divanı kebir ekşi / Nasreddin Hoca'yı Mevlana mı öldürttü Tartışma bitmiyor - Güncel - ODATV

Divanı Kebir Ekşi

divanı kebir ekşi

Mevlâna’nın Eserlerinde Türklük Bilinci

        Eserleriyle, adına kurulan tarikatla kültür ve edebiyat tarihimizde yüzyıllar boyu büyük etkileri süregelen eşsiz Türk düşünürü, mutasavvıf şair Mevlâna Celâleddin Rûmî’nin yazdıkları eserler okunurken sıkça Türklerin anıldığı, Türk kelimesine yer verildiği ve bazı Türk boylarından söz edildiği görülür. Eserlerini Farsça yazan diğer Türk soylu şairlerden Genceli Nizamî dışındakilerin şiirlerinde bu özellikle pek karşılaşılmaz. Mevlâna’nın, eserlerini devrinin geleneğine uyarak, Farsça yazmış olması, bu büyük insanın milliyeti üzerinde durulmasına yol açmıştı. Tanınmış sosyoloji profesörlerimizden merhum Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, “Mevlâna’nın Türklüğü Meselesi” adlı makalesinde bu konu üzerinde durmuş, bu büyük şahsiyeti İranlı sayanlara cevap vermek istemişti.[1]

         

         

        Hâlbuki yüzyıllar öncesinde Mevlâna hazretleri meşhur rubâîsinde

         

         

        “Bîgâne megîrid merâ z’in kûyem

                      Der kûy-i şumâ hâne-i hod mîçûyem

                      Düşmen neyem er çend ki düşmen rûyem

                      Aslem Türk’est egerçi Hindî mîgûyem” 

         

         

        Yani “Beni bu köyden yabancı tutmayın, sizin köyünüzde kendi evimi arıyorum. Her ne kadar düşman yüzlüysem de düşman değilim, gerçi Hintçe söylüyorsam da aslım Türk’tür,” derken Türk olduğunu açıkça söylemektedir.

         

         

        Ancak Mevlâna’nın hemen bütün eserlerini Türkçeye çeviren Abdülbaki Gölpınarlı; Mevlâna Celâleddin Hayatı, Felsefesi, Eserleri, Eserlerinden Seçmeler[2]adlı kitabında bu rubâîyi yazdıktan sonra Türk kelimesini yorumlarken “Hacca gideceksen hac yoldaşı ara. Ha Hintli olmuş, ha Türk, ha Arap… Onun şekline, rengine bakma; azmine ve maksadına bak. Rengi kara olsa da değil mi ki seninle aynı maksadı güdüyor, aynı senin rengindedir, beyaz bil onu ” (Mesnevi, c.1, s. , beyit: ) beyitleriyle aynı eserin ikinci cildindeki beyitte: “Aşk milleti, bütün milletlerden ayrıdır, âşıkların milleti de Tanrı’dır, mezhebi de” sözlerine dayanarak Rubâîdeki “Türk, Hint” sözleri, klâsik edebiyatın alelâde oyunlarındandır. Klâsik halk edebiyatında, Türk”ün “aydın, parlak, güzel, gündüz, yüz” ve Moğollarla bir sayılması ve Moğolların zulmü yüzünden “zalim, kan dökücü, cesur” ve yine bu münasebetle “âşıklarına merhamet etmeyen dilber” mânalarında kullanıldığı malûmdur. “Hintli” de Zenci ve Habeş’le beraber ve Türk’le Rum karşılığı olarak “saç, karanlık, kara gece, çirkin ve ben” mânalarını ifade eder. Bu bakımdan biz, bu rubâîde Mevlâna’nın “Sözlerim Hintçe, yani karanlık, anlamıyorsunuz, size çirkin ve kötü geliyor. Fakat aslım aydın ve güzel” dediğini sanıyoruz” diyor ve “Farsça’ya tarihin hiçbir devrinde ve hiçbir yerinde Hintçe denmemiştir. Hintçe ayrı bir dildir, Farsça ayrı bir dil ve Mevlâna Hintçe söylememiş ve yazmamıştır” cümlelerini ekledikten sonra da “Esasen Mevlâna “Türk” kelimesini, kavim mânasına kullanınca Moğolları ve köylüleri kastediyor” diyor.

         

         

        Gölpınarlı bu görüşünde yanılmıştır. İlerde örneklerini vereceğimiz beyitlerde de okunacağı üzere Mevlâna, yalnız Moğolların değil, Hıtay ve Çiğil Türklerinin de gözlerinin çekikliğinden söz etmiştir. Sonra Eflâkî’nin Menâkıbu’l- Ârifin’inde naklettiği gibi “Türk” kelimesini kavim mânasında kullanınca yalnız Moğolları ve köylüleri değil, memurları da kastetmiştir. Bu husus Mektuplar’ındaki üçüncü mektuptan da anlaşılmaktadır.

         

         

        Gölpınarlı, Mevlâna’nın yaptığı şu mecazla da görüşünü güçlendirmek istemiştir:

         

        “Ey ay yüzlü Türk, ne olur bu sabah odama gelsen de gel beru desen, sen ay gibi bir Türksün, ben Türk değilsem de bu kadar bilirim ki âb, Türkçede sudur. Bu kul yüzünden ab-ı hayatın bulandıysa ey Türk huylu güzel zulmetme, beni öldürmeye kalkışma. Ey kat kat binlerce devlet, binlerce ikbâl olan, rızkımın genişliği senin o daracık gözlerindedir” beyitlerinde de dar ve çekik gözlü bir Moğol dilberini tavsif etmede, fakat bu gazelin son beytinden bir evvelki beytinde “Adını, duyanları yanıltmak için Türk taktım. Çünkü aşkın yüzlerce hasetçi engeli var, yüzlerce düşmanı…” [3] diye yazmıştır.

         

         

        Bu görüşteki beyitler Mevlâna’nın Divan-ı Kebir’indeki bir gazelden alınmış olup[4] birinci beyitteki “gel beru”, ikinci beyitteki “su” kelimeleri asıl metinde de Türkçe olarak geçmektedir. Yine ikinci beyitteki iki Türk kelimesi mecaz sanatı yapılarak “güzel” anlamına kullanılmıştır. Mevlâna, “sen ay gibi bir güzelsin, ben güzel değilsem de” demek istemiştir. 

         

         

        Gölpınarlı, ’da basılan “Mevlâna’nın Doğumu ve Ana Dili Üzerine” başlıklı makalesinde bu yanılgısını şu cümle ve örneklerle düzeltmek istemiştir:

         

        “Arz edeceğim ikinci nokta, Mevlâna’daki Türkçe sözler ve şiirlerdir. Mevlâna, şiirleri arasında “sancak, göç, kalan, toy, konuk, bay, beylerbeyi, bik, şaman, beline, diline, koy, ev, kime, dayı, baba, Tanrı yarlıgasın” diye hem tek söz, hem de mef’ul olarak yahut terkip halinde birçok Türkçe sözler kullanıyor. Zamanında, sarayın resmî dili Farsça’dır. Dil devrimi, ancak Cimri’ye vezir olan Karamanoğlu Mehmet Bey’in ’de bir emriyle sağlanmış, Anadolu’da resmî dil Türkçe olmuştur. Mevlâna, devrinin teâmülüne uymak zorunda kalmış, şiirlerini Farsça yazmıştır. Moğol akını, Farsça’ya “yasamışı kerden, akışı kerden, yaylamışı kerden, kışlamışı kerden”, hattâ “gelmişi kerden, gitmişi kerden” gibi birçok Türkçe sözler katmıştır. Câmi’ü’t- Tevârîh, hattâ külfetli bir dille yazılan Cihan-güşâ, bizim bu iddiamızı her yönden isbat eder. Fakat Mevlâna’daki Türkçe sözler, terkipler böyle değildir; öz ve pürüzsüz Türkçe’dir; hem de Farsça’da pek-âlâ karşılığı varken, vezin bozulmayacakken Farsça yerine Türkçe bir kelime geliverir diline… Bu ruhî hâlet, onun Türkçe düşündüğünü apaçık gösterir bize.. Ayrıca onun,

         

         

        “Gelesin bunda sana yek garezim yok işidürsen,

          Kalasan anda yavuzdur yalunuz kanda kalursan?

          Çalab’undur kamu dirlik, Çalab’a gel ne gezersen?

          Çelebi kullarun ister, Çelebi’yi ne sanursan

          Ne ağuzdur, ne ağuzdur ağuzundan kığırılmak,

          Kulağun aç kulağun aç bola kim anda değürsen”

         

         

        gibi Türkçe şiirleri de var. Fakat gene Dîvân’da rastladığımız şu beyit, Mevlâna’nın ana dili hakkında bizi tamamiyle aydınlattı:

         

                                “Okçulardur gözleri, hoş nişandur kaşları.

                                  Öldürür yüz süvari kimdür ol Alp-Arslan”[5] 

            

         

        Gerçekten de öyledir. Mevlâna Farsça yazarken, Türkçe düşünmüştür. Bu yüzden İranlı fesahatçilerden bazıları Mevlâna’nın dilini pürüzlü oluşundan söz ederler.

         

         

         Mevlâna’nın şiirlerindeki Türkçe kelimeleri de yıllarca önce eski Diyanet İşleri Başkanlarımızdan merhum Prof. M. Şerefeddin Yaltkaya “Mevlâna’da Türkçe Kelimeler ve Türkçe Şiirler” adlı makalesinde derlemeye çalışmış, bu arada Türk adının geçtiği birkaç örnek beyte de yer vermiştir.[6]

         

         

        Daha sonraki yıllarda Prof. Dr. Feridun Nafiz Uzluk, “Mevlâna’da Türkçe sevgisi”[7] adlı makalesinde şu hükme varmıştır:

         

         

        “funduszeue.inforini okuduğumuz zaman gençliğini, kocalığını, geçirdiği Anadolu’daki Oğuz Türklerinin arasında bu halkı çok sevdiğini, insanlara sevgisi olduğunu, daima tekrarladığı halde Türklere karşı gösterdiği sonsuz sevgiyi hiçbir millete göstermediğini hayretle, fakat sevinçle görürüz. Farsça’yı çok iyi bildiğini, Rumca’ya vukufu olduğunu öğrendiğimiz Mevlâna’nın eserlerinde hiçbir millet Türkler kadar övülüp sevilmemiş, dile getirilmemiştir.”

         

         

        Bazı çevrelerde Türk kelimesinin kullanılmamaya çalışıldığı şu günlerde bir büyük Türk düşünürünün yüzlerce yıl önce bu kelimeyi nasıl zevkle ve gururla kullandığını hatırladım ve bir yazıyla da hatırlatmak istedim.

         

         

        Evet, Mevlâna Türk’ü yalnız mecaz olarak değil, kavim olarak da anar. Çeşitli milletlerden söz eden birkaç beytini okuyalım, Mesnevî’de der ki:

         

        “Onun (Tanrı’nın) cömertliğinden, onun elinin açıklığından Acem de şaşırmıştır, Rum da, Türk de, Arap da hayrete dalmıştır.” (Mathnawi, c.1, beyit: )

         

        “Türk, Zenci, Acem ve Arap kulağa ve dudağa muhtaç olmadan bu sesi (Elestü bi-Rabbüküm/ Ben Rabbiniz değil miyim sesini) anlamışlardır.

         

         Hattâ Türk, Acem ve Zenci şöyle dursun… o sesi çöpler, taşlar bile işitmiştir” (Mathnawi, c.1, beyit )

         

         

        Divan-ı Kebîr’deki bir gazelinde der ki:

         

        “Nice Rum yüzlülerim, nice gizli Türklerim var, artık Hulâgu’yu bilmezsem ne ayıbı var, bilmiyorum, bilmiyorum.

         

        Hulâgu’yu insanı hayran eden Türk güzellerinden sor, öylesine bir şaşkınlığa düşmüşüm ki bu şaşkınlıktan Hulâgu’yu bilmiyorum, bilmiyorum.

         

         

        Hintli harfleri bırak, mâna Türklerini seyret, ben o Türk’üm ki Hintli’yi bilmiyorum, bilmiyorum.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s)

         

         

        Mevlâna, Türklerle bazı milletler arasında kıyaslamalar da yapmıştır. Bu kıyaslamalarda divan edebiyatının sanatlarıyla, mecazlarıyla karşılaşmak mümkündür. Bu mecaz ve sembollerin üzerinde dikkatle durulunca, Mevlâna’nın eserlerinde Türklerin kendilerine has vasıflarıyla dile getirildikleri görülecektir. Örnek olarak Mesnevî’de Türk ve Hintli zıtlığına şu beyitlerle dokunulmuştur:

         

        “Bir gün her zümrenin önünde saman çöpü müsün, dağ mı, Hindû musun, Türk mü? Meydana çıkar.

         

        Hindû ile Türk, ana karnında belli olmaz. Fakat doğunca zayıf mı, kuvvetli mi.. herkes görür anlar.” (Mesnevî tercümesi, c.1, beyit: )

         

         

        Türk ile Hintli kıyaslamasına Dîvân-ı Kebîr’de örnek daha çoktur:

         

        “Karayüzlü Hintlilerin Türk’ten vazgeçmeleri çok daha iyidir. Çünkü canla oynamak Türklere hastır, Hindû’nun işi de lâlâlıktır.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s)

         

        “O sabah şarabı Türklük eder de öfkeyle Hintli geceye sen sen der.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s, “sen sen” kelimeleri Türkçedir.)

         

        “Bir Hintli sakiye benzeyen gönlüm, gam Türk’ü at oynatmasın diye bir meclistir kurdu; çünkü bugün toy yok.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 68, s “toy” kelimesi Türkçedir.)

         

        “Neş’e Türk’üyle gam Hindu’su, o yandan gelip erişir, gelip gitmeleri daimidir, ancak yol ortada görünmüyor.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s)

         

        “O Türk’e benzer gözler önünde bir kul, Hintli küçük bir kölesin.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s)

         

         

        Mevlâna, Türk’ü Tacikler ile de kıyaslamıştır:

         

        “Türk daima Türklükte bulunur, Tacik Taciklikte… Bense bir an gelir; Türk olurum, bir an olur Taciklik ederim.”( Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s)

         

        “Bir hamle, bir hamle daha¸ çünkü gece geldi, karanlık bastı. Çevik davran Türklük et, yumuşaklığın, Tacikliğin gereği yok.”( Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s)

         

        “Ben neredeyim, şiir nerede? Fakat bir Türk gelir de bana nefes eder, hey derim, ona: kimsin sen?

         

        Türk kimdir, Tacik kim? Rum’dan olan kim, Zenci de kim? Mülkün sahibi sensin, her gizli ve açığı kıldan kıla bilensin.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 68, s, kimsin kelimesi Türkçe’dir)

         

         

        Mevlâna, mülkün sahibinin yanında yani Allah’ın katında herkesin kul olduğunu, yarattıklarının özelliklerini bilenin yalnız Tanrı olduğunu söyler, ancak yine de şu beyitlerde Tanrı ve kul ilişkisindeki bazı yaradılış ve tecelli sırlarına dokunmadan duramaz:

         

        “Türk olsun, Tacik olsun, her kul, canla ten gibi ona yakındır, ancak ten, canı hiç göremez.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s)

         

        “Binlerce sureti olan ey suretsiz varlık, Türk’e, Rum ülkesi halkına, Zenci’ye de suret verirsin.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s)

         

                    “Rum ülkesinden kulları var, Zenci kulları var, gâh Rum yüzünü gösterir, sırayla gâh Türk.”( Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s)

         

         

        Mevlâna’nın Türk ve Hintli kıyaslaması gibi Türk ve Zenci zıtlığına da onun eserlerinde pek çok yer verildiği görülür:

         

        “Ayna Türk’e nazaran güzel bir renktedir. Zenci’ye nazaran o da Zenci’dir.” (Mathnavî,c.3, s)

         

         

        Mecâlis-iSeb’a adlı eserinde Zenci ve Türk yani kara ve ak, çirkin ve güzel bağlantısını iki yerde açıklayan Mevlâna diyor ki:

         

        “Ama Türk ilinden, Rum ülkesinden olup da çocukluğunda tutsak edilerek Zengibar’a götürülen kişinin yüzündeki karanlık, zenciliğinden değildir. Onun yüzüne bir düşman o karayı sürmüştür. Aynaya bakıp bembeyaz yüzündeki karalığı görünce acaba der, yüzüme ne sürmüşler, bütün yüzüm neden ak değil? Demek ki aklıkla karalık savaştadır.” ( Gölpınarlı tercümesi, s)

         

        “Yüzlerini yıkayınca Türk olan, Rum ülkesinden bulunan kişilerin yüzlerindeki karalık o kutlu suyla gider, ama asıl bakımından zenci olanlar yüzlerini ne ile yıkarlarsa yıkasınlar yüzleri daha da kararır. Başlarını dereden çıkardılar mı her iki bölük de hallerini apaçık görür… Türk çocuğu babasına, ‘yüzünü yıka, yüzünü yıka diye usandırdın beni, yüz karalığı kötü bir şeyse o kara yüzlüler neden neşeli, biz yüzümüze düzgün sürünce neden bize gülüyorlar, niçin bizimle eğleniyorlar’, der. Babası da: ‘sen’ der, ‘işine bak, ay gibi yüzünü ebed ve ezel pâdişâhı için beze. Gerçekten Allah güzeldir, güzelliği sever. Onlar kendi çirkin suratlarına gülmedeler’.” (Gölpınarlı tercümesi, s)

         

         

        Bu hüküm karşısında “Türk”ün mecazen de, sembol olarak da “güzel” karşılığında kullanılışı bir değer ifade etmektedir.

         

         

        Mevlâna’nın Türk’e verdiği sıfatlara gelince, bu sıfatlar arasında dikkati en çok “ay yüzlü Türk” ve “ay yüzlü Türk Beyi” sıfatı çeker; kimi beyitlerinde de “Türk” aya benzetilir:

         

        “Can onun kaynağından ballara, şekerlere gark oldu; ay, o aya benzer Türk yüzünden harmanın ortasına geldi.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 68, s)

         

        Bir beytinde gökyüzündeki ay yüzlüler dediği meleklerin dahi güzelliği Türk’ten aldığını söyler, sonra da ay gibi Türk’e kul olduğu için Allah’a hamd eder ve adını Türk koyduğu için sevgilinin gülüp sevindiğini söyler:

         

        “Hamdolsun Allah’a ki ay gibi bir Türk’e kulum ben. Gökyüzündeki ay yüzlüler bile güzelliği ondan almışlar.

         

        Adını Türk taktım ya, aşkımın ağzı gülüp duruyor. Kapımızda böyle bir insan üfledi ki biz ney’iz ve o neyzen.” ( Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 69,s)

         

         

        Mevlâna’ya göre Türk peri yüzlüdür:

         

        “Peri çehreli Türkler şimdi, tek tek yağmadan vaz geçip kışlak yönüne sefere çıktılar.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s)

         

         

        Mevlâna, Türk’ün yüzünü gül yaprağına da benzetir:

         

        “O Türk gül yaprağı gibi yüzüyle çıkageldi.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 68, s)

         

         

        Bazen Türk’ü savaşkan, dövüşken sert, kavgacı diye sıfatlandırırken (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s), bazen de gözü, sarhoş, kan dökücü, zalim bir Türk’ten bahseder.

         

        “O iki gözün, iki yabancı zalim, iki sarhoş, iki kan dökücü, Türk gibi, fakat yabancı gibi oklayıp duruyor bizi.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 68,s). Bu beyitte Türklerin zalimliğinden çok ok atıcılığı ifade olunmak istenmiştir. Bir beyitte de ecel “Yağmacı Türk’e” benzetilmiştir (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s). Ancak bu tür örneklere çok az rastlanmaktadır.

         

         

        Mevlâna bütün eserlerinde Tanrı aşkını dile getiren bir şairdir. Onun şiirlerinde bazen aşkın da Türk’e benzetildiğini okuruz:

         

        “A kara yüzlü tabiat yürü, yine Hint diyarına git, ey Türk’e benzeyen aşk at sür, Cend şehrine yürü.” ( Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s).

         

         

        Onun şiirlerinde bazen Türk, aşkın ta kendisi olur:

         

        “Aşk Türk’ü bir nefes vasıtayı ortadan kaldırsaydı, kerem edip önüne otursaydı ve ey çelebi, kimsin deseydi.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 68, s).

         

         

        Türk’ü güzel renkli diye sıfatlandırdığı bir beyitte Mevlâna “Ey güzel renkli Türk, bu ne renktir, bu ne hile; ey gammaz göz bu ne cilvedir?” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 69,s), diye sorar.

         

         

        Buraya kadar verilen örneklerde çoğunlukla klasik edebiyatın mecaz ve mazmunları, sembolleri göze çarpıyor. Yine bir takım beyitler vardır ki, bunlarda Türk kelimesi mecaz ve mazmun olarak kullanılmamıştır. Mevlâna kendine has vasıflarla Türk millet ve toplumunu ifade etmiştir. Bu toplum henüz yerleşik hayata girmemiş, yazını yaylada, kışını kışlaklarda geçirmektedir. Mevlâna diyor ki:

         

        “Bahar çağıdır, bütün Türkler yayla yoluna yüz koymuşlar, kışlaktan yaylaya yol hazırlığı yapmanın vakti geldi.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 69, s).

         

         

        Bu konar-göçer hayatta Türk’ün en yakını atıdır. Bu sebeple Mevlâna’nın eserlerinde Türk gibi at sürüşlere sıkça rastlanır:

         

        “Türk, şu tek kadehi içti mi ata biner, ikinci kadeh at sürmek içindir.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 68, s).

         

        “Aşk burakını seçtim ki ebede kadar, o Hindû gibi simsiyah büklüm büklüm saçlara Türk gibi at süreyim.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 68, s).

         

         

        “Ne mutlu o Türk’e ki kavgaya koyuldu mu atını ateş hendeğinde sıçratır.

         

          Atını öyle şahlandırır ki gökyüzüne çıkmaya kalkışır.

         

         Gözünü gayrdan da gayretten de yummuş, ateş gibi kuruyu da yaşı da yakmıştır.

         

        Eğer bir pişmanlık duyar, bu ona bir ayıp olursa, o pişmanlığı da ilk önce ateşe verir.” (Mathnawi, c.3,s).

         

        “Gökyüzü Türk’ü Öküz burcunu arabaya koştu da ‘dünyaya sefere gidiyorum,’ diye seslendi.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 68, s), beytinde ise mecaz vardır.

         

         

        Türklerin savaşla ilişkisini Mevlâna’nın şu beytinde okuyoruz:

         

        “Savaş Türklerin işidir, terkanın (kadınların) değil, kadınların yeri de evidir, sen de evine git.” (Mathnawi, c.5,s).

         

         

        Yukarıda söylendiği gibi, daha yerleşik hayata tamamen geçilemediğinden Türkler ile “çadır” arasında büyük bir bağlantı vardır. İşte bu bağlantı Mevlâna’nın birçok beyitlerinde klasik edebiyatın sanatlarıyla da süslenerek yer almıştır:

         

        “Türk gibi sıçrat, sür atı, önünde güzelin bir çadır yeri var.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu s).

         

        “Türk gibi at sür, vakit dardır, çünkü o Hıtay Türk’ü çadıra geldi.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s).

         

        “Önce çadır kurarlar da sonra Türk’ü konuk çağırırlar.

         

          Bil ki suretin çadırdır, mânan Türk. Mânan bil ki kaptandır, suretin gemi!”(Mathnawi, c.3, s).

         

        “Bu aydan başka gizli bir ay var; hem de Türk gibi oruç çadırında gizli.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s).

         

        “Ey gönül, vakit geç oldu, eve dön ki geceleyin Türk çadıra geliverir.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s).

         

        “Türk çadıra girdi, o ay değirmisini bırakmanın yeri mi? Ey Müslümanlar gökyüzündeki ay’ın bu kadar alçaldığını kim görmüştür.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s).

         

        “Aydınlık gönüllülerin canları, gönül nuruyla geceyi aydınlattı. Hintliye benzeyen gece, o Türk çadıra geldi diye naralar attı.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s).

         

        “Hintliler arasındaki Türk, gece içinde gizli bir gündüzdür, gece Türk gibi hücumlar yap ki o Türk çadıra geldi.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s).

         

        Hargâh, “kara ev” anlamınadır. Bu beyitlerin çoğunda Hintli gibi, kara kıldan dokunan çadır da geceye benzetilmiş, Türk’ün çadıra girmesiyle ayın doğuşu veya da çadırın aydınlanışı, özellikle de ayın buluta girişi ifade edilmek istenmiştir.

         

         

        Mesnevi’de bir beyitte Türklerin et yemeğinden söz edilmiştir:

         

        “Ben bu sözü Türklerin et yemeği gibi yarı pişmiş olarak anlattım. Sen tamamını Hâkim-i Gaznevi’den dinle!” (Mathnawi, c.3, s).

         

         

        Türk’ün yol soran yolcuya “işbu” demesini ise Mevlâna şöyle yorumlamaktadır:

         

        “Yol şimdi tamamlanacak gibi görünüyor ama hani Türk’ün yol soran yolcuya “işbu” demesi gibi.

         

        Türk’ün “işbu” demesinden maksadı ne? Yolun bitmek üzere olduğunu, menzilin yakınlığını anlatarak sana hız, güç ve kuvvet kazandırmaktır.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 68, s).

         

         

        Türk’ün konuğuyla konuştuğu şu beyitler de ise hiçbir sanat yer almamıştır.

         

        “Türk kereminden konuğa, kapıma köpeksiz gel, hırkasız gel, der.

         

        Falan yerden edeplice gel de köpeğim senden ağzını, dişini bağlasın.” ( Mathnawi, c.3, s).

         

         

        Klâsik edebiyat mazlumlar, mecazlar edebiyatıdır. Bunlar bir devrin sanat anlayışını ve zevkini yansıttıkları için bir değer ifade etmeleri gerekir. Bir edebiyat tarihçisi gözüyle bakıldığında Mevlâna’nın Türk kelimesini mecazî manada kullanışı, büyük şahsiyetine yakışacak değerdedir. Ayrıca Türk kelimesiyle yaptığı mecazlar çok büyük bir çoğunlukla Türkler için bir değer hükmü de taşımaktadır.

         

         

        Konumuzla ilgili bu birkaç makale ve bir eserde Türk kelimesinin kullanılışına dair örnekler verilmiş, kısa da olsa Mevlâna’nın Türkleri değerlendirmesi veya bu kelimeyi bir mazmun olarak kullandığı konusu üzerinde durulmuştur. Mevlâna’nın eserlerinde yer verdiği Türk boyları konusu ise bu eserlerin çevirilerindeki bazı açıklamalar dışında hemen hiç ele alınmamış, konu her iki yönden bir arada incelenip bir hükme bağlanmamıştı. İlk defa ’te Mevlâna’nın Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla düzenlenen Uluslararası Mevlâna Semineri’ne sunduğum “Mevlâna’nın Eserlerinde Türk Boyları ve Türk Kelimesinin Değerlendirilmesi” adlı bir bildiride bu konuyu ele almıştım.[8]

         

         

        Mevlâna’nın eserleri Türkler ve Türk boyları konusunda tarandığında bazı ilgi çekici hususlarla karşılaşılmaktadır. Türk boylarının adları özellikle Divân-ıKebîr ve Mesnevi’de geçmektedir. Bu boylar, Çiğil, Kıtay, Kıpçak, Oğuz, Türkmen ve Yağma Türkleridir. Şehirli olarak da Tıraz ve Kutu Türklerinin anıldığı görülmektedir.

                   

         

        Çiğil, Türkmen ve Yağma Türkleri tarihî bir görüşe göre Karahanlı Devletini kuran altı Türk boyundan üçüdür. Tarihçilerin büyük devletler kuran Türk kavimleri arasında saydıkları Çiğil Türkleri[9] Mevlâna’nın eserlerinde güzelleri, resim gibi güzellikleri, mum gibi çevrelerini aydınlatan parlaklıklarıyla yer alırlar. Mecâlis-iSeb’a’da bir gece tasviri yaparken, Ülker yıldızının ışımaya başlayışını Çiğil güzellerinin giyecekleri ipek kumaşı dokuyuşlarına benzeten Mevlâna:

         

                    “Her gece… Ülker, tezgâhında Çiğil güzellerinin giyecekleri ipek kumaşı dokumaya koyulunca Habib-i Acemî ibadet yurdundan çıkar, çoluğunun, çocuğunun yanına gelirdi” (Mecalis-iSeb’a s), diyor.

                   

         

        Mesnevi’de geçen Nakş-ı Çiğil tamlamasında Çiğil güzellerinin resim kadar güzel oluşları ifade edilmektedir:

         

        “O şey yani tecelli, ney’i yani kamışı, can gibi, gönül gibi tatlılaştırırdı ve onun keremiyle topraktan yaratılan insan da Çiğil nakşındaki güzelliği buldu.” (Mathnawi, 3.c. s, Mesnevi çevirisi,. c.3, s. ).

         

        “Ey gönül şişesi, sen sabır zevkini ne bilirsin? Özellikle o Çiğil nakşı için çekilen sabrı nerden bileceksin…” (Mathnawi, c.2, beyit).

         

                   

        Divan-ıKebir’de Şem-i Çiğil tamlaması ile mumun ışığı, parlaklığı, yakıcılığı dolayısıyla Çiğil Türkü’nün aydınlık, parlak güzelliğine işaret edilmektedir.

         

        “O Çiğil mumunun ışığını, gönül de can da anlayıp sezmedikten sonra, bu su, bu toprak o düzencinin gönül isteğini nasıl bilsinler.” beytinde düzenciden maksat Tanrı, bu su, bu toprak ise insandır. (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi, Nu, s).

         

        “Aşkınla iki dünyanın da hayalini yakıp yandırırım. Ben Çiğil mumu oldum mu bu iki pervane de yanıp gider.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s).

         

        “Kulundan bir nükte dinle ey Çiğil güzeli! Her ne kadar gönülden gönüle yol varsa da bunu benden işit! Ben senin gözünde yokum ama sen benim gözümdesin. Çünkü sen gözbebeğisin, bense çamurdan yaratılmış bir insan!”[10]

         

         

        Türkmenlerden Mesnevî’de bir hikâye dolayısıyla söz edilir. Bu hikâyede bir Türkmen’in kapısındaki köpeğin sadakati, eve yaklaşan yabancılar karşısındaki davranışı şu beyitlerle anlatılır:

         

        “Türkmen’in kapısında bir köpeği olsa; onun kapısına başını, yüzünü koymuş olsa, evin çocukları onun kuyruğunu çekseler, çocukların elinde hor hakir olur da sesini çıkarmaz. Ama yoldan bir yabancı geçecek olsa, erkek aslan gibi onun yüzüne saldırır. Türkmen ona tutmaç suyu bile verse, öylesini de yeter bulur, bekçiliğini yapar.” (Mathnawi, c. 5., s. ).

         

        Buna benzer üç beyte Mesnevî’nin ilk cildinde de rastlanır. Mevlâna diyor ki: “Türkmen’in köpekleri çadır kapısında misafir önünde dalkavukluk yapar, ama çadıra bir yabancı yaklaşacak olsa, köpekler arslancasına saldırırlar. Kullukta ben köpekten aşağı değildim. Tanrı’da dirilikte Türk’ten aşağı değildir.” (Mesnevi çevirisi, c.1, s. 67).

         

        Mesnevi’sindeki bu beyitlerle Türk’ü Tanrı’ya has bir dirilikle dile getiren Mevlâna, Divan-ıKebir’inde ölüm vaktinin gelişi gibi büyük ve önemli bir konuyu, Türkmen töresine göre kışın bitiminde yazlığa çıkmaya benzetmekten çekinmez:

         

        “Ey ruh! Yaylaya çıkma çağı geldi ten kışlağını bırak sonunda Türkmen töresini kuşlardan öğren” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s. ).

         

         

        Yağma Türkleri ise Dîvân-ıKebîr’de adlarına yakışır bir biçimde anılmaktadır: “Müslümanlar, Müslümanlar, yağmacı bir Türk’üm var. Aslanların saflarını bile yalnız başına yarmadadır.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu,  s. 79).

         

        “Eğer onun aşkının sırlarını iyice bilmiş olsaydım o Yağma’da ben de Yağma Türk’üne arkadaş olurdum.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi, Nu, s. ).

         

        Yine bu boy hakkında bir beytinde açıkça Türklerin güzelliği üzerinde durulmaktadır:

         

        “Güzelliğinin Yağma Beyi, ne yana asker sürerse, o yanda şehir mi kalır, diyar mı kalır” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi, Nu,  s. 98).    

                    

        “Ey Türkistan’ın Yağma Beyi, zenciler üzerine asker gönder de aklını başına toplayıp kendinden geçmişlik kal’esine kaçsın” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu, s. 75).

         

        “Ne güzel Ey Yağma Padişahı aşktan aklımı kaybettim. Teklik sevdasıyla iki kat oldum, birliğe eriştir beni….” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 69, s. 75).

         

        Yağma Türklerini andığı bu beyitlerde Mevlâna’nın tasavvuf felsefesine has bazı derin konulara hoş bir şekilde dokunduğu gözden kaçmamaktadır.

         

         

        Bulgar Türkleri de Mevlâna’nın eserlerinde daha çok güzellikleriyle yer alırlar.

         

        “Namazda yüzünü Bulgar güzeline çevirmişsin, nasıl olur da bu namaz kabul edilir?” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 69, s. 93).

         

        “Hurilerin güzelliği Bulgar cariyelerinden daha üstün, bulgur aşı can şarabından daha iyi” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 69, s. 80).

         

         

        Dîvân-ıKebîr’de iki yerde Bulgarların yağmasından söz edildiği görülür:

         

        “Senin Türklüğün Bulgar yağmasından iyidir, senin her ‘sensin’ diyişin binlerce yol kesicidir.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 68, s. 26).

         

        “Biz Musa’yız ve ey Şahım! Sen bazen asa, bazen ejderhasın. Ey güzeller Bulgar’ların yağma vakti geldiği için bahanız ucuzladı” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 68; s. 80).

         

        M. Şerefeddin Yaltkaya: “Mevlâna’da Türkçe kelimeler ve Türkçe şiirler” adlı makalesinde (s) Bulgar Türkleriyle ilgili olarak güzel bir beyit daha verir: “Ya Hızır’ın bu tarafa akmış pınarıdır. Veya Bulgar’dan gelmiş bizim hoş Türk’ümüzdür.”

         

         

        Kıpçak Türkleri de yağmadaki üstünlükleri kadar gözlerinin güzellikleri ile de Dîvân-ıKebîr’de yer almışlardır:

         

        “Kıpçak iline has gözün, Anadolu’ya has yanağın, şimşek gibi çakmasıyla dünya köşkünün ışığının Kaysar’ı benim bugün.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 68, s. 82).

         

        “Bu ne güzel efendilik meclisi, bu ne padişahlara lâyık şaraplar, bu ne güzel yağmadır ki Kıpçak padişahı Türk gibi geliyor.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi, Nu. 68, s. 66).

         

        Mesnevi’de Tanrı’nın Hintli’yi, Habeş’i, Kıpçak’ı ve Anadoluluyu türlü türlü yaratıp sonra da hepsini mezara sokup aynı renge döndürmesini insanın topraktan çeşit, çeşit eşya yapıp ortaya çıkarmasından sonra yine ufalayıp toprak haline getirmesine benzetirken Mevlâna Hintli ve Habeş’in karalığına karşı, Kıpçak ve Anadolu Türkü’nün aklığını ortaya çıkarmaktadır (Mathnawi, c.6, s. ).

         

         

        Mevlâna’nın sıkça andığı bir bölge de Hıtay ve oranın Türkleridir:

         

        “Bu Hıtay Türkü’nün saçından yükselen koku ne Tatar ülkesinin miskinde ne lâden de ne de amberde var.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 68, s. 99).

         

        “Hıtay Türkü’nün iki gözü o kadar dardır ki can seyyahı oradan geçmeye imkân bulamaz.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 68, s. ).

         

        “Hırsız gibi nice hatalar yaptım fakat yine de Hıtay Türk’ünün dudağıyla bu hatayı bir gün doya doya yapmak istiyorum.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi, Nu. 68, s. ).

         

        Bu son beyitteki hata kelimesi ile Hıtay kelimesindeki imla benzerliğinden yararlanılarak cinas sanatı yapılmıştır. Bunun örnekleri çoktur; “Tatar ülkesinin ahusuyla kararsızlık şarttır. Hıtay Türkü geldi mi tövbe etmek ne hatadır, ne hata” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 68, s. 56).

         

         

        “Doğru bir yolum vardı kaybolup gitti, o Hıtay Türk’ünün yüzünden nasıl kayboldu ben ne bileyim.” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi N. 69, s. )

         

        “Ey aşk, bu ay da özrümüzü kabul et. Ey Hıtay’lı Türk hata ettik” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 69, s. ).

         

         

        Mesnevi’nin altıncı cildindeki kumaş çalan terzi hikâyesinde aldatılamayacağını sanarak kendine güvenen mağrur, öfkeli, fakat kolayca aldanan saf bir Hıtay Türk’ünün başına gelenler anlatılır. Aynı eserin beşinci cildinde ise bir Hıtay Türk’ünün Tanrı’ya sığınışı hikâye edildikten sonra Türk’ü değerlendiren en önemli beyitlerinden bir kaçı şöyledir(Mesnevi çevirisi, c.6, s. ):

         

         

        “Ey Hıtay Türk’ü, ‘Tanrı’ya sığınırım’ demek ‘köpeğe bağır, yolu da aç, otağının kapısına geleyim, senin makamından kereminden bir hacet dileyeyim’ demektir. Çünkü Türk köpeğin saldırışında aciz olunca ‘Tanrı’ya sığınırım’ demek, feryad etmek caiz değildir. Türk de ‘Bu köpekten Tanrı’ya sığınırım, bu köpeğin yüzünden vatanımda çaresiz kaldım. Sen bu kapıya gelmeme yardım etmiyorsun, ben de bu kapıdan çıkamıyorum’ derse artık Türk’ün de başına toprak konuğun da. Bir köpek ikisinin de boynunu bağlıyor demek haşa, Tanrı aşkı için Türk bir bağırdı mı köpek ne oluyor, erkek aslan bile kan kusar.” (Mathnawi, c.5, s. ).

         

         

        Mevlâna, Guzî dediği Oğuzlardan söz ederken diğer Türk boylarının aksine değişik bir dil kullanır. Tespit edilen misallere bakılırsa, Mevlâna’ya göre Oğuzlar kindar, kan dökücü, işkenceyi seven insanlardır. Oğuzların davranışları Mesnevi’de şöyle anlatılır:

         

        “O kan dökücü Oğuzlar, yağma için bir köye geldiler. O köyün eşrafından iki kişiyi yakaladılar. Birini öldürmeye niyetlendiler. Onu kurban etmek üzere ellerini bağladıkları zaman dedi ki: “Ey padişahlar, yüce erler, niye benim kanıma kastediyorsunuz neden sonunda benim kanıma susadınız, öldürülmemdeki hikmet nedir, garaz ne? Gördüğünüz gibi, çır çıplak yoksul bir dervişim. Oğuzlardan biri ‘arkadaşın korksun ürksün de altınlarını çıkarsın’ diye dedi. Adam ‘o benden de yoksuldur’ diyince Oğuz,  ‘haber verdiler onun altını var’ dedi. Adam dedi ki: ‘mademki bizim ikimizden bir şey umuyorsunuz önce onu öldürün de ben korkayım, altınların yerini göstereyim’.” (Mathnawi, c.I, s. ).

         

        Dîvân-ıKebîr’de şöyle bir beyit görülmektedir:

         

        “Hırsızlıkla kapıp alıcılıkla bostancılığa kalkan kişi, sonunda adalet tarafından Oğuzların işkencelerini yer.” (Mevlâna Müzesi Nu. 68, s. 19).

         

         

        Mevlâna birkaç beytinde Kutu Türklerinden bahseder.

         

        “Şu halde ben senin sevgilin değilim dedim. Ben Bulgar diyarındayım. Senin muradınsa Kutu Türk’ündedir.” (Mathnawi, c.3, s).

         

        “Sen ‘işte sana bir gönül getirdim’ dersin, o da der ki ‘Kutu bu gönüllerle dopdolu’” diyerek ((Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 69, s. 57) Kutu ahalisini gönül ehli kişiler olarak tanıtır.

         

         

        Mevlâna’nın gül yüzlü güzellerinden bahsettiği bir Türk şehri de Karahanlıların başkenti Tıraz’dır.

         

        “Kimin gönlünde Tebriz’in hevesi varsa, Hintli bile olsa gül yüzlü bir Tırazlı’ya döner” (Dîvân-ıKebîr, Mevlâna Müzesi Nu. 68, s. 58). Mevlâna’nın gönlünde, Şems-i Tebrizî’nin diyarı olarak, Tebriz’in ne derecede değerli olduğu bilinmektedir. Bu beyitte gönlünde Tebriz’i arzulayan kişinin, çirkin ve esmer Hintli bile olsa, gül yüzlü bir Tebrizli’ye dönüşeceğini söyler.

         

        Tebrizli denilince Şems-i Tebrizî akla geliverir. Mevlâna’ya göre Şems Türklerin padişahıdır

         

        “Tebrizli Şems Türklerin şahıdır, şah şimdi çadırda değil, yürü sahraya git.” (Dîvân-ı Kebîr, Mevlâna Müzesi, Nu, s).

         

         

        Diğer bir beytinde “Başını pencereden çıkar da o Tıraz güzelinin gelişini gör” (Divan-ıKebir, Mevlâna Müzesi Nu. 69, s. 11), dediği gibi birçok beyitte de bu güzelleri, çevrelerini aydınlatan Tıraz mumu diye adlandırır (Mathnawi, c.1, s, Mathnawi c.5, s, Dîvân-ıKebîr Nu. 68, s. 67, , ).

                                                                                                          

         

        Mevlâna’nın Tıraz’dan bahseden bu beyitlerinde bir vatan hasreti ve sevgisi duyulur. Divan-ıKebir’deki:

         

                    “Biz vatanımızdan ayrılmışız, o yüzden yorgunuz, sınanmadayız. Vatandan ayrı düşen nasıl kendine güvenebilir?” (Dîvân-ı Kebîr, Mevlâna Müzesi, Nu, s), diyen beytinde ve “Seferde Rum diyarını yahut Huten’i görsen, vatan sevgisi kalbinden nasıl çıkar?” (Mathnawi, c.1, s), mısralarında bu duygu açıkça dile getirilmiştir. Özellikle Dîvân-ıKebîr’deki:

         

        “Onlarla karışayım, güzel yolumu, mezhebimi öğreteyim diye beni Horasan’dan çekip Yunanlıların kucağına getirdin.” (Dîvân-ı Kebîr, Mevlâna Müzesi, Nu, s), beytinde söylediği gibi, bu bir mutasavvıfın ilâhî ve manevî “vatan-ı aslî” anlayışından çok ve açıkça bugünkü anlamıyla vatan sevgisini ve özleyişini ifade etmektedir.

         

         

        Mevlâna, Mesnevî’nin ilk beytindeki “Bişnev in ney, çun hikāyet mîkuned / Ez cudâyî-hâ şikāyet mîkuned” diyerek ayrılıkları çoğullaştırırken asıl vatandan ayrılışı da, bu dünyâdaki vatandan ayrılışı da dile getirmiştir.

         

        Vatan hakkındaki duygu ve düşüncelerini böylece yorumlayabildikten sonra, Mevlâna’nın kime Türk denileceğini açıkça belirlediği bir beyit okuyalım:

         

         “Türk odur ki onun korkusundan köy yağmadan emin olur, Türk o değildir ki tamahkârlığı yüzünden her kutsuzun sillesini yer.” (Dîvân-ı Kebîr, Mevlâna Müzesi, Nu, s kutsuz sözü Türkçe olarak yer almaktadır.)

         

         

        Evet Mevlâna “Türk” kelimesini zevkle ve gururla kullanmış; Türk’ü Tanrı kapısında şu beyitle yüceltmekle kalmamakta, aynı zamanda Türklere unutulmayacak bir güven de aşılamaktadır: 

                     

        “Türk var oldukça mutlaka kendisine bir otağ bulur, hele bir dergehin yani Hak kapısının azizi olursa.” (Mathnawi, c.1, s).

         

***

 

         

        Kaynaklar:

        Dîvân-ı Kebîr, 2 c. Konya Mevlâna Müzesi, Nu, (Millî Kütüphane’deki mikrofilmlerden yararlanılmıştır.)

         

        Dîvân-ı Kebîr, 5 c. çeviren: Abdülbaki Gölpınarlı, İstanbul , Remzi Kitabevi.

         

        Dîvân, Türkçesi: Abdülbaki Gölpınarlı, İstanbul Milliyet Yayınları.

         

        Dîvân-ı Şemsü’l-Hakayık, Tebriz H, Taşbasma.

        Fihi Mafih, çeviren: Meliha Ü. Tarıkâhya, İstanbul Millî Eğitim Yayınları.

        The Mathnawi of Jalâlu’d-dîn-i Rûmî, ed. Reynold Nicholson, vol 8, Leyden E. J. Brill.

         Mecalis-i Seb’a = Yedi Meclis, çeviren: Abdülbaki Gölpınarlı, Konya Yeni Kitap Basımevi.

                     Mektuplar, Türkçeye çeviren: Abdülbaki Gölpınarlı, İstanbul İnkılâp ve Aka Kitabevleri.

                     Mesnevî, 6 c. çeviren: Veled İzbudak, funduszeue.infoım, İstanbul , Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları.

                    Rubailer (seçmeler), çeviren: M. Nuri Gençosman, İstanbul Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları.


        


        

        [1]Türk Sanatı, İstanbul Aralık , c.2, sayı: 30, s


        

        [2]Mevlâna Celâleddin Hayatı, Felsefesi, Eserleri ve Eserlerinden Seçmeler, İstanbul , s


        

        [3] Aynı eser, s


        

        [4]Dîvân-ı Kebîr, Konya Mevlâna Müzesi yazmaları Nu, s


        

        [5]. Yıldönümünde Mevlâna, Konya , s


        

        [6]Türkiyat Mecmuası, İstanbul , s


        

        [7]Türk Dili, Şubat , c.4, sayı,


        

        [8]Bildiriler, Ankara , s


        

        [9] Zeki Velidi Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, , s


        

        [10]Mevlâna’nın Rubaileri, çeviren: M. Nuri Gencosman, s

MESNEVÎ’DE DEĞERLER VE MESNEVÎ’NİN DEĞERLERE BAKIŞI

Değerler eğitimine gereken önemin verilmemiş olmasının bir sonucu olarak, insanlarda artış gösteren tahammülsüzlük, anlayış azlığı, farklılıkları kabullenmeme tavrı, kimi zaman baskı ve şiddet uygulamalarına da dönüşebilmektedir. Bu nedenle, Mesnevî’nin değerleri öne çıkaran insani, ahlaki ve yapıcı iletilerine her zamankinden daha fazla ihtiyaç bulunduğu söylenebilir. Mevlâna’nın, yaşadığı dönemin sorunlarına olduğu kadar, günümüzün önemli bazı sorunlarına da çözüm olabilecek önerilerinin yer aldığı Mesnevî’de değerler de önemli yer tutmuştur. Bu çalışmada; Mesnevî’nin değerlere bakışı ve değerleri işleyişi misafirperverlik, yardımseverlik, vatanseverlik, aile birliğine önem verme ve hoşgörü değerleri bağlamında ele alınmıştır. Bu çalışmanın, dünyaca kabul görmüş Mesnevî’nin kullanılarak, değerler eğitiminin daha etkili ve sonuç alıcı olarak gerçekleştirilmesi, iyi insan, iyi vatandaş ve iyi toplum idealine ulaşma konusunda yol göstermesi açısından önemli ve özgün olduğu söylenebilir. Ayrıca bu çalışma, Mesnevî gibi çok yönlü bir eserin, değerler eğitiminde ve değer kazandırma sürecinde kullanılabilirliğini göstermesi ve eğitim bilimine farklı bir kaynağın kazandırılması açısından da önemlidir.

Anahtar Kelimeler:

Mevlâna, Mesnevî, Değer, Değerler eğitimi

Tam Metin

___

  • Aktepe, V. ve Yel, S. (). İlköğretim Öğretmenlerinin Değer Yargılarının Betimlenmesi: Kırşehir ili örneği. Türk Eğitim Bilimleri Dergisi, (3),
  • Aladağ, S. (). İlköğretim Sosyal Bilgiler Öğretiminde Değer Eğitimi Yaklaşımlarının Öğrencilerin Sorumluluk Değerini Kazanma Düzeyine Etkisi. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
  • Arıkan, A. (). Okulöncesi Dönemde Değerler Eğitimi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını
  • Aydın, A. (). Eğitim Hikâyedir. Ankara: Pegem Akademi Yayıncılık.
  • Banarlı, N. S. (). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi I-II. İstanbul: MEB Yayınları.
  • Bardakçı, M. N. (). Mevlâna’nın Tasavvufî Düşüncesinin Kaynakları. Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, 8 (19),
  • Baydar, P. (). İlköğretim Beşinci Sınıf Sosyal Bilgiler Programında Belirlenen Değerlerin Kazanım Düzeyleri ve Bu Süreçte Yaşanılan Soruların Değerlendirilmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana.
  • Bayraklı, B. (), Mevlâna’nın Eğitim Anlayışı. IV. Milli Mevlâna Kongresi. Konya: Selçuk Üniversitesi Yayınları,
  • Bayram, A. (). Mesnevî’de Mevlâna’nın Eğitim ve Eğitim Yöneticisine Dair Görüşleriyle Modern Anlayışı Bir Karşılaştırma Denemesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya.
  • Bilsky, W. ve Schwartz, H. (). Values and Personality. European Journal of Personality, (8), –
  • Büyükkörükçü, T. (). Mevlâna ve Mesnevî. İstanbul: Bedir Yayınevi.
  • Can, Ş. (). Yaşayan son Mesnevîhan Şefik Can, Mevlâna, Mesnevî ve Mevlevîlik (Mülakat). Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi Mevlâna Özel Sayısı, 6 (14),
  • Can, Ş. (). Mevlâna Hayatı, Şahsiyeti, Fikirleri. İstanbul: Ötüken Yayınları.
  • Çelikkaya, H. (). Fonksiyonel Eğitim Sosyolojisi. İstanbul: Nobel Yayınları.
  • Çiçek, H. (). Mevlâna’nın Mesnevî’sinde Eğitime İlişkin Bir Yöntem: “Örnekle Eğitim”. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Van.
  • Çomaklı, K. (). Mevlâna’nın Mesnevî Adlı Eserinde Yer Alan Hikâyelerin Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programındaki Değerlerin Öğretiminde Kullanımının İncelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Erzurum.
  • Demirci, M. (). Hazreti Mevlâna ve Mevlevilik Kültürü. İstanbul: Kubbealtı Neşriyat
  • Derince, E. H. (). Mevlâna ve Şems’ten Yüreğinizi Isıtan Hikâyeler. İstanbul: Yakamoz Kitap.
  • Doğan, S. (). Mesnevî’den Pedagojik Telkinler. İstanbul: Selis Yayınları
  • Doğanay, A. (). Değerler Eğitimi. Cemil Öztürk (ed.), Sosyal Bilgiler Öğretimi, (ss. ) içinde, Ankara: Pegem Akademi Yayıncılık
  • Dönmez, C. ve Yazıcı, K. (). T.C. İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük Konularının Öğretimi. Ankara: Nobel Yayıncılık.
  • Durmuş, G. (). Mevlâna’da Eğitici Değerler ve Dil. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İnönü Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Malatya.
  • Eflaki, A. (). Ariflerin Menkıbeleri-Mevlâna ve Etrafındakiler (Cilt ). Tahsin Yazıcı (çev.), İstanbul: Remzi Kitabevi.
  • Ekşi, H. (). Temel İnsani Değerlerin Kazandırılmasında Bir Yaklaşım: Karakter Eğitimi Programları. Değerler Eğitimi Dergisi, 1 (1),
  • Elibol, T. (). Mevlâna ve Mevlevilik. Konya: Sıradışı Akademi Yayınları.
  • Erkek, G. (). Mevlâna’nın Mesnevî’sinden İlköğretim Okulları İçin Seçilen Öykülerin Eğitsel Yönünün İncelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İzmir.
  • Ersoy, A. F. (). Okulöncesi Dönemde Değerler Eğitimi. A. Arıkan (Ed.), Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını.
  • Gölpınarlı, A. (). Mevlâna Celaleddin, Hayatı, Eserleri, Felsefesi. İstanbul: İnkılap Kitapevi.
  • Gül, H. (). Mesnevî’de Kur’ânî Referanslar ve Kur’ân Ayetlerine Getirilen İşârî Yorumlar. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
  • Gültekin, F. (). Tarih I Dersinde İşe Koşulabilecek Değer Öğretiminin Yeni Yaklaşımlarının Öğrencilerin “Hoşgörü” Değeri Anlayışlarının Gelişimine Etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
  • Halıcı, F. (). Mevlâna: 26 Bilim Adamının Mevlâna Üzerine Araştırmaları. Konya: Ülkü Basımevi.
  • Halstead, J. M. ve Taylor, M. J. (). Learning and Teaching About Values: A Review of Recent Research. Cambridge Journal of Education, 30(2),
  • Horata, O. (). Mevlâna ve Divan Şairleri. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Osmanlı’nın Kuruluşunun Yılı Özel Sayısı,
  • Hökelekli, H. (). Modern Eğitimde Yeni Bir Paradigma: Değerler Eğitimi. Eğitime Bakış Dergisi, 6 (18),
  • Ilgar, Z. (). Denetim Odağının Değer Sistemleri, Ahlaki Gelişim Düzeyi ve Öz-Ahlaki Değerlendirme Üzerindeki Etkileri. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum
  • Işıkdoğan, D. (). Yetişkin Din Eğitimi Açısından Mevlâna ve Mesnevî Kıssalarının Eğitsel Değeri. Mevlâna Celaleddin Rumi’nin Doğum Yıldönümü Anısına Uluslararası Mevlâna ve Mevlevilik Sempozyumu Bildiriler II, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Şanlıurfa.
  • İşcan, C. D. (). İlköğretim Düzeyinde Değerler Eğitimi Programının Etkililiği. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
  • Kale, N. (). Nasıl Bir Değerler Eğitimi. R. Kaymakcan vd. (Ed.), Değerler ve Eğitimi. İstanbul: DEM Yayınları.
  • Kara, S. (). Dini Tarafı Dışlanmış Bir Hümanist Düşünür Tiplemesi: Mevlâna Celâleddin Rûmî. Mevlâna Celâleddin Rumi’nin Doğum Yıldönümü Anısına Uluslararası Mevlâna ve Mevlevilik Sempozyumu Bildiriler II, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Şanlıurfa.
  • Kaymakcan, R. (). Değer Kavramı ve Gençlerin Dini Değerleri. Eğitime Bakış Dergisi, 6 (18),
  • Kıncal, R. (). Eğitim Bilimine Giriş. Ankara: Grafiker Yayınları.
  • Lickona, T. (). The Return of Charecter Education. Education Leadership, (51),
  • Mevlâna. (). Mesnevî. V. İzbudak (Çev.). İstanbul: MEB Yayınevi
  • Mevlâna. (). Mesnevî Tercemesi ve Şerhi. A. Gölpınarlı (Çev.). İstanbul: İnkılap Yayınevi
  • Mevlâna. (). Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi. Ş. Can (Çev.). Baskı, İstanbul: Ötüken Yayınevi
  • Minaz, M. B. (). Okul Müdürlerinin Etik Liderlik Özelliklerini Belirlemeye Yönelik Ölçek Geliştirilme Çalışması. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 11 (60),
  • Naylor, D. ve Diem, R. (). Elemantry And Middle School Social Studies. New York. Random Hause.
  • Nicholson, R. A. (). İslam Sûfileri. M. Dağ (Çev.), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
  • Özdemir, Ş. (). Mevlâna’nın Eğitimci Kişiliği. Fırat Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi, 16(1),
  • Özgüven, İ. E. (). Evlilik ve Aile Terapisi. funduszeue.infoı. Ankara: Nobel Akademi Yayıncılık.
  • Özgüven, İ. E. (). Psikolojik Testler. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.
  • Öztürk, Y. N. (). Mevlâna Celaleddin Rumi ve İnsan. İstanbul: Yeni Boyut Yayınları.
  • Sancak, Y., Topkaya, Y. ve Şimşek, U. (). Role of The Stories in The Mesnevî From Mevlâna in Teaching The Value of Hospitability. The Journal of International Social Research. 6 (26),
  • Sucu, A. Ö. (). Mesnevîlerin Edebiyat Eğitiminde Değer Aktarım Aracı Olarak Kullanılması. Yayımlanmamış Tüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
  • Şafak, Y. (). Hazret-i Mevlâna’nın Eserleri. Konya: İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları.
  • Şimşekler, N. (). Mevlâna’nın Eserleri ile İlgili Yabancı Dillerde Yapılan Çalışmalar ( ). A. Karaismailoğlu (Ed.), Mevlâna Araştırmaları I. (ss) İçinde, Ankara: Akçağ Yayınları.
  • Taylor, M. J. (). Voicing Their Values: Pupils Moral and Cultural Experience. Valuesi in Education and Education in Values, J.M. Halstead ve M.J. Taylor (Eds.), London: Falmer Pres.
  • Tezgel, R. (). Yeni İlköğretim Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programında İnsan Hakları ve Değer Eğitimi. II. Uygulamalı Etik Kongresi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara.
  • Tok, M. (). Mevlâna&#;nın Mesnevî’sindeki Hikâyelerin Çocuk Edebiyatı Açısından Değerlendirilmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çanakkale.
  • Turan, F. ve İlkay, U. (). Okul Öncesi Eğitim Öğretmenlerinin Etkinliklerde Kullandıkları Resimli Öykü Kitaplarının Karakter Eğitimi Açısından İncelenmesi. Eğitim ve Sosyal Bilimler Dergisi, 45 (),
  • Turan, R., Belenli, T. ve Kiriş, A. (). Mesnevî ve Mesnevî’nin Sosyal Bilgiler Programında Yer Verilen Değerler Çerçevesinde İncelenmesi. Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 30 (1),
  • Tüysüz: (). İlköğretim Sosyal Bilgiler 4, Öğretmen Kılavuz Kitabı. Ankara: Tuna Yayınları
  • Ulusoy, K. (). Lise Tarih Programında Yer Alan Geleneksel ve Demokratik Değerlere Yönelik Öğrenci Tutumlarının ve Görüşlerinin Çeşitli Değişkenler Açısından Değerlendirilmesi. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
  • Uslu, M. (). Mevlâna. İstanbul: Papatya Yayıncılık Eğitim.
  • Usta, M. (). Mesnevî’de Mevlâna’nın Eğitim Anlayışı. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
  • Usta, M. (). Divan-ı Kebir’de Mevlâna’nın Eğitim Görüşü. İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları.
  • Ünal, C. (). Genel Tutumların veya Değerler Psikolojisi Üzerine Bir Araştırma. Ankara: Ankara Üniversitesi, DTCF Yayınları.
  • Yağmur, S. (). Aşkın Nakkaşı. A.Y. Caferi (Çev.). Konya: Karatay Akademi Yayınları
  • Yağmur, S. (). Aşkın Gözyaşları-II Hz. Mevlâna. Ankara: Karatay Akademi Yayınları
  • Yaman, E. (). Değerler Eğitimi. Ankara: Akçağ Yayınları.
  • Yaran, C. S. (). Ahlak ve Etik. İstanbul: Rağbet Yayınları
  • Yavuz, Ş. (). Değerlerin Şeceresi, Doğası, Sınırı ve Devamlılığı: Değerlerin Dini ve Sosyal Karakteri ve Sürekliliği. R. Kaymakcan vd. (Ed.), Değerler ve Eğitimi Uluslararası Sempozyumu (ss. 89–) içinde, İstanbul: DEM Yayınları.
  • Yel, S. ve Aladağ, S. (). Sosyal Bilgilerde Değerlerin Öğretimi. Sosyal Bilgiler Öğretimi. M. Safran (Ed.), funduszeue.infoı, Ankara: Pegem Akademi Yayıncılık.
  • Yeniterzi, E. (). Mevlâna’nın Eserlerinde İnsan Terbiyesi. funduszeue.info Mevlâna Sempozyumu. Konya: Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırma Merkezi.
  • Yeşil, R. ve Aydın, D. (). Demokratik Değerlerin Eğitiminde Yöntem ve Zamanlama. Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, 11(2),
  • Yeşil, R. (). Mesleki Değerler Eğitimi Perspektifinde Ahilik Sistemi. Tespitler- Tahliller. I. Uluslararası Ahilik Kültürü ve Kırşehir Sempozyumu, Kırşehir: Ahi Evran Üniversitesi Eğitim Fakültesi.
  • Yetkin, D. ve Daşcan, Ö. (). Son Değişikliklerle İlköğretim Programı Sınıflar. Ankara: Anı Yayıncılık.

___

APA Taş, H. (). MESNEVÎ’DE DEĞERLER VE MESNEVÎ’NİN DEĞERLERE BAKIŞI . Milli Eğitim Dergisi , 50 () , . DOI: /milliegitim

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası