Mehmet Okuyan Tefsir Okuyun
Mehmet Okuyan apaçık olan Kurana tefsir(!) yazıyor, yorumlar müthiş
Kuran yeterdi, Kuran apaçık kitaptı, Kuranı herkes anlardı, Kuran ile insanlar arasına başkalarını sokmaya gerek yoktu, Peygamber bile sadece Kuranı getiren (haşa) bir postacıydı ve tefsir görevi yoktu
İşte bu zihniyetin temsilcilerinden Mehmet Okuyan sözde tefsir yani aslında uyduruk yorumlarla dolu kitap külliyatı kaleme alıyormuş ve cildindeymiş.
İNSANLARI KENDİLERİNE BAĞLADILAR
Mustafa İslamoğlunun Türkiyede başını çektiği Mehmet Okuyanın da sürüklenip gittiği bu akımdaki gurup Kuran ile aranıza kimseyi sokmayın, Kuran apaçık herkes anlar, meal yeter dediler fakat aynı kitleye tefsir dersi yapmaya başladılar, gerekçeli meal yazdılar, sattılar. Kendilerine tabi olanlar o kadar basiretsiz bir güruh ki bunu bile sorgulamaktan acizdiler ve hakikati göremediler.
Bize Kuran yeter diyenler niye Kuran ile aramıza giriyor diyemediler.
AYAK UZATIP KOPYALA YAPIŞTIR
Ömrünün sonunda tüm birikimiyle ilmi saklamış olmaktan korkup, hiç abdestsiz oturmadığı rahle başında edepten iki büklüm bir vaziyette Allahın kelamına mana verirken yanlış yapmaktan sakındığı için eli titreye titreye yazan alimler nerede?
Önüne laptopu almış, ayaklarını uzatmış, PDF dosyalarından kopyala yapıştır yapan sahte din tüccarları nerede?
HADİSLER GEÇERSİZ AMA MEHMET OKUYAN GEÇERLİ
Peygamberimizden yıl sonra yazıldı diyerek hadisleri reddedenler Mehmet Okuyanın yıl sonra yazılmış hurafelerini baş üstüne koyacaklar, kabul edip alkışlayacaklar. Mustafa İslamoğlunun, Bayraktar Bayraklının hurafelerini yaptıkları gibi
Bu da ayrı bir nokta
Twitterda paylaşımın altına yapılan yorumlar da okunmaya değer.. Sadece bir kaçını sizlere sunuyoruz:
Mehmet Okuyan
Mehmet Okuyan (13)
Emre Dorman (2)
Hasan Onat (2)
Hüseyin Atay (2)
Mustafa İslamoğlu (2)
Sönmez Kutlu (2)
Tuncer Namlı (2)
İbrahim Maraş (2)
İsrafil Balcı (2)
Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı (2)
Prof. Dr. Caner Taslaman (2)
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk (2)
Prof. Dr. İsmail Yakıt (2)
Ahmet Akbulut (1)
Alper Bilgili (1)
M. Hayri Kırbaşoğlu (1)
M. Said Hatipoğlu (1)
Mahmut Ay (1)
Rabiye Çetin (1)
Zafer Duygu (1)
İbrahim Aslan (1)
Dr. Mustafa Tahir Öztürk (1)
Dr. Servet Bayındır (1)
Dr. Zeki Bayraktar (1)
Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır (1)
Prof. Dr. Süleyman Ateş (1)
Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz (1)
Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün (1)
Daha Fazla Göster
kâhirete
ve hesaba inanmamaktaydılar. Oysa bütün davranışlarının ka) ıt altına
alındığım Yüce Allah şu şekilde beyan etmektedir:
62 KISA SÛRELERİN TEFSİRİ II
\j\s£ J S j "Biz ise her şeyi bir kitapta sayıp kaydetmişiz-
dir." Âyetteki 1I1Ü I ahsaynâ fiili, "saymak, kaydetmek, sayıp dökmek ve
detaylı bir şekilde dökümünü yapmak", lîliS’ kitâb kelmesi ise "kayıt defteri,
amel defteri, kitap" demektir.
i. İnsanların Davranıştan Yazdınlmaktadır
Bütün insanların davranışları Yüce Allah tarafından meleklere yazdı
rılıp kaydettirilmektedir. Bu husus Kur'ân'da çeşitli âyetlerde ortaya ko
nulmaktadır. Bu âyetlerden birkaçı şöyledir:
a) "Şüphesiz elçilerimiz, kurmakta olduğunuz tuzakları yazıyorlar."
Âyetin başından itibaren Yüce Allah, nankör insanın, bir sıkıntının ardın
dan kendisine nimet verilmesinden sonraki davranışlarım ele almakta ve
onun, Allah'ın âyetleri aleyhinde çeşitli tuzaklar peşine düşmekte olduğu
nu ifade etmektedir. İnsanların, özellikle de bu tür nankörlerin kurduğu
tuzakları Allah'ın elçilerinin, yani meleklerin kayıt altına almakta olduğu
açıkça belirtilmektedir. Bu âyetteki yazma veya yazdırma işlemi, genel
hakkmdaki bir gerçeği özel örneklerle anlatmadır. Buna "zikr-i cüz', irade-i
küll" yani "parçayı anarak bütünü kastetmek" kuralı denmektedir ve âyet,
bütün insanların yapmakta olduğu her şeyin kayıt altına alındığını göster
mektedir.
b) "Kesinlikle hayır! Biz onun söylediğini yazacağız ve azabım uzat
tıkça uzatacağız. Onun dediğine biz vâris oluruz, kendisi de bize yapayal
nız gelecektir."13? Bu âyette de yukandakine benzer bir durum söz konusu
dur. Allah'ın âyetlerini inkâr edip kendisine mal ve evlat verileceğine dair
yemin eden nankör insana, "Gaybı bilip Rahmân'dan söz «ilip almadığı"
sorulmaktadır. Sonunda onun ve benzeri durumdaki insanların sözlerinin
yazılacağı ve haklarında azabın uzatılacağı bilgisi verilmektedir. Buradaki
yazma işleminde insanların sadece davranışlarının değil, bütün sözlerinin
dahi kayıt altına alınmakta olduğundan söz edilmektedir. Benzer bir kulla
nım Âl-i İmrân âyette, "Onların dediklerim yazacağız" şeklindedir.
c) "Şüphesiz ki ölüleri ancak Biz diriltiriz. Onların yaptıkları her işi, bı
raktıkları her izi yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazmışızdır."
Yüce Allah'ın insanların yaptıkları her işi ve geride bıraktıldan her izi yaz-
Yûnus 10/
Meryem 19/
Yâsîn 36/ .
78/ NEBE' SÛRESİ 63
dırmakta olduğu ve bu işlemin ölümden sonra mahşerde diril ilen bütün
insanlık için genel bir uygulama olduğu ifade edilmekte, ardından yeni bir
cümleyle de her şeyin açık bir kütükte teker teker sayılıp döküldüğü be
yan edilmektedir Bu âyetteki imâm- 1 mübîn, bazı âlimlere göre "Levh-i
Mahfûz", bazılarına göre ise "amel defteri"dir. Biz "amel defte:-i" anlamı
nı benimsediğimizden, amel defteri için kullanılan ifadelerden birinin de
imâm-ı mübîn olduğunu söylüyoruz.
d) "Yoksa onlar, bizim kendilerinin sırlarım ve gizli kon aşmalarım
işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır, öyle değil; yanlarındaki elçilerimiz
(melekler) yazmaktadırlar." Bu âyet, Yüce Allah'ın, insanoğlunun gizle
diğini de açıkladığım da duyduğunu, dahası her insanın yanın c a bulunan
meleklerin, onların yaptıklarım yazmakta olduğunu ifade etmektedir.
e) "iki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarım yaz
maktadırlar. İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya
hazır bir melek bulunmasın."
f) "Yaptıkları her şey kitaplarda (amel defterlerinde) mevcuttur.
Küçük büyük her şey saür satır yazılmıştır."
Bu iki âyette de, insanların dünyada yaptığı küçük-büyük her şeyin
züburda, yani amel defteri anlamına gelen kitaplarda kayıt altır.a alındığı
ve satır satır yazıldığı ifade edilmektedir. Buna göre amel defter anlamın
da kullanılan kelimelerden birinin de zübur olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca
Kaaf 50/4. âyette bu işlem için kitâb-ı hafîzdes\, yani insanların dünyada yap
tıklarının kaydedilip muhafaza altına alındığı bir kitaptan veya k ıyıt defte
rinden söz edilmektedir.
g) "Şunu iyi bilin ki, üzerinizde bekçiler, yani değerli yazıcılar var.
Onlar, yapmakta olduklarınızı bilirler." Infitâr sûresinin bu ü< âyetinde
konu adeta toparlanırcasına insanların üzerinde, onların yaptıklarım kayıt
altına alan, her yaptıkları işi bilen ve o kayıtlan koruyan meleklerin bulun
duğu beyan edilmektedir.
h) "Her can üzerinde bir koruyucu/bir denetleyici mutlaka vardır."
Bu âyette sözü edilen hâftz, Ra'd 13/ âyette geçen "koruyucu" anlamına
Benzer bir kayıt altına alma işlemi için ayrıca bk. Cinn 72/
Zuhruf 43/
Kaaf 50/
Kamer 54/
İnfitâr 82/
Tank 86/4.
64 KISA SÛRELERİN TEFSİRİ II
gelebileceği gibi, Infitâr 82/'de olduğu üzere "denetleyici, kaydedici"
anlamlarına da gelebilir. Kanaatimizce burada kastedilen asıl anlam da bu
İkincisidir. Bu son âyetlerde kitabet kökünden kelimeler kullanılmamış olsa
da, sözü edUen meleklerin, kişilerin hem yaptıklarını yazmakta olduğu
hem de sözlerini kayıt altına aldığı telekkaa fiiliyle ifade edilmektedir.
i) "Biz, yaptıklarınızı kaydediyorduk." Amellerin kaydedilmesi an
lamındaki kullanımlardan biri de "istinsah"tır ve insanların yapıp ettikleri
istinsah edilmektedir.
Melekler bu görevi yerine getirirken bazen sadece yapüanlann kayıt
altına alınmasından söz edilmekte, yazma işini yapanlardan söz edilme
mekte; bazen rusül kelimesi kullanılmakta, bazen de hafız ve kâtip kelimele
rine yer verilmektedirr.
Bu üç kelimenin dışmda, yine yazıcı meleklerin bir ismi mahiyetinde
şehîd kelimesi de Kur7ân'da şu şekilde kullanılmaktadır: "Herkes, yaranda
bir sürücü ve bir de şahitle beraber gelir." Bu âyette herkesin mahşer
deki sorgulanmaya iki melekle getirileceğinden bahisle bunlardan birinin
sâık, diğerinin de şehîd olduğu belirtilmektedir. Râzî'nin beyanına göre saik,
"insanı duruşma yerine, yani oturacağı yere götüren melek", şehîd de "in
sanların davranışlarını yazan melek"tir. iyinin de kötünün de saikı vardır
Kaaf sûresinden naklettiğimiz âyetlerde yazma işlemini yapan melekler
için mütelakkıyân ve rakııb kelimeleri kullanılmaktadır. İşte adma rasûl/rusül,
hafız, kâtib, sâık, şehîd, mütelakkıyân ve rakııb denen meleklerin yazdığı amel
lerin yer aldığı kayıt defterine Kur'ân'da kitâb ve zübur dendiği gibi suhuf da
denmektedir. "(Amellerin yazılı olduğu) defterler açıldığında" şeklindeki
âyet bunun delilidir
ıı. Cezada Bilgilendirme Esastır
Bütün bu detayın ardından yeniden Nebe' 29'a dönersek, maksadın
inkâra insana gözdağı vermek ve mahşer yargılaması için bütün insanla
rın bilgilendirilmesi olduğunu ifade edebiliriz. Bu âyet bize başka bir ilkeyi
daha öğretmektedir: Birisine ceza verilecekse, kişinin yaptığını kaydetmek
ve böylece itiraza imkân bırakmayacak şekilde meseleyi ortaya koymak
gerekir. İhtimallerle veya şüpheli şeylerle insanlara ceza verilmemesi ge-
Câsiye 45/
Kaaf 50/
Râzî, age., XXVIII,
Tekvîr 81/ Amellerin yazdinim ası konusunda geniş bilgi için bk. Okuyan, Kur'ân-ı Kerîm'e
Göre Kabir Azabı Var mı?, s.
78/ NEBE' SÛRESİ 65
rektiği, doğru ve sağlam bilgilerin kullanılma zorunluluğu âyette bütün
insanlara öğretilmektedir.
insanlar âhirette diriltildikten sonra, henüz sorgulamaya geçilmeden
birkaç yolla bilgilendirileceklerdir. Bu bilgilendirmenin gayesi, ödül veya
cezadan önce muhataba kendisiyle ilgili hükümlerin gerçekleştirilebilmesi
için bilgilendirme yapılmasıdır. Tıpkı modem hukuktaki "sanığa suçunun
söylenmesi" gibi âlürette de bilgilendirilme türleri yaşanacaktır]
Kuriân'ın modem hukuka hediyelerinden biri olarak gördüğümüz
bu uygulama, gerçek bir- sorgulama yapılmadan, amel defteri (utaya kon
madan ve şahitler getirilmeden azabm gerçekleştirilemeyecej ;ini ortaya
koymaktadır. Kuriân'ın insanlığa sunduğu bu evrensel hediye, gözlerden
kaçırılmamalıdır.
Bu uygulamadaki adalet prensibini görmezlikten gelmeye neden ol
mayacak şekilde, Kuriân'daki suç-ceza veya iyi davranış-ödül il şkisini or
taya koymadaki en önemli veri, Kuriân'ın "sorgulamadan öncel d bilgilen
dirme uygulaması"dır. İşte bu bilgilendirme türlerinden biri ki apla, yani
davranışların kaydedildiği amel defteriyle yapılacaktır. Kötülerin amel
defterleri Sicdn'de, iyilerinki ise 'Miyyîn'de olacaktır Bu iki kayıt kütü
ğünde de insanların dünyadayken yaptığı faaliyetler teker teker kayıt altına
alınmıştır.
İnsanlara amel defterinin verilmesiyle ilgili Kur7ân'da çeşitli âyetler
vardır Bu âyetlerde de görüleceği üzere insanlara, dünyadayken yaptık
larının kaydedildiği amel defteri âhiret sürecinde verilecektir. Daha önce
de ifade ettiğimiz üzere Tekvîr sûresindeki "(Amellerin yazılı olduğu) def
terler açıldığında" âyetinde de sayfaların, yani amel defterleririn açılma
zamanı ve yerini âhiret süreci olarak belirlenmektedir. Nebe' sûı esinin bu
âyet grubunda ise bu amaçla öncelikle ve özellikle inkâra azgınlara göz
dağı verilmektedir. Elbette bu arada bütün insanların da bu gerçeğe dikkat
ederek hayatlarını düzenlemeleri gerektiği kendilerine hatırlatılmış olmak
tadır
Mutaffifûn 83/,
İsrâ 17/; Kehf 18/; Zümer 39/69; Hakka 69/,; İnşikaak 84/, İ; Beled
90/
Tekvîr 81/
Amel defterlerinin verilmesi konusunda geniş bilgi için bk. Okuyan, Kur'ân-ı ı-ı K^rim'e
K^ri Göre
Kabir Azabı Var mı?, s. *
66 KISA SÛRELERİN TEFSİRİ H
c) Azabın Artırılması Ne Demektir?
Bu bölümün azgın kâfirlerle ilgili bu son âyetinde, Yüce Allah onların
azaptaki hallerinin devamım dile getirmektedir.
Ij IJu- Yl "(Artık azabı) tadm! Bundan sonra yalnızca
- >t „ „
azab ın ızı a rtıra ca ğ ız ." A y ettek i Ij5 zûkû em ri "ta ttırm a k ", -Ly nezîd k e li
mesi "artırmak", lîü£ ‘azâb sözcüğü ise "azap" demektir.
Bu âyette azabın artırılması ifadesi hak edilenin fazlasının verilmesi
olarak anlaşılmamalıdır. Nebe' 26'da da ifade ettiğimiz üzere, onlara hak
ettiklerinin tam karşılığı verilecektir. Demek ki dünya hayatlarında sürekli
artan inkâr ve düşmanlıklarının sonucu olarak âhirette de kendilerine artan
bir azap uygulanacaktır. Bu artış hak ettikleri bulununcaya kadar devam
edecektir; yoksa hak edilmeyen bir ceza hiç kimseye uygulanmayacaktır;
Kuriân'ın sunduğu ilke budur
Azabın hafifletilmesi isteği veya azaptan çıkartılma arzusu devamlı
olarak dile getirilecek, ancak bu istekler hiçbir şekilde dikkate alınmayacak
tır Buradan hareketle, azabın artırılması aslında hafifletilme veya bitiril
me isteklerinin dikkate alınmaması ve böylece süre geçtikçe azabın artışı
gibi bir his vermesi şeklinde de anlaşılabilir. Konuyla ilgili diğer âyetler
de dikkate alındığında maksadın cehennem süresince azaptaki devamlılık
olduğu anlaşılmaktadır.
inkâra azgınların azapta kalış sürelerinden, oradaki mahrumiyetle
rinden, azabm gerekçelerinden, davranışlann kayıt altına alınmasından
ve sonuçta azaplarının artırılmasından söz edildikten sonra, şimdi de sıra
muttakîlere getirilmektedir.
ÂYETLER:
Bakara 2/; En'âm 6/; Yâsîn 36/54; Şûra 42/
Bakara 2/86, ; Âl-i İmrân 3/88; Nahl 16/85; Fâbr 35/
78/ NEBE' SÛRESİ 67
" Muhakkak ki muttakîler için de bahçeler, bağla:, birbiriyle
uyumlu eşler ve içi dolu kâselerden oluşan her türlü ödül vard: r. Onlar
orada boş bir lâkırdı da yalan da işitmezler. Bunlar, gökle: in, yerin ve
ikisi arasında bulunanların -Rahman olan- Rabbinin hesapsız 1: ir bağışı ve
mükâfatı olarak (verilecektir). (Bununla ilgili olarak o gün hiç İtimse) O'na
karşı konuşma imkânı bulamayacaktır."
Yüce Allah, Kuriân'da konulan anlatırken "çifterli anlatım tekniği"
kullanmaktadır. Yani hayır-şer, iyi-kötü, melek-şeytan, sevap-gipnah, ödül-
azap, dünya-âhiret, cennet-cehennem gibi karşıt-çiftli konulan peş peşe ele
almaktadır. Kuriân'daki bu kullanım özelliğine "rnesânî" oluşu da den
mektedir. Bu üslubu gereği Yüce Allah, önce azgın kâfirleri ve Hak ettikleri
azabı ifade ettikten sonra, şimdi de sırayı cennetliklere ve orada kendilerine
vereceği bazı ödüllere getirmektedir.
a) Takva - Muttaki - Kurtuluş - Ödül İlişkisi
Sûrenin bu bölümünde cennetliklerden söz edilmekte ve pdülü hak
edeceklerle ilgili takvâ kavramı gündeme getirilmektedir.
Ijlil dİ "Şüphesiz muttakîler için de ödül vardır." Âyetteki
el-muttakîn kelimesi "duyarlı insanlar, dinî duyarlılık salipleri, ko
runanlar", \j\Ju mefâz sözcüğü ise "kurtuluş, kurtuluş yeri" anlam lanna gel
mektedir.
Bu âyetin başındaki 01 inne edatı, cehennemden söz eden âyetteki
hitaba uygun olarak burada da cümlenin anlamını kuvvetlendirmek için
getirilmiştir.
ı. Takvâ Nedir?
Yüce Allah, azgın inkâralann karşıtı olarak takvâ sahipleri û günde
me getirmektedir. Şems 91/8'de de ifadeye çalıştığımız üzere tak tâ, "kötü
lüklerden korunabilme özelliği" dir. Asıl itibariyle v-k-y kökünden gelen
ve "korumak" anlamım veren takvâ kelimesi, ittekaa şeklinde beş harfli fiil
olarak "korunmak, sorumluluğunu bilmek, sorumlu davranmak, hassas ve
bilinçli olmak" demektir. Demek ki muttaki, "sorumluluğunu bilen, günah
lardan korunan, sorumlu davranan, hassas, bilinçli ve nihayet duyarlı kişi"
demektir.
Kelimenin bütün bu anlam alanım içine alacak şekilde düşünürsek
takvayı "duyarlı olmak", muttakîyi de "duyarlı kişi" olarak tercüme edebi
liriz. Takvâ duyarlılıktır; bu itibarla takvâ, bir taraftan fücûr denen kötülük
68 KISA SÛRELERİN TEFSİRİ H
lere karşı insanı uyarmakta, diğer taraftan iyilik yapabilmenin insandaki
potansiyelini harekete geçirmeye vesile olmaktadır. Bazı ilim adamları bu
kavram için "bağışıklık sistemi" yorumunu yapmaktadırlar ki bu anlam,
takvayı anlamada çok önemli bir ufuk kazandırmaktadır
Hz. Peygamber, takvanın, yani duyarlılık ve samimiyetin yerini "kalb"
olarak belirlemektedir Allah'a karşı takvanın, yani duyarlılığın herkesin
görevi olduğunu beyan eden Hz. Peygamber, Yüce Allah'tan takva iste
menin ve Allah'a karşı takvâ sahibi olmanın gereğine de vurgu yapmak
tadır İnsanın kendisiyle cennete gidebileceği değerin takvâ olduğunu
beyan eden Hz. Peygamber, gerçek ilmin de saygı ve Allah'a karşı takvâ
demek olduğunu ifade etmekte, müminin değerinin onun takvâsı oldu
ğunu belirtmektedir
"Takvâ"nın tanımını ve kavramla ilgili Hz. Peygamberim bazı hadis
lerini verdikten sonra çeşitlerini de sıralamak istiyoruz.
u. Takvâ Çeşitleri
a) Doğuştan Getirilen Takvâ
Takvâ kavramı Kur'ân'da çeşitleri ve sonuçlarıyla geniş bir anlam ve
kullanım alanına sahip kavramlardan biridir. Yüce Allah Şems 91/8'de
takvanın doğuştan getirilen boyutuna dikkat çekmekte ve fucûr ile birlikte
takvânm da insanın fıtratına, yani yaratılışına yerleştirildiğini beyan etmek
tedir. Her insanın yaratılışında sakınma ve korunma duygusu, kötülükler
den uzaklaşma ve doğruya yönelme eğilimi vardır, insandan bu özelliğine
yatırım yaparak yaşaması istenmektedir.
Bayraklı, age., XXI,
Hadis için bk. Ebül-Hüseyn Müslim b. Haccâc, el-Câmi'u's-Sahîh, İstanbul, , Birr, 32;
Ebû îsâ Muhammed b. îsâ et-Tinnizî, es-Sünen, İstanbul, , Birr, 18; Ahmed b. Hanbel, el-
Müsned, İstanbul, , II, , ; III, ,; IV, 66, 69; V, 24,
Hadis için bk. Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail el-Buhârî, el>Câmi'u's-Sahîh, İstanbul,
, İmân, 42; Tirmizî, De'avât, 45; Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd ibn Mâce, es-Sünen,
İstanbul, , Mukaddime, 6; Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimı, es-Sünen,
Beyrut, , Mukaddime,
Müslim, Zikir, 73; Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şu'ayb en-Nesâî, es-Sünen, Haleb, ,
İsti'âze, 13,
Süleyman b. Eş'as Ebû Dâvûd, es-Sünen, Beyrut, , Sünnet, 5; Tirmizî, ilim, 16; İbn Mâce,
Cihad, 8.
Ahmed. b. Hanbel, II,
D ârim i Mukaddime,
Mâlik b. Enes, el-Muvatta', İstanbul, , Cihâd,
78/ NEBE' SÛRESİ 69
Leyi 92/5'teki takva kelimesinin Leyi 92/8'deki istiğnanın karşıta oldu
ğunu da söylemeliyiz. Buna göre takvâ doğuştan getirilen duyarlılık ve so
rumluluk bilincidir; istiğna ise kendini yeterli görüp başka varlıklara karşlı
duyarsız olma anlamını vermektedir.
'Alak 96/12'deki takvâ ise 'Alak 96/11'deki hişdayetin sonucu olarak
verilmektedir. Hidayet bir varlığın yarayılış amacına uygun olarak şekil-
lendirilmesidir; insan için hidayet de fıtratına uygun olarak Miice Allah'ı
tek ilah olarak kabuyl edevbilme duyarlılığıdır. Buradan harek îtle doğuş
tan getirilen takvâ ile hidayetin birbiriyle olan ilişkisi ortaya çı cmakta, bu
iki değerin birbirini tamamlayan özelliğine dikkat çekilmiş olmaktadır.
b) Geliştirilen veya Olgunlaştırılan Takvâ
Bakara 2/'de takvanın sonradan kazanılan ve üzerine yatarım ya
pılan boyutuna dikkat çekilmektedir. Çünkü Bakara'daki bağlamda takvâ,
"en hayırlı azık" olarak tanıtılmakta ve insanlardan âhiret için azık hazırla
maları istenmektedir. Eğer bir şeye yatarım yapılıyor ve artması sağlanıyor
sa, o şeyin sonradan şekillenebilen veya değişebilen ya da geliştirilebilen
yapısı var demektir. İşte takvâ da "azık" olarak tanıtılmakta ve bu azık için
yatarım yapılması istenmektedir: Bu haliyle takvânın sonradan kazanılan
yapısı gündeme getirilmiş olmaktadır. Namaz, oruç, hacc, kurban, örtünme
gibi farz ibadetler özelinden hareketle bütün ibadetlerin aslında insandaki
takvayı geliştirmeye yardıma olduğunu belirtmeliyiz. Her bir ibadet takvâ
denizine akan bir ırmak mesabesindedir. Tesettürün anlam kazanması da
A'râf 7/26'da takva elbisesine bürünmüşlük şartına bağlanmıştır. Bu itibar
la ibadetlerdeki niyet ve eylem sağlandığı ile samimiyet takva denizinin
temiz ve arınmış oluşunu sağlayacaktır.
c) Örtü Olan Takvâ
Takvanın bir de "örtü" boyutu vardır. A'râf 7/26'da ele alındığı üzere
inşam çepeçevre kuşatan, onu tehlikelere karşı koruyup kollayan, insan için
adeta bir sığmak özelliği taşıyan bu boyutuyla takvâ, sahibinin muttaki ola
rak nitelendirilmesini sağlar.
Demek ki takvâ, insan için hem doğuştan getirilen bir korunma yete
neğidir; hem üzerine yatarım yapılan ve büyütülen bir değerdir; hem de
sahibini korunaklı ve duyarlı kılan bir imân, samimiyet, teslimiyet ve ihsân
göstergesidir.
70 KISA SÛRELERİN TEFSİRİ n
m. Takvanın Sonuçlan
a) Takvâ sahibi (muttaki) insan, kendisine şeytandan bir vesvese gel
diğinde hemen Yüce Allah'ı hatırlar, bütün organları adeta göz kesilir ve
insan bu haliyle derin bir duyarlılık sahibi olur
b) Takvâ'run, sahibine sağladığı en önemli kazanımlardan birisi, Yü
Allah'ın bu sayede inşam "Furkan" sahibi kılmasıdır. Enfâl 8/29'da belir
tildiği üzere iman edenler, eğer Allah'a karşı takvâ sahibi olurlarsa, yani
derin bir duyarlılık gösterirlerse Yüce Allah onlar için hırkan yaratacaktır.
Türkan, "doğruyu yanlıştan ayırt eden şey" veya "doğruyu yanlıştan ayırt
edebilme gücü" anlamına gelir. Bu durumda, Kur'ân'm da isimlerinden
olan "furkan" sahibi olmak, Kuriân'la bütünleşen bir hayatın, sahibine bah
şedilen muhteşem bir ödülle buluşması demektir.
c) Takvâ sahibi olabilmenin en önemli kazananlarından bir diğeri, en
sıkıntılı dönemlerde bile Yüce Allah'ın onun için mutlaka bir çıkış yolu ya
ratacağı müjdesidir. Talâk 65/'te bu husus ayrıntılı olarak ele alınmak
ta, takvâ sahibi bir insanın sahipsiz bırakılmayacağı ve hiç hesap etmediği
bir yerden nzıklandınlacağı belirtilmektedir. Yüce Allah'a güvenen kişiye
O'nun yeteceği, Allah'ın her şey için bir ölçü yarattığı, işlerde kolaylıklar
ihsan edeceği, sonuçta kişinin günahlarını örteceği ve onun ödülünü artıra
cağı da Talâk sûresinin bu âyet grubunda dile getirilmektedir.
d) Takvâ sahibi olabilmenin insana kazandırdığı değerler ve sonuçlar
dan bir başkası da, bunların hidâyet üzere oluşları ve sonunda kurtulanlar
araşma katılmalarıdır
e) Takvâ sahipleri için asıl kazanım ise, cennetin hazırlanmış olduğu
müjdesidir Nebe' sûresinin âyetinden itibaren, cennet nimetlerinden
bir bölümü hatırlatılmaktadır. Cennet ödülleriyle buluşmak sonuçtur; bu
nun sebebi ise, o ödülü hak edecek şekilde fedakârlık yapmaktır.
Takvâ sahibi olmanın kişiye kazandıracağı bazı nimetleri sıralamaya
çalıştık. Elbette Kuriân'da konuyla ilgili başka âyetler de vardır; ancak biz
bu kadarım zikretmekle yetinmek ve muttakîlerin kimler olduğu konusuna
değinmek istiyoruz.
Âyetler için bk. Âl-i İmrân 3/; A 'râf 7/
Bakara 2/5.
Bakara 2/5; Âl-i İmrân 3/; Ra'd 13/35; Hıcr 15/45; Nahl 16/; Sâd 38/49; Şu'arâ' 26/90;
Dühân 44/; Muhammed 47/15; Kaaf 50/31; Zâriyât 51/15; Kalem 68/34; Murselât 77/
78/ NEBE' SÛRESİ 71
ıv. Muttaki Kimdir?
Yukarıda takvâ kelimesinin anlamını incelerken de söyledi] jimiz üzere
muttaki "sorumluluğunu bilen, günahlardan korunan, sorumlı. davranan,
hassas, donanımlı ve bilinçli kişi" demektir. Kısaca takvâ "duyarlı olmak",
muttaki de "duyarlı kişi" anlamında kabul edilebilir. Bu duyarlılık bir taraf
tan şeytandan gelecek dürtü veya vesveselere karşı insana düzgün davra
nış özelliği kazandırırken, diğer taraftan da Yüce Allah'ın emir ve yasak
larına karşı nasıl davranılması gerekiyorsa o şekilde davranmayı öğretir.
Duyarlılık, çift taraflı işleyen bir değerdir ve insandaki bağışıklık sis
temi görevini yerine getirir. Hatalı davrananlara hatada ısrar etmeyip on
dan dönmeyi öğrettiği gibi, kişiye hatayı yapmadan önlem alma becerisi de
kazandım. Mikroplara karşı bağışıklık sistemi vücutta neyi ifade ediyorsa,
takvâ da küfre, inkâra ve günaha karşı onu ifade eder; dolayısıyla muttaki
insan için duyarlılık zirvede bir değerdir.
Muttakîlerin kimler olduğu konusunda Hz. Peygamber'derl bize gelen
ve inananlara yönelik olan şu hadisi hatırlatmakla yetineceğiz: Nebi (as),
"Benim dostlarım sadece muttakîlerdir" buyurmaktadır İşte muttaki ol
manın en önemli görüntüsü, Hz. Peygamber'in, dolayısıyla Yüce Allah'ın
dostluğunu kazanmaktır. Dostluğunu böyle belirleyenlerden olmayı niyaz
ediyoruz.
Bu ifadelerimizden sonra şimdi de muttakîlerle ilgili Kur'în'da sözü
edilen birtakım niteliklere değinelim.
v. Mutakkîlerin Kur'ân'daki Bazı Özellikleri
"Duyarlı kişiler" anlamım verdiğimiz muttakîlerin özelik] eri bağla
mında Kur'ân'da çeşitli bilgiler vardır. Bu anlamda bazı âyet gruplarını
sıralamak ve incelemek istiyoruz.
a) Bakara 2/ âyetler
Yüce Allah Kur'ân'ın resmî sıralamadaki ikinci sûresinin hemen ba
şında, KuPân'm muttakîlere yol gösterici olduğunu beyan etmek e, bu ara
da Fâtiha sûresinde sözü edilen "kendilerine nimet verilenler"i açıklamak
üzere muttakîlere ait bazı özellikleri saymaktadır.
1. "Gayba inanırlar." Muttakîlerin ilk özelliği tam ve şeksiz-şüphesi
bir şekilde gayba inanmaktır. Gayb, idraki aşan bütün hakikatler dt mektir
İslâm inancının sınır kapısı gayba imandır; güncel ifadeyle söylemek gere-
Ebu Dâvûd, Fiten, 1; Ahmed. b. Hanbel, V,
İslâmoğlu, age., s. 6.
72 KISA SÛRELERİN TEFSİRİ II
kirse, gayba iman, bir ülkeye giriş için ilk geçilecek yer anlamında güm
rük mesabesindedir. Gümrüğe uğramadan o ülkeye girilemez. Bu anlamda
gayba iman, "pasaport" görevini karşılamaktadır. İman olmadan davranış
lara ibadet adı verilmeyeceği için kurtuluşun olmazsa olmaz değeri "gayba
inanmak" tır.
2. "Namazı kılarlar." İmandan sonra, sırayı ibadet kavramı almak
ta ve ibadetlerin başma da "namaz" getirilmektedir. Bu özellik, dinin en
büyük değerleri arasmda çok önemli bir konuma sahiptir; o kadar ki, Hz.
Peygamber namazı "dinin direği" olarak tanıtmaktadır.
3. "Rızıklardan infak ederler." Bu cümle, ekonomik paylaşımın öne
mini ifade etmekte, dolayısıyla infâk, zekât, sadaka, fitre, fidye ve îsâr gibi
bütün değerleri içermektedir.
4. "Kuriân'a ve önceki vahiylere inanırlar." Bu özellik de İlâhî vahiy
lerdeki tabiat birlikteliğine vurguyu içerir. Muttakîler, İlâhî bilgilendirme
lerde ayınm yapmaz, peygamberleri ve kitaplan aynı gerçeklerin değişik
zaman ve mekânlarda dile getirilmesi olarak görürler.
5. "Ahirete gönülden inanırlar." Âhirete iman, muttaki olmanın bu
âyet grubundaki temelleri arasmdadır. Rablerine saygı duyup kıyâmetten
korkanların bu korkusu da aslında konunun âhiretle ilişkisi bağlamında
ele alınabilir. Dünyadayken âhiret bilinciyle yaşayan kişi, nasıl bir hayat
sürdürmesi gerektiğini bilir ve uğruna fedakârlık yaptığı bir âlemdeki ni
metleri hak edecek davranışları daha yürekten ve isteyerek gerçekleştirir.
b) Bakara 2/ âyet
Bu âyette Yüce Allah, takva ile birr denilen "dindarlık, takva, doğruluk,
gerçek iyilik ve istikamet"i aynılaşbrmaktadır. Bu âyette öncelikle birrin,
yani asıl dindarlığın ne olmadığı açıklanmaktadır: "Birr (gerçek dindarlık
veya takvâ), yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz değildir." Demek ki
bir insan, yüzünü doğuya veya batıya çevirerek "ben doğuluyum", "ben
batılıyım" demekle doğulu veya batılı olamaz. Aynı şekilde, kişi iyiliği kas
tederek, ancak sadece şekilsel olarak doğu veya batıya dönerek de iyi ola
maz veya iyiyi bulamaz.
Enbiyâ 21/
78/ NEBE' SÛRESİ 73
1. Muttaki, Bakara 2/3'e de uygun olarak önce inanç esasla]ıIlTU eksiksiz
ve şüphesiz bir şekilde kabul edendir. Ayete göre "birr; Allah'a âhiret gü-
nüne, meleklere, kitaba ve bütün peygamberlere iman etmektir.
2. Muttaki, ekonomik anlamda fedakârlık yapan kişidir, Âyete göre
"birr; akrabalara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, isteyıçnlere, köle
ve cariyelere, kendisi muhtaç olmasına rağmen, -sevdiğindi.m,ı, kendisi
muhtaç olmasına rağmen, sevdiğine, Allah'ı sevdiği için ve seve seve- ma-
lından vermektir."
3. Muttaki, ibadetleri yüksünmeden ve gönülden yapan kikidir. Âyet
göre "birr; namaz kılmak ve zekât vermektir." İyinin üçüncü unsuru, na
maz ve zekâttır. Allah'a olan namaz borcunu ödeyen ve fakirin hakkı olan
zekâtı veren kimse, ibadet yönünden kendini zenginleştirmekte lir.
4. Muttaki, sosyal içerikli ibadetleri ihmal etmeyen kişidir,
Âyete göre
"birr; sözleştikleri zaman sözlerini yerine getirmektir." Sözünii gereğini
yerine getiren ve ahde vefa gösteren insanların, iyiyi doğuda veya batıda
aramasma lüzum yoktur; onun bu davranışı bizzat iyinin kendisidir.
5. Muttaki, fedakârlık zamanında sabır gösteren kişidir. Âyete göre
"birr, sıkıntıda, hastalıkta ve savaşm kızıştığı zamanda sabır gösl erenin iyi
liğidir."
6. Muttaki, iman iddiasmda sadâkât sahibi kişidir. Âyete yöre "birr;
inanç ve uygulamasında doğru olanlardır ve işte onlar takvâ sahipleridir."
Özetle söylemek gerekirse, iman, sevdiği maldan fedâkârlık, namazı
kılmak, zekâtı vermek, sözünde durmak ve sabretmek iyinin binasını oluş
turan temel taşlardır. Demek ki Bakara âyet, bir taraftan takvayı, diğer
taraftan da doğru inşam tanımlamaktadır. Böylece takvaya giden yolun
hangi amellerden geçtiğini öğretmektedir ki bunlar iman, fedakârlık, iba
det, sabır ve sözünde durmak olarak sıralanmaktadır.
c) Âl-i İmrân 3/ âyetler
Bu âyetlerde muttaki özellikleri ve bunun muhsirı kelimesiyle ilişkisi
ortaya konulmaktadır.
1. "Muttakîler hem bollukta hem de darlıkta infak ederler.' Muttak
sadece imkânlan bol olduğu zamanda değil, dar olduğu anlarda da infak
etmeyi bilen kimsedir. Asıl maharet, darlıkta infak etmektir. Âyetin bu
kısmında yer alan "bolluk" ve "darlık" anlamına gelen kelimeler, ekono-
74 KISA SÛRELERİN TEFSİRİ H
mik manada alınabileceği gibi, psikolojik manada da alınabilir. Psikolojik
manada alındığında anlam, "Sevinçli ve sıkıntılı anlarında infak ederler"
şeklinde olur.
2. "Öfkelerini yutarlar." Muttakinin ikinci özelliği, öfkesini kontrol al
tında tutmasıdır. Ayetin bu kısırımda geçen kâzım kelimesi, lügatte "giz
lemek, örtmek, bastırmak, durdurmak" gibi anlamlara gelmektedir. Bu
manalarıyla kavram, psikolojik boyut kazanmaktadır. Hz. Peygamber bu
âyetin tefsirini yaparcasına şöyle buyurmuştur: "Öfkesinin gereğini yerine
getirebilecek güçte olduğu halde öfkesini yutan adamın kalbini Yüce Allah
güven ve imanla doldurur."
3. "İnsanları affederler." Âl-i İmrân 'teki "affetmek" ifadesi, Bakara
'de "borcu silmek" şeklinde yer almaktadır. Âl-i İmrân âyetin ba
şındaki infâk kelimesi ile irtibatlandırdığımız zaman, bu yorumun doğru
olduğunu söyleyebiliriz. Âyet, "borcunu ödeyemeyen ve gelecekte ödeme
ihtimali de olmayan bir kimsedeki alacağından vazgeçmek veya borcu ba
ğışlamak" anlamlarına gelebilir.
4. "Allah'ı görüyormuş gibi hareket ederler." âyetle âyetin
sonunda geçen muttakilerin nitelikleri açıklanmıştır. Buna göre, kendüeri
için gökler ve yer genişliğinde cennetin hazırlandığı muttakîler, bollukta ve
darlıkta infak edenler, öfkelerini yutanlar ve insanları affedenlerdir.
Böylece, takvanın hangi eylemlerle elde edileceğine başka bir açıdan
açıklık getirilmiş ve böylesi kimseler, âyetin sonunda muhsin sıfatıyla
vasıflandınlmıştır. Demek ki muttaki ile muhsin Zâriyât 51/'da da geç
tiği üzere, hemen hemen aynı anlama gelmekte ve aynı ruh olgunluğunu
ifade etmektedirler.
5. "Utanç verici bir iş veya kendilerine karşı bir haksızlık yaptıkların
da hemen Allah'ı hatırlarlar." Âyetin bu kısmında yer alan fâhışe kavramı,
genelde "zina" (İsrâ 17/32) ve "homoseksüellik" (A'râf 7/80) için kullanıl
maktadır. Aynca, "yüz kızartıcı ve utanç verici her davranış" anlamına da
gelmektedir. Demek ki müttatâ ve muhsinin de büyük günah işleme ihtimali
vardır.
6. "Günahlan için hemen istiğfar ederler." Günahtan sonra Allah'ı
hatırlamak, günahın farkına varmak anlamına gelir. Bu hatırlama, kişide
derin bir pişmanlık meydana getirir ve böylece günahları için Allah'tan af
Ebû Dâvûd, Edeb, 4.
78/ NEBE' SÛRESİ 75
diler. İşlediği günahlardan ötürü af dilemek, peygamber ahlâklı un bir par
çasıdır. Takva sahibi bir Müslüman, günahtan sadece Allah'ın bağışlaya-
bileceğinin bilincinde olur. Günahlarını affettirmek için başka bir mercie
yalvarmaz ve başkasını araa yapmaz.
7. "Günahlan Allah'tan başkasının bağışlayamayacağım b ilirler." Bu
âyette Yüce Allah, tevhid inana gereği kendisinden başkasının insanların
günahım affedemeyeceğine ve bu gerçeği muttakînin bilmesi gerektiğine
dikkat çekmektedir.
8. "Bile bile günahlarında ısrar etmezler." Önemli olan hus us, günah
işledikten sonra günahta ısrar etmeyip af dileyebilmektir. Alışkanlık haline
getirmeden, ısrar etmeden günahtan vazgeçmek ve af dilemek inşam şey
tan ahlâkından uzaklaştmr.
Şeytan ile inşam birbirinden ayıran en önemli özelliklerdim biri de
budur. Çünkü İblis işlediği günahtan dolayı af dilemedi, şeytar olup hu
zurdan kovuldu; ama Hz. Adem hatasından sonra tevbe etti, al diledi ve
bağışlandı. Nitekim takvâ sahibi insan, Nisâ' 4/ âyete göre tevbenin ka
bul edilmesinin en önemli şartlarından birinin de günahtan henen sonra
yapılması olduğunu bilir ve buna göre davranır
d) Zâriyât 51/ âyetler
Bu âyetlerde Yüce Allah, öncelikle muttakîlerin cennetlerde ve pınar
başlarında kendilerine verilecek nimetleri alacaklarım beyan etmektedir.
Daha sonra, bu tür nimete erişmelerinin aslmda muhsirt olmalarından kay
naklandığım beyan etmekte, hem muttaki olmanın hem de muhs n sıfatım
kazanabilmenin şartlarım sıralamaktadır.
1. "Gecenin az bir kısmında uyurlar." Muttaki ve Muhsin olabilme
nin bu âyet grubundaki ilk özelliği, "geceleyin az uyumak" şeklinde be
lirlenmiştir. Bu özellik, Yüce Allah'ın âyetlerine inanıp güvenerlerin ge
celeyin yataklarından ayrılmaları ve korku ve ümit içerisinde Kablerine
dua etmelerinden söz eden Secde 32/ âyetle uyumludur. Ayrıca yine
bu özellik, bir peygamber ahlâkı olan "geceleyin vahyin düşünii lmesi ve
kavranmasından söz eden Müzzemmil 74/ ve âyetleriyle de uyum
ludur.
Takvâ ve muttakîlerin özellikleri hakkında çeşitli yorumlar için bk. Bayraklı, age. H
76 KISA SÛRELERİN TEFSİRİ H
2. "Seher vakitlerinde istiğfar ederler." Bu özellik bir öncekinin deva
mı gibi de kabul edilebilir ve bağıtlanmak için Yüce Allah'a yalvaran kulla
rın çeşitli özelliklerinin sayıldığı Al-i İmrân 3/17 ile de aynı mesaja sahiptir.
3. "Mallarında, isteyebilen ve isteyemeyen muhtaçların payı vardır."
Bu özellik, söz konusu ldşilerin ekonomik yükümlülüklerini yerine getir
diklerini beyan etmektedir.
Kuriân'da muttakîlerin daha başka özellikleri de elbette
zikredilmektedir;16* ancak biz bu kadarıyla yetinip, muttakîlere âhirette ve
rilecek ödüller konusuna geçmek istiyoruz.
b) Muttakîlere Verilecek Bazı Ödüller
Nebe' sûresinin âyetinde Yüce Allah, muttakîlere verilecek ilk ödü
lü dile getirmekte ve bunun arzu edilen büyük kurtuluş olduğuna dikkat
çekmektedir.
ı. İlk Ödül Cennet'tir
IjLL* "Şüphesiz muttakîler için de ödül vardır." Ayetteki IjU*
mefâz kelimesi "ödül, kurtuluş, kurtuluş yeri, mutluluk yurdu, korku ve
acılardan kurtulup gayelere erişmek" demektir.
Maksat eğer "ödül veya kurtuluş yeri" ise o zaman muttakîlerin ilk
ödülünün "cennet" olduğunu söylemek durumundayız. Kuriân'da bu kök
ten gelen kelimelerin kullanımına bakıldığında, birkaç örnek olarak/âze,
efûze,m el-fâizûn,lm mefâz ve mefâze kelimeleri görülmektedir. Söz konu
su kelimenin daha çok el-fevz kalıbındaki kullanımları dikkati çekmekte ve
bu kullanım da, el-mübîn ve el-kebîr dışında pek çok âyette el-'azîm sı
fatıyla getirilmektedir. Bu kullanımların yine pek çoğunda el-fevz kelimesi
"cennetteki ödüllerle buluşmak" anlamında yer almakta veya cennete gir
menin sonucundaki hali ifade etmektedir.
Buradan hareketle biz, Nebe' 31'deki mefâz kelimesinin, azabın içinden
kurtulup cennete girmeyi değil, azaba hiç girmeden cennete alınmayı ifade
ettiğini düşünmekteyiz.
Muttakîlerin özellikleri hakkında aynca bk. Enbiyâ 21/
Âl-i İmrân 3/; Ahzâb 33/
Nisâ' 4/
Tevbe 9/20; Mü'minûn 23/; Nûr 24/52; Haşr 59/
Nebe' 78/
Âl-i İmrân 3/; Zümer 39/
En'âm 6/16; Câsiye 45/
Burûc 85/
78/ NEBE' SÛRESİ 77
Azaptan uzak tutulup cennete almanlar kurtulanlardır Allah'a ve
Elçi'sine itaat edenler büyük kurtuluşu elde edenlerdir Enbiyâ 21/ ve
âyetlere göre, kendilerine güzellik yazılan ödül sahipleri cehennemden
uzak tutulmuş olacaklardır ve ateşin uğultusunu dahi işitmeya eklerdir
İşte muttakî olmanın âhiretteki ilk sonucu azaptan kurtuluştur.
ıı. Bahçeler ve Bağlar
l î lü lj "(Orada)^bahçeler ve bağlar (vardır)." Âyeiteki jjî U i
hadâtk kelimesi "bahçeler", lîlle-l a'nâb sözcüğü ise "üzüm, üzü:;n bağlan"
demektir.
Cennet7teki nimetlerin bir grubu "bağlar ve bahçeler" dir. Hadîka keli
mesinin çoğulu olan hadâık kelimesi, "suyu olan ve içinde çeşit çı:şit meyve
ağaçlan ve çiçekleri bulunan, etrafı duvarlarla çevrili bahçeler" anlamına
gelmektedir.
'Ineb kelimesinin çoğulu olan a'nâb ise diğerinden az da olsa farklıdır.
Bu kelime, aşmalı bitki ve meyveleri nitelendirmekte, hatta hem bağın hem
de üzümün adı olarak kullanılmaktadır. Bu iki kelime, Cennet'l eki bütün
bitki ve meyve türlerini kapsayan bir anlam alanına sahiptir. "Parçayı ana
rak bütünü kastetme" kuralı gereği, bütün bahçe ve meyveler bu şekilde
ifade edilmiş olmaktadır.
ııı. Uyumlu Eşler
■,\jSj "(Orada) birbiriyle uyumlu eşler (vardır)." Âyetteki
Cs-\'£ kevâ'tb kelimesi "eşler, genç kızlar", lîly I etrâb sözcüğü ise "uyumlu,
yaşıt" demektir.
a) Özellikle belirtmeliyiz ki kevâ'tb kelimesinin çeşitli ianlamla-
n vardır. Bunları detaylandırarak vermek istemiyoruz; sadece tercihimizi
ortaya koymakla yetineceğiz. Biz söz konusu kelimenin "kaliteli, değerli"
anlamını tercih ederek, cenneti hak eden erkek veya kadın herkesin ödülü
olabilecek "harika eşler" anlamına gelebileceği kanaatindeyiz. Çünkü bu
kelimenin dişili de erkeği de aynı kalıpta gelmektedir; anlam öze İlikle cin
siyet içerikli olarak kadınlan nitelendiren bir alana sıkıştırılmama lıdır.
Al-i Imrân 3/
Ahzâb 33/
Yüzü ağaranlann Allah'ın rahmetinde, yani cennette olacağı ve orada uzun süre kalacakların
dan söz eden âyete (Âl-i İmrân 3/) göre de, bu zafer veya kurtuluş azaptan ya dal cehennem
den sonra cennete gitmek şeklinde anlaşılmamalıdır. RâzTnin belirttiği gibi buradaki kurtuluş,
arzu edilen nimetlerle buluşturulmak demektir; yoksa azabın içinden kurtulmak değildir (Râzî,
age., X X X I 21). T
78 KISA SÛRELERİN TEFSİRİ H
Cennetliklere verilecek ödüllerin sıralandığı başka bir pasajda ve etrâb
kelimesinin nitelendirdiği 'urub kelimesi vardır. Vâkı'a 56/37'de geçen ‘urub
kelimesine "sevgi dolu" anlamı verilince, kevâ'ıb sözcüğünün de benzer bir
anlamda kullanıldığını düşünmek hatalı olmasa gerektir. Bu nedenle, söz
konusu kelimeyi "kaliteli, değerli" anlamında yorumlamak diğer tercihlere
göre ve Kur'ân kullanımlan doğrultusunda daha doğru görülmelidir.
b) Âyetteki lîl^îl etrâb kelimesi ise âlimlerimizin de tercihi doğrultu
sunda "yaşıt, denk, uyumlu" anlamlarına gelmektedirBu kelimenin tıp
kı kevâ'ıb ve hür gibi dişili ile erkeği aynıdır; birlikte kullanıldığı isimlere
denkliği ifade eder.
Cennete gidecek olan muttakîlere verilecek nimetler, önce "kurtuluş"
veya "kurtuluş yeri anlamında cennet", sonrasında çeşit çeşit "bahçeler,
bağlar" ve tabii ki her türden meyveler şeklinde belirlenmektedir. Bununla
birlikte o güzelliklerin daha bir anlamlı olması için, harika, uyumlu ve bir
birine denk eşlerin de ödüller arasmda yer alacağı ifade edilmiş olmaktadır.
Bu eşlerin mahiyetini dünyevî yorumlarla algılamak ve tarif etmek müm
kün değildir. Bunlar cennete gidilince hakikati kavranabilecek eşler olarak
kabul edilmek durumundadır. Özellikle bu tamlamaya "genç kızlar" anla
mım verip de âyetin mesajım ve cinsiyet ayırımı yapmadan bütün mümin
leri kapsayan içeriğini daraltmamak gerekmektedir.
ıv. Dolu Kâseler
^0 A •*
lilij li l S j "(Orada) içi dolu kâse(ler vardır)." Âyetteki ke's kelime
si "kâse, kadeh", lilij dihâk sözcüğü ise "dopdolu, taşan" demektir.
a) Dolup taşan kadehlerden kasıt, cennet ırmaklarından sunulacak
içecekler olarak algılanabilir. Nitekim İnşân 76/5'te, ebrâr demlen "iyiler"in
cennette hoş kokulu çiçekler ile tatlandırılmış bir kâseden içecekleri beyan
edilmektedir. Aynca Vâkı'a 56/'de, cennetliklere tertemiz kaynak su
larından doldurulmuş kâseler, ibrikler ve fincanlarla servis yapılacağı be
lirtilmektedir. Kuriân'da su kaynaklan, bahçeler, meyveler, yiyecekler ve
yaşanacak huzur anlamında pek çok örnek âyet vardır
Onların karşılanacağı bu su, aslmda dünya hayatlarındaki
fedakârlıkların karşılığı olarak kabul edilmelidir. Bunlar müminlerin dün-
Bu anlamlar için bk. Muhammet! Esed, Kur'ân Mesajı Meal-Tefsir, ter. Cahit Koytak, Ahmet
Ertürk, İstanbul, , s. 'de not; İslâmoğlu, age., s. 'te 3. not.
Bazı örnekler için bk. Hıcr 15/45; Sâd 38/; Dühân 44/; Muhammed 47/15; Zâriyât
51/15; Tur 52/23; Kamer 54/54; Rahman 55/50,66; Vâkı'a 56/; Kalem 68/34; Murselât 77/;
Mutaffifûn 83/; Ğâşiye 88/
78/ NEBE' SÛRESİ 79
yada Allah korkusuyla döktükleri gözyaşlarının veya yürekleriyle ortaya
koydukları samimiyet ve iyilik pınarlarının karşılığı olarak kabul edilmeli
dir Hatta haram olduğu için yanaşmadıkları sarhoşluk verici içeceklerin
yerine, Yüce Allah onlara cennet meşrubatı sunacaktır. Onlar dindeki ihlâs
ve samimiyetleriyle gönüllerini doldurmuştu; işte bu gönüllerin beslediği
iman cennette ikrama dönüşmüş olacaktır.
b) Biz burada suyun veya kâselerin yapısı ya da kaynağı ınlamında
detaya girmeyeceğiz; ancak bu kâselerle sunulan şeyin mecâzî olarak mut-
luluk anlamına da gelebüeceğini ifade etmek istiyoruz. Cennette nimetlerle
buluşmak, yaşanabilecek güzelliklerin insana vereceği derin haz ve mutlu-
luğun göstergesi olacaktır.
c) Muttakîlere sunulacak bu nimetleri, azaptaküerin isteyip elde ede
medikleri ve kendilerine servis edüen şeylerle karşılaştırmamız da müm
kündür. Azgın kâfirler cehennemde gölgelik veya serinlik isteyecekler, an
cak buna sahip olamayacaklardır. İşte bunun cennetteki zıddı, n uttakîlere
sunulacak bahçeler ve bağlardır. Azgın inkarcılar meşrubat isteyecekler,
ancak bundan da mahrum bırakılacaklar ve kendilerine kaynar su üe irin
verilecektir. Cennetliklerin bu anlamda elde edeceği ödül ise dopdolu
kâseler olacaktır.
Yüce Allah, kendi rızasını gözeterek fedakârlık yapanlara hık ettikle
rinden çok daha fazlasını ikram edecek, azgın inkârcılan ise azö pta derin
bir hasretlik ortamına terk edecektir. Yüce Allah'tan, bizleri de rimet ver
diklerinin araşma katmasını ve hasrete terk ettiklerinden uzak tutmasını
niyaz ediyoruz.
v. Cennette Boş Söz ve Yalan Yoktur
lîli£ Y j tjJ J û V "Onlar orada boş bir lâkırdı da, yalan da işit
mezler." Âyetteki Ijîl lağv kelimesi "boş söz, lakırdı", kizzâb'■b S:zcugu
ise "yalan" demektir.
a) Bu âyette Yüce Allah, cennet hakkında başka bir açıdan bilgi ver-