yaptığı işten vazgeçmeyen kişi / Allah bizi korusun anlamında bir söz bulmaca

Yaptığı Işten Vazgeçmeyen Kişi

yaptığı işten vazgeçmeyen kişi

Allah bizi korusun anlamında bir söz bulmaca

Bir tür maymun bulmaca

Bulmacada 'Allah Seni Korusun Anlamında Kullanılan Bir Deyim' nedir sorusunun cevabı: Kare ve çengel bulmacada sorulan 'Allah Seni Korusun Anlamında Kullanılan Bir Deyim' sorusunun yanıtı 10 harfli dir ve cevaba ise SANEKALLAH yazabilirsiniz.

Bir söz anlamında korusun allah bulmaca bizi

Ocağına düşmek; Bir kimseye muhtaç aşırı bir şekilde olmak. 

Bulmaca korusun bir bizi anlamında söz allah

Mart içeri pire dışarı : Birbirinden hoşlanmayan iki kişiden biri gelince ötekinin dışarı çıkışını anlatmak için kullanılır.

Tjk tjk sonuç

Hafazanallah kelimesi dua anlamında da kullanılmaktadır. Özellikle ''Allah bizi her türlü beladan, kazadan, felaketten koruyup esirgesin'' anlamında kullanılmaktadır. Hafazanallah

Bizi allah bir bulmaca söz korusun anlamında

Göz Gezdirmek; Derinlemesine incelemeden okumak. Bir şeyi, bir yeri pek fazla dikkat etmeden çabucak incelemek.”Raftaki mallara şöyle bir göz gezdirip çıkalım.” 

Allah seni korusun anlamında kullanılan bir deyim bulmacada ne demektir? Bulmaca sözlüğü, bulmacada, çengel bulmacada, kare bulmacada, bulmaca soruları, bilmece soruları, posta gazetesi bulmacaları, posta gazetesi bulmaca çöz sözcük avı, zeki bulmacalarda sorulan Allah seni korusun anlamında kullanılan bir deyim bulmaca sorusunun cevabı aşağıdadır.

funduszeue.info

Ha Hoca Ali, ha Ali Hoca : Farklı gibi gösterilen iki şeyin, gerçekte hiçbir değişikliği yoktur, “ikisi de birdir” anlamında kullanılır. Ha babam (ha) :  1. Devamlı olarak, hiç durmadan. 2. Karşısındakinin çabasını, gayretini artırmak için kullanılır.”Ha babam ha, az kaldı, bitireceğiz işi.”

Bizi korusun söz anlamında allah bir bulmaca

Bir olguyu ya da durumu tanımlamak ve tarif etmek için halk arasında yaygın olarak kullanılan kelimeler topluluğuna deyim funduszeue.infoerin Özellikleri Nelerdir?1- Deyimler kalıplaşmış ifadelerdir. Bu nedenle bir deyimin içerisinde yer alan kelimelerin yeri değiştirilemez Genellikle deyimlerde yer alan kelimelerin tamamı mecazi anlamda kullanılır Deyimlerde en çok kullanılan söz sanatları teşbih ve mecaz-i mürseldir Deyimler, atasözleri gibi sözlü kültürün en önemli parçalarından biridir.

Bir korusun anlamında söz bulmaca allah bizi

Kâinatta var olan her şeyi yaratan, koruyan, tek ve yüce varlık, Tanrı. bir şey karşısında hayranlık veya yakarma bildiren bir söz. HAFAZANALLAH. Kötü bir durumdan uzak bulunmayı dilemek için "Allah bizi korusun" anlamında kullanılan bir söz. EYVALLAH "Allah'a ısmarladık" anlamlarında kullanılan bir seslenme sözü.

Söz allah bizi korusun bulmaca bir anlamında

Şirazesinden çıkmak : Bozulmak, çığırından çıkmak, düzenini yitirmek

Korusun anlamında bir bizi söz allah bulmaca

Allah aşkı sözleri, Allah adaleti sözleri içeriğimizde mevcuttur. Yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan Allah (c.c BİST EURO USD ALTIN

Cratos

Damarına Basmak; Bir kişinin en hassas olduğu konulara değinmek. 

Bulmaca korusun bizi anlamında söz bir allah

Palas pandıras : Acele olarak, hazırlanmaya zaman bulamadan.”Palas pandıras evden çıkmak zorunda kaldık.

Büyük bir milyon misli bulmaca

Allah korusun. Allah muhafaza etsin. Kötü bir durumdan uzak bulunmayı dilemek için "Allah bizi korusun" anlamında söylenen bir söz. May God protect us from such a misfortune!. hafa. Gizlilik. Gizli olmak. Saklılık. Çok yürümekten adamın ayağının ve davarın tırnağının aşınması. (Osmanlıca'da yazılışı: hafa (hafâye))

Bizi anlamında korusun söz bulmaca allah bir

Rest çekmek; Kesin dille durumu reddetmek,  kabul etmemek.  

Uzun boylu : İncelikleri detaylıca,  iyice  düşünmektir. 

Biz kimseyi satmadık sözleri

Kötü bir durumdan uzak bulunmayı dilemek için "Allah bizi korusun" anlamında kullanılan bir söz. SÜPHANALLAH "Allah'ı her türlü kusur, ayıp ve eksiklikten, insanlığa özgü niteliklerden uzak tutarım" anlamında kullanılan bir söz, fesüphanallah. VESUPANALLAH. Arapça kökenli fe-sübhân-Allah: fesüphanallah. MAAZALLAH

Söz korusun anlamında bizi bir bulmaca allah

Register Now. Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing funduszeue.info adipiscing gravdio, sit amet suscipit risus ultrices funduszeue.info viverra neque at purus laoreet funduszeue.infos vulputate posuere nisl quis consequat.

Iyzico üye girişi

Ocağı kör kalmak : Soyunu sürdürecek çocuğu bulanmamak, soyu tükenmiş olmak Ocağına düşmek : Birine yardım etmesi için yalvarmak, koruması için sığınmak.”Ocağına düştüm ağam, beni bu işten ancak sen kurtarırsın! Ocağına incir dikmek : Birinin evini barkını dağıtmak, düzenini alt üst etmek, yuvasını yıkıp toparlanamaz hâle getirmek.”Bende senin ocağına incir dikmezsem dedi ama dediğine pişman oldu. Ocağını söndürmek : Ailenin dağılmasına sebep olmak, çoluk çocuğunu yok etmek.”Ocağımı söndürdü katiller! Oğul balı : 1. Evlât, evlâdın ana babaya yansıyan geliri. 2. Oğul arılarının yaptığı bal Oğul vermek : Oğul arılarının bir bölüğü kovandan ayrılıp başka bir kovana gitmek, yeni bir oğul arısı topluluğu meydana getirmek Okkalı kahve : Bol kahve ile yapılmış ve büyük fincana konmuş kahve.”Bir okkalı kahve daha çek usta! Okka çekmek : Hacminden daha fazla ağır gelmek Okkanın altına girmek : Haksız yere eziyet çekmek, zarar ve ceza görmek.”Uyanık ol da okkanın altına gireyim deme, tamam mı? Ok yaydan çıkmak : Geri dönülemeyecek bir iş yapmak, söz söylemek ya da bir harekette bulunmak.”Ok yaydan çıktı bir kere, çaresiz dövüşeceğiz. Ola ki… : Belki olur ya, olabilir ki…”Ola ki bir daha karşılaşırız. Olan biten : Olup geçenler, olanların hepsi, meydana gelenler.”Olan bitenden hiç haberim olmadı. Oldu bittiye getirmek : Emrivaki yapmak, geri dönülmesi güç ve imkânsız bir durum oluşturmak.”Oldu bittiye getirerek tarlayı satın aldılar. Oldum bittim (veya oldum olası) : Başından beri, öteden beri, ilk zamandan beri, kendimi bildiğimden beri.”Oldum bittim kızarım bu adamlara. Oldu olacak kırıldı nacak : “Olanlar oldu, iş işten geçti, olanlar geri dönülemeyecek bir durum aldı, bunu kabul etmek gerek” anlamında kullanılır Olmayacak duaya amin demek : Sonuç vermeyecek bir işle uğraşmak ya da buna destek vermek Olur olmaz : 1. Meydana gelmesinden hemen sonra. 2. Rast gele, sıradan. 3. Gerekli gereksiz, yerli yersiz, önemli önemsiz durumu gözetilmeden yapılan (iş) ya da söylenen (söz) Oluruna bırakmak : Bir işin yapılabildiği, olabildiği kadarıyla yetinmek, müdahale etmeden bekleyip sonucuna ne olursa olsun razı olmak.”Artık oluruna bıraktık işi. Omuz omuza : 1. Birbirine destek vererek, dayanışarak. 2. Yan yana, çok sıkışık.”Omuz omuza vererek bu zorluğun altından kalkmamız mümkün. Omuz silkmek : Aldırmamak, önem vermemek, benimsememek.”Sana bunu alacağım dedim ama o, omuz silkti. On parmağında on kara : İnsanlara leke sürmeyi, kara çalmayı, iftira atmayı huy edinmiş (kimse) On parmağında on marifet : Çok hünerli, becerikli, ustalığı çok, elinden her iş gelir Onuruna dokunmak : Onurunu, haysiyetini incitmek.”Dikkatli ol, birinin onuruna dokunacak iş yapma. Oralarda (oralı) olmamak : Anlamamış, sezmemiş gibi davranmak.”O sözler ona söyleniyordu ama hiç oralı olmadı. Ortada kalmak : 1. Yersiz yurtsuz kalmak, barınacak yer bulamamak. 2. İki şey arasında kalmak. 3. (Bir şeyi) kimse üzerine almamak.”Belediye evlerini yıkınca çoluk çocuk öylece ortada kaldılar. Ortadan kalkmak : 1. Görünmez, bulunmaz olmak. 2. Yok olmak.”Sis ortadan kalktı. Ortadan kaybolmak : Nereye gittiği bilinmemek, sezdirmeden gitmek, görünmez hâle gelmek.”Ali ortadan kayboldu. Orta hâlli : Ne zengin ne yoksul, ne iyi ne kötü, ne çirkin ne güzel.”Onlar orta hâlli bir ailedirler. Ortalığı birbirine katmak : Kargaşa çıkarmak, herkesi birbirine düşürmek.”Şimdi gelip ortalığı birbirine katacak diye korkuyorum. Ortalık düzelmek : Tedirginlik kalmamak, toplum içindeki karışıklık yok olmak.”Çok şükür ortalık düzeldi. Ortalık karışmak : Kargaşa çıkmak, toplumda düzensizlik baş göstermek.”Ortalık yine karıştı, insanlar birbirine girdi. Orta malı : 1. Herkesin yararlandığı (şey). 2. Her isteyenle ilişkide bulunan.”Benim bisikletim orta malı mı ki herkes binmeye çalışıyor. Ortaya dökmek : 1. Gizli olan ne varsa açıklamak. 2. Çıkarıp göstermek.”Bütün sırlarını ortaya dökmek için harekete geçti. O tarakta bezi olmamak : Bir şeyle, bir işle ilişiği bulunmamak, o şeyle ilgilenmemek.”O tarakta bezi olacağını hiç sanmam. Ot yoldurmak : Çok güçlük çıkarmak, zor bir iş gördürmek, çok uğraştırmak Oya koymak : Bir işin sonucunu belirlemek üzere oy verilmesini istemek, oylama yoluyla bir topluluğun görüşünü almak.”Bu görüşü oya koymayı teklif ediyorum, kabul edenler el kaldırsınlar. Oy birliği : Bir toplantıya katılan, bir meseleyi konuşan kimselerin aynı düşüncede olup aynı yönde oy kullanmaları.”Sınıf başkanını oy birliği ile seçtik. Oyuna gelmek : Aldatılmak, tuzağa düşürülmek.”Onların oyununa gelmemeye çalış, dikkatli ol. Oyunbozanlık etmek : Mızıkçılık etmek, birlikte yapılması gereken işten tek taraflı vazgeçmek.”Oyunbozanlık etme de gel birlikte eğlenelim. Oyun etmek : Aldatmak, kurnazlıkla birini tuzağa düşürmek.”Bana kötü bir oyun ettiler. Öbür (öteki) dünya : Ahiret, insanların öldükten sonra gidecekleri ve ebedî olarak kalacakları âlem.”Öteki dünyada inşallah yüzümüz güler. Öç almak : Yapılan bir kötülüğün acısını aynı derecede bir kötülük yaparak çıkarmak.”Öç alma fikrinden vazgeçirmeliyiz onu. Ödü patlamak : Ani bir olay sebebiyle çok korkmak.”Fareden ödüm kopar. Öküzün altında buzağı aramak : Kimi sebepler, bahaneler uydurarak suç ve suçlu bulma çabasında olmak Öküz öldü, ortaklık bozuldu : Aradaki yakınlık dayanağı kalktı, yakınlık da kalmadı Ölçüyü kaçırmak : Uygun derecenin üstüne çıkmak, aşırı gitmek,”Sofraya her oturuşunda ölçüyü kaçırırdı. Ölme eşeğim ölme (yaza yonca bitecek) : Umutsuz bir bekleyişi anlatmak için kullanılır Ölmek var, dönmek yok : “Neye mal olursa olsun, iş sonuna kadar götürülecektir, yapılmasından kaçınılmayacaktır” anlamında kullanılır.”Özgürlük yolunda ölmek var, dönmek yok bize. Ölü fiyatına : Yok pahasına, değerinden çok ucuza, az bir para ile.”Arsaları ölü fiyatına satmak zorunda kaldık. Ölü mevsim : İşin veya alışverişin az olduğu, durgun geçtiği zaman dilimi.”Bizim iş en ölü mevsimini yaşıyor. Ölüm Allah`ın emri : 1. Herkes ölecek, ölüm mukadderdir. 2. Kesin karar verme durumunda kullanılır Ölümü göze almak : Yaptığı iş uğruna ölmekten korkmamak, yürekli davranmak.”Allah yolunda ölümü göze aldı yiğitler. Ölümüne susamak : Yapmakta olduğu tehlikeli işte ölümü kendi üzerine çekecek davranışta bulunmak.”Ölümüne mi susadın, çekil şu arabanın önünden! Ölüp ölüp dirilmek : 1. Çok ağır bir hastalıktan kurtulmak. 2. Ard arda gelen sıkıntılı, acı veren durumlara düşmek Ölür müsün, öldürür müsün? : “Öyle ters bir iş yaptı ki ona mı ceza vermeliyim kendime mi?” anlamında kullanılır Ömrü billah : Hiçbir zaman, ya da şimdiye kadar.”Ömrü billah yalan söylememiştir o. Ömrüne bereket : “Var ol, sağ ol, ömrün uzun olsun” anlamında kullanılır Ömrü vefa etmemek : Bir şeye kavuşamadan, bir sonuca ulaşamadan ölmek.”Okulunu bitirip doktor olacaktı ama ömrü vefa etmedi. Ömür adam : Beğenilen, çok hoşa giden, değişik düşünceleri olan adam Ömür çürütmek : Uzun süre bir şey için emek vermiş olmak, ya da boşuna zaman harcamış olmak.”Bu ev için bir ömür çürüttüm ben. Ömür sürmek : İyi ve rahat yaşamış olmak.”Uzun bir ömür sürdü dedem. Ömür törpüsü : İnsanı yıpratan, yoran, sıkıntıya sokan, uzun ve yorucu iş Ön ayak olmak : Bir işin yapılmasında ilk başlayan olup herkesi arkasından sürüklemek.”Haydi ön ayak olda koşsunlar biraz. Öne düşmek : 1. Önderlik ya da kılavuzluk etmek. 2. En önde yürümek Önüne gelen : Olur olmaz kimse, herkes, karşısına çıkan.”Önüne gelene sordu ama bulamadı. Öpüp başına koymak : Bir şeyi minnetle karşılamak, seve seve kabul etmek.”Adam sana iş verecekmiş, daha ne istiyorsun, öpüp başına koy. Örtbas etmek : Kötü bir durumu gizlemek, yayılmasını önlemek.”Dairede yapılan yolsuzlukları örtbas edeceklerini sandılar. Örümcek kafalı : Geri düşünceli, yenilikleri kolay kabul etmeyen (kimse) Öteden beri : Oldukça uzun zamandan beri, eskiden beri.”Öteden beri sevmem ben onu. Ötesi çıkmaz sokak : “Takip edilen yol yanlıştır, bu yolla bir yere gidilemez, sonuç alınamaz, bir yere kadar gidilir ama daha fazla gidilemez” anlamında kullanılır Özenip bezenmek : Çok özen gösterip titizlikle, ayrıntılarına varıncaya değin ele almak Özrü kabahatinden büyük : Bir kabahat için özür dilerken daha büyük bir kabahat işleyen kimse için söylenir Özür dilemek : 1. Yaptığı bir yanlıştan ötürü affedilmesini istemek. 2. Özrünü ileri sürerek yapılması kendinden istenen işi yapmamak, bundan bağışlanmasını istemek.”Özür dilerim, ben o kovayı taşıyamayacağım. Özü sözü bir : Düşünceleri, söyledikleri ve yaptıkları bir olan, ne düşünüyorsa onu söyleyen, içi dışı bir olan kimse.”Özü sözü bir olan insanlara rastlamak gittikçe zorlaşıyor.

Korusun bizi söz bir anlamında allah bulmaca

Dağa çıkmak : Hükümete, kanunlara karşı gelerek dağlara çekilmek, buralarda eşkıyalık etmek.”Düğünü basanlar dağa çıkmışlar.” Dağa kaldırmak : Herhangi bir sebepten ötürü birini zorla dağa veya ıssız bir yere götürüp orada alıkoymak.”Eşkıyalar, karakol komutanının oğlunu dağa kaldırmışlar; ne istedikleri henüz belli değil.” Dağarcığına atmak : Yeni bilgilerini, eski bilgilerine katmak; yeni bilgileri zihnine yerleştirmek.”Öğrendiği her yeni bilgiyi dağarcığına atmayı ihmal etmedi.” Dağdan gelip bağdakini kovmak : Daha sonradan geldiği bir yere ya da karıştığı bir işte eskiden beri bulunan bir kişinin yerini almaya çalışmak.”Şu densize bak hele, dağdan gelip bağdakini kovuyor!” Dağ doğura doğura fare doğurdu : Önemli gibi görünen şeylerden önemsiz bir sonuç çıkması durumunda söylenir. Dağlara düşmek Dağları devirmek : Çok büyük güçlüklerin altından kalkmak, ağır işleri başarmak.”O, dağları devirir bir adamdır.” Dalavere çevirmek Dal budak salmak : 1. Karmaşık biçimde yayılıp genişlemek. 2. Soy ya da dostluk yönünden genişleyip yayılmak.”Bu mesele daha fazla dal budak salmadan hemen halledilmeli.” Daldan dala konmak : Çok sık, düşünce ya da konu değiştirmek.”Daldan dala konmayı bırak da bir işe sarıl artık.” Dalına basmak Dallanıp budaklanmak : Genişleyip yayılmak, gittikçe büyüyerek karışık bir durum almak.”İşi dallandırıp budaklandırmada üstüne yok hani!” Damdan düşer gibi : Aniden, yersiz olarak (söz söylemek).”Damdan düşer gibi söz söyleyince ortalık birbirine girdi.” Damgasını vurmak : Biri hakkında kötü bir yargıya varmak.”Allah`tan korkmazsan ona hırsızlık damgasını vur da rezil olsun.” Damokles`in kılıcı : Kişiyi korku ve baskı altında tutan büyük ceza tehdidi.”Damokles`in kılıcı gibi başımda dikilip durma öyle!” Dananın kuyruğu kopmak : Olay patlak vermek, beklenen ve korkulan sonucun gerçekleşmesi.”Dananın kuyruğu bu gece kopacak, inşallah hayır demezler.” Danışıklı dövüş : Şike; önceden aralarında bir anlaşma olduğu hâlde, sanki böyle bir anlaşma yokmuş gibi davranarak başkalarını aldatmak.”Danışıklı dövüş insanların mertlik anlayışını tamamen öldürdü.” Dara düşmek : 1. Paraca sıkıntıya uğramak. 2. Sıkıntılı, tehlikeli bir durumla karşılaşmak.”İyice dara düştük, geçinmekte güçlük çekiyoruz.” Dara getirmek : Aceleye getirmek, gerektiği gibi zaman ayıramamak.”Biraz erken kalkalım da dara getirmeden yapalım işi, güzel olsun.” Dar boğaz : Sıkıntılar ve güçlükler içinde geçirilen, geçici kabul edilip sonunda ferahlık umulan durum.”Evel Allah bu dar boğazı da aşacağız.” Dar hayat : Sıkıntılar, güçlükler, zorluklar içinde sürdürülen hayat. Darda kalmak : 1. Zor duruma düşmek. 2. Paraca sıkıntı çekmek.”Öğretmeninin karşısında darda kalmak istemeyen Ahmet, ödevini yapmayı hiç ihmal etmezdi.” Dar gelirli : Geçim sıkıntısı çeken, kazancı normal olarak geçimini sağlamaya yetmeyen.”Dar gelirli ailelerin çocuklarının çoğu okulu yarıda bırakmak zorunda kalıyorlar.” Darısı (dostlar) başına : “Kavuştuğum başarı ve mutluluğa tüm dostlarımın da kavuşmasını isterim” anlamında kullanılır. Dar kafalı : Anlayışı, kavrayışı az; yeniliklere açık olmayan.”Dar kafalı insanlarla anlaşmak oldukça zordur.” Davul çalmak : Bir şeyi herkesin duyabileceği biçimde ortalığa yaymak.”Davul çalıp bizi elâleme rezil etti.” Defe (tefe) koymak : Dedikodusunu yapmak, kınayan bir dille başkalarına anlatmak, alaya almak.”Sakın söyleme, yoksa bizi defe koyarlar.” Defterden silmek : İlişkisini kesmek, yok saymak, adını anmaz olmak, unutmak.”Ali`yi defterden iyice sildim.” Defteri dürülmek : 1. İşine son verilerek bir yerden uzaklaştırılmak. 2. Ölmek ya da öldürülmek.”Onun da defterini dürecekler yakında. Defteri kapamak : İlgiyi kesmek, uğraşmaz olmak, söz konusu işi yapmaz olmak. “O defteri kapadık biz, artık soru sormayın. Deli divane olmak : Bir şeyi, bir kimseyi aşırı derecede sevmek, ona tutkun olmak.”Delikanlı o kız için deli divane oluyordu.” Deli fişek : Atak, delişmen, delice işler yapan, şımarık.”Bırak artık şu deli fişek adamla arkadaşlık etmeyi.” Deliksiz uyku : Hiç uyanmadan, çok rahat, uzun süre uyunulan uyku.”Bu gece deliksiz bir uyku çekip yorgunluğumu atmak istiyorum.” Demir atmak : 1. Çapasını denize atmak. 2. Bir yerde uzun süre kalmak.”Gemiler fırtına başlayınca koya girip demir attılar.” Dem tutmak : Bir çalgıya, bir başka çalgı veya sesle eşlik etmek. Denizden çıkmış balığa dönmek : Yeni bir işe, ortama, duruma alışmakta zorluk çekmek.”Eski işinden ayrılıp, yeni işine başlayınca denizden çıkmış balığa dönmüştü.” Derdine düşmek : Yapılması gereken bir şeyi gerçekleştirmenin yollarını aramak.”Sana ne ki o işin derdine düştün?” Dert ortağı : 1. Aynı derdin, sıkıntının içinde bulunanlardan her biri. 2. Bir kimsenin derdini paylaştığı, anlattığı yakın dostu.”Onlar yıllar yılı birbirlerinin dert ortağı olarak yaşamışlardı.” Destan olmak : Yaptığı (kötü) bir işten dolayı şöhreti yayılmak.”Karısına bağırdı diye annesini kapıya attı, bütün civar köylere destan oldu.” Devede kulak : Bütüne göre çok ufak bir parça.”Onun yaptığı iş devede kulak kalır.” Deve kini : Bitmeyen, geçmeyen, unutulmayan büyük kin.”Tam anlamıyla bir deve kini besliyordu komşusuna karşı.” Deveye hendek atlatmak : Birisine yapılması çok zor, hemen hemen yapamayacağı bir işi yaptırmaya çalışmak.”Senin yaptığın deveye hendek atlatmak, bırak şu garibin yakasını.” Devlet kuşu : Umulmadık, iyi talih; zenginlik, mutluluk getiren talih. Dışı eli (seni) yakar, içi beni : “Dıştan görünüşü, herkesi imrendirecek kadar güzel ama içyüzü elverişsiz, kötü, sahibini üzücü” anlamında kullanılır.”Ah bir bilseler işin iç yüzünü, dışı eli yakar, içi beni.” Diken üstünde oturmak : Bir yerde tedirginlik duymak, her an kalkmak durumunu belirtir olmak, huzursuz olmak.”İnan, diken üstünde oturuyorum şurada.” Dikine gitmek : İnatçılık etmek, bildiğini yapmaya çalışmak, kimsenin uyarısına kulak asmamak.”Biraz daha dikine giderse başına büyük bir belâ gelecek bu çocuğun.” Dikiş tutturamamak : Bir yerde, bir işte bir sebepten ötürü başarı sağlayamayıp uzun süre kalmamak.”Bir şeyde dikiş tutturamadı, şimdi boşta gezip duruyor.” Dikiz etmek : Bir yeri, olayı, birinin hareketlerini gizlice ve gözünü ayırmadan dikkatlice izlemek. Dilden dile dolaşmak : Her yerde, pek çok kimse tarafından bahis konusu olmak.”Ata sözleri dilden dile dolaşarak günümüze kadar geldi.” Dil dökmek : Kandırmak, inandırmak ya da yararlanmak için tatlı sözler söylemek.”Peşine düşen çocuğu ne kadar dil döktüyse de evde kalmaya razı edemedi.” Dil ebesi : Çok fazla ve esprili konuşan.”Dil ebesi bir adam o, sen onunla başa çıkamazsın.” Dile (dillere) düşmek : Hakkında dedikodu yapılmak.”Allah kimseyi dile düşürmesin, kadıncağız sokağa çıkamaz oldu.” Dile gelmek : 1. Konuşma yeteneği yokken konuşmak, dillenmek. 2. Dile düşmek.”Dile geldi dağlar, avuttu onu!” Dile getirmek : 1. Bir meseleyi belirtmek, ortaya atmak, anlatmak, açıklamak. 2. Birini konuşturmak.”Hiç umulmadık bir anda konuyu dile getirdi, hepimizin anlamasını sağladı.” Dile kolay : Söylenmesi kolay ama yapılması ortaya konması ya da katlanılması çok güç.”Evet, dile kolay, haydi yap da görelim.” Dili açılmak : Herhangi bir sebepten dolayı konuşamayan kimse, birden konuşmaya başlamış olmak.”Dili açıldı çok şükür!” Dili dolaşmak : Heyecan, korku ya da bir hastalık sebebiyle söyleyeceğini şaşırmak, karıştırmak, açık olarak ifade edememek.”Babasını aniden karşısında görünce dili dolaştı, kekelemeye başladı.” Dili dönmemek : 1. Bir sözü doğru ve düzgün söylemeyi becerememek, yanlışsız konuşamamak. 2. Amacını iyi anlatamamak.”İnşaallah dilim dönmeden meseleyi anlatır da kurtulurum ondan.” Dilinden kurtulamamak : Yaptığı bir kabahatten ötürü sürekli olarak, bir kimsenin sitem, eleştiri ve sataşmalarına uğramak.”Ne yapmalıyım da dilinden kurtulmalıyım onun?” Dilinde tüy bitmek : Sık sık söylemekten bıkmak, usanmak.”Size söyleye söyleye dilimde tüy bitti.” Diline dolamak : 1. Bir kimsenin dedikodusunu yapmak, kötü tarafını her yerde söylemek. 2. Bir şeyi her fırsatta söyler olmak. Dilinin altında bir şey olmak : Bir kimsenin sözlerinden açıkça söylemediği bir şeyler olduğu anlaşılmak.”Dilinin altında bir şey olduğunu biliyorum ama bir türlü söyletemiyorum.” Dilinin ucuna gelmek : 1. Tam söyleyecekken vazgeçip söylememek. 2. Hatırladığı şeyi söyleyecekken yine unutuvermek.”Dilinin ucuna geldi ama utandığı için söyleyemedi.” Dilini tutmak : Sonunu düşünerek gelişigüzel konuşmaktan sakınmak, ölçülü konuşmak, rast gele konuşmamak.”Dilini tutmasını bilmeyenlerin başına neler geldiğini sana söylemediler mi?” Dilini yutmak : Büyük bir korku, şaşkınlık ya da sevinç karşısında konuşamaz hâle gelmek.”Korkudan neredeyse dilini yutacaktı.” Dilin kemiği yok ya! : 1. Önceden söylediği sözü başka biçimlere sokarak inkâr etmek. 2. İnsan konuşurken bazı hatalar yapabilir, doğru ve yanlış herşeyi söyleyebilir. Dili olsa da söylese : “Cansız nesneler, hayvanlar konuşabilseler, bazı olaylara tanıklık edebilseler ne iyi olurdu” anlamında kullanılır. Dili tutulmak : Herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyemez duruma gelmek.”Sevinçten dili tutuldu bizim kızın.” Dili uzun : İncitici, kırıcı sözler söyleyen, saygısız kimse.”O uzun dilini bana kestirmeden çek içeri!” Dili varmamak : Bir sözü söylemeye gönlü razı olmamak.”Sana git demeye dilim varır mı sanıyorsun?” Dillerde dolaşmak : Her yerde kendisinden, ondan söz edilmek.”Cephede gösterdiği yararlılıklardan sonra adı dillerde dolaşır oldu.” Dillere destan olmak : Bir olay veya nitelik halk arasında yayılmak.”Ona öyle bir oyun oynayacağım ki dillere destan olacak!” Diline pelesenk etmek : Bir sözü her zaman, yerli yersiz tekrarlamak.”Şey sözünü diline pelesenk etmişsin, her cümlenin başında kullanıyorsun.” Dil uzatmak : Bir kimse veya bir şey için kötü söz söylemek.”Ben öğretmenime dil uzattıracak adam değilim.” Dil yarası : Acı, ağır ve kötü sözün gönülde bıraktığı kırgınlık.”Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez demişler.” Dimyat`a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak : Daha iyisini elde etmek uğruna çalışırken elindekilerini de yitirmek.”Gel şu işten vazgeç, Dimyat`a pirince giderken evdeki bulgurdan da olma.” Dinden imandan çıkmak : Çok sinirlenmek, öfkelenmek, kızgınlık duymak.”İnsanı dinden imandan çıkarıyorsun, yapma şu hareketleri!” Dinden imandan olmak : Dinî inancını yitirmek, mürtet olmak. Dini bir uğruna : Müslümanlık davası yoluna (iş yapmak). Dini bütün : Dinin emirlerini eksiksiz yerine getirmeye çalışan, inancı sağlam olan, dinine çok bağlı.”Her Müslüman dini bütün olmak zorundadır.” Dipsiz kile boş ambar : Para, mal tutamayanın durumunu ya da verimsiz, sonuçsuz bir işi anlatmak için kullanılır.”Memurların işi tam anlamıyla dipsiz kile boş ambar, sıfıra sıfır elde var sıfır.” Dirlik düzenlik : Bir arada yaşayan, çalışan kimseler arasında iyi geçim, güven, sevgi ve anlaşma hâli.”Bir aileye önce dirlik ve düzenlik gereklidir.” Dirsek çevirmek : Daha önce birlikte iş yaptığı, anlaştığı kimseden, artık ihtiyaç duymadığı için yüz çevirmek; bir kimseyi kendinden uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak.”Onun da dirsek çevireceğini hiç beklemezdim.” Dirsek çürütmek : Okumak, öğrenim görmek için uzun yıllar çalışmak.”Desene boşuna dirsek çürütmüşsün.” Diş bilemek : Öç almak, kötülük yapmak için fırsat kollamak; öfkesini gösterir durum almak.”Bana diş bilediği bakışlarından belli.” Dişe dokunur : Hatırı sayılır, işe yarar, belirtilmeye değer, önemli.”Dişe dokunur bir iş yapmışsın, aferin çocuğum.” Diş geçirememek : Etkisiz kalmak, güç yetirememek, hükmünü yürütüp sözünü dinletememek.”Bir çocuğa diş geçiremiyorsun, ne biçim annesin sen!” Diş gıcırdatmak : Kızgınlığını, öfkesini kimi davranışlarıyla belli etmek.”Dediğini yaptıramayınca dişlerini gıcırdatmaya başladı.” Diş göstermek : Güçlü olduğunu, kendine güvendiğini, saldırabileceğini davranışlarıyla belli etmek; tehdit etmek.”Biraz diş göstersen hemen yola geleceklerdir.” Dişinden tırnağından artırmak : Yiyeceğinden, içeceğinden vb. ihtiyaçlarından keserek zorla biriktirmek.”Seni, dişimden tırnağımdan artırdığım parayla okuttum!” Dişine göre : Yapabileceği, gücünün yeteceği, becerebileceği, uygun bir durumda.”Tam da dişime göre, onu yenebilirim.” Dişini sıkmak : Darlığa, sıkıntıya dayanmak; her türlü zorluğa katlanmak.”Biraz daha dişini sıkmalısın, inşallah yakında rahata kavuşacağız.” Dişini tırnağına takmak : Çok büyük zorluklara, sıkıntılara, darlıklara katlanarak bütün gücünü kullanıp çalışmak.”Biz bu evi dişimizi tırnağımıza takarak yaptık, yıkmalarına izin vermeyeceğim!” Diş kirası : 1. Eskiden sarayda ya da konaklarda zenginlerin iftara çağırdıkları yoksullara verdikleri armağan veya para. 2. Harcadığı emek dışında bir kimsenin fazladan sağladığı çıkar. Dişinin kovuğuna bile gitmemek : Çok az gelmek (yiyecekler için).”Açlıktan kırılıyorduk, önümüzdeki yiyecekler dişimizin kovuğuna bile gitmeyecek kadardı.” Diz boyu : Dize kadar (yükseklik veya alçaklık için).”Çukuru diz boyu kazmışlardı.” Diz çökmek : 1. Dizini yere koyarak oturmak. 2. Teslim olmak.”Düşman askerleri önümüzde diz çökmüşlerdi.” Dize gelmek : Teslim olmak, boyun eğmek, yenilmek, güçlünün buyruğunu kabullenmek.”Bizim kitabımızda dize gelmek yoktur!” Dize getirmek : Kendisine karşı geleni alt ederek buyruğunu dinler duruma getirmek, boyun eğdirmek.”İki saatte düşmanı dize getirebiliriz.” Dizgini (dizginleri) ele almak : Yönetimi ele geçirmek, işi kendisi yönetmeye başlamak.”Dizginleri ele almazsak fabrika kargaşa içinde boğulup kalacak, üretim yapılamayacak.” Dizginleri salıvermek : Başıboş bırakmak, sıkı tuttuğu yönetimi gevşetmek.”Yönetim, dizginleri salıverince insanlar rahat bir nefes aldılar.” Dizini dövmek : Çok pişman olmak.”Çocuklarını küçük yaşta eğitmezsen sonradan dizini döversin.” Dizinin (dizlerinin) bağı çözülmek : Korkudan, heyecandan, yorgunluktan ayakta duramayacak hâle gelmek.”Yokuşu çıktım ama dizlerimin de bağı çözüldü.” Dizlerine kapanmak : Yalvarmak, kendini küçük düşürecek kadar çok yalvarmak, başını dizlerinin üzerine koymak.”Göreceksin, günün birinde dizlerine kapanacak babasının.” Dobra dobra söylemek : Hiçbir şeyden çekinmeden, sözü eğip bükmeden, dosdoğru, açık açık konuşmak.”Dobra dobra konuşan insanları severim.” Doğmamış çocuğa don biçmek : Henüz ele geçmemiş bir şey, gerçekleşmesi kesin olarak bilinmeyen bir durum için hazırlık yapmak. Dokuz doğurmak : 1. Bir işi güçlükle ve sıkıntı içinde sonuca ulaştırmak. 2. Merakla, heyecanla, sabırsızlıkla, sıkıntı çekerek beklemek.”İşe geç kalmıştı, yeni araba gelinceye kadar dokuz doğurdu.” Dokuz köyden kovulmuş : Geçimsizliği, hatalı davranışları yüzünden birçok yerden atılmış kimse. Dolap çevirmek : Hile, düzen ve dalavere ile iş yapmak.”Yine ne dolap çeviriyor acaba?” Dolma yutmak : Kanıp aldanmak.”Ona dolma yutturacağını hiç sanmam!” Dolu dizgin : 1. Son hızla (süvari ve at arabası için). 2. Önüne geçilemeyecek biçimde, çok fazla olarak.”Kinlerimizi dolu dizgin salıverdik düşmanın üstüne.” Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı : İçinden çıkılamayan güç bir durum karşısında söylenir. “Her yolu denedim, çözüm yolu bulamadım” anlamına gelir. Domuzdan kıl çekmek : Sevilmeyen, eli sıkı olan, cimri bir kimseden bir şey alabilmek.”Domuzdan bir kıl koparmak kârdır.” Don gömlek : Çıplak, üzerinde sadece don ve gömlek var denilecek kadar soyunmuş hâlde.”Adamı, don gömlek kalacak kadar soydular.” Dostlar alışverişte görsün : Gösteriş olsun; amaç iş yapıyor görünmek, iş yapmak değil.”Güya çalışıyor, dostlar alışverişte görsün!” Dökülüp saçılmak : 1. Bir şey uğruna fazla para harcamak, masraf etmek. 2. Soyunmak, çok açık giyinmek.”Düğün yapıyorum diye sakın dökülüp saçılma, yoksa kendini toplayamazsın.” Dört ayak üstüne düşmek : Tehlikeli bir durumdan hiç zarar görmeden kurtulmak.”Nasıl oluyor da, bu adam hep dört ayak üstüne düşüyor?” Dört başı mamur : Her yanı bakımlı, elverişli, güzel, tam istenildiği gibi.”Alırsam dört başı mamur bir ev alacağım.” Dört dönmek : Bir işi yapmak için korku, heyecan, telâş, şaşkınlık içinde sağa sola koşmak, çare aramak.”Kadıncağız haberi alır almaz odanın içinde dört dönmeye başladı.” Dört elle sarılmak : Yapacağı işe büyük bir önem verip özen göstererek girişmek.”Başarılı olmak mı istiyorsun, dört elle sarıl işine!” Dört gözle beklemek : Özleyerek, çok isteyerek, büyük bir sabırsızlıkla beklemek.”Annemin yolunu dört gözle beklemeye başladım.” Dudak bükmek : Umursamamak, beğenmemek, küçümsemek.”Yeni alınan elbiseye şöyle bir dudak büküp geçti.” Dudak ısırmak : Hayret etmek, şaşırmak.”Beni karşısında görünce dudağını ısıracak eminim.” Dudak ısırtmak : 1. Hayran bırakmak. 2. Şaşkınlığa, hayrete düşürmek.”Yazdığı son kitabıyla dudak ısırttı herkese.” Duman attırmak : Geride bırakmak, zor duruma düşürmek, birini yıldırmak.”Silâhını çeken komutan etrafa duman attırmaya başladı.” Duman etmek : Bozmak, ortalığı dağıtmak, yok etmek; yenmek, birine karşı başarı sağlamak.”Askerler ortalığı toz duman ettiler.” Dumanı üstünde : 1. Çok taze (sebze ve meyve için). 2. Çok yeni, üzerinden zaman geçmemiş.”Şu elmalara bak, daha dumanı üstünde bunların.” Duman olmak : 1. Ortadan kaybolmak. 2. Durumu, düzeni, işi bozulmak. Kötü olmak.”Çabuk duman ol buradan, gözüm görmesin seni!” Durduğu yerde : 1. Hiç gereği yokken. 2. Kolaylıkla, hiç emek ve çaba harcamadan.”Adam durduğu yerde para kazanıyor, anlamadım bu işi!” Durup dinlenmeden : Sürekli olarak, ara vermeden, arka arkaya.”Yıllar yılı durup dinlenmeden çalıştım sizin için.” Durup dururken : 1. Birden bire, ansızın. 2. Hiç gereği veya sebebi yokken.”Durup dururken bir tokat attı arkadaşına.” Dut yemiş bülbüle dönmek : Susmak; konuşkanlığını, sevincini, neşesini yitirmek; sesi çıkmaz olmak.”Onu dut yemiş bülbüle döndürmezsem bana da Hasan demesinler!” Düğüm noktası : Bir meselenin sonuçlandırılması için çözülmesi, açıklığa kavuşturulması gereken en güç yanı.”Biz işin daha düğüm noktasını tespit etmiş değiliz ki!” Düğün bayram etmek : Çok sevinç duymak, topluca neşeli bir duruma kavuşmak.”Ağabeyim savaştan sağ salim dönünce ailece bayram ettik.” Düğün evi gibi : Çok kalabalık ve telâşlı görülen yer.”Hayrola, dün akşam sizin sokak düğün evi gibiymiş!” Dümen çevirmek : Düzen kurup, hileli iş yapmak.”Yine ne dümen çeviriyorsunuz siz?” Dümen kırmak : Yön değiştirmek. Dümen suyunda gitmek : Birine bağımlı olmak, birinin tuttuğu yolu izlemek, hemen her şeyde ona uyarak onun istediğini yapmak.”Başkasının dümen suyundan gidenler kişiliklerini bulamazlar.” Dünkü çocuk : Deneyimi az, toy acemi.”Dünkü çocukların aklına ihtiyacım yok benim.” Dünya başına yıkılmak : Dara düşmek, felâkete uğramak, umutlarını yitirmek, çok üzülüp acı çekmek.”Trafik kazasında kocasını ve iki çocuğunu kaybeden kadının dünyası başına yıkılmıştı.” Dünya bir araya gelse : “Bütün insanlar engel olmaya kalksa bile, asla, hiçbir zaman, kim ne derse desin” anlamında, yine bildiğini yapma durumu için kullanılır.”Dünya bir araya gelse de ben o adamla barışmam.” Dünyadan elini eteğini çekmek : Bir kenara çekilip toplum ile ilişkisini kesmek, toplumun yaşayışına karışmaz olmak, daha çok ibadetle meşgul olmak ve dünya işleriyle ilgilenmez olmak.”Bizim komşu her nedense dünyadan elini eteğini çekti, görünmez oldu sanki.” Dünyadan haberi olmamak : Çevresinden, çağından ve çağının getirdiklerinden, zamanında yaşanan hayattan haberli olmamak.”Sen dünyadan haberi olmayan bir adamsın, ne anlarsın bu işten, lütfen karışma!” Dünya gözü ile : Ölmeden önce, yaşarken.”Dünya gözü ile Almanya`daki kardeşimi bir daha görsem.” Dünyalar onun olmak : Oldukça çok sevinmek.”Babası istediği oyuncağı getirince dünyalar onun oldu sanki.” Dünyanın kaç bucak olduğunu anlamak : Dünyada insanın başına neler gelebileceğini öğrenmek, zorluklarla karşılaşmak, tecrübe kazanmak.”Elbet sen de bir gün dünyanın kaç bucak olduğunu anlayacaksın.” Dünyanın öbür ucu : Çok uzak yer.”Ali de dünyanın öbür ucunda oturuyor.” Dünya yıkılsa umurunda değil : Hiçbir şeyle ilgilenmemek, umursuz olmak, sorumluluk duymamak.”Sakın `dünya yıkılsa umurumda değil` deme bana.” Dünyayı toz pembe görmek : İyimser olmak, üzücü durumlara bile iyi gözle bakmak.”Bırak artık şu dünyayı toz pembe görmeyi, aç gözlerini!” Düşe kalka : 1. İşi kimi zaman iyi, kimi zaman kötü olarak güçlükle, uğraşa uğraşa (yapmak). 2. Biriyle yakın ilişki kurarak.”Sokak serserileriyle düşe kalka iyice bozuldu, sapıttı.” Düşeş atmak : Umulmadık bir başarı kazanmak.”Düşeş attı bizim oğlan, şimdi yanına da yaklaştırmaz kimseyi.” Düşman çatlatmak Düşman kesilmek : Düşman olmak, düşman gibi görünüp tavır almak.”Yalnız benim değil, bütün ailenin düşmanı kesilmişti.” Düşünüp taşınmak : Bir meseleyi enine boyuna tartmak, konuyu bütün yönleriyle incelemek, iyice düşünüp ona göre davranmak.”Acele etme, düşünüp taşın öyle karar ver.” Düşüp kalkmak : 1. Yakın arkadaşlık etmek. 2. Yasa ve gelenek dışı kadın ve erkekle birlikte yaşamak veya sık sık bir araya gelmek.”Seni bu hâle getirenler düşüp kalktığın arkadaşlarındır. Hâlâ anlamadın mı?” Düttürü Leylâ : Gülünç, tuhaf, daracık ve kısacık giyinmiş kadın.”Sana hiç yakışmamış, düttürü Leylâ gibi olmuşsun.”

Allah bizi korusun anlamında bir söz bulmaca

Vadesi gelmek (yetmek) : 1. Ömrü sona ermek, eceli gelmek, ölmek. 2. Süresi dolmak, ödeme zamanı gelmek.”Vadesi geldi geçiyor ama senet sahibi hâlâ ortalıkta görünmüyor. Vakit geçirmek : Oyalanmak, bazı şeylerle meşgul olarak zamanın geçmesini sağlamak.”Top oynayarak vakit geçirebiliriz sanırım. Vakit kazanmak : 1. Karşı tarafı oyalayarak zamanı uzatmak. 2. Bir şeye ayrılan ya da harcanan zamanı uzatmak.”Sen onu meşgul et ki hemen yola çıkmasın, bu sayede biz de biraz vakit kazanmış oluruz. Vakitli vakitsiz : Rastgele bir zamanda, gelişigüzel, uygun bir zamanı gözetmeden.”Vakitli vakitsiz gelip giderdi evine. Vaktini almak : Epey zaman harcanmasını gerektirmek, başka bir işe ayrılmış zamanı tutmak.”Vaktini alıyorum ama başka çarem de yok. Vaktini öldürmek : Zamanını yararsız, gereksiz, boş işlerle ya da hiç iş yapmadan, boş yere geçirmek.”Bu kazanç getirmeyen işle bütün vaktini öldürecek misin yani? Vaktini şaşmamak : Tam zamanında.”Vaktini şaşmaz o, göreceksin şimdi gelecek. Vara yoğa karışmak : Her şeye, üstüne lâzım olsun olmasın her işe karışmak.”Üvey annemin vara yoğa karışmasından bıkmış usanmıştım iyice. Varlık göstermek : Beğenilir bir iş yapmak; kendini kanıtlayacak, göze görünür bir görevini yerine getirmek; kendini göstermek.”Oynadığı ilk oyunda bir varlık gösteremedi. Varlıkta darlık çekmek : Elinde her imkân olduğu hâlde bunlardan yararlanamamak, sıkıntıya düşmek Vay canına! : Şaşma, öfke duygusunu dile getirmek için kullanılır Vebali boynuna olmak : Bir işin günahını yüklenmek Velveleye vermek : Gereksiz bir heyecana, telâşa düşürmek.”Bir anda ortalığı velveleye verdiler; bağırmaya, sağa sola koşmaya başladılar. Verip veriştirmek : Ağır sözler söylemek, ağzına ne gelirse söylemek.”Yüzüne karşı verip veriştirdi ama o tek kelime bile söylemedi. Veryansın etmek : Hiç insaf göstermeden, acımadan saldırmak; ağzına geleni söylemek Vıcık vıcık : Sulu ve gevşek olmak, basıldığında ses çıkarmak.”Etraf vıcık vıcık çamurdu, yürüyemiyorduk. Vıdı vıdı etmek : Söylenip durmak, hemen her şeyi eleştirip beğenmediğini söyleyerek durmadan konuşmak, etrafındakileri rahatsız etmek.”Sus artık, vıdı vıdı edip kafamı şişirdiğin yeter. Vız gelmek (vız gelip tırıs gitmek) : Hiç önemsememek, aldırış etmemek.”Onun sözleri vız gelir bana, önce kendine söz geçirsin. Viraneye çevirmek : Yakıp yıkmak, yıkıntı durumuna getirmek, harap etmek.”Beş gün geçmeden viraneye çevirdiler evi. Voli vurmak : Haksız olarak kazanç elde etmek, vurgun vurmak Volta atmak : Bir aşağı bir yukarı dolaşmak, gidip gelmek.”Canımız sıkıldıkça avluda volta atıp dururduk. Vur abalıya : Bütün yükün yumuşak huylu kişiye yüklenmesi; sessiz, güçsüz kimsenin hırpalanması, hakkının çiğnenmesi durumunda karşıdaki kişiye sitem yollu söylenir Vur dedikse öldür demedik ya! : Bir isteği, dileği yerine getirirken aşırılığa kaçıp da işi berbat edene karış söylenir Vurduğu yerden ses getirmek : Eli ağır olmak, çok kuvvetli vurmak Vurdumduymaz Kör Ayvaz : Umursamaz, aldırmaz, duygusuz ve kayıtsız kimse Vur patlasın çal oynasın : Aşırı zevk ve eğlence; aşırı zevk ve eğlenceye düşkün kimsenin parasını bu yolda harcamasını anlatır.”Vur patlasın çal oynasın sabaha kadar tepinip durdular. Vurucu güç : Çok etkin silâhlarla donatılmış, özel eğitim görmüş askerî birlik.”Ordu içinde vurucu bir gücün oluşturulması konusunda fikir birliğine vardılar. Vücuda getirmek : Oluşturmak, meydana getirmek, var etmek.”Bütün bu canlıları Yüce Allah`tan başka kim var edebilir ki? Vücudunu ortadan kaldırmak : Öldürmek.”Sabaha kadar adamın vücudunu ortadan kaldırın, yoksa başımıza çok iş açacak.

Allah Seni Korusun Anlamında Kullanılan Bir Deyim bulmaca sorusuna verilecek cevaplar aşağıda listelenmiştir, diğer sorularınız için arama yapabilirsiniz. Tüm Bulmaca Cevapları Burada

Bir tür maymuncuk bulmaca

Allah seni korusun anlamında kullanılan bir deyim bulmacalarda sıklıkla karşılaşabileceğiniz bir bulmaca sorusudur. Kare ve çengel bulmacalarda geçen 'Allah seni korusun anlamında kullanılan bir deyim' sorusunun bir cevabı vardır ve cevabı 10 harflidir.

Aba altından değnek göstermek :  Sakin, yumuşak görünmekle birlikte karşısındakini gizliden gizliye korkutmak.”Sakın onlara aba altından değnek göstermeye kalkma, yoksa kaçırırsın.” Abacı, kebeci, ara yerde sen neci? : “Tamam, ilgililer bu işe karışabilirler, ama sen neci oluyorsun” anlamında kullanılır. Abayı yakmak :  Gönül verip âşık olmak, tutulmak.”Türkmen kızına abayı yakalı beri, sazı elinden düşürmez oldu.” Abbas yolcu :  1. Yola çıkmaya kesin kararlı.”Abbas yolcu! Daha fazla oyalamayın.” 2. Ölmek üzere (olan). “Komaya girdi, abbas yolcu mu ne?” Abesle iştigal etmek : Yersiz, yararsız, boş ve anlamsız şeylerle vakit geçirmek.”Şu yaşa geldin, ama abesle iştigal etmekten vazgeçmedin.” Abuk sabuk konuşmak :  Düşünmeden, birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsız, saçma sapan söz söylemek. “Yeter artık, abuk sabuk konuşmalarına daha fazla dayanamayacağım.” Abur cubur :  Yararlı olup olmadığı düşünülmeksizin rast gele yenen, yemek yerini tutmayan yiyecekler.”Ne diye çocukların karnını abur cuburla doyuruyorsun?” Aceleye getirmek (dara getirmek) :  1. Bir işi gerektiği gibi yapmayıp, zaman darlığından yararlanarak birini aldatmak. “Tezgâhtar aceleye getirerek gömleğin defolusunu vermiş.”2. Zaman darlığı sebebiyle gereken özeni göstermemek. “Yazın hiç de güzel değil, aceleye getirmişsin.” Acemi çaylak :  Toy, tecrübesiz, beceriksiz. “Acemi çaylağa bak hele! Sen mi tamir edeceksin o saati?” Acı çekmek (duymak) :  1. Ağrı, sızı duymak. “Kazadan sonra çok acı çekti.” 2. Üzülmek, üzüntü içinde kalmak.”Eşini kaybedeli on yıl oldu ama o hâlâ acı çekiyor.” Acısı içine (yüreğine) çökmek (işlemek) :  Bir şeyin verdiği acı, üzüntü benliğinde derin iz bırakmak.”Elindeki tek evi de yanıp kül olunca acısı yüreğine işledi.” Acısını çekmek :  Yapılan yanlış bir işin doğurduğu sıkıntı ve üzüntüyü yaşamak.”Kestiğim o ağacın hâlâ acısını çekiyorum.” Acısını çıkarmak :  1. Acılığını yok etmek.”Yağda kavurarak acısını aldı.”2. Önceden uğradığı maddî ve manevî zararı sonradan gidermek. 3. Öç almak.”Bir gün bana yaptıklarının acısını senden çıkaracağım.” Acı soğuk :  Keskin, hoşa gitmeyen, çok üşütücü soğuk.”Acı soğuk insanın iliklerine işliyordu.” Acı söz :  İnsanın gönlünü inciten, onuruna dokunan ağır söz.”Bu acı sözlerine kim katlanır sanıyorsun?” Aç acına : Aç olarak, hiçbir şey yemeden.”Bu iş aç acına yapılmaz.” Açığa çıkarılmak (alınmak) :  İşinden çıkarılmak, görevine son verilmek.”İşe üç gün geç geldi diye açığa alındı.” Açığa vurmak :  Gizli, saklı bir şeyi herkese duyurmak, ortaya çıkarmak.”Yıllardır içinde sakladığı sırrı mahkemede açığa vurdu.” Açığı çıkmak :  Saklamakla görevli bulunduğu para, eşya veya başka bir şeyin sayım sonucu eksik olduğu anlaşılmak.”Kasiyerin salı günü akşamı on bin lira açığı çıktı.” Açığını bulmak :  Herhangi bir işteki eksiği, hileyi veya zararı ortaya çıkarmak.”Hemen her yazısında bir açığını bulmak mümkün.” Açık alınla :  Başarı, şeref, övünç ve dürüstlükle.”Hemen her işten açık alınla çıkar onlar.” Açık bono vermek :  Bir kimseye sınırsız, istediği gibi davranma yetkisi tanımak. Açık fikirli :  Olayları, gelişmeleri, yenilikleri iyi anlayıp gereği gibi karşılayan; düşündüğünü olduğu gibi söyleyebilen kimse.”Bu toplumun açık fikirli insanlara duyduğu ihtiyaç, bugün daha fazladır.” Açık kalpli (yürekli) :  Samimî, içi temiz, içi dışı bir olan kimse.”Komşumuz kadar açık kalpli bir adam görmedim.” Açık kapı bırakmak :  Gerektiğinde bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak, ileriyi düşünerek ılımlı davranmak.”Bu kadar kesin konuşmayalım, açık kapı bırakalım da iyi düşünebilme fırsatları olsun.” Açık konuşmak :  Gerçeği sakınmadan, çekinmeden söylemek.”Daima açık konuşan insanları severim.” Açık saçık :  Göreneğe, terbiyeye aykırı derecede açık (söz, davranış, elbise).”Açık saçık fıkralar anlatmaya utanmıyor musunuz?” Açık seçik :  Çok açık, çok belirgin, ayrıntılarına kadar görülebilen.”Daha açık seçik konuş da anlayalım ne demek istediğini.” Açıkta kalmak (olmak) :  1. İş ve görev bulamamak. 2. Yersiz yurtsuz kalmak. 3. kimilerinin elde ettikleri bir yarardan mahrum olmak.”Çoluk çocuk açıkta kaldılar fabrika kapanınca.” Açıktan kazanmak :  Ortaya hiçbir emek ve sermaye koymadan gelir elde etmek, para kazanmak.”Günümüz insanı açıktan kazanmayı bir kural hâline getirdi.” Açık vermek :  1. Geliri, giderini karşılamamak.”Maaşımız yetmeyecek bu ay, galiba açık vereceğiz.”2. Ortaya çıkmaması gereken şeyi farkında olmadan belli etmek.”Dikkat et de düşmanlarına açık verme.” Açlıktan nefesi kokmak :  1. Çok fazla yoksulluk içinde bulunmak.”Dün açlıktan nefesim kokuyordu ama bugün çok şükür karnım tok.”2. Uzun zaman bir şey yemediği anlaşılmak. Açmaza düşmek :  İçinden çıkılması oldukça güç bir durumda kalmak. “Beni bu açmazdan ancak çocuklarım kurtarır.” Aç susuz kalmak :  Çok yoksul bir duruma düşmek, fakirlikten yaşayamaz hâle gelmek.”Afrika kıtasının pek çok insanı aç susuz kalmış durumda.” Adama dönmek :  Hoşa giden bir duruma gelmek, düzelmek.”Kapılar, pencereler boyanınca ev adama döndü.” Adamdan saymak :  Değeri olmadığı hâlde bir kimseye kıymet vermek, saygı duymak. “Seni adamdan saydım diye mi naz yapıyorsun?” Adam etmek :  1. Eğitmek, yetiştirmek, belli bir seviyeye getirmek.”Sen uğraş, didin, adam et, o da sırt çevirsin sana.”2. Tamir edip kullanılır hâle getirmek, bir yeri düzene sokmak.”Bu arabayı eninde sonunda adam edeceğim.” Adam evladı :  İyi bir ailenin iyi yetiştirilmiş; özü, sözü doğru çocuğu.”Bu iyiliği ancak bir adam evladı yapabilirdi.” Adam içine çıkmak :  Topluluğa karışmak, eşe dosta gitmek, değerli insanların bulunduğu yerlerde olmak ve onlarla görüşmek.”Adam içine çıkmayalı uzun zaman oldu.” Adam olmak :  1. Yetişip büyümek, gelişmek, iş güç sahibi olmak.”Umarım o da bir gün adamolur.”2. Onarılıp işe yarar hâle gelmek. Adam (insan) sarrafı :  Tecrübesi sayesinde insanların iyisini kötüsünü çabuk anlayacak duruma gelmiş kimse. “Sen üzülme, baban insan sarrafıdır, onun ne mal olduğunu kolayca anlar.” Adam sen de (adaaaam!) :  Bir işin önemli olmadığını, aldırılmaması gerektiğini anlatmak için söylenir.”Adam sen de, o katılmazsa katılmasın, biz birlikte oynarız.” Adam sırasına geçmek (girmek) :  Toplumda kendisine daha önce değer verilmezken, artık kendisine önem ve değer verilir olmak.”Biliyorum, seni de adam sırasına geçiren paran oldu.” A`dan Z`ye kadar :  Bütünüyle, baştan aşağı.”Bu sınıfın düzeni a`dan z`ye kadar bozuk.” Adı batmak : Adı anılmaz olmak, unutulmak, sözü edilmez olmak. “Hatırlatmayın, adı batsın o adamın!” Adı çıkmak :  Kötü bir şöhret kazanmak.”Bir kere adı çıkmış, ne yapsa fayda etmiyor, kimse dinlemiyor onu.” Adı kalmak :  Bir kimse veya şey ortadan kalktıktan, öldükten sonra adı dillerde dolaşır olmak.”Birkaç yıl sonra İstanbul`da doğal güzelliklerin sadece adı kalacak.” Adı karışmak :  İyi karşılanmayan bir olayla ilgisinin bulunduğu, o olaya karıştığı söylenmek.”Soygun işine Ali`nin de adının karıştığı söyleniyor. Doğru mu?” Adım atmamak :  Kesinlikle gitmemek, uğramamak, aramamak. “Bir daha o eve adım atmamaya yeminliyim.” Adını anmamak :  Bir şeyden, bir kimseden hiç söz etmemek; unutmuş görünmek.”Evi terk eden oğlunun adını anmamakta sonuna kadar kararlı.” Adını koymak :  1. İsim vermek. “Yeni doğan çocuğun adını Ali koydular.”2. Bir şeyin karşılığını veya fiyatını kararlaştırmak.”Önce adını koyalım da ona göre hareket edelim.” Adını vermek :  1. Birinin adını bildirmek. 2. Biri tarafından salık verildiğini gönderildiği kimseye söylemek. “Benim adımı ver ki işlerin çabuk görülsün.” Aforoz etmek :  1. Kilise birliğinden çıkarmak. 2. Birini yakını olmaktan çıkarmak, ilgiyi kesip uzaklaştırmak, ilişkileri tamamen koparmak.”Bütün köylü onu aforoz etmekte kararlı.” Ağır aksak :  Pek yavaş olarak, düzgün olmayarak.”Her zaman işleri ağır aksak yapıyorsunuz.” Ağır basmak :  1. Ağırlığı fazla gelmek. 2. Bir işte etkili olmak, gücü üstün gelmek, istediğini yaptırmak.”Politik gücü ağır basınca ihaleyi kazandı.” Ağır başlı : Ciddî, olgun, hareketlerinde ölçülü, işlerini düşüne taşına yapan kimse.”Ağır başlı olmak insana üstün meziyetler kazandırır.” Ağırdan almak : Bir işi yapmakta acele etmemek, yavaş davranmak, isteksiz görünmek.”Hiç sebep yokken işi ağırdan almanı bir türlü anlamıyorum.” Ağır elli : 1. Oldukça yavaş iş yapan, çabuk yapmayan. 2. Vurduğu zaman çok acıtıp can yakan.”Adamın eli amma da ağırmış, ense köküm hâlâ ağrıyor.” Ağır gelmek : 1. Ağrına gitmek, onuruna dokunmak.”Haketmediğim şu sözler öylesine ağırgeldi ki bana.”2. yapılması güç gelmek.”Bu yaştan sonra inşaat işlerinde çalışmak artık ağır geliyor benim gibi ihtiyara.” Ağır hastalık : Sonu ölümle neticelenebilecek gibi olan tehlikeli hastalık.”Ağır hastalık geçirdiği için bir türlü kendini toplayamadı ve zayıf kaldı.” Ağır söz : Kişinin gönlünü inciten, gücüne giden, onuruna dokunan, dayanılması güç söz.”Söylediğin ağır sözler çocukları çok incitti.” Ağız aramak (veya yoklamak) : Öğrenilmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak.”Ağzını ara bakalım o konuda bir şey biliyor mu?” Ağız (söz) birliği etmek : Daha önce bir konuda anlaşarak aynı şeyi yapmak ya da söylemek.”Ağız birliği etmeli, hep birlikte savunmalıyız kendimizi.” Ağızdan laf (söz) çekme(çalmak) : Bir kişinin bildiği şeyleri ustalıklı konuşmalarda ona sezdirmeden öğrenmek. “Boşuna uğraşma, ağzından laf çekemezsin onun.” Ağızda sakız gibi çiğnemek : Bir düşünceyi, bir sözü tekrar edip durmak.”Dolap da dolap! Artık ağzında sakız gibi çiğneyip durma şu sözü!” Ağız değiştirmek : Daha önce söylediğinin tersini söylemeye başlamak.”Babasını görünce korkusundan ağız değiştirdi.” Ağız, dil vermemek : 1. Söz söyleyemeyecek kadar hasta olmak. 2. Herhangi bir sebeple hiç konuşmamak, susmak.”Kurşuna dizilmeyi göze aldılar ama ağız, dil vermediler.” Ağız eğmek : Yalvarmak, hiç de lâyık olmayan birine yüz suyu dökmek. “Ölürüm de ağız eğmem o adama!” Ağız kalabalığı : Birbirini tutmayan, gereksiz, konu dışı sözler.”Asıl meseleyi ağız kalabalığı ile ört bas edip kaçamazsın!” Ağız kalabalığına getirmek : Birini gereksiz sözler söyleyip çok konuşmak yolu ile şaşırtmak, dikkatini dağıtıp aldatmak.”Ağız kalabalığına getirip yok pahasına aldı malları.” Ağız kavafı : Karşısındakini ikna etmek için diller döken, çok konuşan, gerekli gereksiz söz söyleyen kimse.”İğreniyorum şunun gibi ağız kavafı heriflerden.” Ağız yapmak : Birini aldatma, yanıltma, oyalama amacıyla duygularını, düşüncelerini olduğundan başka türlü gösterecek biçimde konuşmak.”Ne ağız yapıp duruyorsun, gerçeği söylesene!” Ağzı açık ayran delisi : Yeni gördüğü her şeye alık alık bakan, anlamsız bir hayranlıkla seyredip şaşıran.”Haydi yürü, ağzı açık ayran delisi gibi ne bakıp duruyorsun vitrine.” Ağzı (bir karış) açık kalmak : Çok şaşırmak, şaşakalmak. “Onca seneden sonra sevdiği arkadaşını birden karşısından görünce ağzı açık kaldı.” Ağzı kalabalık : Çok ve manasız, saçma sapan, tutarsız sözler söyleyen.”Ağzı kalabalık insanlara tahammül etmek çok güç bir iş.” Ağzı kulaklarına varmak : Çok sevinmek, sevindiği her hâlinden belli olmak. “Takdirname eline verilince sevincinden ağzı kulaklarına vardı.” Ağzı laf yapmak : Güzel, inandırıcı söz söyleme yeteneği olmak.”Politikacı mı olacaksın, ağzın laf da yapmalı.” Ağzına (veya ağzının içine) bakmak : 1. Ne diyeceğini beklemek. 2. Onun sözüne göre hareket etmek.”İyi, yemek için de onun ağzına bak bari!” Ağzına baktırmak : Etkili, güzel konuşarak kendini zevk ile dinletmek, dinleyenleri kendisine hayran etmek.”O, ağzına baktırmasını bilen ender hatiplerdendi.” Ağzına bir parmak bal çalmak : Amacına ulaşmak için birini tatlı sözlerle bir süre oyalamak, kandırmak; umut verip ikna ederek işini yaptırmak.”Öyle bir insan ki ağzına bir parmak bal çal, sonra her istediğini yaptır.” Ağzına girmek : Dinlenirken konuşana doğru oldukça fazla yaklaşmak.”Çocuklar, masal anlatan dedenin, neredeyse ağzına gireceklerdi.” Ağzına lâyık : Bir yiyeceğin tadı anlatılırken kullanılır, çok lezzetli yiyecek anlamında.”Haydi durma, uzan, tam ağzına lâyık bir tatlı!” Ağzında bakla ıslanmamak : Sır saklamayı becerememek, sırrı hemen açığa vurmak.”Ağzında bakla ıslanmayan bu adama nasıl oluyor da açılıyorsun?” Ağzında gevelemek : Açık olarak söylememek, belirli konuşmamak.”Lütfen lafı ağzında geveleme de ne söyleyeceksen söyle, çok işim var.” Ağzından bal akmak : Çok tatlı, hoşa gider biçimde konuşmak.”Konuş, konuş hele; ağzından bal akıyor.” Ağzından çıkanı kulağı işitmemek : Sözlerini tartmadan, düşünmeden, öfke içinde, nere varacağını hesaplamadan konuşmak.”İyice çıldırmış olmalısın. Çünkü ağzından çıkanı kulağın duymuyor.” Ağzından düşürmemek : Bir kimseden veya bir şeyden her zaman söz etmek.”Ölünceye kadar torunu Esma`nın adını ağzından düşürmedi.” Ağzından girip burnundan çıkmak : Çeşitli yollara başvurarak birini bir şeye razı etmek; veya kandırmak.”Ağzından girip burnundan çıktı ve ondan para koparmayı başardı.” Ağzından kaçırmak : Söylemek istemediği bir şeyi, boş bulunup söyleyivermek.”Dikkatli ol, lafı ağzından kaçırıp da gideceğimiz yeri söyleme.” Ağzından laf almak (çekmek) : Bir kimseyi değişik yollarla ve ustalıkla konuşturup birtakım gizli şeyleri öğrenmek.”Boşuna uğraşma, ağzımdan laf alamazsın.” Ağzından yel alsın : Olumsuz, kötü şeylerden bahsedenlere karşı “ağzını hayra aç” anlamında söylenir.”Bugün kötü şeyler mi bekliyorsun? Ağzından yel alsın, o ne biçim beklenti?” Ağzını açıp gözünü yummak : Kızgınlık ile sonunu düşünmeden ağzına gelen kötü sözleri söylemek, karşısındakine hakaret etmek.”Eve geç gelen kızına ağzını açıp gözünü yumdu.” Ağzını aramak : Karşısındakini kurnazca konuşturarak ağzından söz almak, istediğini öğrenmek.”Şunun ağzını ara da bahçeyi satıp satmayacağını öğren.” Ağzını bıçak açmamak : Kırgınlıktan, üzüntüden ya da herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyecek durumda olmamak.”Boşuna uğraşma, evin yanışına öyle üzülmüş ki ağzını bıçak açmıyor.” Ağzını havaya (poyraza) açmak : Umduğunu elde edememek, fırsatı kaçırdıktan sonra boş yere beklemek.”Evi o zaman alacaktın, artık geçti, bundan sonra ağzını havaya aç.” Ağzını kapamak : 1. Susmak. 2. Çıkarının elden gideceğini düşünerek birinin konuşmasını önlemek.”Ağzını kapatamazsak konuşup bizi elâleme rezil edecek.” Ağzının içine bakmak : Konuşan bir kimseyi seve seve ve dikkatlice dinlemek.”Konuşması onları öyle sarmıştı ki ağzının içine bakıyorlardı.” Ağzının kokusunu çekmek : Bir kimsenin dayanılmaz, çekilmez tutum ve davranışlarına katlanmak.”Yeter artık, daha fazla senin ağız kokunu çekemem.” Ağzını öpeyim (seveyim) : Sevindirici bir söz söyleyene “ne güzel, hoş söyledin” anlamında kullanılır. Ağzının payını vermek : Sert söz ve davranışlarla karşılık vererek bir kimseyi yaptığına pişman etmek.”Demek öyle, ben de senin ağzının payını vermezsem bana da Hasan demesinler!” Ağzının suyu akmak : Çok beğenip isteyecek duruma gelmek, imrenmek.”Vitrindeki kızarmış tavuğu görünce ağzımın suyu aktı.” Ağzının tadı kaçmak : Rahatı kaçmak, huzurunu kaybetmek, bir kimsenin kurulu dirliği, düzenliği bozulmak.”Şu vızır vızır işleyen yol burdan geçince ağzımızın tadı kaçtı.” Ağzının tadını bilmek : 1. Güzel yemeklerden anlamak. 2. Bir şeyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak.”Şunlardaki güzelliğe bak, ağzının tadını da biliyorsun hani.” Ağzı sulanmak : İmrenmek.”Karpuzları ağzını şapırdatarak yemeye başlayınca benim de ağzım sulandı.” Ağzı süt kokmak : Çok genç, toy ve tecrübesiz olmak.”Şu ağzı süt kokan mı yarışacak benimle.” Ağzı var dili yok : 1. Oldukça sessiz, sakin, kendi hâlinde. 2. Konuşmayıp susan, derdini anlatmayan.”Telâşlanma sakın, ağzı var dili yok o çocuğun, seni hiç üzmez.” Ağzıyla kuş tutsa… : “Ne kadar çaba gösterse, ne yapsa da” anlamında kullanılır.”Ağzıyla kuş da tutsa, artık bu eve adım atamaz.” Ah almak : Birinin bedduasını üstüne çekmek.”Zalimliğine devam edersen daha çok kişinin ahını alacaksın.” Ahı çıkmak : Eziyete uğrayan bir kimsenin yaptığı bedduanın etkisini göstermesi. Ahı tutmak : Zulüm görenin bedduasının yerini bulup gerçekleşmesi.”Ahım bir tutarsa dünyanın kaç bucak olduğunu görecek o.” Ahı yerde kalmamak : Yaptığı ilenme (beddua) er geç etkisini göstermek.”Şunu iyi bil ki ey zalim, ahım yerde kalmayacak; yüz üstü sürüneceksin.” Ahkâm çıkarmak : Kendi düşüncelerine dayanarak birtakım yargılara varmak.”Devletler ancak kuvvetli ordu ile ayakta dururlar diye ahkâm çıkardı.” Ahmak ıslatan : İnce ince yağan yağmur, çisenti.”Böyle yürümeye devam edersek bu ahmak ıslatan iliklerimize işleyecek.” Ahret kardeşi : Dünya ve ahiret işlerinde birbirlerinden ayrılmayan kimseler; kan bağı olmaksızın manevî olarak kurulan kardeşlik. Ahrette on parmağı yakasında olmak : Haksızlığa uğrayışını bu dünyada önleyip hakkını alamayanın, öte dünyada (ahrette) kendisine sorumlu olan kimseden davacı olması.”Hakkımı vermedin ama ahrette on parmağım yakanda olacaktır.” Akan sular durmak : Artık itiraz edilebilecek, karşı durulacak bir nokta kalmamak.”Siz Mehmet Ağa`ya gidin, o devreye girdi mi akan sular durur, kolay anlaşırsınız.” Akıl defteri : Hatırlanıp yapılması gereken şeylerin yazıldığı küçük defter, muhtıra defteri, ajanda. Akıl etmek Akıl hocası : 1. Birine yol gösteren, akıl öğreten kimse. 2. Herkese akıl öğretmeye meraklı kimse.”Lütfen akıl hocalığı yapmaya kalkma, biz işimizi senden iyi biliriz.” Akıl kârı olmamak : Akıllı, dengeli ve ölçülü bir kişinin yapacağı iş olmamak.”Akıl kârımı şimdi senin yaptığın bu iş?” Akıl kutusu (kumkuması) : Çok zeki, akıllı kimse; bilgiç.”Akıl kutusu mübarek, her meseleyi çözüyor.” Akıllara durgunluk vermek Akıllı uslu : Dengeli, yaramazlık etmeyen, ölçüsüz ve taşkın davranışlarda bulunmayan.”Senin çocuk pek akıllı uslu görünüyor.” Akıl öğretmek (vermek) : Herhangi bir konuda yol gösterip tavsiyede bulunmak, bilgi vermek.”Sana akıl verecek bir adam da mı bulamadın?” Akıl sır ermemek : Bir işin gizli yönlerini, niteliğini, asıl sebebini anlayamamak.”Senin bu işi nasıl berbat ettiğine hâlâ akıl sır erdiremedim.” Akıntıya kürek çekmek : Olmayacak, gerçekleşmeyecek bir iş uğrunda boşuna çaba sarf etmek.”Desene boşuna kürek çekmişiz, olmayacak bu iş.” Akla karayı seçmek : Bir işi başarmak uğrunda çok yorulmak, sonuca kadar çok zahmet çekmek.”Seni buluncaya kadar akla karayı seçtim.” Aklı almamak : 1. Akla uygun gelmemek, inanılacak gibi olmamak. 2. Anlamamak.”Şu işleri bir türlü aklım almıyor.” Aklı başına gelmek : 1. Zarar gördüğü işlerden uslanıp akıllıca davranmak. 2. Baygınlıktan ayılmak, kendine gelmek.”Çabuk koşun, nihayet kendine geliyor!” Aklı başından gitmek : 1. Çok korkudan veya çok sevinçten ne yapacağını şaşırmak. 2. Kafası çok yorulmuş olduğundan iyi düşünememek.”Annemi öyle evin ortasında baygın görünce aklım başımdan gitti.” Aklı başında olmamak : 1. İyi düşünebilir durumda olmamak. 2. Bayılmak, kendisinden geçmek.”Artık aklı başında olmamak onun işine geliyor sanki, böylece sorumluluktan kurtulacak, rahat edecek.” Aklı çıkmak : Titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok korkmak.”Elbisem yırtılacak diye aklı çıkıyor.” Aklı durmak : Şaşırmak, düşünemez bir hâle gelmek.”Resmi öyle güzel yapmış ki görsen aklın durur.” Aklı karışmak : Ne yapacağını bilememek, bocalamak, şaşırmak.”Dur hele, bir düşüneyim, söylediklerin aklımı karıştırdı.” Aklı kesmek : Bir şeyin olabileceğine, bir şeyi yapabileceğine inanmak.”Seninle bu işi başarabileceğime pek de aklım kesmiyor.” Aklına düşmek : 1. Hatırlamak. 2. Kafasında bir düşünce doğmak.”Aklına düşen her şeyi yapmak zorunda mısın?” Aklına esmek : Daha önce düşünmemiş olduğu şeyi birden yapmaya karar vermek.”Birden aklına esti, kalkıp sahile indi.” Aklına gelen başına gelmek : Olmasından korktuğu şeyin zarar verici etkisine uğramak.”Aklıma gelen başıma geldi, evi su bastı.” Aklına gelmek : 1. Hatırlamak. 2. Bir şeyi yapmayı düşünmek, tasarlamak.”Aklıma geldi, kalkıp babama gittim.” Aklına koymak : 1. Bir şeyi yapmaya kesin olarak karar vermek.”Bu sene takıntısız sınıfımı geçmeyi aklıma koydum.”2. Bir fikri başkasına aşılamak. Aklına (aklını) takmak : Bir şeyi devamlı olarak düşünmek, bir fikre sürekli olarak zihninde yer vermek ve zihni onunla meşgul etmek.”Onu niçin kırdım, aklıma takıldı düşünüp duruyorum.” Aklına yer etmek : Uygun bulduğu bir düşünce kafasına yerleşmek.”Onun sana söyledikleri aklına yer eder inşallah.” Aklından zoru olmak : Tutarsız, dengesiz, ölçüsüz, delice davranışlarda bulunmak.”Bırak o bıçağı, aklından zorun mu var senin?” Aklını almak : Çekiciliği, güzelliği ile büyülemek, etkisi altına almak.”Kızın bir bakışı, aklını başından almaya yetti.” Aklını başına almak (toplamak, devşirmek) : Mantıksız, ölçüsüz davranışlarda bulunmaktan kendini kurtararak akıllıca bir yola girmek.”Aklını başına al, yoksa bu içki seni götürecek.” Aklını başından almak : Çok şaşırtmak, düşünemeyecek duruma getirmek.”Gördüğü ev aklını başından aldı.” Aklını (bir şeyle) bozmak : 1. Sapıtmak, delirmek. 2. Yalnızca ilgilendiği, üzerine düştüğü şeyle uğraşıp durmak, başka hiçbir mesele düşünmemek.”Bizim çocuk sinema ile aklını bozdu.” Aklını çalmak (çelmek) : 1. Kararından, niyetinden vazgeçirip başka bir yola sokmak. 2. Baştan çıkarmak, ayartmak.”Aklını çelip onu evlenmeye razı et.” Aklını peynir ekmekle yemek : Akılsızca, şaşkınca, delice işler yapmak.”Misafirliğe böyle gidilir mi? Sen aklını peynir ekmekle mi yedin?” Ak pak : 1. Tertemiz. 2. Saçı sakalı ağarmış. 3. Alımlı ve beyaz tenli.”Ne kadar da ak pak bir çocuk.” Akşama sabaha : Neredeyse, pek yakında, kısa bir süre içinde.”Konuklar akşama sabaha burada olurlar, sakın bir yere kaybolma!” Akşamdan kavur, sabaha savur : Kazandığını günü gününe harcayan, har vurup harman savuran, savruk kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır. Akşamı iple çekmek : Gecenin olmasını sabırsızlıkla beklemek.”Ne güzel bir ziyaret olacak. Akşamı iple çekiyorum.” Alacağına şahin, vereceğine karga : Alırken bütün gücünü kullanan ve kolaylık gösteren, kimsede parasını bırakmayan; verirken ise bin bir güçlük çıkaran, vereceğini geciktirmek için elinden geleni yapan kimse için kullanılır.”Ne adamsın be! Alacağına şahin, vereceğine karga! Yazıklar olsun!” Alacağı olsun : “Günün birinde ondan öcümü alırım” anlamında göz korkutmak için söylenir. Al aşağı etmek : Birini bulunduğu yerden, mevkiden indirmek.”Ya, gördün mü, demek ki el oğlu adamı al aşağı ediyormuş bir çırpıda!” Al birini vur birine (ötekine) : Hepsi aynı, bir ayarda, hiçbiri işe yaramaz.”Onlardan söz etme bana. Al birini vur birine.” Alçak gönüllü olmak : Gurur ve kibre kapılmayıp kendini olduğundan daha aşağı düzeyde sayma, başkalarından yüksek görmeme durumu.”İnsanı insan yapan vasıflardan biri de alçak gönüllü olmaktır.” Al gülüm ver gülüm : 1. Karşılıklı sevgi gösterisi. 2. Çokluk uygun olmayan işlerde birbirinin çıkarını kollamak. Alı al, moru mor : Telâş veya yorgunluktan yüzü kıpkırmızı kesilmiş (olarak).”Uçağı kalkmak üzere olan babama alı al, moru mor bir şekilde yetişebildim.” Alıcı gözüyle bakmak : Çok dikkatli bakmak, inceden inceye gözden geçirmek.”Mobilyaya ilk defa alıcı gözüyle baktı.” Alın teri dökmek : Zahmetli iş görüp çok emek vermek.”Alın teri dökmeyenler, emeğin ne olduğunu bilemezler.” Ali Cengiz oyunu : “Kurnazca, haince aklı durduracak iş yapmak” anlamında kullanılır.”Bana bir Ali Cengiz oyunu oynadılar ki sormayın gitsin.” Ali kıran baş kesen : Çok zorba, kaba kuvvetle hâkimiyet kuran.”Mehmet, sınıfın Ali kıran baş kesini olmuştu.” Ali`nin külâhını Veli`ye, Veli`nin külâhını Ali`ye giydirmek : Kendi sermayesi olmadığı hâlde, birinden aldığını ötekine, ötekinden aldığını bir başkasına vererek işini yürütmek. Allah adamı : Hile, kötü bilmeyen; hak yol üzerinde olan, Allah`a ibadette kus dini bütün kimse.”Allah adamı olmalısın dünya da, hem de ahrette iyilik görebilesin.” Allah`a emanet : Herhangi bir şeyi Yüce Allah`ın korumasına ve esirgemesine terk etmek.”Seni Allah`a emanet ederek gidiyorum oğlum.” Allah Allah! : Daha çok şaşkınlık ve hayret hâllerini anlatır.”Allah Allah! Nasıl oldu bu iş, aklım almıyor?” Allah aratmasın : Yakınılacak bir durumda, bir şeyin hiç bulunmaması hâlindeki sıkıntı anında “Allah daha kötüsünü göstermesin” anlamında kullanılır. Allah aşkına : Yemin vermek veya yalvarmak için “Allah`ını seversen” anlamında şaşma, usanç bildirir.”Allah aşkına şu işi bir daha yapma!” Allah bilir : 1. Belli değil, Cenab-ı Hak`tan başka kimse bilmez.”Allah bilir bu sırrın iç yüzünü.”2. Bana öyle geliyor ki.”Allah bilir esrar da alıyordur bu çocuk.” Allah`ın belâsı : Varlığı üzüntü veren, varlığından huzursuz olunan şey.”Allah`ın belâsı adam yine çıktı ortaya.” Allah versin : 1. Dilenciyi savmak için “bekleme, sadaka vermeyeceğim” anlamında söylenir. 2. İyi şey elde edenlere memnunluk bildirmek için, kimi zaman da takılma ve şaka için söylenir.”Allah versin, işlerin gayet iyi görünüyor. Allah yarattı dememek : Kıyasıya dövmek, çok hırpalamak.”Adamlar yabancıya bir giriştiler ki Allah yarattı demediler.” Allah “yürü ya kulum” demiş : Az zamanda çok para kazanan ve işinde çok çabuk ilerleyenler için söylenir.”Cenab-ı Hak bir kimseyi zengin etmek isterse ona, `yürü ya kulum` demesi yeter.” Allak bullak etmek : Kurulu düzeni bozmak, karmakarışık bir duruma getirmek.”Çocuklar evi allak bullak edip gitmişler.” Allayıp pullamak : Kötü görünüşü kapatmak için bir şeyi süslemek, donatmak.”Hurda arabaları allayıp pullayıp pazara çıkarmışlar.” Allem etmek, kallem etmek : İstediğini elde etmek için her türlü kurnazlığa başvurmak.”Namussuzlar allem edip kallem edip yaşlı adamın evini elinden aldılar.” Alnı açık yüzü ak (olmak) : Herhangi bir ayıbı, çekinecek bir durumu olmamak, iffetli ve şerefli olmak.”İşte alnı açık yüzü ak meydandayım; çıksınlar karşıma.” Alnını karışlamak : 1. Bir işin çok güç olduğunu, yapılamayacak kadar zor olduğunu anlatır. 2. Küçümseyerek meydan okumak, tehdit etmek.”Beni polise bildirenin alnını karışlarım.” Alnının akıyla : Küçümsenecek, ayıplanacak bir duruma düşmeden; tertemiz, şerefiyle, başarılı olarak.”Allah`ın izniyle bu işten alnımın akıyla çıkacağım.” Alnının ar damarı çatlamak : Utanma, sıkılma duygularını yitirmiş bulunmak.”Adama bak nerede soyunuyor, alnının ar damarı çatlamış anlaşılan.” Alnının damarı çatlamak : Başarmak için çok sıkıntı çekmek, çok çaba sarf edip emek vermek.”O yolu açıncaya kadar benim alnımın damarı çatladı, sen ne halt etmeye bozuyorsun?” Alnının kara yazısı : Kötü talih, baht.”Ne yapayım, alnımın kara yazısı böyle imiş.” Al takke ver külâh : 1. Bir mesele üzerinde uzun çekişmelerden sonra. 2. Senli benli, samimî dostluğu sürdürerek.”Al takke ver külâh yıllarca yaptık bu işi.” Altı alay, üstü kalay : İçi dışı bir olmayan; dışı süslü, içi berbat.”Altı alay üstü kalay bir dolaba benziyor bu.” Altı kaval, üstü şeşhane (Şişhane) : Daha çok giyim için “altı, üstüne; bir parçası öbür parçasına uymaz.” anlamında kullanılır.”Çabuk çıkar şu üzerindeki altı kaval üstü şeşhane elbiseyi, yoksa rezil olacaksın el âleme.” Altın babası : Çok zengin, parası çok olan kimse.”Adam altın babası, her istediğini kolayca yaptırıyor.” Altın bilezik : Para getiren, hayat boyunca geçimi sağlamaya yarayan sanat ve meslek.”Şimdiden bir altın bilezik sahibi ol ki yarın rahat edesin.” Altında kalmamak : 1. Bir şeyi karşılıksız bırakmamak.”Onun bana yaptığı iyiliğin altında kalır mıyım?”2. Bir şeyin üstesinden gelmek.”Bana verdiği işin altında kalmayacağım.” Altından Çapanoğlu çıkmak : Girişilen bir işte başa dert olacak bir durumla, umulmayan bir tehlike ile karşılaşmak.”Bana öyle geliyor ki bu işin altından Çapanoğlu çıkacak.” Altından girip üstünden çıkmak : Bir serveti, bir parayı, bir kaynağı gereksiz yere, düşüncesizce, sorumsuzca harcayıp kısa zamanda bitirmek.”Bir ayda o kadar paranın altından girip üstünden çıktı.” Altından kalkmak : Bir zorluğu yenip işi başarmak.”Telâşlanma, işin altından kalkacaktır o.” Altını çizmek : Bir şeyin (daha çok sözün) önemini belirtmek, üzerine dikkati çekmek, vurgulamak.”Altını çize çize söylüyorum. Eninde sonunda sen de geleceksin.” Altını üstüne getirmek : 1. Bir şeyi bulmak için aramadık yer bırakmamak.”Evin altını üstüne getirdik ama tabancayı bulamadık.” 2. Söz ve davranışlarıyla çevreyi birbirine düşürmek, karmakarışık etmek.”Adam iki çift laf etti. Topluluğun altını üstüne getirdi.” Altın kesmek : Çok fazla miktarda para kazanır olmak.”Adamların açtığı büfe altın kesiyor sanki.” Altmış altıya bağlamak : O an ki durumu temelli olmayan bir çözümle kurtarmak veya bir işi kesin neticeye vardırmış gibi görünmek.”İnsanları altmış altıya bağlamakta üstüne yoktur onun.” Altta kalanın canı çıksın : “Herkes başının çaresine baksın, güçsüzleri düşünme, gücü yetmeyene ne olursa olsun” anlamında kullanılır. Alttan (aşağıdan) almak : Sert konuşan birine karşı yumuşak, olumlu, onu haklı görüyormuş gibi tavır almak.”Amacına ulaşmak istiyorsan onunla konuşurken alttan al, pes perdeden konuş.” Alttan güreşmek : Biraz geriden, pasif hareket edip gizli gizli yenme yollarını kollamak.”Vay hınzır vay!.. Alttan güreşip aklın sıra başarı kazanacaksın ha!” Alt yanı çıkmaz sokak : Sonuç alınmayacak iş, umutsuz durum.”Çobanlık mı, dağ tepe dolaş dur, alt yanı çıkmaz sokak vesselâm.” Amana gelmek : Teslim olmak, önce direnirken zor karşısında boyun eğmek.”Nihayet düşman amana geldi.” Aman dedirtmek (amana getirmek) : Karşı koyan birini boyun eğmek zorunda bırakmak, teslim olmaya zorlamak.”Düşmana aman dedirtmek boynumuzun borcu oldu artık.” Aman dilemek : Önce direnirken zor karşısında boyun eğip canının bağışlanmasını istemek, galip gelenin merhametine sığınmak.”Aman dileyene kılıç kalkmaz.” Aman vermemek : 1. Göz açtırmamak, rahat bırakmamak. 2. Düşmanı acımayıp öldürmek, merhamet etmemek.”Böyle kahpe insanlara sakın aman vermeyin!” Ana baba günü : 1. Mahşer günü. 2. Sıkıntılı kalabalık; telâşlı, tehlikeli, kimsenin kimseyi tanımadığı kalabalık.”Yangın yeri ana baba gününe dönmüştü.” Ana kuzusu : 1. Pek küçük kucak çocuğu. 2. Sıkıntıya, güç işlere alışkın olmayan, nazlı çocuk veya genç.”Şu torbayı kaldırışına bak hele, tam bir ana kuzusu.” Anan yahşi, baban yahşi : Bir kimseyi işini yaptırabilmek için pohpohlamak, gereğinden fazla överek istediğini elde etmeye çalışmak. Anası ağlamak : Çok eziyet çekmek, sıkıntıya katlanmak, bitkin duruma düşmek.”Onu buraya getirinceye kadar anam ağladı.” Anasından doğduğuna pişman : 1. Üşengeç, çok tembel. 2. Canından bezmiş.”O işi yaptı ama anasından doğduğuna bin pişman.” Anasından doğduğuna pişman etmek : Çok eziyet ederek canından bezdirmek, bir kimseyi çok üzmek.”Karşıma bir çıksın, onu anasından doğduğuna pişman edeceğim.” Anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek : Bir işi yaparken çok sıkıntı çekmek, eziyete katlanmak.”Şu arabanın taksitlerini ödeyinceye kadar anamdan emdiğim süt burnumdan geldi.” Anasını ağlatmak : Bir kimseye çok eziyet edip sıkıntı çektirmek.”Adamın üzerine öyle gittiler ki iki günde anasını ağlattılar.” Anasının gözü : Hileci, kurnaz, çok açık göz, çıkarcı, hin oğlu hin.”Adam anasının gözü, iki dakikada bitiriverdi işi.” Anasının nikâhını istemek : Bir şeye değerinden çok para istemek, olmayacak bir istekte bulunmak.”Senin istekli olduğunu duydu adam, şimdi gidersen anasının nikâhını isteyecek o eve.” Anasını sat! (satayım) : Önem verme, aldırma, umursama, bunun için kederlenme, üzülme,”Sat anasını o işin, yenisine bak!” Anca beraber, kanca beraber : Birbirimizden ayrılmayacağız, işler iyi de gitse, kötü de gitse hep birlikte yapacağız, beraberliği bozmayacağız.”Bu toprağı yalnız ben mi atacağım, hayır arkadaşlar; haydi anca beraber, kanca beraber.” Anladımsa Arap olayım : “Hiçbir şey anlamadım” anlamında kullanılır.”Senin anlattıklarını anladımsa Arap olayım.” Ant içmek (etmek) Apar topar : Telâş ve acele ile, yaka paça, hazırlanmadan,”Treni kaçırırım korkusuyla apar topar evden ayrıldım.” Ara (aralarını) bozmak Ara bulmak : Birbirleriyle anlaşamayan, bir araya gelemeyen kişileri uzlaştırmak, barıştırmak.”İki öğrencinin arasını bulmak, tam bir haftamı aldı.” Araları açılmak (bozulmak) : İyi ilişkileri, dostlukları, arkadaşlık bağları kopmak; birbirlerine dargın hâle gelmek.”Şu iki çiftin araları nasıl açıldı hâlâ anlayamadım.” Aralarından kara kedi geçmek (veya aralarına kara kedi girmek) : İyi anlaşan iki kişinin veya dostun ilişkileri bozulmak, aralarına soğukluk girmek, birbirlerine gücenmek,”Niçin konuşmuyorsunuz? Aranızdan kara kedi mi geçti?” Aralarından su sızmamak : Çok iyi, çok yakın dostluk veya arkadaşlık kurmak, ahbap olmak.”Şunlara bak, aralarından su sızmıyor.” Arap saçına dönmek : İşlerin çok karışıp içinden çıkılmaz bir durum alması.”Bırak artık sorumsuzluğu, işleri bu tavrınla Arap saçına döndürdün.” Araya girmek : 1. İki kişinin arasındaki bir işe karışmak. 2. Araları bozuk olan iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak. 3. Yapılmakta olan bir işin yapılmasını geciktirmek.”Araya başka işler girince seninkini yapamadım, kusura bakma.” Araya koymak : Bir işte sözü geçen bir kimsenin aracılığına başvurmak.”Genel müdürü araya koyup senin işe alınmanı sağlayacaklardır.” Arayı yapmak : 1. Arası bozuk olan kimse ile barışmak. 2. Arası açık olan iki kişiyi uzlaştırıp, barıştırmak.”Hasan aramızı yapmasaydı biz hâlâ diken üstünde oturuyor olacaktık.” Ar damarı çatlamak : Utanç duyulacak şeyleri sıkılmadan yapmak, utanmayı bırakmak, yüzsüz olmak.”Ar damarı çatlamış bu adamdan ne umuyorsun anlamadım bir türlü.” Arı kovanı gibi işlemek : Girip çıkanı, gelip gideni çok olmak.”Şu seçim dolayısıyla doktorun evi arı kovanı gibi işliyor.” Ârif olan anlasın (anlar) : Üstü örtülü olarak söylenen bir sözün, anlayışı kuvvetli kimselerce anlaşılabileceğini belirtmek için kullanılır. Arka arkaya vermek : Birbirini korumak, kollamak, için birleşmek; dayanışmak, yardımcı olmak.”Arka arkaya verirsek karşımızda hiçbir güç duramaz.” Arka (sırt) çevirmek : Birine eskiden duyduğu ilgiyi göstermemek, yabancı gibi davranmak.”İşlerim bozulunca bana sırt çevirdi.” Arka çıkmak : Birilerine karşı, birini korumak; savunmak, kayırmak.”Babası arka çıkmasaydı onu bir güzel dövecekti.” Arkadan söylemek : Bir kimsenin bulunmadığı yerde onun hakkında ileri geri konuşmak, dedikodusunu yapmak, çekiştirmek.”Adamın arkasından söylemeye utanmıyor musun?” Arkadan vurmak : Kendisine inanan, güvenen bir kimseye gizlice kötülük etmek.”Onun beni arkamdan vuracağı hiç aklıma gelmezdi.” Arka kapıdan çıkmak : Özellikle bir eğitim kurumundan, bir iş yerinden hiçbir varlık gösteremeden, bir şey öğrenemeden ayrılmak.”Övünüp durma, bilgine bakılırsa sen o okulun arka kapısından çıkmışsın.” Arkası kesilmek : Tükenmek, bitmek, süregelen bir şeyin son bulması.”Kiranın da arkası kesilirse ne yaparız biz?” Arkasına düşmek : 1. Birini gözden ayırmayarak arkasından gitmek. 2. Bir işi sona erdirmek için çok sıkı çalışmak.”Arkasına düşmezsen nasıl elde edeceksin o evi?” Arkasında dolaşmak (gezmek) : Bir işi sonuca bağlamak için ilgili yerlere giderek görüşme fırsatı aramak, onların yardımını sağlamak. Arkasını getirememek : Başladığı işi sürdürüp sona erdirememek, sonuçlandıramamak.”Ne tembel adamsın, şu işin arkasını getiremedin hâlâ!” Arkasını sıvamak : İltifat etmek, okşamak, övmek, birisini bu yolları kullanarak bir işe sevk etmek.”Arkasını sıvayarak yaptırıyorum her işi bu çocuğa.” Arkasını (birine) vermek : Bir kimsenin himayesinden güç almak.”Arkasını kaymakama vermiş pervasızca konuşuyor, yolu burdan geçireceğim diyor.” Arkası (sırtı) pek : 1. Soğuktan muhafaza edecek biçimde giyinmiş, iyi giyinmiş olan. 2. Güçlü bir kimseye ya da yere güvenen.”Ona göre hava hoş, çünkü karnı tok, sırtı pek nasıl olsa!” Arkası (sırtı) yere gelmemek : 1. Sarsılmamak, sağlam ve sağlıklı durumunu sürdürmek. 2. Hiç yenilgi yüzü görmemek.”Arkası yere gelmemiş bir adam olarak kalmalı o.” Armudun sapı var, üzümün çöpü var demek : Hiçbir şeyi beğenmemek, her şeyin bir kusurunu bulmak. Armut piş, ağzıma düş : Bir işin hiç emek harcamadan olmasını, kendiliğinden hazır olup ayağına gelmesini bekleyenlerin durumunu anlatmak için kullanılır. Arpa boyu kadar gitmek : Pek az ilerlemek.”Onca çabaya rağmen arpa boyu kadar gidebildim ancak.” Arpacı kumrusu gibi düşünmek : Derin derin ne yapacağını bilemeden, çaresizlik içinde düşünüp durmak.”Öyle arpacı kumrusu gibi ne düşünüp duruyorsun?” Arpalık yapmak : Bir yeri sürekli çıkar kaynağı olarak kullanmak, sömürmek.”Batılılar ülkemizi arpalık yaptılar âdeta.” Art düşünce (niyet) : Açığa vurulandan ayrı, gizli tutulan, asıl düşünce.”Onun bizim hakkımızda art düşüncelere sahip olduğunu biliyorum.” Asıp kesmek : 1. İşkence etmek, zalimce tavırlarda bulunmak. 2. Tehdit etmek, zalimce davranışlarda bulunacakmış gibi konuşmak.”Dün haktan ve adaletten söz edenler, bugün iktidar olunca asıp kesmeye başladılar.” Askıda kalmak : Bir engel çıkması dolayısıyla bir işin sonuca varamaması, yapılamayıp öylece kalması.”Senin gelmemen yüzünden bütün işler askıda kaldı.” Askıya almak : 1. Geciktirmek, belirsiz olarak ertelemek, bir işi zamanında yapmayıp savsaklamak. 2. Altı boşalmış yapıyı dikmelerle tutturarak yıkılmaktan kurtarmak.”Söyle ona, o adamların tayin işlerini askıya alsın.” Askıya çıkarmak : Evlenecek kimselerin nikâhtan önceki durumlarını gösterir belgelerin, belirli bir süre için ilgili dairede görünür bir yere asılması, ilân edilmesi. Aslan payı : 1. Hak edilenden daha çok alınan pay, en güçlünün aldığı pay. 2. Bir bölüşmede en büyük pay.”Aslan payı Ahmet`e düştü.” Aslan yürekli : Yılmaz, hiçbir şeyden korkmayan, yiğit, kahraman,”Aslan yürekli Mehmetçik düşmanı çil yavrusu gibi dağıttı.” Aslı faslı (astarı) olmamak : Yalan, asılsız olmak, gerçek payı bulunmamak.”Aslı astarı olmayan işlerin içine sürükleme bizi.” Astarı yüzünden pahalı olmak : Bir işin ayrıntısına ödenen paranın aslına ödenen paradan fazla olması, gerçek değerinden fazlaya malolması.”Elbiseyi diktin ama astarı yüzünden pahalı oldu.” Astığı astık, kestiği kestik : Davranışlarından dolayı kimseye hesap vermeyen, istediği gibi davranan, çok sert kimseler için kullanılır. Aşağıdan almak : Sert konuşan kimselere karşı yumuşak bir dil kullanmak.”Biraz aşağıdan alırsan onun sana zarar vermesini kolayca önlersin.” Aşağı kurtarmaz : 1. Bundan ucuza verilmez. 2. Daha aşağı bir durumu kendine lâyık görmez.”Israr etme, bu araba daha aşağı kurtarmaz.” Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık : Sakıncalı oluşları eşit olan iki karşıt davranıştan birine karar verememe zorunluluğunu anlatmak için kullanılır. Aşağı yukarı : Yaklaşık olarak, hemen hemen, tam değil de tama yakın.”Aşağı yukarı on kilo gelir bu yük.” Aşık atmak : Birisiyle yarışmak, özellikle kendisinden üstün birisiyle yarış etmek.”Sen benimle aşık atacak biri değilsin.” Ata et, ite ot vermek (yedirmek) : Uygunsuz iş yapmak; birbirini tamamlayan, birbirine uyan unsurları ters kullanmak; kişilere işlerine yaramayan şeyi, ilgili olmadıkları görevi vermek.”Ata et, ite ot verilen bir ülkede dirlik düzenlik mi olurmuş?” Ateş almak : 1. Yanmak, tutuşmak. 2. Ateşli silâhın patlaması. 3. Telâşlanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, coşmak.”Silâh birden ateş aldı.” Ateş bacayı sarmak : Bir iş ya da olay önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak.”Ateş bacayı sarmadan çabuk gidelim buradan!” Ateş basmak : Aşırı ölçüde sıkılmak, heyecanlanmak, utanmak sonucu vücutta sıcaklığın artması, yüzün kızarması.”O nadide, paha biçilmez vazoyu kırınca bedenini birden bire ateş bastı.” Ateşe atmak : Birini çok tehlikeli bir işe bile bile sokmak.”Hiç aldırmadan, biricik kızını o adamla evlendirip ateşe atamazsın değil mi?” Ateşe tutmak : 1. Ateşli silâhla mermi atmak. 2. Bir şeyi ateşin üzerinde tutarak ısıtmak.”Zalim askerler zavallı köylüleri yaylım ateşine tuttular.” Ateşe vermek : 1. Bir yeri bilerek yakıp yok etmek. 2. Aşırı ölçüde telâşlandırmak. 3. Bir toplumu, bir ülkeyi kargaşalık içine sürükleyerek yıkıma uğratmak.”Dış güçler yerli işbirlikçilerle anlaşarak ülkeyi ateşe verdiler.” Ateşine (nârına) yanmak : Birinin yüzünden büyük haksızlığa uğramak, zarar görmek.”Eğer bu malı satamazsam senin ateşine yanmış olacağım.” Ateş kesilmek : 1. Çok kızgın, öfkeli davranışlar göstermek. 2. Çok çalışkan, hareketli ve becerikli olmak. 3. Ateşli silâhlarla yapılan atışa son vermek.”Taraflar ateş kesilmesine razı olmadılar.” Ateşle oynamak : Çok tehlikeli, zarar verecek bir işin üstüne üstüne gitmek ya da böyle bir işe girişmek.”Bırak o silâhı elinden! Ateşle oynadığının farkında mısın sen?” Ateş pahasına : Çok pahalı.”Yeni daireler ateş pahası, nasıl alacağız?” Ateş püskürmek : Çok öfkeli olmak, ağır sözler söylemek.”Öğretmen kapıyı kıran öğrencilere ateş püskürdü.” Ateşten gömlek : İçinde bulunulan acı, sıkıntılı, dayanılmaz durumu anlatmak için söylenir.”İflas etmem, ateşten gömlek giymem demektir.” Atı alan Üsküdar`ı geçti : “Fırsat kaçtı, artık yapılacak şey kalmadı” anlamında kullanılır.”Sen daha dur, atı alan Üsküdar`ı çoktan geçti.” Atı eşkin, kılıcı keskin : Her bakımdan güçlü, dilediğini yapabilir.”Zalimlere karşı durmak mı istiyorsun? Atın eşkin, kılıcın keskin olmalı!” Atın yüğrükse bin de kaç : İmkânın varsa kendini kurtarmaya bak. Atıp tutmak : 1. Kendi gücünü aşacağı işler yapacağını söylemek, abartılı konuşmak. 2. Birisinin arkasından ileri geri konuşmak, kötü sözler etmek.”Yüzüne karşı söyle, arkasından atıp tutma adamın.” At oynatmak : 1. Ata hüner göstermek. 2. Bildiği ve istediği gibi davranmak. 3. Belli bir alanda üstünlük kurmak.”Meydan adamlara kaldı, istedikleri gibi at oynatıyorlar.” Atsan atılmaz, satsan satılmaz : İşe yaramadığı, sıkıntı verdiği hâlde vazgeçilemeyen şeyler ve kimseler için kullanılır.”Ne yapayım, kardeş işte! Atsan atılmaz, satsan satılmaz!” Attan inip eşeğe binmek : Bulunduğu dereceden, mevkiden, önemli görevden daha aşağı bir yere inmek veya alınmak.”Aklını başına toplamazsan adamı işte böyle attan indirip eşeğe bindirirler.” Avaz avaz bağırmak : Olanca gücüyle bağırmak; sesi yettiği kadar, var gücüyle bağırmak.”Tamam duyuyorum, öyle avaz avaz bağırma!” Avucunun içine almak : Birini her dediğini yapar duruma getirmek, baskı ve etkisi altına almak.”Kaymakam bütün kasabalıyı avucunun içine aldı.” Avucunu yalamak : Umduğunu ele geçirememek, beklediğini elde edememek.”Avucunu yalamak istemiyorsan harekete geç, sen de çalış.” Avuç açmak : Yardım istemek, dilenmek, para istemek ya da ister duruma düşmek.”Yarın avuç açmamak için bugünden çalışmalısın.” Ayağa düşmek : 1. Bir şeyin değerini kaybetmesi. 2. Yalvarır duruma gelmek. 3. İşe ilgisiz ve yetkisiz kimseler karışır olmak.”Sevinmeyin boşuna, bu işi ayağa düşürmeyeceğim hiçbir zaman.” Ayağa kalkmak : 1. Hasta iyi olmak. 2. Saygı göstermek için oturma durumundan ayak üzeri duruma geçmek. 3. Telâşlanmak, heyecanlanmak. 4. Dikilmek, ayakları üzerinde durmak.”Dedem nihayet ayağa kalktı.” Ayağı (ayakları birbirine) dolaşmak : Yürürken herhangi bir sebepten ötürü ayakları birbirine takılmak, sendelemek.”Korkusundan zavallının ayakları birbirine dolaştı.” Ayağı düşmek : Bir yere uğramak, o yer yolu üzerinde bulunmak, yolu düşmek.”Bu rezillikten sonra onun ayağının buralara düşeceğini sanmam artık.” Ayağı düze basmak : İşleri iyi gitmek, zorlukları yenerek rahata kavuşmak.”Şu borcu da ödedik mi ayağımız düze basacak inşallah.” Ayağı ile gelmek : 1. Kendi isteği ile gelmek. 2. Çok fazla emek sarf edilmeden elde edilmek.”Adam ayağı ile geldi dayak yemeye.” Ayağına bağ olmak : Bir işini yapmasına, bulunduğu yerden ayrılmasına engel olmak.”Bu çocuk ayağıma bağ oldu, onu bırakıp da bir yere gidemiyorum.” Ayağına dolaşmak (veya dolanmak) : 1. Birisinin yaptığı işe engel olmak. 2. Başkasına yaptığı kötülük kendi başına gelmek.”Şu köpeği birisi çıkarsın atölyeden, insanın ayaklarına dolanıyor.” Ayağına gitmek : Büyüklük taslamadan alçak gönüllülük edip birinin yanına varmak.”O baban senin, ayağına gitmelisin.” Ayağına kapanmak : Kendini küçük düşürerek yalvarıp yakarmak.”İnsan ne birisinin ayağına kapanmalı, ne de birisini ayağına kapandırmalı.” Ayağına (ayaklarına) kara su inmek : Bir yerde ayakta beklemekten veya uzun süre dolaşmaktan çok yorulmak.”Seni aramaktan ayaklarıma kara sular indi, nerelerdeydin Allah aşkına!” Ayağını çekmek : Daha önce gittiği yere artık uğramaz olmak, ilişkiyi ve ilgiyi kesmek.”Artık onlardan elimi ayağımı çektim.” Ayağını denk almak : Birilerinin kendisine karşı yapacakları muhtemel kötülüklere karşı uyanık davranmak, tedbirli olmak.”Eğer ayağını denk almazsan o adamlar başına bir iş açacaklar senin.” Ayağını kaydırmak : Bir yolunu bularak birini bulunduğu işten, mevkiden uzaklaştırmak.”Adamcağızın hiç suçu yokken ayağını kaydırdılar, şimdi aç susuz dolaşıyor.” Ayağını kesmek : 1. Bir yere gitmez, uğramaz olmak. 2. Birini bir yere artık uğramaz duruma getirmek.”Öyle korkutun ki o adamın ayağı kesilsin bu meyhaneden?” Ayağının altına almak : 1. Acımasızca, tekmelerle kıyasıya dövmek. 2. Bir şeyi küçük görerek ondan faydalanma yoluna gitmemek, o şeyi tepmek.”Önüne serilen bütün nimetleri ayağının altına aldı hiç tınmadan.” Ayağının tozuyla : Henüz dinlenmeden, yoldan gelir gelmez.”Adamı ayağının tozuyla kodese tıktılar.” Ayağını sürümek : 1. Verilen bir görevi ağırdan yapmak. 2. Bir yerden ayrılmak üzere bulunmak. 3. Ölmek üzere olmak. 4. Halk inanışına göre birinin gelmesi, ardından başkalarının da gelmesine yol açmak.”Ayağını mı sürüdün ne, senden sonra gelen misafirlerin sayısını Allah bilir ancak!” Ayağını yorganına göre uzatmak : Gelirini giderine uydurmak, harcamalarda geliri aşmamak.”Ayağını yorganına göre uzatmazsan ileride aç kalırsın.” Ayağı (ayakları) suya ermek (değmek) : Neden sonra aklı başına gelmek, bir şeyin aslını anlamak, beklenen biçimde olmadığını kavramak.”Toy olduğu için doğruyu göremiyor, onun da ayağı suya erecek bir gün.” Ayak altında kalmak : 1. Hor görülüp aşağılanmak, değer verilmemek. 2. İnsanların sık gelip geçtiği yerde, kalabalık içinde kalmak.”Seyyar satıcıların pek çoğu ayak altında kalınacak bir yeri seçerler.” Ayak atmamak : Bir yere hiç gitmemek.”O kente ayak atmadım henüz.” Ayak diremek : Bir şeyde ısrar etmek, karşı koymak, kendi kararından vazgeçmemek.”Ayak diremeseydi çoktan evini yıkmış olacaklardı.” Ayaklar altına almak : Önem verilmesi gereken şeyleri hiçe saymak, çiğnemek.”Babasının onun için verdiği emekleri ayaklar altına alarak o serseriliği seçti.” Ayakları geri geri gitmek : Bir yere istemeye istemeye, gönülsüz gitmek.”Hoşlanmadığım bu insanların yanına yaklaştıkça ayaklarım geri geri gitmeye başladı.” Ayaklı kütüphane : Çok şey okumuş, her sorulana cevap veren, çok şey bilen, okudukları aklında kalmış kimse.”Adam ayaklı kütüphaneydi sanki!” Ayakta kalmak : 1. Bir zorluk karşısında yıkılmamak, çökmemek. 2. Oturacak yer bulamamak.”Gemi öyle kalabalıktı ki hepimiz ayakta kaldık.” Ayak takımı : İşe yaramaz, bilgisiz, görgüsüz, kaba, serseri, değersiz kimselerin bütünü.”Mahallemizde ayak takımı gittikçe çoğalıyor.” Ayak uydurmak : 1. Adımlarını başkasınınkine uydurmak. 2. Kendi gidiş ve davranışını başkasınınkine benzetmek.”Bu bozuk topluma ayak uydurmak zorunda değiliz.” Ayak üstü (üzeri) : 1. Kısa süre içinde, acele olarak. 2. Ayakta durarak, ayakta dikilerek.”Gel de şu büfede ayak üstü atıştıralım biraz.” Ayasofya`da dilenip Sultanahmet`te sadaka (zekât) vermek : Kendisi başkasının yardımı ile geçinirken, gösteriş için elindekini başkalarına yardım amacıyla dağıtmak. Ayıkla pirincin taşını : Bir işin oldukça karışık, dolaşık, içinden çıkılması güç olduğunu anlatmak için kullanılır.”Durup dururken adama olmadık sözler söylemiş, şimdi ayıkla pirincin taşını!” Ayılıp bayılmak : 1. Sinir krizi geçirmek, bunalıma düşmek. 2. Birini kendinden geçercesine sevmek, beğenmek.”Her kan görüşünde ayılıp bayılıyor.” Ayranı kabarmak : Öfkelenmek, kızıp bağırmak; coşmak.”O konuştukça adamın elleri titriyor, ayranı kabardıkça kabarıyordu.” Ayvaz kasap hep bir hesap : “Ha öyle ha böyle, ikisi de bir; hangi yolu seçersek seçelim aynı sonuca varır” anlamında kullanılır. Ayyuka çıkmak : 1. Pek yükselmek (ses için). 2. Herkesçe duyulmak, yayılmak (dedikodu için).”Öyle kızgındı ki sesi ayyuka çıkıyordu.” Aza çoğa bakmamak : Eline geçenle yetinmek, tok gözlü olmak. Azizlik etmek : Şaka ile takılmak, muziplik etmek, şaka ile aldatmak.”Osman azizlik etmeye bayılır.”

Bir bulmaca söz anlamında bizi korusun allah

TDK'YE GÖRE ANLAMI. Hafazanallah kelimesi, dilimizde oldukça kullanılan kelimelerden birisidir. Hafazanallah kelimesi Arapça kökenlidir. TDK'ye göre hafazanallah kelimesi anlamı şu

Söz bizi allah korusun anlamında bir bulmaca

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi funduszeue.info; funduszeue.info haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.

Bir çalgı bulmaca

Tabana kuvvet : “Binecek bir şey yok, yayan gitmekten başka çare de kalmadı” anlamında kullanılır.”Haydi kalkın bakalım, tabana kuvvet! Tabanları kaldırmak : Çok hızlı yürümeye ya da çok hızlı koşarak kaçmaya başlamak.”Polislerin geldiğini görünce tabanları kaldırdı. Tabanları yağlamak : 1. Uzak bir yere yayan olarak gitmek için hazırlanmak. 2. Hızlıca koşarak kaçmak Taban tabana zıt : Birbirinin tamamen karşıtı olmak, birbirine çok aykırı.”Taban tabana zıt düşüncelere sahiptiler. Taban tepmek (patlatmak) : Yayan olarak çok uzun yol yürümek, çok sık gidip gelmek.”Kasaba ile köy arasında o iş için az taban tepmedim. Tabanvayla gitmek : Araçla değil de yürüyerek gitmek Taburcu olmak : İyileşen hasta, bakıma gerek duymadığından hastaneden çıkmak.”Taburcu olan arkadaşlarını karşılamaya gittiler. Tadı damağında kalmak : Tadını, lezzetini bir türlü unutamamak.”O kebabın tadı damağımda kaldı. Tadına bakmak : Küçük bir parçasını ağzına alarak lezzetini denemek, nasıl olduğunu yoklamak.”Yemeğin tadına baktın mı? Tadına varamamak : Bir şeydeki ince güzelliği duyamamak, hissedememek ya da kavrayamamak.”Şu dostluğumuzun tadına varamadım daha. Tadında bırakmak : Ölçülü olup aşırılığa kaçmamak.”Yeter çocuklar! Tadında bırakın, havayı bozacaksınız yoksa. Tadını almak : 1. Bir şeyin lezzetini almak. 2. Yaptığı işten zevk duymaya başlamak.”O işin tadını aldı bir kez, daha peşini bırakmaz. Tadını çıkarmak : Bir şeyin sağladığı güzelliklerden ya da imkânlardan istediği gibi yararlanmak.”Şu tatilin tadını çıkarmaya çalışacağım. Tadını kaçırmak : Zevkine varılmaya çalışılan bir şeyde aşırılığa kaçarak olumsuz bir durum oluşturmak, zevki bozmak Tadı tuzu kalmamak : Eski zevk veren yanı kalmamak, yavanlaşmak, güzel ve çekici durumu ortadan kalkmak.”İşlerimizin artık tadı tuzu kalmadı. Tahtalı köy : Mezarlık Tahtası eksik : Aklı noksan, deli.”O ne biçim hareketti, tahtası eksik galiba! Takım taklavat : Hepsi, parçalarıyla birlikte Takıp takıştırmak : Özenerek süslenmek.”Takıp takıştırmış, öyle çıkmıştı sokağa. Takke düştü kel göründü : Kusuru, kabahati örten şey ortadan kalkınca bütün çirkinlikler, hileler, ayıplar ortaya çıktı Tam adamını bulmak : 1. En uygun kişiyi seçmek. 2. En uygunsuz kişiyi seçmek.”Tam adamını bulmuşsunuz hani! Tam takır kuru bakır : İçinde hiçbir şey yok, bomboş.”Tam takır kuru bakır bir ev bırakıp gitmişler. Tam üstüne basmak : İstenilen şeyi bulmak, fikir ve davranışlarında isabet kaydetmek, istenilen sözü söylemek Tanrı misafiri : Eve kendiliğinden gelen konuk.”O bir Tanrı misafiridir. Nasıl kalk git diyebilirim. Taraf tutmak : Bir yanı desteklemek, yan çıkmak.”Ben sana taraf tutup da onların düşmanlığını kazanma demedim mi? Tarihe karışmak : Yalnız adı anılır olmak veya etkisi yok olmak Tası tarağı toplamak : Gitmek üzere bütün eşyasını toplamak.”Tası tarağı toplamış arabanın gelmesini bekliyorduk. Taş atmak : Birine dokunacak, onu incitecek söz söylemek Taş attı da kolu mu yoruldu? : “Bu kazancı sağlamak için hiç yoruldu mu, emek verdi mi, para harcadı mı?” anlamında kullanılır Taşa tutmak : Üst üste taş atmak, sürekli taşlamak.”Çocuklar aşağı yoldan geçen karşı köylüleri taşa tuttular. Taş çatlasa : “Ne yapılsa, ne denli zorlansa, gerçekleşmesi imkânsız” anlamında kullanılır.”Taş çatlasa bu elbise otuz binden fazla etmez. Taş çıkartmak : Biri, ötekinden niteliğiyle üstün olmak.”Nezaketiyle akranlarına taş çıkartıyor. Taşı gediğine koymak : Zekice bir hareketle gerekli bir sözü tam zamanında ve yerinde söylemek Taşı sıksa suyunu çıkarmak : Bedence çok kuvvetli, dinç kimse.”Taşı sıksa suyunu çıkarır bir adamdı, hastalık onu ne hâle getirmiş! Taş kesilmek : Çok şaşırıp ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez olmak; sesini çıkaramamak, hareket edememek.”Çocuk sanki taş kesilmişti. Taş üstünde taş bırakmamak (koymamak) : Her şeyi yıkıp yerle bir etmek.”Belediye araçları gecekonduları yerle bir ettiler, taş üstünde taş koymadılar. Taş yürekli : Hiç acıma hissi taşımayan, merhametsiz.”Taş yürekli herifler, çocukları hiç acımadan kurşuna dizdiler. Tatlı dil : Gönül alıcı, hoşa giden, kırmayan konuşma biçimi ya da söz.”Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. Tatlı sert : Kırmamakla birlikte yumuşak da olmayan söz ya da davranış Tatlı su firengi : Batılılık taslayan, Batılı gibi davranan Doğulu Hristiyan Tatlıya bağlamak : Bir anlaşmazlığı tarafları memnun edecek biçimde bir çözüme ulaştırmak.”Nihayet işi tatlıya bağladık. Tava getirmek : Gereği kadar ısıtmak Tavına getirmek : Bir işi en uygun duruma getirmek.”Tavına getirip söyle. Tava gelmek : 1. Yumuşamak, kanmak. 2. Süzülecek duruma gelmek.”Söylediğim sözlerle tava geldi; tamam, yapalım dedi. Tavır almak (takınmak) : Belli bir durum ve davranış almak.”Ağabeyim bana niçin karşı tavır aldı bilmiyorum Tavşana kaç tazıya tut : Birbirine karşı olan tarafları çatışma için kışkırtma, davranışlarında yüreklendirme Tavşanın suyunu suyu : İki şey arasında çok uzak bir ilgi olduğunu anlatmak için kullanılır Tavşan yürekli : Korkak, ürkek, çekingen.”Amma da tavşan yürekli bir adammışsın. Tazıya dönmek : 1. Oldukça zayıflamış olmak. 2. Sırılsıklam, çok ıslanmış olmak Tebelleş olmak : Kancayı takmak, musallat olmak, istediğini yaptırıncaya kadar yakasını bırakmamak.”Başıma iyice tebelleş oldu, nereye gitsem oraya geliyor. Tebdil gezmek : Tanınmamak için kılık değiştirerek gezmek Tefe koymak : Biriyle ilgili olarak alaylı dedikodu yapmak.”Bunlar adamı tefe koyarlar, sakın ağzından bir şey kaçırma. Tekbir getirmek : “Allah-ü ekber” diyerek Allah`ın adını yüceltmek Tekerine çomak sokmak : Birinin yolunda giden işini engellemek, aksatmak gibi davranışlarda bulunmak.”Adamın tekerine çomak soktular, düzenini altüst ettiler. Tekin değil : 1. İçinde cinlerin olduğu kabul edilen bina ya da yer. 2. Kendisinde bazı gizli güçlerin olduğu sanılan, tehlikeli kabul edilen kimse.”O eski ev tekin değil diyorlar. Telâşa düşmek : Heyecanlanmak, aceleci olmak Tel çekmek : 1. Telgraf çekmek. 2. Telle sınırlandırmak, telle çevirmek Telleyif pullanmak : Kimi bezeme teli ve süslerle iyice süslemek.”Gelini bir güzel telleyip pulladılar. Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp koymak : Bir meseleyi sürekli anlatmak, yeni bir şeymiş gibi birçok defa söz konusu etmek Temel atmak : 1. Bir yapının temellerini yapmaya başlamak. 2. Bir işe başlamak, ilk davranışta bulunmak, girişmek.”Evin temelini yarın atacağız inşallah. Temel taşı : 1. Bir yapının temeline konan taş. 2. Bir şeye temel olan öğe, kişi, bir şeyin aslî unsuru, en güçlü dayanağı.”Bu şiir, onun şiir anlayışının temel taşıdır. Temize çekmek : Karalama hâlindeki bir yazıyı yeniden, silintisiz ve kazıntısız bir şekilde kâğıda yazmak.”Ödevlerinizi temize çekin. Temize çıkmak : Bir kimsenin suçsuz olduğu anlaşılmak.”O yapmadı, temize çıkacak, göreceksin! Temiz para : 1. Kesintiden sonra elde kalan para miktarı. 2. Doğru yoldan kazanılmış para Tencerede pişirip kapağında yemek : Kıt kanat geçinmek, olanıyla yetinmek Tencere dibin kara seninki benden kara : “Kötülükte, kusur yönünde sen benden daha betersin” anlamında kullanılır Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş : İki değersiz kişi bir araya gelmiş, birleşmiş, yakışmışlar birbirlerine Tepeden bakmak : Küçümsemek, kendini üstün görmek.”İnsanlara tepeden bakmayı bırak artık, aciz bir varlık olduğunu düşün. Tepeden inme : 1. Beklenmedik, şaşırtıcı, ansızın gelen. 2. Yüksek bir makamdan çıkan buyruk, emir.”Tepeden inmeyle bir sürü ehliyetsiz adam geçti işin başına. Tepeden tırnağa (kadar) : Her yanı, baştan aşağı, bütün vücudu.”Tepeden tırnağa gözden geçirdi ihtiyarı. Tepesi atmak : Çok sinirlenmek, birden öfkelenmek.”Tepesi atar atmaz salondakileri dışarı çıkardı. Tepesinde havan dövmek : Üst kattakiler gürültü yaparak alt kattakileri rahatsız etmek Tepesinden (başından) kaynar su dökülmek : Hiç ummadığı bir durumla karşılaşıp derin bir üzüntüye kapılmak, sıkıntı içinde kalmak.”Hayır cevabını alınca tepesinden kaynar su döküldü. Tepesine binmek : 1. Şımarıklığı sebebiyle her istediğini yapmak, yaptırmak. 2. Kendinden güçsüzleri ezmek, onlara kötü davranmak.”Düşmanların tepesine binmek boynumuza borç oldu. Tepesi üstü : Tepe taklak, başı yere gelmek üzere.”Çocuk sandalyeden tepesi üstü düşmüştü. Tepe tepe kullanmak : Yıpranacağını, eskiyeceğini düşünmeden, sakınmadan istediği gibi kullanmak.”Bu kadar istiyorsan al senin olsun, tepe tepe kullan! Terbiyesini vermek : Yaptığı kırıcı hareketler, kullandığı kötü sözler için kendisini sertçe uyarmak, azarlamak, gerekirse dövmek Tercüman olmak : Başkasının duygusunu, düşüncesini dile getirmek, anlatmak Ter dökmek : 1. Bir işi yapmak için çok zahmet, zorluk çekmek. 2. Çok terlemek.”Bu işi başarmak için az ter dökmedi. Tereciye tere satmak : Birine çok iyi bildiği bir konuda bilgi vermeye çalışmak Tere yağından kıl çeker gibi : Hiç kimseye zarar vermeden, çok kolaylıkla kimseye hissettirmeden, kimi sorumluluklardan kurtularak.”Merak etme sen, tereyağından kıl çeker gibi halledecektir işi. Tersi dönmek : Şaşkınlıktan bulunduğu ve gideceği yeri kestirememek Ters tarafından kalkmak : Aksi, huysuz ve ters olmak.”Ters tarafından kalktın galiba, ne dersem tersini yapıyorsun. Ters yüz etmek : İçini dışına, altını üstüne getirmek ya da çevirmek.”Gömleğin yakasını ters yüzü edip diktim. Ters yüz geri dönmek : İstediğini elde edemeden, eli boş dönmek Teselli etmek : Avundurmak, acısını gidermeye, onu rahatlatmaya çalışmak.”Arkadaşını en iyi şekilde teselli ettiğine eminim. Teselli bulmak : Avunmak Teslim bayrağı çekmek : 1. Yenilgiyi kabullenmek, teslim olmak. 2. Bir çekişme sonunda karşısındakinin istediğini yapmaya razı olmak.”Yakında teslim bayrağını çekerler, endişeye kapılmayın. Teslim olmak : 1. Kendinden üstün bir güç karşısında yenilgiyi kabul etmek, mücadeleden vazgeçmek. 2. Kendini teslim etmek, birtakım ellere bırakmak.”Teslim olursan kılına dokunulmayacaktır! Teşrif etmek : Onurlandırmak, şereflendirmek Tetikte olmak : Her an uyanık ve hazır bulunmak.”Ben size tetikte olun, gözünüzü dört açın demedim mi? Tez canlı : Aceleci, sabırsız, beklemeye dayanamayan.”Bu kadar tez canlı olma! Tez elden : Çabucak, bir an önce, çarçabuk,”Tez elden hastaneye gitmeli bu yaralı! Tezgâhı kurmak : İşe başlamak üzere tüm araç ve gereçleri hazırlamak, çalışmaya başlamak.”Hemen tezgâhı kurup gittiler. Tezkeresini eline vermek : Kovmak, işten atmak, işine son vermek Tıka basa doldurmak : Doldururken çok bastırıp sıkıştırmak, hiç boş yer bırakmamak.”Çuvalı tıka basa doldurun, ne alırsa kârdır. Tıka basa yemek : Haddinden fazla yemek, çok yemek, mideyi rahatsız edecek kadar çok yemek.”Doymaz çocuk, tıka basa doldurdu karnını. Tımarhane kaçkını : Delice işler yapan kimse Tıpış tıpış yürümek : 1. Kısa adımlarla çabuk yürümek. 2. İster istemez bir yere gitmek Tıraş etmek : 1. (Saç, sakal) benzeri tıraş işini yapmak. 2. Bıkkınlık verecek kadar uzun ve gereksiz konuşmak.”Yeni berber iyi tıraş yapamıyor. Tırnak göstermek : Gözdağı vermek, korkutmak Tırpan atmak : 1. İstemediği kişilerin bir yerdeki görevlerine son vermek. 2. Kırıp geçirmek, topluca öldürmek, kıyıma uğratmak.”Genel müdür olunca, ilk işi yardımcılarına tırpan atmak oldu. Tohuma kaçmak : Yaşlanmak, evlenme çağı geçip kartlaşmak Tok evin aç kedisi : Varlıklı olduğu hâlde doymayan, ihtiyacı olmadığı hâlde aç gözlülük eden, her gördüğüne sahip olmak isteyen (kimse).”Bu çocuk da tok evin aç kedisi. Tokat aşketmek : Ansızın el içi ile vurmak Tok gözlü : Mala, paraya, yiyeceğe düşkün olmayan; cömert Tok sözlü : Sözünü esirgemeden, çekinmeden, hatır gönül dinlemeden söyleyen.”Rahmetli tok sözlü bir insandı. Tongaya basmak : Tuzağa düşmek.”Çok kötü bastı tongaya. Top atmak : İflas etmek.”Bu kadar kısa zamanda top atacağımızı sanmazdım. Topa tutmak : 1. Bir yeri top ateşi altında bulundurmak. 2. Bir kimseye kırıcı, ağır sözler söylemek Topun ağzında : Tehlikeye, saldırıya en yakın yerde olmak Toprağı bol olsun : Müslüman olmayan ölülerin anılması sırasında kullanılır, Müslüman ölüler için “Allah rahmet eylesin” denir Topu topu : (Azımsanan şeyler için) olup olacağı, yalnızca, hepsi.”Topu topu beş elma almış. Toz kondurmamak : Bir şeyi kusursuz göstermek, onda bir kusurun olabileceğini kabul etmemek.”Kızına da hiç toz kondurmuyor. Toz olmak : Ortadan kaybolmak, kaçmak, uzaklaşmak.”Çabuk toz olun buradan. Toz pembe görmek : Aşırı iyimser olmak; hemen her aksaklığı, üzücü durumları iyimserlikle karşılamak.”Hayatı hep toz pembe görmüştür. Tozu dumana katmak : 1. Ortalığı altüst etmek, karışıklığa yol açmak, gürültü patırtı çıkarmak. 2. Çok fazla toz kaldırarak koşmak veya kaçmak.”Başıboş sığırlar tozu dumana katarak yokuştan aşağı iniyorlardı. Tur atmak : Dolaşmak, dolaşıp gelmek.”Evin etrafında iki tur atıp yanıma gelsin. Turnayı gözünden vurmak : Hiç beklenmedik bir kazanç sağlama imkânını ele geçirmek Turp gibi : Çok sağlıklı, sağlam, rahatı yerinde.”Merak etme, turp gibi o. Turşu gibi olmak : Çok yorgun, bitkin düşmek.”Üç gündür çalışıyoruz, turşu gibi oldum, hiç hâlim kalmadı. Turşusu çıkmak : 1. Çok yorulmak. 2. İyice ezilmek, parçalanmak.”Armutların turşusu çıkmış, yenecek hâlleri kalmamış. Turşusunu kurmak : Bir şeyi kullanmak, harcamak gerekirken kıyamamak durumunda söylenir.”Kullanmadığı sandalyeyi vermiyor, turşusunu kuracak sanki. Tut kelin perçeminden : Güç bir durumda çözümün zor olduğunu anlatmak için kullanılır Tuttuğu dal elinde kalmak : Dayandığı, güvendiği şey önemini kaybederek işe yaramaz hâle gelmek, fayda temin edemez olmak Tuttuğunu koparmak : Her girişiminden başarıyla çıkmak, her işi becermek,”O tuttuğunu koparır bir delikanlıdır, güvenin ona. Tutunacak dalı olmamak : Güveneceği, dayanacağı kimse bulunmamak.”Küçüktüm, tutunacak dalım yoktu, tek başımaydım. Tuz biber ekmek : 1. Bir yemeğe tuz ya da biber dökmek. 2. Bir üzüntünün acısını, bir kusurun ağırlığını daha da artırmak.”İyi yaptın sanki, o günleri hatırlatarak tuz biber ektin kadının yüreğine. Tuz (la) buz olmak : Kırılıp parçalanmak, çok küçük parçalara ayrılmak, paramparça olmak.”Masadan düşen vazo tuzla buz oldu. Tuzlayayım da kokma : Bilip bilmeden konuşanlar, yüksekten atanlar, düşüncesinde aldananlar için küçümseme sözü olarak kullanılır Tuzluya mal olmak : Oldukça çok para harcanarak sağlanmış olmak.”Arabayı tamir ettirdik ama tuzluya mal oldu. Tuzu kuru : Hiçbir derdi, sıkıntısı olmayan; kazancı yerinde olduğu için kaygılanmayan.”Sana göre hava hoş, gülersin, oynarsın, tuzun kuru nasıl olsa. Tükürdüğünü yalamak : Verdiği sözden geri dönerek benliğini küçültmek.”Ben tükürdüğünü yalayan bir insan değilim, gideceğim oraya! Türküsünü çağırmak : Birinin hoşuna gidecek davranış ortaya koymak, söz söylemek, onun tarafını tutmak.”Ömrümce onun bunun türküsünü çağırıp durdum, yeter artık! Türkü yakmak : Bir türküye ezgi uydurmak.”Sevdiği kıza yanık bir türkü yakmış diyorlar. Tütünü tepesinden çıkmak : Bir acının ateşiyle yanıp tutuşmak, çok üzülmek Tüy dikmek : Kötü bir işi, ortaya konan bir söz ya da davranışla daha da kötüleştirmek Tüyleri diken diken olmak : Korku, heyecan, endişe veya üşümekten vücuttaki tüyler, kıllar kabarmak, dikilmek.”Hava buz gibiydi, tüylerim diken diken olmuştu. Tüyü düzmek : Önceleri kötü olan kılık kıyafetini düzeltmek, iyi yaşama kavuşmuş gibi güzel giyinir olmak

Allah bulmaca bir söz korusun bizi anlamında

Ucu ucuna getirmek : Tam zamanında bitirebilmektir. Elindeki şeyin artmayacak şekilde, tam yetmesi 

Çalmadan Oynamak; Eğlenecek bir şey hemen bulan. Teneke sesine daği oynamaya başlayan. 

Bir gün ara ile bulmaca

Damdan düşer gibi; Birden bire ansızın olan durumlarda kullanılır 

Allah bizi korusun anlamında bir söz bulmaca

  • Amatic (Book of Aztec, Lovely Lady, Book of Fortune);
  • Yggdrasil (MultiFly!, HippoPop, Cazino Cosmos);
  • NetEnt (Space Wars, Dead or Alive 2 Feature Buy, Divine Fortune);
  • Play’n Go (Book of Dead, Legacy of Dead, Rich Wilde and the Tome of Madness);
  • Thunderkick (Midas Golden Touch, Big Fin Bay, Beat the Beast: Griffin’s Gold);
  • Microgaming (The Finer Reels of Life, Immortal Romance, Book of Oz);
  • Red Tiger (Gonzo’s Quest Megaways, What the Fox MegaWays, Wild Hot Chilli Reels);
  • Spinomenal (Majestic King, Book of Guardians, 4 Horsemen);
  • Boongo (Sun of Egypt 2, Book of Sun: Multichance, Hit the Gold!).

Allah bizi korusun anlamında bir söz bulmaca

Deyimler ve Anlamları S&#;zl&#;ğ&#;: T&#;rk&#;ede En &#;ok Kullanılan, Az Bilinen A'dan Z'ye Kısa, Uzun ve Kalıplaşmış Deyim &#;rnekleri

Son Dakika Haberler

EğitimDeyimler ve Anlamları S&#;zl&#;ğ&#;: T&#;rk&#;ede En &#;ok Kullanılan, Az Bilinen A'dan Z'ye Kısa, Uzun ve Kalıplaşmış Deyim &#;rnekleri

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.