lazların fiziksel özellikleri / Lazlar - Ali İhsan Aksamaz | Birikim Sayı - Mart/Nisan | Birikim Yayınları

Lazların Fiziksel Özellikleri

lazların fiziksel özellikleri

Özhan Öztürk

Fıkra nedir?

Fıkralar, kaynağını gerçek olaylardan alıp, içerdiği nükte, hiciv ve tenkit ögeleriyle insanların dikkatini çekerek, sağduyuya dayalı zarif bir dille ders vermeyi amaç edinen kısa ve öz anlatıların genel adı olup, kolay taşınıp ozan yeteneği taşımayan sıradan kişilerce de yayılabilmeleri sayesinde sözlü halk edebiyat geleneği içerisinde özel bir yere sahiptir[1].

Yazıya geçirilen ilk fıkra MÖ yılına ait Sümerce bir karı-koca esprisi olup[2] çağlar boyunca her kültür kendi değer yargılarını kıstas alarak sayısız fıkra üretmiş ama tüm dil ve kültürlerde benzer temaları kullanan ancak 35 farklı fıkra kalıbı tespit edilebilmiştir[3]. Türk folklorunun duayeni Pertev N. Boratav, fıkraları kahramanları belli halk tipleri olan (tarihe mal olmuş kişiler veya Bektaşi, Tahtacı, Yörük gibi bir toplum zümresini temsil edenler) ile belli bir toplumluk tip, ünlü bir kişi söz konusu olmaksızın, sıradan insanların (karı-koca, asker, uşak-efendi) güldürücü maceralarını konu edinenler olmak üzere iki grupta sınıflandırmış olup[4], bu bölümlemenin esas alınması durumunda yazımın konusu “Laz” veya “Temel” fıkraları ilk gruba dâhil görünmektedir. Temel karakteri Nasreddin Hoca, Bekri Mustafa, İncili Çavuş gibi tarihe mal olmuş bir kişi olmayıp, Doğu Karadeniz erkeğinin kişileştirilmiş sembolüdür ki bu durumda Karadeniz fıkraları Bektaşi, Tahtacı, Yörük gibi bir toplum zümresini temsil eden fıkralarla aynı grupta yer alması gerekmektedir.

Karagöz oyunundaki Laz karakteri

Geleneksel halk tiyatrosunun en önemli dallarından birisi Karagöz oyununda Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan çeşitli toplulukları simgeleyen insan tiplerinin etnik çeşitliliğiyle adeta bir etnografi müzesini andıran başkent İstanbul’da karşı karşıya gelmesi ile ortaya çıkan eğlendirici olaylar kuklalar aracılığıyla perdeye yansıtılmaktaydı[5]. Sadece Karagöz oyunu değil Osmanlı döneminde üretilen tüm fıkralar (Yahudi, Arnavut, Laz, Rumeli, Bektaşi fıkraları gibi) çoğu devlet içerisinde yaşayan etnik topluluklarının farklılıklarından beslenmekte, her topluluğun toplumsal yapı içerisindeki rolü ve merkez kabul edilen Osmanlı kimliğinden sapan tavır ve adetleri inceden alay ve gülmece konusu yapılmaktaydı.

Karagöz oyunundaki “Laz”, İstanbul’a para kazanmak için gelen, yöresel giysileri içerisinde tasvir edilip, kendi lehçeleri ile konuştukları için farklılıkları komiklik olarak algılanan mutlaka belli bir meslek sahibi kişilerden (Rumelili Pehlivan Mestan, Kastamonulu Himmet Ağa gibi) birisidir. Çoğunlukla Trabzonlu Hayrettin Ağa olarak adlandırılan Laz karakteri susunca heykel olan ama dili çözülünce karşısındakini dinlemeden makine hızında konuşan, acelecilikten yerinde duramayan, çabuk sinirlenip, tez yatışan, heyecanına hakim olamayan, “G”leri “C”, “B”leri “P” gibi telaffuz edildiği karikatürize edilmiş bir Trabzon ağzıyla kullanan, kayıkçılık veya kalaycılık ile geçinen bir tip olup[6], etnik kimliğinin daha da vurgulaması amacıyla elinde kemençe ile de tasvir edilmekteydi[7].

Karadeniz bölgesi üzerine çalışan antropolog M. Meeker’in  Karagöz’deki Laz karakterinin hangi yönüyle mizah ögesi olarak algılandığını açıklaması Temel’in neden günümüzde de popülerliğini koruduğu sorusunun yanıtını verir niteliktedir:

“Halen, birçok Türk için, Doğu Karadenizli insan bir paradokstur ve her şeyin üstünde eğlendirici bir paradokstur&#; Onların coşkun ve hiç durmayan dansları, üç telli incecik kemanları ve sinirli müzikleri, aksanları, hatta kasvetli ve sert görünüşlü giysileri, çoğu kez Anadolulu seyirciye biraz tuhaf gelir. Kesinlikle, bu eğlendirici tuhaflık, böylesine çok ayrıcalıkları bir araya getirerek Anadolululara benzemediklerinden ileri gelir. Anadoluluların kendileri, aksanları ve adetleri yönünden tekbiçim olmadıkları halde, Doğu Karadeniz insanının davranışları, onların anlayışına göre, makul bir değişik olma limitinin çok daha ötesine düşmektedir”[8]

Nasreddin Hoca, İncili Çavuş, Bektaşi, Bekri Mustafa, Nam-ı Kemal, Aldar Köse, Esenpulat, Kayserili, Yahudi, Arnavut, Çorumlu gibi daha çok milliyet esprisine dayanan Osmanlı mizahının geleneksel kahramanları unutulurken, merkez karakterleri bile hafızalardan silinmek üzere olan Karagöz gölge oyununun mütevazı yardımcı oyuncusu Laz veya Trabzonlu Hayrettin Ağa’nın Türk halk bilgisi dahilinde modern Karadeniz fıkralarının kahramanı Temel’in atası olduğunu sanıyorum.

Temel kimdir ve nereli?

Karadenizliler tarih boyunca gülünç durum ve sosyal çelişkilerden zarif ama geniş bir mizah külliyatı oluşturmuşsa da, Yüzyılda başlayan ilk folklor derlemelerinden bu yana yazıya geçirilen fıkralarda çoğunlukla olayların gerçek kahramanlarının isimlerinin verildiği nadiren Laz olarak anılan Karadeniz erkeğinin adının yerini Temel’in aldığı görülmektedir[9]. Tıpkı Hayrettin Ağa gibi Temel’in de Yunanca kökenli[10] adından bile anlaşılacağı gibi Trabzonlu olduğuna şüphe yoktur. Benzer şekilde Türk edebiyat, sinema ve tiyatrosunda da adı Temel olarak anılsın veya anılmasın her zaman Trabzon ağzıyla Türkçe konuşan[11] “Laz” karakterinin Doğu Karadeniz’in sanıldığından daha karışık etnik ve kültürel yapısı dikkate alındığında Trabzon’a yakın durduğu görülmektedir[12]. Bununla birlikte Temel karakterinin tıpkı Türk halk bilgisinde Karadeniz’in tümüne atfedilen Lazlık gibi Lazlar, Pontuslular, Çepniler ve Hemşinliler gibi Doğu Karadenizlilerin tümünün ortalamasının karikatürize hali olduğu gözden kaçırılmamalıdır ki Roma, Bizans, Osmanlı hatta günümüzde bile bölgenin kültürel ve siyasi açıdan en gelişmiş kenti olan Trabzon’un bu ortalamayı temsil etmesi doğal karşılanmalıdır.

Geleneksel meslekleri olan denizcilik sayesinde çok etnisiteli Osmanlı başkentinde kendilerine yer edinebilen Lazlar hakkında Macar Türkolog Ignácz Kúnos’un yılında yaptığı tanımlama Karagöz’ün Laz karakterini anlatır gibidir:

“Bu Lazlar, Samsun ve Trabzon limanları arasındaki Karadeniz’de yaşarlar ve dilleri, İstanbul’daki halkın büyük zorlukla anlayabildikleri diğer Türkçe diyalektlerden çok farklıdır. Çok hızlı konuşurlar, sayısız yabancı kelime kullanırlar ve ses uyumunu öyle karıştırırlar ki, konuşmaları bozulmuş Türkçe izlenimini uyandırır. Türkleşmiş, belirli yerlerde hala kendi dilini kullanan yabancı bir soy oldukları düşünülür. İstanbul kayıkçılarının çoğu Laz olduğundan, İstanbul’da bile dillerini tanımak için büyük bir fırsatım oldu”[13]

Trabzon’un doğusunda anadili Lazca olan bir halk topluluğu yaşarken Laz ve Temel fıkralarının muhtabının çoğunlukla Trabzonlular olmasının anlaşılır tarihi sebepleri bulunmaktadır ki Karadeniz bölgesinin çok etnisiteli halkının daha İslamlaşma öncesinde, Bizans döneminde bile “Laz” olarak tanınması, Osmanlı döneminde milliyetçi akımlar güçlenene dek Türkleşen yerli ve Rumların bilinçli veya bilinçsiz bu geleneği devam ettirmeleri bunların en önemlisidir[14].

Sonuçta Karadeniz geleneksel halk tiyatrosunun esas kahramanı Kizir ile çok sayıda gülünç karakterinin de yöre halkının zekâ ve yaratıcılığının eseri olduğu, Karadenizlinin mizah anlayışını yansıttığı dikkate alınmalıysa da[15] fıkraların Temelini yaratan unsur “ötekilerden birisi” olarak algılandığı başkent İstanbul’dur. Dolayısıyla Karadeniz’e özgü yöresel espriler İstanbul mizah beğenisine hitap edilecek dili kullanırken, ötekileşen fıkra kahramanlarının kimlikleri ve gerçek yerel nitelikleri anlamını yitirmekte Temel adıyla pek bir ünlense de “Lazın biri” olmaktan öte hakkında hiç bir şey bilinmeyen anonim bir karaktere dönüştürülmektedir. Uyarlama olanları dikkatle ayırarak binlerce Laz fıkrasını analiz etsek bile Temel’in yumurtayı rafadan mı alakok mu sevdiğini, bonkör mü hovarda mı olduğu, karısına gerçekten aşık olup olmadığını, hangi tür kitapları okuduğunu, boş zamanlarında ne yaptığı benzeri kişisel özellik ve alışkanlıklarını bilmemiz mümkün değildir. Temel’in Dursun, Fadime, Yunus, Cemal, İdris gibi geçmişte Karadeniz bölgesinde yoğun olarak kullanılan isimlerden farkı az önce açıkladığım gibi bölgeyle özdeşleşmiş olmasıdır. Yani Temel’in adı geçen diğer karakterler gibi ortalama bir Karadenizli olmak, gerek bizzat Karadenizlilerin gerekse diğer toplumların Karadenizlilere yakıştırdığı yüzeysel özellikleri (hamsi yemeklerini sevmek, Trabzonsporu tutmak, kemençe müziklerini ve horon etmeyi sevmek vs.) temsil etmek dışında pek bir özelliğini bilmeyiz ki bunlar fıkralarda bahsi geçen diğer Karadenizliler’den ayırıcı özellikler değildir. Bu bağlamda S. Akdeniz’in Türk tiyatrosunun Kavuklu-Pişekar ile Karagöz-Hacivat arasındaki kalıplaşmış ilişkiyi fıkraların Temel-Dursun’u arasında araması[16] orijinal bir düşünce olmakla birlikte nafile bir çabadan öteye gidememiştir.

Medyanın mizaha katkısı

Osmanlı dönemiyle kıyaslanmayacak denli gelişip yaygınlaşan yazılı ve görsel medyanın yanı sıra yeryüzündeki tüm dil ve kültürleri birbirine harman eden internetin en önemli iletişim aracı olduğu günümüzde Karadeniz fıkralarının “sözlü aktarımla” yayılması ve etkilenmeden geleneksel kurgusunu koruyabilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla sözlü kültürün yaratısı olan Temel veya öncüllerinin medyanın gelişmesi ile birlikte yöresel söylemden uzaklaşacağına, diğer mizah karakterlerinden ve farklı ülkelerin kültürlerinden uyarlanan hikâyelere konu edileceğinden şüphe edilmemelidir. Şaşırtıcı olan Türk insanının zihninde yerel kimliği hatta Karagöz’ün Laz’ından miras kalan temel davranış özellikleri değişmeyen Temel karakterinin kısa sürede neredeyse dünyanın tüm aptal fıkralarından[17] uyarlanma öyküleri taşıyabilecek modern bir kahramana evrilmesidir. Bu süreçte dikkat edilmesi gereken en önemli husus sözlü kültür ürünlerinin derlenip yazıya dökülmesi sürecinin tersine döndüğü fakelore ve uyarlama ile yaratılan Temel fıkralarının web veya basın yoluyla dağıtılarak sözlü kültürü de etkilemesidir.

Değişim ve ötekileştirme

 

Mizah, sapkın ve şaşkınları toplumu kendilerine güldürüp utandırarak gerçekle yüzleşmelerini sağlayan bir çeşit toplumsal ıslah mekanizması olup, kişi ve grupların toplum içindeki yer ve konumlarını doğru ayarlamasına da hizmet etmektedir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de Cumhuriyet döneminde millî kimlik inşası gerçekleştirilirken farklı kültür ve etnisitelerle ilişkili olduğu belli olan Karadenizlilerin merkez kimlikle çelişen özelliklerinin mizah yoluyla törpülenmek istendiği akla gelebilir. Dünyanın pek çok ülkesinde ortalamadan farklı olan toplulukların “aptallık” ve “uyanıklıkları” mizah yoluyla eleştirilmiş olup, geçmişte ilgili ülkelerin sözlü kültür ürünleri olan bu öykü ve şakalar günümüzde diğer kültürlerin fıkralarıyla etkileşime girmiş, yerel kahramanların öyküleri böylece çeşitlendirilirken evrenselleşmiştir. Geleneksel Karadeniz fıkralarında Karadenizli karakteri “aptal” olduğu kadar “uyanık” rolünü de oynamaktayken modern Türk mizahı Temel’e sadece aptal rolünü layık görmüştür ki ilginçtir Yunanistan’da da Yunan toplumundan dil, kültür ve etnik açıdan bariz farkları olan Karadeniz göçmeni Rumlara aynı rol verilirken[18] Ermeniler uyanık olarak tasvir edilmektedir. Amerika’da İtalyan ve Polonyalılar, İngiltere, Galler ve İskoçya’da İrlandalılar, İrlanda’da Kerimanlar, Fransa’da Belçikalılar, Almanya’da Ostfrizyalılar[19], Finlandiya’da Kareliyalılar, Hindistan’da Sihler, Rusya’da Ukraynalılar yaşadıkları ülkenin fıkralarında aptal grubu oluştururken Yahudi, İskoç ve Ermenilerin neredeyse yaşadıkları tüm ülkelerde fıkraların uyanık grubu oldukları görülmektedir[20]. Uyanık addedilmek ilk bakışta toplumca aptallıktan daha olumlanıyor gibi görünse de fıkralar incelendiğinde uyanık gruba şeytani kurnazlık, dalaverecilik ve cimrilik gibi sevimsiz özelliklerin yakıştırıldığı, fıkralardaki konumlarını toplumun geneliyle ayırt edilen zaaf ve doğuştan gelen değiştirilemez özelliklerinden alan her iki grubun farklı yönleriyle ötekileştirildiği ve zaman zaman mizah kılığında ırkçı saldırganlığın hedefi olduğu anlaşılmaktadır. Mizahın farklı aynı ortamda yaşamak zorunda kalan farklı topluluklar arasında yaşanan gerginliği yatıştırmak ve çatışmayı önlemek için sağlıklı bir mekanizma olduğuna şüphe yoktur. Bununla devlete hâkim olan grubun dışında kalan toplulukların grup kimliğinin aşağılanması çoğunlukla meşru bir gelenek haline getirilmesi kaçınılmaz hale gelmekte, hedef alınan topluluklar çoğunlukla özgüvenlerini kaybedip, çözülmektedir. Günümüzde internette, radyo ve televizyon kanallarında, dergi ve gazetelerde, kitaplarda çeşitli etnik, dini ve kültürel toplulukları açıkça hedef alıp aşağılayan fıkralar hiçbir engele takılmadan pervasıza yayınlanabilmektedir. Sözgelimi “zekâsına güvenen çocuklar” için hazırlandığı iddia edilen bir bilmece kitabında bile “Lazlar buzdolabında neden boş şişe bulundururlar?” (“İçki içmeyen misafirleri için”) veya “Karadeniz’de kola şişelerinin altında ne yazar?” (“diğer taraftan açın”) bilmeceleri[21] sorulması dehşet verici olsa da tıpkı Çin’de canlı beyin satılan bir lokantada yer alan beyinlerden en pahalısının Laz beyni olmasının nedeni sorulunca, “-İki Laz kesiyorsun, bir beyin çıkıyor” cevabı verilen fıkrada olduğu gibi etnik mizah kategorisine giren, farklı ülkelerde farklı toplumun adının kullanıldığı tipik aptal fıkrası uyarlamalarındandır.

Sheridan Temel fıkralarında, “Temel” ve “Karadenizli” tipinin “aptal” bir azınlık figürü olarak konumlandırılıp konumlandırılmadığı ve Karadenizlilere yönelik belirli bir ötekileştirme konusunu irdelerken, Türkiye toplumunda halk bilgisi olarak Karadenizlileri “aklı kıt” olarak genelleyen stereotip bir kodun bulunduğunu da göstermeye çalışmış, Popeye adlı çizgi film karakterinin Türkçe’ye “Temel Reis” adıyla çevrilmesini kanıt olarak göstermiştir[22]. Kanımca ’da seyyah Aflao’nun derlediği “Meyvelerin en ucuzu kiraz/kuşların en aptalı kaz/milletlerin en aşağısı Laz”[23] tekerlemesi bile Osmanlı toplumunun Karadenizli kimliğiyle yaşadığı çatışmanın ve bahsi geçen kodun oluşum süreciyle ilişkili ilginç bir örnektir. yılında Mudurnu köylerinde Doğu Karadeniz bölgesinden Düzce ovasına yerleşip yöre halkınca “Laz” olarak adlandırılan göçmenler hakkında anlatılan fıkralar tipik aptal fıkraları olup, kültürel farklılıklar ve otlakların paylaşımı gibi çıkar çatışmalarının yaşandığı bölgede yerli-göçmen rekabetinin dış vurumu olarak da görülebilir:

“Bir gün Lazlar toplaşmışlar, demişler ki: “Bu tuza paramız yetişmiyor; baş olmayacak. Gelin, biz tuzu ekelim. Bir daha seneye mahsul alırız. Tohumu ayırır, gerisini kullanırız”

Ekmişler tuzu. Beklemişler bir sene. Bakmışlar ki çıkan bir şey yok. Demişler ki: “Heralde bunu bir hayvan tohum toprakta iken yiyor”. Demişler ki: “Herhalde bunu bir hayvan tohum toprakta ikn yiyor.” Tarlanın bir ucunda bir Laz, bir ucunda da bir Laz, beklemeye başlamışlar.

Bir gün böyle beklerken, Lazın bir tanesi geçiyormuş ordan. Bakmış ki nöbet bekleyen arkadaşının alnına bir sinek konmuş. Çekmiş mavzeri, nişan almış, sineği vurmuş, ama adam da ölmüş. Bu hali görünce, sineğe demiş ki: “Bir sizden, bir bizden. Biz de olduk bir kile tuzdan”[24]

Geleneksel Karadeniz fıkralarının kurgusu

Türk mizah kahramanı Temel’den farklı olarak geleneksel Karadeniz mizahının kahramanları toplumsal eleştiri yapan zeki ve kurnaz kişilerdir. Çoğunlukla köyün tanınmış komiklerinden birinin gerçek adıyla anlatılıp, gerçek olayları aktaran bu tip fıkraların 3 ayrı bölümden oluşan kalıplaşmış bir kurgusu bulunmaktadır[25].

(1)    Muhatabını tuzağa düşüren ve fıkra dinleyicisinde merak oluşturan sorunun ortaya atılışı

(2)    Muhatabın tuzağa düşürülmesi ve fıkra dinleyicisinin sorunun (veya olayların gidişatının) doğal akışına yönlendirilerek, dinleyicide mantıklı finalin ön hazırlığı yapılarak, beklenmedik finalin dramatik etkisini arttırılması

(3)    Temel’in alışılmadık biçimde yürüttüğü mantığının, muhatap ve dinleyiciyi üzerinde istenilen etkiyi yaratmasıyla gerçekleşen final bölümü.

 

Aşağıdaki örnekler yukarıdaki kurgunun uygulanışına örnektir:

*Milletvekili, Trabzon köylerinde seçim öncesi gezisine çıkmış, köylülerle propaganda amaçlı sohbet ederken, bizum Temel emice dayanamamış:

&#; Kusura kalma beyim biz sana değil okuma yazma bilen bir adaya rey vereceğiz, (1)

Politikacı şaşırmış:

– Benden ala okuma yazması olan adam mı bulacaksınız yahu, hayatım mekteplerde geçti. (2)

Temel emice, can alıcı cevabı yapıştırmış:

&#; Beyim geçen dönemde sana 15 mektup yazdım 3 telgraf çektim cevap alamadım. O zaman demek ki okuma yazması yok dedim. Onun için artık okuma yazması olana rey vereceğim” (3)

*Hakim Temel’e sormuş: Hanımın kafasına neden sandalyeyle vurdun? (1) Temel cevap vermiş: Ne yapayım (2) hakim bey, masa çok ağır idi (3).”

*Bir turist, Temel bey, Rize Limanı’na nereden ineceğiz? diye sormuş (1). &#; Penum Temel oldigumi nereden pildinuz?(2) Tahmin, canım. O zaman, iskeleyi de tahmin et pakayım (3)

Osmanlı dönemini konu alan otantik Laz öykülerinde de bu kalıbın kullanıldığı görülecektir:

*İstanbul’da, Padişah sarayındaki mutfakta sirke küpleri devrilmiş, sirkeler ziyan olmuş. Padişah bu nedenle buyruk çıkarmış:

“Halka sirke vergisi yükleyin. Zararı böylece giderelim. Çhala[26] köylü Lazdan vergi istenince çok günüce gitmiş bu. Doğruca İstanbul’a gitmiş. Saray bahçesine girip cins köpeklerden birini yakalamış. Basmış odunu köpeğe. Köpeğin ciyaklamasını işiten padişah balkondan bakmış. Bakmış ki ne görsün. Adamın biri habire köpeği sopalıyor.

“Bre herif ne istersin o masum hayvancağızdan?” diye azarlamış onu (1). Laz’da lafını geciktirmemiş.

“Çhaladaki ayılar bağımızı bostanımızı mahvettiler. Bu burada yangelmiş yatıyor” (2) demiş. Buna sinirlenen padişah: “Bre zındık, senin Çhala’nda ayılar zarar zarar saçtı diye İstanbul’daki köpeğin ne suçu var” demiş. Laz da taşı gediğine koymuş hemen.

“Peki senin İstanbuldaki sarayında sirke küpü devrildi diye Çhalalı Lazın ne suçu var? (3) Demiş. Buna cevap bulmakta zorlanan padişah nihayet:

“Köpekleri rahat bırak verginiz sizde kalsın” demek zorunda kalmış[27]

Uyarlama ve Tepkiler

Şüphesiz ki Karadeniz bölgesi sözlü kültüründe bu kalıba uymayan mizah anlatıları olabileceği gibi Karadeniz fıkrası olmayan bazı fıkralarını da bu kalıba uydurabilmek mümkündür. Bununla birlikte detaylı ve dikkatli bir analiz yapıldığında gerçekten yöreden derlenmiş geleneksel Karadeniz fıkralarının bu kalıba uyduğu tersine Temel fıkrası adı altında popüler kültür tarafından üretilmiş çok sayıda uyarlama fıkranın bu kalıba uymadığı görülecektir. Sözgelimi “Çirkin bir kadınla evlenen Nasreddin Hoca’ya, karısı ‘Hoca yarın kime görüneyim, kime görünmeyim’ diye sorduğunda, Hoca’nın ‘Bana görünme de kime görünürsen görün’.” örneğinde olduğu gibi herhangi bir fıkra kahramanına yakıştırılıp uyarlanabilecek çok sayıda öykünün Temel külliyatına dahil edildiği görülmektedir.

Burada dikkat edilmesi gereken husus geleneksel fıkralar ile artık endüstriyel bir nitelik kazanmış olan uyarlama Temel fıkralarının folklor bilimi açısından eşit saygı görmeyi hak ettiği ama aralarındaki ayrımın net olarak yapılmasının da gerekliliğidir. Bu açıdan pek Haşim Albayrak[28], Ahmet Çoban[29], Hikmet Aksoy[30] gibi çok sayıda Karadenizli derleyicinin Karadenizlilerin aşağılandığını düşündüğü uyarlama aptal fıkralarına tepkisi haksız değildir. Temel, Nasreddin Hoca, Bektaşi gibi “fıkra tiplerinin” şahsiyetlerine uygun düşmediği, “kirlilik” yarattığı ya da “özgün kimlik taşımadığı” gibi iddialarla üzerlerinin örtülmeye çalışıldığını, derleyicilerin kendi ölçüsüne göre ‘sansür’ uygulayıp, ideal fıkra kahramanına yakışıp yakışmayanları ayrıştırmasını eleştirip “fıkra anlatılarına bir tür ehliyet verme çabası” olarak gören Başak Bitik’in eleştirisi[31] söz konusu olan Nasreddin Hoca olunca folklor metodolojisi açısından dikkate değer olsa da Temel fıkraları bağlamında eksiktir. Yukarıda bahsettiğim kalıplaşmış kurguya sahip halk tarafından üretilmiş sözlü gelenek sayesinde günümüze ulaşmış fıkralarla yazılı kültürün endüstriyel üretimin medya ve internet sayesinde zorla sözlü kültüre de soktuğu Temel fıkralarını aynı kategoride değerlendirmek doğru olmayacaktır. Bitik’in halkı kendi yarattığı anlatılardan korumak için kimi fıkraları yok saymak ve bunun yerine idealize edilmiş fıkra tiplerini içeren fıkraları öne çıkarmak eleştirilecek bir tutum olarak sunması kendi mantığı içerisinde tutarlı olmakla yanlış doneleri kullandığından doğru değildir. Bitik, neredeyse tamamı çeşitli kültürlerden uyarlanmış aptal fıkraları olan  “Temel” fıkralarını sanki sözlü kültürün var ettiği gibi bir varsayımdan hareket etmiş ve aynı zamanda Türk toplumundan keskin çizgilerle ayrılabilen Karadenizlilerin uğradığı ağır hakaretleri göz ardı etmiştir.

Karadeniz fıkraları üzerine çalışan çoğu derlemecilerin duyduklarını nerede ne şartlarda üretildiğine bakmaksızın kaydedip yayınlama hatası da etnik ve yöresel hassasiyetleri ne derece hırpalayıp, tahrik edebileceğini göstermiştir. Sözgelimi Trabzon Valiliği, kenti tanıtmak amacıyla valilik tarafından çıkarılan bir “Trabzon ” adlı kitapta çeşitli fıkralara yer vermiş ve Ali Çelik adlı araştırmacının “Şalpazarı Çepni Kültürü” adlı eserde yer alan fıkra derlemelerinden birisini bu çalışmaya dâhil etmiştir. Fıkra aşağıdaki gibidir:

*Temel ile Cemal çok sıkı arkadaş. Bi gün Temel Cemal’ın evinin önünden geçiyormuş. Hanımı da cam siliyormuş. Temel:

&#;           O Cemal ev demi? Demiş

&#;           Yok, demiş

&#;           Aç kapıyı ben celıyırım (1)

&#;           Hes len. Sen beni orospu mu zannettin! (2)

&#;           Para vereceğimi kim söyledi?[32] (3)

Trabzon’da özellikle Şalpazarı bölgesinde infial yaratan fıkra yerel basında bölgeye ait olmadığı için eleştirilmiş hatta kitabın toplatılmasını ve muhataplarından özür dilenmesi bile talep edilmiştir. [33] Trabzon Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğünden yapılan yazılı açıklamada ise fıkranın Trabzon`un Şalpazarı ilçesinin Doğancı köyünden okur ve yazar olmayan bir kadından bir folklor araştırmacısı tarafından derlendiği iddi[34] edilip savunulmuşsa ama sonuçta20 bin basılan kitap toplatılmıştır.[35]

İlgili fıkra analiz edildiğinde geleneksel Karadenizlinin fıkralarının kurgusunu taşıdığı görülmekte olup, her ne kadar bölgede daha önceden derlenmemişse de yabancı bir fıkranın bölgesel ağız ve fıkra kalıbına ustalıkla uyarlanarak ilginç bir sentezin gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Okuyanlarda Karadenizlilerin namus anlayışı konusunda yanlış ve kötü bir izlenim doğuracağı için bizzat Trabzon’u tanıtan bir kitapta yayınlanmasına tepki gösterilmesi doğal karşılanmalıysa da yerel nitelik taşımayan fakat yerel kurgu hatta ağızlara uyarlanan fıkraların oluşturulması kanımca internet ile başlayıp gelişen yeni bir süreçtir. Yine Google aramalarından çok sayıda sitede yayınlandığını anladığım alttaki fıkra da bu senteze örnek gösterilebilir.

*Temel ile Dursun her gün mendirekte balık tutarlarmış. Bir gün Dursun, “Ula Temel” demiş, “Haçan sen böyle paluk tutarken, pen senun eve sızsam, senin Fadimeyla aşna fişna edup, hamile piraksam, penden çocuğu olsa, senle pen ne olurduk?”(1)

Temel sakin, yanıtlamış:  -Ula ne olacak (2), Ödeşmiş olurduk (3)

Temel’in cinsel içerikli uyarlama fıkraların kahramanı olması yakın tarihli bir gelişme olmakla birlikte internet ile başlayan bir süreç değildir. Sözgelimi Bir dönemde Sabah gazetesinde köşe yazarı olan Selahattin Duman&#;ın yılında Temel’e atfettiği ensest ilişki konulu fıkra yayınlandığı dönemde bölgede infial duygusu yaratmış, Karadenizliler belki de ilk defa “Temel”e yerli-yersiz uyarlanan fıkraların kendi kimlik ve kültürlerini hedef aldığını farkına varmış ve organize tepki göstermiştir[36]:

*Temel Rusya&#;ya gidecektir. Dursun daha evvelden tecrübeli, Temel&#;e nasihat eder.

&#; Temel Rusya&#;ya gidince Nataşalarla sakın yatma. Allah korusun AIDS olursun, senden karına bulaşır, karından bana bulaşır, benden anana bulaşır, anandan da tüm köye bulaşır.

İnternet kullanımının yaygınlaşıp,  kültürler arası etkileşimi artarken Temel’in payına sadece cinsel içerikli ve evrensel aptal fıkraları uyarlamalarının düştüğünü söylemek haksızlık olacaktır. İnternetteki çok sayıda mizah sitesi incelendiğinde Osmanlı geleneğinde Bektaşi, Kayserili, Yahudi vs. fıkrası olarak anlatılan fıkraların yanı sıra geçmişte Türk kimliğini olumlayan Nam-ı Kemal fıkralarının neredeyse tümünün Temel’e uyarlandığı görülmektedir. Özellikle bu son durumun Türk halkınca da bir ölçüde içselleştirilerek Temel’in Türklerin olumlu ve olumsuz yönlerini uluslararası rakiplerine karşı mizahi bir üslupla sergilediği milli bir figüre dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır. Benzerlerine çok sayıda sitede rastlanılan aşağıdaki örnekleri okunma ve paylaşılma miktarı önemli olduğu için özellikle yoğun ziyaretçi trafiğine sahip forumlardan rastgele ve yazıldıkları formda aktarıyorum:

*Temel para kazanmak için Almanya&#;ya çalışmaya gitmiş. Patronu çok gıcıkmış.  Bulduğu her an Türkleri kötülermiş. Bir gün Temel&#;e gelip &#; Biz asil Almanlar namusumuz şerefimiz için çalışırız siz Türkler sadece para için çalışırsınız demiş. Temel de  -Doğru söylüyorsunuz herkes eksik yanları için çalışır demiş[37].

* Bir İngiliz, bir Alman bir de Temel sahilde güneşleniyorlarmış. Alman birden ayağa kalkıp, deniz kenarına gitmiş, denize girmiş, biraz bekledikten sonra:

&#; Mmm, suyun sıcaklığı 32 derece geliyor, demiş.

Diğer ikisi şaşırmışlar. Beş dakika sonra İngiliz ayağa kalkmış, deniz kenarına gitmiş, o da denize girmiş. Biraz bekleyip:

&#; Daha ayrıntılı konuşmak gerekirse suyun sıcaklığı tam olarak 32,3 derece geliyor, demiş ve gelip yerine oturmuş.  Temel altta kalır mı? Hemen o da ayağa kalkmış, deniz kenarına gitmiş, şortunu indirip denize girmiş.

Aradan beş dakika geçtik ten sonra geri gelip yerine oturmuş. Diğer ikisi sormuşlar:

&#; Ee, sen ne ölçtün?

&#; Valla suyun sıcaklığını bilmem de, derinliği 70 cm!

* Mısır hükümeti Kızıldeniz’in altına tüp geçit yapmak için ihale açar. İhaleye İngiltere’den, Amerika’dan, Japonya’dan ve Türkiye’den de Temel’in firması olmak üzere birer firma katılır. Firmaları teker teker mülakata çağırırlar ve teknik bilgi isterler. İngiliz firması:

&#; Biz iki taraftan da eşzamanlı olarak tüneli kazmaya başlarız ve denizin altında tam ortada buluşuruz. Tüneller arasında maksimum 1 metre fark olur. 30 metrelik enindeki tünelde de 1 metreyi rahatlıkla düzeltiriz derler.

Amerikan firması:

&#; Biz de iki taraftan kazmaya başlarız ve tam ortada buluşuruz maksimum 50 cm fark olur, der.

Japon firması ise:

&#; Biz iki taraftan kazmaya başlarız ve tam ortada buluşuruz. Maksimum fark 20 cm olacak, diye belirtir.

Sıra bizim Temel’e gelir. Temel:

&#; Valla biz de iki taraftan kazmaya başlarız. Ortada buluştuk buluştuk, buluşamadık iki tüneliniz olur der.

* Bir gün bir İngiliz,bir Fransız,bir de Türk (Temel) gümrük kapısında kontrolden geçiyormuş. Görevliler de Türkmüş. İlk önce İngilizin bavulunu açmışlar; 7 tane don çokmuş; nedenini sormuşlar, İngiliz de haftanın her gününe bir tane diye cevap vermiş. Görevliler çok etkilenmiş. Sonra Fransızın bavulunu açmışlar; 8 don çıkmış; nedeni ise haftanın her gününe bir tane, bir de yedek olmasıymış. Görevliler yine çok etkilenmiş. Türkün (Temelin) bavulunu açmışlar, 12 tane don çıkmış. Görevliler en temiz ülkenin kendilerinin olduğunu düşünüp mutlu olmuşlar. Nedenini sormuşlar: Temel de söylemiş: Ocak, Şubat, Mart&#;[38]

*Temel, İngiliz, Fransız, Jameikalı bir araya gelmiş. Temel, Jameikalıya dönmüş:

&#; Sen yenisin galiba, demiş[39]

 

*Temel, İngiliz, Alman, Fransız bir araya gelmiş. Temel :

&#; Yine mi siz, demiş

Sonuç

 

Osmanlı toplumu ve yaşam tarzının aynası olan Karagöz oyununda yer alan Laz karakterinin Türk fıkra geleneğine Cumhuriyet döneminde eklenen Temel’in atası olduğuna ve her ikisinin de Karadeniz erkeğinin kişileştirilmiş formu olduğuna şüphe yoktur. Başlangıçta dar bir bölgenin kendi mizah anlayış ve kurgusu içinde anonim olarak üretilen fıkraların Doğu Karadeniz’den İstanbul’a büyük çapta göç yaşandığı ’li yıllarda yazılı kültüre geçerken el değiştirip Karadenizlileri ötekileştirme aracı olarak kullanılmıştır. 90’lı yıllarda iletişim araçlarının özellikle internetin ortaya çıkması ile artan kültürlerarası iletişim Temel fıkralarının diğer kültürlerdeki aptal fıkraları ile etkileşerek çok sayıda uyarlamanın hedefi olmasına yol açmıştır. Uyarlama fıkralarda yer alan Temel karakterinin çıkış noktasından uzaklaştığını ve geleneksel Karadeniz erkeğini temsil etmediğini söylemek mümkün olsa da geleneksel Karadeniz fıkralarında yaşanan değişim ve dönüşümün Karadeniz bölgesinde değil daha çok İstanbul’da yaşayan insanlarınki ile paralel olduğu ortadadır. Öyleyse kaynağı yerel ve dışarda olsa da modern Temel fıkralarının yaratıcısının kent kültürü olduğunu söyleyebiliriz. Bu bağlamda Temel karakterinin yerel özelliklerine zamanla daha az vurgu yapılacağına, geçmişte ötekileştirildiği kadar gelecekte içselleştirileceği, denizcilik mesleği geride kalırken bundan sonra kent insanın yaşadığı gerilim ve sorunları çözümlemek adına bambaşka konuların kahramanı yapılacağına mutlak gözüyle bakmak gerekecektir. Kentte veya internet ortamında üretilen uyarlama Temel fıkraların gördüğü ilgi göz önüne alındığında Osmanlı toplumundan itibaren yaşanan toplumsal değişimlere ayak uydurmayı başarmış, yöresel söylemini yitirirken küresel kültüre adapte olmuş günümüz insanına hala söyleyecek sözü olan yeni Temel’in varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır.

KAYNAKLAR

AFLALO, Frederick George ().An idler in the Near East. J. Milne, Londra

AKDENİZ, Sıla (). Temel Fıkralarında &#;Yardımcı Erkek Oyuncu Dursun&#;un İşlevi. Millî Folklor, ,  19,

ALBAYRAK, Haşim (). Temelsiz Karadeniz Fıkraları. Depar Yayınları, İstanbul

AND, Metin (). Karagöz: Turkish Shadow Theatre. Dost Yayınları, İstanbul.

BAĞLAR, Cüneyt. (). Afacan Bilmeceler. İyi İnsanlar, İstanbul.

BİTİK, Başak Öztürk (). Fıkra Türünde &#;Kirlenmeye&#; Müdahale ve İdealleştirilen Fıkra Tipinde Arasözlerin İzi: Temelli Fıkralar. Millî Folklor, , 19,

BORATAV, Pertev Naili (). Türk Halk Bilimi, Soruda Türk Halk Edebiyatı. Gerçek Yayınevi, İstanbul.

BORATAV, Pertev Naili (). Folklor ve Edebiyat (). Adam Yayıncılık. İstanbul

ÇELİK, Ali (). Trabzon-Şalpazarı Çepni Kültürü. Trabzon Valiliği, Trabzon

ELÇİN, Şükrü (). Halk Edebiyatına Giriş. Akçağ Yayınları, Ankara

GÜMÜŞ, Hami İnan (). Temel&#;in Uluslararası Akrabaları: Temel Fıkralarında Uyarlama Mümkünmüdür?. Millî Folklor, , Yıl 19, Sayı 75

HAMAMİZADE İHSAN (). Laf Olsun Diye. İstanbul

HANN, I. B.(), Doğu Karadeniz’de Efsane Tarih ve Kültür. Çiviyazıları, İstanbul

KAR, Fatih Sultan (). Rize’de Yaşanmış Fıkra gibi Olaylar. Çınar Yayınları, İstanbul

KARADAĞ, Metin (). Türk Halk Edebiyatı Anlatı Türleri. Akademi Yayınları, Balıkesir.

LIDDELL H. G.& SCOTT R. (). A Greek-English Lexicon. Clarendon Press, Oxford

MEEKER, M. E. (). The Blacksea Turks: Some Aspects of Their Ethnic and Cultural Background. International Journal of Middle East Studies. Vol 2 (4) pp.

MUTLU, Mustafa (). Karagöz Sanatı ve Sanatçıları. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara

ÖZTÜRK, Özhan (). Karadeniz Ansiklopedik Sözlük. Heyamola Yayınları, İstanbul

ÖZTÜRK, Özhan (). Bizum Temel. İçinde: Temel Kimdir. Heyamola Yayınları, İstanbul.

RÖHRİCH, Lutz (). Der Witz. Figuren, Formen, Funktionen. Metzler, Stuttgart

SAĞLAM, F. (), Karadeniz ve Ostfrizya fıkraları üzerine karşılaştırmalı bir çalışma. Folklor/ Edebiyat. (3) ss.

SAMUİLİDİS, H. (). Geleneksel Pontos Halk Tiyatrosu. Belge Yayınları, İstanbul

SHERIDAN, R.A.A.(). &#;Temel Fıkraları&#;nda &#;Öteki&#;leştirme Boyutu. Millî Folklor,  19,

TANDİLAVA, Ali ve VANİLİŞİ, Muhammed (). Lazların Tarihi. Ant Yayınları, İstanbul.

TÜRKÇE SÖZLÜK. () TDB. Ankara

TAŞKIN, Nilüfer (). Laz Fıkraları Üzerine.İçinde: Temel Kimdir. Heyamola Yayınları, İstanbul.

YILDIRIM, Dursun (). Türk Edebiyatında Bektaşi Tipine Bağlı Fıkralar. Kültür Bakanlığı M.İ.F.A.D. Yay., Ankara

Notlar

[1] Arapça kökenli bir kelime olan fıkra için aşağı yukarı aynı mahiyette farklı tanımlamalar için Bkz. Türkçe Sözlük, ; Elçin, ; Yıldırım, 3; Karadağ,

[2] &#;World&#;s oldest joke traced back to BC.< funduszeue.info> (31 Temmuz ) 5 Temmuz

[3] Röhrich,

[4] Boratav, 93

[5] Taşkın,

[6] Mutlu, ; And,

[7] Karadeniz kemençesi Anadolu’da sadece Karadeniz bölgesinde kullanılmakta olup, Trakyalı bir Çingene olan Karagöz’ün de bazı oyunlarda Bulgar gaydası ile tasvir edilmesi de aynı espriye dayanmaktadır.

[8] Meeker,

[9] Çok sayıda derlemeden özellikle Hamamizade İhsan&#;ın tarihli “Laf olsun diye” ve Fatih Sultan Kar&#;ın &#;Rize&#;de Yaşanmış Fıkra gibi Olaylar&#; adlı çalışmalarını başarılı bulduğumu belirtmeliyim.

[10] Antik Yunanca temeli (θεμέλι), temelios (θεμέλι),  temelion (θεμέλιον) “temel, esas” pek çok Yunanca terim gibi Türkçeye orijinal anlamını koruyarak geçmiş, antik metinlerde de temelios lithoi (θεμέλιος λίθοι) (funduszeue.info) ve temelios lithos (θεμέλιος λίθος) “Temel taşı” formlarında bir inşaat terimi olarak kullanılmasının yanı sıra (funduszeue.info13) mecazi olarak (Metapha5, Atha, Arist. APob37, PPetr.3p, funduszeue.info4, Paus) bir iş veya oluşumun “belli başlı, en önemli” parçası hatta dünyanın temeli (Ep.2pU) anlamların da kaydedilmiştir. İslami isim verme geleneğinin dışında kalmasına karşın Doğu Karadeniz Bölgesi’nde özellikle Yunancanın linga franca olduğu Trabzon civarında nesiller boyunca erkek isimi olarak (tahminimce daha çok ailenin en büyük oğlu için) kullanılmış olup, temeli “temel” kelimesinin yanı sıra temeliotis (θεμελιωτής) “kurucu” kelimesinin varlığı da dikkat çekicidir. Temel kelimesinin Türkçe anlamları için Bkz. Türkçe Sözlük,

[11] Fıkra ve diyaloglarda yerli yersiz “Uyy!”, “haçan”, “uşak” gibi Trabzon ağzıyla özdeşleşmiş kelimeler kullanılırken, Laz karakterinin “Pontus Rumcası” hatta “Lazca” bildiğine dair en ufak bir imada bulunulmaması ilginçtir.

[12] Taşkın,

[13] Hann, 58

[14] Trabzon ve civarında “Laz” kimliğinin benimsenmesine dair tarihi ve folklorik örnekler için Bkz. Öztürk,

[15] Çok sayıda oyun derlemesi ve usta bir analiz için Bkz Samulidis,

[16] Akdeniz,

[17] İngilizce “stupid jokes”

[18] Edebiyat Profesörü Yeorgos Babiniottis&#;in yılında Yunanistan’da yayınladığı sözlüğünde adı Temel olmamakla birlikte Pontuslar adı altında yaptığı tanımlama tanıdık, konuyu ele alan gazete haberi ise ilginçtir: “Pontus&#;lar&#; sözcüğünün karşılığında &#;Karadeniz&#;de yaşamış olan Rum&#;lar&#; anlamının yanısıra mecazi anlamda da, &#;Türkçe&#;de -Laz- lakabıyla eş anlamlı olan&#; tanımına yer verilmesi ve Pontuslu sözcüğünün &#;aptal ya da geri zekalılar için kullanıldığı&#;ndan söz edilmesi çok sayıdaki Pontus Rum&#;unun tepkisine yol açtı”. (STELYO BERBERAKİS. Sabah Gazetesi. 01 Haziran , Pazartesi)

[19] Sağlam, Kuzey Almanya’da deniz kenarında yaşayan, balıkçılıkla uğraşan, Alman toplumdan farklı fiziksel ve kültürel özelliklere sahip olan Ostfrizya’lalrı ve haklarında anlatılan fıkraları ile Karadenizliler ve Karadeniz fıkraları ile karşılatırmıştır. Kendine güveni tam, sıska ve dinamik Karadenizlinin aksine Ostfrizyalı pis, hantal ve bakımsızken, Karadenizliler koca burunları, Ostfrizyalı ise kepçe kulakları ile ayırt edilmekte, her iki toplumda kendine özgü geleneklere, yeme içme ve yaşam biçimine sahip olmakta, kendi yörelerine özgü isimler kullanmakta böylece uluslarının geri kalanından göze batacak denli farklılaşmakta, bu farklar ile de mizah için elverişli ortam yaratılmaktadır (Sağlam, )

[20] Gümüş, 89

[21] Bağlar, ,

[22] Sheridan,

[23] “The cheapest of all fruits cherry/the silliest of all the birds goose/and the lowliest of all nations the Laz” (Aflao, )

[24] Boratav,

[25] Öztürk,

[26] Borçka’nın Lazca konuşulan bir köyünün eski adıdır.

[27] Tandilava ve Vanilişi,

[28] Çok sayıda Karadeniz fıkrası derleyip yayınlayan Haşim Albayrak bu durumdan şikayetini şu kelimelerle dile getirmiştir: “Zamanımıza kadar Karadeniz fıkraları denince akla hep ‘Temel’in olduğu Karadeniz fıkraları gelmiştir. Ne kadar aptallıkla ilgili, salaklıkla ilgili, avanaklıkla ilgili Karadenizliyi küçük düşürücü fıkra varsa hepsini Temel’e uyarlamışlar. Karadenizliyi genelde salak, avanak, bön, aptal ve aşağılayıcı duruma düşürmeye çalışmışlardır. Aslında Karadenizli bunların tam tersidir. Karadenizli yaratıcıdır. Karadenizli uyanıktır. Karadenizli çalışkandır. Karadenizli hırslıdır. Karadenizli bağımsızdır, emir altına girmeyi sevmez. Karadenizli yükselmeyi sever. Karadenizli bir işe girdi mi, oişte mutlaka zirveye ulaşır. Karadenizli bütün bu ve daha sayamayacağımız özelliklerinden dolayı diğer toplumdan kolaylıkla sivrilir. Bu onu çekilme yapar. Herkes Karadenizliyi kıskanır. İşte bu kıskanmadır ki Karadenizliye aşağılayıcı olarak yansır.”(Albayrak, )

[29] Çoban Karadeniz fıkralarının yabancı uygulamalarla kirletilmek istendiğine dikkati çekmiştir: “Bu fıkraların asıl tipleri olan Temel, Dursun, Fadime birer sembolik anıttır. Bunların yerine (Nataşa) gibi ilgisiz ve olumsuz örnekler asla konulmamalıdır. Son zamanlarda, bu asıl tipler adına uydurulan seviyesiz fıkralar, asıl tiplerimizin manevi kişiliğini zedelemiştir” (Karadeniz fıkralarının özellikleri. Ntv MSNBC- 5 Mayıs )

[30] Karadeniz Fıkraları Ajansı Sahibi Hikmet Aksoy, `Karadeniz insanı çalışkanlığı, enerjisi ve kıvrak zekasıyla fıkralara konu oluyor. Ancak yayınlanan fıkraların birçoğu Karadenizlileri aşağılıyor` derken İskoç, Slovak, Fransız, Amerikan fıkralarının değiştirilip Karadeniz insanına uyarlandığını çeşitli örneklerle göstermiştir (&#;Temel`in fıkralarıyla oynamayın&#; Akşam Gazetesi 14 Ağustos )

[31] Bitik,

[32] Çelik,

[33] Bölge köylerinde neredeyse her evde bulunan uydu anteninden ulusal Tv kanallarının izlendiği, neredeyse her yaşlının kış mevsimlerini İstanbul’da çocuklarının yanında geçirdiği göz önüne alındığında ne derece özgün derleme yapılabileceği tartışılabilir olup, derleme yöntemini Şalpazarı Dernekler Federasyonu başkanı Harun Özdemir’in yaptığı gibi sorgulanmıştır: “Yazdığı kitaptaki derlemeleri aldığı kişiler anlattıkları bilgileri yaşadıkları bölgeye mi ait olarak anlatmışlardır, yoksa ben böyle bir fıkra biliyorum ama hangi ülkenin fıkrasıdır bilemem deyip anlatılan, konuşulan tarihsel ve bölgesel dayanağı olmayan. Yöre insanı tarafından halen dahi bilinmeyen bir fıkrayı Çepni Türk kültürü diye bölgenin de dışında tüm Türk milletine karşı yapılmış bir saygısızlık olarak addediyoruz”. <funduszeue.info?option=com_content&view=article&id=fkra-rezaleti&catid=haberler&Itemid=>

[34] “…Fıkra bir edebi türdür. Belli bir geleneği, icra töresi ve aktarım şartları vardır. Fıkralar bütün bu nitelikleri dikkate alınarak değerlendirilir. Folklor ürünleri bilgilendirme amacı taşımazlar. Mesajı belli bir metaforlara, dikte ederek değil hissettirerek verirler. Bu anlamda üzerinde çalışan kişiler tarafından herhangi bir şahsi tercihle sansüre tabi tutulmaları mümkün değildir. Kendi bütünlükleri içinde ele alınmaları şarttır. Bölgemiz halk bilim ürünleri üzerine yazılan ulusal ve uluslararası makale ve kitaplarda çok eski tarihlerden itibaren bu meselelerin ele alındığı ve bu anlamda onlarca metin yayınlandığı görülür”

[35] &#;Kızdıran fıkra alıntı çıktı&#; Hürriyet Gazetesi 20 Eylül ; “&#;Temel’in umudu AB&#; 1 Ağustos Günebakış Gazetesi <funduszeue.info?id=>

[36] Trabzon&#;un Arsin ilçesindeki Sabah Baskı Tesisleri gece kurşunlanmış, gazetenin Trabzon’da satılmaması için kampanyalar düzenlenmiştir.

[37] 8 Şubat <funduszeue.info>

[38] 2 Ağustos <funduszeue.info>

[39] 25 Kasım <funduszeue.info>

Ayrıca Oku: Fıkra Nedir?

FIKRA (Arapça fıkra). Güldürücü küçük hikâye:, Nasreddin Hoca’ya, Karagöz ile İncili Çavuş’a, Bekri Mustafa’ya, Bektaşilere ait fıkralar da mütehassıslarından öğrenilmeli­dir (Ziya Gökalp). Siyasî ve aktüel konular üstüne yazılmış, genellikle gazete ve dergilerde yayımlanan kısa yazı: Şimdi, bütün gazetelerimizin sayfa köşelerini tutan fıkra çeşidini Mahmııd Sadık’la Ah­met Rasim üstatlarımız getirmişlerdir ba­sınımıza (Y.Z. Ortaç).

Fıkra yazarı. Kanun maddelerinin bölümlerin­den her biri. Herhangi bir yazıdaki parag­raf, cümle. Eskiden  Fıkrahan, hikâye okuyan veya söyleyen kişilere denilirdi.

Fıkra Nedir?

Kısa ve yoğun ifade ta­şıyan güldürücü fıkralar, bir düşünceye ör­nek göstermek, herhangi bir durumu açık­lamak veya sadece eğlendirmek için halk arasında sık sık anlatılır. Sözlü gelenekte bu fıkralar çok zengin bir şekilde yaşamak­tadır. Ayrıca lâtife mecmuası şeklindeki e-serlerde çok eskiden beri biraraya toplanmış örnekleri de vardır. (Mesela Lâmiî’nin [ ] Letâifnamesi.) Bu mecmualardaki fık­raların bir kısmı utandırıcı niteliktedir. Ba­zı fıkralar belli halk tiplerini kahraman ola­rak alır. Bu tiplerin kimisi Nasreddin Hoca, Bekri Mustafa, İncili Çavuş gibi tarihe mal olmuş sayılan kişilerdir. Fıkralarda halk tip­leri yanında Koca Ragıb Paşa, şair Fıtnat Hanım, şair Haşmet (XVIII. yy.) gibi tarihî kişiler de ele alınır. Bazı fıkraların kahra­manları Bektaşî, yörük gibi toplum zümre­lerinin temsilcileridir. Belli şahıslara bağ­lanmayan fıkralar arasında karı-koca, uşak- efendi v.b. fıkraları ile açık-saçık fıkralar yer alır.

Ayrı ayrı milletlerin halk edebiyatlarında karşılıklı etkilenmelerle meydana gelmiş or­tak fıkralar da vardır. Gazetelerin belirli sütunlarında günde­lik konularla ilgili küçük makale halindeki fıkralar, Türk edebiyatında Tanzimattan son­ra görülmeğe başlandı. Şinasi’nin, Namık Kemal&#;in bazı kısa yazıları bu türün ilk ör­nekleridir. Daha sonraları Ahmed Rasim, Cenab Şahabeddin, Ahmed Hâşim, Peyami Safa, Refik Halid Karay v.d. fıkra türünde eser verdiler. Basın hayatının gelişmesi ile edebî fıkra zamanla siyasî ve sosyal fıkra­dan ayrıldı.

FIKRA (Anatomi). Eskiden Omurga kemiği, omur.

Fıkarat (Anatomi). Eskiden. Omurlar. Fıkârat-ı acziye, sağrı omurları.

Fıkarât-ı katanîye, bel omurları.

Fıkarât-ı rakabiye, boyun omurları.

Fıkarât-ı us’usiye, kuy­ruk omurları.

Fıkarât-ı zahriye, sırt omurları.

FIKRACI Nükteli hikâyeler anlatan. Küçük maka­leler yazan: Fıkracılarınki gibi, karikatür-cülerinki gibi onlarınki de dünyanın felâketi ile alay etmektir (N. Ataç).

Fıkracılık Fıkra söyleme ve yazma işi: Fıkra gelsin mi? — İşin fıkracılık za­ten, İmam (M. Â. Ersoy). (M. L.)

 

Gomaşinen (92): Laz olmak

Ruşen Çakır, Gomaşinen&#;in bu bölümünde Laz olmayı anlattı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in bölümündeyiz ve Laz olmaktan bahsedeceğim. “Gomaşinen”, mâlûm, Lazca bir kelime ve bunu seçmemin nedenini de her yayın öncesinde söylüyorum: Ben Laz’ım; annem de Laz, babam da Laz; annem Artvin Şavşat doğumlu –aslen Hopalı–, babam da Hopalı. Lazlar zâten sayıca az bir topluluk. Doğu Karadeniz’in belli bir yerinden başlıyor. Çayeli’nden sonra başlıyor, Hopa’ya kadar gidiyor. Pazar, Ardeşen, Fındıklı, Arhavi, Hopa, Borçka’nın bir kısmı var. Hopa’nın eski nâhiyesi olan Kemalpaşa, yakın zamanda ilçe oldu, onu da sayabiliriz – ki benim bir yanım aynı zamanda Kemalpaşalıdır. Ama bir de değişik târihlerde, Batı Karadeniz’e ve ülkenin değişik yerlerine göçmüş Lazlar var. Ben bunların Hopalı olanlarındanım. İki ağabeyimden sonra Ortahopa Mahallesi’nde doğmuşum ve İstanbul’a geldiğimizde, ben dört ya da beş yaşlarındayken İstanbul’da Çağlayan’a yerleşiyor ailem. Benim Hopa’dan hatırladığım, çocuklukla ilgili hiçbir şey yok. Küçük kardeşim de İstanbul’da doğdu zâten sonradan. Dört erkek kardeşiz.

Biz Laz olma bilincine sâhip değildik. Laz olduğumuzu biliyorduk; ama bu Lazlık nasıl bir şeydir bunu hiçbir zaman bilmedik, merak da etmedik ya da ben ve çocuklar diyelim. İçimizde bir tek, kardeşlerden bir tek rahmetli ağabeyim Mehmet Ali, o gençken İstanbul’a gelindiği için Lazca’ya daha fazla hâkimdi. Küçük ağabeyim Hüsnü kısmen bilir. Ben hemen hemen hiç bilmem. Kardeşim Gürsel de pek bilmez; ama evde, İstanbul Çağlayan’da da, özellikle kadınlar ve yaşlı kadınlar –yani babaanne, anneanne gibi kadınlar– Lazca konuşurlardı. Önce Lazca konuşurlardı; sonra biz uyarınca, “Anlamıyoruz” deyince Türkçe’ye çevirirlerdi. Hattâ her seferinde rahmetli babaannem, biz anlamıyoruz deyince: “Ya, anlıyorsunuz, bal gibi anlıyorsunuz” deyip çok güzel bir İstanbul Türkçesiyle devam ederdi konuşmasına. Bir de tabii şöyle bir şey var: Özellikle kadınlar, çocukların duymasını istemedikleri şeyleri de aralarında Lazca konuşurlardı. Bir tür şifreli konuşmaydı. Bâzı kelimeleri anlayıp ne konuştuklarını kestirebiliyorduk; ama detaylara hâkim olamıyorduk.

Lazlıkla gazeteciliğin ne alâkası var? Gazetecilik anılarımda niye Lazlıktan bahsediyorum? Çünkü benim Laz olduğumu keşfetmem, daha doğrusu Laz olduğumuzu bilip de bunun bir anlamı olduğunu keşfetmem, gazeteciliğimin belli bir aşamasında oldu. Bu da benim gazeteci olmamla alâkalı değil tabii; Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ilgili bir şey. Zîra Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, dünyanın ve bir ölçüde de Türkiye’nin dengeleri bayağı bir değişti. Özellikle biz Lazlar için, Sarp Sınır Kapısı’nın açılmasıyla berâber, Gürcistan’dan insanların karayoluyla da gelmesiyle berâber ve de Türkiye’den de Gürcistan’a insanların gitmesiyle berâber çok yoğun bir trafik oldu ve bu trafiğin içerisinde tabii birtakım olaylar, ticâret ya da seks işçiliği vs. gibi şeyler de kamuoyunun çok diline düştü; ama esas olarak bizi ilgilendiren kısmı, biz Lazları ilgilendiren kısmı, diğer taraftaki uzaktan ya da yakından akrabalarımızla direkt ilişkiyi yıllar sonra kurabilmek oldu. Gelenler oldu, gidenler oldu. Meselâ ağabeyim Hüsnü, ilk fırsatta –çok meraklıdır böyle şeylere– hemen gitti Batum’a, oralarda dolaştı, etti. Akrabaları buldu, onların evlerinde kaldı vs. ve buraya da çok sayıda kişi geldi. Laz olan, uzaktan yakından akraba olan kişiler.

Şimdi benim için en anlamlı olaylardan birisi: Rahmetli amcamın kızı Nilgün Abla’nın –erken yaşta kaybettik kendisini– eşi Mustafa’nın –o da Hopalı– Sarp’ın diğer tarafında, yani Batum’da yazıştığı, görüştüğü, akrabaları var ve onlardan bir kadın İstanbul’a geliyor ve onlara misafir oluyor ve şöyle bir konuşma geçiyor kadınla Nilgün Abla arasında — ikisi de Laz. Nilgün Abla diyor ki: “Ama ben Türk’üm” diyor. O da diyor ki: “Ya, sen Türk’sen, biz akrabayız. Sen Türk’sen ben de Türk&#;üm.” O duruyor, “Yok, sen Rus’sun” diyor. Bu olayı bana aktardı ve şey diye sordu — ben ailenin hani her şeyi bilen adamı olarak: “Ya, böyle böyle… Haklı mı? Ne diyeceğimi bilemedim. Sen bilirsin” dedi. Açıkçası ben de bilmiyordum. Bizim Lazlar’ın, hepsi olmasa bile büyük bir kısmının durumu şu aslında: Kültürel anlamda dilin unutulması, kültürel şeylerin unutulması gibi olaylar tabii ki var –kabaca buna asimilasyon denebilir–, ama Lazlar’ın ve belki de Türkiye’de başka birçok etnik grubun yaşadığı olay bir nevi gönüllü asimilasyon. Yani bundan çok rahatsız olunduğuna ben şâhit olmadım. Özellikle çocukluk yıllarımda, bütün o akraba çevrelerinde, bu bir rahatsızlık meselesi değildi; hattâ Lazca çok da fazla mecbur kalınmadıkça konuşulmayan bir dildi ve özellikle bizlerin, çocukların bilmesi çok da fazla istenen bir şey değildi. Bu bir korkudan, çekinmeden kaynaklanmıyordu benim gördüğüm, hatırladığım kadarıyla. Bu durumda, herhalde bizlerin Türkiye’de birtakım şeylerden geri kalma ihtimâlimizden endîşeleniyorlardı. Yani tam bir gönüllü entegrasyon vardı. Bir ayrı-gayrı gözetme olayı yoktu; ama işin rengini değiştiren bir olay, bu hâlâ yaşanan bir olay: Laz diye bir kimlik var, ama Türkiye’de insanların Laz deyince aklına gelen aslında bizler değiliz. Bizler de belki varız; Doğu Karadeniz, ama özellikle Trabzonlular ve Rizeliler geliyor akıllara. Rize’nin bâzı ilçeleri, evet, Laz; ama daha çok Laz olmayan ilçeleri akla geliyor diyelim. “Laz müteahhit” diye bir şey var. Benim tanıdığım akrabalarım içerisinde müteahhit olan insan sayısı çok azdı. Var tabii ki; ama Laz müteahhit dendiği zaman esas kastedilenlerin, daha çok Trabzonlu ve Rizeliler olduğunu biliyorum. Böyle bir karışıklık var… Bu bir rahatsızlık yaratıyor. Bir de fıkralar var tabii ki. Bunlar rahatsızlık yarattı; ama bunlara karşı böyle toplu hâlde ya da ortak, kolektif bir karşı duruş filan olmadı. Daha çok oluruna bırakıldı; ama işin rengi 80’li yıllardan sonra değişti Türkiye’de. Daha Sovyetler Birliği dağılmadan önce, Lazlar’ın içerisinde –belki de Kürt hareketinin Türkiye’de yarattığı atmosferle ilgilidir– bir arayış başladı. Kültüre, dile sâhip çıkma başladı. Meselâ Ogni çıktı, Lazlar’ın bir dergisi olarak. Birtakım müzik grupları çıktı vs. ve yavaş yavaş bir şeyler başladı ve bu başlayan şeylerin içerisinde de, hepsi olmasa bile önemli bir yerinde, en azından ilk başlatanların bir kısmı, 70’li yıllarda sol hareketin, sosyalist solun içerisinde yer almış bâzı kişilerdi. Yani bir tür sosyalist solun, 12 Eylül sonrası yaşadığı büyük yıkım ve yenilginin ardından bir savrulma yaşandı ve bu savrulmanın içerisinde bâzı Laz sosyalistler diyelim, sosyalist kimliklerini bırakmadan, ama Lazlık meselesini öne çıkararak birtakım faaliyetlere girdiler. Tıpkı Alevîlerde de Alevî hareketinin sonrası Türkiye’de yükselişe geçmesinde de meselâ benzer bir olay oldu. Bunun taşıyıcılarının büyük bir kısmı 70’li yıllarda sol hareketlerde yer almış, kimisi yurtdışına kaçmak zorunda kalmış, kimisi hapis yatmış, işkence görmüş çok sayıda insan var. Böyle bir atmosferde tabii ki diğer hareketler gibi, bir Kürt hareketi ya da Alevî hareketiyle kıyaslanacak kadar bir gücü yoktu Laz hareketinin –ki böyle bir hareket yok aslında, şimdi kolaylık olsun diye söylüyorum–; küçük küçük birtakım çalışmalar, dernekler, vakıflar başladı. Adım adım gitti ve öteki taraftan, yani Gürcistan&#;dan gelenlerle birlikte işin rengi iyice değişti.

Benim bu olaylarla kişisel olarak ilk yüzleşmem, Lazlar’ın Târihi diye bir kitap buldum, piyasada satılıyordu. Şimdi yazarlarını filan hatırlamıyorum (Muhammed Vanilisi, Ali Tandilava, Ant Yayınları, , İstanbul). Büyük bir heyecanla okudum. Çok etkilendim ve onun üzerine bir yazı yazdım ve bu yazıyı da Cumhuriyet Kitap Eki’nde –Şahin Alpay yönetiyordu o sırada– yayınladılar. Bayağı uzun bir yazı yazmıştım. Ama olayın o kadar dışındaydım ki, o kitap aslında Türkiye’de Laz hareketini oluşturmaya çalışan insanların hoşlanmadığı bir kitapmış. Daha çok Gürcü tezlerinin öne çıktığı bir kitapmış vs.. Ben bunları bilmeden, tam saftirik bir şekilde kapıldım. Ama yine de hâlâ çok etkisi vardır; yani benim için çok önemli bir şey olmuştu. Onun ardından, ben o yazıyı yazınca, birtakım insanlar benim Laz olduğumu da öğrenip benimle bunu konuşmaya başladılar — özellikle Lazlar tabii ki. O arada insanlarla konuştum ettim; ama diğer işlerim çok daha önemli olduğu için, baskın olduğu için, çok fazla bu konuyla ilgilenemedim. En önemli sorunlardan birisi de dil meselesi. Dil bende yoktu. Yani birkaç kelimeden ibâret bir şeydi. Yıllar sonra öğrenmeye çalıştım. Laz Kültür Derneği’nin başı Memedali Beşli – ki birkaç yayına da çıktı bizde, aslen avukattır. Ben o sırada Vatan gazetesinde çalışıyordum. Küçük bir odam vardı. Çağlayan’da, Çağlayan Âbide-i Hürriyet’in orada bir yerimiz vardı. Memedali geliyordu, bana özel ders veriyordu; ama yürütemedim. Onun da işleri vardı; ama esas benim işlerim çok karışıktı, İstanbul dışına çok sık çıkıyordum ve de öğrenme niyetim vardı; ama öğrenebilecek durumda değildim maalesef. Ama hâlâ o defteri saklarım — kırmızı kaplı güzel bir defter, bir yerden, bir şirketten hediye gelmişti. Birtakım kelimeler, alfabe vs. filan, ona yazıyordum. O içimde bir ukdedir.

Hiçbir zaman dili öğrenemedim, artık öğrenebileceğim yok. Zâten bunu da söyleyip duruyorum. Ama Laz olduğumu alenen söylemeye ve bir anlamda da birilerinin gözüne sokmaya başladım. Özellikle ne zamandır yapmıyorum; ama kitaplarımda, kitaplarımın biyografik kısmını, daha sonra kişisel web sayfamda ve biyografim olan her yerde işte; Hopa doğumlu – nokta – Laz – nokta – diye gittim ve gidiyorum. Bunu ilk böyle yaptığım zaman, hiç unutmuyorum Amerika&#;da bir profesör –değişik birisidir, adını vermeyeyim– bana çok kızdı; “Ne alâkası var? Nereden çıktı bu Lazlık?” filan. “Öyleyim yani” dedim. “Niye söylüyorsun?” diye şey yaptı. Çok şaşırmıştım. Ama orada da gördüm ki insanlar rahatsız oluyor ve orada dedim ki: “Rahatsız oluyorlarsa iyi bir şey yapıyorum.” Yani benim bunu yazmam aslında çok da fazla bilerek yapılan bir şey değil. Bu bir milliyetçilik falan hiç değil. Yani normal şartlarda yurtdışına filan gittiğim zaman, şurada burada rahatlıkla kendimden Türk gazeteci olarak bahsediyorum, bundan yüksünmüyorum. Ama Türkiye’de Lazların varlığına –sayıca az olabiliriz; ama varız ve hep bu topraklarda yaşamış bir topluluğuz– kendimce bir katkıda bulunmak istiyorum. Bu konuda çok daha ciddî çalışanlar, okullarda seçmeli ders olarak Lazca’nın seçilmesi için uğraşanlar, dersler verenler, özel kurs açanlar, yerel olarak, özellikle memlekette, yani işte bizim Doğu Karadeniz’in, Lazlar’ın yaşadığı bölgelerinde radyo kanalları açanlar, dergiler çıkartanlar, Lazca müzik yapanlar var. Onların çabası çok daha güçlü. Çok da takdir ediyorum, imreniyorum. Elimden geldiğince katkıda da bulunmaya çalışıyorum. Örneğin Medyascope’u daha ilk başlattığımız, Periscope yayınlarıyla başladığımız dönemlerde, Habertürk’teki odamda benim ilk yaptığım yayınlardan birisi Laz kültürü üzerineydi ve konuğum bu konuda araştırma yapan bir arkadaştı. Onunla yaptık. Daha sonra Medyascope’ta da yaptık ve ben bir dönem –bilenler olacaktır– daha Medyascope yokken, gazete yazılarımı yabancı dillere çevirtmeye başladım ve onları da kişisel web sayfama koymaya başladım. İngilizce, Almanca, Fransızca çeviriler yapıldı. Kürtçe çeviriler yapıldı, onları da koydum. İçerisine Lazca da yaptım ve bunu çevirecek birisini buldum — tabii bunları belli bir ücret karşılığı yaptırıyordum. Hattâ, yaptırdığım çeviriler çok alâkasız. Yani Kürt sorunu üzerine, İslâmcılık üzerine vs. Vatan gazetesinde yazdığım köşe yazılarım. Bâzılarını çevirttim, kendi sayfama koydum. Hattâ o benim Lazcaya çevrilmiş yazılarımı, Lazca çıkan bir dergi de benden izin alarak yayınladı. Böyle bir şeyle, buna sâhip çıkmaya, elimden geldiğince katkıda bulunmaya çalıştım. Ama yapabildiklerimin, kapasitemin altında olduğunun farkındayım. Kapasitem derken; benim doğrudan Laz kültürüme âşinâlığım ya da hâkim olmam söz konusu değil; ama bu konuya kendini veren birçok insana göre daha geniş imkânlarım, ilişkilerim vs. var. Bunu hep aklımın bir yerinde tutuyorum ve elimden geldiğince bu konuda katkıda bulunmaya çalışıyorum. 

Buradaki mesele şu: Şimdi Türkiye’de Kürt meselesinin bu kadar yükselişiyle, gündemde yer almasıyla birlikte, kimlik politikalarının öne çıkmasıyla birlikte işler iyice karıştı. Çok kaotik bir hal aldı. Aslında bu bir yere kadar iyi de bir şey. Çünkü halının altına süpürülen bir yığın şey gün yüzüne çıktı. Bu herkes için geçerli; sâdece devletle alâkalı bir şey değil. Meselâ ben Galatasaray Lisesi’ne gittim ilkokuldan sonra. İlkokuldayken Çağlayan’ın ilk kısmındaydık, yani Çağlayan’ın girişindeydik. Orada esas olarak Karadenizliler ve Doğu Karadenizliler yaşardı. Bir kısmı da Laz’dı. Biz bir küçük Karadeniz ortamında yaşadık ve benim ilkokuldayken şivem vs. filan hep vardı. Daha sonra yatılı olarak Galatasaray Lisesi’ne gittiğim zaman, orada ilginç bir şekilde, tam Amerikalıların “melting pot” dedikleri bir şeyin içerisinde hepimiz kaynaştık. Zengini, fakiri, Alevîsi, Sünnîsi, Lazı, Kürdü, Ermenisi, Yahudisi… Ermeni, Yahudi olanlar daha bir belli oluyordu adlarından vs., ama onlar da Ermeni ve Yahudi oldukları için özel olarak bir ayrımcılığa filan tâbî olmuyorlardı — özellikle yatılı okuyanlar için söylüyorum bunu. Çok acayip bir şekilde her şey iç içe geçmişti. Yıllar sonra kimin ne olduğunu öğrenmeye başladık. Yani bu yıllar sonra dediğim, meselâ mezunlar bir araya geldiği zaman, Pilav’da vs.. Meselâ bizim bir arkadaşımızın ikinci adı Cem’di. O Cem isminin, Alevî olduğu için babası tarafından kendisine özel olarak verildiğini ben gerçekten 30 yaşıma geldiğimde öğrendim — en yakın arkadaşlarımdan birisi olmasına rağmen. Daha sonra, Galatasaray’da ortaokulda okurken, sol hareketin içerisine, devrimci hareketin içerisine girdim, girdik. Orada da bu tür kimlik meseleleri hiç konuşulmadı. Arada bir Kürt meselesinin lâfı geçiyordu; ama içimize çok fazla Kürt de yoktu. Meselâ Alevî olanları az buçuk biliyorduk; ama böyle kimlik politikaları hiç yoktu. Kimlik meselesi hiç yoktu. Kimileri bunun çok iyi bir şey olduğunu söylüyor. Ben buna hâlâ çok emin değilim. Kafamın net olduğunu da söyleyemem. Ama insanların bu kadar kendi kimliklerinden habersiz olmaları –hani o kutsal dâvâlar adına– ne kadar iyi, açıkçası çok emin değilim. Nitekim demin de söylediğim gibi; o büyük yenilginin ardından, herkes ilk başta o kimliklerine sarıldı. Herkes olmasa bile, önemli bir kısmı kimliklerine sarıldı. Benim bu anlamda özel olarak sarıldığım çok fazla bir kimlik olmadı, belli bir süre. Mesleğim gazeteciliğe, bir ölçüde Galatasaraylılığa –işte benim kimliklerim, çok ilginç– yani Laz olmak, en son haberimin olduğu, yani sâhiplendiğim diyelim. Solculuk: Hayâtım boyunca, kendimi 14 yaşından beri hissettiğim ve hiçbir zaman bırakmayı asla düşünmediğim bir kimliğim diyeyim, en baskını. Galatasaraylılık –ki onu daha önce de anlattığımı sanıyorum: Ben lisedeyken Fenerbahçeli’ydim ve okulda okurken de sol hareket içerisindeyken, “Galatasaraylılık” denen şeye bir tür savaş açmıştım, cephe almıştım. Ama daha sonra, önce Galatasaraylı oldum, sonra da Galatasaraylılık denen şeyin aslında o kadar da kötü olmayabileceğini –kötü yönleri tabii ki var– ama kötü olmayabileceğini keşfettim ve şu hâliyle bakıldığı zaman sol ve Galatasaray, gazetecilik — bu artık bir kimlik oldu bende kaçınılmaz olarak. Bütün eleştirilerime, pişmanlıklarıma rağmen sevdiğimi düşünüyorum ve benimsedim artık, istesem de kurtulamam. Aslında ilk olanı en geç kattım ve onda hâlâ çok eksiklerim var. Tamamlayamadan öleceğim herhalde, onun farkındayım. Ama en azından bu kimliğimi deklare etmeyi tercih ediyorum, deklare etmekten hiçbir şekilde yüksünmüyorum. Birilerinin rahatsız olması da beni çok da fazla –nasıl diyeyim?– rahatsız etmiyor. Yani birileri rahatsız oluyorsa, aslında çok da yanlış bir şey olmadığını düşünüyorum.

Şimdi düşünüyorum. Hayâtımda değişik yerlerde tanıdığım bâzı insanların Laz olduğunu öğrendiğimde: Meselâ Mehmet Bekâroğlu’yla ilk Trabzon’da bir kitapçıda karşılaştık, tanıştık. Trabzon’da çok ilginç bir İslâmcı dergi çıkartıyorlardı. Orada bayağı bir, hemen birbirimize kanımız ısındı ve bir öğrendim ki Mehmet Bekâroğlu, Trabzon’da Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde hoca; ama aslen Fındıklılı. Aslında bizim Lazca deyimle “Viçeli” ve hattâ belli bir yerden sonra biz baş başa olduğumuzda, o bana şey demişti: “Ya, sen solculuğu bırak. Ben İslâmcılığı bırakayım. Şu Laz meselesi için bir şeyler yapalım” diye böyle bir şaka yapmıştı. Yıllar sonra “Gomaşinen”in adını düşünürken ilk başvurduğum kişilerden birisi de Bekâroğlu’dur. “ ‘Hatırlıyorum’ nasıl denir?” dediğimde, hemen bana “Gomaşinen”i söyleyenlerden. Birkaç kişiye birden sordum, aynı anda cevap geldi. Birisi Bekâroğlu’ydu. Yaşar Yakış’la olan hikâyemi anlatmıştım. O Kahire Büyükelçisi’yken, Lazca bilmediğim için benim Laz olamayacağını söyleyip, benimle dalga geçmişti. O da Lazca’ya özellikle çok hâkim birisidir. Onun dışında birtakım sporcular, futbolcular filan duyuyorum, Laz olan. Ama benim için en anlamlı kişi –kamuoyu bunu pek bilmiyor ama– bu meşhur aşıyı bulan ekipten Özlem Türeci. Onun da Bekaroğlu’nun hemşehrisi olduğunu ve Viçeli bir Laz olduğunu öğrendiğimde ayrıca sevindim. Zâten karı koca ikisini de takdir eden birisiydim. Ona ayrıca sevindim. Buna ayrıca seviniyor olmakla insan milliyetçi olmaz. Ben milliyetçi olduğumu hiçbir zaman düşünmüyorum. Ne Türk milliyetçisi, ne Laz milliyetçisi. Kendimi bildim bileli daha bir milliyetler-üstü, enternasyonalist bir çizgide olmaya çalıştım. Başarıp başaramadığımı bilmiyorum; ama enternasyonalist de olmak isteseniz —beynelmilelci değil mi o? Sırrı Süreyya’nın mıydı? Filmi vardı–, onu olmak isterseniz de öncelikle kendi kimliğinizden haberdar olmanız gerekiyor diye düşünüyorum.

Evet en azından şunu söyleyebilirim; kamuoyunda yalan yanlış yaratılan bütün o şeylere rağmen, Laz olmak öyle komik ya da kötü filan bir şey değil. Herkes gibi o da bir etnik grup, bir topluluk ve öteden beri bu coğrafyada yaşayan bir topluluk. Ulus-devletlerin çıkmasıyla berâber aralarında kopukluklar vs. olmuş. Dînî farklılıklar oluşmuş vs.; ama bir şekilde yoluna devam ediyor. Umarım tüm kültürel zenginlikler gibi, Lazlar’ın da kültürel varlıkları kaybolmaz ve zenginleşerek devam eder, gelecek nesillere kalır. Şahsen bu konuda çok fazla bir katkım olmadığını biliyorum ve bu da beni gerçekten mahçup ediyor; ama yapabileceğim bu kadar — daha doğrusu yapabileceğim şeyler olabilir, ama yapamadım. Şimdiden bu konuda herkesten özür diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası