© Куталмыш С. Л., адаптация текста, комментарии, упражнения, словарь, 2023
© ООО «Издательство АСТ», 2023
Омер Сейфеддин родился 28 февраля 1884 года в городе Генене в семье майора Омера Шевки. В Стамбуле Омер Сейфеддин окончил юнкерское училище и получил звание прапорщика пехоты. Литературой он начал интересоваться еще во время учебы: в 1900 г. в журнале «Литературный журнал» (“Mecmûa-i Edebiyye”) было опубликовано его первое стихотворение «Застывшее чувство» (“Hiss-i Müncemid”), а позже в этом же журнале вышло еще пятнадцать его стихов, два из которых были белыми.
На втором курсе юнкерского училища Омер Сейфеддин опубликовал в газете «Утро» (“Sabah”) рассказ «Снисходительность старика» (“İhtiyarın Tenezzühü”).
Профессионально заниматься литературой Омер Сейфеддин начал только во время службы; в этот период его стихотворения и рассказы публиковались в различных журналах. Он служил с 1903 года по 1910 год, и тогда некоторое время преподавал в военном училище.
В 1910 году, выплатив сумму, которая была потрачена государством на его образование, Омер Сейфеддин по собственному желанию уволился со службы. Он переехал в Салоники, которые являлись одним из культурных центров Османской империи, и посвятил себя литературе, начав писать статьи для журнала «Молодые перья» (“Genç Kalemler”), который выпускал совместно с поэтом Али Джанибом и писателем Зией Гекальпом, и газеты «Дунай» (“Tuna”).
Во время Балканской войны (1912–1913) Омер Сейфеддин попал в плен к грекам, где провел почти год. Освободившись из плена, он вернулся в Стамбул и полностью сконцентрировался на литературе. Помимо своей основной деятельности – преподавания литературы в лицее Кабаташ, где работал вплоть до своей смерти 6 марта 1920 г., – Омер Сейфеддин состоял в Обществе турецкого языка, организованном при Стамбульском университете, писал и публиковал стихи и рассказы. Был похоронен на кладбище в районе Меджидиекей в Стамбуле.
Творчество Омера Сейфеддина ярко представляет литературу эпохи Танзимата. Его рассказы являются одними из первых в турецкой литературе, язык которых стремится к ясности, лаконичности и реалистичности. Зачастую произведения Омера Сейфеддина носят саркастический характер. Ранние произведения автора отличаются бескомпромистностью и настойчивостью, в то время как поздние рассказы характеризуются более тонким юмором. В этом сборнике представлены рассказы разных лет: от наиболее ранних (“Bomba”, 1911; “Beyaz Lâle”, 1912) до относительно поздних (“Pembe İncili Kaftan”, 1917; “Yüksek Ökçeler”, 1919), что дает возможность читателю получить более полное представление о творчестве Омера Сейфеддина.
Hatice Hanım varlıklı bir hanımdı. Merakı, temizlik ile namusluluktu. Göztepe’deki köşkünü hizmetçisi Eleni ve evlatlığı Gülter ile her sabah beraber temizlerdi. Aşçısı Mehmet’i her gün tıraş ettirirdi. Zavallı oğlanı beyaz elbiseler giymeye mecbur ederdi[1]. Eleni de, Gülter de, son derece namusluydular. Evde kir, toz kalmazdı, paralar meydanda dururdu. Hatice Hanım köşkten hiçbir yere çıkmazdı. Bütün gün odaları dolaşır, mutfağa inerdi.
Hatice Hanımın temizlik ve namus merakından başka bir de yüksek ökçeli ayakkabı merakı vardı. Boyu kısaydı ve evin içinde bile yüksek topuklu ayakkabı giyerdi.
Bu yüksek topuklarla merdivenlerden takır takır[2] bir aşağı, bir yukarı koşardı. Nihayet başı dönmeye başladı[3], doktoru çağırdı. Doktor:
– Bütün rahatsızlığınıza sebep bu topuklardır hanımefendi, dedi, onları çıkarın. Rahat, yünden, yumuşak bir terlik giyin. Hiçbir şeyiniz kalmaz.
Hatice Hanım terlik aldı. Hakikaten rahattı. İki gün içinde başı iyileşti. Vücudu rahat oldu ama ruhu derin bir azap duydu. Dokuz yıllık adamlarının iki gün içinde ahlakları bozulmuştu. Gördü ki Eleni kendi diş fırçasıyla ağzını yıkadı, Mehmet etsiz gününde bol et yedi.
– Ne oldu bunlara Ya Rabbim? Bunlara ne oldu böyle? diyordu.
Ertesi gün biraz geç kalktı. Aşağıya indi, Gülter’le Eleni meydanda yoktu. Mutfağa gitti. Aşçı Mehmet ocağın yanında banka oturmuş, dizlerine Eleni’yi oturtmuş. Hatice Hanım bu rezaleti görmemek için hemen gözlerini kapattı. Fakat kulaklarının kapağı yoktu; seslerini duydu.
Mehmet Eleni’ye:
– Gece niçin gelmiyorsun? Sana helva yaptım, dedi.
Eleni:
– Yakalanacağız! Sonra hanım bizi kovacak, diye cevap verdi.
Kapalı gözlü Hatice Hanım merakla dinledi. Mehmet:
– Ah o terlikler! dedi, her işimizi bozdu. Hanım ne zaman yaklaşıyor, hiç anlayamıyoruz! Eskiden ne iyiydi! Yüksek topukların takırtısından evin en üst katında hanımı duyardık.
Hatice Hanım dayanamadı. Gözlerini açtı:
– Sizi hırsız namussuzlar! Defolun şimdi evimden! diye bağırdı.
Bu dokuz yıllık sadık hizmetçilerini hemen kapı dışarı etti.
Aşçı, işçi… hepsi hırsız, namussuz çıkıyorlardı. Tam iki yıl düzgün bir adamla karşılaşamadı. Baktı olmayacak! Yine yüksek topuklu ayakkabı giydi. Hizmetçilerinin hırsızlıklarını, namussuzluklarını bir daha göremedi. Bir zaman sonra yine başı dönmeye başladı. Fakat tekrar terlik giymeyi düşünmüyordu[4],
– Hiç olmazsa şimdi yüreğim rahat ya… diyordu.
(‘‘Zaman’’ gazetesi, 1919)
1. Заполните пропуски нужным словом.
a. Eleni de, Gülter de, son derece ______________ydular.
b. Hatice Hanım evin içinde bile ________________ ayakkabı giyerdi.
c. Mehmet etsiz gününde ____________________ yedi.
d. Mehmet Eleni’ye, ‘‘Sana ____________________ yaptım’’, dedi.
e. Hatice Hanım tekrar ____________________ giymeyi düşünmüyordu.
2. Составьте фразы, расставив слова в верном порядке.
a. beyaz elbiseler / Hatice Hanım / mecbur ederdi / aşçısını / giymeye
b. çıkmazdı / köşkten / Hatice Hanım / hiçbir yere
c. Hatice Hanımın / vardı / merakı / yüksek ökçeli ayakkabı
d. rahatsızlığınızın / Bu topuklar / sebebi / sizin
e. Hatice Hanımın / bozuldu / dokuz yıldır / adamların / tanıdığı / ahlakları iki gün içinde
3. Составьте словосочетания, соединив существительное с глаголом.
a. köşk – 1. açmak
b. para – 2. temizlemek
c. aşçıyı – 3. dinlemek
d. gözleri – 4. tıraş ettirmek
e. merakla – 5. meydanda durmak
4. Ответьте на вопросы.
a. Hatice Hanımın köşkü nerede bulunurdu?
b. Hatice Hanıma göre aşçısı Mehmet ne zaman tıraş olmalıydı?
c. Hatice Hanım temizlik sever miydi?
d. Ahmet ile Eleni neden Hatice Hanımı duymadılar?
e. Doktor Hatice Hanıma ne dedi?
5. Определите, верны (doğru) фразы, или нет (yanlış).
a. Hatice Hanım yüksek topuklu ayakkabı sevmezdi.
b. Doktor Hatice Hanıma, ‘‘Terlik giy’’, dedi.
c. Hatice Hanım her gün et yerdi.
d. Aşçısı Mehmet beyaz elbiseler giymeyi severdi.
e. Mehmet Eleni’ye helva yaptı.
1. a. Eleni de, Gülter de, son derece namusluydular.
b. Hatice Hanım evin içinde bile yüksek topuklu ayakkabı giyerdi.
c. Mehmet etsiz gününde bol sosis yedi.
d. Ahmet Eleni’ye, ‘‘Sana helva yaptım’’, dedi.
e. Hatice Hanım tekrar terlik giymeyi düşünmüyordu.
2. a. Hatice Hanım aşçısını beyaz elbiseler giymeye mecbur ederdi.
b. Hatice Hanım köşkten hiçbir yere çıkmazdı.
c. Hatice Hanımın yüksek ökçeli ayakkabı merakı vardı.
d. Bu topuklar, sizin rahatsızlığınızın sebebi.
e. Hatice Hanımın dokuz yıldır tanıdığı adamların ahlakları iki gün içinde bozuldu.
3. a. 2. köşk temizlemek – чистить загородный дом;
b. 5. para meydanda durmak – лежать на открытом пространстве (о деньгах);
с. 4. aşçıyı tıraş ettirmek – заставлять бриться повара;
d. 1. gözleri açmak – открыть глаза;
e. 3. merakla dinlemek – слушать с интересом.
4. a. Hatice Hanımın köşkü Göztepe’de bulunurdu.
b. Hatice Hanıma göre aşçısı Mehmet her gün tıraş olmalıydı.
c. Evet, Hatice Hanım temizlik severdi.
d. Mehmet ile Eleni Hatice Hanımı duymadılar çünkü o terlik giyerdi.
e. Doktor Hatice Hanıma, ‘‘Terlik giyin, hiçbir şeyiniz kalmaz’’, dedi.
5. a. yanlış, çünkü Hatice Hanım yüksek topuklu ayakkabı severdi;
b. doğru;
c. yanlış, çünkü ara sıra Hatice Hanım etsiz günler yapardı.
d. yanlış, çünkü Hatice Hanım aşçısı Mehmet’i beyaz elbiseler giymeye mecbur ederdi.
e. doğru.
Büyük kubbeli serin divan, bugün daha sakin, daha gölgeliydi. Pencerelerinden süzülen[5] mavi, mor bahar ışıklarında çinilerin yeşil rengi koyulaşıyordu. Yüksek ipek şiltelerde oturan vezirler yorgundu. Onlar, önlerindeki[6] halının renkli nakışlarına bakıyorlardı. Uzun beyaz sakalını zayıf eliyle tutan ihtiyar sadrazamın sönük gözleri, mevcut olmayan[7] noktalara dalıyordu.
– Cesur bir adam lazım, paşalar… dedi, biz elçisine padişahımızın elini öptürmedik, ancak dizini öpmesine müsaade ettik. Şüphesiz o da mukabele etmeye çalışacak[8].
– Şüphesiz.
– Hiç şüphesiz.
– Mutlaka…
Vezirler Sadrazamın fikrine tamamıyla katılıyordu. Sadrazam bunu anladı ve fikrini daha açık söyledi:
– O halde bizden elçi gidecek adamın çok cesur olması lazım! Öyle bir adam ki, ölümden korkmasın. Devletin şanına dokunacak hareketlere karşı koysun. Ölüm korkusu ile uğrayacağı hakaretlere boyun eğmesin…
– Evet!
– Hay, hay.
– Çok doğru…
Sadrazam, sakalından elini çekti ve dizine dayadı. Doğruldu. Başını kaldırdı. Vezirlere ayrı ayrı baktı.
– Haydi öyleyse… Bir cesur adam bulun, dedi. Hâcegân’dan, Enderun’dan, Divan’dan benim aklıma böyle adam pek gelmiyor. Siz de düşünün bakalım.
Sofu ve sakin padişahın koca devletinin sessiz ve küçük bir dimağı olan divan, düşünmeye başladı.
Bu elçi, yedi sene sonra her gururunun, her cinayetin cezasını bir anda gören Şah İsmail Safevi’ye[9] gönderilecekti[10]! Şah İsmail, serseri bir saltanat kurmuştu. Geçtiği yerlerde dikili ağaç bırakmayan babasıyla, büyük babası[11] Cüneyd’in intikamını aldı, bundan dolayı delice bir gurura kapıldı. Kuduran Şah; akla gelmedik[12] canavarlıkla sağına, soluna[13] saldırıyordu.
Gençliğini ata binmekten, cirit oynamaktan, silah kullanmaktan ziyade kitapla geçiren Padişah Bayezid-i Veli’nin[14] karakteri son derece yumuşaktı. Yalnız şiiri, hikmeti, tasavvufu sever; muharebeden, mücadeleden nefret ederdi. Vezirler, sevgili padişahının sükûnunu bozmamayı en büyük vazifeleri sayarlardı. Bayezid’in sakin dindar vezirleri; Şah İsmail’in vahşetlerini hatırlamaya dayanamazlardı[15]. Bu zalim, bir gün mutlaka bizim hududumuza da tecavüz edecek; doğu eyaletlerimizi ele geçirecekti. Bunu herkes biliyordu. Geçen yıl Zülkadiriye hakimi Alaüddevle’den[16] nikahla kızını istemişti. Alaüddevle, kızını vermedi. Şah İsmail, bu red hareketinden hiddetlendi; intikam için padişahın toprağından geçti, müdafaasız Zülkadiriye arazisine girdi; Diyarbakır, Harput kalelerini[17] aldı. Sarp bir dağa kaçan Alaüddevle’nin oğlu ile iki torunu eline esir düştü. Savaş istemeyen padişah, Ankara’ya Yahya Paşa kumandasında bir ordu göndermekten başka bir şey yapamadı. Bu Şah, zalim olduğu kadar da kurnazdı…
Osmanlı toprağına geçtiği için özür diliyor[18], birbiri ardına[19] elçiler gönderiyordu. O zaman Trabzon valisi[20] olan Şehzade Yavuz[21], babası gibi sabredememiş; Tebriz hududunu geçmiş; Bayburt’a, Erzincan’a[22] kadar her tarafı talan etmiş; hatta Şah’ın kardeşi İbrahim’i esir almıştı. Şah İsmail’in elçisi, şimdi bu tecavüzden de şikayet ediyor, Osmanlı toprağına son akınlarının, padişahın devletine karşı değil sırf Alaüddevle aleyhine olduğunu tekrarlıyordu. İşte divanda bu kurnaz, bu zalim, gaddar kişiye gönderilecek münasip bir elçi bulunamıyordu; çünkü kendisini Osmanlı hakanıyla bir tutan[23] bu serseri; karşısında devleti temsil edecek, münasebetsizliklerine mukabele edeni ihtimal akla gelmedik kaba bir vahşetle öldürecekti. Sadrazamın sağındaki hareketsiz duran kırmızı tuğlu kavuk[24], yerinden oynadı. Yavaş yavaş sola döndü:
– Ben tam bu elçiliğe münasip bir adam biliyorum, dedi, babası benim yoldaşımdı. Ama devlet memuriyeti kabul etmez.
– Kim!
– Muhsin Çelebi.
Sadrazam bu adamı tanımıyordu. Sordu:
– Burada mı oturuyor?
– Evet.
– Ne iş yapıyor?[25]
– Biraz zengindir. Vaktini okumakla geçirir. Siz onu tanımazsınız efendim. Hiç büyüklerle sohbet etmez. İkbal istemez.
– Niye?
– Bilmem ama belki zararlı diye.
– Tuhaf…
– Fakat çok cesurdur. Doğrudan ayrılmaz. Ölümden çekinmez. Yüzünde kılıç yaraları vardır.
– Bize elçi olmaz mı?
– Bilmem.
– Bir kere kendisini görsek…
– Bilmem, çağırınca[26] ayağınıza gelir mi?
– Nasıl gelmez?
– Gelmez işte… Dünyaya minneti yoktur. Şah’la geda onun için birdir.
– Devletini sevmez mi?
– Sever sanırım.
– O halde biz de kendimiz için değil, devletine hizmet için çağırırız.
– Tecrübe buyurun efendim.
Sadrazam, o akşam mektubunu Muhsin Çelebi’nin Üsküdar’daki evine gönderdi. Devletin, millete dair[27] bir iş için kendisiyle konuşacağını, yarın mutlaka gelmesini yazıyordu.
Sabah namazından sonra, Hint kumaşından ağır perdeli, küçük, loş bir odada kâtibinin bıraktığı kağıtları okurken Sadrazam’a Muhsin Çelebi geldi diye haber verdiler.
– Getirin buraya… dedi.
İki dakika geçmeden[28] odanın sedef kakmalı ceviz kapısından palabıyıklı, iri, levent, şen bir adam girdi. İnce siyah kaşlarının altında iri gözleri parlıyordu. Belindeki silahlık boştu. Sadrazam bir an eteğine kapanılmasını bekledi. Fakat adam şaşkın duruyordu. Sadrazam söyleyecek bir şey bulamadı. Böyle göğsü ileride, kabarık, başı yukarı kalkık bir adamı ömründe ilk defa görüyordu. Kubbe vezirleri bile huzurunda iki büklüm[29] duruyordu. Muhsin Çelebi, gayet tabii bir sesle sordu.
– Beni istemişsiniz, ne söyleyeceksiniz efendim?
– Şey…
– Buyurunuz efendim.
– Buyur oğlum, şöyle otur da…
Muhsin Çelebi, çekinmeden, sıkılmadan, ezilip büzülmeden[30], gayet tabii bir hareketle kendisine gösterilen şilteye oturdu. Sadrazam, hâlâ ellerinde tuttuğu kâğıtlara bakarak[31] içinden: ‘‘Ne biçim adam?[32] Acaba deli mi?’’ diyordu. Halbuki… hayır. Bu oğlan gayet akıllı bir insandı! Muhtaç olmayacak kadar bir serveti vardı. Ormanın arkasındaki büyük mandıra ile büyük çiftliğini işletir, namusuyla yaşar, kimseye kötülük etmezdi. Zayıflara, gariplere bakar; sofrasında hiç misafir eksik olmazdı. Dindardı. Din, millet, padişah aşkını kalbinde duyanlardandı[33]. Devletinin büyüklüğünü bilirdi. Yaşı kırkı geçiyordu. Önünde açılan ikbal yollarından daha hiç birine sapmamıştı. Bu altın kaldırımlı, mine çiçekli, cenneti andıran nurani yolların nihayetinde, daima kirli bir etek mihrabı bulunduğunu bilirdi. İnsanlık, ona göre[34] çok yüksek, çok büyüktü. İnsan, Allah’ın bir halifesiydi. Allah, insana kendi ahlakını vermek istemişti. Kuyruğunu sallaya sallaya[35] efendisinin pabuçlarını yalayan köpeğe yaltaklanma pek yakışırdı; ama, insana… Muhsin Çelebi, her türlü zilleti hazmederek ikbal tepelerine iki büklüm tırmanan maskara heriflerden nefret ederdi. Hatta bunları görmemek için insanlardan kaçmıştı. Yalnız muharebe zamanları, Gureba Bölüklerine[36] kumandanlık için meydana çıkardı. Serbest ve tabii oturuşu, Sadrazamı çok şaşırttı. Ama kızdırmadı:
– Tebriz’e bir elçi göndermek istiyoruz. Tarafımızdan sen gider misin, oğlum?
– Ben mi?
– Evet.
– Ne münasebet?
– Aradığımız gibi bir adam bulamıyoruz da…
– Ben, şimdiye kadar devlet memuriyetine girmedim.
– Niçin girmedin?
Muhsin Çelebi biraz durdu. Yutkundu. Gülümsedi:
– Çünkü ben boyun eğmem, el etek öpmem, dedi, halbuki devletliler, mevkilerine hep boyun eğer, el etek hatta ayak öperler ve etraflarına daima hep bu çirkin hareketleri tekrarlayanları toplarlar. Mert, doğru, hür, vicdanının sesine kulak veren bir adam gördüler mi hemen onu mahvetmeye çalışırlar. Gedik Ahmet Paşa[37] niçin hançerlendi, paşam?
Sadrazam, yavaşça dişlerini sıktı. Gözlerini süzdü. Tuttuğu kağıdı buruşturdu. Hiddetlenemiyordu. Ama yanaklarına bir titreme geldi. Vezirken değil, hatta daha beylerbeyi iken bile karşısında kimse böyle dümdüz laf söyleyememişti. Tekrar ‘‘Acaba deli mi?’’ diye düşündü. Deli değilse… bu ne küstahlıktı? Gözlerini daha beter süzdü. İçinden, ‘‘Şunun başını vurdursam…’’ dedi. Kapıcılara bağırmak için ağzını açacaktı. Ansızın vicdanının sesini işitti: ‘‘İşte, sen de yalakalık, riya, dalkavukluk yollarından yükselenler gibi serbest, düz bir lafı çekemiyorsun! Sen de karşında mert bir insan değil, ayaklarını yalayan bir köpek, zilletinin altında iki kat olmuş bir maskara, bir rezil istiyorsun!’’ Süzük gözlerini açtı. Avucunda sıktığı kağıdı yanına koydu. Tekrar Muhsin Çelebi’ye baktı. Ortasında geniş bir kılıç yarasının izi parlayan yüksek alnı… al yanakları… yeni tıraşlı, beyaz yüzü, kalın boynu… biraz büyük, eğri burnu… ince sarığı… tıpkı Şehname[38] sayfalarında görülen eski kahramanların resimlerine benziyordu. Evet bu, alnında yarası görülen kılıcın yere düşüremediği canlı bir kahramandı. ‘‘Tam bizim aradığımız adam işte…’’ dedi. Bu kadar pervasız bir adam devletine, milletine yapılacak hareketi de çekemez, ölümden korkmazdı. Kavuğunu hafifçe salladı:
– Seni Tebriz’e elçi olarak göndereceğiz.
Muhsin Çelebi sordu:
– Aranızda o kadar çok nişancılar, katipler, hocalar var. Niçin onlardan seçmiyorsunuz?
– Sen, Şah İsmail denen alçağın kim olduğunu biliyor musun?
– Biliyorum.
– Devletini seviyor musun?
– Seviyorum.
Sadrazam doğruldu. Arkasına dayandı:
– Pekâlâ öyleyse… dedi, bu alçak kaide kabul etmez. Bizimle rekabet davasındadır. Er meydanında hakkımızda yapamadıklarını bizim göndereceğimiz elçiye yapmak ister. İhtimal işkenceyle idam eder. Çünkü Allah’tan korkusu yoktur. Halbuki elçimize yapılacak hakaret, devletimize demektir. Bize öyle bir adam lazım ki, hakaret görünce başından korkmasın… Bu hakareti aynıyla o alçağa iade etsin… Devletini seversen sen bu fedâkârlığı kabul edeceksin!
Muhsin Çelebi, hiç düşünmedi:
– Kabul ettim efendim, fakat bir şartla… dedi.
– Ne gibi?…
– Madem ki bu bir fedâkârlıktır, fedâkârlık ücretle olmaz. Devlete karşı ücretle yapılacak bir fedâkârlık, ne olursa olsun, kazançtan başka bir şey değildir. Ben maaş, makam, ücret filan istemem. Fahrî olarak bu hizmeti görürüm. Şartım budur!
– Fakat oğlum, bu nasıl olur? Onun elçisi gayet ağır giyinmişti. Atları, hademeleri mükemmeldi. Bizim elçimizin atları, hademeleri, giyimi daha muhteşem, daha ağır olması lâzım… Bunlar için, mutlaka hazineden sana birkaç bin altın vereceğiz.
Muhsin Çelebi döndü. Önüne baktı. Sonra başını kaldırdı:
– Hayır, dedi, hazineden bir pul almam. Gerekli olan muhteşem takımlı atları, süslü hademeleri ben kendi paramla düzeceğim, hatta…
Sadrazam gözlerini açtı.
– …Hatta sırtıma, Şah İsmail’in ömründe görmediği ağır bir şey giyeceğim.
– Ne giyeceksin?
– Sırmakeş Toroğlu’ndaki[39] kumaşı Hint’ten[40], incileri Venedik’ten[41] gelme Pembe İncili Kaftan’ı alacağım.
– Ne?… O kadar parayı nereden bulacaksın oğlum?
Sadrazamın şaşmaya hakkı vardı. Bir ay önce tamamlanan, üzeri en nadir pembe incilerle işlemeli bu kaftanı İstanbul’da duymayan yoktu. Vezirler, elçiler padişaha hediye etmek için Toroğlu’na gittikçe[42] o, fiyatını artırıyordu. Muhsin Çelebi bu meşhur kaftanı nasıl alacağını anlattı:
– Çiftliğimle, mandıramı, evimi rehin olarak vereceğim; tüccarlardan on bin altın borç toplayacağım. İki bin altını atlarla hademelere sarf edeceğim. Geriye kalan[43] sekiz bin altına da bu kaftanı alacağım.
Sadrazam, bu hareketi mantıklı bulmadı:
– Geldikten sonra bu kaftan senin işine yaramaz[44]. Yalnız bir debdebe aletidir. Mallarını elinden çıkaracaksın. Fakir düşeceksin.
– Hayır. Sekiz bin altına alacağım kaftanı, altı ay sonra Toroğlu benden yedi bin altına geri alır. Yedi bin altınla ben, çiftliğimi rehinden kurtarırım. Geri kalan borçlarımı ödeyemezsem mandıram devlete feda olsun… Devletten hep alınmaz ya… Biraz da verilir!
Muhsin Çelebi ile konuştukça, sadrazamın hayreti büyüyordu. Kalbi rahatladı. İşte küstah bir hükümdarı cezalandırmak için gönderilecek tam bir adam bulmuştu. Gülüyor, ağır kavuğunu sallıyordu. Divanın nazik, korkak, hesapçı çelebileri mallarını çok severdi. Bunlardan biri elçi olarak gönderilse, devleti değil alacağını düşünecekti ve her hareketi kabul edecekti. Sadrazam, Muhsin Çelebi’yi yemeğe de çağırmak istedi. Fakat olmadı; giderken onu ta sofaya kadar uğurladı.
…Altı ay içinde Muhsin Çelebi büyük çiftliğini, mandırasını, evini, dükkanlarını, bahçesini rehine koydu. Tüccarlardan para topladı. Atlarını, hademelerini düzenledi. Bunların hepsi hakikaten muhteşemdi. Yedi bin liraya iade etmek şartıyla Toroğlu’ndan meşhur Pembe İncili Kaftan’ı da aldı. Genç karısıyla iki küçük çocuğunu akrabasından birinin evine bıraktı. Altı aylık nafakalarını ellerine verdi. Sonra yola çıktı. Muhsin Çelebi, bir gün Tebriz Kalesi’ne büyük bir ihtişamla girdi. Bu küçük payitahtın halkı, İstanbul elçisinin kaftanını görünce şaşırdılar. Şehir, saray, bütün encümenler kaftanın hikâyesiyle doldu. Şah İsmail, Pembe İncili Kaftan’ı yalnız masallarda işitmiş, daha nasıl bir şey olduğunu görmemişti. Kendisinin daha görmediği şeye sahip olan bu zengin elçiye karşı derin bir garaz duydu. Tahtının önündeki şilteleri, ipek seccadeleri kaldırttı. Sağında vezirleri, solunda muharipleri duruyordu.
…Muhsin Çelebi, açık kapıdan serbest adımlarla girdi. Yürüdü. Başı her vakitki gibi[45] yukarıda, göğsü her vakitki gibi ileride idi. Oturacak bir şey yoktu. Gülümsedi. İçinden, ‘‘Beni mecburen ayakta, hürmet vaziyetinde tutmak istiyorlar galiba…’’ dedi. Bir an düşündü. Bu harekete nasıl mukabele etmeliydi? Hemen sırtından Pembe İncili Kaftan’ı çıkardı. Tahtın önüne, yere serdi. Şah İsmail, vezirleri, kumandanları aptallaşmışlar; hayretle bakıyorlardı. Sonra bu kıymetli kaftanın üzerine bağdaş kurdu. İnce, dev, sivri kubbeyi çınlatan gür sesiyle:
– Mektubunu verdiğim büyük padişahım, Oğuz Kara Han neslindendir! diye haykırdı. Dünya yaratıldığından beri[46] onun atalarından kimse kul olmamıştır. Hepsi padişah, hepsi hakandır. Atalarından itibaren hükümdar olan bir padişahın elçisi, hiçbir yabancı padişah karşısında divan durmaz[47]. Çünkü kendi padişahı kadar dünyada asil bir padişah yoktur. Çünkü…
Muhsin Çelebi nutkunu bağırıyordu; Şah ise kızarıyor, sararıyor, morarıyordu. Şah İsmail heyecandan mektubu açamadı, elinde tutuyor, tir tir titriyordu. Tahtının arkasındaki muharipler, kılıçlarını çekmişlerdi. Muhsin Çelebi bağırdı, çağırdı. Vezirler, muharipler hükümdarlarının sabrına şaşıyordu. Hatta içlerinden birkaçı mırıldanmaya başladı. Muhsin Çelebi, sözünü bitirince müsaade istemedi, kalktı. Kapıya doğru yürüdü. Şah İsmail, donmuş; taş kesilmişti[48]. Gururu, bu Türk’ün ateş bakışları altında erimişti. Muhsin Çelebi, dışarı çıktı. Muhariplerden biri koştu. Tahtın önünde serili kaftanı topladı. Türk elçisine yetişti:
– Buyurun. Kaftanınızı unutuyorsunuz!
Muhsin Çelebi durdu. Güldü. Çıktığı kapıya doğru döndü, Şah’ın işiteceği yüksek bir sesle:
– Hayır, unutmuyorum. Onu size bırakıyorum. Sarayınızda, büyük bir padişah elçisine oturtacak seccadeniz, şilteniz bile yok… Hem bir Türk, yere serdiği şeyi bir daha sırtına koymaz… Bunu biliyor musunuz? dedi.
…Geçtiği yollardan gece gündüz dörtnala döndü. Üsküdar’a girdiği zaman Muhsin Çelebi’nin cebinde tek bir akçe kalmamıştı. Süslü hademelerine dedi ki:
– Evlatlarım! Bindiğiniz atları, takımları, üstünüzdeki elbiseleri, belinizdeki işlemeli hançerleri size bağışlıyorum. Bana hakkınızı helal ediyor musunuz?
– Helâl olsun!
Cevabını alınca, onları başından savdı. Geniş bir nefes aldı. Evine uğramadan deniz kıyısına koştu. Bir kayığa atladı.
Sadrazamın konağına gitti. Mektubu, Şah’a verdiğinde, hiçbir hakarete uğramadığını Şah’ın müsaadesini istemeden habersizce kalkıp İstanbul’a döndüğünü söyledi. Zaten sadrazam, onun vazifesini yapabileceğinden son derece emindi. Yollara, derebeylerine, aşiretlere dair bazı şeyler sordu. Çelebi kalkıp gideceği zaman:
“AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI
DÜNYA KİTABXANALARINDA”
MÖVZUSUNDA
IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN
MATERİALLARI
Bakı şəhəri
12 oktyabr 2019-cu il
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
TƏŞKİLAT KOMİTƏSİ:
Sədr müavinləri:
filologiya üzrə elmlər doktoru Aybəniz Əliyeva-Kəngərli,
filologiya üzrə elmlər doktoru Paşa Kərimov
Məsul katib:
filologiya üzrə fəlsəfə doktoru, dosent Əzizağa Nəcəfzadə
Texniki redaktor:
tarix üzrə fəlsəfə doktoru, dosent Cavid Cəfərov
Koordinatorlar:
Firəngiz Hüseynova, Qutiyera Cəfərova
2
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
3
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
miyasının Dilçilik İnstitutu Nəsiminin adını daşıyır. 2017-ci ilin may ayında Pa-
risdə YUNESKO-nun baş qərargahında Nəsiminin vəfatının 600 illiyinin qeyd
edilməsi və 2018-ci ilin sentyabr ayında ölkəmizdə Nəsimi şeir, incəsənət və
mənəviyyat festivalının təntənəli şəkildə keçirilməsi ölməz şairin xatirəsinə də-
rin ehtiramın ifadəsi hesab oluna bilər. İmadəddin Nəsiminin adı həqiqət nami-
nə, fikir azadlığı yolunda qəhrəmanlığın rəmzi kimi əbədiləşib, əsrlərdən bəri
Şərq xalqlarının yaddaşında yaşamaqdadır. Azərbaycan Respublikası Konstitu-
siyasının 109-cu maddəsinin 32-ci bəndini rəhbər tutaraq, böyük Azərbaycan
şairi və mütəfəkkiri İmadəddin Nəsiminin anadan olmasının 650 illik yubileyi-
nin yüksək səviyyədə keçirilməsini təmin etmək məqsədi ilə qərara alıram:
1. Böyük şair və mütəfəkkir İmadəddin Nəsiminin 650 illik yubileyi Azər-
baycan Respublikasında dövlət səviyyəsində geniş qeyd edilsin.
2. Azərbaycan Respublikasının Nazirlər Kabineti böyük Azərbaycan şairi
və mütəfəkkiri İmadəddin Nəsiminin 650 illik yubileyinə həsr olunmuş tədbirlər
planının hazırlanıb həyata keçirilməsini təmin etsin.
İlham Əliyev
Azərbaycan Respublikasının Prezidenti
Bakı şəhəri, 15 noyabr 2018-ci il.
4
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
5
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
İlham Əliyev
Azərbaycan Respublikasının Prezidenti
Bakı şəhəri, 11 yanvar 2019-cu il
6
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
7
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
8
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
dilində - ərəb, fars və türk dillərində bu cür humanist ruhlu əsərlər qələmə alan
ən böyük sənətkarlardan biri də XIV yüzilliyin sonu, XV yüzilliyin əvvəllərində
yaşayıb yaratmış böyük Azərbaycan şairi və filosofu İmadəddin Nəsimi oldu.
Nəsimi humanizminin başlıca fərqləndirici cəhətini müəyyən etmək lazım
gəlsəydi, yəqin ki, bunun yüksək talantlı, təbiətdəki harmoniyaya və insan gö-
zəlliyinə vurğun olan böyük bir şairin himanizmi olduğu fikri üzərində dayanı-
lardı.
Nəsimi humanizmi insana böyük məhəbbət duyğuları ilə yoğrulmuşdur.
Məhz bu cəhətinə görə Nəsimi özündən əvvəlki Azərbaycan poeziyasının birba-
şa varisi kimi çıxış edərək ona qədər irəli sürülmüş bədii-obrazlı düşüncələri, əl-
də edilmiş poetik nailiyyətləri daha da inkişaf etdirir.
Nəsimi humanizmindən danışarkən ilk növbədə bunu nəzərə almaq lazım-
dır ki, böyük şairin insan sevgisi çoxyönlü və çoxtutumludur. Orta əsrlərin Şərq
və Avropa humanistləri kimi, Nəsimi yaradıcılığında da kainatın antroposentrist
strukturu başlıca yer tutur. Başqa sözlə, nəhəng kainatın mərkəzində, o dövrün
elm adamlarının geosentrik nəzəriyyəyə görə təsəvvür etdiyi kimi, cansız daş-
torpaqdan və yanar qazlardan ibarət olan Yer kürəsi, ya da Günəş ulduzu deyil,
məhz yaranmışların ən şərəflisi olan İNSAN dayanır.
Ancaq bu da var ki, Nəsimi humanizmində insana məhəbbət ucdantutma
deyil; burada seçim var: Nəsiminin sevdiyi və hörmət bəslədiyi insan – kamil
insandır, insanlıq adına layiq olan fizioloji-ictimai varlıqdır. Yoxsa zahirən insa-
na bənzəyən hər varlığı insan adlandımaq olmaz.
Bu cür ali mərtəbəyə çatmış kamil insan şairin gözündə Tanrının Yer üzə-
rindəki bir nümayəndəsi kimi cilvələnir və böyük mütəfəkkir fəxrlə deyir ki,
onu yalnız qorxduqlarına görə, Tanrıya şərik çıxarmamaq üçün Haqq (Allah)
adlandırmırlar. Ancaq kamil insan olmaq da adamdan ölçüyəgəlməz dərəcədə
zəhmət, əzab-əziyyət, ürək genişliyi, öz həmcinslərinə və bütün yaradılmışlara
səmimi məhəbbət tələb edir.
Yer üzərindəki bütün insanların bərabərhüquqlu olduğu fikrini irəli sürən,
insanların görünüşcə müxtəlifliyini coğrafi və sosial şəraitlə izah edən Nizami,
İbn Xəldun və başqa proqressiv düşüncəli şair və filosof sələflərinin ardınca Nə-
simi də humanist fikirlərinə söykənərək bütün insanların Tanrı dərgahında bəra-
bər olması, dini-ideoloji baxışlarına və əqidəsinə görə kimsənin kimsədən üstün
olmaması ideyasını irəli sürür.
Nəsimi humanizmi, insana məhəbbəti təkcə onun əsərlərinin məna və ma-
hiyyətində, məzmununda deyil, forma xüsusiyyətlərində, daha doğrusu ritmika-
sında, oynaqlığında, ahəngində, alliterasiyasında da özünü göstərir. Nəsimi qə-
zəllərinin də bir çoxunda ritmika sanki oxucunun ürəyini oynadır, ona həyat eş-
qi, sevinc aşılayır, insana daxili mənəvi rahatlıq gətirir. Bunun kökündə isə şüb-
9
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
10
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
Seyid Imadaddin Nasimi is one of the great thinker poets and self – sacri-
fice for own belief grown by the Azerbaijani people in the XIV century. This ta-
lented poet, written in all three literary languages of Muslim East, is more com-
monly known by his ghazals written in Azerbaijani Turkish.
Research works of such European Orientalists as H.Purgshtall, H.Ritter,
K.Huart, F.Babinger, E.Brown, in America K.Buril and others shed light on a
number of literary and philosophical problems related to Nasimi.
The poet created his works under pseudonym of “Seyyid”, “Huseyni”,
“Nasimi”, “Hashimi”, “Gureyshi”, “Ibrahimi”, the most common of them is Na-
simi.
Seyid Imadaddin Nasimi was born in 1369 in Shamakhi – one of the old-
est centers of culture and poetry in Azerbaijan. In sources, from the relatives of
the poet, some information can be found only about Shah Khandan – Nasimi`s
brother, because the poet`s life and environment was lost in the fog of reality
and myth. Gastamonulu Latifi in his tazkira dealt with Nasimi`s brother Shah
Khandan with pseudonym “Julidamu” (Scatterred), but Ali noted him as a poet
in a separate chapter in his “Kunhul – Akhbar” based on Shah Khandan`s famo-
us couplet written to Nasimi (“Gal bu sirri alama fash eylama, khani-khasi ama-
ya ash eylama” – Don`t spread the secret of high society members among the to-
tal mass). Information given by Salman Mumtaz about his grave being in Sha-
makhi and visited by the pilgrims was regarded as a valuable fact by the later re-
searchers. The great Azerbaijan poet S.A.Shirvani`s beyt:
Men olende Shahandanda basdirin,
Chunki onun Shahidi – Khandani var.
11
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
12
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
One of the greatest artists, written in all three ruling languages of the Isla-
mic East - Arabic, Persian and Turkish - was the great Azerbaijan poet and phi-
losopher Imadaddin Nasimi, who lived and created the at end of the XIV and the
beginning of the XV cc.
If we had to identify the main distinguishing feature of Nasimi`s human-
ism, it would probably be humanism of a highly talented poet, passionate to har-
mony in nature and human beauty.
Nasimi`s humanism to a man is made out of great love. This is precisely
why Nasimi acted as a direct successor to the early Azerbaijan poetry and deve-
loped the artistic and imaginative thinking and poetic achievements.
When speaking of Nasimi`s humanism, it must be taken into account, that
human love of the great poet is versatile. Like in the works of other Eastern and
European humanists of the Middle Ages, the anthropocentric structure of the
universe takes the main place in Nasimi`s creative activity. In other words, in
the center of a giant universe stands a man – the most honorable of human be-
ings, but not the Earth or the Sun, consisting of lifeless rocks and flammable ga-
ses as the scientists of that period imagined according to the geocentric theory.
But there is also the fact that in Nasimi's humanism, love for man is not
canonized; there is a choice: Nasimi loves and respects only a perfect man -
physiological and social human being worthy of humanity. Otherwise, everyt-
hing that looks like a human being cannot be called a human being.
The great thinker proudly says, that they do not call a man Hagg(God),
because of the fear of associating with God. However, being a perfect man re-
quires a lot of hard work and suffering, immeasurable warmth and sincere love
for his fellow creatures and all creation.
Following Nizami, Ibn Khaldun and other progressive – minded poets
and philosophers, explaining, that all people on Earth are equal and the differen-
ces in the appearance of people are connected with geographical and social con-
ditions, Nasimi’s humanism and human love manifests not only in the meaning
and essence of his works, but also in the features of form, or rather, in rhythm,
playfulness, harmony and alliteration. In Nasimi’s ghazals, rhythmics affects
reader’s heart, gives him the love of life, the joy and the inner spiritual peace.
And at the core of it stands the poet’s great human love.
Ghazal – fakhriyyah, beginning with the words: “Manda sighar iki ja-
han…” (There are two worlds inside me…) is the most popular among Nasimi’s
works. In this work, consisting of 16 couplets, the poet – thinker motivating in a
laconic way, puts forward the thought, that man is the axis of the universe, the
source of infinite beauty and power. Nasimi’s lyrical “me” is not just an indivi-
dual, it contains a whole collection of perfect people, regardless of language, re-
13
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
14
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
15
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
16
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
17
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
18
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
19
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
Paşa KƏRİMOV
filologiya üzrə elmlər doktoru
AMEA Məhəmməd Füzuli adına Əlyazmalar İnstitutu
20
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
21
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
22
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
isə o deməkdir ki, Süruri Türkiyəyə köçdükdən sonra osmanlı ədəbi prosesində
fəal iştirak etmişdir. Onun osmanlı şairlərinin yaradıcılığına güclü təsir etməsi,
burada müqtədir sənətkar kimi tanınması barədə təzkirələrdə məlumatlar vardır.
Öz əli ilə köçürüyü divanının dibaçə hissəsində Süruri gənclik illərində yazdığı
şeirlərini sonralar dostların xahişi ilə bir divan halında topladığını bildirir. Hə-
min dibaçədə oxuyuruq: “Əhli-dillərin püreyb və qüsuri bəndeyi-kəmini-Xuda
Süruri əvaili-eşq və cəvandə bəzi əşar inşa və xeyli kəlimat imla eyləmiş, likən
aləmi-itlaqdə biqeyd olub, cəm’ə müqəyyəd olmayub, neçəsi zaye və nüsxeyi-
qeyr şaye olmuş, haliyən fərmani-yaran və tələbi-xəllaq ilə mövcud olanı və ha-
zır bulunanı cəm və tərkib və hüruf üzrə tərtib edib, bu övraqı cəm eylədi. Xəta-
puş olan əshabi-kəmaldan və hünərbin olan əhli-haldan rica edir ki, eybinə nazir
olmayub, bəlkə qüsurun satir olub, məzbur onların qatında məzur və kəndulər
əndullah məcur olalar” (2, 1b). Dibaçədən göründüyü kimi, şair gənclik illərində
yazıb bir yerə toplamadığı şeirlərini sonralar dostlarının xahişi ilə toplayıb, ənə-
nəvi qaydada, ərəb əlifbası hərflərinin ardıcıllığı üzrə səliqə ilə düzmüş, bir di-
van tərtib etmişdir. Süruridən sonra ədəbiyyata gəlmiş böyük Azərbayacan şairi
Məhəmməd Füzulinin türk divanının dibaçəsində bu toplunun meydana çıxması
barədə dediyi sözlər Sürurinin dibaçəsini xatırladır. Füzuli deyir ki, bir gün bir
nəfər ona müraciət edib türkcə şeirlərini bir toplu halında tərtib etməsini xahiş
edir.Fikrini belə izah edir ki, şairin ərəbcə və farsca şeirləri toplu halında oxucu-
ların əlində olduğu halda, türkcə şeirləri ortada yoxdur. Bu fikri qəbul edən Fü-
zuli bildirir ki, türkcə şeirlərimdən müxtəsər divan tərtib etmək üçün gəncliyim-
də xahişlə məndən şeirimi alanlardan xahiş edib onlarda olan şeirlərimi götürüb
köçürdüm: “Naçar məhmili-etibarimdə bu ibarə lazımdır deyib zəmani-tüfuliy-
yətimdə sadir olub, mütəfərriq olan qəzəllərdən bir müxtəsər divan cəm etmək
səlahin gördüm. Və ol vəqtdə məndən iltimasla alanlardan iltimsla alıb surəti-
cəm’i, ixtisar üzrə itmamə yetirdim. Ümiddir ki, ərbabi-fəsahət və əshabi-bəla-
ğət müşahidə və mütaliə qıldıqda, mənşə və mövlidim İraqi-Ərəb olub, təmami-
yi-ömrdə ğeyr məmləkətlərə səyahət qılmadığımdan vaqif olduqda, bu illəti mu-
cibi-süquti-etibar bilməyələr. Və məhəllü məqamimə görə rütbeyi-istedadimə
həqarət ilə nəzər qılmayalar. Zira e’tibari-vətən isteda‘di-zatə təsir etməz və top-
raqda yatmaq ilə tiladən cila getməz” (5, s.31).
Beləliklə, Füzuli divanının dibaçəsində Süruri kimi anadilli divanını oxu-
cuların xahişi ilə tərtib etdiyini, gəncliyində yazdığı şeirlərini müxtəsər divan
halında topladığını bildirir. Füzuli də dibaçəsinin sonunda divandakı nöqsanlara
görə üzrxahlıq edir, hətta bu nöqsanları düzəldəcək şəxsə əvvəlcədən minnətdar-
lığını bildirir. Lakin Füzuli məkanının İraqi-Ərəb olduğuna və heç bir yerə səya-
hət etmədiyinə baxmayaraq sənətinin ucalığından əmin olduğunu da bildirir ki,
Süruri divanının əlimizə natamam çatmış dibaçəsində bu yoxdur.
23
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
Ədəbiyyat:
24
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
Aybəniz ƏLİYEVA-KƏNGƏRLİ
filologiya üzrə elmlər doktoru
Aytən ƏLİYEVA
böyük elmi işçi
25
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
26
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
27
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
Xuraman HÜMMƏTOVA
filologiya üzrə elmlər doktoru
28
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
yerində istifadə etmək söz sənətkarlarının əsas vəzifəsi olmuşdur. Söz o zaman
dəyər kəsb edir ki, o müəyyən informasiya yükünə malik olsun. Deməli, hər bir
söz daşıdığı informativ yükə görə əhəmiyyətlidir. Sözün kəsb etdiyi informativ
yük nə qədər dərin, fəlsəfi mahiyyət daşıyırsa, söz bir o qədər uzunömürlü, də-
yərli və əhəmiyyətli hesab olunur.
“Qurani-Kərim”in vəhylə (sözlərlə) nazil olduğunu, “Yasin” surəsinin 82-
ci ayəsindəki “kun fə yəkun” (“ol” dedik oldu) kəlamına əsasən dünyanın yaran-
masının sözlə bərqərar olması, müqəddəs kitabımızdakı fikirləri əsas tutaraq sö-
zü müqəddəs hesab etmişlər. Bütün bu aləmin məhz “kon” (ol!) kəlməsindən
yaranması hamıya məlumdur. “Əl-Bəqərə” surəsinin 31-ci ayəsində, insanın üs-
tünlüyü Allahın ona bütün adları (sözləri) öyrətməsi ilə əlaqələndirilir. Həz. Əli-
nin belə bir kəlamı var “İnsan öz dilinin arxasında gizlənib. Danışandan sonra
onun ağıllı və ağılsız olduğu ortaya çıxır”. Bu baxımdan söz və ruhun əlaqəsi
hələ qədim zamanlardan insan düşüncəsində onların bir-birindən var olması, bir-
biri ilə bağlı olması haqqında müxtəlif fikirlər mövcuddur. İnsan bədəninin ruh-
la canlanması, varlıq aləminin isə sözlə nəşət tapması onun insan ruhu ilə bağlı-
lığınadan xəbər verir. Bu haqda dahi Azərbaycan şairi Nizami Gəncəvi belə de-
mişdir:
Orta əsrlər poeziyasında bəzən söz hətta insan bədəni ilə müqayisə edən .
dahi Nizami Gəncəvi “ biz sözük, bu bədənsə eyvanımızdır” deyir. Sözün ilahi
hikmətlə əlaqəsi, Allah kəlamı olması haqqında XIII əsrdə Yunus Əmrə “söz
qaradn ağdan degil, yazıb oxumaqdan deyil, bu yürüyən xalqdan deyil, xaliq
avazından gəlir”, “mənim deyil bu kəlləçi, qüdrət sənin Yunus nəçi” deyir.
Öz yaradıcılığında hürufiliyin qəliz anlayış və terminlərindən istifadə edən
şair şeir dilini, ondakı təsəvvüfi-irfani simvolikanı və bundan doğan çətinliyinə
görə “ heç kimsə Nəsimi sözünü kəşf edə bilməz, bu quş dilidir, bunu Süleyman
bilir ancaq” deyərək, bu dili “quş dili” adlandırmaqla dilin informativ yükünün
dərinliyinə işarə edir.
Hürufilərə görə bütün varlıq aləmi səsdən var olduğu üçün kainatın da ya-
ranması sözdə öz əksini tapır. “Bədii ifadə üsullarını daha da zənginləşdirmək
və qüvvətləndirmək baxımından klassik Şərq ədəbiyyatında ərəb əlifbası hərfləri
öz adları və forması ( şəkli) ilə rəmzi mənalarda müxtəlif bədii bənzətmələr mə-
29
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
qamında işlədilmişdir. Məsələn əlif ( ) آhərfi boy, qamət, ayn ( – ) عgöz, kaf ( ق
) – qaş, mim ( – ) مağız, sin ( ٣) – diş, dal ( – ) دqəddi-qamətin bükülməsini,
nun ( ) نisə nöqtə və kirpiklər kimi rəmzi mənaları bildirir.” ( 2,125 ) Odur ki,
həyatın bütün gizlin sirrləri hərflərdən yaranan sözlə aşkar olur. Hürufilik ideya-
larını şeirlərində əks etdirən Nəsimi ərəb həriflərinin insan üzündəki cizgilərə
bənzədiyini və Allahın gözəl adlarının onun sifətində yazıldığını bu yolla isbat
edirdi. Bu hərf və rəqəmlərdən ustalıqla istifadə edən Nəsimi deyir:
30
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
Beyt həm zahiri, həm də daxili baxımından iki məqamı özündə əks etdirir.
Zahiri baxımdan beytdə əlif hərfi həm həqiqi, həm də məcazi mənalar daşımaq-
dadır. Şair insan qamatini, həm də onun əqidə düzlüyünü əlif hərfinə bənzədir.
O, yaşadığı aləmdə düzgün Adəm övladının olmadığını deyir. Dünya özü də
“dəni”dən yarandığı üçün “alçaq” deməkdir. “Dünya sözündəki ( ) دərəb hərfi
ilə yazılır ki, bu da dövrarın zamanın düzgün, doğru olmadığına ( ) دdal hərfi ki-
mi əyriliyinə bir işarətdir. Bütün bu zahiri oxşarlıq beytin şəkli mənası ilə əlaqə-
dardır. Beytin ikinci misrasında adı keçməyən “dünya” sözü ərəb əlifbası ilə elə
şəkildə yazılır ki, bu( dal, nun, ya (dəni) ( ) دﻧﻰorada əlif hərfi işlədilmir. Bu sö-
zün yazılışı əyri hərflərdən yarandığı üçün dünyanın düzgün yer olmadığın de-
yən şair başqa bir şeirində “dünya duracaq yer deyil, ey can, səfər eylə, aldanma
onun alinə ondan həzər eylə” deyə, bu faniliyə bir işarə edir” (5, 60).
31
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
yıl(ə.s) ilahi kəlamları göydən endirdi. “Hürufilər hətta insan üzünü “Allahın
güzgüsü” sanırdı. Guya Allahın özü insan üzündə görünməkdədir, insan üzündə
Allah sözü yazılıb. Buna görə də insana səcdə edilməlidir” ( 1,16 ).
Şeirdə şair zahidlə arifi qarşılaşdırır. Arif zahidə ondan gözəlləri sevməyi
qadağan etməməsini xahiş edir. Çünki haqq dərgahında nəsib almaq məqamında
Tanrı onun da qismətinə gözəlləri sevməyi yazıb.
Nəsimi poeziyasında sözün informativ yükündə ayrı-ayrı şəxsiyyətlərlə
bağlı məlumat xarakterli beytlər, onlarla bağlı informasiyalar də yer almaqdadır.
Bu beytlərin bəzilərində peyğəmbərlər, bəzilərində tarixi şəxsiyyətlər, bəzilərin-
də isə şairin əhatəsində olduğu insanlar haqqında informativ məlumatlar verilir.
Təriqət ədəbiyyatında əfsanələşən bu tarixi şəxsiyyətlərə şairlər bir simvolik ob-
raz kimi müraciət etmişlər. Məsələn, Bəyazid Bistaminin adı özünü qul edib
başqalarını xilas etmək üçün satan bir aşiq obrazı kimi xatırlanırsa, Şibli Bağ-
dadda yaşamış sufilərdən olmuş, yatmamaq üçün ğözlərinə duz sürtər və gecə-
gündüz ibadət edərmiş, Həllac Mənsur isə təsəvvüfdə dara çəkilərək Tanrısına
qovuşmuş, haqqdan dönməyən bir aşiq kimi vəsf olunur.
Həllac Mənsurun “ənəl-həqq” ideyası orta əsr poeziyasında dinin əsasını
sarsıdan çağırış mənasını özündə ehtiva edirsə, təsəvvüf ədəbiyyatında isə bu
termin “ənəl-həqq” insanın kamala yetməsini bildirən ifadədir. Nəsimi Həllac
Mənsurun bu ideyasını yaşadaraq şeirlərində bu ifadəni müxtəlif məqamlada iş-
lətmişdir. Şair buna işarə edərək deyir:
32
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
Ədəbiyyat
33
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
NESÎMÎ’Yİ ANLAMAK
34
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
İkinci mısrada şairin belirttiği gibi nefy ve isbâtın da ortadan kalktığı bir
noktadır bu. Diğer bir ifadeyle vahdet, yani birlik hali, tüm zıtlıkların mahv ol-
duğu bir hal, bir mertebedir. Orada iyi ve kötü yoktur, sevap ve günah yoktur,
cennet ve cehennem yoktur...
Allah ayrı bir varlık, kul da ayrı bir varlık değildir, olamaz da, çünkü ger-
çek var olan Allah’tır:
Çünkü masivallah yani Allah’tan gayrı her şey bir perdedir ve bu perdenin
kalkmasıyla hakiki varlık zahir olur ve ondan başka her şey ortadan kalkar, he-
lak olur:
35
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
Zaten Hz. Peygamber de “Kendini bilen rabbini bilir” (Aclunî, 2/262) ha-
disiyle Allah’ın insandaki bu tecellinin keşfedilmesiyle Rabbimizin bilineceğini
söylemiştir. Nesîmî de buna işaret ediyor:
36
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
37
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
Otuz iki harfin insan yüzündeki tecellisini görmek, insan yüzünde tecelli eden
ve onu kendi suretinde yaratan Rahman’ı müşahede etmek demektir.
Bu sırları ortaya çıkaran kişi Nesîmî’nin mürşidi Fazlullah Na’îmîdir. Câ-
vidân-nâme’nin bir çok yerinde (Millet Kütüphanesi, Ali Emîrî Farsça, no.
1046, vr. 14b, 15b, 20a...) hatt-ı istiva ile ilgili bu hakikatleri ortaya çıkarmıştır.
Nesîmî bu nedenledir şiirinin son beyitlerinde onu anmaktadır:
38
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
Şahin AHMETOĞLU
İlahiyyat üzrə elmlər doktoru, dosent
1
Mustafa Ünver, Hurufilik ve Kuran -Nesimi Örneği-, Ankara: Fecr Yayınları, 2003, s.167.
39
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
Davasına kalben inanmış bir Hurûfî öncüsü olan Nesimi; bir anlamda Al-
lah’ın ilmi demek olan Levh-i Mahfuz’un, Kur’ân’ın, kısaca her şeyin sırrının
kendinde, yani Hurûfîlik esaslarında bulunduğunu ifade etmektedir:
1
Ünver, Mustafa, “Nesimi’nin Şiirlerinde Kur’an’a Referans Sorunu”, OMÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, -
24-25, (2007), 121.
2
Ünver, Mustafa, “Nesimi’nin Şiirlerinde Kur’an’a Referans Sorunu”, s.128.
3
Ünver, Hurufilik ve Kuran-Nesimi Örneği-, s.168.
4
Kemal Edip Kürkçüoğlu, Seyyid Nesimi Divanı’ndan Seçmeler, II. Bsk. Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları, 1985, s. 209.
5
Ayan, Hüseyin, Nesîmî Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Türkçe Divanının Tenkitli Metni, Ankara, 2002,
Gazeller 25, Beyt: 6, 88.
6
Ayan, a.g.e., Gazeller 25, Beyt: 6, 194, 271.
40
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
1
Nur suresi, 35.
2
Kürkçüoğlu, Nesîmî Divanı’ndan Seçmeler, 342, 107 Gazel, 14.
3
Ayan, a.g.e., Gazeller 272, Beyt: 4, 244.
4
Ayan, a.g.e., Tuyûğlar 111, 402; Ayan, a.g.e., Tuyûğlar 304, 434; Ayan, a.g.e., Tuyûğlar 230, 422; Ayan,
Ayan, a.g.e., Gazeller 454, Beyt: 15, 358; Ayan, a.g.e., Gazeller 305, Beyt: 15, 263.
5
Ayan, a.g.e., Gazeller 86, Beyt: 8, 127.
41
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
1
Ünver, Nesîmî’nin Şiirlerinde Kur’an’a Referans Sorunu, 124; Geniş bilgi için bkz. Adil, Kacır, Alevi ve
Bektaşi Düşüncenin Kültürel Kaynaklarında Hz. Ali Algısı “Nesimi Örneği”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Van 2014, s. 42.
2
Kacır, Alevi ve Bektaşi Düşüncenin Kültürel Kaynaklarında Hz. Ali Algısı “Nesimi Örneği”, s. 43
3
Ünver, Nesîmî’nin Şiirlerinde Kur’an’a Referans Sorunu, 134. Kacır, Alevi ve Bektaşi Düşüncenin
Kültürel Kaynaklarında Hz. Ali Algısı “Nesimi Örneği”, s. 43.
4
Kacır, Alevi ve Bektaşi Düşüncenin Kültürel Kaynaklarında Hz. Ali Algısı “Nesimi Örneği”, s. 43.
42
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
1
Ayan, a.g.e., Tuyûğlar 154, 409.
2
Ayan, a.g.e., Gazeller 399, Beyt: 15, 320.
3
Ayan, a.g.e., Gazeller 438, Beyt: 5, 346.
4
Ayan, a.g.e., Gazeller 437, Beyt: 13, 344.
5
Ayan, a.g.e., Gazeller 437, Beyt: 14, 344.
6
Ayan, a.g.e., Gazeller 437, Beyt: 15, 344.
7
Ayan, a.g.e., Gazeller 437, Beyt: 13, 345.
8
Ayan, a.g.e., Gazeller 428, Beyt: 7, 339.
9
Ayan, a.g.e., Mesneviler 3, Beyt: 17, 59.
10
Ayan, a.g.e., Gazeller 207, Beyt: 11, 202.
43
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
Nesimi’nin şiirlerinde insan özel bir yer tutmaktadır. Ona göre insan yara-
tılanlar içerisinde en yüksek makamda bulunmaktadır. Şöyle ki Nesimi insana
verdiği bu önemden dolayı aslında namazda secde edilenin de insan olduğu ka-
nısına kadar ileri götürmektedir. Yine onun şiirlerinden anlaşıldığında göre as-
lında kişi Ka’be’ye doğru yöneldiğinde insana doğru yönelmiş olur. Çünkü Ka’-
be, özelde Hz. Adem’in, genel de ise insanın yeryüzündeki makamıdır.2
Nesimi’nin anlayışına göre Allah’ın zatı ve sıfatları birbirinin aynıdır. Al-
lah’ın varlıklara tecellisi de bu sıfatları oluşturan harfler sayesinde gerçekleş-
mektedir. Zira Allah’ın zatı ve sıfatlarının ismi bu harflerden oluştuğu gibi, bü-
tün varlıkların isimleri de bu harflerden ibarettir. Böylece Allah her varlığın is-
mi sayesinde tecelli etmiş olur. Bu tecellinin ikinci bir açıklaması daha vardır.
Nesimi bunu ses’e dayandırır. Dolayısıyla bütün varlıklar aslında bir şekilde
ses’le ilişkilidir. Cansız varlıklarda bil-kuvve var olan ses, canlılarda bil-fiil or-
taya çıkar. İnsanda ise en mükemmel noktaya ulaşarak, insanın konuşabilmesi
sayesinde, söz olarak meydana gelir. Böylece Allah’ın insana tecelli etmesi di-
ğer varlıklara göre en üst seviyedir.3
Nesimi, cisim ve can sahibi olan insanın dünya ve kâinata sığmamasını,
onun aklında ve manevî büyüklüğünde görüyordu. İki cihan benim içime sığar,
Ancak ben bu dünyaya sığmam. Ben ne bu âleme, ne de bu zamana sığarım.4
Nesimi insanı bir anlamda tanrılaştırarak veya Tanrı’yı insanlaştırarak Ortaçağ
hayatının beşerî ilişkilerine karşı geldiği de ifade edilmektedir. Ama şunu da ifa-
de etmek gerekir ki insanın güzelliğini övmek Doğu fikir şiirinde Hurufîlik ve
Nesimi şiirleri ortaya çıkmadan çok önceden mevcut olmuştur. Gene de insana
methiye söylemek, tarihe Nesimi ismiyle birlikte geçmiştir.
Nesimi kendi devrinin ahlâk açısından kâmil olmadığını düşünerek çok
üzülmüştür. Şairin eserlerinde yer alan tasavvuf motifleri bir taraftan bu tür dü-
şüncelerle anlatılmaktadır. Nesimi’nin eserlerinde dünyadan vazgeçme, onun fa-
nî olduğunu düşünme gibi duygular ağır basmaya başlıyor. Şair için bu durumda
tek kurtulma yolu da bu dünyayı kabul etmemek, daha fazlası – onu terk edip
gönül dünyasına kapanmaktır:
1
Ayan, a.g.e., Gazeller 295, Beyt: 9, 257.
2
Ali, Alparslan, Cavidan-name’nin Nesimi’ye Tesiri, (basılmamıs docentlik tezi),1967, s. 82; Hasan Hü-
seyin Ballı, Fazlullah-ı Hurufı Ve Hurufılîk, (basılmamış doktora tezi), 2010, s. 165.
3
Ali, Alparslan, Cavidan-name’nin Nesimi’ye Tesiri, (basılmamıs docentlik tezi),1967, s. 66-70; Hasan
Hüseyin Ballı, Fazlullah-ı Hurufı Ve Hurufılîk, (basılmamış doktora tezi), 2010, 165.
4
Türkiye dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi. Azerbaycan Türk Edebiyatı, II, Ankara: Kültür Bakanlığı,
1993, s. 60.
5
Nesimi, Divan, Neşre hazırlayan Hüseyin Ayan, Ankara 1990, s. 70
44
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
1
Nesimi, Divan, 175-176.
2
Nesimi, Divan, 295.
3
Nesimi, Divan, s. 53.
4
Nesimi, Divan, s. 66.
5
Nesimi, Divan, s. 88.
6
İlyas Üzüm, “Nesimi”, DİA, 2007, XXXIII/5-6.
7
Ali Cançelik, “Nesîmî Divanı’nda “İnsan”, “Âdem” Ve Bazı Temel Vasıfları”, Türkiyat Mecmuası, C.
25/Güz, 2015, s. 64
45
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
1
Cançelik, “Nesîmî Divanı’nda “İnsan”, “Âdem” Ve Bazı Temel Vasıfları”, s. 65.
2
Mikael, Rafili, (1939) «Oçerki Po İstorii Azerbaydjanskoy Literaturı». Literaturnıy Azerbaydjan, (2), s. 43.
3
Nesimi Divanı, s. 79.
4
Cançelik, “Nesîmî Divanı’nda “İnsan”, “Âdem” Ve Bazı Temel Vasıfları”, s. 66.
5
Cançelik, “Nesîmî Divanı’nda “İnsan”, “Âdem” Ve Bazı Temel Vasıfları”, s. 77
46
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
sıtır hale gelmiştir. İnsanın özünü meydana getiren sestir, ses ise insanda söz
olarak gerçekleşmiştir.
Nesimi düşüncesinde Kur’an’ın diğer semavi kitaplara göre benzersiz bir
üstünlüğü bulunmaktadır. Ona göre önceki kitaplar neshedilmiş, hükümleri ve
bağlayıcılıkları kaldırılmıştır. Hak ve doğru kitap olarak sadece Furkan yani
Kur’an vardır. Nesimi, Allah tarafından korunan ilim demek olan Levh-i Mah-
fuz’un da, Kur’an’ın da, Kısaca her şeyin sırrının kendinde, yani insanda, Huru-
filik motiflerinde bulunduğunu ilan etmiştir. Ona göre şiirleri, manzum eserleri
ayetlerin tefsiridir. Örneğin, “Allah göklerin ve yerin nurudur” mealindeki Kur-
’an cümlesinin şerhidir.
Nesimi, Mushaf motifi altında görüşlerini ortaya koymuş ve Hurufilik sır-
larının Mushaf’ın kendisi olduğunu iddia etmiştir. Buna göre, bu gizemleri anla-
yabilmenin tek şartı, insanın yüzünde var olan sırları öğrenmek, başka bir ifa-
deyle Hurufilik akımına intisap etmektir.
Kaynakça:
47
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
Güldane GÜNDÜZÖZ
İlahiyyat üzrə elmlər doktoru, dosent
48
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
1
Hüsamettin Aksu, “Hurûfîlik”, DİA, İstanbul: TDVY, c. 18, 1998, s. 408.
2
Hasan Hüseyin Ballı, “Hurûfîlik Nedir?”, E-makâlât Mezhep Araştırmaları, 4/2, Güz, 2011, s. 38.
3
Irène Mélikoff, Uyur İdik Uyardılar, İstanbul: Demos Yayınları, 2009, s. 178.
4
Fatih Usluer, Hurûfîlik, İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2009, s. 175.
49
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
1
Usluer, Hurûfîlik, s. 9.
2
Mecdî Efendi, Tercüme-i Şakâiki’n-Nu‘mâniye, İstanbul, 1269, s. 81.
3
Aksu, “Hurûfîlik”, s. 410.
4
Mecdüddîn Seyyid İshak ve Nesîmî’nin isimleri Hurûfîliğin en güvenilir kaynaklarından biri olarak kabul
edilen İstivânâme adlı eserde yer almaktadır. Abdülbâki Gölpınarlı, Hurûfîlik Metinleri Kataloğu,
Ankara: TTK Yayınevi, 1973, s. 14, 28.
5
Gölpınarlı, Hurûfîlik Metinleri Kataloğu, s. 25.
6
Ballı, “Hurûfîlik Nedir?”, s. 45.
7
Aksu, “Hurûfîlik”, s. 411.
50
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
açıklamıştır. Buna göre Hurûfîler’in zâhidâne bir hayat sürdürdükleri, beyaz gi-
yindikleri ve pamuklu beyaz bir serpûş takmayı tercih ettikleri görülmektedir.1
On beşinci yüzyılda Hurûfîlik Balkanlar’a kadar ulaşmıştır. Bu dönemde
Anadolu insanının kültürel yaşamında şiirin çok önemli olduğu görülmektedir.
Bu dönemde şiir, Anadolu’da geniş kitlelere ulaşmak için sözlü anlatımın en et-
kin araçlarından biridir. Bu husus, Anadolu’da ve Balkanlar'da yazılmış özgün
Hurûfî eserlerde nazım türünün, nesir türüne göre neden daha yaygın olduğunu
açıklamaktadır.2 Bazı tasavvuf metinlerinde Hurûfî motiflerine rastlanmaktadır.
Bununla beraber özgün tasavvufun Hurûfîlik ile ve zorlama tevillerle ilgisinin
olmadığını söylemek mümkündür. Bu yüzden Hurûfî figürlere meyleden her
mutasavvıfa da Hurûfî denmesi isabetli bir yaklaşım değildir. Şu kadar var ki ta-
savvufta özellikle cifr hesabının yaygın olarak uygulandığının görülmesi muta-
savvıfların, bunu Hz. Ali’den geldiği rivayet edilen bir ilim olarak kabul etmele-
rinden kaynaklanmaktadır. Kaldı ki ebced hesabıyla bazı tarihlerin bulunması da
bir tesadüften ibarettir. Hatta bu teviller, çoğu kez olaylar vuku bulduktan sonra
uygulanıp çıkarılmıştır.3 On beşinci yüzyılda Tebriz ve Halep yoluyla Anadolu’-
lu’ya giren Hurûfîlik, on altıncı ve on yedinci asırlarda Osmanlı toplumunu etki-
lemeye devam etmiş, bir taraftan Bektaşî tarikatını derinden etkilemiş, diğer ta-
raftan Bektaşîlik’ten bağımsız temsilciler yetiştirmiştir.4 Sonraki asırlarda da sa-
sayıca giderek azalmasına rağmen faaliyetlerini gizli bir şekilde devam ettiren
Anadolu Hurûfîleri’nin, -özellikle Mevlevîlik, Bayrâmî Melâmîleri ve bazı Hal-
vetiyye tarikatı zümreleri üzerinde- tesirleri olmuştur. Nihayetinde bu hareketin
neredeyse bütün Anadolu tasavvufunu az ya da çok etkilediği görülmektedir.
Sûfîlerin harflere yaklaşımının, Hurûfîler’in varlıklarını hissettirmelerine
kadar metafizik, ruhsal ve Kur’ân kaynaklı eskatolojik bir temele sahip olduğu
söylenebilir. Bu eğilimi benimsemiş olanların, Helen kaynaklı Câbir ve İhvân-ı
Safâ’da görülen kozmolojik yaklaşımı da dışlamadığı anlaşılmaktadır. Onların
kendi tezlerini, vahiy ve yaratışın var edici sözü “kün (”)ﻛُﻦ5ün yer aldığı Kur-
’ân’ı referans almak suretiyle izah etmeye çalıştıkları görülmektedir. 6 İbnü’l-
Arabî ise “kün ( ”)ﻛُﻦkelimesini bir terkibin dışa vurumu veya tezahürü olarak
görmektedir. Ancak burada bu terkibin unsurlarının ne olduğu önem arz eder.
Dil yönünden meseleye yaklaşılırsa, “kün”7 sözü, harflerin bir araya gelmesiyle
oluşmuş bir kelimedir. Ancak bu, sıradan bir kelime olmayıp bir fikrin dışavuru-
1
Irène Mélikoff, “Bektaşî-Alevîler’de Ali’nin Tanrılaştırılması”, Tarihten Teolojiye İslam İnançlarında
Hz. Ali, haz. Ahmet Yaşar Ocak, Ankara: TTK Yayınları, 2005, s. 87; Mélikoff, Uyur İdik Uyardılar, s.
173.
2
Usluer, Hurûfîlik, s. 28.
3
Süleyman Ateş, İşârî Tefsir Okulu, Ankara: AÜİFY, 1974, s. 329.
4
Gölpınarlı, Hurûfîlik Metinleri Kataloğu, s. 28.
5
Bakara, 2/117.
6
Usluer, Hurûfîlik, s. 124.
7
Bakara, 2/117.
51
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
1
Tahir Uluç, İbn Arabî’de Sembolizm, İstanbul: İnsan Yayınları, 2015, s. 207.
2
Mustafa Uzun, “Ebced”, DİA, İstanbul: TDVY, c. 10, 1996, s. 68.
3
Şinasi Gündüz, Din ve İnanç Sözlüğü, Ankara: Vadi Yayınları, 1998, s. 105; Uzun, “Ebced”, s. 68.
4
Uzun, “Ebced”, s. 70.
5
Usluer, Hurûfîlik, s. 114; TDK Sözlüğü, s. 751.
6
Tâhir’ül-Mevlevî, Edebiyat Lügâtı, İstanbul: Enderun Yayınları, 1994, s. 39.
7
Âmil Çelebioğlu, “Harflere Dâir”, Millî Kültür, c. 2, 1980, s. 64.
52
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
şünceye, Arap alfabesinin yirmi sekiz harfi üzerine çıkarımlarda bulunan VIII.
yüzyıl gnostiklerinden Muğîre b. İclî’de (ö. 119/737) rastlanmaktadır. Benzer
şekilde Hallâc-ı Mansûr’un Divan’ında, Kitâbu’t-Tavâsîn’inde ve Ahbâru’l-Hal-
lâc’ında harf, sayı ve eşya ilişkisine dair kayıtlar bulunmaktadır.1 Tasavvuf fel-
sefesinde olduğu gibi harf sembolizmi konusunda da en derin iz bırakan sûfî ise
İbnü'l-Arabî‘dir. İbnü'l-Arabî, önemli eseri el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’nin ikinci
bâbını varlık mertebeleriyle harflerin sembolik ve sayısal düzeni arasındaki mü-
tekabiliyet esasına dayandırmıştır. Söz konusu mütekabiliyetler şematik olarak
felek sistemleri, varlık türleri, dört unsur ve onların harf sembolizmindeki karşı-
lıkları şeklinde düzenlenmiştir.2
Farklı kaynaklardan etkilenmiş olsa da İbnü’l-Arabî’nin yorumları tasav-
vufî ve özgün bir zemine oturmaktadır. “Evrensel zuhûrun iki aracı karşılıklı
olarak ilâhî alfabenin ilk iki harfi, yani Elif ve Bâ’dır. Öteki bütün harfler Bâ
harfinin altındaki ayırıcı noktanın içinde bilkuvve olarak mevcuttur, çünkü Bâ
harfi Allah’ın Birliğinin (Unité Divine) yansımış suretidir. O nokta şeklinde Ka-
lem’den düşen mürekkebin ilk damlasıdır ve bunun anlamı rahmettir.”3 İbnü’l-
Arabî, harflerin mazhariyetleri ile ilgili yorumlar yaparken bu yorumları nihaye-
tinde kendi vahdet-i vücûd felsefesine dayandırmaktadır. Örneğin kendisine at-
fedilen tefsirde İbnü’l-Arabî, bütün varlıkların “bismillah” lafzındaki bâ harfin-
den zuhûr ettiğini, bâ'nın noktası ile âbid ile mâbudun birbirinden ayrıldığını ve
bu harfe bitişen elif harfinin de Allah’ın Zât’ına, bunun ise Akl-ı Evvel’e işaret
ettiğini söylemektedir.4
Ebced sisteminin şekillendirdiği gizemciliğin yanı sıra ikonografik planda
da ebcedin izlerine rastlanmaktadır. Bu cümleden olarak bazı tasvirler, harflerin
farklı simgesel yönlerinden ilhamını almıştır. Bektaşî tasvir sanatında yer alan
İnsân-ı Kâmil resminde Hurûfîlik etkisi çok belirgin şekilde görülmektedir. Bu
resimde Hz. Muhammed ve Hz. Fâtıma’nın adları, İnsân-ı Kâmil’in ellerinden
kollarına ve ayaklarına doğru sanki tek bir isimmiş gibi birlikte yazılmıştır.
Âdem adını oluşturan (ve Hz. Muhammed ile Mükemmel İnsan’ın simgeleri
olan) elif, dâl ve mim harfleri dışında muayyen organların bulunduğu bölgede
lâm-elif ve iki adet nûn harfi yer alır. Bu harflerden ilki, lâm-elif, “telkih”e atıfla
çoğalmayı simgelemektedir. Aynı zamanda Nûn harfi cinsel dürtüyü simgeleyen
akrep burcunu temsil eder. Bu bağlamda Bektaşî öğretisi, burçlar kuşağını tem-
sil eden simgeleri insanın içine yerleştirmek suretiyle insanı, evreni yansıtan
1
Usluer, Hurûfîlik, s. 117.
2
Yakup Kansızoğlu, Hurûfilik Tasavvuru ve Kur’ân Yorumuna Olan Etkileri”, (Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003), s. 60.
3
Frithjof Schuon, İslâm’ın Metafizik Boyutları, çev. Mahmut Kanık, İstanbul: İz Yayınları, 2010, s. 76.
4
Muhyiddîn Muhammed b. Alî b. Muhammed el-Arabî et-Tâî el-Hâtimî, Tefsîrü’l-Kur'âni’l-Kerîm,
Mustafa Gâlib (thk.), Beyrut: Dârü’l-Endülüs, c. 1, 1968, s. 8; a. mlf., el-Fütûhât, c. 1, s. 158.
53
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
“küçük evren” şeklinde tasarlamamış, tersine evreni, insanın bir yansıması ola-
rak görmüştür.1
Bâ harfinin noktası Hz. Ali’yi temsil eder. Bu, Ali’nin “ ْطةُ اﻟﺐاَء
َ (أﻧﺎ ﻧُﻖBen
bâ’nın noktasıyım)” deyişindeki bâ’nın noktasıdır. Bu itibarla kâinatın tüm sırla-
rını kapsayan, harflere anlamlarını veren ve böylece kâinata anlamlandıran, vah-
yin ilk noktasıdır. Öte yandan bu nokta, Hz. Ali’nin ruhunun Hacı Bektâş-ı Ve-
lî’de yeniden vücut bulduğu yönündeki inancın simgesi ve Hz. Ali ile Hacı Bek-
tâş-ı Velî’nin bir olduğu inancının da görsel bir yansımasıdır.2 Vîrânî, Abdal Ba-
ba Risâlesi’nde “İmdi ol mezkûr nokta-i hazret-i şâh-ı velâyettir ki ismi Ali’dir;
Veliyyullah’tır. Ve evvel-i âhirdir ve bir dahi bâ’nın altındaki nokta budur ve
bâ’nın altındaki nokta bizzat Ali’dir ve Şâh-ı velâyettir. Ali’dir nokta-i evvel-i
hidâyet. Ali’dir Âhir-i Nûr-ı velâyet. Ali’dir her dü âlem Zât-ı Mutlak. Ali’dir
kudret-i hikmet-i kerâmet. Ali’dir Sûret-i Rahmân Ali’dir, Ali’dir sâki-i rûz-ı kı-
yâmet”3 şeklindeki sözler benzer bir bakışı yansıtmaktadır.
Tasavvufta Hurûfî etkinin görüldüğü en belirgin yerlerden biri ifade edil-
diği üzere “kün ( ”)ﻛُﻦemri ile ilgili ontolojik yorumlardır. Evrenin yaratılışında-
ki “kün” emri, Zât’ın sıfat elbisesine bürünerek görünmesi demektir. Kâf ( )كsı-
fatı; nûn ( )نise nûru temsil eder. Kaf Dağı İnsân-ı Kâmil’dir. Allah’ın nûru
onun üzerine doğunca “Ol” emri gelmiştir. İnsanın dünyaya gelişi, tamamlanmış
bir kâinatta yer alışı, bir daire hareketi olarak düşünülmüştür. Devir nazariyesine
göre, mana âleminden madde âlemine gelen ruhlar, tekrar ilk ve aslî vatanlarına
döneceklerdir. Madde âlemine inen ruhların izlediği yola kavs-i nüzûl, çıkışa
kavs-i urûc denir.4 Tüm kâinatta en temel hareketin dönme hareketi olduğunu
hissî olarak anlarız. Dönen semazenler, gezegenleri; şeyh, Güneş’i temsil eder.
Bu simetri, ezoterik olarak aşağının yukarıya, yukarının aşağıya benzediğini ifa-
de etmek suretiyle, yaratılışın tek bir hakikatten kaynaklandığını ve diğer tüm
yaratıkların bu hakikatin bir tezahüründen ibaret olduğunu ortaya koyar.5
Türkçenin yanında iyi derecede Farsça ve Arapça bilen Nesîmî, Tebriz’de
doğmuştur. İslâmî ilimler, matematik, tabiat ilimleri, mantık ve yıldız bilgisine
sahipti. Hurûfîliğe Ali el-A‘lâ vasıtasıyla girmiştir. Fazlullâh el-Esterâbâdî’yi
1
Frederick De Jong, “Bektaşîlik’te İkonografi: Dini Kıyafetlerde, Âyinlerde Kullanılan Eşyalarda ve
Resim Sanatında Sembolizm ve Temalar Üzerinde Bir İnceleme”, Tarihten Teolojiye İslam İnançlarında
Hz. Ali, haz. Ahmet Yaşar Ocak, Ankara: TTK Yayınları, 2005, s. 275.
2
De Jong, “Bektaşîlik’te İkonografi”, s. 276.
3
Vîrânî Abdal Baba, Vîrânî Baba Risâlesi, İ.B.B. Atatürk Kitaplığı Sayısal Arşiv ve e-Kaynaklar,
OEYz0656, vr. 52a.
4
Urûca göre siyah nûr nurların en yücesi olarak kabul edilmiştir. Bunun bir devamı olarak nüzûle göre
nurların en yücesi ise kemâle işaret eden yeşil nurdur. Bu sebeple sûfîlerin mübtedî ve sâlik olanları siyah
abâ giyerlerken müntehî olan tahkîk ehli yeşil giyer. Nitekim sûfîler bulundukları hallerin gereğine göre
önce siyah, sonra beyaz daha sonra ise yeşil giymektedirler. Namlı, İsmâil Hakkı Bursevî, s. 337.
5
Anonim, Cafer-i Sadık Buyruğu, İstanbul: Can Yayınları, 2011, s. 432; Pakize Aytaç, “İçimizdeki
Kâinat”, Alevîlik Araştırmaları Dergisi, Ankara, sayı: 1, 2011, s. 5.
54
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
1
Hüseyin Ayan, Nesîmî Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları, 1990, s. 35.
2
Ömer İmad ed-din Nesîmî, Mukaddimetü’l-Hakâik, İ.B.B. Atatürk Kitaplığı Sayısal Arşiv ve e-
Kaynaklar, 297.75 NES 1268 H. 1.
3
Mian Muhammed Şerif, İslâm Düşüncesi Tarihi, İstanbul: İnsan Yayınları, c. 3, 2019, s. 327.
4
A.Azmi Bilgin, “Nesîmî”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul: TDVY, c. 33, 2007, s. 3-5.
5
Nesîmî, Mukaddimetü’l-Hakâik, cd. 12.
6
Usluer, Hurûfîlik, s. 228.
7
Nesîmî, Mukaddimetü’l-Hakâik, cd. 18.
8
Usluer, Hurûfîlik, s. 311.
55
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
kamıdır. Göğüs ve sırt ise kalbin makamıdır. yani Allah’tan feyiz önce kalbe ge-
lir. Bu nedenle Hz. Muhammed önce Beytü’l-Makdis’e dönerek 28 ve 32 kelime
sayısınca ibadet etmiştir. Kalbe gelen feyiz, daha sonra nutka gelir ve zuhur
eder. Nitekim nutkun yeri ağızdır ve ağız baştadır. Başın makamı ise Kâbe’dir.1
Nesîmî’nin, Firavun ile konuşmaya giden Hz. Musa'nın asası hakkında yapmış
olduğu yorum ise oldukça ilgi çekicidir. Nesîmî’ye göre, Hz. Musa’nın attığında
yılan şekline giren asası kalemden kinayedir. Nasıl ki yılanın dili çatallıdır kale-
minde ağzı çatallıdır. Yılanın yerde yürümesi gibi kalem de kâğıt üstünde yürür.
Yılanın 72 dişi olmasına benzer şekilde kalem de eczasında 72 harf olan 32 keli-
meyi yazar. Nasıl ki Hz. Musa'nın asasını taşa vurduklarında su fışkırmıştır, ka-
lemde taş olan divite batırıldığında sıvı mürekkep çıkar.2
Bu tür sayısal değerlerin bâtınî yorumu çok boyutlu olarak edebiyattan,
mimariye ve Kur’ân’ın tefsirine etki etmiştir. İréne Mélikoff’a göre Hurûfîlik
Bektaşîliği etki altına aldıysa bunu en fazla Balkanlar’da yapmıştır. Varna ile
Balçık arasında Batova’da (bugünkü Dobrovişte) Akyazılı Sultan’nın mezarını
içine alan yedi köşeli bir türbe ve yine yedi köşeli bir Meydan Evi bulunmakta-
dır.3 Türbenin yanında bulunan yedi köşeli dua imaretinde yedi bölmeli bir ocak
ocak da bulunmaktadır. Aynı yedigen planın Hasköy’deki (Haskovo) giriş duva-
rının üstünde yedi dallı bir “gül süsü de yer alan Otman Baba Tekkesi’nde de
bulunması önemlidir. Bu tekkenin ihata duvarının güney doğu bölümündeki bir
taşın üzerinde benzer şekilde yedi kollu bir yıldızın olduğu görülmektedir. Aynı
yedigen plan Güney Bulgaristan’da Kıdemli Baba’da ve Deli Orman’da Demir
Baba türbelerinde de görülür. Bu türbelerin her birinin yedigen plan üzerine inşa
edilmiş olması, türbenin içindeki şamdanın ve duvardaki yıldız şeklinin yedi
kollu olması, Balkanlar Bektaşî düşüncesinde yedi rakamına verilen önemi ser-
gilemektedir.4 Kur’ân’ın ilk harfi bâ harfidir. Bu harf Hz. Âdem’e işaret eder.
Kur’ân’ın son harfi ise sîn harfidir. Bu harf ise son peygamber Hz. Muhammed-
’e işaret eder. Nesîmî Hz. Muhammed’in başka bir harfle değil de sin harfi ile
isimlendirilmesinin sebebini Mukaddimetü’l-Hakâik adlı eserinde ezoterik mü-
lahazalarla açıklar.5
Nesîmî, ezan ve kametin cümlelerini Sünnî telakkiye uygun şekilde zikret-
miştir.6 Nesîmî abdestin asıl hedefinin, bedenin zahirini temizlenmesinin ötesin-
sinde, insanı dünya ile ilgili bağlardan ve tüm yasaklanan şeylerden uzaklaştır-
1
Nesîmî, Mukaddimetü’l-Hakâik, cd. 20.
2
Nesîmî, Mukaddimetü’l-Hakâik, cd. 37.
3
Evliya Çelebi de Akyazılı Sultan Tekkesi'nden bahseder. Yedi köşeli, yuvarlak, kalın, metin kâgir bir bina
bina olduğunu ve sivri külah gibi tahta olan kubbesinin üzerinin kurşun örtülü olduğunu anlatmaktadır.
Evliya Çelebi, Seyahatnâme, İstanbul: Üçdal Yayınları, c. 8, 1985, s. 482.
4
Mélikoff, “Bektaşî-Alevîler’de Ali’nin Tanrılaştırılması”, s. 91.
5
Nesîmî, Mukaddimetü’l-Hakâik, cd. 10.
6
Usluer, Hurûfîlik, s. 438.
56
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
57
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
den biri haline gelmiştir. Bu alanda en dikkat çekici isimlerin başında İbnü’l-
Arabî gelmektedir. İbnü’l-Arabî, el-Futûhâtu’l-Mekkiyye’sinin ikinci bâbından
yedinci bâbına kadar bu konuyu ele almıştır. Hurûfî felsefesi ise harf ve insan
temelli bir felsefe olarak öne çıkmaktadır. Fazlullah el-Esterâbâdî’den itibaren
Hurûfîler harflerin en mükemmel şekilde tecelli ettiği insanı, merkeze yerleştir-
mişlerdir. Nesîmî de bu doğrultuda ibadetler, insan olgusu, dinî unsurlar ve pek
çok ayet ile ilgili harf ve sayı temelli bâtınî yorumlar ortaya koymuştur. Bu ise
başta Kur’ân’ın tevili olmak üzere edebiyat, mimari ve ritüellere yüklenen an-
lamlar açısından geniş bir etki alanı oluşturmuştur.
Kaynakça:
58
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
59
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
1
Z.M.Bünyadov, Y. B. Yusifov, Azerbaycan Tarihi, Çıraq neşriyatı, Bakü, 2007, s. 370.
2
Z.M.Bünyadov, Y. B. Yusifov, A.g.e., s. 372.
3
Fatih Usluer, Hurufilik, İstanbul, 2009, s. 125, 127.
60
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
Hurufiliği ile tanınan Seyyid İmadüddin Nesimi, mutasavvıf bir divan şai-
ridir. Nesîmî’nin hayatına baktığımız zaman iyi bir eğitim aldığı, dilini iyi kulla-
nan, kendine has üslûbu olan, İslam dini hakkında gayet bilgili ve sûfî meşrep
bir yaşantı süren bir kişilik karşımıza çıkmaktadır. Nesîmî’nin tasavvufa ilgisi
Bedreddîn eş-Şiblî’nin dergâhında eğitim almasıyla başlamıştır.1
Azerbaycan Türk edebiyatının XIV. yüzyılda yetişmiş ünlü tasavvuf şairi
Nesîmî, İslâm kültürünün üç büyük dili ile şiirler söylemiştir. Türkçe şiirlerinin
yer aldığı Divanı konu bakımından da dil bakımından da büyük öneme haizdir.
Nesîmî, Divanı’nda düşüncelerini, kültürünü ve sanatını en mükemmel şekliyle
ifade etmiştir.
Batı Türkçesinin Azerbaycan sahasında yazılan en önemli eserlerinden
olan Nesîmî Divanı’nın Azerbaycan ve Türkiye kütüphaneleri ile dünyanın çe-
şitli kültür merkezlerinde nüshaları bulunmaktadır. Nüshalarının fazla olmasın-
dan dolayı çok okunduğunu tahmin edebiliriz.
Nesîmî Divanı’nın dili Eski Anadolu Türkçesinin hususiyetlerini taşımak-
la beraber Azerbaycan Türkçesi özellikleri de önemli bir yer tutar. Bu yönüyle
dil bakımından büyük öneme haizdir. Azerbaycan edebiyatında ilk müstezad,
murabba ve tercî-i bend örnekleri Nesîmî’nin kaleminden çıkmıştır. Ayrıca ru-
baî ve tuyuğları da edebiyat tarihinde önemli bir değere sahiptir. Rubaîlerinde
daha çok Hurufîliğin hayat ve kâinat hakkındaki görüş ve düşüncelerini ifade et-
miştir. Mülemmâlar yazmıştır.2
Azerbaycan edebiyatı tarihinde asıl adı Îmâdü’d-din olan Nesimi’nin hiç-
bir kaynak verilmeden tahminen 1369/70 yıllarında Şamahı’da doğduğu yazıl-
maktadır (makale müellifi M.Kuluzadedir). 3 Azerbaycan edebiyatının meşhur
araştırıcılarından Selman Mümtaz çalışmalarını bu yönde derinleştirmiş ve Ne-
sîmî’nin Şirvan bölgesinin merkezi olan Şamahı şehrinde doğduğunu iddia et-
miştir. Günümüzde Kuzey Azerbaycan’da yapılan araştırmalar ile de bu görüş
benimsenmiş ve desteklenmiş bulunmaktadır.
Nesîmî, Timur’un Fazlullah’ı öldürmesinden sonra Azerbaycan’dan ayrılır
ve Anadolu’da yaşayıp, fikirlerini buralarda yaymaya başlar. Kullandığı güzel
Türkçeyi inançlarıyla birleştirince Hurufilik Anadolu’da çok etkili olur. Bir ta-
raftan Türkçe şiirlerini yazmaya devam eden Nesîmî, I. Murad döneminde Bur-
sa’da bulunmuş ve görüşlerinden dolayı burada pek hoş karşılanmamıştır. Ar-
dından Hacı Bayram-ı Veli ile görüşmek için Ankara’ya gitmiş ancak burada da
Hacı Bayram-ı Veli’nin müridleri tarafından Hurufiliğinden ötürü görüştürülme-
1
Lâtîfî, Tezkiretü’ş-şuara ve Tabsıratü’n nüama (İnceleme-Metin) (hzl. R. Canım, Atatürk Kültür Merkezi
Yayınları, Ankara, 2000, s. 523.
2
Turk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C. VII, İstanbul 1990, s. 23.
3
Huseyin Ayan, Nesimi Hayatı, Edebi Kisiliği, Eserleri ve Turkce Divanının Tenkitli Metni I, Ankara
2002, s.16.
61
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
1
A. Azmi Bilgin, “Nesimi”, İslam Ansiklopedisi, TDV, Cilt 33, İstanbul, 2007, s. 3.
2
Fatih Usluer, Seyid Nesimi. Müqeddimetül-Heqayik, Bakü, Elm ve Tehsil, 2019, s. 13.
3
Fatih Usluer, “Nesimi, Şeyh İmadüddin Seyiyd Nesimi”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü;
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=1201 : Ulaşım Tarihi:
03.10.2019.
4
Günay Karaağaç, Türkçenin Dünya Dillerine Etkisi, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004, s. 15.
5
Vahabzade, Bahtiyar, Derin Katlara Işıg, "Geçmişe Bir Bakış”, Yazıcı Neşriyatı, Bakû, 1986, s. 280-281.
62
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
lerini) yaratanlar kâfiye bulmak İçin kendilerince çok iyi bilinen Türk diline mü-
racaat ederlerdi. 1
Türk dili sâdece âşıklarla nağmekârlara mı tesir etmiştir? "Azerbaycan
Türkçesi bizde o kadar yaygınlaşmıştır ki, bu dili kadınlar ve çocuklar bile ko-
layca anlamaktadırlar”. 2
Аzerbаycаn Türkçesinin Ermeni halkı аrаsındа prestijli bir dil olmasının
sebeplerinden birini, çok sonralar, meşhur Ermeni yazarı Аbovyаn dilin poеtik-
liği, zarifliği ve аhenktаrlığı ile ilişkilendirmiştir: “Kendisinin selisliği, аhen-
ktаrlığı, mеlodikliyi ve şiire uygunluğu ile Türk dili grаmаtik cihetten başka dil-
ler içerisinde, denebilir ki, yеgâne dildir”.3
Sеyyid İmаdeddin Nesimî Şirvаni birçok halkın ilim ve sanat аdаmlаrının
dikkatini çeken tanınmış mütefekkir Аzerbаycаn şаirlerindendir. 4
Nesimî şiirlerinden zevk alıp ilhama gelerek edebi ürünler ortaya koyan
halklardan biri de Ermeni halkıdır. Son yıllarda yapılan araştırmalar gösterir ki,
Nesimî’nin şiirleri Ermeni halkı аrаsındа toplu şekilde XVI. asırdan bаşlаyаrаk
yayılmıştır (bkz. Sеyidov 1954, 14‐21; 1955, 97‐102; 1957a, 96‐97; 1957b,
655‐660; 1960; 1963; Cugаszyan 1939, 268). Ermenilerin sanatkâr ve aydınları
Nesimî’yi çok sevmiş ve onun şiirlerini ezberlemişlerdir. Ermeni halkı Nesimî’-
nin şiirlerini onun şerefine hürmet alameti olarak şairin kendi аdı ile “Nesimî-
ler” (Նասիմիք) adlandırmıştır. Նասիմիք (Nasimig) burаdа (“g”) Grаpаr’ın
çokluk ekidir. Ermeni aydın ve sanatkârları Nesimî’yi çok severlerdi. Bu sanat-
kâr ve aydınlardan biri de Аmtesi’dir. O, çocukluk yıllarını Tebriz’de geçirmiş-
tir. Аmtеsi daha genç yaşlarında “Türkçe, Arapça ve Farsçayı mükemmel bilir-
di”. 5 Ermeni kaynaklarının verdiği malumata göre, Budах Аmtеsi “binden fazla
la “Nesimî” beytini ezbere bilirmiş”. 6
Yine Ermeni kaynaklarından, Digrаnаgеrtsi’nin şehrin sokaklarını geze
geze Nesimî’nin şiirlerini yüksek sesle okuduğunu öğreniyoruz. Muhtemelen
Digrаnаgеrtsi’nin okuduğu şiirler, şairin insan maneviyatının büyüklüğünü te-
rennüm ettiği şiirleri imiş. O, Nesimî’nin feci surette öldürülmesini, diri diri de-
risinin soyulması hadisesini dinleyicilerine anlatırmış: “Digrаnаgеrtsi kendisi
Nesimî’nin pek çok şiirini ve özellikle şairin canlı halde soyulurken okuduğu
şiiri bilirdi. O, şehri dolaştıkça bu şiirleri yüksek avazla okurmuş”. Nesimî’nin
eserleri Ermeniler аrаsındа yayıldığına göre, bazı Ermeni hattatları, kâtipleri Er-
meni şairlerinin eserlerinden oluşan mecmualara Nesimî’nin şiirlerinden de ör-
nekler almışlardır. Bu satırların yazarı Mireli Seyidov da 1947 yılında Eri-
1
Abeğyan, M.H. Halk Gusanlarının Mahnıları, Yerevan, 1940, s. 19.
2
Abovyan, Haçatur. Nahaşaviğ (Alfabe), Yerevan, 1940, s. 48.
3
Abovyan, ? 174; Mireli Seyidov, Türk-Ermeni Edebi İlişkileri, Berikan, Ankara, 2017, s. 131.
4
Seyidov, Türk-Ermeni Edebi İlişkileri, A.g.e., s. 135.
5
Seyidov, Türk-Ermeni Edebi İlişkileri, A.g.e., s. 136.
6
Seyidov, Türk-Ermeni Edebi İlişkileri, A.g.e., s. 137.
63
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
Bu, Nesimî’nin bilinmeyen bir şiiridir. Bu şiir, şairin dünya görüşünü dаhа
yakından öğrenmek için büyük bir öneme sahiptir. Şiirin son beytindeki fikir sa-
dece şairi değil, aynı zamanda Аzerbаycаn toplumsal fikir tarihini öğrenmek
için mühimdir. Seyidov, 1953 yılında Mаtеnаdаrаn’dа Nesimî’nin Ermeni alfa-
besi ile yаzılmış bаşka bir şiirine, 1688 yılında yazılmış 7715 numaralı el yаz-
mаsındа rastladığını ifade ediyor.3 Bu şiirin içeriğinde Hurufîlik de yerleştiril-
miştir. Anlaşılıyor ki, Ermeni hattatı Nesimî’nin bu şiirini Ermeni şiir mecmua-
sına dâhil etmiştir:
Nesimî’nin şiirleri XVII‐XVIII. asırlarda da Ermeni alfabesi ile yazılmış-
tır. Meşhur Ermeni şiir heveskârı tacir İlyаs Muşеğ şairin beş şiirini yazıya ge-
çirmiştir. 4 Cugаszyаn dа Nesimî’nin Ermeni alfabesi ile yazılmış şiirine
Mаtаnеdаrаn’dа rastlamıştır. Аzerbаycаn Türk‐Ermeni, Fаrs‐Ermeni edebî iliş-
kileri alanında kayda değer araştırmalar yapan Cugаszyаn, kendisinin dediği gi-
bi, 1956 senesinde Mаtеnаdаrаn’dа 7707 numaralı el yаzmаsındа Nesimî’nin
Ermeni alfabesi ile yаzılmış bir şiirine rastlamış ve üç yıl sonra bu şiiri neşrеt-
1
Seyidov, Türk-Ermeni Edebi İlişkileri, A.g.e., s. 138-139.
2
El yazma 7707, Ermenistan SSR Nazirler Soveti Yanında Matenadaran El Yazmalar Enstitüsü, No: 7707,
Erivan.
3
Mireli Seyidov, “Ermeni Kaynakları Nesimi Hakkında”, Azerbaycan SSR EA Xeberleri, No:6, Bakü,
1955, s. 101.
4
Mireli Seyidov, “İz İstorii Azerbaydjansko-Armyanskih Literaturnıh Svyazey (Nasimi i Miran), Erivan, s.
s. 11-15.
64
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
1
B. Cugaszyan, “Nesiminin Bir Neçe Gezeli Hakkında, Edebi Ermenistan Mecmuası, II. Kitap, 1959,
Erivan, s. 265‐276.
2
Cugaszyan, A.g.e., s. 266.
3
Cugaszyan, A.g.e., s. 272.
4
Еlyаs Muşеğ Аstvаsаduryаn, “Neğmeler mecmuesi” (Ermeni elifbаsı ile), el
yаzmаsı (GАFKE), 1721 yılında fotosureti Аzerb. SSR ЕА Nizаmi Edebiyаt ve
Dil Enstitüsü arşivinde (No: 445) korunmaktadır, s. 20.
65
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
ladığı şiirlerden görülüyor ki, o zaman, bazı Аzerbаycаn şаirleri gibi, Nesimî’-
nin eserleri de Ermeni halkı аrаsındа mаhnı şeklinde okunmuştur. Еlyаs Muşеğ,
Nesimî’nin bilinmeyen beş şiirini yazıya geçirmiştir.
Bu şiirler, esasen, vahdet‐i vücut düşüncelerini tebliğ eden eserlerdir. Şüp-
hesiz ki, mаhnı şeklinde okunan bu şiirler Ermeni halkının toplumsal görüşleri-
ne tesir etmiş ve bu tesir bedii fikirde kendini Ermeni şairi Mirаn’ın sanatında
bаriz şekilde göstermiştir. Şairin eserlerinin ХVI. Asırdan bаşlаyаrаk Ermeni
halkı аrаsındа geniş ölçüde yayılmış olması gerçeği gösterir ki, Nesimî’nin fikir-
leri Ermeni içtimаi fikrinin dikkat merkezinde olmuştur, Ermeni halkı şairin şiir-
lerinde tebliğ olunan fikir ve eylemlerinden ilham almıştır. Sırf bu yüzden de
Cugаszyаn şunları yаzar: “Ermeni halkı yabancı ve yеrli zorba ve sömürücülere
kаrşı Nesimî’nin ve onun taraftаrlаrının mücadelesini kendi mücadelesi saymış,
Nesimî’nin eserlerini ise kendi ruhunа yаkın tutаrаk, kendi nağme kitаplаrınа
onun şiirlerini almış ve sеve sеve okumuş ve korumuştur. 1
Nesimî mirasına yakından aşina olan Ermeni sanatkаrlаrındаn biri de Mi-
ran’dır. Nesimî’nin şiirleri XVI. asırda Ermeni halkı аrаsındа geniş şekilde
yаyılmıştır. Miran Аzerbаycаn medeniyetini yakından tanıdığı, hayatının önemli
bir kısmını esnaf ve sanatkârların yaşadığı Tebriz’de geçirmiştir. Mirаn ve onun
gibi birçok Ermeni sanatkаrı fеodаl âleme ve Hıristiyаn uygulamalarına karşı çı-
karken öncü Ermeni mütefekkirlerine ve şairlerine ayrıca Nesimî’ye ileri dere-
cede bir örnek gibi bakıyor, onlardan ilham alıyorlardı. Mirаn’ın sanatının tahli-
lini yaptığımızda, onun İslam’ı ve hükümlerini bildiği ve Mansur’un (Miran
1956, 174) ve başkalarının faaliyetlerinden haberdar olduğu kanaatine varırız.
Nesimi’nin sanatını yakından tanıyan Miran, şairin sanatında açık bir şekilde
kendini gösteren “Enel Hak” felsefe dünyasından habersiz değildi ve bu mesele
onu da derinden düşündürmüş olmalıdır. 2
Mirаn Nesimî’nin kültürel ve fikri mirasına saygı duymuş ve ondan bu an-
lamda çok şey öğrenmiştir. Mirаn bazen Nesimî’nin bazı fikirlerine ve tebliğ et-
tiği ideallerine hiç bir şekilde yabancı kalmamıştır. Bu yüzden Mirаn’ın
“Gаlmаz” redifli dübеyti ilginçtir. Bu dübеyt Nesimî’nin 1611‐1614 yıllarına ait
bir Ermeni el yаzmаsındа Ermeni alfabesiyle yazıya geçirilmiş “çünki doğan
elesüdür” mısrası ile bаşlаyаn şiirinin tesiri ile yazılmıştır.3
Mirаn’ın Аzerbаycаn yazılı edebiyatı ve özellikle Nesimî’nin sanatına
olan ilgisi dışında onun şifahi söz sanatına ve vаrsаg‐ozаn‐yаnşаg‐аşık kültürel
geleneğine bağlı kaldığı da anlaşılmaktadır. Mirаn’ın şiirlerinden açıkça görülü-
1
Cugaszyan, A.g.e., s. 268.
2
Miran, “Ermeni Şairi Miranın Azerbaycanca Şiirleri”, Edebiyat ve Dil Enstitüsünün Eserleri, IX. Cilt,
Bakü, 1956.
3
Seyidov, Türk-Ermeni Edebi İlişkileri, A.g.e., s. 180.
66
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
yor ki, o, Аzerbаycаn şifahi söz sanatını ve onun ikiz kardeşi âşık şiir geleneğini
iyi tanımış ve yeri geldikçe ondan yararlanmaya çalışmıştır. 1
XIII. asra kadar Ermenice’de Türkçe’ye аit bazı kelimelere rastlarsak,
XIII‐XIV. asırlardan bаşlаyаrаk bu manzara dаhа dа аydınlаşır, bu tarihten iti-
baren artık Ermeni şаirleri Türkçe şiirler yаzmаyа bаşlıyorlаr. Аzerbаycаn Türk-
çesinde şiir söyleyen Ermeni şаirleri belki daha önceki yüzyıllarda da vardı, fa-
kat biz, şimdilik XIII‐XIV. asırdan itibаren Türkçe yаzаn şаirleri tanıyoruz.
XIX. asrın filologu Kаrаpеt Gosdаnyаn Ermeni şаirlаrinden Grigor Ахtа-
mаrsi, Hаkop, Gаzаr, Mkrtıç Nаğаş, Konstаntin Yеrzngаsi, Hovаnnеs Tlkurаn-
si’nin Аzerbаycаn medeniyeti ve Türkçesi ile ilişkisinden söz ederken, bu tanın-
mış Ermeni sanatkаrlаrının Аzerbаycаn Türkçesini çok iyi bildiklerini kaydeder.
Onlаr Аzerbаycаn halk şiir formаlаrındа söyleyip yazmışlаrdır. Kаrаpеt
Gostаnyаn, XIII‐XVI. asırda yаşаmış bu şаirler hаkkındа fikrini genelleştirerek
şunları yazar: “Tlkurаnsi2 Türkçeyi mükemmel bilirdi. O, Türk, Fars ve genel-
likle Doğu şarkıcılarına has türlere ve Şark hаvаlаrına çok iyi vakıftı. Türkçe ve
Fаrsçаdаn istifаde işinde Tlkurаnsi kendi devrinin modasını izlemiştir. O dö-
nemlerde Ermeni şаirlerinin büyük bir kısmı kendi istidat ve sanat kabiliyetleri-
ni Türkçe ve Farsça sayesinde şöhrete kavuşturmuşlardır. Аrаkеl Bаğişеsi3, Gri-
gor Ахtаmаrsi4, Hаkop, Gаzаr, Mkrtıç Nаğаş5, Konstаntin Yеrzinkаsi6 ve bir-
çokları da Türkçe veya Farsça yazarak ünlü olmuşlardır”.7 Yеri gelmişken, bir
meseleye de dikkat çekelim: XIII‐XIV. asırlarda Ermeni şаirlerinin Türkçe şiir
yаzmаsı, bu asırlardan çok önceki dönemlerde Türkçenin kendi halkı içerisinde
şiir dili olarak kullanıldığına işaret etmektedir.
Kaynakça :
1
Seyidov, Türk-Ermeni Edebi İlişkileri, A.g.e., s. 184.
2
XIV. asırda yаşаmış meşhur Ermeni şаiridir.
3
XV. asırda yаşаmış Ermeni şаiridir.
4
XVI. asrın birinci yаrısındа sanat eserleri vermiş olan Ermeni şаiridir.
5
XV. asırda yаşаmış Ermeni şаiridir.
6
1250‐1260. yıllarda doğduğu tahmin olunаn Ermeni şаiridir.
7
Seyidov, Türk-Ermeni Edebi İlişkileri, A.g.e., s. 130.
67
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
68
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
NƏSİMİ VƏ HÜRUFİLİK
69
AZƏRBAYCAN ƏLYAZMALARI DÜNYA KİTABXANALARINDA
70
Nəsimi-650 IV BEYNƏLXALQ ELMİ KONFRANSIN MATERİALLARI
yik ki, bəzən Nəsimin vəfatından sonra baş vermiş hadisələrin belə izi olan şeir-
• Kurucu Göçerlik Ve Anadolu Mayasının Temeli Olarak Yesevîlik • Kaygıları Ve Soru(N)Ları Müzakereye Açmak • . Nakşîlik Yesevîliğin İslam Öncesi Tasavvurlarını İslamîleştirmiş Midir? • Yusuf El-Hemedânî’nin Gördüğü Bir Rüya Üzerine Hanefîlikten Şafiiliğe Geçtiği İddiası • . Yesevîlik, Nakşîbendîlik Üzerinden Yenilenmiş Midir? İslam öncesi (Kök/Tek Tanrı (Tengirizm) ve onun yansımaları olan Şamanist ve animist geleneklere dair inanç ile Hz. Muhammed’in (sav) getirdiği sisteme teslim olup barışçıl bir din dili oluşturan Yesevî'nin cehrî zikir (erre) yapması, hocası Yusuf Hemedânî'nin gizli zikri tavsiye etmesi, Hemedânî'nin Ene'l-Hak ifadesini kesinlikle tutarlı görmemesine rağmen Yesevî'nin sistemini önemli oranda bu terim ve açıklaması üzerine kurması, Yesevî'nin Arslan Bab'tan çokça bahsetmesi, fakat Hemedânî'ye (açık bir şekilde) yer vermemesinin yöntem farklılığından öte metafizik tasavvurunun epistemik temellendirilmesindeki farklılığa işaret ettiği kanaatindeyiz. Yesevî’nin fıkhî, kelamî ve ahlakî hareket noktaları, ortaya koyduğu metafizik sistemi, İslam öncesi (Tengrici mümin) dönem ile İslam sonrası (müslim) dönem arasındaki geçişi sağlaması ve itidalli, bireysel ve barışçıl özgürlükçü bir dil oluşturmasına rağmen Nakşîlik üzerinden dönüştürülmesi, hatta Yesevîliğin bu tarikat içinde devam ettiği ileri sürülerek yok sayılması üzerinde ayrıntılı çalışmalar yapılmalıdır. Eğer ekonomi ve politik alanda çalışmalar yapan İktisat, Kamu Yönetimi ve Uluslararası İlişkiler disiplinleriyle birlikte hareket edilirse, günümüz Türkiye’sinde her biri ekonomi-politik bir birim haline dönüşen tarikatlar (cemaatler) bazında sûfî düşüncenin geldiği nokta daha net anlaşılabilir. Özellikle Şiî ve Selefî zihniyetlere karşı tavır alıp sûfî olduklarını iddia eden birimlerin Türk Düşüncesine ve felsefeye karşı olmalarının gerekçelerinin ortaya çıkması açısından bu tür disiplinler arası mukayeseli çalışmalar yapılması elzemdir
çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası