vurun kahpeye roman tahlili / VURUN KAHPEYE-HALİDE EDİB ADIVAR | Edebiyat Sultanı

Vurun Kahpeye Roman Tahlili

vurun kahpeye roman tahlili

VURUN KAHPEYE

VURUN KAHPEYE

Vurun Kahpeye isimli eserde vatansever ve idealist bir öğretmen olan Aliye’nin vatan uğruna vermiş olduğu mücadelesini okuyabiliriz.

Romanımızın başkahramanı Aliye, Öğretmen okulundan mezun olduktan sonra mesleğini yapmak için Anadolu’nun ücra bir bölgesinde bir kasabaya gider. O dönemde memurlar mesleğini İstanbul’da yapmak için elinden geleni yapmaktadır. Aliye böyle insanlara çok kızar ve Anadolu’da neresi olursa olsun büyük bir azimle çalışmayı düşünmektedir. Elindeki bir tek bavuluyla görev yerine gider.

Görevli olduğu kasabaya gider ve görev yapacağı okulu bulur. Fakat okulda kimse yoktur. Daha sonra Aliye, iki adamın geldiğini görür. Gelen adamlardan birisi okul müdürü diğeri ise Ömer Efendi’dir. Hem Ömer Efendi hem de okul müdürü Aliye’ye evlerinde kalabileceklerini söyler. Ancak okul müdürünün kadınlara karşı zaafı vardır ve Aliye müdürün tavırlarından hoşlanmamış ve Ömer Efendi’nin evinde kalmayı kabul etmiştir.

Ömer Efendi ve karısı Gülsüm Hala Aliye’yi ölen kızları ile özdeşleştirmişler ve bağırlarına basmışlardır.

Aliye ders vermeye başladıktan sonra sınıfta gördüğü bazı adaletsizliklere müsaade etmez. Öğrenciler arasında yaşanan bir kavgada bir zengin aile çocuğunun fakir bir aile çocuğunu ezmek istediğini fark eder ve buna müsaade etmeyerek hatalı öğrenciyi sınıftan atar. Sınıftan atılan çocuk kasabanın zenginlerinden Hüseyin Efendi’nin oğludur. Aliye’nin bu davranışı köylüler tarafından duyulur ve Aliye’ye karşı insanların sevgisi artar.

Aliye insanların alışık olmadığı otoriter bir öğretmendir. Bu durum Aliye için hem olumlu hem de olumsuz söylentilerin çıkmasına sebebiyet vermiştir. Bir yandan da Aliye’nin güzelliği kasabadaki erkekleri büyülemektedir.

Tam bir vatansever olan Aliye, öğrencilerini de vatansever birer yurttaş olarak yetiştirmek istemektedir. Öğrencilere bayraklar vererek sık sık kasabanın meydanına gelerek Kuvayı Milliye taraftarı olduğunu vurgulamak ister.

Yine böyle bir gün kasaba meydanında Fettah Efendi’nin yanına kalabalıkları toplayarak Kuvayı Milliye aleyhinde konuşmalar yaptığını görür. Aliye bu kalabalığa karşı etkili bir tepki verememenin üzüntüsünü yaşar.

Daha sonra kasabaya Kuvayı Milliye ordusunun komutanı Tosun Bey, gelir. Kasaba halkını toplayarak ordu için para ve erzak ister. Köylü bu durumdan pek hoşnut olmaz ama bunu kimse açık açık söyleyemez.

Kasaba halkından Fettah Efendi, Tosun Bey’e karşı çıkar. Tosun Bey Fettah Efendi’nin bu davranışını terbiyesizlik olarak algılar ve Fettah Efendi’ye bir ceza vereceğini söyler.

Durumdan haberdar olan kasaba halkı Aliye öğretmene gelerek Tosun Bey’i cezadan vazgeçirmesini isterler. Aliye, bu durumu halletmek için Tosun Bey ile konuşur, Tosun Bey, bir çok erkek gibi Aliye’nin güzelliğinden etkilenir ve ceza vermekten vaz geçer.

Tosun Bey ile Aliye arasında bir gönül ilişkisi başlar. Fakat Tosun Bey’in gitmesi gerekmektedir.  Tekrar geri gelmek düşüncesi ile Aliye’yi Ömer Efendi’ye emanet ederek gider.

Aliye’de gözü olan Fettah Efendi ve Hüseyin Efendi, Tosun Bey’in kasabaya dönmesini istemedikleri için düşman birliğinin komutanına giderek durumu anlatırlar.  Düşman birliğinin komutanı hem kasabayı hem de Aliye’nin güzelliğini merak ettiği için kasabaya gelir. Tosun gelip ulaşmasın diye Aliye’nin evinin etrafına askerlerini dizer.

Bu durumu yanlış yorumlayan halk Aliye’nin düşman ile işbirliği yaptığını düşünerek ‘’Vurun kahpeye.’’ Nidalarıyla taşlarlar. Aliye yapılan bu işkence sonucu dayanamayarak ölür.

DEĞERLENDİRME: Halide Edib Adıvar, Vurun Kahpeye isimli eserinde vatanseverlik, idealistlik ve aşk temalarını harika bir şekilde işlemiştir.

Yazdır

VURUN KAHPEYE
A.) Kitapla ilgili bilgi;
1. Kitabın adı : Vurun Kahpeye
2. Yazarın adı : Halide Edip ADIVAR
3. Basım yeri, yılı, baskı sayısı, ederi : İstanbul, 1975

B.) Yazarla ilgili bilgi;
HALİDE EDİP EDEBİ KİŞİLİĞİ MADDELER HALİNDE TIKLAYINIZ...

ÖZETİ:

Kitap, Aliye’nin hayatındaki amacını belirten sözüyle başlar: “Toprağınız toprağım, eviniz evim; burası için, bu diyarın çocukları için bir ana, bir ışık olacağım ve hiçbir şeyden korkmayacağım; vallahi ve billahi!”. Ve Aliye’ye ait tasvirlerle devam eder. Aliye daha sonra hayatını kaybedecek olan Yüzbaşı bir babanın ve veremli bir kadının kızıdır. Asker babası ona iç kuvvetini, verem anası ise ezeli ve hasta içliğini vermiştir.


Öğretmen okulunu bitirir. Diplomasını alır. Genç bir öğretmenin, “Anadolu’da çalışınız!” telkini ona yeni bir yol gösterir. O, İstanbul’da yer bulabilmek için her aşağılığa katlananların haline küçümseyerek bakardı. Nihayet hiçbir kimsenin gitmediği…kasabasının açık bulunan öğretmenliğini kendisine verdikleri zaman Haydarpaşa’dan tek bavuluyla trene biner.
Aliye okulu bulur ve müdürün gelmesini bekler. İki kişi konuşa konuşa merdevenlerden iner. Biri müdür, diğeri ise Ömer Efendidir. Maarif Müdürünün toparlak siyah sakallı, bulanık sünepe gözleri, hileci uzun yüzü altında iğrenç, ince dudaklı bir ağzı vardır. İdare meclisi Ömer Efendi, sarıklı, temiz yüzlü, kır sakallı, gün görmüş yüzlü bir insandır. Müdür ve Ömer Efendi, Aliye’nin nerede kalacığını konuşurlar. Müdür okulda yatıp kalkmasını tavsiye eder. Fakat Ömer Efendi, hileci Müdüre kaşı çıkar ve Aliye’ye kendi evinde kalmasını söyler. Olayı iyi analiz eden Aliye, bunu kabul eder.
Ömer Efendi ile Gülsüm Hala… İki yanlız çift… Aliye’yi ölen kızlarının yerine koyarlar. Onlar Aliye’yi kızı Emine gibi severler; Aliye de onları bir ana-baba gibi görür. Artık Aliye’nin de anası-babası vardır.
Aliye yeni okulunda, yeni öğrencilerine ders vermeye başlamıştır bile. Sınıfta tam bir ikilik ve ayrımcılık mevcuttur. Varlıklı ailelerin çocukları, sınıfta her istediklerini yapmaya hakları varmış gibi davranmaktadırlar. Her zaman dövülen gariban çocuğu olurdu. Yine bir kavgada Aliye haksız olan bir çocuğu döver. Ama bu çocuk kasabanın en zenginlerinden olan Uzun Hüseyin Efendi’nin oğludur. Uzun Hüseyin, Aliye’yi ders esnasında penceresinden izlerdi. Aliye’ye az da olsa göz koymuştur. Oğlunun bir İstanbullu bayan öğretmen tarafından dövüldüğünü öğrenir ve hemen dersaneye girer. Tartışırlar ve Uzun Hüseyin ağzının payını almış bir şekilde geri döner.
Aliye bütün dedikodulara rağmen kalbinin en genç, en imanlı gücüyle okulda çalışır. Müdürün şüpheli yardımına, karısının kıskanç iftiralarına, Hüseyin Efendi’nin tehlikeli öfkesinden doğan etrafındaki tehlikeli havaya rapmen mevki kazanır. Okulda çocuğu olan her ana ona büyük bir sevgiyle sarılmıştır. Fazla olarak Hüseyin Efendinin evlenme teklifini geri çevirmiştir. Fakat memur hanımların ona karşı pek kuvvetli bir düşmanlık uyandırır. Bütün kasaba leh ve aleyhinde yalnız Aliye ile ilgieniyor, yalnız Aliye’yi konuşur.
Aliye coşkun bir ruhla çoçuklara elinden geldiği kadar Türklüğü aşılamaya çalışır. Onlara vatan sevgisini verir. Çocukların ellerinde bayraklar, sokak sokak dolaşır. Bu, tabii olarak, ona kuvvetli bir Kuva-i Milliye taraflılığı rengini verir. 
Eşraf, Kuva-i Milliyeyi, bir çeşit bolşeviklik ve halkın mallarını alıp halka dağıtacak bir şey diye anladıkları için üzüntülüdürler. Hala düşmanın durmadan ilerlemesi, Kuva-i Millieyenin ordusuz günleri, eşrafı yeni savunma kuvvetine bütün bütün aleyhtar yapmıştır. 
Cuma günü namaz vaktinde Aliye çocuklarını toplar, bayraklı, şarkı söyleyerek gezerler.
Namazdan sonra Fettah Efendi halkı meydana toplamış Kuvayi Milliye aleyhinde vaaz’eder. Aliye, konuşmaları duyar ve buna kızar. Kalabalığa ilerler. Kendini kalabalığın ortasında bulur. Çekinir önce. Derken, uzaktan ellibin kişilik Kuvayi Milliye birlikleri gözükür. Birlik komutanı Tosun Bey, olaya el atar. Kalabalık dağılır. Halk Tosun Beyin Ömer Efendilerde kalmasını kararlaştırır. 
Akşam olunca Ömer Efendi, Tosun Paşaya Hacı Fettah Efendinin halka yaptığı Kuvayi Milliye aleyhtarı konuşmalardan bahseder. Yüzü açık diye namuslu bir kızın az daha parçalattırılacağını anlatır.
Tosun Bey, üçüncü gününde halka bir duyuru yapar. Halktan bir miktar ordu için para toplanacağını söyler. Halk buna itaraz etse de boşuna! Fettah Efendinin yaptığı küstahça konuşmalarından dolayı cezasını çok ağır çekeceğini söyler.
Başta Fettah Efendinin karısı olmak üzere bir grup eşraf kadını Tosun Paşayı caydırmak için Aliye’ye yalvarmaya giderler. Okulda kadınlar kızı yakalayıp başlarlar dert yanmaya… Kadınların sızlanmalarına dayanamayan Aliye, onlara söz verir. 
Aliye, Tosun Beyle konuşur. Aliye’nin etkileyici gözleri ve sözleri, Tosun Paşayı ikna eder. Akşam Tosun Bey, ahaliyi toplayıp Aliye’yi Ömer Efendiden ister. Tosun Bey yapılacak olan bir baskın için başka bir köye gider ve Aliye’yi, Ömer Efendiye emanet eder.
Yalnız Hacı Fettah Efendinin öfkesi ve kini eskisinden çok fazladır ve Kantarcıların Hüseyin Efendinin beyninde bir hançer vardır. İkisinin de kafasında bir tek fikir hakimdir: Tosun’un hareketinden… kasabasındaki düşman komutana haber vermek, Tosun’un on beş gün sonra dönüp Aliye’yi almasının önlemek…
Hacı Fettah Efendi ve Uzun Hüseyin düşman karargahına varır. Komutan Damyanos’la görüşürler. Tosun Beyin tüm planlarını anlatırlar ona. Ömer Efendinin Tosun Beye olan yakınlığından bahsederler. Fettah Efendi, en kuvvetli duygularına değinir: Aliye… Aliye’den bahseder: güzelliğinden, şeytanlığından, kasabanın erkeklerini nasıl baştan çıkardığından… Fakat Uzun Hüseyin Aliye konusundan rahatsız olur. Çünkü ona yalnızca o sahip olmak ister.
Damyanos, Kasabayı altüst eden bu kadar önemli bir Türk kızını, hayalini şiddetle kamçılar. Kız güzel ve ona aşık olan Hüseyin Efendi çevrenin en zengini…. 
Aliye, Tosunsuz günlerini onun hayaliyle geçirir.
Sabaha karşı düşman ordusunun ayak sesleri duyulur. Halk tutunacak tek dal olan Hacı Fettah Efendiden yardım dilenirler. Ama Hacı Fettah Efendinin halktan bir isteği vardır: Birkaç Kuva-i Milliyecilerin öldürülmesi…. Başta Ömer Efendi!
Damyanos’u Fettah Efendi karşılar. Derhal Aliye’nin evini korumaya aldırttırır. Daha önceden servet sahiplerini öğrenmiştir. Anadolu’da edinebileceği son serveti burada elde etmeye karar verir. 
Ardadan iki hafta geçer. Zulüm yapma en fena devrini yaşamış ve durmuştur. Fakat Fettah Efendi muradına tam olarak erememiştir. Ömer Efendi bütün aramalara rağmen bulunamamıştır. Hüseyin Efendi ise Aliye’nin komutanın eline geçmesi ihtimaliyle azap içinde dolaşır. Bunu anlamış olan Damyanos Aliye’yi bir yem gibi kullanmak istemektedir.
Aliye küçük bir çocuktan Ömer Efendinin yakalandığı haberini alır. Beraber nöbetçi askerlere gözükmeden kaçarlar. Aliye, Damyanos’tan babasını serbest bırakmasını ister. Bu ihtaşamlı kız karşısında eli kolu bağlanan komutan kızın isteğini yerine getirir. Rumca konuşmaları ve komutanın Aliye'ye boyun eğmesi Fettah Efendiyi çileden çıkartır. Aliye’nin çarşaf giymiş gavur kızı olduğunu halka yayar. 
Domyanos, onları serbest bırakarak, Tosun Beyin kasabaya gelmesini sağlayıp onu öldürerek Aliye’ye sahip olmak düşüncesindedir.
Zaman geçer. Damyanos kızla görüşmelere başlar. Ona sevdiğini söyler. Zorla ona sahip olmak ister. Fakat başarılı olamaz. Çünkü o karşılıklı bir sevgi istemektedir. 
Karşılıklı ilişkiler bir süre devam eder. Bu arada Tosun Bey, gizlice Aliye’nin evine girmeyi başarır. Gece birlikte olurlar. Ertesi günü bu kasabayı düşman kuvvetlerinden temizlemek için Tosun Bey bir saldırı yapacaktır. Sabah uyandıklarında etraflarının askelerle çevrili olduğunu görürler. Bunun üzerine Aliye, Domyanos’a gider. Evinin etrafından askerlerin geri çekilmesini ister. Aliye’nin bu isteğine karşılık Damyanos ona evlenmeyi teklif eder. Aliye, düşmandan kurtulacak olan kasabasını düşünür: düşmandan, pisliklerden temizlenmiş Türk kasabası… Her şey onun kararına bağlıdır. Mecburen kabul eder. Üç-dört gün orada kalır. Sonra Türk ordusu kasabaya girer. Aliye hemen kaçıp saklanır. Türk ordusu bölgeye girene kadar Fettah Efendi Aliye’yi bulur. Bu arada Domyanos ve askerleri kasabayı terk eder. Aliye halkın önünde dövülür. “Vurun kahpeye, vurun kahpeye” diye bağıran Fettah Efendi halkı da ateşleyerek hep bir ağızdan “kahpe” diye bağırmalarını sağlar. Türk birlikleri Aliye’yi ölü olarak bulurlar. Tosun Bey yoktur. Çünkü vücudunun yarısı gitmiştir. Görevlendirdiği askerler ona Aliye’nin öldüğü haberini bildirirler. 
Ve Tosun Bey tarafından mezarı diktirilir. Birliğin başındaki Ali Beyden bir ricası vardır:”Ordunun kurtarıcısı, cephanenin atılmasını hayatı pahasına, en korkunç bir facia, belki ebedi bir leke karşılığında alan büyük bir kadın olduğunu ilan et!” Ve o bu topraklar üstünde gerçekleşmesi için hayatını verecektir: “Toprağınız toprağım, eviniz evim. Burası için, bu diyarın çocukları için bir ana, bir ışık olacağım ve hiç bir şeyden korkmayacağım; vallahi ve billahi!”
ANAFİKİR:

Bugün bu topraklar üzerinde güvenli yaşabiliyorsak, gülüp eğlenebiliyorsak, sevip seviliyorsak, rahatça uyuyup yeni bir güne “merhaba” diyebiliyorsak, mutlu bir yaşam sürebiliyorsak… unutmayalım ki tüm bunlar binlerce Aliyelerin namusunu, canını vatanının kurtulması uğruna feda ederek ve binlerce Tosun Paşaların gazi ya da şehit olmasıyla bu imkanlara kavuşabilmişizdir. Bugün bize düşen görev onların hala yaşayan bedenlerine acı ve ızdırap çektirtmemek…

C.) Romanın Dili;
Romanın içinde bilmediğim birkaç Arapça sözcük oldu. Bunlar için Osmanlıca-Türkçe Sözlük kullandım. Çeşitli ikilemeler kullanılmış ve uzun tümcelere yer verilmiştir.
D.) Romanın Anlatımı;
Doğal, sade bir anlatım, deyim aktarmaları kullanılmış, üçüncü kişi ağzından anlatılmıştır. Yer yer mecazlı anlatıma baş vurulmuştur.

E.) Romanın İçeriği;
1. Olayın Geçtiği Yer, Çağ, Zaman : Anadolu’da bir kasabada, Kurtuluş Savaşı Dönemi’nde geçmiştir.
2.Ana Olay : Aliye kız lisesinden yeni mezun olmuş bir öğretmendir. Öğretmenliğinin ilk görevini Anadolu’da yapmak üzere trene binip kasabaya gelir. Orada Ömer Efendi ve Gülsüm Hala ile beraber kalır. Aliye’nin güzelliği, alnının açık olması ve ellerinin cebinde gezmesi ona birçok düşman kazandırmıştı. Halbuki O, modern bir İstanbul kızıydı. Okulda Eşraf ve Esnaf çocukları vardı. Hatice Hanım ve diğer öğretmenler Eşraf çocuklarını daha üstün tutuyorlardı. Aliye bu ayrımcılığı ortadan kaldırmak için çok çalıştı.
Kasaba halkı, Aliye hakkında bazen iyi bazen de kötü dedikodular yapıyordu. Bu olay Aliye’yi hiç yıldırmamıştı. Hüseyin Efendi sonunda Aliye’yi Ömer Efendi’den istedi. Aliye bunu derhal reddetti.
3. Ana Olaya Bağlı Olaylar ve Olaya Nasıl Bağlandıkları : Öte yandan düşmanlar hızla Anadolu’ya doğru ilerliyorlardı.
Hacı Fettah Efendi ve Uzun Hüseyin, düşman karargahına gittiler. Düşman karargahında komutan Damyanos’la bir süre konuştular ve Kuvayi Milliye hakkındaki bütün bildiklerini anlattılar. Damyanos kasabaya gelecekti ve onlar da Damyanos’u karşılayacaklardı. Damyanos Aliye hakkında çok bilgi almıştı. Düşman kasabaya girdi. Düşmanlar Kuvayi Milliyeciler’i toplayıp sorgulayacaklardı. Aliye ile Gülsüm Hala çok korkmuşlardı. Ömer Efendi şehir dışındaydı. Düşmanlar kasabada karargah kurdular. Ve Damyanos Ömer Efendi’nin evinin etrafına askerlerini yollayarak bir çember oluşturdu. Çünkü Aliye ile Tosun Bey haberleşiyorlardı. Bu Damyanos için çok tehlikeliydi. Damyanos Aliye’yi birkaç kez odasına çağırttı. Aliye’nin pembe yanakları, güzel gözleri ve ince hatlı vücudu onu çok etkilemişti. Damyanos onu elde etmek istiyordu. Damyanos Aliye’yi kendi ülkesine götürmeyi iyice kafasına takmıştı. Aliye bunu anlamıştı.
Bir gün Tosun Bey kasabaya gizlice girdiğinde Durmuş onu gördü ve onu tanıdı. Bu sırada Tosun Bey düşmanı kasabadan atmak istiyordu. Aliye ile Tosun Bey incir ağacının altında buluştular ve Tosun Bey Aliye ile birlikte eve gittiler. Sabahleyin düşman askerleri Aliye’nin evinin etrafını sarmışlardı. Tosun Bey’in mutlaka kaçması gerekiyordu. Aliye bunun farkındaydı ve Damyanos’un yanına gidip kendisi ile evlenebileceğini fakat evin etrafındaki askerleri kaldırmasını istedi. Aliye o geceyi Damyanos’un karargahında geçirdi. Tosun Bey Durmuş’un da yardımıyla evden kaçmayı başardı. Ertesi sabah Aliye Damyanos’un karargahından kaçarken kasaba halkı onu görmüştü ve onun hakkında daha da kötü düşündüler. Damyanos Kuvayi Milliye’nin iyice yaklaştığını anlayınca kaçmaya karar verdi. Bu sırada Hacı Fettah Efendi kasaba halkını kışkırtarak Aliye ve birkaç kişiyi “vurun kahpeye” diye bağırarak öldürdüler. Kuvayi Milliye kasabaya geldiğinde istiklal mahkemesi kurdu ve suçlular idam edilerek öldürüldüler.


4. ŞAHIS KADROSU VE ÖZELLİKLERİ:
Aliye : Annesi ve babası ölmüş, Anadolu’da öğretmenlik yapma aşkıyla yanıp tutuşan güzel görünüşlü iyi yürekli genç bir öğretmendir. Ömer Efendi ve Gülsüm hala ile birlikte yaşar.
Maarif Müdürü : Kötü emelleri olan, asık suratlı, kırk yaşlarında biridir.
Ömer Efendi : İyi kalpli, yaşlı, Kuvayi Milliye’yi savunan, bir kızı ölmüştür. Gülsüm halanın kocasıdır.
Damyanos : Milliyetçi ve zengin olmayı kafasına koymuş tam bir Türk düşmanıdır. Orta yaşlıdır.
Tosun Bey: Kuvayi Milliye hareketinin komutanıdır. Onurlu birisidir. 25 yaşlarındadır. Aliye’nin nişanlısıdır.
Hacı Fettah Efendi: Yaşlı, Kuvayi Milliye düşmanı, dini alet olarak kullanan kötü kalpli biridir.
Hüseyin Efendi: Kötü emellerini dini kullanarak halka yaptırmak isteyen birisidir. 35 yaşlarındadır.


KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitapta o zamanın analizi her yönden çok iyi yapılmış. Özellikle Anadolu insanının düşünce yapısı çok açık bir şekilde dile getirilmiş ve yansıtılmıştır. Seçilen şahısların davranışları, düşünceleri olayları daha da gözler önüne sermiştir. Kitabın akıcı ve sade dili okuyucunun olaylara iyice bağlanmasını sağlamıştır. Beklenmedik olaylar okuyucu üzerinde etkili olmuştur.


Vurun Kahpeye - Halide Edib Adıvar Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar:Halide Edib Adıvar

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750721670

Sayfa Sayısı: 216

Vurun Kahpeye Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

“Sabah ezanı okunurken, Aliye’nin yanında dalmış olanların üçü de uyandılar. Aliye hâlâ dalgın, hâlâ geçen korkunç saatlerin damarlarında tutuşturduğu humma; sarı, hasta yüzünde kızıl dalgalarla dolaşıyordu. Üçü de gözlerini açınca Aliye’nin yanına gittiler, sevgili yüzüne baktılar. Kurumuş dudakları mütemadiyen kımıldanıyor, mütemadiyen siyah kirpiklerinin ipekten birer saçak gibi tamamladığı çürümüş gözkapakları titriyordu...”

Yetmişi aşkın yıl sonra Vurun Kahpeye, toplumların yükselişinde ve sancısında “eğitim”in önemini vurgulamasıyla yine gündemde. Eğitime kavuşamamış kişilerin gitgide vatan hainliğine, nihayet insan düşmanlığına yol alabileceklerini, bu tehlikeyi söylüyor.

-SELİM İLERİ

Kaleme aldığı her metinle yeniden tartışılan Halide Edib’in bütün eserleri, gözden geçirilmiş baskılarıyla Can Yayınları’nda.

Vurun Kahpeye Alıntıları - Sözleri

  • Dünya, bütün memleketin sefaletine, esaretine, bedbahtlığına rağmen, çok güzeldi.
  • 'Dünya ne garip, ne garip bir şeydi. Bazan adam, yirmi üç yaşında birdenbire ne kadar ihtiyar, ne kadar bütün dünyayı kavrayan bir tecrübeye sahip oluyordu.'
  • "Hayatın bazı ezeli anları vardır ki ne müddeti, ne şekli, ne tarifi vardır. Yalnızca bir duygulanma, yalnızca bir hayat sarsıntısıdır."
  • Her zaman, her tehlike dakikasında iyi kötü bir güce sahip olduğu sanılan insanlardan herkes medet umar.
  • "Dünya, bütün memleketin sefaletine, esaretine, bedbahtlığına rağmen, çok güzeldi."
  • "Toprağınız toprağım, eviniz evim; burası için, bu diyarın çocukları için bir ana, bir ışık olacağım ve hiçbir şeyden korkmayacağım; vallahi ve billâhi!"
  • İstediğin zaman seninim, istediğin yolda yürürüm.
  • Namus kadının yüzünü açıp açmamasında değildir. Din de peçe demek değildir. Öyle kapalı kadınlar vardır ki kapı arasından her türlü rezaleti yaparlar.
  • "İnsanların en etkili silahı,içtenlik ve zekâdır."
  • Dünya ne garip, ne garip bir şeydi. Bazen adam; yirmi üç yaşında birdenbire ne kadar ihtiyar, ne kadar bütün dünyayı kavrayan bir deneyime sahip oluyordu.
  • "Dünya ne garip, ne garip bir şeydi. Bazan adam, yirmi üç yaşında birdenbire ne kadar ihtiyar, ne kadar bütün dünyayı kavrayan bir tecrübeye sahip oluyordu."
  • "Zavallı küçük kız bilmiyordu ki, aynı kudretle birbirine bağlı olan büyük aşkların hepsi masallardadır."
  • Muallime Hanım, namus kadının yüzünü açıp açmamasında değildir. Din de peçe demek değildir.
  • "Hayalinde isim ve şekil veremediği saadetler ve ürperişler vardı."
  • “Hoca Hanım, namus kadının yüzünü açıp açmamasında değildir. Din de peçe demek değildir. Öyle kapalı kadınlar vardır ki kapı arasından her türlü rezaleti yaparlar..”

Vurun Kahpeye İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Her dönem tartışmalara sebep olmuş, şimdi de linç edilmeme sebep olabilir…: 1923 yılında, edebi bir tetikçinin elinden çıktığına inandığım korkunç -sözümona- roman. Roman diyemiyorum çünkü daha önce çok fazla roman okudum. Metin, roman denilebilecek bir derinliğe ne edebi, ne de kuramsal açıdan sahip değil. Örneğin; Karakterlerin tamamı siyah yahut beyaz. Tek bir gri karakter yok. Edip’in propagandasını yaptığı çağdaş kadın her yönü ile iyi. Dindarlıkta da, insancıllıkta da, düşünce ve felsefesinde de en iyi o. Ancak bu kızın karşısına konumlandırdığı herkes katiyetle siyahlar, iğrençler. Ve bu iğrençliğin tamamı dindar, hacı, hoca, sarıklı, cüppeli, bıyıklı, sakallı, camii cemaatinden insanlardır. Hal böyle olunca edebi bir metinde olmaması gereken bu tezatlık bilinçli okura kitabın didaktikliğini hatta diktalığını ilk sayfalardan belli ediyor. Gerçeklikle kuvvetli doğal bağları olmadığı her halinden belli olan roman, kesinlikle gerçek okuyuculara göre değil. Tek gayesi rejimin kendisini aklamak olan eserin ilkokul seviyesinde okutulduğunu ve hatta ders kitaplarında olduğunu düşündükçe midem bulanıyor. Peçe üzerine açılan bir diyalogda; Simsiyah, çağın gerisinde kalmış hoca karakteri, peçesiz kadınların Allah’ın lanetini üzerlerine çektiklerini söylerken, onları kahpelikle yaftalıyor ve şeriatın gereği gibi taşlanması gerektiğini sürekli dile getiriyor. Bu kurmaca hacı-hoca tiplemesi yeşil çamın ve sonrasında modern medyanın defalarca kullanacağı tipin aynıdır. Düşünülmesi gerekir. Bu konuda detaylıca fikretmek zaruridir. Öyle ki, kitapta bu sözde dindar adam, sırf bu peçe takmayan kıza sinirinden, Yunan komutanına kendini satmaya çalışıyor. İşte bu da yine kötüyü kapkara tutma çabası ve o kötü imajlı hocayı okurun (ve filmlerde seyircinin) bilinçaltına işleme çabasıdır. Rejim (veya yazar) dini kendisi gibi ele almayan herkesi insandışılaştırmak istemiş ve bunu kudreti ölçüsünde fikir, kültür ve sanatta işlemiştir. Kitapta tahammülümüz aşan bir çok unsur olsa da, şu kısım canımı bilhassa sıktı: Namus kadının yüzünü açıp açmaması, başını örtüp örtmemesi değildir, din de peçe ve başörtüsü değildir öyle kapalılar vardır ki kapı ardından her türlü rezilliği işlerler, diyor kitaptaki sözde kuvai milliyeci. Onun bu sözü artık bir slogandır. Rejimin istediği yeni Türk kadının sloganı olmuştur. Ayrıca ben sadeleştirilmemiş orijinal (latin harfleri ile) Metin’i okudum. Kimi sayfalar vardı ki, sayfanın yarısı bilinmeyeceği öngörülmüş, acem kökenli Osmanlıca kelimelerin yerine yeni Türkçe kelimeler yazılmıştı. Dili, ne derece tahrif etmişiz bir kez daha gördüm. (Talha Özmen)

Sevmek sıkıntıydı.: Spoi içerebilir. Kitabın çoğu yerini sinir olarak okudum. Vatanına bağlı, vatanını her şeyin önüne koyan Öğretmen Aliye geldiği kasabada etraftaki yardım ettiği insanlar tarafından vatan haini olarak ilan ediliyor. Sırf yüzünü peçeyle örtmüyor diye gavur, namussuz ilan ediliyor. Sevdiği adam Tosun, ne güzel de diyor: Namus kadının yüzünü açıp açmaması değildir. Din de peçe demek değildir! Dinini her fırsatta savunan Hacı Fettah Efendi diye anılan adam, Yunan'ın köpeği olmuş ancak vatanına, dinine bağlı bir kadının namussuz diye adını çıkartıp, sokak ortasında kasaba halkını gazlayarak kadının ölümüne sebep oluyor. Ne çok isterdim, Kuva-yi Milliyeci Tosun ile Öğretmen Aliye'nin tüm zorlukları aşarak mutlu olmalarını. Yaşıyla yaşadıkları hiç adaletli değildi. Kitaptaki tüm karakterlere vardır bir sitemim. Hocamın proje ödevi olarak incelememi istediği bu kitabı iyi ki de alıp okumuşum. Ortada ne proje kaldı, ne de hoca. Ancak kitabın hissettirdiği duygular hâlâ taptaze. Aşk kervanı ıssız bir çölden geçer. İşte mutluluk hayalinin en yükseğini birlikte kurduğu, kısa saatlerde cenneti, cehennemi dudaklarının dokunuşuyla Aliye'nin ruhunda yaşatan, bu harikulade yaratıktı. Bütün sevmek yeteneği, hayatının bütün anlamı bunda toplanıyordu. Keyifli okumalar. (Zeynep)

zavallı Türkler, zavallı Yunanlılar, zavallı dünya!: Aydın öğretmen- gerici din adamı sorunsalı bu toprakların vebasıdır. Bir öğretmen olarak bu tarz kitaplar okurken sinirlerime hakim olamıyorum. Kitaptan yorgun bitkin kalkıyorum. Yine de çok güzel bi olay örgüsü içerisinde çizmiş toplumu yazar. Eğitimden nasibini almamış kişiler toplumda birer tehlikedir, vatan hainliği yapıp yaptığının farkında olmadan, yapmadığına yemin dahi edebilir! Ve nihayet kalplerindeki kötülük tohumlarından, kin, kibirden insanlık düşmanı olacakları aşikardır. Zaten bir yerde birilerine kahpe! Dinsiz! Vatan haini! Vb söylem kullanan varsa önce diyen kişilerden şüphe edin… (Merve Ayan)

Vurun Kahpeye PDF indirme linki var mı?

Halide Edib Adıvar - Vurun Kahpeye kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Vurun Kahpeye PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Halide Edib Adıvar Kimdir?

Halide Edib Adıvar (Osmanlıca: خالده اديب اديوار; d. 1882 veya 1884 - 9 Ocak 1964), Türk yazar, siyasetçi, akademisyen, öğretmen. Halide Onbaşı olarak da bilinir.

Halide Edib, 1919 yılında İstanbul halkını ülkenin işgaline karşı harekete geçirmek için yaptığı konuşmaları ile zihinlerde yer etmiş usta bir hatiptir. Kurtuluş Savaşı’nda cephede Mustafa Kemal’in yanında görev yapmış bir sivil olmasına rağmen rütbe alarak savaş kahramanı sayılmıştır. Savaş yıllarında Anadolu Ajansı’nın kurulmasında rol alarak gazetecilik de yapmıştır.

II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte yazarlığa başlayan Halide Edib; yazdığı yirmi bir roman, dört hikâye kitabı, iki tiyatro eseri ve çeşitli incelemeleriyle Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleri Türk edebiyatının en çok eser veren yazarlarındandır. Sinekli Bakkal adlı romanı, en bilinen eseridir. Eserlerinde kadının eğitilmesine ve toplum içindeki konumuna özellikle yer vermiş, yazıları ile kadın hakları savunuculuğu yapmıştır. Birçok kitabı sinemaya ve televizyon dizilerine uyarlanmıştır.

1926 yılından itibaren yurt dışında yaşadığı 14 sene boyunca verdiği konferanslar ve İngilizce olarak kaleme aldığı eserler sayesinde zamanının dış ülkelerde en çok tanınan Türk yazarı olmuştur.

İstanbul Üniversitesi’nde edebiyat profesörü olan Halide Edib, İngiliz Filoloji Kürsüsü Başkanlığı yapmış bir akademisyen; 1950’de girdiği TBMM’de ise milletvekilliği yapmış bir siyasetçidir. I. TBMM hükûmetinde sağlık bakanı olan Adnan Adıvar’ın eşidir.

Çocukluk ve öğrencilik yılları

1882 yılında Beşiktaş, İstanbul'da doğdu. Babası, II. Abdülhamit devrinde Ceyb-i Hümayun (Padişah Hazinesi) kâtipliği, Yanya ve Bursa Reji Müdürlüğü yapan[1] Mehmet Edib Bey, annesi Fatma Berifem Hanım'dır. Annesini küçük yaşta veremden kaybetti. Evde özel dersler alarak ilköğrenimini tamamladı. Yedi yaşında iken yaşını büyüterek girdiği Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nden bir öğrencinin jurnali üzerine bir sene sonra padişah II. Abdülhamit'in iradesi ile uzaklaştırıldı[3] ve evde özel ders görmeye başladı. İngilizce öğrenirken çevirdiği kitap 1897’de basıldı. Bu, Amerikalı çocuk kitapları yazarı Jacob Abbott'un "Ana" adlı eseri idi. 1899 yılında bu çeviri nedeniyle II. Abdülhamit tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirildi. Daha sonra kolejin yüksek sınıfına geri dönerek İngilizce ve Fransızca öğrenmeye başlayan Halide Edib, Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nden lisans derecesi alan ilk Müslüman kadın olmuştur.

İlk evliliği ve çocukları

Halide Edib, kolejin son sınıfında iken matematik öğretmeni olan Salih Zeki Bey ile okuldan mezun olduğu yıl evlendi. Eşi rasathane müdürü olduğu için evleri hep rasathane içinde oldu ve bu yaşam ona sıkıcı geldi. Evliliğinin ilk yıllarında eşine Kamus-ı Riyaziyat adlı eserini yazmada yardımcı oldu, ünlü İngiliz matematikçilerin yaşam öykülerini Türkçeye çevirdi. Birkaç Sherlock Holmes hikâyesinin de çevirisini yaptı. Fransız yazar Emile Zola’nın yapıtlarına büyük ilgi duymaya başladı. Daha sonra ilgisi Shakespeare’e yöneldi ve Hamlet adlı yapıtının çevirisini yaptı. 1903 yılında ilk oğlu Ayetullah, bundan on altı ay sonra da ikinci oğlu Hasan Hikmetullah Togo dünyaya geldi. 1905 yılında gerçekleşen Japon-Rus Savaşı'nda Batı uygarlığının bir parçası sayılan Rusya'yı Japonların yenmesinin verdiği sevinçle oğluna Japon Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Togo Heihachiro'nun ismini vermişti.

II. Meşrutiyet'in ilan edildiği 1908 yılı Halide Edib’in hayatında bir dönüm noktası oldu. 1908'de gazetelerde kadın haklarıyla ilgili yazılar yazmaya başladı. İlk yazısı Tevfik Fikret'in çıkardığı Tanin'de yayımlandı. Başlangıçta, -eşinin isminden ötürü- yazılarında Halide Salih imzasını kullandı. Yazıları, Osmanlı içerisindeki muhafazakâr çevrelerin tepkisini çekti. 31 Mart Ayaklanması sırasında öldürülme endişesiyle kısa süre için iki oğluyla Mısır'a gitti. Oradan İngiltere’ye giderek kadın hakları konusundaki yazıları nedeniyle kendisini tanıyan İngiliz gazeteci Isabelle Fry’ın evinde konuk oldu. İngiltere’ye gidişi o dönemde kadın-erkek eşitliği konusunda sürüp giden tartışmalara tanık olmasına, Bertrand Russell gibi fikir adamlarıyla tanışmasına vesile oldu.

1909'da İstanbul'a geri döndü, siyasi içerikli yazıların yanı sıra edebi yazılar da yayımlamaya başladı. Heyyula ve Raik'in Annesi adlı romanları basıldı. Bu arada kız öğretmen okullarında öğretmenlik ile vakıf okullarında müfettişlik görevlerinde bulundu. İleride yazacağı Sinekli Bakkal adlı ünlü romanı, bu görevler gereği İstanbul’un eski ve arka mahallelerini tanıması sayesinde ortaya çıkmıştı.

Eşi Salih Zeki Bey'in ikinci bir kadınla evlenmek istemesi üzerine ondan 1910 yılında boşandı ve artık yazılarında Halide Salih yerine Halide Edib adını kullanmaya başladı. Aynı yıl Seviyye Talip romanını yayımladı. Bu roman, bir kadının kocasını terk ederek sevdiği erkekle yaşayışını anlatır ve feminist bir eser olarak değerlendirilir. Basıldığı dönemde birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Halide Edib, 1911 yılında ikinci kez İngiltere'ye gidip kısa bir süre orada bulundu. Yurda döndüğünde Balkan Savaşı başlamıştı.

Balkan Savaşı yılları

Balkan Savaşı yıllarında kadınlar toplum yaşamında daha aktif rol almaya başlamışlardı. Halide Edib de bu yıllarda Teali-i Nisvan Cemiyeti’nin (Kadınları Yükseltme Derneği) kurucuları arasında yer aldı ve yardım işlerinde çalıştı. Bu dönemde genç yaşta ölen arkadaşı ressam Müfide Kadri'nin hayatından esinlenerek Son Eseri adlı aşk romanını kaleme aldı. Öğretmenlik mesleğinin içinde olduğundan eğitim ile ilgili bir kitap yazmaya yöneldi ve Amerikalı düşünür ve eğitimci Herman Harrell Horne'un "The Psychological Principle of Education" (Eğitimin Psikolojik Temeli) adlı eserinden yararlanarak Talim ve Edebiyat adlı kitabı yazdı. Aynı dönemde Türk Ocağı içinde Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hamdullah Suphi gibi yazarlarla tanıştı. Bu kişilerle dostluğu sonucu Turancılık fikrini benimseyen Halide Edib, bu düşüncenin etkisiyle Yeni Turan adlı eserini yazdı. 1911'de Harap Mabetler ve Handan isimli romanları yayımlandı.

I. Dünya Savaşı yılları

Balkan Savaşları 1913’te sona ermişti. Öğretmenlikten istifa eden Halide Edib, Kız Mektepleri Umumi Müfettişliği görevine getirildi. I. Dünya Savaşı başladığında bu görevdeydi. 1916'da Cemal Paşa'nın daveti üzerine okul açmak üzere Lübnan ve Suriye'ye gitti. Arap eyaletlerinde iki kız okulu ve bir yetimhane açtı. Orada bulunduğu sırada babasına verdiği vekâlet ile Bursa’da, aile doktorları Adnan Adıvar ile nikâhları kıyıldı. Lübnan’da iken Kenan Çobanları adlı 3 perdelik operanın librettosunu yayımladı, eseri Vedi Sebra besteledi. Yusuf Peygamber ve kardeşlerini konu alan bu eser, o yıllarda savaş koşullarına rağmen yetimhane öğrencileri tarafından 13 defa sahneye kondu. Türk ordularının Lübnan ve Suriye'yi boşaltması üzerine 4 Mart 1918’de İstanbul'a döndü. Yazar, hayatının buraya kadar olan bölümünü Mor Salkımlı Ev adlı kitabında anlatmıştır.

Millî Mücadele yılları ve ABD mandası tezi

Halide Edib, İstanbul'a döndükten sonra Darülfünun'da Batı edebiyatı okutmaya başladı. Türk Ocakları'nda çalıştı. Rusya'daki Narodnikler (Halka Doğru) hareketinden esinlendi ve Türk Ocakları içindeki küçük bir grubun Anadolu'ya uygarlık götürmek amacıyla kurduğu Köycüler Cemiyeti'nin reisi oldu. İzmir'in işgalinden sonra "millî mücadele" en önemli işi hâline geldi. Karakol adlı gizli örgüte girerek Anadolu’ya silah kaçırma işinde rol aldı. Vakit Gazetesi'nin sürekli yazarı, M. Zekeriya ve eşi Sabiha Hanım'ın çıkarttıkları Büyük Mecmua'nın başyazarı oldu.

Millî Mücadele taraftarı aydınların bir kısmı işgalcilere karşı ABD ile işbirliği yapma düşüncesindeydi. Halide Edib bu düşüncedeki Refik Halit, Ahmet Emin, Yunus Nadi, Ali Kemal, Celal Nuri gibi aydınlarla 14 Ocak 1919'da Wilson Prensipleri Cemiyeti'nin kurucuları arasında yer aldı. Cemiyet, iki ay sonra kapandı. Halide Hanım, Amerikan mandası tezini Sivas Kongresi hazırlıklarını sürdürmekte olan Millî Mücadele'nin önderi Mustafa Kemal'e yazdığı 10 Ağustos 1919 tarihli bir mektupla açıkladı. Ancak bu tez kongrede uzun uzun tartışılacak ve reddedilecekti. Yıllar sonra Mustafa Kemal Nutuk adlı eserinde "Amerikan Mandası için Propogandalar" başlığı altında Arif Bey, Selahattin Bey, Ali Fuat Paşa ile telgraf görüşmeleri yanında Halide Edib'in mektubuna da yer vermiş ve mandaterliği eleştirmiştir.

Yıllar sonra Halide Edib Türkiye'ye geri döndüğünde verdiği bir röportajında Millî Mücadele için "Mustafa Kemal Paşa haklıymış!" demiştir.

İstanbul mitingleri ve idam kararı

15 Mayıs 1919 günü İzmir’i Yunanların işgal etmesi üzerine İstanbul’da ardı ardına protesto mitingleri düzenlenmekteydi. İyi bir hatip olan Halide Edib, 19 Mayıs 1919 günü Asri Kadınlar Birliği’nin düzenlediği ve kadın hatiplerin de konuşmacı olduğu ilk açık hava mitingi olan Fatih Mitingi’nde kürsüye çıkan ilk konuşmacıydı, attığı nutuk ile belleklerde büyük iz bıraktı. 20 Mayıs’ta Üsküdar mitingi, 22 Mayıs’ta Kadıköy mitingine katıldı. Bunları Halide Edib’in başkahramanı haline geldiği Sultanahmet mitingi izledi. Önceden hazırlanmadan ve yazmadan yaptığı konuşmada sarf ettiği “Milletler dostumuz, hükûmetler düşmanımızdır.” cümlesi bir vecize halini aldı.

İngilizler İstanbul’u 16 Mart 1920’de işgal ettiler. Hakkında idam emri çıkardıkları ilk kişiler arasında Halide Edib ve eşi Dr. Adnan da vardı. 24 Mayıs’ta padişah tarafından onaylanan kararda idama mahkûm edilen ilk 6 kişi Mustafa Kemal, Kara Vasıf, Ali Fuat Paşa, Ahmet Rüstem, Dr. Adnan ve Halide Edib idi.

Anadolu'da mücadele

Haklarında idam kararı çıkmadan önce Halide Edib, eşi ile birlikte İstanbul’dan ayrılıp Ankara’daki Millî Mücadele’ye katılmıştı. Çocuklarını İstanbul’da yatılı okulda bırakarak 19 Mart 1920 günü Adnan Bey ile at sırtında yola çıkan Halide Hanım, Geyve’ye ulaştıktan sonra buluştukları Yunus Nadi Bey ile birlikte trene binip Ankara’ya gitmiş ve 2 Nisan 1920 günü Ankara’ya varmıştı.

Halide Edib, Ankara’da Kalaba'daki (Keçiören) karargâhta görev aldı. Ankara yolunda iken Akhisar İstasyonu’nda Yunus Nadi Bey ile birlikte kararlaştırdıkları gibi Anadolu Ajansı isimli bir haber ajansının kurulması Mustafa Kemal Paşa'dan onay görünce ajans için çalışmaya başladı. Ajansın muhabiri, yazarı, yöneticisi, ayak işlerine bakanı olarak çalışıyordu. Haber derleyip Millî Mücadele’ye ilişkin bilgileri telgrafı olan yerlere telgrafla iletmek, olmayan yerlerde cami avlusuna afiş olarak yapıştırılmalarını sağlamak, Avrupa basınını takip edip Batılı gazetecilerle iletişim kurmak, Mustafa Kemal'in yabancı gazetecilerle görüşmesini sağlamak, bu görüşmelerde tercümanlık yapmak, Yunus Nadi Bey'in çıkardığı Hâkimiyet-i Milliye gazetesine yardımcı olmak ve Mustafa Kemal'in diğer yazı işleri ile ilgilenmek Halide Edib'in yürüttüğü işlerdi.

1921’de Ankara Kızılay başkanı oldu. Aynı yılın Haziran ayında Eskişehir Kızılay’da hasta bakıcılık yaptı. Ağustos’ta orduya katılma isteğini Mustafa Kemal’e telgrafla iletti ve cephe karargâhında görevlendirildi. Sakarya Savaşı sırasında onbaşı oldu. Yunanların halka verdiği zararları incelemek ve raporlamakla sorumlu Tetkik-i Mezalim Komisyonu’nda görevlendirildi. Vurun Kahpeye adlı romanının konusu bu dönemde oluştu. Türk'ün Ateşle İmtihanı (1922) adlı anı kitabı, Ateşten Gömlek (1922), Kalp Ağrısı (1924), Zeyno'nun Oğlu adlı romanlarında Kurtuluş Savaşı'nın değişik yönlerini gerçekçi biçimde dile getirebilmesini savaştaki deneyimlerine borçludur.

Savaş boyunca cephe karargâhında görev yapan Halide Edib, Dumlupınar Meydan Muharebesi’nden sonra ordu ile İzmir’e gitti. İzmir’e yürüyüş sırasında rütbesi başçavuşluğa yükseldi. Savaştaki yararlılıklarından ötürü İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.

Kurtuluş Savaşı sonrası

Kurtuluş Savaşı, Türk ordusunun zaferiyle sonuçlandıktan sonra Ankara'ya döndü. Eşi, Dışişleri Bakanlığı'nın İstanbul temsilciliği ile görevlendirilince birlikte İstanbul'a gittiler. Anılarının buraya kadar olan kısmını Türk'ün Ateşle İmtihanı adlı eserinde anlatmıştır.

Halide Edib, cumhuriyetin ilanından sonra Akşam, Vakit ve İkdam gazetelerinde yazdı. Bu arada Cumhuriyet Halk Fırkası ve Mustafa Kemal Paşa ile siyasi fikir ayrılıkları yaşadı. Eşi Adnan Adıvar'ın Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kuruluşunda yer alması sonucu iktidar çevresinden uzaklaştılar. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kapatılıp Takrir-i Sükun kanununun kabul edilmesiyle tek parti dönemi başlayınca, kocası Adnan Adıvar ile birlikte Türkiye'den ayrılmak zorunda kalarak İngiltere'ye gitti. 1939 yılına kadar 14 yıl boyunca yurt dışında yaşadı. Bu sürenin 4 yılı İngiltere'de, 10 yılı da Fransa'da geçti.

Halide Edib, yurt dışında yaşadığı dönemde kitap yazmayı sürdürdüğü gibi Türk kültürünü dünya kamuoyuna tanıtmak amacıyla pek çok yerde konferanslar verdi. İngiltere'de Cambridge, Oxford; Fransa'da Sorbonne üniversitelerinde konuşmacı oldu. İki defa Amerika Birleşik Devletleri'ne, bir defa da Hindistan'a davet edilerek gitti. 1928 yılında ABD'ye ilk gidişinde Williamstown Siyaset Enstitüsü'nde yuvarlak masa konferansına başkanlık yapan ilk kadın olarak büyük ilgi çekti. Artık ABD'de yaşamakta olan oğullarını, Anadolu'da Millî Mücadele'ye katılmak için onlardan ayrılışından 9 yıl sonra ilk defa bu gezi sırasında tekrar görebildi. 1932 yılında Columbia Üniversitesi College Of Barnard'dan gelen çağrı üzerine ikinci kez ABD'ye gitti ve ilk gidişindeki gibi seri konferanslarla ülkeyi dolaştı. Yale, Illinois, Michigan üniversitelerinde konferanslar verdi. Bu konferansların sonucu olarak Türkiye Batıya Bakıyor adlı eseri ortaya çıktı. 1935 yılında İslam üniversitesi Jamia Milia'yı kurmak için açılan kampanyaya katılmak üzere Hindistan'a çağrıldığında Delhi, Kalküta, Benares, Haydarabad, Aligarh, Lahor ve Peşaver üniversitelerinde dersler verdi. Konferanslarını bir kitapta topladı, ayrıca Hindistan izlenimlerini içeren bir kitap yazdı.

1936 yılında en ünlü eseri olan Sinekli Bakkal’ın İngilizce orijinali "The Daughter of the Clown" yayımlandı. Roman aynı yıl Türkçe olarak Haber gazetesinde tefrika edildi. Bu eser 1943 yılında CHP Ödülü’nü aldı ve Türkiye’de en çok baskı yapan roman oldu.

1939'da İstanbul'a döndü ve 1940 yılında İstanbul Üniversitesi'nde İngiliz Filolojisi kürsüsünü kurmakla görevlendirildi, kürsünün 10 yıl başkanlığını yürüttü. Shakespeare hakkında verdiği açılış dersi büyük yankı uyandırdı.

1950 yılında Demokrat Parti listesinden İzmir milletvekili olarak TBMM'ye girdi ve bağımsız milletvekili olarak görev aldı. 5 Ocak 1954 günü Cumhuriyet Gazetesi'nde Siyasi Vedaname başlıklı bir yazı yayımlayarak bu görevinden ayrıldı ve tekrar üniversitede görev aldı. 1955'te eşi Adnan Bey'in kaybı ile sarsıldı.

Halide Edib Adıvar, 9 Ocak 1964 tarihinde İstanbul'da 80 yaşındayken böbrek yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdi. Cenazesi, Merkezefendi Mezarlığı’na defnedildi.

Sanatı

Hemen her eserinde anlatı türünü benimseyen Halide Edib Adıvar, en çok Ateşten Gömlek (1922), Vurun Kahpeye (1923-1924) ve Sinekli Bakkal (1936) adlı romanlarıyla tanınır ve Cumhuriyet dönemi edebiyatında gerçekçi roman geleneğinin öncülerinden biri olarak kabul edilir. Eserleri genellikle içerik bakımından üç grupta incelenmiştir: Kadın meselelerini ele alan ve eğitilmiş kadının toplumdaki yerini arayan eserleri, Millî Mücadele dönemini anlatan eserleri ve şahsiyetleri, içinde bulundukları geniş toplumla birlikte ele alan romanları.

İngiliz romanı geleneklerine uygun yapıtlarında Türk toplumunun geçirdiği evrimi, bu evrim sürecindeki çatışmaları, kendi deneyim ve gözlemlerine dayanarak sergilemiştir. Olaylar ve kişiler çoğunlukla birbirinin devamı özelliği taşıdığı için ırmak roman olarak nitelendirilebilir. Kadın psikolojisini derinliğine işlediği romanlarında, ideal kadın tipleri yaratmaya çalışan Halide Edib, romanlarını sade bir dil ve üslupla kaleme almıştır.

Eserleri

Roman

Heyulâ (1909)

Raik’in Annesi (1909)

Seviyye Talip (1910)

Handan (1912)

Son Eseri (1913)

Yeni Turan (1913)

Mev'ud Hüküm (1918)

Ateşten Gömlek (1923)

Vurun Kahpeye (1923)

Kalp Ağrısı (1924)

Zeyno'nun Oğlu (1928)

Sinekli Bakkal (1936)

Yolpalas Cinayeti (1937)

Tatarcık (1939)

Sonsuz Panayır (1946)

Döner Ayna (1954)

Akile Hanım Sokağı (1958)

Kerim Usta'nın Oğlu (1958)

Sevda Sokağı Komedyası (1959)

Çaresaz (1961)

Hayat Parçaları (1963)

Hikâye

Harap Mabetler (1911)

Dağa Çıkan Kurt (1922)

İzmir'den Bursa'ya (1963)

Kubbede Kalan Hoş Seda (1974)

Anı

Türkün Ateşle İmtihanı (1962)

Mor Salkımlı Ev (1963)

Oyun

Kenan Çobanları (1916)

Maske ve Ruh (1945)

Halide Edib Adıvar Kitapları - Eserleri

  • Ateşten Gömlek
  • Handan
  • Türk'ün Ateşle İmtihanı
  • Çaresaz
  • Mor Salkımlı Ev
  • Kerim Usta'nın Oğlu
  • Sevda Sokağı Komedyası
  • Âkile Hanım Sokağı
  • Zeyno'nun Oğlu
  • Kalp Ağrısı
  • Türkiye'de Şark-Garp ve Amerikan Tesirleri 2
  • Tatarcık
  • Yolpalas Cinayeti
  • Son Eseri
  • Sinekli Bakkal
  • Vurun Kahpeye
  • Harap Mabetler
  • Yeni Turan
  • Dağa Çıkan Kurt
  • Hindistan'a Dair
  • Döner Ayna
  • Sonsuz Panayır
  • Raik’in Annesi
  • Seviyye Talip
  • Halka Doğru
  • Kubbede Kalan Hoş Sada
  • Kenan Çobanları - Maske ve Ruh
  • Doktor Abdülhak Adnan Adıvar
  • Hayat Parçaları
  • Mev'ut Hüküm
  • Heyula
  • Türk'ün Ateşle İmtihanı - 1.Cilt
  • Türk'ün Ateşle İmtihanı - 2. Cilt
  • Türkiye'de Şark-Garp ve Amerikan Tesirleri
  • İngiliz Edebiyatı Tarihi Cilt I
  • İngiliz Edebiyatı Tarihi Cilt II (Elizabeth Devri ve Shakespeare)
  • İngiliz Edebiyatı Tarihi Cilt III (XVII. ASIR ve MILTON)

Halide Edib Adıvar Alıntıları - Sözleri

  • Nasıl eski günlerde tarih,bir memleketi baştan başa çökerten umumi ve salgın vebalar,sıtmalar,o zaman adı dahi bilinmeyen hastalıklar kaydetmiş ise,gelecekte de tarih,bugünün ruh salgınları ile çöken,yıkılan memleketler kaydedecektir. (Döner Ayna)
  • “En nihayet, insanları tamamen şeytanın nüfuz mıntıkasına sokabilecek kudret şunlardır: Kuru gürültü, ahenksiz fakat dinmeyen bir şamata, sonsuz bir söz ve seda anarşisi! Şamata şamata... Manalı manasız, lüzumlu lüzumsuz, ebedî bir gümbürtü ve çığlık! Bunları insanlara dinamizm, kudret, hareket diye yutturmak lazım... Ve yutturabilirsiniz, yeter ki insanlarda düşünmeye, iç hayatı yaşamaya mecal bırakmayacak, aman, aralık vermeyecek gümbürtü ve gürültü, günlük bir ihtiyaç haline gelsin.” (Sonsuz Panayır)
  • Mezarlar, bize kendimizin son bulacağını duyurarak bizi korkuturlar; fakat yapıtlarımızın düşüncelerimizin gereksiz bir süsü olacağını, geçmişin bağışlayan bir lütufla bunları bir köşeye saklayacağını hisseder etmez, düşüncemizin, sanatımızın, ruhumuzun en ince gururu, en duygulu yeriyle sızlar ve inleriz. (Harap Mabetler)
  • İçimde bir şeyin yırtamayacağı ağır, kesif, elle tutulacak kadar katı bir sıkıntı var. (Kalp Ağrısı)
  • Büyük bir Fransız kadını, “Anlamak affetmektir,” demişti. (Yolpalas Cinayeti)
  • “Bizler, eskiden, hayat boyunca olduğumuz yerden yükselmeye çalışan gençlerdik...” (Âkile Hanım Sokağı)
  • Hokkabaz gibi, böyle piyano çaldığını ve şarkı söylediğini göstererek, bir sürü aptalmışız gibi ağzımızı açıkta bırakmağa çalışışı sinirime dokundu. (Mev'ut Hüküm)
  • Belki de insanlar birbirlerine kanla, sınıfla değil, inandıkları şeyde iştirakle bağlanıyorlar. (Yolpalas Cinayeti)
  • "Evlenmek sadece vurgunlukla olamaz, bütün bir hayat içindir. Bütün bir ömrü beraber, el ele geçirmek sadece vurgunluktan daha çok derin şeylere bağlıdır." (Âkile Hanım Sokağı)
  • "Hayalinde isim ve şekil veremediği saadetler ve ürperişler vardı." (Vurun Kahpeye)
  • Ağızdan ağza şöyle bir rivayet dolaşıyordu: İstanbul’daki irticaı ve ayaklanmayı bastırmak için Selânik’den bir ordu geliyormuş... Ne garip bir tarih tecellisi. Yüz yıl evvel de yine Makedonya’dan, Alemdar Mustafa Paşa kumandasında bir ordu, Üçüncü Selim’in inkılâbları aleyhine ayaklanan kuvvetleri ve isyanı bastırmak için gelmişti. Acaba tarih, başka isim ve kılıklarla daima bir tekerrürden ibaret mi, diye düşündüm. (Mor Salkımlı Ev)
  • Kim demiş çingeneler neşelidir. Onlar sadece neşeyi kovalayan mahlûklardır. Onun için dur otur bilmezler, ömürleri alabildiğine, istikameti belli olmayan, nihayetsiz bir gidiştir.. (Kubbede Kalan Hoş Sada)
  • ‘’ İçimdeki huzursuzluk, ne yapacağımı bilmemek bana sarih bir açıdan, hatta felaketten daha kötü geldi. İçimde evini kaybedip sokak sokak dolaşan, ne yapacağını bilmeyen bir avare çocuk hali vardı. ‘’ (Âkile Hanım Sokağı)
  • "Tek başına kazanılmak için mücadele edilen gaye, hürriyet imtihanıdır." (Mor Salkımlı Ev)
  • Başka bir his de hareketsiz bir suya benzeyen, bazı günlerde boğazımı tıkayan, gözlerimden yaşlar akmasına sebep olan bir iç sızlamasıdır. (Mor Salkımlı Ev)
  • Beni bir ruh tahliline mi tâbî tutmak istiyorsun, Feridun? Senin ruhun olduğuna emin değilim ama yine isterdim. (Sevda Sokağı Komedyası)
  • Sınıflar ve milletler arasındaki mücadele,insanların haysiyetlerindeki müsavilik ve haklar tanınıncaya kadar devam edecektir. (Türk'ün Ateşle İmtihanı)
  • Anadolu’da hakim, insan değil tabiattır. (Dağa Çıkan Kurt)
  • Sevmek kafa ile, düşünme ile değildir. Sevmek... Sevmektir işte! (Kalp Ağrısı)
  • ... Bana Machbet'in bir cümlesini hatırlattı: "Bir divanenin söylediği bir hikâye; şamata ve şiddetle dolu fakat manasız." (Hindistan'a Dair)

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır