midye haram mı hanefi / Midye helal mi haram mı? Konuyla ilgili bir yorum da Nihat Hatipoğlu'ndan geldi - Haberler

Midye Haram Mı Hanefi

midye haram mı hanefi


Sual:(Midye ve ıstakoz yemeye günah demek, âdet ve göreneklerle ilgilidir. Deniz kıyılarında oturanlar, kültürlerinde olduğu için rahatlıkla yiyorlar, ancak denizden uzak yerlerde yaşayanlar bu kültürden yoksundur. Denizden çıkan her şeyin temiz olduğu yönünde bir de hadis olduğu için, midyenin haram olduğu söylenemez. Kur’anda da midye konusunda kesin bir hüküm olmadığı için rahatça yenebilir) deniyor. Bu görüşe ne denir?
CEVAP
Bu görüş birkaç bakımdan yanlıştır:
Birincisi, dinimizde tek delil Kur’an değildir. Hadis-i şeriflerle bildirilen hükümler de vardır. İki âyet-i kerime meali:
(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]

(O Peygamber, güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157]

İşte müctehid âlimler, Kur’an-ı kerimin emrine uyarak, Resulullah efendimizin bu konudaki hadis-i şeriflerine de bakmışlardır. Kur’an-ı kerimde, köpek, fare ve yılan etinin haram olduğu bildirilmiyor diye, bunları yemek caiz olur mu? Bunların haram oldukları hadis-i şeriflerle bildirilmiştir.

İkincisi, müctehid olmayanların hadis-i şeriflere göre de amel etmeleri caiz olmaz. Mezhebinin bildirdiği hükme uyması vacib olur. (Denizin hayvanları helâldir) mealindeki hadis-i şerifi, Hanefî âlimleri, balık ve balık şeklinde olanlar hariç, deniz haşeratlarının yenmesinin caiz olmadığı şeklinde anlamışlardır. Hanefî olup da, mezhebinin hükmüne uymayan, mezhebinin hükümlerini beğenmeyen kimse, (Benim mezhebim var) dese de, mezhepsizdir.

Netice: Midye ve ıstakoz gibi deniz haşeratının yenmemesinin gelenekle, kültürle, hayat tarzıyla hiçbir ilgisi yoktur. Hanefî mezhebinde olan Müslümanların, deniz kenarında da yaşasalar, balık şeklinde olmayan yengeç, midye, istiridye, ıstakoz, kerevit, karides gibi deniz haşeratını yemeleri caiz değildir.

Midye Haram Mı Helal Mi Yoksa Mekruh Mu? Diyanet'in Deniz Ürünleri İle İlgili Açıklamaları

Haberin Devamı

Midye Haram Mı Helal mi Yoksa Mekruh mu?

Hanefi mezhebi midye yemenin haram olduğunu kabul etmektedir. Çünkü midye balık görünümünde olan bir canlı değildir. Bu sebeple bu canlıyı yemek doğru değildir. Ancak tüm balık çeşitlerini yemek helal olarak kabul edilmektedir. 

Bazı alimlere göre denizden çıkan tüm mahlukat sonrasında öldürülerek yenebilir. Ancak kabuklu olan deniz canlılarının yenmesinin doğru olmadığını savunan kesim de vardır. Hanefiler de bunlardan biridir.

Hanefi mezhebi balık yemenin helal olduğunu söylerken midye yanında, ıstakoz, yengeç gibi canlıların da yenmesinin haram olduğunu savunmaktadır. İmam Şafi'ye göre ise denizden çıkan canlılar sağlığa zararlı değilse ya da haram bir görünümü yoksa o zaman yemekte sakınca yoktur demiştir.

Haberin Devamı

Midye Yemek Mekruh mu?

Kabuklu olan deniz canlılarını tüketmenin mekruh olduğunu düşünenler de bulunmaktadır. Ancak tüm alimler tüm balıkların helal olduğu konusunda hem fikirdir. 

Domuz Kur'an'da açık bir şekilde haram olarak nitelendirilmiştir. Ancak kabuklu deniz ürünlerinin açık bir şekilde haram olarak nitelendirilmesine dair bir ayet yoktur. Bu sebeple bazı din alimleri yenebilir bazıları haram demiştir. Bazı din alimleri ise mekruh olduğunu söylemiştir.

Hanefi mezhebinin midyeyi haram olarak görmesinin başka bir sebebi de bu canlının yenilen kısımlarının hoş olmaması ve pis bir canlı olmasından kaynaklıdır.

Diyanet'in Deniz Ürünleri İle İlgili Açıklamaları

Kur'an'da denizdeki canlıların etinin helal olduğu ile ilgili ayet bulunmaktadır. Hz. Muhammed (SAV) ise bir hadisinde "Denizin suyu temiz, ölüsü helaldir" demiştir. Hanefi mezhebine göre burada helal diye bahsedilen canlıların balık olduğu ve diğer deniz canlılarının haram olduğu söylenir. 

Şafii Mezhebi ise denizden çıkan tüm hayvanların yenmesinde bir sakınca olmadığına dair görüşlerini öne sürmüştür. Fakat şu konuda dikkatli olmak gerekir hem denizde hem de karada yaşamlarını sürdüren canlıların karada yaşayanlara benzer olanların etlerinin tüketilmesi gerekmektedir. Bunun yanında bu hayvanların boğazlanarak öldürülmesi şartı ile yenmesi helaldir. Bu sebeple hem karada hem denizde yaşayan deniz yılanı, yengeç, kurbağa, kaplumbağa gibi canlıların yenmesi caiz değildir.

Hanefilerin, midyenin haramlığı noktasındaki kanıtı nedir?

Değerli kardeşimiz,

Bir mezhepte helal kabul edildiği halde, diğer bir mezhepte haram sayılan pek çok şey vardır. Her birinin de ayet ve/veya hadislerden delilleri vardır. Mesela;

- Şafii mezhebinde veli olmadan nikah kıyılamaz, yani bu fiil haramdır, halbuki Hanefî mezhebinde bu caizdir.

- Hanefî mezhebinde Vitir namazını kılmamak günahtır, Şafii’de ise -sünnet olduğu için- bazen kılmamak mekruh bile değildir.

- Eli kadına değen bir Şafii’nin o abdestle namaz kılması haramdır, caiz değildir. Hanefî mezhebinde ise -kerahetsiz- caizdir.

Asıl konuya gelecek olursak;

Alimlerin ekseriyeti deniz hayvanlarının helâl olduğu görüşündedirler. Ancak karada yaşayan ve yenmesi haram olan insan, domuz, köpek, ayı gibi hayvanların ismini taşıyan deniz hayvanlarında ihtilâf etmişler; bazıları bunların helâl olmadığını ifade etmişlerdir. İmam Mâlik'e göre yalnızca deniz domuzu mekruhtur. Bazı müçtehitler kurbağa ve timsahı, bazıları da yılanı istisna etmişlerdir.

Delilleri:

“Deniz avı ve deniz yiyeceği size helâl kılındı.”(Maide, 5/97)

“Denizin suyu temizdir ve temizleyicidir, ölüsü de helaldir.” (Neylu’l-Evtar, 8/149)

“Allah Âdemoğulları için denizdeki ürünleri boğazladı (yani boğazlamaya gerek olmadan yenmeleri helaldir).” (Neylu’l-Evtar, 8/150)

Cumhur için, daha başka sahih hadisler de vardır. (bk. V. Zhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 3/678-680)

Özetle, Hanefilerin dışındaki üç mezhebe / alimlerin cumhuruna göre deniz / su ürünlerinin hepsi helaldir.

Hanefîlere göre ise deniz hayvanlarından yalnızca -bütün nevileriyle- balık helâldir. Bu hayvanın boğazlanması gerekmez. Kendiliğinden ölen yenmez. Dalga, taş, havasızlık, avlanma gibi sebeplerle öleni yenir. Diğer deniz hayvanları ya iğrenç oldukları veya balık olmadıkları halde boğazlanmadıkları için yenmez.

Hanefî mezhebine göre, balık dışındaki bütün deniz / su ürünlerinin yenilmesi haramdır.

Delilleri:

“Kendiliğinden ölen hayvanlar size haram kılındı.”(Maide, 5/3),

“Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de vasıfları yazılı o ümmî Peygambere tâbi olurlar. O Peygamber ki kendilerine meşrû şeyleri emreder, kötülükleri yasaklar, kendilerine güzel ve hoş şeyleri mübah, murdar şeyleri ise haram kılar.”(A'raf, 7/157)

mealindeki ayetlerdir.

Onlara göre, balık dışındaki diğer deniz hayvanları tiksinti duyulan, murdar şeylerdir. Onların ölüsü yenmez.

Buna göre, Hanefîler Maide 3. ayette geçen “meyte” lafzını mutlak şe­kilde yorumlamışlar, ayrıca balık dışındaki türleri “habâis” (iğrenç şeyler) kapsamında kabul etmişlerdir.
İslam'da helal ve haram hükümlerin konulması “menfaatin celbi ve mazarratın defi (yararın sağlanması ve zararın önlenmesi) ilkesine dayanır. Kuran’da temiz ve yararlı olan şeyler için “tayyibât”, pis ve sağlığa zararlı gıdalar için “habâis” ifadesi kullanılır.

Nitekim, şu ayetlerde bunu görmekteyiz:

“De ki: Pis olan şeyle, temiz olan eşit değildir. Pis olanın çokluğu hoşuna gitse de bu böyledir.”(Maide, 5/100)

“Ey Peygamberler! Temiz olan şeylerden yiyiniz.”(Müminûn, 23/51)

O peygamber, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar.” (A'râf, 7/157)

Kuran'da yiyecekler konusunda haramlıkla ilgili açıklamaların ortak noktası ise, insanın tabiatı itibariyle "tayyibât" (iyi ve temiz) görülemeyecek nitelikteki "habâis"(temiz görülmeyen ve iğrenilen) şeylerin yenmemesi gereğidir.

Burada geçen "habais"ten olma vasfı insan için zararlı olabilecek şeyleri içine aldığı gibi tabiatı gereği insanın iğrendiği tüm hayvanları da kapsayabilir. İslam alimleri yılan, fare, kaplumbağa, köstebek, kirpi, solucan, sinek gibi hayvanların bu gruba girdiğini ifade etmektedirler.

İşte Hanefi mezhebi, midye, kalamar, yengeç, istakoz, ahtapot vb. deniz ürünlerini bu kategoride değerlendirdiği için bu hayvanların etlerinin yenilmesini caiz görmemektedir.

İçtihat ile kulluk

Kulluk yalnız Allah'a olacaktır ve bu da O'nun kulundan ne istediğini; yani kulunun nasıl davranmasını, neye nasıl inanmasını, neyi nasıl yapmasını dilediğini bilmeye bağlıdır. 

Kur'an ve hadisler “Allah'a ve Resulüne itaat ve onların bildirdiklerine ittiba (uygun davranma) üzerinde ısrarla duruyor ve bunlarsız kulluğun olmayacağını” kesin olarak ifade ediyor.

Şu halde kulluk: Bilmek, itaat ve ittiba ile gerçekleşiyor.

Allah Teâlâ peygamber göndererek kulundan ne istediğini bildirmediği takdirde kul, ne yaparsa yapsın ona itaatsizlik etmemiş (mesela haram yememiş), bu sebeple de cezayı hak etmemiş oluyor.

Allah, peygamber gönderip kulundan ne istediğini bildirdiğinde, eğer belli bir konuda belli (açık ve kesin) bir bilgi gelmiş ise bunu, açıklandığı gibi yapmadıkça kulluk gerçekleşmez. Şarap, faiz, zina, domuz, yalan, iftira; cana, mala, namusa tecavüz haramdır; namaz, oruç, hac, zekat, gerektiğinde cihad farzdır; bu haramlar ve farzlarla ilgili açıklamalar (vahiy, âyetler ve hadisler) açık ve kesindir. İşte bu ve benzeri konularda itaat (kulluk) ancak açıklanana, bildirilene uygun davranmakla gerçekleşir.

Son din İslam'dır, insanlık var oldukça Allah'a kulluk bu dinin bildirdiklerine uymakla olacaktır. İnsan, eşya ve ilişkiler mahiyet veya nitelik bakımından durmadan değişiyor; Hz. Peygamber (asm)'in yaşadığı zamanda bulunmayan birçok nesne, ilişki biçimi, araç, âdet ve âlet ortaya çıkıyor. Eğer vahiy, hem geldiği zamanda hem de bütün zamanlarda olacak ve bulunacaklar için açıklamalar yapsaydı evler dolusu kutsal kitap ve hadisler olması gerekirdi. Ayrıca o günün muhataplarının hayatlarında bulunmayan şeylerden bahsetmek abes olurdu. Bu sebeple Allah Teâlâ o gün yaşayanlar ile daha sonra gelecek olanlar için zorunlu olanları açıkladı, geri kalanları ise 'açıkladıklarına bakarak bulup uygulamalarını' kullarına bıraktı.

İşte bu “açıkladıklarına bakarak bulup uygulama”nın adına içtihat denir. 

İçtihat kul/beşer işidir; o bakacak, anlayacak, düşünecek ve söylenmişten söylenmemişin bilgisine ulaşacak. Bu işte hatanın veya ihtilafın (farklı anlama, sonuç çıkarma, çözmenin) kaçınılmaz olduğu -insanın mahiyeti ve nitelikleri bakımından- kaçınılmazdır.

Buna rağmen Allah, “açıklamadıklarımı da açıkladıklarıma bakarak doğru (ben açıklasaydım nasıl açıklar idiysem öyle) bulun, aksi halde bana itaatsizlik etmiş olursunuz” deseydi kullarına “imkansızı teklif” etmiş olurdu. O imkansızı teklif etmeyeceğini de bildirmiştir.

Şu halde içtihatlık alanda itaat, kulun çabası sonunda ulaştığı zan ve kanaate göre davranmasıyla gerçekleşecektir. Bu zan ve kanaate göre haram bildiğinden uzak duracak, helal bildiğine yaklaşacak, farz ve vacip bildiğini yerine getirecektir.

İçtihat yapamayacak olanlar da yapanlara danışarak, onlardan fetva alarak itaat edeceklerdir. 

Yasak olan, vahyi göz önüne almadan (açıklananlara bakmadan) kendi aklı ve arzusuna göre hüküm çıkarıp uygulamaktır. Usulünce içtihat yapıldığında ise sonuç hatalı olsa da (mesela Peygamberimiz hayatta olsaydı da bu sonuç ona arz edildiğinde hatalı bulsaydı) yine de kul üzerine düşeni yapmış ve bir ecir (ahiret için değerli karşılık) almış olacaktır. İsabet etmiş olması halinde ise ecri artacaktır.

Bu ecir meselesinin de hikmeti, müçtehidi olanca gücünü sarf etmeye teşviktir.

İlave bilgi için tıklayınız:

- “Denizin suyu temiz, içindekiler helaldir.” hadisini nasıl anlamalıyız ...
- Mezhepler Dosyası - Birinci Bölüm.
- Mezhepler Dosyası - İkinci Bölüm.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir