hayızlı kadın oruç tutabilir mi / Hayızlı Kadın Oruç mu Tutamaz Yoksa Oruç mu Tutmayabilir? - Akademik Akıl

Hayızlı Kadın Oruç Tutabilir Mi

hayızlı kadın oruç tutabilir mi

Hayızlı Kadının Orucu Meselesi: ‘Sen Harûrî Misin?’ Rivayeti Üzerine Bir İnceleme

Öz:

Kadınların hayız günlerinde oruç ibadetleri meselesi, güncel fıkıh tartışmalarında yer bulan bir konudur. Kimi çağdaş araştırmacılar, kadının bu süre zarfında oruç tutmasına dinen bir engel olmadığını, hatta hayız halinde oruca ara vermesine gerek olmadığını ifade ederek bilakis oruç tutmakla yükümlü olduğunu iddia edebilmektedir. Klasik fıkıh kaynaklarında ise kadının bu dönemde oruç tutmasının dinen yasak olduğu belirtilmekte, kimi müfrit görüşlerde bu dönemde oruç tutmanın icmaen haram olduğu iddia edilmektedir. Kadının hayız halinde oruç tutmasını caiz gören ya da yasak olduğunu iddia eden ve hatta haram gören müçtehitlerin tamamının görüşlerini desteklemek üzere sundukları temel delil, Resûlullah’ın (s.a.v) eşi Âişe bnt. Ebî Bekr’den (öl. 58/) aktarılan bir rivayettir. Âişe, hayızlı iken kılmadığı namazlarını daha sonra kaza etmesinin gerekip gerekmediğini soran bir kadına “sen Harûrî misin?” diye mukabele ederek cevap vermektedir. Bu cevapların bazısında konuya oruç ibadeti ziyâde edilmektedir. Bu makalede, hadislerde hayız halindeki kadının orucu hususu Harûrî Hadisi olarak nitelendirilen rivayet bağlamında, isnad ve metin tahlili esaslı bir biçimde ele alınmaya çalışılmıştır. Konuyla ilgili tespit edilen 71 tarikin metinlerinde, Âişe bnt. Ebî Bekr’in cevabına oruç meselesinin eklendiği vecihlerin, esasen Ma’mer b. Râşid kanalıyla nakledildikleri tayin edilmiştir. Bunun dışında mütâbî tariklerinde oruç bahsinin yer almadığı bazı zayıf tariklerde de oruç konusunun metne ziyâde edildiği görülmektedir. Ziyâdenin bulunmadığı sayıca üstün olan hadislerin sebeb-i rivayetinde Muâze isimli tâbiînin, hayızlı kadının terk ettiği namazları iade etmelerini gerekli gören Hâricîler’e işaret ederek sünnetin ne şekilde olduğunu sorduğu, asıl metnin sorusunda ya da verilen cevapta oruç bahsinin yer almadığı tespit edilmiştir. İlerleyen süreçte ise metnin oruç bahsi idrâc edilmiş halinin asıl metne dönüşerek kadının hayız halinde oruç tutmasının dinen yasaklandığının temel delili haline geldiği görülmektedir. Hadis, terkedilen namazlar iade edilmez ortak minvalinde ve tâbiînden bu yönde fikir belirtenlerin görüşleriyle ilk dönem kaynaklarında yer bulurken, ilerleyen dönem eserlerinde hususiyetle oruç ziyâdesinin yer aldığı rivayetler tercih edilmiş; metindeki ziyâde, kadının hayız halinde oruç tutmasının dinen yasak olduğunun dinî delili haline gelmiştir. Hayızlı kadının orucu ile ilgili olarak kaynaklarda yer alan başka rivayetler de mevcuttur. Âişe’nin “Eğer Ramazan’dan oruç borcum var ise…” şeklindeki bir sözü, hayız halinde kadının orucu zorunlu olarak bıraktığının delili olarak görülmüştür. Bir rivayette Hz. Peygamber’e izafe edilen “kadın hayız olduğunda namaz kılmadı, oruç tutmadı” ifadesinin, kimi metinlerde “Ramazan’da yer içersiniz…” lafzı ile geldiği, İbn Mes‘ûd’un naklinde ise oruç konusu yer almaksızın “şu kadar gün oturur, secde etmezsiniz” şeklinde nakledildiği görülmektedir. Bir diğer rivayette Hamne bnt. Cahş istihâze halinden hayıflandığında Allah Resûlü’nün, namazı için günlerini nasıl düzenleyeceğini izah ettikten sonra “gücün yeterse de orucunu tut” buyurduğu belirtilmektedir. Tüm bu rivayetler Allah Resûlü’nün hayızlıya oruç yasağı ihdas etmediğini, aksine hayız sebebiyle oruca ara verildiğine işaret ettiğini göstermektedir. Orucun, namaz gibi iadesinden muaf olunan bir ibadet olmadığı, tutulabileceği halde orucunu bıraktığında kadının üzerinde oluşan bu borcu daha sonra mutlak surette ödemek ile yükümlü olacağını, böylelikle hasta ve yolcunun oruca ara verişine kıyas edildiğini söylemek mümkündür. Klasik fıkıh eserlerinde hayızlı kadının terk ettiği namazlarını iade etmesinin gerekmeyeceği ifade edilirken, bir ibadetin ifasının vücubiyeti için Allah resulünün açık bir emrinin gerektiği vurgulanmış; Allah Resûlü’nün kadına hayız halinde kılmadığı namazlarını kaza etmesini açıkça emretmediği delil gösterilerek namazın iadesinin gerekmediği hükmüne varılmıştır. Bununla birlikte hayız sırasında orucun terk edilmesi hususunda benzer bir açık emir arayışına gidilmemiştir. Sahâbî hanımların hayızlı iken tutmadıkları oruçlarını kaza ettiklerini haber veren rivayetler, hayız esnasında orucun mutlak olarak yasak olduğuna delil görülerek bu metinlerin temel işareti olan orucu kaza etme zorunluğu, kazaya bırakma zorunluluğu olarak anlaşılmıştır. Hayızlının kılmadığı namazlarını iadesi meselesinde “kaza etmesi gerekseydi, Allah Resûlü bunu açıkça emrederdi” denilirken, oruç ibadeti için “terk etmesi gerekseydi, Allah Resûlü bunu açıkça emrederdi” denilmemiştir. Yapılan inceleme neticesinde rivayetlerin oruç tutma yasağını ortaya koyduklarından daha net bir ölçüde herhangi bir yasağın olmadığının delili olduğu görülmektedir. Rivayetlerdeki vurguyu kadının oruca ara vermesinin caiz olduğu, fakat tutmadığı oruçları mutlak surette ödemekle yükümlü olduğu, namaz ibadetinde olduğu gibi kazadan muaf olmadığı şeklinde anlamak mümkündür.

Anahtar Kelime:

Âdetli kadın Bakara suresi ayete göre oruç tutabilir mi?

Değerli kardeşimiz,

Kadınlar âdet döneminde oruç tutmazlar ve namaz kılmazlar. Daha sonra kılamadıkları bu namazları kaza da etmezler, ancak tutamadıkları oruçları kaza ederler.

"İcmâ" lügatte, toplama, ittifak etme manalarına gelir. Terim anlamı ise; ümmet-i Muhammed'den bir asırda gelen müçtehitlerin dinî bir hüküm üzerinde birleşmeleridir.

Görülüyor ki tıpkı sözlük anlamında olduğu gibi icmanın terim anlamında da bir birlik söz konusudur.

Yalnız bu ittifaktan maksat müçtehitlerin ittifakıdır. Çünkü bunlar ilim ve irfan noktasında ümmet-i Muhammed'in en büyükleridir. İcmanın şartı da içtihada ehil olanların ittifakıdır. Artık müçtehitlerin ittifak ettikleri şey şer'i bir hüküm olur.

Üzerinde icma bulunan bir meselenin Kitap veya Sünnete dayanması gerekir. Çünkü hüküm koyma hakkı Allah ve Resulüne aittir. Müçtehitler kendiliklerinden hüküm koyamazlar.

İcma-i ümmet için birçok deliller getirilmiştir. Bazıları şöyledir:

1. "Kendisine doğru yol açıkça belli olduktan sonra, Peygamber'den ayrılıp müminlerin yolundan başkasına uyan kimseyi, yöneldiğine döndürürüz ve onu cehenneme yaslandırırız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir." (Nisâ, 4/1 15)

Bu ayete göre, müminlerin yolundan başkasına uymak caiz değildir.

Çünkü böyle yapanlar, Peygamber'den ayrılmış olup, Allah onları cehenneme yaslandıracaktır.

Bir kimse müminler topluluğundan ayrılır ve onların görüşlerinin zıddını ileri sürerse, elbette onların yollarına uymamış olur.

Meselâ, müminler cemaati "bu helâldir" derse, aynı şey için "bu haramdır" diyenler, cemaate uymamış olurlar (İmâm Şâfiî, er-Risâle, s. ; İmam Gazzâlî, el-Mustasfâ, I, )

2. "Ümmetim dalâlet üzerinde birleşmez."(İbn Mâce, Fiten, 8)

3."Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir."(Ahmed b. Hanbel, I, )

Şimdi soruda geçen konunun izahına gelelim.

Âdet gören veya lohusa (nifas) olan bir kadın, bu hallere ait günler içinde terk edeceği farz namazları kaza etmez. Zira namazlar her gün tekrarlandığı için dinde bir kolaylık olmuştur. Fakat o hallerde terk edeceği ramazan oruçlarını sonradan kaza eder. Zira, bu, her zaman olmadığı gibi, çok uzun bir müddet de değildir.

Oruçla ilgili ayet:

Size farz kılınan oruç, اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍ sayılı günlerdedir.

Yani senenin günlerine oranla az ve sınırlı günlerdedir. Hem de sizin sağlığınızı bozmayacak ve gücünüzü tüketmeyecek bir şekilde, mazeretlerinizi de gözeterek meşru kılınmıştır.

فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِ۪يضاً Şimdi bu günlerde sizden herhangi biriniz, oruçtan zarar görecek derecede hasta olur,

اَوْ عَليٰ سَفَرٍ

yahut bir yolculuk üzerinde bulunursa, bunların farzı,

فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَ

diğer günlerden, yani iyi olduğu ve yolculuktan geldiği günlerden, aynı miktardadır.

Bu şekilde hastaya veya yolcuya eda farz değil, yemeye ruhsat vardır. Bunlar yerlerse, iyileştikten veya ikamet ettikten sonra kaza ederler. Edanın vacib oluşu, sağlık ve ikamet üzerine gerekli olur.

Allah Teâlâ, bu ayetten sonra aynı hususu beyan etmiş, peşisıra da

يُرٖيدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُرٖيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ

"Allah Teâlâ sizin için kolaylığı murad ediyor, zorluğa murad etmiyor."(Bakara, 2/) buyurmuştur.

Mutlaka bu kolaylığın ve güçlüğün daha önce zikredilmiş bir şey olması gerekir.

Halbuki burada, hasta ve yolcuya oruçlarını yeme hususunda verilen izinden başka herhangi bir kolaylık ve onların bu durumda oruç tutmalarından başka bir zorluk yoktur.

İşte bundan dolayı, Cenab-ı Allah’ın,

يُرٖيدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُرٖيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ ayetinin manası,"Allah sizin bu durumda oruçlarınızı yemenizi murad ediyor, tutmanızı murat etmiyor.”şeklindedir.

İmam Buhârî, Ebu’z-Zinad’ın şöyle dediğini nakleder: “Sünnetler ve hakkın çeşitli şekilleri (şer’î hükümler), çoğu kez insan aklının kavrayamayacağı şekilde gelir. Müslümanların ona uymaktan başka çaresi yoktur. Meselâ hayızlı kadın orucu kaza eder de namazı kaza etmez.”(Buhârî, Savm 41)

Muâze adında bir hanım Hz. Aişe radıyallahu anha’ya gelerek:

“Neden âdet gören bir kadın temizlendikten sonra âdet günlerinde kılamadığı namazları kaza etmiyor da tutamadığı oruçları kaza ediyor?’’ diye sordu

Hz. Aişe: “Sen Harûriye’den misin?” dedi.

Kadın: “Hayır, Harûriye’den değilim, ama öğrenmek için soruyorum.” dedi.

Bunun üzerine Hz. Aişe: “Vaktiyle bu iş bizim başımıza geldiğinde orucu kaza etmekle emrolunduk, namazın kazası ile emrolunmadık.” dedi. (İbni Mâce, Taharet )

İlave bilgi için tıklayınız:

- Âdet gören kadın, sonradan namazı kaza etmiyorsa orucu neden
- Kadınlar âdet döneminde neden ibadet yapmaz?

Selam ve dua ile
Sorularla İslamiyet

Hayızlı Kadın Oruç mu Tutamaz Yoksa Oruç mu Tutmayabilir?

Ramazan ayı, oruç tutup, gönül bahçemizi sulama ayıdır. Ayrık otların temizlenme ayıdır. Ancak bazı Müslümanlar çok küçük nedenlerle oruçlarını yediklerini görüyoruz. Çok küçük bahaneler ileri sürerek oruç tutmamak doğru değildir. Öyle ki, bütün dinlerde oruç ibadeti bulunmaktadır. Oruç ibadeti, bütün dinlerin azimet ilkesi haline gelmiştir. Öte yandan oruç tutamayacak kimseler için ruhsatlar tanınmıştır. Bu ruhsatlar, fıkıh kitaplarından ayrıntılı olarak ortaya konulmuştur.

Müçtehit imamlar, oruç tutamama mazeret ve gerekçelerini fıkıh kitaplarında belirlemişlerdir. Bunlar genellikle; hasta olanlar veya oruç tuttuğunda hastalığı artacak olanlar oruç tutmayabilirler. Yolcu olanlara tutup tutmama ruhsatı tanınmıştır. Fakat tutmak daha evlâdır. Hamile ve çocuk emziren kadınlar çocuğu zarar görecekse oruç tutmayabilirler. Oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlılar da oruç tutmazlar, fidye verirler.

Kadınlar özel durumlarında oruç tutmayabilirler. Kadınlar hakkında bütün tartışma, “tutamazlar veya tutmayabilirler” cümlelerinde yatmaktadır. Demek ki oruçla mükellef olanlar, pek çok konuda oruç tutmama mazeretleri dikkate alınmış, kendilerine oruç tutmama ruhsatı verilmiştir. Bu ruhsatları kullanma veya kullanmama durumu kişinin vicdanı ile imanına bırakılmıştır. Oruç tutmayanların mutlaka bir mazeretleri vardır. Oruç tutmayanlar, oruç tutanlara saygı göstermelidirler. İnanç özgürlüğü bunu gerekli kılar. Azimet ve ruhsat. Allah’tan utanmıyorsa dilediğini yap, dilediğin mazereti ileri sür.

Kadınların özel durumlarında oruç tutup tutamayacakları konusu, her daim ısıtılıp ısıtılıp soru olarak sorulmaktadır. Bu soruya bir cevap vereceğimi söylemiştim. Bu vesile ile birkaç cümle kaleme aldım. Bilindiği gibi ibadet alanları daha dikkatli olunması gereken bidat alanlardır. Hayızlı kadınların oruç tutamaz görüşünü beyan edenler, çoğunluk önceki kabulleri ispatlama peşindedirler. Öyle ki, ya müspet ya da menfi görüşlerini beyan ettikten sonra, kendi görüşlerini destekleyecek beyanlara ağırlık verirler. Bu durum, bilimsel objektiflikten tamamen uzaktır. Kendilerinin tâbi oldukları içtihadı ve müçtehidi savunmaktadırlar.

Bu konular ortak akılla karara varılacak konulardır. Öyle ki, ibadetlerde hukuk birliği, bunu gerekli kılar. Öncelikle bu durum tamamen kadınları ilgilendiriyor. Bu konuda kadınların görüşleri esas alınmalıdır. Damdan düşenin halini, damdan düşenler anlar. Bizde kitapları erkekler yazar, sözleri erkekler söyler denilebilir. Kadınların bu özel durumları hakkında kadınların konuşmasını daha doğru buluyoruz.

İkincisi, bu konuda klasik eserlerde müçtehitlerin mevcut içtihatlar bulunmaktadır. Diyanetimiz de bu mevcut içtihatları tekrarlayarak bugüne kadar gelmiştir. Bu konuda medya veya camilerde farklı söylemler ileri sürülmesi halkın kafasını karıştırabilir. Bunun için daha dikkatli konuşmalar yapılmalıdır. Bugün halkımız içtihadın ne olduğunu bilmeyebilir. Sözüm ona bu konuda icma da var denilince, farklı düşünenler, halk tarafından söylem olarak din dışına da itilebilirler.

İcma’nın sübut ve delaleti kati olan hükümlerde yapılmasını tahkimat kabilindendir. İçtihat alanındaki İcma’nın değişmez nas gibi telakki edilmesi bir metodoloji sorunumuzdur. Bu durum İcma’nın mahiyetine bakış açısına göre değişir. Bunun için açıklamalar konusunda daha titiz davranılmalıdır. “Hayızlı kadın, namaz kılamaz, oruç tutmaz. Orucu kaza eder, namazı kaza etmez” anlayışı hâkim bir görüştür. Bu durumdan farklı sesler duyulunca da, “din mi değişti” gibi söylemlerle karşı karşıya kalırsınız. Bunun için medya ve camilerde yapılan vaaz ve irşatlarda bu gibi tartışmalı konulara girilmemelidir. Ortak kültürümüzün temsilcisi olan Diyanet’in verdiği fetvanın dışında medya veya vaaz beyanları, ibadet birliğimizi sarsabilir. Yanlış algılamalara imkân verebilir. Beyanın doğru olması maksadı hâsıl etmeyebilir.

Sonuçta İslam fıkıh tarihinin klasik döneminde hayızlı kadının oruç tutamayacağı görüşü hâkimdir. Öyle ki, bu konuda İcma’nın varlığı ileri sürülmektedir. Günümüzde ise bu hâkim fıkhî görüşün aksine konu hakkında farklı yorumlar yapılmaktadır. Ortak akıl, orta yoldur. Orta yol ehlisünnet yoludur. Ehlisünnet yolu âkil insanların yoludur. Bu konunun iki tarafı bulunmaktadır. Bazı bilginlere göre hayızlı kadın oruç tutabilir. Hayızlı kadın genel olarak oruç tutmayabilir. Ancak mazeretinin takdiri kendini bağlar. Çünkü her kadının mazereti farklıdır. Fetva da bireyseldir. Her hastaya farklı narkoz verildiği gibi her kadın kendi bünyesinin durumunu daha iyi bilir. Bu durumda Kur’an’daki hastalık ve yoluculuğa kıyas yapılarak ruhsat hükümleri işletilir. Bu ruhsatta kadınların kendilerini daha iyi bilebileceğinden, tutup tutmama kendilerine bırakılmıştır. “Bu bir ruhsattır” derken, bunu kastetmekte oldukları anlaşılmaktadır.

Kadınların kendi ellerinde olmayan bir mesele için “kaza” tabirinin kullanılmasını da hoşnut görmezler. “Kaza” ise eda vaktinde eda edilmeyen bir ibadet için kullanılan kavram olduğundan, “kaza” kavramını da doğru bulmazlar. Sorumluluğun yerine getirilmediği durumlarda kazadan söz edilir. Yani teklif varsa, bu teklif zamanında yerine getirilmiyorsa “kaza” edilmesinden söz edilir. Diğer bilginler ise geleneğin tekrarının tahkimatını esas almışlardır. Bu yolu daha emniyetli ve garantili görmüşlerdir. Bir de İcma’nın varlığını ileri sürmüşlerdir ki, bu konuda İcma’nın varlığı da tartışmalıdır. Çünkü hayızlı kadının durumu ile ilgili hüküm zannî alanda yapılmış bir icmadır. Bu icma manevi mütevatir olarak günümüze kadar da gelmiş olduğunu ileri sürerler. Keza ibadet alanında kıyas yapılamayacağı, teabbüdi alanlarda rivayete uymanın daha doğru olacağını ileri sürmüşlerdir. Bu durumda hayızlı kadının namaz kılarsa bidat veya kabul olmayacağına kaildirler.

İki tarafın bilginleri de hastalık, eza, eda, kaza hükmi kirlilik gibi kavramlara yükledikleri manalardan yola çıkarak görüşlerini temellendirmeye çalışmışlardır. Her iki tarafın görüşleri ve gerekçeleri saygıya değerdir. Çünkü bu bir içtihat konusudur. Bireysel içtihatta yanılabilme ihtimali olduğu gibi toplu içtihatlarda da yanılma ihtimali bulunmaktadır. Elbette ki toplu içtihatlar, bireysel içtihatlardan daha emin yollardır. Naslardaki bu boşluklar ve zanni alan, ümmet için rahmet olarak görülmelidir. Tarihte zan alanında yapılan içtihatların (zanni alanda icma ve kıyas mutlak doğru gibi algılanması düşündürücüdür.

Hayızlı kadının oruç tutma konusundaki usul ilkesi önemlidir. Yapılan tartışmalarda bunların görülmemesi çok acıdır. Hemen her çalışma ve görüş beyan edenler okunduğunda, bilimsel objektiflikten ve etik değerlerden uzak, müçtehitlerinin görüşlerini tekrarlayıp kendilerinin de aynı görüşü ispatlama peşindedirler. Konu hakkında sanki iki çarpışan tarafın olduğu, biri diğerine üstün gelme mücadelesi verdiği, farklı yorum yapanlar dinin dışına itildiği, sapıklıkla itham edildiği görülmüştür.

Klasik dönemin yorumlarını mutlak doğru algılayan müzmin hastalık önemli bir ayrılık konusu olduğu anlaşılmaktadır. Müslümanlar bugün düstursuzca birbirlerini yaralıyorlar. Adeta bazıları dini kurtarma peşine düşmüşlerdir. Bu dinin koruyucusu ve kurtarıcısı bellidir, kendini Allah adına mutlak doğrunun tarafında görmek tehlikeli ters yola girmektir. Allah (cc) “bu dini biz indirdik biz koruyacağız” demektedir. Böylece kazmayı, küreği alan kardeşine mezar kazıyor. Attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmiyor. Bu konuyu objektif ve bilgiye açık zihinler ancak tartışılabilir. Bunun için önce bilgiye açık zihinlerin olması gerekmektedir. Kafasında putlaştırılmış bilgilerle donanmış insanlarla bilimsel tartışmaya girilmemelidir. Kur’an bu konuda cahillerden yüz çevirin buyurmaktadır. Bunlar ister mürekkep yalamış cahiller olsun, isterse de klasik cahiller olsun fark etmez.

Bu konunun usul hukukumuzdaki durumu ele alınmalıdır. Kadınların özel halleri vücub ve eda ehliyetini ortadan kaldırmadığı söylenir. Konu bu yönüyle daha derin bir tezekkürü gerektirir. Bu hüküm teklifi bir hüküm müdür? Yoksa vad’i bir hüküm müdür? Bu durumda kadınlardan teklif kaldırılmış mıdır? Yoksa kadınlara bu durumda ruhsat mı verilmiştir? Usul hukuku açısında hadisin durumu nedir? Hadis ve klasik dönem uygulamaları, hayızlı kadın oruç tutamaz mı? Tutmaya bilir mi? Bu ruhsatın kapsamının genişliği zamanla yasağa mı dönüştürülmüştür? Bugün bu konuya genellikle hissi ve duygusal yaklaşılıyor. Bunlar içtihadı konulardır. İçtihadı konularda birden fazla görüş olması kadar doğal bir durum yoktur. Mezhep imamlarımızdan bir meselede birden fazla görüş olduğu malumdur. İçtihat içtihadı da nakzetmez.

“Mevridi nasta içtihada mesağ yoktur” ilkesi bile sığ bir değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Öyle ki, klasik dönemdeki içtihadı değerlerin mutlak doğru görülüp içtihat yapılan bu konuda farklı yorum yapanlar sapkınlıkla suçlanmıştır. Tarih bunların örnekleriyle doludur. Nitekim bu ta’rizlere ilk muhatap olanlar, Hz. Ömer ve Hz. Ebû Hanefi’nin yaptığı içtihatlardır. Teabbüdi konularda içtihat yapılmaz denilse de, hemen her müçtehidin yapmış olduğu ortadadır. Farklı bakış açıları bugün tam bir din istismarına konu yapılıyor. Söylediğim gibi konu öncelikle hak ve fiil ehliyeti acısından ele alınmalıdır.

Vucüp ve eda ehliyetini ortadan kaldırmayan bu durumda teklif var mıdır? Yok mudur? Bu durumda teklif varsa ki, klasik usul “vardır” diyor. Bu durumda sonuç farklı olur. Bugün maalesef miyop bir okuma biçimi ve sığ bir gelenek anlayışı pek çok meselenin tartışılmasına imkân vermemektedir. Kimisi geleneği kaldırıp atıyor, kimisi tam tersini yapıyor. Bu iki aşırı uçlar, toplumumuza huzur getiremeyecektir. Adeta kılıçlar çekilmiş nasıl barış yapılsın ki? Niyet hayır olacak ki, akıbet de hayır olsun. Her biri objektiflikten uzak, bilimsel etik dışı suçlamalarından öteye geçmemiştir. Klasik geleneği söyleyenler alkış tutulur, farklı yorum getirenler dışlanıyor. İster hastalık kapsamında görülsün, ister kaza lafzı kullanıldığından teklifin düşmediği söylensin; ister Hz. Ayşe’nin rivayeti temel alınsın bunların her biri yoruma muhtaçtır.

Keza ister ibadet kapsamında kıyasa yer yoktur ilkesi temel alınsın; isterse ameli tevatür ilkesine sığınılsın bunların her biri kendi görüşlerini temellendirmek için ileri sürülen gerekçelerdir. “Taabbûdilik konularında illet aranmaz, ceza hukukunda kıyas yapılmaz” denilse de, bu alanlarda pek çok istisnaların varlığı bilinmektedir. Bırakın da bu konuda bari kadınlar hüküm versinler. Kendi sorunlarını, kendileri çözsünler. Ruhsat gerekçelerini hastalığa mı kıyaslarlar, yoksa geleneğimi esas alırlar bu onların verecekleri bir karardır. Bizde bu karara saygı duyalım. Her bir kadında farklı bir yapı arz eden bu durumun hastalara verilecek narkoz misali farklı farklıdır. Her farklı duruma farklı çözüm üretilmelidir. Bu durum da ancak ve ancak hastalık veya eza kavramlarına yüklenilen mana, olanların beyanlarına ve ölçüm değerlerine göre hüküm kurulmalıdır. EEE kendisini tanrı yerinde mutlak doğru taraftarı görenler, Hristiyanların müzmin hastalığına tutulmuşlardır. Diyanetimizin şuan verdiği fetva elbette bizi bağlar. Birliğimiz ve ehlisünnet algımız bize bu terbiyeyi zorunlu kılıyor. Birlik tefrikadan üstündür. Bu konuda karar merci bellidir. Ancak bu konu erbabınca tartışılmayacak anlamına da gelmemelidir. Saygılarımla.

Kadınlar muayyen günlerinde iken


Sual: Ramazanda bir kadının muayyen hâli zuhur ederse, yiyip içebilir mi? Muayyen hâli sona erince, yiyip içmesi günah olur mu?
CEVAP
Ramazanda imsak vaktinden sonra, hayzı kesilse, o gün oruçlu gibi durur. İmsak vaktinden sonra hayz gören, o gün gizli yiyip içer. Her iki durumda da o günkü orucunu sonra kaza eder. Vakit içinde, namaz kılmadan önce, hayz gören, o vaktin namazını kaza etmez.

İmsak vaktinden önce kan kesilse, sabah namazı vaktine, yalnız gusledip elbisesini giyecek kadar zaman olur da, Allahü ekber diyecek kadar fazla zaman kalmazsa, o günün orucunu tutar. Fakat, yatsıyı kaza etmesi lazım olmaz. Tekbiri söyleyecek kadar da zaman olursa, yatsıyı kaza etmesi de lazım olur. İftardan önce hayz başlarsa, orucu bozulur. Ramazandan sonra kaza eder. Namaz içinde hayz başlarsa, namazı bozulur.

Sual: Bir kadın akşamdan yarınki oruca niyet etse, yarın hayzı başlasa o gün oruç tutacak mı?
CEVAP
Hayz başlayınca oruç bozulmuş olur, yer içer. Ancak oruçluların gözü önünde yememelidir!

Sual: Kadın geceden niyet ettiği orucu öğleyin bozsa, öğleden sonra da âdet görse, kaza mı gerekir?
CEVAP
Âdet olmasa idi kefaret gerekirdi. Âdet olduğu için kaza gerekir. Bir kimse de orucunu bozsa, sonra oruç tutamayacak kadar hastalansa yine kaza gerekir.

Sual: Hayzlının, Ramazanda oruç tutması caiz mi?
CEVAP
Hayır.

Sual: Orucun aksamaması için hayzı ilaçla geciktirmek caiz mi?
CEVAP
Caizdir.

Sual: Kaza orucu tuttuğum gün, âdetim başladı. Âdetim bittiğinde, yarıda kalan orucum yüzünden ayrıca bir gün daha mı tutacağım?
CEVAP
Ayrıca oruç tutmazsınız. Kaza orucunuz yarıda kalmıştır. Onu yeniden tutarsınız.

Sual: Maliki’yi taklit eden bir kadının hayzı Hanefi'ye göre bitse Maliki'ye göre devam etse orucunu tutabilir mi?
CEVAP
Evet tutar. Maliki’yi taklit eden kadın, Hanefi’ye göre istihaza olup da, Maliki’ye göre hayz olan günlerde oruç tutar, namaz kılmaz, Kur'an-ı kerim okuyamaz. İstihaza olan bu günlerde kılmadığı namazları temizlenince kaza eder.

 
 
 

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir