında hazır
bekleyecekmi . Elini kaldırdı, i aret
parma ını uzatarak o sözlere bir
gülümseme ile yumu ayan bir tehdit
ekledi. Sonra daha kuru bir sesle
doktorun karımla çıkıp gitti inden beri
dönmedi ini söyledi. Tam da o zamandan
beri! Hatta hastabakıcı birkaç saat döner
diye beklemi mi , çünkü muayene olacak
bir hastası varmı . imdi artık bundan
sonra döner mi, bilmezmi .
Suratını kırı kırı eden
gülümsemesinin kalıpla mı bir gülü mü,
yoksa yepyeni, doktorun, hastası olan
benim de il, karımın yanında olmasından
ileri gelen bir gülü mü oldu unu
ara tırarak baktım yüzüne. Öyle bir
öfkeye kapıldım ki, beynim döndü. unu
itiraf etmeliyim, her zamanki gibi içimde
iki ayrı ki i sava maktaydılar, bir tanesi,
daha aklı ba ında olanı, diyordu ki:
«Ahmak! Karının seni aldattı ı da
nereden aklına geliyor? Eline fırsat
geçmesi için seni bir deli e kapatması
gerekmezdi ki». Ku kusuz canı sigara
içmek isteyen öteki de bana ahmak
diyordu ama öyle haykırıyordu: «Kocanın
yoklu u ne büyük bir rahatlık sa lar,
unuttun mu? imdi o parası senin
cebinden çıkan doktorun yanında!».
Giovanna kafayı çekiyordu hâlâ: —
kinci katın kapısını kapatmayı unuttum,
dedi. Ama imdi gidip o iki katı çıkmayı
canım istemiyor. Zaten yukarısı hiç bo
kalmaz, kaçmaya kalkı ırsanız pek güzel
olur do rusu.
— Ya! dedim, artık zavallıcı ı
kandırmak için birazcık ikiyüzlülük
yeterliydi. Sonra ben de bir yudum
konyak yuvarladım, elimin altında onca
içki varken, sigaranın umurumda bile
olmadı ını açıkladım. Hemen inandı
sözüme, ben de tuttum, aslında sigarayı
bırakmamı isteyenin kendim olmadı ımı
anlattım. Karımdı bunu isteyen. Bir eyi
açıklamamda yarar vardı, öyle bir on
tane sigara içtim miydi bomba gibi
oluyordum. Elimin eri ebilece i her kadın
o zaman tehlikede sayılırdı.
Giovanna sandalyesinde
gev eyerek kahkahalarla gülmeye
ha ladı:
— u gereken on sigarayı içmenizi
engelleyen de karınız mı yani?
— Tâ kendisi! Ba kalarını bilmem
ama, hiç de ilse benim içmemi
engelliyordu.
Damarlarında onca konyak
dola ırken hiç de aptal sayılmazdı
Giovanna. Öyle bir gülme nöbetine
tutuldu ki, az kalsın sandalyesinden
a a ı yuvarlanacaktı, ama soluklandıkça,
kırık dökük sözcüklerle, illetimden
esinlenerek ahane bir tablo çizdi: — On
sigara yarım saat çalar saati kurduk
mu sonra
Ben düzelttim:
— On sigara içebilmem için a a ı
yukarı bir saat ister. Sonra tam etkisini
göstersin diye de bir saat daha, ya bir on
dakika eksik, ya bir on dakika fazla
Giovanna birdenbire ciddile ti, pek
de zahmet çekmeden iskemlesinden
kalktı. Yatmaya gitti ini söyledi, ba ına
bir a rı girmi de. i eyi de yanına
almasını söyledim, ben o içkiden
bıkmı tım artık. kiyüzlülükle bana ertesi
gün iyi kalite bir arap bulmasını
tembihledim.
Ama arabı fazla dü ündü ü
yoktu. i eyi koltu unun altına kıstırmı
çıkıp gitmeden önce bana öyle kötü kötü
baktı ki ürktüm baya ı.
Kapıyı açık bırakmı tı, birkaç
saniye sonra odanın orta yerine bir paket
dü tü, ko up aldım: içinde tam onbir
sigara vardı. Zavallı Giovanna emin
olabilmek için ölçüyü bol tutmu tu.
Geli igüzel sigaralardı, Macar sigaraları.
Ama ilk yaktı ım nefis geldi. Yüre im
ferahlayıverdi. lkin, çocukları kapamak
için çok iyi bir yer olsa bile, bana uygun
dü meyen o sa lıkevine bir oyun
oynadı ımdan dolayı kendi kendimle
övündü ümü dü ündüm. Sonra karıma
da bir oyun oynamı oldu umu farkettim,
bana etti inin tam kar ılı ını vermi im
gibi geliyordu. Öyle olmasa neden
kıskançlı ım imdi pekâlâ dayanılır bir
meraka dönü mü tü? O mide bulandırıcı
sigaraları içerek sakin sakin oturdum
yerimde.
Aradan bir yarım saat geçtikten
sonra Giovanna’nın da verdi inin
kar ılı ını bekledi ini, o sa lıkevinden
tüymem gerekti ini anımsadım.
Ayakkabılarımı çıkarıp koridora çıktım.
Giovanna’nın odasının kapısı aralıktı,
hırıltılı ve düzenli solu unu duyunca
uyudu unu dü ündüm. Ayaklarımın
ucuna basa basa ikinci kata kadar
çıktım, o kapının — hani doktor Muli’nin
pek böbürlendi i kapı— ardında
ayakkabılarımı giydim. Bir merdiven
sahanlı ına çıktım, kimseyi
ku kulandırmamak için a ır a ır
basamakları inmeye ba ladım.
Birinci katın sahanlı ına varmı tım
ki, hastabakıcı kılı ında, ama özenle
giyinmi bir hanımkız arkamdan gelip
nazikçe sordu:
— Birini mi aramı tınız?
irin kızdı, on sigaramı onun
yanında bitirsem hiç de fena olmazdı.
Biraz saldırganlıkla gülümsedim:
— Doktor Muli yok mu? Gözlerini
falta ı gibi açtı:
— Bu saatte hiçbir zaman burada
bulunmaz.
— Bu saatte kendisini nerede
bulabilirim, söyler misiniz? Evde bir
hastam var da onun için arıyordum.
Doktorun adresini verdi nezaketle,
ben de aklımda tutmak istedi ime onu
inandırmak için bir kaç kez yineledim.
Do rusu çekip gitmeye hevesli de ildim,
ama kız sıkılıp arkasını döndü.
Tutukevinden handiyse dı arı atıyorlardı
beni.
A a ıda bir kadın ko up kapıyı açtı.
Cebimde metelik yoktu.
— Bah i i bir dahaki sefere
veririm, diye mırıldandım.
Gelecekte neler olaca ını kimseler
bilemez. Benim ya amımda kimi olaylar
yinelenir: kimbilir, belki bir daha
u rardım oraya.
Berrak, sıcaktı gece. Özgürlük
meltemini daha iyi duyabilmek için
apkamı çıkardım. Sanki az önce
fethetmi im gibi hayranlıkla seyrettim
yıldızları. Ertesi gün, sa lıkevinden
uzakta, sigarayı da bırakacaktım. Bu
arada henüz kapanmamı bir
tütüncüden iyi kalite sigaralar aldım,
çünkü tiryakilik kariyerimi zavallı
Giovanna’nın sigaraları ile sona erdirmek
olanaksız eydi. Sigaraları getiren garson
beni tanıdı ı için veresiye verdi.
Villâma vardı ımda çılgınca bir
öfkeyle zile asıldım. lkin hizmetçi
pencereye çıktı, pek kısa sayılmayacak
bir süre sonra, karım. Kendisini
beklerken kusursuz bir so ukkanlılıkla
«Galiba doktor Muli içerde» diye
dü ünüyordum. Ama karım beni
tanıyınca bombo soka ı öylesine içten
bir kahkaha ile çınlattı ki, içimdeki tüm
ku kular süprüldü, gitti.
Evde biraz soru turma yaptım.
Karıma serüvenlerimi ertesi günü
anlataca ımı söyledim, zaten o da tahmin
etti ini sanıyordu:
— yi de, neden yatmıyorsun? diye
sordu. Bir özür bulmu olmak için:
— Yoklu umdan yararlanıp u
gardrobun yerini de i tirmi sin galiba,
dedim.
urası bir gerçek ki ben hep evde
e yamın yerlerinin de i ti ini sanırım,
karımın e yanın yerlerini çok sık
de i tirdi i de bir ba ka gerçektir, ama
ben o sırada her yanı ara tırmakla
me guldüm, acaba doktor Muli’nin ufak
tefek, zarif bedeni bir yerlere gizlenmi
midir diye.
Karımdan hemen güzel bir haber
aldım. Sa lıkevinden dönerken Olivi’nin
o luna rastlamı , delikanlı yeni
buldukları bir doktorun verdi i ilacı alır
almaz ihtiyarın hayli iyile mi oldu unu
söylemi ti.
Uyumak üzereyken sa lıkevinden
ayrıldı ıma iyi ettim diye dü ünüyordum,
yava yava iyile mek için diledi im kadar
zaman vardı önümde. Biti ik odada yatan
o lum da beni yargılamaya ya da taklit
etmeye hazırlanmıyordu ku kusuz. Telâ a
hiç, ama hiç gerek yoktu.

IV
BABAMIN ÖLÜMÜ
Doktor çekip gitti, ben de do rusu
babamın ya am öyküsünü anlatmam
gerekir mi, bilmiyorum. Babamı çok
ayrıntılı olarak anlatsam, iyile ebilmek
için ilkin onu çözümlemem gerekir,
sonuçta iyile mekten vazgeçerdim.
Cesaretimi topluyorum, çünkü biliyorum
ki, e er babamın psikanalitik tedaviye
gereksinimi olsa, hastalı ı benimkinden
farklı olurdu. Neyse, zaman
kaybetmemek için, kendi anılarımı
tazelemeye yetecek kadarını anlataca ım.
«IV saat 4,5. Babamın
ölümü. US.». Bilmeyen için ekliyorum, o
sondaki harflerin anlamı United States
de il, Ultima Sigaretta, yani Son Sigara.
Ostwald’ın bir pozitif felsefe kitabının
kapa ında rastladı ım bir not bu, umutla
dolu birkaç saat geçirmi tim bu kitaba
bakarak, hiçbir zaman da bir ey
anlamamı tım. Belki kimse inanmayacak
ama, görünü üne inat, o not benim
ya amımın en önemli olayını belirtiyor.
Annem öldü ünde onbe imde bile
yoktum. Onu yüceltmek için iirler
yazmı tım, bu da gözya ı ile e de erli
de ildi, acımın arasında hep o andan
ba layarak, benim için ciddi bir çalı ma
ya amının ba laması gerekti i duygusu
vardı yüre imde. Acı bile daha yo un bir
ya antının habercisiydi. Sonra bugüne
dek canlı kalan bir din duygusu bu
büyük felâketi hafifletti, yumu attı.
Benden uzak da olsa, annem varlı ını
sürdürüyordu, hatta beni bekleyen
ba arılarla övünebilecekti. Amma da
rahat ey! O günlerdeki halimi çok iyi
anımsıyorum. Annemin ölümünden, o
olayın bende uyandırdı ı sa lıklı
heyecandan ötürü ya amımda her ey
iyiye gitmeli diye inanıyordum.
Oysa babamın ölümü tam bir
felâket oldu. Cennet diye bir ey
kalmamı tı, üstelik otuzuma varmı ,
tükenmi bir adamdım. Ben de!
Ya amımın en önemli, en belirleyici
bölümünün çaresiz geride kalmı
oldu unu farkettim ilk kez. Ama acım bu
sözcüklerin akla getirebilece i gibi
yalnızca bencilli in ürünü de ildi. Tam
tersine! Hem onun için, hem kendim için
gözya ı döküyordum, kendime a layı ım
da yalnızca o öldü ündendi. O zamana
de in sigaradan sigaraya, Fakülteden
Fakülteye geçmi tim, kendi yeteneklerime
sarsılmaz bir inancım vardı. Ama sanırım
babam ölmemi olsaydı, ya antımı onca
tatlıla tıran o inanç bugüne dek sürer
giderdi. O öldükten sonra artık
kararlarımı ba layaca ım bir yarın
kalmıyordu.
Dü ündü ümde, kendimden ve
gelece imden umut kesmek için babamın
ölümünü beklemi olmam bana öylesine
garip geliyor ki, a ıp duruyorum. Hepsi
yakın zamanlarda olup bitmi eyler
bunlar, korkunç acımı ve talihsizli imin
tüm ayrıntılarını anımsamak için hiç de
ruhsal çözümleme uzmanı efendilerin
istedikleri gibi dü görmem gerekmiyor.
Her eyi anımsıyorum, gelgelelim hiçbir
ey anlamıyorum. Babam ölünceye de in
onun için ya amadım. Kendisine
yakla mak için hiçbir zahmete
katlanmadım, hatta onu kırmadan,
elimden geldikçe yüzyüze gelmekten
kaçındım. Üniversitedeyken, herkes onu
benim taktı ım adla, parababası ihtiyar
Silva olarak tanırdı. Beni ona ba layan
hastalı ı oldu; ve bu hastalık ölüm
demekti, çünkü çok kısa sürdü, doktor
da hemen umudu kesti. Trieste’de
oldu um zamanlar en uzun görü memiz
günde iki saati geçmezdi. Hiçbir zaman,
a ladı ım zamanlardaki gibi, öylesine
uzun uzadıya birlikte olmamı tık. Ke ke
ona daha iyi baksaydım da, ardından bu
kadar a lamasaydım! O kadar da
hastalanmazdım. Birlikte olmamızı
güçle tiren bir ey de kafa yapısı
bakımından hiçbir ortak yanımız
bulunmayı ıydı. Birbirimize baktı ımızda
her ikimiz de kendi kendimizle
böbürlenerek gülümserdik, bir baba
olarak gelece imden pek
kaygılandı ından, onun gülümsemesi
hayli buruktu; bense pek
ho görülüydüm, artık onun zayıflıklarının
etkisiz kaldı ına inanıyordum, zaten bir
bölümünü de ya ına veriyordum. Benim
gücüme ilk güvensizli i —bana kalırsa—
daha pek erkenden o göstermi ti. Ama
ku kulandı ım bir ey daha var: bilimsel
bir kanıttan yoksun bile olsa, bana olan
güvensizli inin bir nedeni onun
bedeninden kaynaklanmı olmamdı, bu
da —kesin bir bilimsel inançla— benim
ona olan güvensizli imi arttırmaya
yarıyordu.
Gerçi becerikli bir tüccar olarak
tanınırdı ama, i lerini yıllardır Olivi’nin
yönetti ini biliyordum. Ticaret
yeteneksizli i açısından bir benzerli imiz
vardı, ama ba ka benzerli imiz yoktu;
diyebilirim ki, ben kuvvet simgesiydim, o
zayıflık simgesi. Bu defterlerde
belirttiklerim bile içimde her zaman iyiye
do ru co kun bir atılım bulundu unu
kanıtlar —belki en büyük talihsizli im de
budur ya—. Bütün o dengeli ve kuvvetli
olma dü lerim ba ka türlü açıklanamaz.
Babam bunların hiçbirini bilmezdi. O
kendi yaratılı ından pek memnundu,
iyile mek için hiçbir zahmete
katlanmamı oldu una inanmak
zorundayım. Sabahtan ak ama kadar
sigara içerdi, annemin ölümünden sonra,
uyumadı ı zamanlar, gece de. Bir hayli
de içerdi; efendi efendi, ak amları,
yemekte demlenirdi, ba ını yastı a koyar
koymaz uykuya dalaca ına emin olana
kadar. Ona bakılırsa sigara da, alkol de
iyi birer ilaçtı.
Kadın meselelerine gelince,
akrabalardan ö rendi ime göre, annemin
bazı haklı kıskançlıkları olmu . Hatta,
anlattıklarına bakılırsa, o halim selim
kadınca ız zaman zaman kocasını
dizginleyebilmek için iddetli çıkı lar
yapmı . Babam e ini sever, sayardı,
kendini onun ellerine bırakmı tı, ama
anladı ım kadarıyla ona hiçbir ihanetini
açık etmemi ti, bu yüzden kadınca ız
yanıldı ına inanarak bu dünyadan göçüp
gitmi ti. Ama benim hayırsever, iyi
yürekli akrabalarım, onun, kocasını,
kendi terzisiyle suçüstü yakalamasına
ramak kaldı ını anlatıyorlar. Babam
kendisini savunmak için dalgınlı ından
ne yaptı ını bilmedi ini söyleyerek özür
dilemi , o kadar da ayak diremi ki
sonunda inandırmı karısını. Olayın tek
sonucu annemin o terziye bir daha
gitmemesi olmu tu, babam da gitmemi ti.
Sanırım onun yerinde ben olsam terziden
ayrılamazdım, durdu um yerde kök
saldı ıma bakılırsa.
Babam huzurunu tam bir aile
babasına yara ır biçimde savunmasını
bilirdi. Bu huzur hem evinde, hem kendi
içindeydi. Okudu u yalnız tatsız tuzsuz,
ahlâkçı kitaplardı. kiyüzlülükten falan
de il, içtenlikle inandı ından: sanırım o
ahlâkçı vaazların gerçek yanını tâ
yüre inde duyar, erdeme içtenlikle ba lı
kalmak vicdanını rahatlatırdı. imdi
ihtiyarladıkça aile babası tipine
yakla ıyorum ya, ba kalarına ahlâksızlık
dersi vermenin ahlâksızlıktan daha
büyük ceza haketti ini duyuyorum ben
de. nsan sevdi inden ya da nefretinden
ötürü birini öldürebilir; ama öldürmeye
özendirme yalnız kötülüktendir.
Aramızda ortak yanlar o denli azdı
ki, dünyada kendisini en çok tedirgin
eden kimselerden birinin ben oldu umu
itiraf etmi ti bana. Sa lıklı olmak iste im
beni insan bedenini incelemeye
yöneltmi ti. O ise o korkunç makinenin
dü üncesini bile kafasından silmeyi
ba armı tı. Ona sorsanız yüre imiz
çarpmıyordu, organizmamızın nasıl
ya adı ını açıklamak için süpapları,
damarları, maddesel alı veri i
anımsatmaya gerek yoktu. Devinime de
gerek yoktu, çünkü deneyimler her
devinen eyin bir gün gelip durdu unu
söylerdi. Ona sorarsanız yeryüzü de
kıpırtısızdı, ayaklarının üstüne sa lamca
çakılmı tı. Bunu asla açı a vurmadı
elbette, ama bu tür bir inanı a uygun
dü meyen eyler söylendi inde acı
çekiyordu. Yeryüzünde taban kar ısından
söz etti im bir gün i renerek susturdu
beni. O ba a a ı duran insanları
dü ününce midesi dönüyormu .
Onun bende be enmedi i iki ey
daha vardı: dalgınlı ım ve en ciddi eylere
gülme e ilimim. Dalgınlık bakımından
benden farklıydı, bir defteri vardı,
anımsamak istedi i her eyi not eder,
günde birkaç kez açıp bakardı.
Hastalı ını böylece yendi ine inanıyor, acı
çekmekten kurtuluyordu. Öyle bir defter
tutmam için üsteledi ama, ben birkaç
tane son sigaradan ba ka not dü medim.
Ciddi eyleri küçümsememe
gelince, onun bu dünyadaki pek çok eyi
ciddiye almak gibi bir kusuru oldu unu
sanırdım. te bir örne i: Hukuk
ö renimimden Kimyaya geçtikten sonra,
ondan izin alıp Huku a döndü ümde
yumu aklıkla: — Eh, deli oldu un
kesinlik kazandı, artık, demi ti.
Ben hiç alınmadım, izni
verdi inden ötürü öylesine minnet
duydum ki, onu güldürerek
ödüllendirmek istedim. Gidip doktor
Canestrini’ye muayene olarak
durumumu belgelemeye kalkı tım. Hiç de
kolay olmadı, çünkü uzun, ayrıntılı
incelemelerden geçirildim. Belgemi elime
alınca büyük bir zafer kazanmı gibi
babama götürdüm, ama gülmeyi
beceremedi. Üzgün bir sesle, gözleri
ya lar içinde: — Eyvahlar olsun! Me er
gerçekten deliymi sin! diye ba ırdı.
O zahmetli, zararsız güldürümün
ödülü bu oldu i te. Babam beni asla
ba ı lamadı, hiç gülmedi buna. aka
olsun diye doktora muayene olmak ha!
mzalı-damgalı bir belgeyi aka olsun diye
düzenletmek ha! Ancak bir delinin
yapaca ı i lerdi bunlar!
Kısacası, onun yanında ben
kuvvet simgesiydim, hatta bazen
dü ünüyorum da, beni yücelten o zayıflık
yokolunca benden bir eyler eksildi gibi
gelmi ti.
Olivi olacak o alçak kendisini bir
vasiyetname düzenlemeye kandırdı ında
babamın zayıflı ının nasıl kanıtlandı ını
anımsıyorum. Olivi’nin o vasiyetnamede
çıkarı vardı, i lerimin ba ına kendi
geçecekti, ihtiyarı öylesine acı bir i e
kandırıncaya kadar hayli u ra mı
diyorlar. Sonunda babam kararını verdi
ama, o geni , sakin yüzüne de bir
gölgedir dü tü. Sanki o i lemle ölümle bir
ili ki kurmu gibi, sürekli ölümü
dü ünüyordu.
Bir ak am öyle bir soru yöneltti
bana: — nsan öldü ünde her eyin
bitti ine mi inanırsın sen?
Ölümün gizine her gün kafa
yorarım, ama benden istedi i bilgileri
sunacak düzeye gelmemi tim henüz.
Ho una gitsin diye gelece imiz üstüne
enlikli bir inanç uydurdum.
— Zevk duygusu bitmez
sanıyorum, çünkü acıya gerek yoktur
artık. nsan bedeninin çürüyüp da ılması
cinselli e benzer bir zevk verebilir.
Yeniden olu turulması pek zahmetli
oldu una göre, mutluluk ve dinlenme
duygusu ile birlikte gelece ine ku kum
yok. Bedenin da ılıp gitmesi ya amın
ödülü olmalı!
Baltayı ta a vurmu tum. Ak am
yeme ini yemi , hâlâ sofradaydık. Babam
hiç yanıt vermeksizin iskemlesinden
kalktı, barda ını ba ına dikti:
— Felsefe yürütmenin zamanı
de ilmi anla ılan, dedi, hele seninle!
Ve çıkıp gitti. Üzülerek ardından
se irttim, karamsar dü üncelerinden
ayırmak için yanında kalmayı dü ündüm.
Beni yanından uzakla tırdı: ölümü ve
ölümün verdi i büyük zevki
anımsatıyormu um.
Bana haber vermedikçe
vasiyetnamesini aklından
çıkaramayacaktı. Beni her gördü ünde
anımsıyordu onu. Bir ak am patlak verdi:
— Sana bir ey söylemem gerek:
vasiyetnamemi hazırladım.
Ben onu karabasanından
kurtarmak amacı ile haberin uyandırdı ı
a kınlı ı hemen yendim:
— Bak ben böyle bir zahmete asla
girmeyece im, dedim, benden önce
mirasçılarımın topu birden ölür in allah
diye umuyorum!
Benim gülmemden hemen tedirgin
oldu, yine cezalandırma iste ine kapıldı.
Böylece beni Olivi’nin vesayetine
bırakarak oynadı ı oyununu anlatması
kolayla mı tı.
unu söylemem gerek: iyi bir
çocuk oldu umu kanıtladım, ona acı
çektiren o dü ünceyi kafasından silip
atmak için hiçbir itirazda bulunmadım.
Son iste i ne olursa olsun boyun
e ece imi bildirdim.
— Belki de, diye ekledim, sana son
iste ini de i tirtecek davranı larda
bulunmayı ba arırım.
Bu ho una gitti, çünkü daha uzun,
upuzun yıllar ya ayaca ını dü ündü ümü
görüyordu. Yine de benden yemin etmemi
bile istedi: kendi vasiyetini de i tirmezse,
ben Olivi’nin yetkilerini kısıtlamaya
kalkı mayacaktım. Baktım ki onur sözü
vermem yeterli olmuyor, yemin ettim. O
anda öylesine uysal davrandım ki,
ölmeden önce kendisini yeterince
sevmedi imden dolayı hayıflanarak kendi
kendimi yedi im zamanlar hep o sahneyi
aklıma getiririm. çten konu mam
gerekirse, isteklerine boyun e memin
kolay oldu unu söylemem gerek, çünkü o
zamanlar çalı mamaya zorlanmak
dü üncesi bana hayli tatlı gelmi ti.
Ölümünden bir yıl kadar önce, bu
kez onun sa lı ını korumak amacıyla
hayli etkin bir giri imde bulunmayı
ba ardım. Kendini iyi duymadı ını
açıklamı tı bana, ben de onu doktora
gitmeye zorladım, hatta ben kendim alıp
götürdüm. Doktor birtakım ilaçlar yazdı,
birkaç hafta sonra yeniden görünmemizi
söyledi. Ama babam istemedi,
doktorlardan mezarcılar kadar nefret
etti ini açıkladı, verilen ilacı da almadı,
çünkü o da doktorları ve mezarcıları
aklına getirirmi . ki saat kadar sigarasız
durdu, bir kerecik de ak am yeme ini
arapsız geçi tirdi. Tedaviden vazgeçince
kendini çok iyi duydu, ben de onu daha
keyifli görünce, artık kafa yormaz oldum.
Sonra kimi zaman hüzünlü
gördüm babamı. Ama ihtiyardı, yalnızdı,
asıl keyifli görsem a ırırdım.


Mart sonlarında bir ak am eve her
zamankinden geç döndüm. Kötü bir ey
yapmı de ildim; Hıristiyanlı ın kökenleri
üstüne birtakım dü üncelerini bana
açmak isteyen bir ukalâ arkada ıma
rastlamı tım. O kökenleri dü ünmem ilk
kez isteniyordu benden, yine de
arkada ımın ho una gitsin diye o uzun
dersi dinledim. Ya mur çiseliyordu, hava
so uktu. Her ey, hatta arkada ımın
sözünü etti i Yunanlılarla Museviler bile
sevimsiz ve karanlıktı, ama tam iki saat o
i kenceye katlandım. Her zamanki
zayıflı ım! Bahse girerim, bugün bile o
kadar dirençsizim ki, biri kalkıp ciddi
ciddi u ra sa beni bir süre astronomi
çalı malarına yöneltebilir.
Villamızı çevreleyen bahçeye
girdim. Kısa bir araba yolundan
geçiliyordu.
Hizmetçimiz Maria beni pencerede
bekliyordu, yakla tı ımı duyunca
karanlıkta seslendi:
— Siz misiniz, bay Zeno?
O imdi soyu tükenmi
hizmetçilerdendi Maria. Onbe yıldır
yanımızdaydı. Her ay maa ının bir
bölümünü ihtiyarlık yılları için götürüp
bankaya yatırırdı, ama o paralar hiç i ine
yaramadı, çünkü ben evlendikten az
sonra bizim evde, i inin ba ında öldü.
Kadın bana babamın birkaç saat
önce eve döndü ünü, ama ak am
yeme ine beni beklemek istedi ini anlattı.
Beklemeyip yeme ini yesin diye
üsteledi inde, kadını kabaca kovmu tu.
Sonra tedirgin, kaygılı beni sormu tu
birkaç kez. Maria’nın anlatı ından
babamın kendisini iyi duymadı ını
dü ündü ünü anladım. Adamca ızın
konu urken güçlük çekti ini, kesik kesik
soluk aldı ını söylüyordu. unu
belirtmem gerekir ki, hep onunla yalnız
kala kala babamın hasta oldu unu
kafasına takmı tı. Yapayalnız evimizde
pek gözlemleyecek bir eyi yoktu zavallı
kadınca ızın, üstelik —annemle geçirdi i
deneyimden sonra— herkesin kendinden
önce ölmesini bekliyordu.
Biraz meraklanarak yemek
odasına ko tum ama pek
kaygılanmamı tım. Babam uzandı ı
divandan hemen kalktı, büyük bir
sevinçle kar ıladı beni, do rusu pek
duygulandı ımı söyleyemem, çünkü daha
çok siteme benziyordu. Ama hemen
sakinle meme yetti, çünkü sevinci sa lıklı
oldu unun belirtisi gibi geldi. Maria’nın
sözetti i o kekelemeden ve tıknefeslikten
bir iz görmedim. Ne var ki bana sitemde
bulunacak yerde inatçılık etti inden
ötürü özür diledi.
— Ne yaparsın? Dedi
yumu aklıkla, dünyada ikimiz kuru
ba ımıza kaldık, yatmadan seni bir
göreyim diyordum.
Ke ke içten davransaydım,
hastalı ın pençesine dü eli öylesine
yumu akba lı, öylesine sevecen olmu
babacı ımı bir kollarımın arasına
alsaydım. Oysa so ukkanlı bir tanıya
giri tim: ihtiyar Silva ne kadar da
yumu amı tı böyle? Hasta mıydı yoksa?
Ku kuyla baktım, sitem etmekten daha
parlak dü ünce gelmedi aklıma:
— yi de, yeme ini yemek için
neden bu saate kadar bekledin?
Yeme ini yer, sonra yine beklerdin beni!
Bir delikanlı gibi güldü:
— ki ki i olunca yemek daha iyi
yeniyor.
Bu ne e, i tah belirtisi de olabilirdi:
ferahladım, yeme e ba ladım. Aya ında
pantuflaları, titrek adımlarla sofraya
yakla tı, her zamanki yerine oturdu.
Sonra durup nasıl yedi ime baktı; kendisi
güç belâ iki ka ık aldıktan sonra
yemekten vazgeçti, midesini bulandıran
taba ı itti. Ama ihtiyar yüzünde
gülümsemesi de i memi ti. Yalnızca,
sanki dün olmu gibi aklımda, bir-iki kez
gözlerinin içine baktım, bakı ını benden
kaçırdı. Bunun bir ikiyüzlülük belirtisi
oldu u söylenir, oysa imdi hastalık
belirtisi oldu unu biliyorum. Hasta
hayvan, hastalı ının, zayıflı ının belli
olaca ı o yarıkları gözden gizler.
Beni bekleyip durdu u saatleri
neyle geçirdi ini anlatmamı bekliyordu.
Çok merak ediyor diye bir an yeme imi
bıraktım, kuru kuru, o saate kadar
Hıristiyanlı ın kökenlerini tartı maya
durdu umu söyledim.
Ku kulu, kararsız, yüzüme baktı:
— imdi sen de mi dine merak
sardın?
E er onunla birlikte bu konuya
kafa yormayı kabul etseydim büyük bir
teselli verece im apaçık ortadaydı. Oysa
ben, babam ya adıkça kendimi dövü ken
duymu umdur (sonra bu duygu yokoldu
gitti), Üniversite yakınlarındaki
kahvelerde her gün i itilen basmakalıp
cümlelerden biri ile yanıtladım:
— Din benim için incelenmesi
gereken herhangi bir olgudur, o kadar.
— Olgu, ha? dedi, kafası
karmakarı ık olmu tu. Hazır bir yanıt
aradı, vermek için a zını açtı. Sonra
duraksadı, tam o sırada Maria’nın getirip
sundu u, kendisinin el sürmedi i ikinci
yeme e baktı. Sonra a zını daha iyi
tıkamak için dudaklarının arasında bir
puro izmariti sıkı tırıp yaktı ve hemen
sönmeye bıraktı. Salim kafa ile
dü ünebilmek için böylece bir mola
vermi oldu, bir an kararlı gözlerle baktı
bana:
— Dinle de alay etmiyorsundur,
in allah!
Ben o her zamanki i siz güçsüz
ö renci havamla, a zımda lokma,
yanıtladım:
— Ne alay etmesi canım!
nceliyorum dedim ya!
Babam sustu, bir taba ın
kenarına bıraktı ı puro izmaritine baktı
uzun uzun. Bunu bana neden söyledi ini
imdi anlıyorum. Bulanmaya ba lamı o
zihinden ne geçmi se biliyorum, o zaman
hiçbir eycikler anlamayı ıma da
a ıyorum. Sanırım o zamanlar nice
eyleri anlamamızı sa layan sevgi eksikti
ruhumda. Daha sonraları o denli kolay
oldu ki! Benim inançsızlı ımla
yüzle mekten kaçmıyordu: o anda
giri emeyece i kadar çetin bir sava
olurdu bu; ama bir hastanın elinden
gelece i kadarı ile, yumu aklıkla, yandan
saldırmak gerekti ini dü ünüyordu. Hiç
unutmuyorum, konu urken solu u
kesiliyordu, sözleri bulmakta güçlük
çekiyordu. Bir çarpı maya hazırlanmak
büyük çaba ister. Ama a zının payını
vermeden yatmaya razı olaca ını
sanmıyordum, tartı maya hazırlandım,
gelgelelim tartı madık.
Hep o sönmü puro izmaritine
bakarak:
— Ben, dedi, deneyimindin ve
ya am bilgimin ne denli büyük oldu unu
duyuyorum. Onca yılı bo una ya amaz
insan. Birçok ey biliyorum ben, ne yazık
ki içimden geldi i gibi, tümünü
ö retemiyorum sana. Ama ne çok
isterdim bunu! Hayatın tâ içini
okuyorum, do ruyu, gerçe i de
görüyorum, do ru ve gerçek olmayanı da.
Tartı acak bir ey yoktu. Pek
inanmaksızın, yeme imi sürdürerek:
— Evet babacı ım! diye
mırıldandım.
Kırılsın istemiyordum.
— Ne yazık, çok geciktin. Daha
önce bu denli yorgun de ildim, birçok
eyler söyleyebilirdim sana.
Yine geciktim diye keyfimi
kaçırmak istiyor sandım, o tartı mayı
ertesi güne bırakmayı önerdim.
— Tartı ma de il bu, dedi dü lere
dalar gibi, bamba ka bir ey. Hiç tartı ma
götürmeyen bir ey, söyler söylemez sen
de ö reneceksin. Gel gör ki söylemesi
güç.
Birden ku kulandım:
— Ne o, fenalı ın mı var?
— Rahatsızım diyemem, ama çok
yorgunum, hemen gidip yatayım.
Zili çaldı, aynı zamanda Maria’ya
seslendi. Hizmetçi geldi inde odasında
her ey hazır mı diye sordu. Sonra
pantuflalarını sürüyerek hemen yola
düzüldü. Yanıma geldi inde her ak am
yaptı ım gibi öpeyim diye ba ını e ip
yana ını uzattı.
Böyle sarsak hareket etti ini
görünce yeniden rahatsızlandı ı ku kusu
sardı içimi, sordum. kimiz de birkaç kez
aynı sözcükleri yineledik, bir kez daha
hasta olmadı ını, yorgun oldu unu
söyledi. Sonra ekledi:
— imdi sana yarın neler
söyleyece imi dü ünece im. Göreceksin,
nasıl inandıraca ım seni.
Duygulanmı tım, «Seni seve seve
dinleyece im, babacı ım» diye belirttim.
Beni deneyimine boyun e meye
böylesine hazır görünce yanımdan
ayrılmakta duraksadı: bu kadar elveri li
bir andan yararlanmalıydı! Eliyle alnını
sıvazladı, yana ını öpeyim diye uzatmak
için dayandı ı iskemleye oturdu. Hafif
hafif soluyordu.
— Garip! dedi. Hiçbir ey
söylemiyorum sana, hiçbir ey.
Sanki kendi içinde bulup
yakalayamadı ı eyleri dı arda ararmı
gibi çevresine bakındı.
— Hâlbuki bildi im ne çok ey var,
her eyi biliyorum desem yeri.
Deneyimimin büyüklü ünün etkisi olmalı
bu.
Ama derdini anlatamadı ına pek
üzgün de ildi, çünkü kendi gücüne,
kendi büyüklü üne gülümsedi.
Bilmem neden ko up doktoru
ça ırmadım. Tam tersine, acı ve
pi manlıkla itiraf etmem gereken bir ey
var: babamın bu sözlerinin daha önceleri
birkaç kez rastladı ım bir kendini
be enmi likten kaynaklandı ını
dü ündüm. Ama zayıflı ı öylesine apaçık
ortadaydı ki, gözümden kaçmadı, yalnız
bundan ötürü tartı maya girmedim.
Güçsüz mü güçsüz oldu u anda kendini
pek güçlü sanıp aldanarak mutlu
oldu unu görmek ho uma gidiyordu.
Gerçi ondan hiçbir ey ö renemeyece ime
inanmı tım ama, kendisini bilgini sandı ı
bilimi bana emanet etme iste i
göstererek beni sevdi i açıkladı diye
koltuklarım kabarmı tı. Onu avutmak,
içini rahatlatmak için, aradı ı sözcükleri
derhal bulmak için kendini zorlamaması
gerekti ini anlattım, çünkü böyle
durumlarda en yüce bilginler çok
karma ık gelen eyleri kafalarının bir
kö esine yerle tirirlerdi, kendi kendilerine
yalınla sınlar diye.
— Benim aradı ım ey hiç
karma ık de il ki, diye yanıtladı. Tam
tersine, bir sözcük bulmalıyım, bir
tanecik, bulaca ım da. Ama bu gece
de il, çünkü içinde en ufak bir dü ünce
bile bulunmayan, deliksiz bir uyku
çekece im.
Yine de sandalyeden kalkmadı.
Duraksayarak, bir an yüzüme dikkatle
bakarak dedi ki:
— Sana ne dü ündü ümü
söyleyemiyorsam, korkarım bunun tek
nedeni senin her eye gülüp geçinendir.
Sözlerinden alınmamamı rica
edermi gibi gülümsedi bana,
sandalyeden kalktı, ikinci kez yana ını
uzattı. Tartı maktan, bu dünyada
insanın pekâlâ gülüp geçebilece i, gülüp
geçmesini gerektiren birçok eyler
oldu unu kendisini inandırmaktan
vazgeçtim, sımsıkı sarılarak onu
rahatlatmak istedim. Belki de fazla
sıkmı tım, çünkü kollarımdan
sıyrıldı ında eskisinden beter soluk
solu aydı, ama sevgimi anladı ına
ku kum yok, çünkü beni eliyle dostça
selâmladı.
— Haydi gidip yatalım! dedi
sevinçle, ardında Maria ile çıkıp gitti.
Yalnız kalınca (garip ey!) babamın
sa lık durumunu dü ünmedim,
duygulanmı tım ve —bunu kesinlikle
söyleyebilirim— tüm evlât saygımla
böylesine yüksek amaçlara yönelen bir
kafanın neden daha iyi bir e itim
görmemi oldu una hayıflandım. imdi
babamın o zamanki ya ına yakla mı ken
yazıyorum ya, kesinlikle bildi im bir ey
var: insan çok yüce bir zekâ sahibi
oldu u duygusunu besleyebilir ve bu zekâ
da o duygudan ba ka hiçbir belirti
göstermeyebilir. te: insan öyle güçlü bir
soluk verir, tüm do ayı oldu u gibi, bize
sunuldu u de i mez biçimi ile benimser
ve hayran olur ona: tüm Yaratılı ın
diledi i o zekâ kendini göstermi tir i te.
Babam için kesin olan uydu: ya amının
son bilinçli anında zekâ duygusu
beklenmedik bir dinsel esinlenmeden
kaynaklanmı tı, ben kendisine
Hıristiyanlı ın kökenleri ile u ra tı ımı
anlattı ımdan bana açmı tı bunu. Ama
imdi biliyorum ki o duygu beyin
ödeminin ilk belirtisiymi .
Maria sofrayı toplamaya geldi,
babamın hemen uyuyakaldı ını söyledi.
Ben de iyice ferahlayarak yatmaya
gittim. Dı arda rüzgâr esip savuruyor,
uluyup duruyordu. Sıcacık yata ımda bir
ninni gibi geliyordu, ninni gitgide
uzakla tı, uyuyakaldım.
Ne kadar uyudum, bilmiyorum.
Maria gelip uyandırdı. Galiba birkaç kez
odama gelip bana seslenmi , sonra
hemen dı arı ko mu tu. Derin uykumun
içinde ilkin bir tedirginlik duydum,
ardından hayal meyal ihtiyar kadının
odada çırpınıp durdu unu gördüm ve
sonunda anladım. Uyandırmak istiyordu
beni, ama uyandı ımda odadan çıkmı tı
bile. Rüzgâr hâlâ ninni söylüyordu,
do rusunu isterseniz babamın odasına
uykumdan koparılmı olmanın acısı ile
gittim. Maria’nın babamı hep tehlikede
sandı ını anımsıyordum. Bu kez de hasta
de ilse elimden çekece i vardı!
Babamın odası pek büyük de ildi,
tıklım tıklım e ya doluydu. Annem
öldü ünde, unutmasına yararı olur diye
odasını de i tirmi , tüm e yasını daha
küçük olan yeni odasına getirmi ti
pe isıra. Alçacık komodinin üzerine
konulmu gaz lambası odayı pek
aydınlatmıyordu, her yan gölgeler
içindeydi. Maria sırtüstü uzanmı ,
gövdesinin bir kısmı yataktan kaymı
olan babamı tutuyordu. Babamın yüzü
terle kaplıydı, yakındaki ı ıktan kıpkırmızı
kesilmi ti. Ba ı Maria’nın sadık gö süne
devrilmi ti. Acıdan kükrüyordu, a zı
öylesine ta kesilmi ti ki, salyası
çenesinden a a ı akıyordu. Hareketsiz,
kar ı duvara bakıyordu, girdi imde
benden yana dönmedi.
Maria, anlattı ına göre, iniltisini
duymu , tam yataktan dü ece i sırada
yeti ip tutmu tu. lkin —yemin ediyordu
— babam daha çok debeleniyormu ,
imdi biraz sakinle mi gibiymi , ama
yalnız bırakmak tehlikeli olurmu . Belki
de beni ça ırdı ından ötürü özür dilemek
istiyordu, oysa ben uyandırmakla iyi
etti ini anlamı tım bile. Benimle
konu urken a lıyordu, ama ben o zaman
onunla birlikte a lamadım, hatta
susmasını, bir de sızlanarak o anın
deh etini büsbütün arttırmamasını
söyledim. Henüz her eyi kavramamı tım.
Zavallı kadınca ız hıçkırıklarını
zaptedebilmek için elinden geleni yaptı.
Babamın kula ına yakla ıp
seslendim:
— Baba neden inliyorsun?
Rahatsız mısın?
Duydu sanırım, çünkü iniltisi
zayıfladı, gözünü sanki beni görmeye
çalı ırmı gibi kar ı duvardan ayırdı: ama
bana çeviremedi. Birkaç kez aynı soruyu
kula ına ba ırdım, sonuç hep aynı oldu.
Erkekçe davranı ım hemen yokoldu. O
anda babam benden çok ölüme yakındı,
çünkü çı lı ım ula mıyordu ona. Deh ete
kapıldım, her eyden önce, bir gece önce
söyledi im eyler aklıma geldi. Bir kaç
saat sonra o ikimizden hangimizin haklı
oldu unu görmek üzere yola çıkmı tı. Ne
garip! Acıma bir de yakınma ekleniyordu.
Ba ımı babamın yastı ına gömdüm, az
önce Maria’nın yaptı ı gibi umutsuzlukla,
hıçkıra hıçkıra a ladım, bir de terslemeye
kalkmı tım onu!
imdi o beni sakinle tirmeye
çalı ıyordu, ama garip bir biçimde yaptı
bunu. Sakin olmamı söylüyordu ama
hâlâ gözleri fazlasıyla inleyen babamdan
bir ölüden söz eder gibi söz ediyordu.
— Zavallıcık! diyordu. Böyle ölüp
gidiyor i te. Bu güzel, gür saçlarla.
Ok uyordu onu. Babamın ba ı gür,
kıvırcık, bembeyaz saçlarla taçlanmı tı,
benimse daha otuzumda saçlarım hayli
seyrelmi ti bile.
Bu dünyada doktorlar da vardır,
hatta kimi kez insanları kurtardıkları bile
varsayılır, hiç aklıma gelmedi bu. Acıdan
allak bullak olan o yüzde ölümü görmü ,
umudu kesmi tim bile. Doktor sözünü ilk
eden Maria oldu, sonra gidip köylüyü
kaldırdı, kente gönderecekti.
Bana sonsuzluk gibi uzun gelen bir
on dakikalık sürede yalnız ba ıma
babama destek oldum. Acılar içinde
çırpman o bedene dokunan ellerime
yüre imi saran tüm sıcaklı ı aktarmaya
çabaladım. Sözlerimi duyamıyordu.
Kendisini onca sevdi imi nasıl
anlatabilecektim imdi?
Köylü geldi inde odama gidip bir
pusula yazdım, doktor hemen olayın ne
oldu unu bilsin de gelirken yanında ilaç
getirsin diye, birkaç sözü bir araya
toparlamam hayli güç oldu. Babamın
yakın ve kaçınılmaz eceli gözümün
önünden gitmiyordu, kendi kendime
sorup duruyordum:
«Ne yapaca ım artık ben bu
dünyada?»
Birkaç uzun bekleyi saati sürdü.
O saatlerin anısı öylece kalmı
belle imde. lk saatten sonra babamı
tutmaya gerek kalmadı, kendinden
geçmi , öylece yatıyordu yata ında.
Çabuk çabuk soluk alıp veriyordu, ben
neredeyse ne yaptı ımı bilmeden,
öykünüyordum ona. Solu umu o
tempoda sürdüremiyor, mola veriyor,
kendimle birlikte hastayı da dinlenmeye
zorlayaca ımı umuyordum. Ama o hiç
yorulmaksızın ko uyordu. Bir ka ık çay
içirmeye çalı tık bo yere. Bizim bir
giri imimizden kendini savunması
gerekti inde bilinçsizli i azalıyordu.
Di lerini sımsıkı kenetliyordu. O
ba edilmez inatçılı ı baygın yatarken bile
duyuluyordu. afaktan çok önce solu un
temposu de i ti, belli aralıklara bölündü:
sa lıklı birinin solu unu andıran birkaç
a ır solu un ardından birkaç telâ lı
soluk, sonra benimle Maria’ya ecelin
habercisi gibi gelen uzun, korkunç bir
duraklama. Ama sonra aynı aralıklar,
hemen aynı tempo ile yeniden ba lıyordu,
.bu renksizli i içinde sonsuz hüzünlü bir
müzik aralıklarıydı. Kimi zaman düzensiz,
ama hep hırıltılı olan o soluk odanın bir
parçası olup çıkmı tı. O saatten sonra
oraya sindi kaldı, uzun, upuzun bir süre!
Kendimi bir divanın üzerine atıp
birkaç saat geçirdim, Maria yata ın
yanına oturmu tu. Gözlerimi en çok
yakan ya ları o divanda döktüm. Gözya ı
insanın kendi suçunu gölgeler, rahat
rahat talihi suçlamaya olanak verir.
A lıyordum, çünkü kendimi bildim bileli
ya amımın nedeni olan babamı
yitirmekteydim. Kendisine iyi bir arkada
olamamı tım, ama önemi yoktu bunun.
Daha iyi olayım diye harcadı ım çabalar
onu memnun etmek için de il miydi?
Ula ayım diye çırpındı ım ba arı benden
her zaman ku kulanmı olan babamın
kar ısında böbürlenmek içindi, ama onu
avutmaya da yarayacaktı. Ve imdi artık
beni bekleyemiyordu. iflâh olmaz
zayıflı ıma inanmı olarak bu dünyadan
göçüp gidiyordu. Gözya larını zehir gibi
acıydı.
Bu acılı anıları kâ ıda dökerken,
daha do rusu kazırken, geçmi imi
görmek için yaptı ım ilk denemede içimde
bir saplantıya dönü en o imge, bir dizi
vagonu yoku yukarı pe isıra sürükleyen
o lokomotif, bana ilk kez o divana
uzanmı , babamın solu unu dinlerken
gözükmü tü. Çok a ır yükler sürükleyen
lokomotifler böyle giderler: düzenli çuf-
çuflar çıkarır, sonra hızlanır, sonra
duraklarlar, tehdit dolu bir duraklamadır
bu, çünkü kulak veren kimse makinenin
ardındaki yükle birlikte vadiye
yuvarlandı ını görece ini sanıp korkar.
Gerçekten de belle imi ilk zorlayı ım beni
o geceye, ömrümün o en önemli anlarına
do ru götürmü tü.
Daha gün do madan doktor
Coprosich villaya geldi, yanında ufak bir
sandık ilaçla bir de erkek hastabakıcı
vardı. Yaya gelmek zorunda kalmı tı,
çünkü iddetli fırtına yüzünden araba
bulamamı tı.
Doktoru a layarak kar ıladım, o da
büyük bir yumu aklık gösterdi, cesaret
verdi, umutlandırdı. Yine de unu hemen
belirtmeliyim ki, o kar ıla mamızdan
sonra, yeryüzünde pek az ki i içimde
doktor Coprosich kadar iddetli bir
antipati uyandırmı tır. Kendisi bugün
hâlâ ya ıyor, çok çökmü ve tüm kentin
saygısı ile çevrili. Böyle cılızla mı , titrek,
kentin sokaklarında yapacak bir ey,
biraz hava arayarak dola tı ını gördükçe
bugün bile içimde o hınç kabarıyor
yeniden.
Doktor o zamanlar kırkını biraz
geçmi ti. Adli tıpla çok u ra mı tı ve çok
iyi bir talyan olmakla birlikte,
imparatorluk makamlarınca en önemli
2
bilirki ilikler ona verilirdi . Zayıf, sinirli
bir adamdı, dazlaklı ı anlamsız yüzünü
ortaya çıkarıyor, alnını çok yüksekmi
gibi gösteriyordu. Kendisine önem
verdiren bir ba ka zayıflı ı da vardı:
gözlü ünü çıkardı ında (dü ünmek
istedi inde hep çıkarırdı gözlü ünü)
gözleri görmez oluyor, kar ısındakinin
yanına ya da ba ının üstüne bakıyordu,
sanki bir heykelin renksiz, tehditti ya da
belki alaycı gözleriymi gibi tuhaf bir
görünüm alıyordu. Sevimsizle iveriyordu
o zaman o gözler. Bir tek sözcük bile
söylemesi gerekse, gözlü ünü yeniden
burnunun üzerine yerle tiriyor ve gözleri
i te yeniden sözünü etti i eyleri özenle
inceleyen herhangi bir kentsoylunun
gözleri olup çıkıyordu.
Doktor sahanlıkta oturup bir an
dinlendi. lk belirtiden kendi geli ine
kadar olup bitenleri tam olarak
anlatmamı istedi. Gözlü ünü çıkardı ve o
garip gözlerini ardımdaki duvara dikti.
Her eyi tam olarak anlatmaya
çalı tım, ama öyle durumdaydım ki, kolay
olmuyordu bu. Doktor Coprosich’in
aslında tıp bilgisinden yoksun kimselerin
tıp terimleri kullanarak o konuda bir
eyler bitirmi gibi davranmalarına
içerledi ini anımsıyordum. Bana, bunun
bir «serebral respirasyon» gibi
gözüktü ünü söyleyince yeniden
gözlü ünü taktı, sanki öyle demek ister
gibiydi; «Tanımlamalarda acele
etmeyelim. Ne oldu unu ilerde görece iz».
Babamın garip davranı ından, beni ille de
görmek kaygısından, gidip yatmakta
acele edi inden de söz etmi tim. Söyledi i
garip sözleri doktora hiç aktarmadım;
belki de kafasında evirip çevirdi i, ama
dile getirmeyi ba aramadı ı bir eyi
söylemek zorunda kalmaktan
korkuyordum. Doktor gözlü ü öyle
burnunun üstünde, zaferle haykırdı:
— Kafasında evirip çevirdi inin ne
oldu unu biliyorum!
Onu ben de biliyordum ama,
doktor Coprosich’i öfkelendirmeyeyim
diye söylemedim: ödemdi bu.
Hastanın yata ına gittik.
Kıpırdamadan yatan o zavallı vücudu
bana upuzun gelen bir süre
hastabakıcının yardımı ile evirip çevirdi.
Dinledi, muayene etti. Hastanın
kendisine yardıma olmasını sa lamaya
çalı tı, ama bo una. Bir an geldi:
— Yeter! dedi. Gözlü ü elinde,
dö emeyi seyrederek yanıma yakla tı,
içini çekerek:
— Metin olun! dedi. Durumu çok
a ır.
Odama gittik, yüzünü de yıkadı.
Gözlüksüz kalmı tı, kurulanmak için
ba ını kaldırdı ında, ıslak kafası
beceriksiz bir elden çıkmı bir feti in garip
ba ca ızma benziyordu. Birkaç ay önce
bizi görmü oldu unu anımsadı, neden
bir daha gözükmedik diye a tı. Bir ba ka
doktor bulup kendisini bıraktı ımızı
sanmı tı: o zaman babamın tedaviye
gereksinimi oldu unu açıkça belirtmi ti
ya. Böyle gözlü ünü çıkarmı , insanı
azarlarken korkunçtu. Sesini
yükseltmi ti, açıklama istiyordu. Gözleri
her yanda ara tırıyordu bu açıklamayı.
Do ru söze ne denir, azarlanmayı
haketmi tim. Burada unu belirtmem
gerek, doktor Coprosich’e olan nefretimin
o sözlerden kaynaklanmadı ına eminim.
Babamın doktorlara ve ilaçlara olan
dü manlı ını anlatarak kendimi mazur
gösterdim; konu urken bir yandan
a lıyordum, doktor da cömertçe bir
iyilikle beni yatı tırmaya çalı tı, kendisine
daha önce ba vurmu bile olsak elinden
ancak imdi tanık oldu umuz felâketi
biraz ertelemek gelece ini, ama onu
engelleyemeyece ini söyledi.
Ancak hastalıktan önceki belirtileri
biraz daha enine boyuna ara tırınca,
bana çatmak için yeni nedenler geçti
eline. u son aylarda babam sa lı ından,
uykusundan, i tihasından yakındı mı,
bilmek istiyordu. Belirgin hiçbir ey
söyleyemedim; her gün birlikte
oturdu umuz o masada babam az mı
yerdi, çok mu, bunu bile bilmiyordum.
Suçumun açık seçik ortada olu u bana
deh et verdi, ama doktor sorularında
üstelemedi. Maria’dan, kadının onu hep
ölüm dö e inde sandı ını, bu yüzden
benim onu alaya aldı ımı ö rendi.
Yukarılara bakarak kulaklarını
temizliyordu:
— ki saate kadar, biraz olsun
kendine gelmesi olasılı ı var, dedi.
— Yani bir umut var mı? diye
ba ırdım.
— En ufak bir umut bile yok! diye
kuru bir yanıt verdi. Ama bu durumda
sülükler mutlaka etki yapar. Ku kusuz
bir az kendine gelecektir, belki çıldırabilir
de.
Omuzlarını kaldırdı, havluyu
yerine koydu. O omuz kaldırı ı kendi
çabalarını küçümseme anlamına
geliyordu, bana konu ma cesareti verdi.
Babamın öldü ünü kavraması için o
bulanıklı ından sıyrılması dü üncesi
içime deh et salmı tı, ama doktor öyle
omuzlarını kaldırmasaydı bunu
açıklayacak cesareti kendimde
bulamazdım.
— Doktor! diye yalvardım. Onu
kendine getirmek kötülük etmek gibi
gelmiyor mu size?
Hüngür hüngür a lamaya
ba ladım. Sinirlerim öylesine sarsılmı tı
ki, a lama iste im hiç dinmiyordu,
kendimi dirençsizce bırakıveriyordum,
doktor gözya larımı görsün de,
yaptıklarını yargılamaya yeltendi imden
ötürü beni ba ı lasın diye.
— Haydi, sakin olun, dedi. Hasta
hiçbir zaman durumunu kavrayacak
kadar berrak bir bilinç kazanamayacak
ki. Doktor de il o. Öldü ünü siz
söylemezseniz o ne bilsin. Daha kötüsü
de gelebilir ba ımıza: çıldırabilir yani.
Ama deli gömle ini yanımda getirdim,
hastabakıcı da burada kalacak.
Büsbütün korkuya kapıldım,
sülükleri yapı tırmasın diye yalvardım. O
zaman hiç istifini bozmadan
hastabakıcının sülükleri çoktan
yapı tırmı oldu unu açıkladı, babamın
odasından ayrılmadan kendisi gereken
buyru u vermi ti. O zaman öfkelendim.
Kurtulması için en ufak bir umut bile
yokken, yalnızca umutsuzlu a salmak ya
da —o tıknefes haliyle!— bir de deli
gömle ine sokmak tehlikesi ile bir hastayı
kendine getirmekten daha kötü bir i
olabilir miydi? Tüm iddetimle, ama
sözlerimin yanısıra ho görü dilenen o
gözya larını seller gibi akıtarak, hiçbir
umudu kalmayan birini rahatça ölmeye
bırakmamak i itilmedik bir i kencedir,
dedim.
O adamdan nefret ediyorum,
çünkü o anda bana kızdı. Kendisini hiç
ba ı lamayı ımın nedeni i te bu. O denli
öfkelendi ki, gözlü ünü takmayı unuttu,
yine de tam ba ımın bulundu u noktayı
ke fetti, o korkunç gözlerini oraya dikti.
Bana dedi ki, hâlâ varolan o cılız umut
ı ı ını da söndürmek istiyormu um gibi
geliyormu kendisine. Tamı tamına böyle
söyledi, katı katı.
Çatı ma yakındı. A layıp ba ırarak
daha birkaç dakika önce hasta için hiçbir
umut olamayaca ını söyledi ini
hatırlattım. Evim de, içindekiler de
deneme tahtası de ildi, deney yapacak
ba ka yerler de vardı bu dünyada!
Büyük bir sertlikle ve kendisine
neredeyse bir tehdit havası veren bir
sükûnetle yanıtladı:
— Ben size hastanın bilincinin o
andaki durumunu açıkladım. Ama yarım
saat sonra ya da yarına kadar ne
olaca ını kim bilebilir? Babanızı hayatta
alıkoymakla tüm olasılıklara kapıyı açık
tuttum.
Gözlü ünü taktı, titiz memur
görünümü ile, doktorun giri iminin bir
ailenin ekonomik yazgısını nasıl
etkileyebilece i konusunda sonu gelmez
açıklamalara koyuldu. Hastanın yarım
saat fazla soluk alması bir mirasın
yönünü de i tirebilirmi .
Artık bir de böyle bir anda bu tür
lâflar dinledi im için kendime acıyarak
a lıyordum. Tükenmi tim, tartı mayı
kestim. Zaten sülükler de yapı tırılmı tı!
Doktor hastanın ba ucundayken
büyük bir güçtür, ben de doktor
Coprosich’e her türlü saygıyı gösterdim.
Bir konsültasyon önermeyi im de o
saygıdan kaynaklanmı olmalı, oysa yıllar
yılı hayıflandım buna. imdi o pi manlık
da bütün öteki duygularımla birlikte
mezarı boyladı, bir yabancının ba ından
geçmi eylermi gibi burada
so ukkanlılıkla anlatıyorum tümünü. O
günlerden yüre imde kala kala hâlâ
ya amakta ayak direyen o doktora
besledi im hınç kaldı.
Sonra bir kez daha babamın
yata ına gittik. Sa yanına yatmı , uyur
bulduk. Sülüklerin açtı ı yarayı
kapatmak için aka ına bir havlu
koymu lardı. Doktor hemen bilincinin
artıp artmadı ını görmek istedi ve
kula ına haykırdı. Hastada hiçbir tepki
görülmedi.
— Böylesi daha iyi! dedim büyük
bir cesaretle, ama hâlâ a lıyordum.
— Beklenilen etki mutlaka
görülecektir! diye yanıtladı doktor.
Solu unun de i ti ini görmüyor
musunuz?
Gerçekten de, o zahmetli, telâ lı
solumasında içime korku salan aralıklar
kalmamı tı.
Hastabakıcı bir ey söyledi, doktor
onayladı. Hastaya deli gömle ini
giydirmeyi denemek gerekirmi . O garip
aracı valizden çıkardılar, babamı kaldırıp
zorla yata a oturttular. O zaman hasta
gözlerini açtı: gözleri bulanıktı, ı ı a
açılmamı tı daha. O gözler hemen bakıp
da her eyi görecekler diye korkarak
hıçkırdım. Oysa hastanın ba ı yeniden
yastı a dü tü, gözler kimi ta
bebeklerinkiler gibi kapanıverdi.
Doktor zaferini açıkladı:
— Durumu tümüyle de i mi , diye
mırıldandı.
Evet: tümüyle de i mi ti durumu!
Bana sorarsanız a ır bir tehditten ba ka
bir ey yoktu ortada. Babamı co kuyla
alnından öptüm, içimden öyle
diliyordum:
— Uyu, uyu! Sonsuz uykuna
varıncaya dek uyanma! Böylelikle
babama ölümü dilemi oldum, ama
doktor bunu sezemedi, çünkü
yumu aklıkla:
— Kendine geldi ini görmek sizi de
sevindiriyor imdi! dedi.
Doktor gitti inde gün do mu tu.
Bulanık, kararsız bir gündo umu. Rüzgâr
hâlâ esip savuruyordu ama, iddeti
kesilmi gibi geldi bana, yine de donmu
kan yerden kaldırıyordu.
Doktoru bahçeye kadar götürdüm.
Hınç besledi imi anlamasın diye
fazlasıyla nazik davranıyordum.
Yüzümden yalnız saygı ve hürmet
okunuyordu. Ancak onun villanın çıkı ma
ileten patikada uzakla tı ını görünce
suratım i renerek buru tu, bu da beni
zahmetten kurtardı, ferahladım. Karların
ortasında ufak tefek, kapkaraydı, rüzgâr
iddetle esti inde bir sarsılıyor, daha iyi
uyanabilmek için duraklıyordu. O
i renme ifadesi yetmedi bana, kendimi o
kadar uzun süre sıktıktan sonra daha
iddetli ba ka hareketler yapma gere ini
duyuyordum. Birkaç dakika yolda,
so ukta, ba ım açık, kar yı ınlarını
öfkeyle çi neyerek dola tım. Ama onca
çocuksu öfke doktora mıydı, kendime mi,
bilmiyorum. Her eyden önce kendimeydi,
babamın ölmesini istemi tim ve bunu dile
getirecek kadar yürekli çıkmamı tım. En
temiz evlât sevgisinin esinledi i o dile i
içime tepi im, karabasan gibi üzerime
çöken gerçek bir suça dönü türüyordu
iste imi.
Hasta hâlâ uyuyordu. Yalnızca
anlamadı ım iki sözcük söyledi, ama en
sakin konu ma tonu ile, çok tuhaftı,
çünkü öylesine uzak olan o soluması
kesilmi ti. Bilince mi yakla ıyordu acaba,
yoksa umutsuzlu a mı?
Maria hastabakıcı ile birlikte
yata ın yanında oturuyordu. Adam
bende güven uyandırdı, yalnız a ırı bir
titizli i vardı, o ho uma gitmedi. Hastaya
Maria’nın çok iyi bir ilaç sandı ı bir
ka ıcık çorba içirme önerisine kar ı çıktı.
Doktor çorba sözü etmemi ti,
böylesine önemli bir karar vermek için
onun dönü ünü beklemek istiyordu.
Durumun gerektirdi inden daha
buyurgan bir tonla konu tu. Zavallı
Maria üstelemedi, ben de. Ama yine
i renerek yüzümü buru turdum.
Beni yatmaya zorladılar, çünkü
geceyi hastabakıcı ile birlikte hastanın
ba ında bekleyerek geçirecektim, yanında
iki ki i yeterdi; birimiz divanda
dinlenebilirdik. Yattım ve hemen
uyuyakaldım, hiçbir dü izinin kesintiye
u ratmadı ı —buna eminim— katıksız,
ho bir bilinç yiti iydi bu.
Geçen gece ise, dünün büyük
bölümünü bu anılarımı toparlamakla
geçirdikten sonra beni muazzam bir
sıçrayı la zamanı a arak o günlere
döndüren çok canlı bir dü gördüm. Yine
doktorla sülükleri ve deli gömle ini
tartı tı ımız o odadaymı ız, ama imdi
karımla benim yatak odamız oldu u için
odanın görünümü tümüyle de i ik. Ben
doktora babamı tedavi etmenin ve
iyile tirmenin yolunu ö retiyormu um, o
ise ( imdiki gibi çökmü bir ihtiyar de il,
eskiden oldu u gibi güçlü, sinirli) öfkeler
içinde, gözlü ü elinde, gözlerini yolunu
a ırmı , onca zahmete girmeye de mez
diye haykırıyormu . Tam öyle diyormu :
«Sülükler onu hayat ve acıya geri
döndürecekler, sülükleri yapı tırmayalım
daha iyi!». Ben ise bir tıp kitabına
yumru umu indirerek «Sülükler!
Sülükleri isterim!» diye bas bas
ba ırıyormu um, «Deli gömle ini de!».
Dü üm gürültülü patırtılı olmu
olmalı ki karım beni uyandırarak yarıda
kesti. Uzak gölgeler! Sanırım onları
seçmek için bir optik yardım gerekiyor,
bu da her eyin altını üstüne getiriyor.
Sakin uykum o günün son anısı.
Onu her saati birbirine benzeyen birkaç
upuzun gün izledi. Hava iyile mi ti;
babamın durumu da iyiye gidiyor
diyorlardı. Odada serbestçe dola ıyordu,
yatak ile koltuk arasında hava arayarak
ko turmaya ba lamı tı. Kapalı
pencerelerden güne te parlayan göz
kama tırıcı karlarla örtülü bahçeye
dakikalarca bakıyordu. O odaya her
giri imde Coprosich’in bekledi i o bilinci
tartı mak, bulandırmak için hazırdım.
Babam her gün daha çok duyar, anlar
gibiydi ama, o bilinçten henüz çok
uzaklardaydı.
Ne yazık, babam ölüm
dö e indeyken içimde büyük bir hınç
besledi imi açıklamam gerekiyor, garip
bir biçimde acımla kördü üm olup, onu
sahtele tirdi bu. Hıncım her eyden önce
Coprosich’e yönelikti, bunu kendisinden
gizleyeyim diye çabaladıkça da büsbütün
artıyordu. Kendi kendime de
içerliyordum: doktorla tartı mayı yeniden
açarak bilim denen eye be paralık de er
vermedi imi, babamın acı çekmesindense
ölmesini diledi imi söyleyemiyordum.
Hastaya da hınçlandım sonunda.
Tedirgin bir hastanın yanında günlerce,
haftalarca kalmayı denemi ,
hastabakıcılı a yatkın olmadı ından
ba kalarının yapıp ettiklerine eli kolu
ba lı seyirci kalmı biri varsa halimi
anlayacaktır. Hem sonra ruhumu
açıklı a kavu turmak, babam ve kendim
için duydu um acıyı düzene sokmak,
belki de tadına varmak için bol bol
dinlenmeye gerek duyuyordum. Oysa
bana bir ilacını içirmek, bir odadan
çıkmasını engellemek için sava mak
dü üyordu. Sava her zaman hınç
do urur.
Bir ak am Carlo, yani hastabakıcı
beni ça ırdı, babamın durumunda yeni
bir ilerleme oldu unu göstermek
istiyordu. htiyar kendi hastalı ını
farkedip beni sorumlu tutacak diye
yüre im çarparak ko tum.
Babam odanın ortalık yerindeydi,
ayakta dikiliyordu, sırtında yalnız
çama ırları vardı, ba ında da kırmızı
ipekliden gecelik takkesi. Yine soluk
solu aydı ama, ama arasıra bazı aklı
ba ında sözler de ediyordu. çeri
girdi imde Carlo’ya:
— Aç! dedi.
Pencereyi açmasını istiyordu.
Carlo hava çok so uk oldu u için
açamayaca ını söyledi. Babam da
istedi ini bir süre unuttu. Gitti,
pencerenin yanında bir koltu a oturdu,
ferahlamak isteyerek uzandı. Beni
görünce gülümsedi:
— Uyudun mu? diye sordu.
Yanıtımın ona ula tı ını
sanmıyorum. Beni ona korkutan bilinç
de ildi bu. nsan ölürken ölümü
dü ünmekten ba ka yapacak nice eyi
oluyor. Tüm bedeni soluk alma
çabasındaydı. Durup beni dinleyecek
yerde Carlo’ya ba ırdı:
— Açsana!
Rahatı huzuru yoktu. Koltuktan
kalkıp ayaklanıyordu. Sonra büyük bir
zahmetle ve hastabakıcının yardımı ile
yata a yatıyor, ilkin sol yanına uzanıyor,
sonra sa ma dönüyor, o durumda da
ancak birkaç dakika dayanabiliyordu.
Yeniden ayaklanmak için hastabakıcıdan
yardım istiyor, sonra koltu a dönüp kimi
zaman daha uzun süre oturuyordu.
O gün yataktan koltu a geçerken
aynanın önünde durdu, kendine baktı,
öyle mırıldandı:
— Meksikalıya dönmü üm yahu!
Sanırım hiç de ilse yataktan
koltu a ko u manın o deh et verici
tekdüzeli inden sıyrılmak için o gün
sigara içmeyi denedi. A zına bir nefes
çekebildi, hemen soluk solu a üfledi.
— Demek a ır hastayım? diye
sordu bunalarak. Bilinci hiçbir zaman
daha o denli yerinde olmadı. Az sonra da
bir anlık bir hezeyana kapıldı. Yataktan
kalktı, geceyi Viyana’da bir otelde
geçirmi de ertesi sabah uyanmı sandı
kendini. Viyana’yı dü leyi i yanıp
kavrulan a zında serinlik aradı ında
olmalıydı, o kentin canım buzlu sularını
anımsamı tı herhalde. Yakındaki
çe mede kendisini bekleyen nefis
sulardan söz etti hemen.
Zaten tedirgin, yumu akba lı bir
hastaydı. Ben kendisinden korkuyordum,
durumu bir kavrarsa sertle ece inden
ürküyordum, bu yüzden uysallı ı
bitkinli imi hafifletmeye yetmiyordu, ama
o kendisine yapılan her öneriye ba
e iyordu, çünkü hepsi kendisini çekti i
azaptan kurtarır diye umuyordu.
Hastabakıcı gidip bir bardak süt getirmek
istedi, o da gerçekten sevinerek kabul
etti. Sonra aynı hevesle o sütü içmeye
davrandı, bir yudumcuk aldıktan sonra
hemen sütü elinden alsınlar istedi, iste i
derhal yerine getirilmeyince barda ı yere
attı.
Doktor hastanın durumundan hiç
de dü kırıklı ına u ramı görünmüyordu.
Bir yandan, günden güne iyile me
bekliyor, bir yandan felâketi kapının
arkasında görüyordu. Bir gün araba ile
geldi, acele gitmesi gerekiyormu . Bana
hastayı elden geldi ince uzun süre yatar
durumda tutmamızı söyledi, yatay
pozisyon kan dola ımına en
elveri lisiymi . Bunu babama da
tembihledi, o da dinledi, hatta çok akıllı
bir hava ile peki diyerek söz verdi, ama
odanın orta yerinde ayakta kaldı ve
hemen dalgınlı ına, ya da benim
deyimimle kendi acısını dü ünmeye
döndü.
Ertesi gece son kez olarak, onca
korktu um bilincin yeniden uyanaca ı
deh etine kapıldım. Pencerenin yanındaki
koltu a oturmu , camdan berrak geceye,
yıldızlarla dolu gökyüzüne bakıyordu.
Yine öyle tıknefesti, ama acı
çekmiyormu gibiydi, çünkü yukarıları
seyre dalmı tı. Belki de solumasından
ötürü, sanki ba ı ile onaylar gibiydi.
« te her zaman kaçındı ı
sorunlarla yüzle iyor imdi» diye
dü ündüm korku içinde. Gö ün tam
olarak hangi noktasına baktı ını
ke fetmeye çalı tım. Gövdesi dimdik
do rulmu , pek yükseklerdeki bir delikten
bir eyler görmeye çabalayan biri gibiydi.
Sanki Ülker yıldızına bakıyormu gibi
geldi bana. Belki de tüm ya amında
böylesine uzun süre o kadar uza a
baktı ı olmamı tı. Yine gövdesi dimdik,
bana döndü birdenbire:
— Bak! Bak! dedi, azarlar gibi.
Sonra hemen yine gökyüzüne dikti
gözlerini, ardından bir kez daha bana
döndü:
— Gördün mü? Gördün mü?
Yine yıldızlara dönmeye çabaladı,
ama yapamadı: bitkinlikle koltu un
arkalı ına yı ıldı, bana ne göstermek,
istedi ini sordu umda anlamadı, ne
gördü ünü ve benim de görmemi
istedi ini anımsamadı. Bana aktarmak
için onca zaman aradı ı sözü sonsuza
dek elden kaçırmı tı.
Gece uzun sürdü, ama benim ve
hastabakıcı için pek yorucu olmadı ını
itiraf etmem gerekir. Hasta ne dilerse
yapsın diye kendi haline bırakıyorduk, o
da ölümü bekledi inden habersiz, garip
kılı ıyla odada dola ıyordu. Bir kez buz
gibi so uk koridora çıkmaya çabaladı.
Ona engel oldum, hemen ba e di. Bir
ba ka kez ise, doktorun tembihini
duymu olan hastabakıcı yata ından
kalkmasını engellemeye çalı tı, ama o
zaman babam ba kaldırdı. O
a kınlı ından sıyrıldı, a layıp söverek
kalktı, ben de diledi ince hareket etmesi
özgürlü ünün sa lanması için araya
girdim. Hemen sakinle ti, sessiz
ya antısına, ferahlama yolundaki bo
çabasına döndü.
Doktor geri döndü ünde güzel
güzel muayene oldu, hatta kendisinden
istenildi i gibi daha derin soluk almaya
bile çabaladı. Sonra bana döndü:
— Ne diyor?
Bir an beni bıraktı, ama sonra
yine döndü:
— Ne zaman çıkabilece im?
Bu kadar uysallıktan cesaret
bulan doktor, beni, ona elinden geldi ince
uzun süre yatakta kalmaya çalı masını
söylemeye te vik etti. Babam yalnızca çok
alı tı ı seslere, benim sesime, Maria’nın
ve bakıcının seslerine kulak veriyordu.
Ben, kendisine bu söylenenlerin bir etkisi
olaca ına inanmıyordum, ama kendi
sesime bir tehdit tonu vererek babama
aktardım.
— Olur, olur, diye söz verdi ve
anında kalkıp koltu a gitti.
Az sonra yata ıma girmi tim, ama
gözümü uyku tutmadı. Gelece e bakıyor,
iyile me çabalarımı kim ve ne için
sürdürece imi bulmaya çalı ıyordum. Bol
bol a ladım, ama huzura eremeden
odasında fır dönen o zavallıcıktan çok
kendimeydi gözya larını.
Ben kalktı ımda Maria yatmaya
gitti, hastabakıcı ile birlikte babamın
yanında kaldım. Çökmü tüm,
yorgundum; babam her zamankinden
daha tedirgindi.
Asla unutmayaca ım, gölgesini
uzaklara, çok uzaklara kadar ula tıran,
tüm cesaretimi, tüm ne emi kıran deh et
verici sahne o zaman gerçekle ti. Acısını
unutmam için yılların geçip tüm
duygularımı köreltmesi gerekti.
Hastabakıcı diyordu ki:
— Onu yatakta tutabilsek ne iyi
olurdu. Doktor çok önem veriyor bunal
O ana de in sedire uzanmı
kalmı tım. Kalktım, o anda her
zamankinden de tıknefes olan hastanın
yattı ı yata a gittim. Kararımı vermi tim:
babamı en az yarım saat doktorun
istedi i gibi dinlenmeye zorlayacaktım.
Görevim bu de il miydi?
Babam benim baskımdan sıyrılıp
ayaklanmak için yata ın kıyısına hamle
etti. Elimle omuzuna kuvvetle bastırarak
engelledim, yüksek, buyurgan bir sesle
kımıldamamasını söyledim. Kısacık bir an
deh ete kapılarak ba e di. Sonra bir
çı lık kopardı:
— Ölüyorum!
Ve do ruldu. Ben ise o çı lıktan
ürktüm, elimi gev ettim. Bu yüzden
yata ın kenarına, tam kar ıma
oturabildi. Sanırım o zaman —yalnızca
bir an bile olsun— hareketleri
engellendi inden öfkesi artmı tı,
oturdu u yerde, önünde dikilerek ı ı ı
kesti im gibi, ku kusuz onca gereksinim
duydu u havayı da kesiyorum gibi gelmi
olmalı. Son bir çaba ile aya a kalkabildi,
sanki a ırlı ının gücünden ba ka güç
veremeyece ini bitirmi gibi elini
yukarıya, iyice yukarıya kaldırdı,
yana ıma indirdi. Yata ın üzerine,
oradan da yere yuvarlandı. Ölmü tü!
Öldü ünü bilmiyordum, ama son
anında bana vermek istedi i cezanın
acısı yüre ime çöktü. Carlo’nun yardımı
ile onu yerden kaldırdım, yeniden
yata ına yerle tirdim. Tıpkı
cezalandırılmı bir çocuk gibi a layarak
kula ına ba ırdım:
— Suç benim de il ki! O Allahın
belâsı doktor seni zorla yatırayım
istiyordu!
Yalandı. Sonra yine tıpkı bir çocuk
gibi, bir daha yapmayaca ıma söz
verdim:
— Ne istersen yap, hiç
karı mayaca ım, söz.
— Ölmü , dedi hastabakıcı.
Beni o odadan yaka paça
çıkarmaları gerekti. Babam ölmü tü ve
kendisine suçsuz oldu umu
kanıtlayamamı tım!
Yalnız kalınca toparlanmaya
çabaladım. öyle mantık yürütüyordum:
hiç kendinde olmayan babamın beni
cezalandırmayı kararla tırıp, kolunu tam
yana ıma indirecek biçimde
yönetebilmesi olanaksızdı.
Bu mantı ın do rulu undan nasıl
emin olabilirdim? Coprosich’e sormayı
dü ündüm. Doktor olarak, ölüm halinde
bir insanın karar ve hareket yetilerinin
ne oldu u konusunda bana biraz olsun
bilgi verebilirdi. Soluk almasını
kolayla tırmak için çabalarken yaptı ı bir
hareketin kurbanı olmu da olabilirdim!
Ama doktor Coprosich ile konu madım.
Babamın benimle nasıl vedala tı ını gidip
ona açıklamak olanaksızdı. Babamı
yeterince sevmemekle suçlamı ta ya beni!
Ak am bakıcı Carlo’nun mutfakta
olayı Maria’ya anlattı ını duyunca
beynimden vurulmu a döndüm: —Babası
elini kaldırdı, yaptı ı son hareket evlâdını
dövmek oldu. Durumu biliyordu, tabii
Coprosich de ö renecekti.
Ölünün odasına gitti imde baktım
giydirmi ler. O güzelim beyaz saçlarını da
taramı olmalıydı hastabakıcı. Ölüm
bedenini katıla tırmı tı bile, kibirli,
tehditli yatıyordu. Kocaman, güçlü,
biçimli elleri morarmı tı, ama öylesine
do allıkla uzanmı lardı ki hâlâ yakalayıp
cezalandırmaya hazır gibi duruyorlardı.
Onu bir daha görmek istemedim, elimden
gelmedi.
Daha sonra, cenaze töreninde,
babamı çocuklu umdan beri her zaman
gördü üm gibi iyi yürekti ve zayıf olarak
anımsamayı ba ardım, ölmek üzereyken
suratıma yedi im amarı isteyerek
indirmemi oldu una inandım. Uslandım,
uslandım, babamın anısı yanımdan
ayrılmaz oldu, gittikçe tatlıla tı. Harika
bir dü gibiydi: artık su sızmıyordu
aramızdan, ben zayıf olmu tum, o güçlü.
Çocuklu umun dinine geri
döndüm ve uzun süre bırakmadım.
Babamın beni i itti ini dü lüyordum, suç
benim de il, doktorun, diyordum. Yalanın
önemi yoktu, çünkü o artık her eyi
anlıyordu, ben de öyle. Ve uzun bir süre
babamla konu malarım bir yasak a k gibi
tatlı ve gizli sürüp gitti, çünkü ben
ba kalarının yanında her türlü dinsel
törenle yine alay ediyordum, oysa gerçek
olan her gün, co kun dualar ederek
birisine babamın ruhunu âd etsin diye
yalvardı ımdı, bunu itiraf etmek
istiyorum. Üstelik yüksek sesle, kimi kez
—kırk yılın ba ı— insan böyle bir ferahlık
duymadan edemiyor.

V
EVL L M N ÖYKÜSÜ
Burjuva aileden gelme bir
delikanlının kafasında ya am kavramı
kariyer kavramına ba lıdır, ilk gençlikte
de kariyer dendi mi akla I. Napolyon’unki
gelir, insan, imparator olmayı dü ler
demek istemiyorum, çok, ama çok daha
alçaklarda kalarak da Napolyon’a
benzeme olana ı yok de ildir. En yo un
ya am en ilkel sestir, denizin dalgalarının
sesi, dalga olu tu u andan ölüp gidene
de in her an de i ir! Bu yüzden ben de
Napolyon gibi, dalgalar gibi olmayı,
sonunda onlar gibi yokolmayı
umuyordum.
Ya antım ise hiç mi hiç de i meyen
bir tek nota çıkarıyordu, oldukça yüksek,
hatta kimilerini imrendiren, ama
korkunç sıkıcı bir nota. Dostlarım bana
olan saygılarını ömrüm boyunca
de i tirmeksizin korudular, ben, kendim
de, aklımın erdi i ça dan bu yana kendi
hakkımdaki yargılarımı pek de i tirdi imi
sanmıyorum.
Bu yüzden evlenmek dü üncesi
belki de o biricik notayı yaymaktan ve
i itmekten bezdi imden ötürü gelmi ti
aklıma. Henüz o deneyimden geçmemi
olanlar evlili i oldu undan daha önemli
sanır. Seçti imiz hayat arkada ı
soyumuzu iyile tirerek ya da
kötüle tirerek çocuklarımızda
sürdürecektir, ama asıl niyeti bu olan ve
bizi amacına do rudan do ruya
yöneltemeyen Tabiat Ana —çünkü o
sırada çocuk falan dü ündü ümüz
yoktur— e imizin bizi yenileyece i
masalını yutturur bize, ki bu da hiç bir
kitabın yazmadı ı bir garip aldanmadır.
Gerçekten de iki ki i, hiç de
de i meksizin, yanyana ya ayıp giderler,
tek yenilik bizden onca farklı olan birine
duydu umuz antipati ya da bizden üstün
olan birine imrenmemizdir.
in güzeli evlilik serüvenim
gelecekteki kayınpederimi tanımamla,
gelinlik kızları oldu unu hiç bilmeden
kendisine hayran olup dostluk kurmamla
ba ladı. Varlı ını bile bilmedi im bir
hedefe do ru beni ilerleten ey kendi
aldı ım bir karar de ildi, bu kesin. Bir
an, bana uyar diye dü ündü üm bir kızı
bir yana bıraktım, gelecekteki
kayınpederimin pe ine takıldım.
Neredeyse yazgı denen eye inanasım
geliyor.
Giovanni Malfenti bendeki bu
yenilik dile ine kar ılık veriyordu: benden
de, o güne de in ahbaplı ını aradı ım
insanların tümünden de öylesine ayrıydı
ki. Ben oldukça kültürlüydüm, bir kere
iki fakülteye girip çıkmı lı ım vardı, sonra
uzun süren aylaklık dönemimin çok
e itici oldu una inanıyordum. O ise tam
bir tüccardı, bilgisizdi, durup
dinlenmeden ko u turuyordu. Ama
bilgisizli inden güç ve huzur alıyordu,
ben de ona imreniyor, bakarken
büyüleniyordum.
Malfenti, o zamanlar elli
ya larındaydı, demir gibi sa lamdı, iri
kıyım, uzun boyluydu, heybetliydi, a ırlı ı
bir kentalden fazla çekiyordu. O koca
kafasında dolanan bir kaç dü ünceyi
öylesine berraklıkla evirip çeviriyor, ıcı ım
cıcı ım öylesine durup dinlenmeden
ortaya koyuyordu, her gün öyle çok yeni
i lere dönü türerek uyguluyordu ki,
kendisinin bir parçası, eli aya ı, huyu
suyu olup çıkmı ta bunlar. Bense bu
yönden oldukça yoksuldum, zenginle mek
için dört elle sarıldım ona.
Olivi’nin ö üdüne uyup Borsaya
gelmi tim, ticaret hayatına atılmak için
Tergesteo’ya girip çıkmamın iyi olaca ını,
hem oradan kendisine yararlı haber de
getirebilece imi söylüyordu. Gelecekteki
kayınpederimin taht kurmu oldu u o
masaya bir oturdum, bir daha yerimden
kımıldamadan, uzun zamandır aradı ım
türden bir ticaret kürsüsüne varmı ım
gibi geldi bana.
Hayranlı ımı çok geçmeden
farketti, bana hemen babaca gelen bir
dostlukla kar ılık verdi. Yoksa i lerin
dönüp dola ıp nereye varaca ını biliyor
muydu? Onun sergiledi i büyük etkinlik
örne ine kapılarak, co up da bir ak am
Olivi’den kurtulmak, kendi i lerimi
kendim yürütmek istedi imi açıklayınca
beni caydırmaya çalı tı, hatta bu
kararımdan telâ lanmı göründü.
stiyorsam ticarete atılabilirmi im ama
kendisinin de tanıdı ı Olivi ile olan
ba larımı asla koparmamalıymı ım.
Beni e itmeye dünden hazırdı,
hatta herhangi bir irketin yüzünü
güldürmeye yetece ine inandı ı üç
buyru u defterime kendi eliyle not etti: 1)
Çalı mayı bilmek gerekmez, ama
ba kalarını çalı tırmayı bilmeyen yokolur
gider. 2) nsanı köpekler gibi pi man
ettiren bir tek ey vardır, o da kendi
çıkarını kollamayı bilmemi olmak. 3)
hayatında kuramların de eri çok
büyüktür, ama ancak i i sa lam kazı a
ba ladıktan sonra yararlıdırlar.
Bunları da, daha ba ka birçok
teoremi de ezberledim, ama yararlarını
gördüm diyemem.
Ben birini be endim mi derhal ona
benzemeye çalı ırım. Malfenti’yi de taklit
ettim. Çok kurnaz olmak istedim ve
kendimi çok kurnaz duydum. Hatta bir
kez ondan baskın çıktı ımı bile dü ledim.
Onun ticaret düzeninde bir püf noktası
buldu umu sanıyordum: kendisine
hemen bildireyim de beni be ensin,
dedim kendi kendime. Bir gün
Tergesteo’nun masasında, bir ii
tartı ırken, kar ısındakine hayvan
derken yakaladım onu. Herkese kendi
kurnazlı ını ilân etmesini yanlı
buldu umu söyleyerek uyardım. Bana
kalırsa, ticarette, gerçekten kurnaz olan
birinin sanki ahmakmı gibi davranması
gerekirdi.
Benimle alay etti. Kurnazlı ıyla ün
salmanın büyük yaran varmı . Bir kere
herkes ondan ö üt alır, bu arada taze
haberler getirirmi , o da Ortaça dan bu
yana biriktirilmi bir deneyimin
süzgecinden geçmi son derece yararlı
ö ütler saçarmı herkese. Kimi zaman
haber alayım derken satı yapma fırsatı
da çıkarmı . Ayrıca —bu noktaya gelince
sesini yükseltti, çünkü beni inandırması
gereken konuyu buldu unu sanmı tı—
kârlı alı veri yapmak isteyen herkes en
kurnaz bildi i kimse ona gidermi .
Ahmakla i görmekten umulabilecek tek
ey ona zararına i yaptırmakmı , ama
ahma ın malı her zaman kurnazınkinden
pahalıya gelirmi , çünkü kendisi satın
alırken kazıklanırmı nasıl olsa.
Malfenti için masadaki en önemli
ki i bendim. Bana ticaret sırlarını açtı,
ben de onları asla kimseye açık etmedim.
Kime güvenece ini çok iyi biliyordu, o
kadar ki, ben damadı olduktan sonra
beni iki kez kazıklamayı ba ardı. lkinde
onun bu uyanıklı ı bana pahalıya da
patladı, ama aldanan Olivi olmu tu, bu
yüzden pek dert etmedim. Olivi ondan
haber sızdırayım diye beni göndermi ti,
ben de haber ta ıdım. Ama bunlar öyle
haberler çıktı ki, Olivi beni bir daha
ba ı lamadı, bir bilgi vermek içini a zımı
her açı ımda artık öyle sorar olmu tu:
«Kimden aldınız bu havadisi? Yine
kayınpederinizden mi?». Kendimi
savunmak için Giovanni’yi savunmak
zorunda kaldım, sonunda kendimi
dolandırılmı tan çok dolandırıcı gibi
duydum. Son derece ho bir duyguydu.
Ama bir kez de beni ahmak yerine
koydu, ne var ki o zaman bile
kayınpederime hınç besleyemedim. Beni
bir imrendiriyor, bir e lendiriyordu.
Ba ıma gelen felâkette bana artık iyiden
iyiye açık etmi oldu u ilkelerini tıpatıp
uygulamı oldu unu görüyordum.
Benimle birlikte, olanlara gülmenin
yolunu bile buldu, beni aldattı ını hiç
açı a vurmadı, derdimin gülünç yanını
görmem gerekti ini ileri sürdü. O oyunu
bana oynadı ını bir tek kez itiraf etti, o
da kızı Ada’nın dü ününde (evlendi i ben
de ildim), genellikle sade suyla sulanan o
heybetli gövdesini tedirgin eden bir kaç
kadeh ampanya yuvarladı ında.
O zaman olayı anlattı, gülmesini
bastırıp söz söyleyebilmek için avaz avaz
ba ırıyordu:
— Bir de ne göreyim, o kararname
çıkmamı mı! Fena bozuldum, ba ladım
ne kadar zararım var diye hesaplamaya.
Tam o sırada içeri kim girse be enirsiniz?
Damadım! Tutmu , ticarete atılaca ım da
diyor. «Al sana güzel bir fırsat» dedim.
Hemen belgenin üzerine atladı, Olivi gelir
de kendisine engel olur diye ödü
patlıyordu, i i ba ladık.
Ondan sonra bir de beni göklere
çıkarıyordu: —Klasikleri ezbere bilir.
unu kim söylemi , bunu kim demi ,
bilmedi i yoktur. Ama bir gazeteyi
okumasını bilmez!
Do ru söze ne denir! O
kararnamenin her gün okudu um be
gazetenin pek göze çarpmayan bir
yerinde yayımlanmı oldu unu görseydim
tuza a dü mezdim. O kararı hemen
anlamalı, sonuçlarını öngörmeliydim, bu
da pek kolay de ildi, çünkü bir gümrük
vergisi indirilmi ti, söz konusu olan mal
da de erinden yitiriyordu.
Ertesi gün kayınpederim
itiraflarını yalanladı. Öyle bir a ız
kullanıyordu ki, o i o ak am yeme inden
önceki biçimine bürünüyordu yeniden. —
arap yalancıdır, diyordu görkemli bir
eda ile, söz konusu kararnamenin
gazetede o i olup bittikten iki gün sonra
yayımlandı ı tartı masız kabul ediliyordu.
E er o kararı görmü olsaydım kendisini
yanlı anlayabilece im varsayımını hiç
ileri sürmedi. Buna sevindim, ama beni
koruyu u nezaketten ileri gelmiyordu,
herkes kalkıp gazeteleri okumaya ba lar
da kendi çıkarlarını farkeder diye
dü ünüyordu. Bense bir an gazete
okudu umda kendimi kamuoyuna
dönü mü duyarım, bir gümrük vergisi
mi indirildi, kalkar Cobden’i ve
Liberalizmi anımsarım. Bu o denli önemli
bir dü üncedir ki, kendi malımı
kollayacak halim kalmaz.
Ama bir seferinde o bana hayran
kaldı, hem de bu halimle, en kötü
niteliklerimle bana. O da, ben de, bir
hayli zaman önce, mucizeler yaratması
beklenilen bir eker fabrikasının hisse
senetlerinden almı tık. Oysa hisse
senetlerinin de eri dü üyordu, azar azar,
ama her gün. Akıntıya kürek çekmeye
niyetli olmayan Giovanni kendininkileri
elinden çıkardı, beni de benimkileri
satmam gerekti ine inandırdı. Tümüyle
aynı dü üncedeydim, borsadaki adamıma
satı emrini vermeyi kararla tırdım, o
sıralar yeniden tutmaya ba ladı ım
defterime not dü tüm. Ama bildi iniz gibi,
insan gün boyunca cebinde ne var ne
yok, görmüyor, böylece bir kaç ak am
tam yataca ım sırada cebimde o notu
buldum, çok geç oldu undan i e
yaramadı elbette. Bir seferinde öylesine
canım sıkıldı ki ba ırdım bile, karıma
fazla açıklama vermek zorunda
kalmayayım diye de dilimi ısırdı ımı
söyledim. Ba ka bir sefer bu kadar
dalgınlı a kendim de a tı ımdan
parma ımı ısırdım. «Sıra bundan sonra
ayaklarında galiba» dedi karım gülerek.
Ama ba ka sıkıntım olmadı, çünkü
duruma alı mı tım. Gündüzün kendini
duyuramayacak kadar ince olan o lânet
deftere a kın a kın bakıyordum, sonra
ertesi ak ama de in bir daha aklıma
gelmiyordu.
Birgün beklenmedik bir sa ana a
tutulunca Tergesteo’ya sı ındım. Orada
adamıma rastladım, son sekiz günde o
hisselerin de erinin neredeyse iki katma
yükseldi ini söylemez mi?
— Ben de imdi satarım! diye
ba ırdım bir zafer kazanmı gibi.
Kayınpederime ko tum, hisselerin
de erinin arttı ını ö renmi , elindekini
sattı ına yanıp yakılıyordu, benimkileri
sattırdı ına da —o denli olmasa bile—
üzgündü.
— Bo ver! dedi gülerek, benim
ö üdümü tutarak zararlı çıktı ın ilk kez
oluyor.
Öteki i onun ö üdünden de il, bir
önerisinden do mu tu, ki bu da, onun
gözünde, çok ayrı bir eydi. Ben
keyfimden gülmeye koyuldum.
— Senin ö üdünü tutmadım ki!
anslı çıkmak yetmiyordu, kendime
maledip böbürlenmek istedim. Hisse
senetlerimin ancak ertesi gün
satılaca ını anlattım, öyle önemli bir
adam edası ile ö üdüne kulak asmaktan
beni alıkoyan birtakım haberler almı ,
kendisine söylemeyi unutmu oldu uma
inandırmaya çalı tım.
Fena bozulmu , alınmı tı, yüzüme
bakmadan konu tu:
— nsanda sendeki gibi bir kafa
olunca i le u ra maz, bu kadar büyük bir
halt etti mi de kalkıp açı a vurmaz. On
fırın ekmek yemen gerek daha.
Sinirlendirdi ime üzüldüm. Bana
kendisi zarar verdi inde çok daha
e lenceli oluyordu. Tuttum, açık
yüreklilikle i lerin nasıl gitti ini anlattım.
— Görüyorsun ya, asıl benimki gibi
bir kafa ile i yapmak gerekiyor.
Hemen sakinle ip benimle birlikte
güldü:
— Senin o i ten kazandı ına kâr
denmez: tazminat say, gitsin. u kafan
var ya u kafan, sana imdiye dek o
kadar pahalıya oturdu ki,
kaybettirdiklerinin birazını olsun geri
verirse iyi eder!
Onunla çeki melerimizi neden
tutup anlatıyorum, bilmem, zaten
çeki ti imiz pek enderdi. Kendisini
gerçekten sevdim, o kadar ki kafasını
dinlemek istedi ini haykırdı ı halde
yanında olmayı istedim. Kulak zarım
ba ırtılarına dayanabiliyordu. E er o
kadar avaz avaz ba ırmasaydı o ahlakdı ı
kuramlarını daha incitici bulurdum,
daha iyi e itim görmü olsaydı, gücü
öylesine göz kama tırmazdı. Ve
kendisinden o denli ayrı olmama kar ın,
sanırım sevgime e bir sevgi ile kar ılık
vermi ti. E er o kadar erkenden
ölmeseydi, bundan daha da emin
olurdum. Ben evlendikten sonra da bana
sık sık ders vermeyi sürdürdü, ö ütlerini
ço u zamanlar ba ırtılar ve
saygısızlıklarla süslerdi, ben de
haketti ime yürekten inandı ımdan, göz
kırpmadan kabullenirdim.
Kızı ile evlendim. Tabiat Ana
yönlendirdi beni, hem de ne iddetli bir
buyurganlıkla, göreceksiniz. imdi zaman
zaman çocuklarımın yüzlerine dikkatle
bakıyorum da, benim zayıflık belirtisi ince
çenemin, onlara aktardı ım dü lerle dolu
gözlerimin yanında, kendilerine seçti im
büyükbabanın hayvansı gücünden de
eser var mı diye ara tırıyorum.
Benimle son vedala ması pek
sevecen olmadı ı halde, kayınpederimin
mezarında yine de gözya ı döktüm. Ölüm
dö e inden bana dedi ki, kendisi o yata a
çakılmı ken, benim elimi kolumu
sallayarak dola mama izin veren o
utanmaz talihime hayranmı . Ben
a ırdım, beni hasta görmeyi istemesini
gerektirecek ne yaptı ımı sordum. O da
bana tam u yanıtı verdi:
— E er hastalı ımı sana
aktararak kurtulacak olsaydım, hemen
aktarırdım, hem de gerekirse iki katına
çıkararak! Senin gibi insancıllık
ayaklarına yatmam ben!
Bunda alınacak bir ey yoktu: o
bana de eri dü mü malı soku turdu u
öteki i i de yinelerdi, elinden gelse. Hem
sonra buradan da bana bir pay
çıkarmamı de ildi, çünkü zayıflı ımın
onun bende bulundu unu sandı ı
insancıllık kaygısı ile açıklandı ını görmek
ho uma gitmiyor de ildi.
Mezarında, a ladı ım tüm
mezarlarda oldu u gibi, acımın birazı
oraya kendimden bir parça
gömdü ümdendi. Bu bilgisiz, bu kaba
saba, acımasız mücadeleci babalı ımdan
yoksun kalmak benden ne çok ey
eksiltiyordu! Zayıflı ımı, kültürümü,
pısırıklı ımı gözler önüne seren hep oydu.
Gerçek bu i te: pısırı ın tekiyim ben!
Burada Giovanni’yi incelemeseydim,
bunu hiç anlayamayacaktım. E er o
benim yanımdan ayrılmasaydı, kim bilir
kendimi daha ne kadar iyi tanıyacaktım!
Tüm benli ini oldu u gibi, hatta
oldu undan biraz da daha kötü biçimde
ortaya koydu u Tergesteo’nun
masasında çok geçmeden bir ey
farkettim: bir konuda susuyordu.
Evinden hiç söz etmiyordu ya da ancak
zorunlu kalınca söz ediyordu, o da
edeple, her zamankinden biraz daha tatlı
bir sesle. Evine büyük bir saygısı vardı ve
belki de o masaya oturanların hepsi o ev
hakkında bir eyler bilmeye lâyık
görünmüyorlardı gözüne. Orada bir tek
ey ö rendim: dört kızının dördünün de
adları A harfi ile ba lıyormu , kendisine
sorarsanız dünyanın en pratik eyiymi
bu, çünkü üzerlerinde o ba harf
bulunan e yaları hiç de i iklik yapmadan
birbirlerine aktarabiliyorlarmı . Adları
(hepsini hemen ezberledim) Ada,
Augusta, Alberta ve Anna imi . O
masada dördünün de güzel olduklarını
söylediler. O ba harf beni gere inden
fazla etkiledi. Adları birbirine öylesine
uyum sa lamı o dört genç kızı dü ledim.
öyle demetle sunulacakmı gibi
gözüküyorlardı. Ba harfin fısıldadı ı bir
ey daha vardı. Benim adım Zeno idi,
yani e imi kendi köyümden hayli
uzaklardan seçece e benzerdim.
Malfenti’lerin kapısını çalmadan
önce, belki aslında kendisine daha iyi
davranmamı da haketmi olan bir
kadınla hayli eskimi bir ili kimi koparmı
olmam da belki bir rastlantıydı. Ama
kafamı kurcalamıyor diyemem bu
rastlantı için. O ayrılma kararı önemsiz
bir nedenden ötürü verilmi ti do rusu.
Zavallı kızca ız beni kendisine
ba layabilmenin en iyi yolunun
kıskandırmak oldu unu sanmı tı. Ne var
ki ku kum beni kendisinden tümüyle
koparmaya yetti. Ne bilsindi ki, o
zamanlar evlilik dü üncesini kafama
takmı tım bir kez ve bu tür bir ili kiye
kendisiyle girmiyorsam bunun tek nedeni
yeterince büyük bir yenilik
olmayaca ıydı. Onun bende ustalıkla
uyandırdı ı ku ku evlili in üstünlü ünün
kanıtıydı: evlilik böylesi ku kulara yer
bırakmazdı. Çok geçmeden ku kumun
yersizli ini anlayınca da, kızca ızın
savurgan oldu unu anımsayıverdim.
imdi, yirmidört yıllık bir dürüst evlilik
ya antısını geride bıraktım ya, o
dü üncemin de yerinde yeller esiyor.
Ayrılık ona u ur getirdi, bir kaç ay
geçmeden çok varlıklı birine vardı,
istedi i de i ikli e benden önce kavu tu.
Evlenir evlenmez de onu evimde
buluverdim, çünkü kocası
kayınpederimin arkada ıydı. Sık sık
kar ıla tık, ama uzun yıllar, gençli imizde
birbirimize tam birer yabancı gibi
davrandık, geçmi i anımsatan tek söz
çıkmadı a zımızdan. Geçen gün bana
a armı saçlarla çevrili yüzü
gençli indeki gibi kıpkırmızı, apansız
soruverdi:
— Sahi, neden bırakmı tınız beni?
Ben içten bir yanıt verdim, bir
yalan tasarlayacak zamanı
bulamamı tım:
— Bilmem ki, zaten ya amımda
bilmedi im daha ba ka nice eyler de var.
— Ben üzgünüm do rusu buna,
dedi. (Ben bu sözlerin vâdetti i iltifat
kar ısında saygı ile e ilmeye
hazırlanmı tım) Ya lanınca pek
tontonla tınız do rusu.
Zahmetle belimi do rulttum.
Te ekkürün hiç sırası de ildi.
Günün birinde, Malfenti ailesinin
kırdaki yazlıklarından sonra hayli uzayan
bir yolculuktan sonra kente dönmü
oldu unu ö rendim. O eve ayak atmak
için hiçbir ey yapmama gerek kalmadı,
çünkü Giovanni benden atik davrandı.
Benden haber soran yakın bir
ahbabının mektubunu gösterdi bana:
kendisi bir zamanlar okul arkada ımdı,
bir büyük kimyager olaca ını sandı ım
sürece onu çok sevmi tim. imdi ise
aklıma bile gelmiyordu, çünkü bir büyük
gübre tüccarı olmu tu, o haliyle de
tanıdı ım insan olmaktan çıkmı tı.
Giovanni beni evine i te o ahbabının
arkada ıyım diye ça ırdı, ben de —
tahmin edersiniz— hiç nazlanmadım.
O ilk ziyareti sanki dün yapmı ım
gibi anımsıyorum. Karanlık, so uk bir
sonbahar ikindisiydi; o evin ılıklı ında
pardösümü çıkarınca duydu um rahatlık
bile aklımda hâlâ. Tam limana giriyordum
i te. O zamanlar bana keskin bir görü
gibi gözüken böylesi bir körlü ü
a kınlıkla seyrediyorum imdi. Sa lık,
yasallık pe indeydim. O A harfinde tam
dört tane genç kız toplanmı tı, ama
içlerinden üçü hemen elenecek,
dördüncüsü zorlu bir sınavdan geçecekti.
Kılı kırk yaran bir yargıç olacaktım
ba ına. Ama bu arada onda hangi
özellikleri arayaca ımı, hangi
niteliklerden nefret etti imi sorsalar
söyleyemezdim.
O zamanlar moda oldu u gibi
möblelerle (bir yanda XIV. Lui, bir
yandan deri kaplamalarının üzerine
de in zengin altın yaldızlarla bezeli
Venedik stili möbleler) iki bölüme ayrılmı
zarif, geni salonda yalnızca Augusta’yı
buldum, bir pencerenin yanında kitap
okuyordu. Bana elini verdi, adımı
biliyordu, babası ziyaretimi önceden
haber verdi inden, beni beklediklerini bile
söyledi. Sonra annesini ça ırmaya ko tu.
te adları aynı harfle ba layan
dört genç kızdan biri benim için ölüyordu.
Nasıl olmu da güzel demi lerdi buna? lk
dikkati çeken yanı a ı olu uydu, hem
öylesine a ıydı ki, kendisini bir süre
görmediniz mi, aklınızda kala kala bu
özelli i kalıyordu. Üstelik saçları da öyle
pek gür de ildi, sarı ındı ama, ı ıltısız,
bulanık bir sarıydı renkleri; bedenine
gelince, biçimsiz denemezdi ama, o ya
için biraz kaba sabaydı. Yalnız kaldı ım
birkaç dakikada u geçti aklımdan:
« n allah öteki üçü de buna
benzemiyorlardır!».
Az sonra ni anlı adaylarının sayısı
ikiye indi. Bayan Malfenti yanında
kızlarından biri ile içeri girdi, ancak sekiz
ya ında bir çocuktu bu. I ıltılar saçan,
upuzun, lüle lüle saçları omuzlarına
salınmı güzel bir kız çocu u! Biraz toplu,
tatlı yüzü Raffaello Sanzio’nun
fırçasından çıkmı tasalı meleklere
benziyordu (çenesini açmadı ı sürece).
Kayınvalideme gelince Bakın:
ondan ulu orta söz etmemi saygım
engelliyor. Uzun yıllar var ki, annem
sayılır diye seviyorum onu, ama bana
dostça davranmadı ı bir eski öyküyü
anlatmaktayım, onun hiç görmeyece i bu
defterde de kendisini saygıyla anmak
isterim. Zaten i e o kadar kısa bir süre
karı tı ki, unutabilirim bile: tam
zamanında hafif bir vuru , bana o i reti
dengemi kaybettirecek kadar. Belki o i e
karı masa da dengemi kaybedecektim
zaten; hem sonra kimbilir o da i lerin
tam öyle mi gitmesini istemi ti? O kadar
iyi e itim görmü tür ki, kocası gibi içkiyi
fazla kaçırıp da ba ıma ördü ü çorabı
açık etmesi olanak dı ı. Asla böyle bir ey
olmadı, bu yüzden pek iyi bilmedi im bir
öyküyü anlatmaktayım; yani kızlarından
hangisini istemiyorsam sonunda gidip
onunla evlenmem onun kurnazlı ının mı,
yoksa benim salaklı ımın mı sonucu,
bilmiyorum.
Bu arada benim o ziyareti yaptı ım
sıralarda kayınvalidemin hâlâ güzel bir
kadın oldu unu söyleyebilirim.
Zarafetinin bir nedeni de göze batmayan
lüks giyimiydi. Her eyi ile yumu ak ve
uyumluydu.
Böylece kayınpederimle
kayınvalidemde dü ledi im çe itten bir
karı-koca bütünle mesi örne i ile
kar ıla ıyordum. Birlikte mutluluklarına
diyecek yoktu, adam hep bas bas
ba ırıyor, e i hem onaylayan, hem acıyan
bir gülümseme ile gülümsüyordu. ri
kıyım erke ini seviyordu besbelli, adam
da onu kârlı i ler çevire çevire ele
geçirmi ve elde tutmu olmalıydı. Kadını
ona ba layan ey çıkar de il, benim de
payla tı ım, bu yüzden anlamakta güçlük
çekmedi im bir hayranlıktı. Adamın o
daracık ortama —içinde bir mal ile iki
dü mandan (alıcı ve satıcı) ba ka ey
bulunmayan bir kafes— getirdi i onca
canlılık, hep yepyeni birle imlerin ve
ilkelerin do ması ve ke fedilmesi ya ama
soluk kesen bir co kunluk katıyordu.
Adam ona bütün i lerini anlatıyordu, o
ise hiçbir ö üt vermeyecek kadar iyi
e itim görmü tü, kocasını yanıltmaktan
korkuyordu. Giovanni o sessiz yardımın
gere ini duyuyor, hatta kimi zaman
e inden ö üt alaca ına inanarak ko up
evde kendi kendine konu uyordu.
Kayınpederimin onu aldattı ını,
onun da bunu bildi ini ve hınç
beslemedi ini ö rendi imde pek
a madım. Bir yıllık evliydim, bir gün
Giovanni allak bullak olmu , çok önemli
bir mektubu kaybetti ini söyleyerek bana
verdi i bir takım kâ ıtların arasında mı
diye bakmak istedi. Birkaç gün sonra ise,
ne e içinde mektubu cüzdanında
buldu unu anlattı. «Bir kadından mı
gelmi ti?» diye sordum, o da ba ı ile
onayladı talihi ile böbürlenmeye hazırdı.
Sonra bir gün ben kâ ıtlarımı kaybettim
diye suçlandı ımda kendimi savunmak
için karımla kayınvalideme «babam gibi
anslı de ilim ki kâ ıtlarım kendi ayakları
ile cüzdanıma geri dönsünler» dedim.
Kayınvalidem öylesine keyifle gülmeye
ba ladı ki o kâ ıdı yerine koyanın o
oldu undan ku kulandım. Karı-koca
ili kisinde bunun önemi olmadı ı açıktı.
Herkes elinden nasıl geliyorsa öyle
sevi ir, onların tuttukları yol da kanımca
en aptalcası de ildi.
Hanımefendi beni büyük bir
nezaketle kar ıladı. Küçük Anna’yı
yanında alıkoymak zorunda oldu undan
ötürü özür diledi: ba kasının yanına
bırakılamayaca ı bir zamanındaymı da.
Küçük kız beni ciddi gözlerle inceleyerek
bakıyordu. Augusta dönüp benim ile
bayan Malfenti’nin oturdu umuz divanın
kar ısındaki bir küçük sedire oturunca
ufaklık gidip ablasının kuca ına yattı,
oradan hiç arasız, o ufacık kafanın içinde
ne dü ünceler dola tı ını bilmedi im
sürece beni e lendiren bir dire kenlikle
gözledi.
Konu ma hemen pek e lendirici
oldu denemez. Hanımefendi, hemen
bütün iyi e itim görmü kimseler gibi, ilk
kar ıla mada oldukça sıkıcıydı. Beni o eve
tanıttı ı varsayılan arkada ım üstüne bir
yı ın soru soruyordu, bense onun küçük
adını bile anımsamıyordum.
Sonunda Ada ile Alberta içeriye
girdiler. Soluklandım: ikisi de güzeldiler, o
salona o âna dek eksik olan ı ıltıyı
getiriyorlardı. kisi de esmer, ince, uzun
boyluydular, ama birbirinden çok
ayrıydılar. Seçmem güç olmayacaktı.
Alberta o zamanlar on yedisini
geçmemi ti. Esmer olmasına kar ın, teni
annesininki gibi pembe beyaz,
dupduruydu, bu da çocuksu
görünümünü vurguluyordu. Ada ise, kar
beyazlı ı mavimsi gölgelerle büsbütün göz
alan yüzünde ciddi gözleri, lüle lüle, gür,
ama sert bir zarafetle taranmı saçları ile
tam bir kadın sayılırdı.
Sonraları bizi kasıp kavurmu bir
duygunun yumu acık köklerinin nelere
uzandı ını bulup çıkarmak güçtür, ne
var ki Ada’ya yıldırım a kı ile
vurulmadı ım kesin Ama o yıldırım
a kının yerine içimde derhal bir kanı
do du: beni o gereksindi im kutsal tek
e li evlilik yolundan ruhsal ve bedensel
sa lı a iletecek kadındı Ada. imdi yeni
ba tan oturup dü ündü ümde o yıldırım
çarpmasının eksik kalı ına, onun yerine o
kanının do masına a ıp kalıyorum. Biz
erkeklerin sevgilimizde hem tapınıp hem
küçümsedi imiz özellikleri e imizde
aramadı ımız bilinen eydir. Ada’nın tüm
zarafetini, tüm güzelli i hemen görmedim
de, onda bulundu unu varsaydı ım
ba ka niteliklere, ciddiyete, enerjiye, yani
biraz hafiflemi olarak babasında
sevdi im özelliklere hayran kaldım,
büyülendim desem yeri. Daha sonralar
da yanılmı oldu umu dü ünmedim;
inancım bugün bile de i memi oldu una,
Ada evlenmeden önce o nitelikleri
kendinde topladı ına göre, iyi bir gözlemci
sayılabilirim, ama hayli kör bir gözlemci.
lk kez Ada’yı süzerken bir tek ey
diliyordum: bu kıza doludizgin tutulmayı,
çünkü evlili in yolu buydu. Sa lık
uygulamalarımda her zaman gösterdi im
o enerji ile giri tim i e. Ne zaman
ba ardı ımı bilemeyece im: belki de daha
ilk ziyaretin kısa sayılacak süresi içinde.
Giovanni kızlarına benden bir hayli
söz etmi e benziyordu. Ö renimim
sırasında Hukuk fakültesinden Kimya
fakültesine geçti imi, sonra da —ne yazık
ki!— birincisine geri döndü ümü
biliyorlardı. Açıklamaya çalı tım;
ku kusuz, insan bir fakülteye kapandı
mı, bilinmesi gereken eylerin ço unu
ö renmekten vazgeçiyor demekti.
Diyordum ki:
— Ve e er bugün hayat olanca
ciddiyeti ile omuzlarıma çökmü
olmasaydı —bu ciddiyeti ancak kısa
süredir, evlenmeye karar verdi imden bu
yana duydu umu söylemedim— hâlâ bir
fakülteden ötekine dola ıyor olacaktım.
Sonra gülsünler diye, ne garip
dedim, bir fakülteden tam sınavları
verme sırası geldi inde ayrılıyordum.
— Bir rastlantı elbette, diyordum,
yalan söyledi i izlenimini uyandırmak
isteyen birinin gülümsemesi ile. Oysa
ö renimimi en de i ik mevsimlerde
de i tirdi im do ruydu.
Ada’nın gönlünü çelmeye böyle
çıktım, kendisini ciddiyetinden ötürü
seçti imi unutarak hep onu kendime ve
arkamdan güldürme çabalarını
sürdürdüm. Gerçi garip olmasına biraz
garibimdir ya, ona hepten dengesiz
gözüküyordum herhalde. Suçun tümü
benim de il, kendime e diye seçmemi
oldu um Augusta ile Alberta’nın beni
ba ka türlü de erlendirmi olmalarından
anla ılıyor bu. Ama tam o sıralarda güzel
gözlerini çevresinde gezdirerek yuvasının
kapılarını açaca ı erke i ara tıracak
kadar ciddi olan Ada kalkıp da kendisini
güldüren birini istese de sevemezdi.
Gülüyordu, uzun uzun, fazlasıyla
gülüyordu, bu gülü ü kendisini güldüreni
gülünç duruma dü ürüyordu. Tam bir
küçüklüktü bu, günün birinde zararlı
çıkacaktı ama, ilk zararlı çıkan ben
oldum bu arada. Zamanında çenemi
tutmayı bilseydim belki de i ler ba ka
türlü giderdi. Bu sırada ona konu ması,
bana içini açması için zaman bırakırdım,
kendimi savunabilirdim.
Dört kız ufacık sedire
oturmu lardı. Anna’nın Augusta’nın
kuca ında olmasına kar ın sıkı ık
duruyorlardı. Böyle topluca pek
güzeldiler. Dört ba ı mâmur bir hayranlık
ve a k yoluna girdi imi görüp içimden
sevinerek saptadım bunu. Gerçekten
güzeldiler! Augusta’nın soluk rengi,
ötekilerin saçlarının koyu kestane rengini
büsbütün vurguluyordu.
Ben Üniversiteden söz etmi tim,
lise ikide okuyan Alberta da okulunu
anlattı. Latincenin çok güç geldi inden
yalandı. Hiç a mam dedim, kadınlara
göre bir dil de ildi, o kadar ki daha eski
Romalılar zamanında bile kadınların
talyanca konu tuklarını dü ünüyordum.
Oysa benim için —pek güvenerek
söyledim bunu— Latince en sevdi im
ders olmu tu. Ne var ki az sonra bir
hafiflik ettim, bir Latince özdeyi
patlattım, Alberta da yaptı ım bir yanlı ı
düzeltmek zorunda kaldı. Tam anlamıyla
kazaya kurban gitmi tim! Ben pek önem
vermedim, hatta Alberta’yı Üniversitede
öyle bir on yarıyıl kadar okuduktan
sonra kendisinin de Latince özdeyi ler
söylemekten sakınması gerekti i
konusunda uyardım.
O yakınlarda babası ile birlikte
birkaç ay ngiltere’de kalmı olan Ada o
ülkede birçok genç kızın Latince bildi ini
anlattı. Sonra yine o ciddi, o müzikten
hiç nasibini alamamı , o incecik kızdan
beklenenden bir az daha alçak sesi ile
ngiltere’de kadınların bizdekinden çok
ama çok farklı olduklarını açıkladı. Hayır
i leri için, dinsel, hatta ekonomik
amaçlarla dernekler kuruyorlarmı .
Kızkarde leri Ada’yı konu turmaya
çalı ıyorlardı, o ça da bizim kentin
kızlarına harika gibi gelen o eyleri
yeniden duymak istiyorlardı. Ada da
gönüllerini kırmadı, kürsüye çıkıp yüzleri
kızarmadan, yüzlerce ki iye söylev veren,
sözleri kesildi inde, sözleri
yalanlandı ında hiç a ırıp bocalamayan
bütün o ba kan, gazeteci, sekreter ve
politikacı kadınları anlattı. Yalın
deyi lerle, renklendirmeden, dinleyeni
a ırtmaya ya da güldürmeye
çabalamadan konu uyordu.
A zımı açar açmaz olayları ya da
insanları çarpıtan, yoksa kendimi bo a
konu uyormu gibi duyan ben onun yalın
konu masını sevmi tim. Söylevci de ildim
ama, lâf ebeli i illetim vardı. Benim için
sözlerin ba lı ba larına bir olay olması
gerekirdi, ba ka hiçbir olayın tutsa ı
olamazdı.
3
Gelgelelim ben hain Albione’ye
kar ı özel bir kin beslemekteydim ve
Ada’yı kırmaktan korkmadan açı a
vurdum bunu, zaten o da ngiltere’yi
sevdi ini ya da nefret etti ini
söylememi ti. Ben orada birkaç ay
geçirmi tim, ama babamın i
arkada larından aldı ım tanıtma
mektuplarını yolculuk sırasında
kaybetti imden, bir tane olsun
kalburüstü ngiliz tanıyamamı tım. Bu
yüzden Londra’da yalnızca Fransız ve
talyan ailelerin yanına girip çıkmı tım,
sonunda o kentteki tüm ipe sapa gelir
ki ilerin kıtadan gelmi oldukları kanısına
varmı tım. ngilizce bilgim hayli kıttı. Yine
de dostlarımın yardımı ile adalıların
ya amı üstüne biraz bilgi edinmi , en çok
da ngiliz olmayan herkese antipati
beslediklerini ö renmi tim.
Kızlara böyle dü man içinde kalmı
olmanın verdi i tatsız duyguyu anlattım.
Ama ba ıma sevimsiz bir olay gelmeseydi
yine de babamla Olivi’nin ille de ngiliz
ticaretini ö reneyim diye ba ıma açtıkları
altı aylık staj süresine katlanabilir (bu
arada ngiliz ticareti ile de hiç
tanı mamı tım, çünkü anlatıldı ına göre
gizli yerlerde yapılırmı ), ngiltere’de ayak
sürüyebilirdim. Bir sözlük aramak için
bir kitapçıya gitmi tim. Dükkânda,
tezgâhın üzerinde koskocaman, ahane
bir Ankara kedisi yan gelmi yatıyordu, o
ipek gibi tüyleri ile gel beni ok a der
gibiydi. yi ya! öyle tatlı tatlı bir
ok adı ımı bilirim, o hain kalkıp da
ellerimi bir güzel tırmalamaz mı! O andan
sonra ngiltere’ye dayanamaz oldum,
hemen ertesi gün solu u Paris’te aldım.
Augusta, Alberta, hatta bayan
Malfenti içtenlikle güldüler. Ada
a ırmı tı, yanlı anladı ını sanıyordu.
Yoksa canımı yakan, beni yaralayan
kitapçının kendisi miymi ? Öykümü
ba tan anlatmak zorunda kaldım, sıkıcı
oldu, çünkü yinelemeler pek ba arılı
olmaz.
Bilge kılıklı Alberta yardımıma
ko ayım dedi:
— Eski insanlar da kararlarını
verirken hayvanlara ba vururlarmı .
Yardımı kabul etmedim. ngiliz
kedisi kâhin rolünde de ildi, düpedüz
kaderin eliydi!
Ada, gözleri falta ı gibi açılmı ,
daha fazla açıklayayım istedi:
— Yani sizin gözünüzde kedi tüm
ngiltere halkını mı temsil ediyordu?
Amma da talihsizmi im! O serüven
gerçek olmasına gerçekti ama, bana
sanki belli bir amaçla uydurulmu çasına
e itici ve ilginç gelmi ti. Ne demek
istedi imi anlamak için, onca insanı
tanıyıp sevdi im talya’da o kedinin
yaptı ı eyin böyle önem almayaca ını
anımsamak yetmez miydi? Gelgelelim ben
öyle demedim, öyle dedim:
— Hiç ku kum yok, bir talyan
kedisi böyle bir ey yapamazdı.
Ada güldü, uzun uzadıya güldü.
Ba arım bana çok büyükmü gibi
göründü ünden, ba ka açıklamalarda
bulunarak hem kendimi, hem serüvenimi
küçülttüm:
— Aslında kitapçı da kedinin
davranı ına a ırmı tı, ba ka herkese
kar ı yumu akba lıymı hayvan. Bu
serüven benim ba ıma geldi, sırf ben
oldu umdan ya da kimbilir, belki de
talyan oldu umdan. It was really
4
disgusting , kaçıp gitmek zorunda
kaldım.
Bu noktada öyle bir ey oldu ki
aslında beni uyarması ve kurtarması
gerekirdi. O ana de in kımıldamadan
beni gözlemi olan küçük Anna avaz avaz
ba ırarak Ada’nın duygularını açı a
vurdu:
— Deli bu, zırdeli, de il mi, ha?
Bayan Malfenti onu tehdit etti:
— Susar mısın sen? Büyüklerin
konu malarına karı maya utanmıyor
musun?
Tehdit daha beter etti. Anna
ba ırdı:
— Bal gibi deli i te! Kedilerle
konu uyormu ! Hemen bir ip bulsak da
ba lasak!
Augusta öfkesinden kıpkırmızı
kesilmi ti, kalktı, çocu u azarlayarak aldı
götürdü, benden de özür diledi. Ama o
küçük engerek yılanı kapıdan hâlâ
gözlerimin içine bakıyordu, suratını
ek itip bir daha ba ırdı:
— Seni ba lasınlar da gör!
Öylesine akla gelmedik bir
saldırıya u ramı tım ki kendimi
savunmanın hemen yolunu bulamadım.
Ama Ada’nın, kendi duygularının o
biçimde dile getirilmi olmasından
üzüldü ünü farkederek hemen
ferahladı ımı duydum. Ufaklı ın yaptı ı
terbiyesizlik bizi birbirimize
yakla tırıyordu.
çtenlikle gülerek evde ruh
sa lı ımı her yanından inceleyen, pullu-
damgalı bir belgem oldu unu anlattım.
htiyar babama oynadı ım oyunu böylece
ö renmi oldular. O belgeyi Annacı a
sunmayı da önerdim.
Kalkıp gidecek oldu umda
bırakmadılar, bu ikinci kedinin
tırmıklarını unutturmak istiyorlardı. Beni
alıkoyup bir fincan çay ikram ettiler.
Ada’nın ho una gitmek istiyorsam,
oldu umdan farklı olmam gerekti i belli
belirsiz içime do du, bu kesin; beni
istedi i havaya girmemin kolay olaca ını
dü ündüm. Babamın ölümünden söz
ettik yine, üzerimde a ırlı ını hâlâ
duydu um büyük acıyı açı a vurursam o
ciddi Ada buna katılırmı gibi geldi.
Gelgelelim ona benzeyeyim derken
do allı ımı yitirdim ve —hemen anla ıldı ı
gibi— ondan uzakla mı oldum. Dedim ki,
böylesi bir kaybın acısı öyle a ır oluyordu
ki, e er çocuklarım olsa, daha sonra ben
öldü ümde o kadar acı çekmesinler diye
beni pek sevmemeleri için elimden geleni
yapardım. Peki elimden ne gelir diye
sordular, ben biraz bocaladım. Çocuklara
kötü davranmak, dövmek falan mı
gerekirmi yani? Alberta gülerek dedi ki:
— En sa lam çare çocukları
öldürmek.
Ada’nın beni kırmak istemedi ini
görüyordum. Bu yüzden duraksıyordu;

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir