geylani hazretleri kimdir / KADIRÎLIK - определение и синонимы слова Kadirîlik в словаре турецкий языка

Geylani Hazretleri Kimdir

geylani hazretleri kimdir

Turkish Translation of Wait For Me By Konstantin Simonov BEKLE BENİ "Жди меня" Константин Симонов Tüm gayretinle yüzde yüz Bekle döneceğim geri. Bekle, gamla dökerken güz, Sarı yağmur taneleri. Bekle, kar yolları kessin. Bekle, yaksın yaz ateşi. Bekle, sen bekle herkesin Unuttuğunda geçmişi. Gelmez olsa dahi bekle, Artık uzaklardan mektup; Bekle vazgeçseler bile, Bekleştiklerin yorulup. Bekle beni, döneceğim, Nazik olma, verme değer Sana öldüğümü her kim Anlatmak isterse eğer. Bırak, oğlum ile annem Öldüğüme inansınlar; Bırak arkadaş avanem Loş ateşte toplansınlar Acı şarabımla kadeh Tokuşsunlar bırak çın çın; Bekle, acele etme, ah, Oturup da içmek için. Döneceğim, bekle beni, Bütün ölümlere rağmen; Yalnız şansa yorsun bunu, Bırak beni beklemeyen; Beklemeyen bilsin nasıl? İçerisinden ateşin Çekip çıkarmıştı asıl Senin beni bekleyişin. Nasıl da sağ çıktı yürek? Bu sır yalnız benle senin. Beklemeyi sen bildin tek, Bilmediğince kimsenin. Konstantin SİMONOV Çeviri: Osman TUĞLU ___________________ Жди меня Жди меня, и я вернусь. Только очень жди, Жди, когда наводят грусть Желтые дожди, Жди, когда снега метут, Жди, когда жара, Жди, когда других не ждут, Позабыв вчера. Жди, когда из дальних мест Писем не придет, Жди, когда уж надоест Всем, кто вместе ждет. Жди меня, и я вернусь, Не желай добра Всем, кто знает наизусть, Что забыть пора. Пусть поверят сын и мать В то, что нет меня, Пусть друзья устанут ждать, Сядут у огня, Выпьют горькое вино На помин души... Жди. И с ними заодно Выпить не спеши. Жди меня, и я вернусь, Всем смертям назло. Кто не ждал меня, тот пусть Скажет: - Повезло. Не понять, не ждавшим им, Как среди огня Ожиданием своим Ты спасла меня. Как я выжил, будем знать Только мы с тобой,- Просто ты умела ждать, Как никто другой. Константин Симонов

Эпизоды

  • Öfkeli olma, yumuşak ol! – Mektubat, 98. MektupBu mektûb, şeyh Zekeriyyânın oğlu Abdülkâdire yazılmışdır. İnsanlara karşı sert olmağı değil, yumuşak davranmağı, çeşidli hadîs-i şerîfler göstererek bildirmekdedir: “Allahü teâlâ hepimizi tâm orta yolda bulundursun! Va’z etmekde, nasîhat etmekde ve Allahın kullarına müslimânlığı öğretmekde gözetilmesi lâzım gelen şeyleri bildiren birkaç hadîs-i şerîf yazıyorum. Hak teâlâ, bunlara uygun davranmamızı nasîb eylesin! Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Allahü teâlâ refîkdir. Yumuşaklığı sever. Sertlik edenlere vermediği şeyleri ve başka hiçbir şeye vermediğini, yumuşak davranana ihsân eder). Bu hadîs, İmâm-ı Müslimin “rahmetullahi aleyh” (Sahîh)inde vardır. Yine (Müslim)de bildiriliyor ki, Âişeye “radıyallahü anhâ”, (Yumuşak davran! Sertlikden ve çirkin şeyden sakın! Yumuşaklık insanı süsler. Çirkinliğini giderir) buyurdu.[(Müslim)deki] hadîs-i şerîfde, (Yumuşak davranmayan, hayr yapmamış olur) buyuruldu.[(Buhârî)deki] hadîs-i şerîfde, (İçinizde en sevdiğim kimse, huyu en güzel olanınızdır) buyuruldu.[İmâm-ı Ahmed ve Tirmüzînin “rahimehümüllah” bildirdikleri] hadîs-i şerîfde, (Kendisine yumuşaklık verilen kimseye dünyâ ve âhıret iyilikleri verilmişdir) buyuruldu.[İmâm-ı Ahmed, Tirmüzî, Hâkim ve Buhârînin “rahimehümullah” bildirdikleri] hadîs-i şerîfde, (Hayâ, îmândandır. Îmânı olan Cennetdedir. Fuhş, kötülükdür. Kötüler Cehennemdedir) buyuruldu.[İmâm-ı Ahmed ve Tirmüzînin bildirdikleri] hadîs-i şerîfde, (Cehenneme girmesi harâm olan ve Cehennemin de onu yakması harâm olan kimseyi bildiriyorum. Dikkat ediniz! Bu kimse, insanlara kolaylık, yumuşaklık gösterendir) buyuruldu.[Ahmed ve Tirmüzî ve Ebû Dâvüdün bildirdikleri] hadîs-i şerîfde, (Yumuşak olanlar ve kolaylık gösterenler, burnuna yuları takılmış deve gibidir. Yürütmek istenirse, hayvan ona uyar. Taşın üzerine oturtmak istenirse, hayvan oraya oturur) buyuruldu.[(Buhârî)deki] hadîs-i şerîfde, (Kızdığı zemân istediğini yapabilecek [müslimân] bir kimse, kızmazsa, Allahü teâlâ kıyâmet günü onu herkesin arasından çağırır. Cennetde istediğin yere git der) buyuruldu.[Bütün kitâblarda yazılı olan hadîs-i şerîfde], bir kimse Resûlullahdan nasîhat istedikde, (Kızma, sinirlenme!)buyurdu. Birkaç kerre sordukda, hepsine de (Kızma, sinirlenme!) buyurdu.[Tirmüzî ve Ebû Dâvüdün “rahime-hümallah” bildirdikleri] hadîs-i şerîfde, (Cennete gidecek olanları haber veriyorum, dinleyiniz! Zaîfdirler, güçleri yetmez. Birşey yapmak için yemîn ederlerse, Allahü teâlâ, bunların yemînlerini, muhakkak yerine getirir. Cehenneme gidecek olanları bildiriyorum, dinleyiniz! Sertlik gösterirler. Acele ederler. Kendilerini üstün görürler) buyuruldu.[Tirmüzî ve Ebû Dâvüdün “rahime-hümallah” bildirdikleri] hadîs-i şerîfde, (Bir kimse ayakda iken kızarsa, otursun. Oturmakla geçmezse yatsın!) buyuruldu.[Taberânî, Beyhekî ve İbni Asâkirin “rahime-hümullah” bildirdikleri] hadîs-i şerîfde, (Sarı sabır maddesi balı bozduğu gibi, kızgınlık da îmânı bozar) buyuruldu.[Beyhekî ve Ebû Nu’aymın “rahime-hümallah” bildirdikleri] hadîs-i şerîfde, (Allah için aşağı gönüllü olanı, Allahü teâlâ yükseltir. Bu, kendini küçük görür. Fekat, insanların gözünde büyükdür. Bir kimse, kendini başkalarından üstün tutarsa, Allahü teâlâ onu alçaltır. Herkesin gözünde küçük olur. Kendini yalnız kendisi büyük görür. Hattâ köpekden, domuzdan dahâ aşağı görünür) buyuruldu.[Beyhekînin “rahime-hullah” bildirdiği] hadîs-i şerîfde, (Mûsâ bin İmrân “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalevâtü vetteslîmât”, Yâ Rabbî! Kullarının en kıymetlisi kimdir? dedikde, gücü yetdiği zemân afv edendir, buyuruldu) buyurdu.[Ebû Ya’lânın “rahime-hullah” bildirdiği] hadîs-i şerîfde, (Bir kimse, dilini tutarsa, Allahü teâlâ onun utanacak şeylerini örter. Gazabını tutarsa, kıyâmet günü Allahü teâlâ azâbını ondan çeker. Bir kimse, Allahü teâlâya yalvarırsa, kabûl eder) buyuruldu.

  • “Erenlerin kalbi saftır, temizdir. Halkı gönüllerine almazlar. Yalnız Mevlâ'yı anarlar. Allah hem Aziz hemCelildir. Dünya akıllarına girmez. Gözleri öbür âleme dönük olur. Sizin malınız onlar için önem taşımaz. Hakkatında olanlar, onlar için kıymet taşır. Siz onları ne bilebilir ne de görebilirsiniz. Onların işine aklınız ermez;çünkü dünya ilesiniz. Dünya ile uğraşan, ukbayı göremez ve bilemez; âhireti unutur. Siz, Rabbinizdenutanmayı bir yana attınız. O'ndan yüz çevirdiniz. Bu hâlinizden dönün ve sizi yola getirecek kimseyi arayın.İmanlı kardeşin sana öğüt verirse tut. Ona muhalif olma, karşı durma. Kabul et. Sen hatanı göremezsin; amao görür. Büyük Peygamber (S.A.) bir kelâmında şöyle buyurur; - «Mü'min, mü’minin aynasıdır.» İman sahibiyaptığı nasihati doğru yapar. Kardeşine gizli kalmış hataları anlatır. Göremediklerini gösterir, iyi nedir, kötünedir beyan eder, öğretir. Yarar işle yaramazı tarif eder. Halka nasihat etmeyi kalbime getiren Sübhan'dır. Buvazifeyi bana en büyük gaye kılan Mevlâm, yücedir. Ben nasihatçıyım; bunun için sizden karşılıkbeklemiyorum. Öbür âlemim, Rabbim katında hazırdır; bana O lâzım. Ben dünya arayıcısı değilim. Dünyayakul olmam. Hak’tan başka hiçbir şey beni bağlayamaz; zaten O'ndan başka kimsem yok... Ben, tek, yaratıcı,ezelin sahibi, ebedin sahibi olanın, sonu ve önü olmayanın kulu ve kölesiyim. Benim için sevinç, sizinkurtulmanızdır. Üzüntüm size gelecek helak ihtimalinden doğuyor. Elinden tuttuğum bir doğru yolcunun,saadeti benim için en büyük şeydir. Onu görünce, ruhum şen olur, ateşim düşer; bir başka hâl olur,sevinirim. Nasıl böyle bir insan elimden yetişiyor diye, hayret eder; övünürüm.Ey evlâd! Bütün derdim sensin, ben, değil. Ben sevinirsem senin içindir. Benim için beni sevme, senin içinsev. Bana bağlan, bağlılığın kadar yol alırsın.Ey cemaat! Böbürlenmeyi bırakınız. Allah'a karşı büyüklük satmak neden? Kullara da kibirli davranmayın.Haddinizi bilin. Varlığınıza tevazuu yerleştirin. Evvelâ halinizi düşünün. Bir suydunuz. Sonrası nedir,biliyorsunuz. Bir hendeğe yuvarlanacak ağırlık. Hali böyle olana büyüklük satmak yaraşır mı?.. Hırsakapılmayın. Kötü arzular sizi sürüklemesin. Dünyalık adamların kapısına koşmayın. Ezilip büzülüp onlardandünyalık koparmak size gerekmez. Ne çıkar bu halden, sabırla doğru yoldan nasibi arasan daha iyi olmaz mı?Ya bir de yaptığın dilenciliğin sonu boşa çıkarsa... Peygamber (S.A.) efendimizin buyurduğu gibi: - «En büyükbelâ, nasipte olmayanı aramaktır.»Çalış. Kurtulmuşlara bak. Kendini onlara benzet. Onları görmezsen, kurtulamazsın. Geçmişteki büyükler deböyle demişler. Bir kimse iyiyi görmüyorsa, o iyi olamaz. Sen de görüyorsun. Ama yalnız baş gözünle...Kalbini O’na vermiyorsun; kalp gözünü O’nun yoluna dikmiyorsun. Sır gözünü aç, iman gözünü kapama.İmanın sende emanet gibi duruyor. Basiret sahibi olmayan iman, iman değildir. Öyle bir göze sahip ol ki,onunla her varlığı görebilesin. Dış gözün görmesi bir şey değildir. Görmeyişi de önem taşımaz. Asıl felâketkalp gözünün kör olmasıdır. Allahû Teâlâ bir Âyet-i Kerimede şöyle buyurdu: - «Baş gözleri kör olmamıştı,lâkin sinelerindeki can gözleri görmüyordu.» (Hac, 46)Dünyalık peşine koşmak yaramaz. Hırsla dünyaya sarılan dinini tin (incir) ile değiştirene benzer. Sonsuz veebedî şeyi, geçici dünya menfaatine değiştirende akıl yoktur. Dünyalık insanı nereye kadar götürebilir?İsterse en kıymetli şey olsun, kabir kapısından öteye geçemez. Hakiki âleme yolculuk başladığı zaman elindehiçbiri kalmaz ne o kalır ne de bu.Ey cemaat! Her halde anlattıklarımı yapmaya yanaşmak niyetinde değilsiniz. Kalbinizdeki kötülükleri atmayapek hevesli görünmüyorsunuz. Biliyorum, söylediklerimin hepsini yapabilmek, her kişinin kârı değil, azkişinin kârıdır. O da binde bir olur. Hani, azını da bırakmayın. Ne kadar yapsanız, o size kalır. Bunu anlatan birHadis-i Şerifi arz edeceğim.

  • Пропущенные эпизоды?

    Нажмите здесь, чтобы обновить ленту.

  • “Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır.” Enfal 25Fitne yani “toplum içinde imanın bozulması, baskı, düzensizlik, kargaşa, hukukun çiğnenmesi, hakka dayanmayan gücün hâkim olması ve böylece kulluk imtihanının kaybedilmesi tehlikesi” ya el birliği ile engellenecek ya da bunun zararı sınırlı kalmayacak, hak edenlerin yanında suçsuzlara da dokunacaktır. Çünkü onlar da fitnenin ortadankalkması için ellerinden geleni yapmadıkları, haksızlığa karşı mücadele etmedikleri için kusurlu ve sorumludurlar.Bunların içinde hiçbir kusuru olmayan çok küçük bir grubun (âcizler) bulunması tabiidir. Allah bunlara, günahları ve kusurları olmadığı halde başkaları yüzünden uğradıkları felâket ve acıların karşılığını âhirette verecek, bu acılara değen, “Keşke dünyaya tekrar dönsem de buna benzer acılar yaşasam” dedirten ödül ve karşılıklar lutfedecektir, O’nun sünneti (kanunu) böyledir.Peygamber efendimiz fitne konusunda ümmetini uyarmış, “Toplumda pislik çoğalırsa içlerinde iyiler bulunsa bile helâkten kurtulamazlar” buyurmuştur (Buhârî, “Fiten”, 4, 28). İyiyi toplumsal buyruk, kötüyü de ayıp ve yasak haline getirmedikçe toplumun kötülüklerden sorumlu olacağını ve bunun bedelini ödeyeceğini bildiren birçok hadis vardır.“Umuma Gelen MusibetBil ki Allah Teâlâ, insanı, kendisiyle kalbi arasına girilmekten sakındırdığı gibi, onu fitneden de sakındırmıştır. Buna göre ayetin manası, "Geldiğinde, sadece zalimlere mahsus olmayan; aksine hepinize, iyinize kötünüze isabet edecek olan bir fitneden sakının" şeklinde olur. Hasan el-Basri'den bu ayetin, özellikle Cemel Savaşı'nda, Hz. Ali, Ammar, Talha ve Zübeyr'in içine düştükleri durumu ifade için indiğini söylemiştir. Nitekim Zübeyr de: "Bu ayet, bizim hakkımızda indi. Biz onu, uzun zaman okuduk; ama o fitnenin içine düşecek olan kimselerin bizler olduğunugöremedik. Bir de ne görelim, bununla kastedilenler, bizlermişiz. " demiştir. Süddî'den de: Bu ayetin, Bedlr'e iştirak edip de Cemel'de savaşan kimseler hakkında nazil olduğunu söylediği rivayet edilmiştir.Rivayet edildiğine göre bir gün, Zübeyr, Hz. Peygamber (s.a.s)'le gece sohbet ediyordu. Derken, Hz. Ali (r.a) de çıkageldi.. Hz. Ali'yi Zübeyr gülerek karşılayınca, Hz. Peygamber (s.a.s), "Ali'yi ne kadar seversin?" dedi.. Bununüzerine Zübeyr, "Ey Allah'ın Resulü, onu, tıpkı çocuğumu sevdiğim gibi, belki de daha fazla severim " dediğinde Hz. Peygamber (s.a.s), "Sen onunla savaşmaya gittiğin zaman nasıl olacak ya!?" dedi.Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Hem bilin ki, Allah şüphesiz azabı çetin olandır" buyurmuştur. Bu tabir ile de, Allah'ın ikâbından sakınmak için, müstakim olmanın gerekliliğine teşvik murad edilmiştir.Buna göre şayet, "Bu ayetten çıkan netice şudur: Allah Teâlâ, geldiğinde, günahkâr olanı da olmayanı da kapsayacak olan bir azaptan, bir fitneden insanları sakındırıp korkutuyor. Binâenaleyh, Rahîm ve Hakîm olanın rahmetine, bu fitne ve azabı, günahkâr ve suçlu olmayan kimselere de ulaştırması nasıl uygun düşer?" denilirse biz deriz ki:Allah Teâlâ bazan, doğrudan doğruya olarak, kulunun başına ölümü, fakirliği, körlüğü ve kötürümlüğü v.b.getirebiliyor. Bu, ya, Cenâb-ı Hakk'ın yegâne Mâlik olması sebebiyle, O'ndan sâdır olması pek uygun olan bir fiildir; veyahut da, Allah Teâiâ'nın, bu işin bir tür iyiliği ihtiva ettiğini bilmesi sebebiyle sâdır olmuştur. Bu hususta, ikimezhebin de farklı farklı görüşleri bulunmaktadır. Binâenaleyh, bu iki sebebin birisinden dolayı bu caiz olunca, işteburada da caiz olur. Allah en iyi bilendir.” RaziAklın en büyük paradoksu şudur: Ne elde edersen et ondan sıkılacaksın. Her neyi elde edemezsen, ona karşı büyük özlem duyacaksın.Aşk, vermek ister. Akıl, almak ister, menfaat ister.

  • Allah’ı tanımanın yolu: Yakîn - Mektubât, 97. MektupBu mektûb, şeyh Dervîşe yazılmışdır. İbâdet etmemizin emr olunması, yakîn elde etmemiz için olduğubildirilmekdedir:“Hak teâlâ, Peygamberlerin en üstünü “salevâtullahi aleyhim” hâtırı için, bir işe yaramıyan bizlere, îmânınhakîkatini bildirsin! İnsanların yaratılmasına sebeb, emr olunan ibâdetleri yapmakdır. İbâdetleri yapmak daîmânın hakîkati olan, yakîni elde etmek içindir. Hicr sûresi, son âyetinin meâl-i şerîfi de, belki (Yakîn eldeetmek için Rabbine ibâdet et!) demekdir. Çünki (hattâ) kelimesi, (ye kadar) demek olduğu gibi, (sebebolmak, ya’nî, için) ma’nâsını da bildirir. Sanki, ibâdet yapmadan önce olan bu îmân, îmânın kendisi değil,görünüşüdür. Âyet-i kerîmede, (yakîn elde etmek için) ya’nî (Îmânın kendisini elde etmek için) buyuruluyor.Sûre-i Nisâ yüzotuzbeşinci âyetinde, (Ey îmân edenler! Îmân ediniz!) buyuruldu. Bunun ma’nâsı, (Ey!Îmânın sûretini edinenler! İbâdet yaparak, îmânın kendisine kavuşunuz!)dur. (Vilâyet), ya’nî Velî olmak, Fenâ ve Bekâ denilen iki ni’mete kavuşmak demekdir. Fenâ ve Bekâya kavuşmak,bu yakîni ele geçirmek içindir. Yoksa, Fenâ-fillah ve Bekâ-billah diyerek, Allahü teâlâ ile birleşmek, hulûl gibişeyler anlamak, ilhâd ve zındıklıkdır.Evet, tesavvuf yolunda ilerlerken, Allahü teâlâya olan fazla aşk, sevgi sebebi ile serhoşluk gibi, ba’zı hâllerhâsıl olur. Bu vakt, ba’zı bilgiler yanlış anlaşılır. Böyle hâlleri geçmek, atlamak lâzımdır. Böyle anlayışlar içintevbe, istigfâr etmek lâzımdır. Tesavvuf büyüklerinden İbrâhîm bin Şeybân-i Kazvînî “kaddesallahü teâlâervâhahüm” buyuruyor ki: (Fenâ ve Bekâ bilgileri, Allahü teâlânın bir olduğuna hâlis inananlarda veibâdetlerini doğru yapanlarda bulunur. Başkalarının Fenâ ve Bekâ olarak söyledikleri hep yalandır vezındıklıkdır). Bu sözü, tâm yerindedir ve kendisinin doğru yolda bulunduğunu göstermekdedir.(Fenâ-fillâh) demek, Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği şeylerde fânî olmak demekdir. Ya’nî hep Onunsevdiklerini sevmek, Onun sevdikleri, kendine sevgili olmakdır. (Seyr-i ilallah) ve (Seyr-i fillah) gibi sözler deböyledir. Size ve doğru yolda olanlara selâmlar olsun!” RabbaniVa’bud rabbeke hattâ ye/tiyeke-lyakîn Yakin: Kesin, sağlam, doğru bilgi.Fenâ, yokluk ve hiçlik ve geçici olmak; bekâ ise, kalıcı ve daimi olmak anlamına Kur'an kaynaklı bir tasavvuf kavramıdır.Rahman Suresi'nde: Yeryüzünde bulunan herşey fenâ bulacak; yalnız celal ve ikram sahibi Rabbının zatı bakikalacaktır.” buyurulmaktadır.Bir bölgede yağmur yağmıyordu, kuraklık çok sıkıntı vermeye başlamıştı. Herkes yağmur yağması için dua ediyorsa da;yağmur yağmıyordu. Evliyadan bir zat, ne yapacağını şaşıran insanlara dedi ki:“Bunun çaresi vardır. Sebeplerine yapışmadan yağmur yağmaz.”İmam Şafi'ye soruldu; "Allah'a karşı kötü zan nasıl olur?”Şöyle cevap verdi: "Vesveseli olmak, her an bir musibet gelecek gibi bir korku içine girmek ve elinde bulunannimetin yok olacağını beklemek, Allah'a karşı kötü zandır."İnanç dediğimiz şey bazı fikir ve düşüncelere olan bağımlılıktır. Onları kesin doğrularımız olarak görürüz.Annemiz bize geçmişte bir şey söylemiştir; "sobayı elleme, elin yanar" denemiş veya denememiş ama deneyen birisinigözlemlemişizdir ve gerçekten de eli yanmıştır. Biz onu çok sağlam bir şekilde kodlarız, artık sobayı ellemeyiz. Ama yazgelip de artık onun içinde ateş yanmıyor olsa bile, onun yakmadığını bilsek bile, yine de ona dokunmaktan kaçınırız,çünkü inancımız vardır. Size söylenenler, duyduklarımız, okuduklarımız, gördüklerimiz hepsi birer inanç oluşturur.Hepsinin doğru olduğuna inanır ve inandıklarınıza göre yaşarsınız. İnancı aşabilecek bir şey yoktur, beynimiziinançlarımıza göre programlarız. Eğer yanlış bir bilgiyi inanç halinde kodlamışsak, bize onun tamamen yanlış olduğugözümüze sokarak gösteriliyor olsa bile ondan vazgeçemeyiz, inanmak ikna olmaktır. Kabul etmektir.

  • Allah’a ve peygamberine düşman olanlar var ya, işte onlar en aşağı kimselerin arasındadırlar.”“Allah, “Şüphesiz ben ve peygamberlerim galip geleceğiz” diye yazmıştır.Şüphe yok ki, Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (Mücadele 21)“Yani, "Bu kimseler, mahlûkatın en zelilleri cümlesindendir. Çünkü, iki rakibten birisinin zilleti, ikinci hasmının izzetine göredir. Binâenaleyh, Allah'ın izzeti nihayetsiz olunca, O'nunla nizâlaşanın zilleti de nihayetsiz olur." demektir.Cenâb-ı Allah, bu münafıkların zilletini beyân edince, mü'minlerin izzetini de açıklayarak, "Allah şöyle yazmıştır:Celâlim hakkı için, Ben ve peygamberlerim galip gelecektir" buyurmuştur. Bu ayetle ilgili iki mesele vardır:Dinin Üstünlüğü Delildeki KuvvetBütün peygamberlerin hüccet ile galip gelmeleri, ki üstünlük ve iftihar vesilesidir. Şu kadar var ki, bazı peygamberler,hüccet ile galibiyete kılıç ile galibiyeti eklemişlerdir; bazıları ise böyle olmamıştır.Cenâb-ı Allah daha sonra, "Allah dostlarına yardımda güç kuvvet sahibidir, azizdir, yani, galibtir, hiç kimse O'nu, murâd ettiği şeyden çeviremez. Çünkü O'nun dışındaki her şey, zâtı bakımından mümkinü'l-vücûd'dur.Zâtı bakımından vâcibü'l-vücûd olan, zâtı bakımından mümkün olana galip gelir" buyurmuştur.Nüzul: Mukâtil şöyle demiştir: "Müslümanlar: "Biz, Fars ve Roma'ya karşı, Allah'ın bize yardım edeceğini umuyoruz" dediler. Bunun üzerine, münafıkların reisi olan Abdullah Ibn Übeyy, "Siz, Fars ve Roma'nın, yendiğiniz bazı memleketler gibi mi olduğunu zannediyorsunuz?! Hayır, vallahi onlar, sayıca ve güç bakımından çok büyüktürler" dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu.” Razi Tefsir5 mi büyük 1 mi? 1 yumruk olursan 5 parmaktan büyük ve güçlü olursun. Parmaklarım ne kadar ince ve kırılgan!Elmasların oluşmasını sağlayan baskıdır. Sarılmak değil. Kömüre sarılırsanız ne olur?Noel süslerini tatlı bulup Ramazanla ilgili süslere "laik bir ülkeyiz" diye laf atanlara İslamafobik denince kavga Sahtekarlık her yerde. Hayatında ilk baklavacı açıyo. Tarihi mehmed efendi baklavası yazıyo. Oraya takkeli bi amca da koyuyo tabelaya.Kimi zaman sayıları yüzbinlere ulaşan beraber uçan onbinlerce sığırcık kuşuÇok az sayıda uçak bile böyle bir arada uçamaz uçmaya çalışsa ne olur faciaBilim ve akıl bunu açıklamakta aciz kalıyorSığırcık isminde güzel ve küçük binlerce kuş ama tek bir çarpışma olmuyorKuşlardan yere düşen tek bir tane bulamıyoruz. Nasıl oluyor da bu şekilde koordineli uçabiliyorlar?Domatesi soğanı biberi Allah yarattıMuhammet Mustafa (sav) onlardan bize yemek yaptıSahabeler soframızı serdi, Alimler sofraya yemekleri dizdiHocalar kaşık çatalları elimize verdiBize birtek yemeği yemek düştü. Bu kadar zahmete rağmen o yemeği yiyemiyorsak vayyy halimizeİmam Şafi'ye soruldu; "Allah'a karşı kötü zan nasıl olur?”Şöyle cevap verdi: "Vesveseli olmak, her an bir musibet gelecek gibi bir korku içine girmek ve elinde bulunan nimetin yok olacağını beklemek, Allah'a karşı kötü zandır."“Kim inanarak ve karşılığını sadece Allah’tan umarak Kadir Gecesini ihya edip ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhari, İman: 35; Tirmizî, Savm: 1)Kul hastalandığı zaman ona üç melek gelir.1- Bir melek gelerek ağzının tadını alır.2- Bir melek de kuvvetini alır.3- Bir melek de gelip günâhlarını alır.Hasta iyi olunca, ağzının tadını alan melek, yavaş yavaş geriye verir.Kuvvetini alan melek de, geriye verir. Günâhlarını alan meleğe gelince, bu, Allah teâlâya sorar.“Bu günâhı ne yapayım?” Allahü teâlâ, buyurur ki:“Benim rahmetim gazabıma sebkat etmişdir. Hasta kulumun günâhını af eyledim!”İnsanın eceli geldiği zaman, sahip oldukları şöyle taksîm edilir:Ruhunu Azrail alır.Malı mirasçılarına kalır.Bedeni toprağa kalır.İyilikleri de hakkını çiğnediği kullara dağıtılır. Îmam Gazalî r.aSadece İstanbul’da günde 200 cenaze kaldırılıyor pandemiden sonra.

  • Neden sürekli farklı camideyiz? - ÇOK HASSAS BİR SEBEBİ VAR! / Kerem Önderİhramcızade İsmail Hakkı Efendi Camii Ziyareti! / Kerem Önder* En akıllı tüccarlar!- Kıyamete kadar bu mescitlerde kimler ibadet yaparsa, bu ibadetlerin sevaplarının bir misli de bu camileri yaptıranlara gidecek!İşte en akıllı tüccarlar bunlardır.* Neden sürekli farklı camilere gidiyoruz?- Her pazar bir camiyi ziyaret ediyoruz. 250 tane cami gezmiş olduk. Ölmeden önce 1000 camiyi ziyaret edebilirsek, Allah'ın izniyle bu mescitleri kendimize şahit edeceğiz.* Kulun Allah'a ibadet ettiği her yer, Mahşer günü Allah'a şahitlik edecektir!* Allah yolunda cihad sevabı, bütün ibadetlerin sevabı Allah yolunda cihadın sevabının bir damlası kadardır!* Kur'an Mü'minlerden bahsederken onlar namazdayken her saniye Allah'ın huzurunda gibi hissederler der!* Namazda Huşu! - 3 rekat yada 4 rekat mı kılındığından emin olmayan imamın sorusuna cemaatin verdiği efsane cevap! Allah hepimize huşu içinde namaz kılmayı nasip etsin!

  • Ne kadar az şükrediyorsun! / 11.11.2021 / Kerem Önder

    قُلْ هُوَ ٱلَّذِى ذَرَأَكُمْ فِى ٱلْأَرْضِ وَإِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

    “De ki: “O, sizi yeryüzünde yaratıp çoğaltandır. Ancak O’nun huzurunda toplanacaksınız.” (Mülk 24)“Allahü teâlâ burada, duyma, görme ve kalbin hallerinde bulunan enteresanlıklara dikkat çekmiştir. Bil ki bunların bu ayette ele alınışında, şöyle bir inceliğe dikkat çekme vardır: Hak teâlâ sanki, "Size, kendilerinde çok kıymetli özellikler bulunan şu üç bağışta bulundum. Fakat sizler, onları zayi ettiniz, dolayısıyla duyduğunuzu kabul etmediniz, gördüğünüze itibar etmediniz, anlayıp-aklettiğiniz şeylerin neticesini de düşünmediniz. Böylece sizler adeta bu nimetleri ve bağışları, zayi etmiş oldunuz" demek istemiştir. Cenâb-ı Hak işte bundan ötürü, "Siz ne kadar da az şükrediyorsunuz?" buyurmuştur. Bu böyledir, çünkü Allah'ın nimetlerine şükretmek demek, bu nimetleri O'nun rızasına uygun yerlere yöneltmek demektir. Ama sizler, bu görme, duyma ve akletme nimetlerini, O'nun rızasının olduğu yerlere sarfetmediniz ve böylece O'nun nimetlerine şükretmemiş oldunuz."Bil ki Hak teâlâ önce hayvanların halleri ile, ikinci olarak insanın duyma-görme ve tefekkür etme sıfattan ile, üçüncü olarak da, insanın kendisinin sonradan (mahlûk) oluşu île istidlal etmiştir. Bu, "O, sizi yeryüzünde zürriyet halinde yaratıp yayandır" ifadesiyle anlatılmıştır.Kelamcılar, felsefecilerin ve bazı müslümanların dediği gibi, insanın mekandan ve kemiyyetten uzak (yalın) bir cevher olmadığı hususunda bu ayetle istidlal ederek şöyle demişlerdir: "Çünkü Hak teâlâ, "O, sizi yeryüzünde zürriyet halinde yaratıp yayandır" buyurmuş ve böylece insanı, adeta yeryüzüne zürriyet halinde saçıp yaydığını beyan buyurmuştur. Bu, insanın bir mekanda yer alan bir cisim olmasını gerektirir.Bil ki Cenâb-ı Hakk'ın bu aklî delilleri serdetmesinin sebebi, "Hanginizin daha güzel amel ve harekette bulunacağını imtihan etmek için..." (Mülk 2) ayetiyle belirttiği imtihanı gerçekleştirmek için, haşr ve neşrin olabileceğini anlatmaktır. Cenâb-ı Hak bu neticeyi isbat için, kudretinin çeşitli delillerini zikretmiş ve bu delillerini, "De ki: "O sizi yeryüzünde zürriyet halinde yaratıp, yayandır" buyurarak noktalamıştır ki bu, "Allah'ın ilk yaratmaya kadir oluşu, şüphesiz ikinci kez yaratmaya (diriltmeye) kadir olmasını gerektirir. İşte bundan sonra Cenâb-ı Hak, "Sonunda hepiniz O'na toplanıp götürüleceksiniz" buyurmuş, böylece bahsi geçen bütün bu delillerin, haşr neticesini ortaya koymak için olduğunu belirtmiştir.” Razi Tefsir“Sizi başlangıçta yaratan, size kulaklar, gözler ve kalpler veren O'dur (celle celâlühü). Bu organları özellikle zikretti. Çünkü bunlar, bilgi edinme organlarıdır. Bu nimetlere ne az şükrediyorsunuz. Çünkü siz Allah'a (celle celâlühü) şirk koşuyor ve ibâdeti yalnız O'na hasretmiyorsunuz. Mana; çok az şükrediyorsunuz, şeklindedir.” Nesefi

  • Bu mektûb, Muhammed Şerîfe yazılmış olup, ibâdetleri ve iyi işleri vaktinde yapmayıp, yarın yaparım, sonra yaparım diyenlerin aldandıklarını ve Muhammed aleyhisselâmın yoluna, islâmiyyete yapışmak lâzımgeldiğini bildirmekdedir:

    “Ey kıymetli oğlum! Bugün, her istediğini kolayca yapabilecek bir hâldesin. Gençliğin, sıhhatin, gücün, kuvvetin, malın ve râhatlığın bir arada bulunduğu bir zemândasın. Se’âdet-i ebediyyeye kavuşduracaksebeblere yapışmağı, yarar işleri yapmağı, niçin yarına bırakıyorsun? İnsan ömrünün en iyi zemânı olan, gençlik günlerinde, işlerin en iyisi ve fâidelisi olan, sâhibin, yaratanın emrlerini yapmağa, Ona ibâdet etmeğe çalışmalı, islâmiyyetin yasak etdiği harâmlardan, şübhelilerden sakınmalıdır. Beş vakt nemâzı cemâ’at ile kılmağı elden kaçırmamalıdır. Nisâb mikdârı ticâret malı olan müslimânların, bir sene sonra zekât vermeleri emr olunmuşdur. Bunların, zekât vermesi, muhakkak lâzımdır. O hâlde, zekâtı seve seve ve hattâ fakîrlere yalvara yalvara vermelidir. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu, kullarına çok acıdığı için, yirmidört sâat içinde ibâdete, yalnız beş vakt ayırmış, ticâret eşyâsından ve çayırda otlayan dört ayaklı hayvanlardan, tâm veyâ yaklaşık olarak ancak, kırkda birini fakîrlere vermeği emr buyurmuşdur. Birkaç şeyi harâm edip, çok şeyi mubâh etmiş, izn vermişdir.

    O hâlde, yirmidört sâatde bir sâat tutmayan bir zemânı, Allahü teâlânın emrini yapmak için ayırmamak ve zengin olup da, malın kırkda birini müslimânların fakîrlerine vermemek ve sayılamıyacak kadar çok olan,mubâhları bırakıp da, harâm ve şübheli olana uzanmak, ne büyük inâd, ne derece insâfsızlık olur. Gençlik çağı, nefsin kaynadığı, şehvetlerin oynadığı, insan ve cin şeytânlarının saldırdığı bir zemândır. Böylebir çağda yapılan az bir amele pekçok sevâb verilir. İhtiyârlıkda dünyâ zevkleri azalıp, güç kuvvet gidip, arzûlara kavuşmak imkânı ve ümmîdleri kalmadığı zemânda, pişmânlıkdan, âh etmekden başka birşey olmaz. Çok kimselere bu pişmânlık zemânı da, nasîb olmaz. Bu pişmânlık da, tevbe demekdir ve yine büyük bir ni’metdir. Çokları bu günlere kavuşamaz. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” haber verdiği sonsuz azâblar, çeşidli acılar, elbette olacak, herkes cezâsını bulacakdır. İnsan ve cin şeytânları, bugün, Allahü teâlânın afvını, merhametini ileri sürerek aldatmakda, ibâdetleri yapdırmayıp, günâhlara sürüklemekdedir. Hâlbuki, iyi bilmeli ki, bu dünyâ, imtihân yeridir. Bunun için, burada dostlarla düşmanları karışdırmışlar, hepsine merhamet etmişlerdir. Nitekim A’râf sûresi, yüzellibeşinci âyetinde meâlen, (Merhametim herşeyi içine almışdır) buyuruldu. Hâlbuki, kıyâmetde, düşmanları, dostlardan ayıracaklardır. Nitekim, Yasîn sûresinde, (Ey kâfirler, bugün, dostlarımdan ayrılınız!) meâlindeki âyet-i kerîme, bunu haber vermekdedir. O gün, yalnız dostlara merhamet olunacak, düşmanlara hiç acınmıyacak, onlar muhakkak mel’ûn olacakdır. Nitekim, A’râf sûresinde, (O gün, merhametim, yalnız benden korkarak kâfir olmakdan ve günâh işlemekden kaçınanlara, zekâtını verenlere, Kur’ân’a ve Peygamberime “aleyhisselâm” inananlara mahsûsdur) meâlindeki âyet-i kerîme, böyle olduğunu göstermekdedir. O hâlde, o gün, Allahü teâlânın rahmeti, (Ebrâr)a, ya’nî müslimânlardan iyi huylu ve yarar işli olanlara mahsûsdur. Evet, müslimânların, zerre kadar îmânı olanların hepsi sonunda hattâ, çok zemân Cehennemde kaldıkdan sonra bile, merhamete kavuşacakdır. Fekat rahmete kavuşabilmek için, ölürken îmân ile gitmek şartdır. Hâlbuki, günâhları işlemekle kalb kararınca ve Allahü teâlânın emrlerine ve harâmlarına ehemmiyyet verilmeyince, son nefesde îmân nûru, sönmeden nasıl geçebilir? Din büyükleri buyuruyor ki, (Küçük günâha devâm, büyük günâha sebeb olur. Büyük günâha devâm da insanı kâfir olmağa sürükler). Böyle olmakdan Allahü teâlâya sığınırız! Fârisî beyt tercemesi: Az söyledim, dikkat etdim kalbini kırmamağa, bilirim üzülürsün; yoksa sözüm çokdur sana.

    Allahü teâlâ hepimizi beğendiği işleri yapmağa kavuşdursun!

  • KABİRDEKİ İLK GECE... / Kerem ÖnderÖLDÜKTEN HEMEN SONRA RUHUMUZA NE OLUR?Soru: Hocam, ölüm korkumu yenebilmem için öldükten sonra ruhumuza ne olur söyleyebilir misin? Bu konuda rivayetler var mı?Cevap: En evvel gözleri açılır. Ahirete dair duyduğu veya okuduğu şeylerin doğru olduğunu o an anlar.(Ona) “Andolsun ki sen bundan gaflette idin. Şimdi gaflet perdeni açtık; Artık bugün gözün keskindir” (denir.) (Kâf 22)Sonra olacakları da son Peygamber Muhammed aleyhisselam anlatıyor:"Berâ b. Âzib (r.a) anlatıyor: Resûlullah ile (a.s.m.) birlikte Ensar’dan birisinin cenazesine katılmıştık. Cenaze defnedileceği sırada kabristana vardık. Resûlullah (a.s.m.) oturdu. Biz de, sanki başımızda bir kuş varmışcasına sessiz ve sakin bir şekilde oturduk. Peygamberimiz (a.s.m.) elindeki bir sopayla yeri çiziyordu. Başını kaldırdı. İki ve üç defa, “Kabir azabından Allah’a sığınırım.” dedikten sonra şöyle buyurdu:“Mü'min kabre konulduğunda, dostları dönüp gittiği ve onların ayak sesleri henüz işitildiği sırada iki melek gelir. Onu oturturlar ve aralarında şu konuşma geçer:‘”Rabb’in kimdir?’“’Rabb’im Allah’tır.’“’Dinin nedir?’‘”Dinim İslam’dır.’‘”Size doğru yola çağırmak üzere Allah tarafından gönderilmiş olan zat kimdir?’‘”O zat, Allah’ın Resûlüdür.’‘”Bunu nereden öğrendin?’‘”Allah’ın kitabını okuyup ona iman ettim ve onun doğruluğunu kabul ettim.’“İşte, Allah’ın, ‘Allah iman edenleri, dünya hayatında da ahirette de o sağlam Kelime-i Tevhid ile sabit kılar.’ (İbrâhim Sûresi, 27) âyetinin manası budur.“Sonra gökten bir ses gelir: ‘Kulum doğru söyledi. Onu cennete layık bir şekilde yerleştirin. Ona cennet elbiseleri giydirin. Ona cennete bakan bir kapı açın!’“Ve ona cennetin rahatlığı ve güzelliği bahşedilir. Kabri, gözünün gördüğü mesafeye kadar genişletilir.“Eğer ölen kâfir veya münafık ise, kabre konulduğu zaman ruhu bedenine iade edilir. İki melek gelir, onu oturturlar ve aralarında şu konuşma geçer:‘”Rabb’in kimdir?’‘”Hı, hı? Bilmiyorum.’‘”Dinin nedir?’‘”Hı? Bilmiyorum.’‘”Size, doğru yola çağırmak üzere Allah tarafından gönderilmiş olan zat kimdir?’‘”Hı? Bilmiyorum.’‘”Sonra gökten bir ses gelir: ‘Bu, yalan söyledi! Ona cehenneme yaraşır bir yer hazırlayın. Ona cehennem elbiseleri giydirin. Ve ona cehenneme bakan bir kapı açın!’“Sonra cehennem ateşinin sıcaklığı ve kavurucu rüzgârı gelir. Kaburga kemikleri birbirine geçinceye kadar kabri daraltılır. Daha sonra onun başına kör ve dilsiz bir zebani musallat edilir. Onun demirden bir tokmağı vardır ki, dağa vurulsa, dağı toz toprak hâline çevirir. Bu zebani ona bu tokmakla öyle bir darbe indirir ki, insan ve cinlerin dışında, doğuda, batıda, dünyanın her tarafında bulunan bütün varlıklar bu dehşetli darbeyi işitir. Ve o şahıs toprak hâline döner. Sonra ruhu tekrar iade edilir [bu şekilde işkence devam edip gider]." (Müslim, Cennet: 71.)* mezardaki ilk sorular. İlk gecekabir azabı var mı?

  • "Yeryüzü kendine has bir sarsintıyla sarsıldığı zaman,"

    Onlar, Cenâb-I Hakk'a, "Kıyamet ne zaman kopacak diye sormuşlar da, Cenâb-I Hak da, "Yer... zelzeleye uğratldğ, zaman..." cevabın vermiştir ki buda, "Onu vakti açIsIndan sizin için tayin etmem mümkün değil. Fakat onu alametleri açIsindan belirtiyorum" demektir. Şu anda cansız ve donuk olmasına rağmen yeryüzünün konuşacaģl ve şehadette bulunacağl insana haber verilince, sanki, "bu ne zaman olacak?" denilmiş de, cevabı verilmiştir. "Ayetteki fiil ile "hareket ettirme" manası değil, "yer kendisi hareket edip, kaynadiğı zaman..." manasi kastedilmiştir. Bunun delili ise, Allah Teâlâ'nn, yerden bahsederken, bütün sûrelerde tıpkı hür ve kudret sahibi bir failden bahsetti gibi bahsetmiştir. Bir de böyle olması, daha fazla dehşet arzeder. Buna göre Hak Teâlâ sanki, "0 cansız yer bile, klyamet koparken hareket etmeye başlarken, senin hareket etme ve gafletten uyanma zamanın gelmedi mi?" demek istemiştir."0 (daği), Allah'n haşyetinden paramparça olmuş ve korkmuş olarak görürsü" (Haşr, 21) ayeti de buna yakin bir ifadedir.

    Yer, içindeki ağırliklari çikarıp dışarı attıği, Mücâhid, "Bu ayette bahsi geçen zelzele ile, sûra ilk nefha (üfürüş) kastedilmiş olup, bu tipk1, "O gün sarsan sarsacak, onun ensesine binecek olan da ardından gelecek" (Nâziat, 6-7) ayetleri gibidir. Bu ayetler de, "Yeryüzü birinci nefhada (üflenişte) sarsar; daha sonra ikinci kez sarsar ve içindeki ölüleri çıikar" manasinadır. İşte bu ölüler, yeryüzündeki "ağırlıklardır" (Zilzal, 2) demiştir.

    Bu kelime, "sikal"in çožuludur ve "sikal", yer eşyası demektir. Buna göre Allah, yerin içindeki defineleri, yerin ağırlikları diye ifade etmiştir. Ebû Ubeyde ve Ahfeş şöyle demektedirler: "Ölüler yerin içinde olduklari zaman bu Arapçada yani "yerin ağirlği" diye anlatlr; üzerinde oldužu zaman ise, "üzerindeki ağirlik" diye anlatilr." Daha sonra bunlar, "Ayetteki zelzele ile birinci sarsıntı kastedilmiştir. Çünkü Allah Teâlâ, peşisira, "Yer, ağırliklarInl çikardıgi zaman" buyurarak, bu "ağırliklar" ile, yerin içindeki defineleri kastetmiştir. Yer içindeki defineleri böylesine dışarı atınca, yeryüzü altınlarla dopdolu olur, ama hiç kimse dönüp bunlara bakmaz. Buna göre altınlar, insanlara seslenerek adeta "Hani sen, dinini ve dünyan, benim uğruma harab etmiyor mu idin" der. Yahut bu hazinelerin ortaya çikarlmasınn hikmeti, HakTeâlâ'nn, "0 gün bunlar, cehennem ateşinde kizdırilacak ve o'kimselerin alinları, böğürleri ve sırtları bunlarla dašlanacak" (Tevbe, 35) srrinn tecelli ettiğini göstermektir. Allah Teâlå yeryüzünden bahsederken, "Biz yeri bir toplant yeri yapmadik m/?" (Mürselat, 25) buyurmuştur. Ama daha sonra bu yer, seni dişarı atan bir hale gelmiştir. Bu da, her emziklinin gözü o gün, emzirdiği evladını görmez olur" (Hacc, 2) ve "O gün kişi kardeşinden (...) kaçar"(Abese, 34) ayetlerinin anlattığı durumdur.

    “Ve insan, “Buna ne oluyor?” dediği zaman,”

    Allah Teâlâ, "Onlarin Rableri nezdindeki mükafa... Adn cennetleridir" (Beyyine, 8) buyurunca, insan sanki, "Bu ne zaman olacak Ya Rabbi?" demiş de, buna cevaben Cenâb-1 Hak, "Yer, kendisine ait şiddetli bir zelzele ile zelzeleye uğratildiğl zaman..." burmuştur. Şu halde bütün alem, bir korku ve endişe içine girerlerken sen, mükafaatını elde edecek ve "Onlar o gün o müthiş korkudan emindirler" (Nemi, 89)  ayetinde  bildirildiği gibi, o günde emin, güvenlik içinde olacaksın. Allah Teâlâ önceki sûrede hem kafirlerle ilgili tehdidden hem de mü'minlerle ilgili mükafaattan bahsedince, kafirle ilgili tehdidi pekiştirmek adeta o bahsi geçen kafir, "Yeryüzüne de ne oluyor ki böylesine zelzeleye uğratılıyor" dediği zaman, cezasını bulacak" demek istemiştir. Bu, "Yeryüzüne ne oluyor da, böylesine şiddetle sarsılıp, içindekileri atıyor" demektir. Bu, ya içindeki hazineleri ve defineleri attığı zaman, birinci nefhada, yani sûra ilk üflenişte; yahut da içindeki ölüleri, dışarı çıkardığında ikinci nefhada söylenen bir sözdür.

  • “Görmüyorlar mı ki, onlar her yıl bir veya iki kere belâya çarptırılıp imtihan ediliyorlar. Sonra ne tövbe ederler, ne de ibret alırlar.” Tevbe 126

    “Bil ki Allah Teâlâ, kalblerinde hastalık olanların, kâfir olarak öleceklerini beyan buyurup, bu da âhiret azabının mevcudiyetine delâlet edince, bundan sonra onların, her sene bir veya iki defa dünya azabına düçar olacaklarını beyan etmiştir.

    İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: "Onlar her yıl bir veya iki defa hastalıklara mübtelâ olurlardı da, yine de nifaklarından tevbe etmez ve mü'minler hastalandığında bundan ders aldıkları gibi, onlar bu hastalıklarından ibret almazlardı. Zira mü'min, hastalandığında, günahlarını ve Allah'ın huzuruna çıkıp duracağını hatırlar, bu da onun imanını ve Allah'a karşı olan saygı ve haşyetini arttırır. Böylece de bu, o mü'min kimsenin daha fazla rahmete ve Allah'dan olan bir rızaya müstehak olmasına sebep olmuş olur.

    Mücâhid, onların kıtlık ve açlıkla imtihan olunduklarını söylemiştir.

    Mukâtil şöyle demiştir: "Allah'ın Resulü, onların nifak ve küfürlerini ortaya koymak suretiyle, onları rezîl ve rüsvây ediyordu." Şu da ileri sürülmüştür: "Onlar, Hz. Peygamber (s.a.s)i tenkid etmek üzere biraraya geliyorlardı. Cibril (a.s), Hz. Peygamber'e gelerek, onların kendisi hakkında ne söylediklerini O'na haber veriyordu. Hz. Peygamber de, hakkında söylenenleri onlara anlatıyor, onları bundan dolayı azarlıyor ve onlara nasihat ediyordu. Ama onlar, ne nasihat dinliyorlar, ne de bu işten vazgeçiyorlardı." Razi

    Sehl İbn-i Sa'd (radıyallahü anh) anlatıyor: Bir kadın dokuduğu peştamal kumaşını Resulullah Efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) getirip verdi ve; "Bunu giyesiniz diye kendi ellerimle dokudum" dedi. Böyle bir kumaşa ihtiyacı olan Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) onu aldı, izar olarak (belden aşağısına) giyinip yanımıza geldi. Bunu gören bir sahabi Peygember Efendimize: "Ne kadar da güzelmiş" diyerek, o kumaşı istediğini ima etti.

    “…O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıklarındaki tek bir taneyi bile bilir.”

    Onlar, “mucize” der, sebebi kutsar! Bizlerse, “Allahü ekber” der ve sebebi yaratana teşekkür ederiz. Tekbirlerimizden rahatsız olan Kemalistler deprem bölgesine gelseydi de 1 tek canı kurtarsalardı. Kurtarırken İzmir marşı okusaydılar da biz de dinleseydik. Ama yoklar! 1 tek can kurtarmadılar ama binlercesini kurtaran cemaat-tarikatlara sövüyorlar!

    Münafıklar, halkın tepkisinden çok korktukları için, açıkça; Kur’an’a küfredemez ama Kur’an ayeti okuyan Hocaya küfrederler! Peygamberimize küfredemez ama Hadislerine küfrederler! İslam’a küfredemez ama müslümanlara küfrederler! Ülkemizdeki münafıkları iyi tanıyın. Onlar Hristiyanlığa ya da Budizm’e düşman değildir; Onların tek düşmanı İslam’dır. Bizler de bu kripto kafirlere karşı savaşan Allah dostlarıyız. Kimin tarafında olacağın sana kalmış çünkü üçüncü bir taraf yok! Gazamız mübarek olsun

    4 milyon dolar buldu ve teslim etti. 2 milyon bulan da var. Kul hakkından korkan müslümanlara selam olsun. “Allah’ı anma hali, irfan sahiplerinin kalbinde hayme (çadır) kurar. Her yanını kaplar. Hak'tan gayri bütün düşünce izlerini siler, götürür. Bu ki tamam oldu, işte cennet orası olur. Peşin cennet bu olur. Vaad olan cennet ise öbür âlemdedir. Peşin cennete razı olmak, kalbin Allah'a yakın olması demektir. Hak'la kul arasındaki perdelerin kalkmasına gelince, buna ruh âlemine geçiş manasını vermek yerinde olur. Dünya cennetine kavuşan kula, perdeler açılır, Hak'la kendi arasında perde kalmaz.

  • Показать больше

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir