atatürk e mektup okul öncesi / Çocuklardan Başöğretmen'e mektuplar

Atatürk E Mektup Okul Öncesi

atatürk e mektup okul öncesi

Mustafa Kemal Atatürk

"Atatürk", "Mustafa Kemal" ve "Mustafa Kemal Paşa" buraya yönlendirilmektedir. Diğer kullanımlar için Atatürk (anlam ayrımı), Mustafa Kemal (anlam ayrımı) ve Mustafa Kemal Paşa (anlam ayrımı) sayfalarına bakınız.

Halaskâr[a]·Gazi·Mareşal· Başöğretmen · Ebedi Şef[b]
Mustafa Kemal Atatürk

P.8[1]

'larda Atatürk
1.Türkiye cumhurbaşkanı
Görev süresi
29 Ekim &#;- 10 Kasım
Başbakan İsmet İnönü(, )
Fethi Okyar()
Celâl Bayar()
Yerine geldiğiMakam oluşturuldu
Yerine gelenİsmet İnönü
1. İcra Vekilleri Heyeti reisi
Görev süresi
3 Mayıs &#;- 24 Ocak
Yerine geldiğiMakam oluşturuldu
Yerine gelenFevzi Paşa (Çakmak)
Türk Ordusubaşkumandanı
Görev süresi
5 Ağustos &#;- 29 Ekim
Atayan Türkiye Büyük Millet Meclisi
1. Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanı
Görev süresi
24 Nisan &#;- 29 Ekim
Yerine geldiğiMakam oluşturuldu
Yerine gelenFethi Okyar
1. Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanı
Görev süresi
9 Eylül &#;- 10 Kasım
Yerine geldiğiMakam oluşturuldu
Yerine gelenİsmet İnönü
Türkiye Büyük Millet Meclisi
1, 2, 3, 4 ve 5. dönem milletvekili
Görev süresi
23 Nisan &#;- 10 Kasım
Seçim bölgesi
Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti umumî reisi
Görev süresi
7 Eylül &#;- 9 Eylül
Heyet-i Temsiliye reisi
Görev süresi
24 Ağustos &#;- 9 Eylül
Fahri yaverân-ı hazret-i şehriyâri
Görev süresi
15 Ağustos &#;- 9 Temmuz
Hükümdar VI. Mehmed
9. Ordu kıtaatı müfettişi
(sonradan 3. Ordu müfettişi)
Görev süresi
16 Mayıs &#;- 9 Temmuz
Yıldırım Ordular Grubu kumandanı
Görev süresi
31 Ekim &#;- 7 Kasım
Yerine geldiğiOtto Liman von Sanders
7. Ordu kumandanı
Görev süresi
7 Ağustos &#;- 7 Kasım
Yerine geldiğiFevzi Paşa
2. Ordu kumandanı
Görev süresi
7 Ağustos &#;- 7 Kasım
Yerine geldiğiAhmed İzzet Paşa
Kişisel bilgiler
Doğum Ali Rıza oğlu Mustafa

Selanik, Selanik Vilayeti, Osmanlı İmparatorluğu
Ölüm 10 Kasım (57&#;yaşında)
Dolmabahçe Sarayı, İstanbul, Türkiye
Ölüm nedeni Siroz
Defin yeri Etnografya Müzesi, Ankara(21 Kasım - 10 Kasım )
Anıtkabir, Ankara
(10 Kasım 'ten beri)
39°55′30″K32°50′13″D / °K °D / ;
Milliyeti Türk
Partisi Flag of the Republican People's Party (Turkey).svgCumhuriyet Halk Partisi
Diğer siyasi
bağlantıları
Vatan ve Hürriyet Cemiyeti
İttihat ve Terakki Cemiyeti
Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti
Evlilik(ler)

Latife Hanım
(e.&#;; b.&#;)

Bitirdiği okul Mekteb-i Harbiye-i Şahâne
Mekteb-i Erkân-ı Harbiyye-i Şâhâne
Mesleği Asker&#;· Siyasetçi
Hükûmeti I. İcra Vekilleri Heyeti
Ödülleri Liste (24 madalya)
İmzası
Askerî hizmeti
Takma adı Mustafa Şerif Bey(Trablusgarp Savaşı'nda)
Bağlılığı Osmanlı İmparatorluğuOsmanlı İmparatorluğu
Flag of the Ottoman Empire (–).svgAnkara Hükûmeti
TürkiyeTürkiye Cumhuriyeti
Branşı Piyade[1]
Hizmet yılları
Rütbesi Müşir ().pngMüşîr
('ten sonra mareşal.)
Komutası
Çatışma/savaşları 31 Mart Ayaklanması
Trablusgarp Savaşı
I. Dünya Savaşı
(Çanakkale Cephesi&#;·Kafkasya Cephesi&#;·Sina ve Filistin Cephesi)
Türk Kurtuluş Savaşı
(Batı Cephesi)

Mustafa Kemal Atatürk[c] (,[d]Selanik, Osmanlı İmparatorluğu - 10 Kasım , İstanbul, Türkiye), Türkasker ve devlet adamıdır. Türk Kurtuluş Savaşı'nın başkomutanı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilkcumhurbaşkanıdır.

I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusunda görev yapan Atatürk, Çanakkale Cephesi'nde miralaylığa, Sina ve Filistin Cephesi'nde ise Yıldırım Ordular Grubu komutanlığına atandı. Savaşın sonunda, Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisini izleyen Kurtuluş Savaşı ile simgelenen Türk Ulusal Hareketi'ne öncülük ve önderlik etti. Türk Kurtuluş Savaşı sürecinde Ankara Hükûmetini kurdu, Türk Orduları Başkomutanı olarak Sakarya Meydan Muharebesi'ndeki başarısından dolayı 19 Eylül tarihinde "gazi" sanını aldı ve mareşallik rütbesine yükseldi. Askerî ve siyasal eylemleriyle İtilaf Devletleri ve destekçilerine karşı yengi kazandı. Savaşın ardından Cumhuriyet Halk Partisini "Halk Fırkası" adıyla kurdu ve ilk genel başkanı oldu. 29 Ekim 'te Cumhuriyetin İlanı ardından Cumhurbaşkanı seçildi. 'deki ölümüne dek dört dönem bu görevi yürütmüş olup günümüze değin Türkiye'de en uzun süre cumhurbaşkanlığı yapmış kişidir.

Atatürk; çağdaş, ilerici ve laik bir ulus devlet kurmak için siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda sekülarist ve milliyetçi nitelikte yenilikler gerçekleştirdi. Yabancılara tanınan ekonomik ayrıcalıklar kaldırıldı ve onlara ait üretim araçları ve demir yolları millîleştirildi. Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu ile eğitim, Türk hükûmetinin denetimine girdi. Seküler ve bilimsel eğitim esas alındı. Binlerce yeni okul yapıldı. İlköğretim ücretsiz ve zorunlu duruma getirildi. Yabancı okullar devlet denetimine alındı. Köylülerin sırtına yüklenen ağır vergiler azaltıldı. Erkeklerin serpuşlarında ve giysilerinde bazı değişiklikler yapıldı. Takvim, saat ve ölçülerde değişikliklere gidildi. Mecelle kaldırılarak yerine seküler Türk Kanunu Medenisi yürürlüğe konuldu. Kadınların sivil ve siyasal hakları pek çok Batı ülkesinden önce tanındı. Çok eşlilik yasaklandı. Kadınların tanıklığı ve miras hakkı, erkeklerinkiyle eşit duruma getirildi. Benzer olarak, dünyanın çoğu ülkesinden önce olarak Türkiye'de kadınlara ilkin yerel seçimlerde (), sonra genel seçimlerde () seçme ve seçilme hakkı tanındı. Ceza ve borçlar hukukunda seküler yasalar yürürlüğe konuldu. Sanayi Teşvik Kanunu kabul edildi. Toprak reformu için çabalandı. Arap harfleri temelli Osmanlı alfabesinin yerine Latin harfleri temelli yeni Türk alfabesi kabul edildi. Halkı okuryazar kılmak için eğitim seferberliği başlatıldı. Üniversite Reformu gerçekleştirildi. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı yürürlüğe konuldu. Sınıf ve durum ayrımı gözeten lakap ve unvanlar kaldırıldı ve soyadları yürürlüğe konuldu. Bağdaşık ve birleşmiş bir ulus yaratılması için Türkleştirme siyaseti yürütüldü.

Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları, Türk Hava Yolları, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü, Hıfzıssıhha Enstitüsü, Türkkuşu, Sümerbank, Etibank, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Diyanet İşleri Başkanlığı ve daha birçok kamu kurumu Atatürk tarafından veya Atatürk'ün desteğiyle kuruldu. Yerli tarım, tekstil,[5][6][7] makine, uçak[8][9][10] ve otomobil[11] endüstrilerinin gelişimini destekledi. Tüm bunlara karşın Atatürk'ün hedefleri ile ülkenin sosyopolitik yapısı arasındaki uçurum kapanmadı.

Adı ve soyadı

Mustafa adını babası Ali Rıza Efendi kendi dedesinin adı olduğundan dolayı vermiştir. Çünkü Ali Rıza Efendi'nin babasının adı olan Ahmed adı ağabeylerinden birisine verilmişti.[13] Mustafa'ya neden Kemal isminin verildiğine yönelik ise çeşitli iddialar vardır. Afet İnan, bu ismi ona matematik öğretmeni Üsküplü Mustafa Efendi'nin Kemal adının anlamında olduğu gibi onun "mükemmel ve olgun" olduğunu göstermek için verdiğini söylemiştir.[14]Ali Fuat Cebesoy ise bu adı matematik öğretmeninin onu kendisinden ayırt etmek için koyduğunu belirtir.[15] Atatürk'ün bir biyografisini yazmış olan yazar Andrew Mango ise Mustafa'nın bu adı Namık Kemal'in adında "Kemal" bulunduğu için kendisinin koyduğunu iddia etmektedir.[16]

yılları arasında Gazi Mustafa Kemal unvan ve adıyla veya sadece Gazi unvanıyla anılan Mustafa Kemal'e 21 Haziran tarih ve sayılı Soyadı Kanunu'nun kabulünden sonra TBMM tarafından çıkarılan 24 Kasım tarih ve sayılı Kemal öz adlı Cümhur Reisimize verilen soyadı hakkında kanun ile Atatürk soyadı verilmiştir.[17][18] Yine aynı kanuna göre "Atatürk" soyadı veya öz adı başka kimse tarafından alınamaz, kullanılamaz.[19]

Gazi Mustafa Kemal'e Atatürk soyadı biraz yardımla Saffet Arıkan'ın armağanıdır. Soyadı Kanunu'nun çıkarıldığı sıralarda Mustafa Kemal Paşa için 14 soyadı adayı belirlenmiş, bunların arasından Atatürk soyadı, Naim Hazım Onat'ın tavsiyesi üzerine Mustafa Kemal Paşa'nın seçtiği soyadı olmuştur. Önerilen diğer soyadları şunlardır: Etealp, Arız, Ulaş, Yazır, Emen, Çogaş, Salış, Begit, Ergin, Tokuş, Beşe, Türkata (Türkatası). Saffet Arıkan'ın bulduğu soyadı Türkata ve Türkatası soyadıdır. Çankaya'da yapılan toplantıda liste okunduktan sonra Mustafa Kemal Paşa orada bulunan Naim Hazım Onat'a, "Siz ne dersiniz?" diye sormuş, Onat da şu cevabı vermiştir: "Türkata ve Türkatası kelimeleri gerek yazılışta gerek söylenişte bana biraz tuhaf geliyor. Arkadaşlar, biliyorsunuz tarihimizde Atabey unvanı vardır. Anlamı da askerlikte müşavir, hoca demektir. Bu unvanı taşıyan birçok Türk büyüğü vardır. Biz de Türk'e her alanda atalık etmiş, Türklüğü kurtarmış, istiklaline kavuşturmuş olan büyük Gazi'mize Atatürk diyelim. Bu bana şivemize de daha munis, daha uygun gibi geliyor." Bunun üzerine Gazi, Atatürk soyadını benimsemiştir.[20]

Atatürk, Mustafa Kemal adını askeriyede faaliyet gösterdiği yıllar içindeki gelişimi ve başarılarından mütevellit hak ettiği Bey (), Paşa () ve Gazi () unvanlarıyla birlikte kullandı ve hem yaşadığı dönemde hem de ölümünden sonra o adla tanınır oldu; cumhurbaşkanlığına seçildiği 'ten, kendisine Atatürk soyadının verildiği 'e dek gazete gibi medya organlarında ona sıkça "Gazi" denerek hitap edilirdi. 'te, Soyadı Kanunu'ndan sonra çıkarılan nüfus cüzdanlarından ikincisinde, Arapça bir ad olan Kemal'i milliyetçi tavrı doğrultusunda Eski Türkçede "büyük kale" anlamına geldiği iddia edilen[21]Kamâl[22] adıyla değiştirdi. ve 'te çıkarılan iki nüfus cüzdanına da Mustafa adı yazılmadı.

Atatürk'ün Kemal yerine kullandığı adla ilgili olarak Atatürk hayatta iken Anadolu Ajansı tarafından şöyle bir açıklama yapılmıştır:

"İstihbaratımıza nazaran, Atatürk'ün taşıdığı Kamâl adı Arapça bir kelime olmadığı gibi, Arapça Kemal kelimesinin delâlet ettiği manada da değildir. Atatürk'ün muhafaza edilen öz adı, Türkçe 'ordu ve kale' manasında olan Kamâl'dır. Son 'â' üstündeki tahfif işareti 'l'i yumuşattığı için, telâffuz hemen hemen Arapça 'Kemal' telâffuzuna yaklaşır."[23]

Ancak doğrudan doğruya kale ve ordu anlamına gelen kamâl sözcüğüne sözlüklerde rastlanılmamaktadır. Özbekçenin açıklamalı bir sözlüğü olan Oʻzbek tilining izohli lugʻati adlı sözlükte qamal sözcüğünün tanımında bu iki sözcük birlikte geçmektedir: Şehir, kale, ordu funduszeue.info teslim olmaya zorlamak amacıyla düşman koşunlarını kuşatmaya alma ve bu durumda tutma; kuşatma, muhasara.[24] Aynı sözcük Kazakçada "kale" ve "sur" anlamlarına gelmektedir.[25]

Atatürk, yılının mayıs ayından itibaren adının eski yazılışına (Kemal) geri döndü. Yumuşak bir geçiş yapmak için ya hiç kullanmayarak ya da belgelere "K. Atatürk" imzasını atarak bu ismi elinden geldiğince kullanmaktan kaçındı. Resmî bir açıklama hiç yapılmadı. Ancak Atatürk'ün adının geçtiği konunun Dil Devrimi ile bağlantılı olduğu açıktı.[4]

Çocukluk ve gençlik ()

Mustafa Kemal'in Manastır Mekteb-i İdâdî-i Şâhânesi karnesi
Harp Okulu'nda arkadaşları ile birlikte,

'da Kocacık'ta doğduğu sanılan[26] babası Ali Rıza Efendi, aslen Manastır'a bağlı Debre-i Bâlâ'dandır.[27]Falih Rıfkı Atay, Vamık Volkan, Norman Itzkowitz, Müjgân Cunbur, Numan Kartal ve Hasan İzzettin Dinamo'ya göre, babasının ailesi yüzyılda Anadolu'dan bölgeye göç etmiş olan Kocacık Yörüklerindendir.[26][27][28][29] Bazı yabancı kaynaklara göre ise babasının ailesinde Arnavut veya Slav kökenli Müslümanlar olabilir.[31][32] Ali Rıza Bey öncelikle dini vakıfları denetleyen bir memur olarak çalışmış, 93 Harbi öncesinde yıllarında yerel birliklerde gönüllü teğmen olarak görev yapmıştır.[33] Zübeyde Hanım ile evlendikten sonra Selanik'te gümrük memurluğu ve kereste ticaretiyle meşgul oldu.[35]

Annesi Zübeyde Hanım, yılında Selanik'in batısındaki Langaza'da çiftçi bir ailede doğmuştur. Annesinin kökeni ise Karaman'dan Rumeli'ye gelen Türkmenlerdendir.[36]

Ali Rıza Bey ile Zübeyde Hanım yılında evlendi ve Ali Rıza Bey'in babasına ait olan Yenikapı, Selanik'teki eve yerleştiler.[38][39] Atatürk, bu çiftin çocuğu olarak rumî (miladî ) yılında Selanik'te doğmuştur. Doğum günü bilinmemektedir. Kendisine sorulduğunda ise Samsun'a çıktığı 19 Mayıs tarihini doğum günü kabul etmiştir.[e][40] Fatma, Ömer, Ahmet, Naciye ve Makbule adlı beş kardeşinin ilk dördü küçük yaşta ölmüştür.[41][42]

Öğrenim çağına gelen Mustafa'nın hangi okula gideceği konusunda annesi ile babası arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Annesi Mustafa'nın Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebine gitmesini istiyor, babası ise o dönemki yeni yöntemlerle eğitim yapan seküler[33] Mektebi Şemsi İbtidai'nde (Şemsi Efendi Mektebi) okumasını istiyordu. En sonunda önce mahalle mektebine başlayan Mustafa, arkadaşının suçunu üstlenmesi neticesinde yediği falaka cezası sebebiyle bir daha bu okula gitmek istememiştir.[43] Birkaç gün sonra Şemsi Efendi Mektebine geçti.[44] Atatürk, okul seçimindeki bu kararı için hayatı boyunca babasına minnettarlık duymuştur.[33] 'de babasını kaybetti.[45] Bir süre Rapla Çiftliği'nde annesinin üvey kardeşi[33] Hüseyin'in yanında kalıp hafif çiftlik işleriyle uğraştıktan sonra, eğitimsiz kalacağından endişe eden annesinin isteğiyle Selanik'e döndü, halasının yanına yerleşti ve okulunu bitirdi.[47] Bu arada Zübeyde Hanım, Selanik'te gümrük memuru olan Ragıp Bey ile evlendi.[48]

Şimdi müze olan Koca Kasım Paşa Mahallesi Islahhane Caddesi'ndeki ev, 'te Rodoslu müderris Hacı Mehmed Vakfı tarafından yaptırılmış ve 'de yeni evlenen Ali Rıza Bey tarafından kiralanmıştır ancak o öldükten sonra Mustafa ve ailesi bu evden yanındaki 2 katlı, 3 odalı ve mutfaklı daha küçük bir eve taşınmışlardır.[49] Mustafa, seküler bir okul olan ve bürokrat yetiştiren Selânik Mülkiye Rüştiyesine kaydoldu.[33] Ancak muhitindeki askerî öğrencilerin üniformalarından da etkilenerek annesinin karşı çıkmasına rağmen 'te Selânik Askerî Rüştiyesine girdi. Bu okulda matematik öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey, ona anlamı "mükemmellik, olgunluk" olan Kemal ismini verdi.[51] Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Nakiyüddin Bey (Yücekök), özgürlük düşüncesiyle genç Mustafa Kemal'in düşünce yapısını etkiledi. 'te sınıf dördüncüsü olarak mezun oldu. Mustafa Kemal Kuleli Askerî İdadisine girmeyi düşündüyse de ona ağabeylik yapan Selânikli subay Hasan Bey'in Manastır'daki eğitimin daha iyi olduğu yönündeki tavsiyesine uyarak 'da Manastır Askerî İdadisine kaydoldu.

arasında eğitim gördüğü Manastır Askerî İdadisinde tarih öğretmeni Kolağası Mehmet Tevfik Bey (Bilge), Mustafa Kemal'in tarihe olan merakını güçlendirdi. Okulda Fransızca öğrendi, Selanik'te geçirdiği yaz tatillerinde de Fransızca kurslarına devam etti. 19 Nisan 'de başlayan Osmanlı-Yunan Savaşı'na gönüllü olarak katılmak istediyse de hem idadi öğrencisi olduğu için hem de 16 yaşında olduğundan dolayı cepheye gidememiştir. Kasım 'de Manastır Askeri İdadisinden sınıf ikincisi olarak mezun oldu.[57] 13 Mart 'da[58][59] İstanbul'da Mekteb-i Harbiye-i Şahaneye girdi. Harbiye'ye girdikten iki ay sonra sınıf çavuşu oldu. Birinci sınıfı , ikinci sınıfı , üçüncü sınıfı kişi arasından piyade sınıf sekizincisi ( - P.8) olarak bitirdi ve 10 Şubat 'de piyade mülazım (bugünkü ismiyle Teğmen) rütbesiyle kurmay subayların yetiştirildiği Harp Akademisine girmeye hak kazandı.[57]

Mekteb-i Harbiye-i Şahane'nin akabinde Erkan-ı Harbiye Mektebine (Harp Akademisi) devam etti ve kurmay subaylık eğitimi aldı. Harp Akademisi'ndeyken arkadaşları ile birlikte hükûmetin yönetimi ve politikaları konusunda fark ettikleri eksiklik ve hataları açıklamak için elle yazılmış bir gazete çıkardılar. Okul yönetimi tarafından takip edilseler de ceza almadılar ve okul bitene kadar gazete çalışmalarına devam ettiler. 11 Ocak 'te kurmay yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu.[62]

Askerlik ()

Erken dönem

Mustafa Kemal (Beyrut, ) (Renklendirilmiş)
Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal arkadaşları ile Şam'da. (Haziran )

Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, mezuniyetinin ardından merkezi Şam'da bulunan 5. Ordu'ya staj amacıyla gönderildi. Bu stajında piyade, süvari ve topçu sınıflarında görev aldı. yılları arasında Şam'da Lütfi Müfit Bey (Özdeş) 5. Ordu emrinde görev yaptı. İlk stajı 5. Ordu'ya bağlı Süvari Alayı'nda gerçekleşti.[63] Bu dönemde düşük rütbeli stajyer bir kurmay subay olarak Suriye'nin çeşitli bölgelerindeki isyanlarla ilgilenen Mustafa Kemal, "küçük savaş" (gerilla savaşı) üzerine tecrübe kazandı. İsyanlarla uğraştığı dört aydan sonra Şam'a döndü. Ekim 'da Binbaşı Lütfi Bey, Dr. Mahmut Bey, Lüfti Müfit (Özdeş) Bey ve askerî tabip Mustafa Cantekin ile Vatan ve Hürriyet adlı bir cemiyeti kurduktan sonra ordudan izinsiz Selânik'e gitti. Selânik Merkez Komutan Muavini Yüzbaşı Cemil Bey (Uybadın)'in yardımıyla karaya çıktı ve orada cemiyetinin şubesini açtı. Bir süre sonra arandığını öğrendi ve ona ağabeylik yapan Albay Hasan Bey, Tel Aviv'e dönüp oranın komutanı Ahmet Bey'e Mısır sınırında Bîrüssebi'ye gönderildiğini bildirmesini önerdi. Ahmet Bey de Mustafa Kemal'i Bîrüssebi'ye tayin etti ve bir süre sonra topçu staj için tekrar Şam'a gönderildi. 20 Haziran 'de Kolağası (kıdemli yüzbaşı) oldu ve 13 Ekim 'de 3. Ordu'ya kurmay olarak atandı[62] ancak Selânik'e vardığında 'Vatan ve Hürriyet'in şubesinin İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne ilhak edildiğini öğrendi. Bu yüzden kendisi de Şubat 'de İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye oldu (üye numarası: ).[65] 22 Haziran 'de Rumeli Doğu Bölgesi Demiryolları Müfettişliğine atandı.[62]

23 Temmuz 'de meşrutiyetin ilanından sonra Aralık sonlarında[66] İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından toplumsal ve siyasal sorunları ve güvenlik problemlerini incelemek üzere bugünkü Libya'nın bir parçası olan Trablusgarp'a gönderildi. Burada Devrimi'nin fikirlerini Libyalılara yaymaya ve buradaki nüfusun farklı kesimlerinden gelenleri Jön Türk politikasına kazanmaya çalıştı.[67] Bu siyasi görevin yanı sıra bölge halkının güvenliği ile de ilgilendi. Kentin dışında yapılan bir savaş tatbikatında Bingazi Garnizonuna önderlik ederek askerlere modern taktikler öğretti. Bu tatbikat süresince isyana meyilli Şeyh Mansur'un evini sararak bölgede sistem karşıtı başka güçlü kişilere örnek olması amacıyla onu kontrol altına aldı. Ayrıca hem kentli insanları hem de kırsal bölge insanlarını korumak için bir yedek ordu planlamaya başladı.[66][68]

13 Ocak 'da 3. Ordu'ya bağlı Selânik Redif Fırkasının Kurmay Başkanı oldu ve 13 Nisan 'da Meşrutiyet'e karşı 3. Ordu'ya bağlı Taşkışla'da konuşlanmış 2. ve 4. Avcı Taburlarının isyanıyla başlayan, diğer birliklerin katılımıyla genişleyen 31 Mart Ayaklanması'nı bastırmak üzere Selânik ve Edirne'den yola çıkarak MirlivaMahmud Şevket Paşa komutasında 19 Nisan 'da İstanbul'a girecek olan Hareket Ordusu'na bağlı birinci kademe birliklerinin kurmay başkanı oldu. Daha sonra 3. Ordu Kurmaylığı, 3. Ordu Subay Talimgâhı Komutanlığı, 5. Kolordu Kurmaylığı, Piyade Alayı Komutanlığı görevlerinde bulundu.[62][66]

Stuart Kline'ın Türk Havacılık Kronolojisi kitabına göre,[69] Mustafa Kemal, 'da Fransa'da düzenlenen Picardie Manevraları'na katıldı. Burada yeni üretilen uçakların deneme uçuşları yapılıyordu. Ali Rıza Paşa, bu uçuşlardan birine katılmak isteyen Mustafa Kemal'i önledi. Ve akabinde uçuş yapan o uçak dönüş esnasında yere çakıldı.[70] Bazı kaynaklar tarafından, bu hikâyeye dayanarak Atatürk'ün uçağa binmekten korktuğu iddia edilse de kitabın yazarı Kline, Atatürk'ün olaydan sonra 3 defa uçağa bindiğinden bahseder.[71]

Mustafa Kemal, dönüşünün ardından 27 Eylül 'de İstanbul'da Genelkurmay Karargâhı'nda görev aldı.[72]

Trablusgarp Savaşı

Ayrıca bakınız: Trablusgarp Savaşı

Trablusgarp Savaşı'nda Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal (solda), Mücahit Bedevi Kuvvetleri önünde emirlerini yazdırıyor.
Mustafa Kemal Trablus'ta. ()

'de İtalyanlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuzey Afrika'daki son toprakları olan Trablus vilayeti ile doğrudan merkeze bağlı olan ve müstakil sancak da denilen Bingazi'yi ele geçirmek amacıyla savaş ilan etti. 29 Eylül 'de verilen bir nota ile bu savaşın belirli sebeplerle başlayacağı bildirildi. Bunun üzerine İtalyan kuvvetleri herhangi bir müzakere olmaksızın 4 Ekim 'de Trablus'a saldırdı. Osmanlılar, başlayan Trablusgarp Savaşı'nda zor durumdaydı; Harbiye Nazırı olarak görevini sürdüren Mahmud Şevket Paşa, Mekteb-i Harbiye'de subaylarla yaptığı bir toplantıda kara ordusunun ve donanmanın zayıflığı sebebiyle Trablus'un savunulamayacağını itiraf etmişti. İtalya tarafında da durum pek farklı değildi, onlar da yeterince gelişmiş olmadıkları için bu mücadeleye iyi hazırlanamamışlardı. Mustafa Kemal bu esnada İstanbul'daki Genelkurmay'a atanmıştı ancak bu göreve başlamadan Trablusgarp'a doğru yola çıkacaktı. Bunun üzerine Binbaşı Enver Bey, Fuat, Nuri ve Binbaşı Fethi gibi diğer İttihatçı subaylar gibi Kolağası Mustafa Kemal de Trablusgarp'a gitmeye karar verdi. Mustafa Kemal İstanbul'dan ayrılmadan önce İttihat ve Terakki merkez komitesinden para istemiş, Enver'e katılması söylenip para verilmeyince kendi imzaladığı senetlerle sterlin toplayarak Trablusgarp'a doğru yola çıkmıştı.

İtalyan kuvvetleri bir ay içerisinde Trablus'tan Bingazi'ye kadar olan kıyıları işgal etmişti. Osmanlı kuvvetleri, bir saldırı beklenmediği için buradaki kuvvetlerini Yemen'e sevk etmiş ve bu nedenle İtalyanlara karşı savunmasız kalınmıştı. O bölgede yalnızca asker bulunuyordu. Bunun üzerine, 15 Ekim 'de, Tanin gazetesi muhabiri Mustafa Şerif Bey kimliğini kullanan Mustafa Kemal, Ömer Naci ile Sapancalı Hakkı ve Yakub Cemil adında iki fedai eşliğinde bir Rus gemisiyle İstanbul'dan ayrıldı.[f][83] Mustafa Kemal ile grubu, Mısır'da Kahire ve İskenderiye üzerinden Bingazi'ye gitmeyi amaçlıyordu. Mustafa Kemal 29 Ekim'de İskenderiye'den yola çıktıktan kısa bir süre sonra yaralandı ve geri dönerek iki hafta İskenderiye'de hastanede yatmak zorunda kaldı. Çocukluk arkadaşları Nuri ve Fuat ile burada buluşup tekrar yola çıktı. 29 Kasım'da trenle İskenderiye'den ayrıldılar, aynı gün vardıkları son istasyondan 1 Aralık'ta develerle ayrılarak 8 günlük yolculuğun ardından Libya sınırına, 12 Aralık'ta ise sınırın 80&#;km batısındaki Resuldefne'ye vardılar.[86] Mustafa Kemal yoldayken Bingazi bölgesi komutanı olan Enver Bey'e 30 Kasım'da genelkurmay başkanlığı Mustafa Kemal'in binbaşılığa terfi ettiğini bildirdi. Mustafa Kemal 18 Aralık günü Enver'in Harbiye Nazırlığı'na çektiği bir telgrafa göre, "kendi isteğiyle" orduya katıldı.

Mustafa Kemal ilk olarak 22 Aralık'ta Tobruk yakınında İtalyanlarla çarpıştı. İtalyanlar Tobruk'u 4 Ekim'de ele geçirmişti ancak tüm sahil boyunda olduğu gibi Tobruk bölgesinde de Osmanlı birlikleri ve Arap kabilelerinin gerilla savaşı sebebiyle ülkenin iç kesimlerine ilerleyememişlerdi. Bununla birlikte, Türk subaylarındaki teşkilatlanmacılık ve İtalya'nın tam anlamıyla gelişimini tamamlayamamış, geri kalmış olması da iç kesimlere kadar ilerleyememelerinin bir sebebi olarak görülmektedir. Buna rağmen, İtalyanlar, Osmanlıları zorlamak için On İki Adalar'a da saldırdı. İlk başta doğudaki birliği Mustafa Kemal, batıyı ise Enver komuta ediyordu; harekât hacmi büyüyünce Enver tüm cepheyi, Mustafa Kemal ise Derne bölgesini komuta etmeye başladı. Derne'deki Ocak taarruzunda gözünden yaralanıp bir ay hastanede tedavi gördü ve 6 Mart'ta Derne Komutanlığı'na getirildi.[89] Fakat daha sonra gözünden tekrar rahatsızlandı ve bir hafta boyunca yataktan kalkamadı.

3 Mart 'deki Derne Muharebesi'nde Osmanlı kuvvetleri 63 ölü ve yaralı verirken, İtalyanlar yaklaşık ölü verdiler. Bu esnada Mustafa Kemal Derne hattının tümünü komuta ediyordu ve komutası altında sekiz Osmanlı subayı, asker, bazı gönüllüler, bir topçu bölüğü, İtalyanlardan ele geçirilen iki makineli tüfek ve Arap askeri vardı. Arap askerlerini Senusi zaviyeleri sağlıyordu ve başlarındaki şeyhleri Osmanlı subaylarına bağlıydı. Bu kuvvet İtalyan askerini Ekim Eylül arasında Derne'de tutmayı başardı. 11 Eylül 'de İtalyanlar, başarısızlıkların ardından yapılan komuta değişikliğinin ardından Derne'den çıkmak için güçlü bir hücum başlattılar ancak Mustafa Kemal komutasındaki Türk ve Araplar tarafından tekrar durduruldular.

Sahil şeridinde sıkışan İtalyan kuvvetleri, Osmanlıları barışa zorlamak için Doğu Akdeniz ve Kızıldeniz'e saldırılar düzenlemeye karar verdi. Mart ayında Beyrut, Nisan ayında Çanakkale Boğazı, Mayıs ayında ise Rodos ve ve On İki Adalar'a saldırdılar. Bu nedenlerle Orta Doğu'da Berlin Konferansı ile sağlanan barış ortamının bozulacağından endişe eden Rusya, İngiltere ve Fransa ara buluculuk faaliyetlerine başladı. Fakat Libya'nın İtalyanlara verilmesine yönelik şartların konuşulduğu bu girişimler, İttihatçılar tarafından kabul görmedi.

Savaş devam ederken, Mustafa Kemal Temmuz 'de savaşın ilerleyen zamanda daha iyi incelenmesine olanak sağlayan iki emir verdi. Emirlerden 13/14 Temmuz'da verdiği birincisi, tüm subayların iki askeri gazeteyi okumaları ve dünyadaki gelişmeler ile Osmanlı ordusunun başarılarından haberdar olmalarını içeriyordu. İkinci emir ise 22 Temmuz'da verdiği, tüm subayların savaştaki tecrübelerini tarih, bulunulan şartlar, komutanın emirleri, yapılan harekât ve sonuçları ve askerlerin psikolojik durumunu da içerecek şekilde bir ay içerisinde yazmaları konusundaki emirdi. Bu sayede Batılı bir düşmana karşı savaşta edinilen tecrübeleri yazılı hâle getirmeyi amaçladı. Mustafa Kemal bu savaşta özellikle gerilla savaşı, derme çatma birlikleri yönetme, istihbarat toplama, lojistik destek gibi askeri tecrübenin yanı sıra, Arap kabile liderleriyle yaptığı görüşmeler ve pazarlıklar ile diplomasi alanında da önemli tecrübe kazandı. Nitekim buradaki başarısı kendisinin de adının yayılmasını sağladı.

Aynı yılın eylül ayında başlayan barış görüşmelerine rağmen çatışmalar sürerken, Karadağ'ın 8 Ekim'de Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmesi ile I. Balkan Savaşı başladı. Karadağ'ı takiben, Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan da Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti. İlk başta Enver'in İstanbul'a dönmesi ve Mustafa Kemal'in cepheyi devralmasına karar verilmişti ancak Osmanlıların karşılaştığı tehlikenin boyutları ortaya çıkınca çoğu subay İstanbul'a geri döndü ve cephe Enver'in kardeşi Nuri komutasına girdi. Bu esnada Balkan Savaşı nedeniyle Osmanlı hükûmeti İtalyanlarla barışa razı oldu. Balkan Savaşları başladığında Trablusgarp'ta görev yapan Derne Komutanı Mustafa Kemal ve Binbaşı Nuri Bey, bu savaşlarda görev almak istediler.[] Mustafa Kemal, dönemin Osmanlı Harbiye Nazırı Enver Bey'in de izni ile 24 Ekim 'de Trablusgarp'tan ayrıldı.[] Viyana, Macaristan ve Romanya üzerinden İstanbul'a döndü. Bunu tercih etme nedeni ise gözlerini Avusturya'da tedavi ettirebilmekti.

Bununla birlikte, bölgede direnişe devam eden subaylar da vardı. Şehzade Osman Fuad Efendi de bu isimlerden biriydi. Diğer subaylarla beraber Trablusgarp'ı terk eden Mustafa Kemal, Kasım 'de İstanbul'a vardı. Osmanlı hükûmeti ile İtalya arasında 18 Ekim 'de Uşi Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile, Trablus İtalyanlara verilirken İtalya da savaş tazminatı olarak 90 bin altın ödeyecek ve sahip olduğu kapitülasyonlar da ilga edilecekti. Ayrıca savaş sırasında İtalyanlarca işgal edilen On İki Adalar da geçici olarak İtalyanlara bırakıldı. İtalyanlar, Osmanlı güçleri Trablus'u boşalttıktan sonra adalardan ayrılacaktı. Padişah naibi olarak vezir rütbeli bir memur Trablus'a gönderilecek, vakıflar ile halkın dini haklarına uyulup uyulmadığı denetlenecek, din görevlerinin tayini ise İstanbul'dan Şeyhülislamlık tarafından yapılacaktı. Halk ise Senusi tarikatı şeyhi Ahmed eş-Şerif es-Senusi önderliğinde Trablus'ta Mondros Mütarekesi'ne kadar direnmeye devam etti.

Balkan Savaşları

Ayrıca bakınız:

Atatürk’e Yazılan Af Mektubu

Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine

“Zât-ı âlinizi îmâen ve telmihen tahkiri mutazammın (imâ ve kastederek hakaret eden) bir şiiri yazmış ve okumuş olmak cürmü ile bir sene hapse mahkûm edildim. Beni en çok üzen yediğim ceza değil, sizin büyük isminizin şahsî intikam vasıtası olarak kullanılmasıdır. Ben böyle bir şey yapmadım ve buna inanmanızı rica ediyorum. Sizden affımı rica ediyorum. Beni affedecek kadar büyük ve iyi kalpli olduğunuzdan eminim. Ellerinizden öperim efendim.”

Dokuz şiiri; Sezen Aksu, Ahmet Kaya, Nükhet Duru ve Edip Akbayram tarafından seslendirilerek bir hayli popüler olan, Kürk Mantolu Madonna ve Kuyucaklı Yusuf romanı ile de geniş kitleler tarafından okur sayısı milyonlara ulaşan şair, hikâyeci, romancı ve çevirmen Sabahattin Ali’nin 14 Nisan ’te Konya Hapishanesi’nde iken Atatürk’e yazdığı mektubundan bir bölüm. Sabahattin Ali’nin mektubunda geçtiği ifadeyle Atatürk’e Hazretlerine diye başlamasına, affını rica etmesine, Atatürk’ün ellerinden öpmeyi dilemesine ve büyük isim olarak gördüğü Atatürk üzerinden şahsi intikam aracı olarak kullanıldığı demesine yol açan olay neydi?

Sabahattin Ali, Almanya dönüşü sonrası Konya’da Almanca öğretmenliği yaptığı zamanda katıldığı dost toplantılarının birinde, bir şiir okur. Şiir Bektaşi taşlamasını andıran bir tarzda kaleme alınmıştır. Şiirde Atatürk, İsmet İnönü ve Kel Ali’ye (Ali Çetinkaya) hakaret ettiği gerekçesiyle Sabahattin Ali, ihbar edilir ilgi mercilere. Bu ihbarı yapanlardan birinin Cizîra-Botan mirlerinden olan Bedirhanilerin ileri gelen siması Türkçü-Kemalist Cemal Kutay tarafından yapıldığı ileri sürülür. Mezkûr ihbar soruşturmaya, soruşturma 22 Aralık ’de tutukluluğa, tutukluluk mahkeme safhasıyla 14 aylık cezaya, cezada memuriyetten kaydının silinmesine kadar ilerler. Cumhuriyetin yıl münasebetiyle çıkarılan afla da yılında Hapishane Şarkısı-5 şiirinde geçtiği gibi

funduszeue.info

Kurşun ata ata biter, ceza yata yata biter.

Bir ihbar sonucu, Sabahattin Ali’nin Konya ve Sinop hapishanelerinde yatmasına neden olan Memleketten Haber şiirine bakıldığında İsmet İnönü ve Kel Ali (Ali Çetinkaya) ismi zikredilirken, Atatürk’ün ismi Sabahattin Ali’nin mektupta dile getirdiği ifadeyle söyleyecek olursak; îmâen ve telmihen:

Hâlâ taparlar mı koca terese?

 ve

Koca teres kafayı bir çekince şeklinde iki kere geçen “teres” kelimesi yüzünden ceza alır.

Memleketten Haber isimli şiir ise aşağıda olduğu gibidir:

Hey ana vatandan ayrılmayanlar

Bulanık dereler durulmuş mudur?

Dinmiş mi olukla akan o kanlar?

Büyük hedeflere varılmış mıdır?

Asarlar mı hâlâ hakka tapanı?

Mebus yaparlar mı her şaklabanı?

Köylünün elinde var mı sabanı?

Sıska öküzleri dirilmiş midir?

Cümlesi beli Evet der enelhak dese

Hâlâ taparlar mı koca terese?

İsmet girmedi mi hâlâ kodese?

Kel Ali'nin boynu vurulmuş mudur?

Koca teres kafayı bir çekince

……………………….

İskender’e bile dudak bükünce

Hicabından yerler yarılmış mıdır?

Af mektubundan önce, ceza alarak memuriyetten atılmasına yol açan olayla ilgili şu tarihsel bilgileri vermek yararlı olacaktır. Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf isimli romanı, ’de yayınlanmadan önce Cemal Kutay’ın sahibi olduğu Yeni Anadolu gazetesinde tefrika edilir. Gazetelerde bu tür hikâye ve romanların tefrikasını bugünün diliyle söyleyecek olursak, TV dizileri gibi hararetle takip edildiğinden, hatırı sayılır bir okur kitlesi olur mezkûr romanın dolayısıyla da Cemal Kutay’ın gazetesinin de. ’te Kuyucaklı Yusuf romanı, başrollerinde Bulut Aras’ın oynadığı filme de çevrilir bu arada. Cemal Kutay’ın gazetesi bir hayli tiraj alırken, Sabahattin Ali romanı daha sonraları parası ödenmediği ve Cemal Kutay’ın fikriyatıyla düştüğü anlaşmazlıktan dolayı tefrika etmeyi bırakır.[1] Gazetenin tirajı da doğal olarak düşer. Cemal Kutay bu durum karşısında büyük bir ihtimalle, intikam duygusuyla hareket eder ve yukarıda geçen Memleketten Haber şiirinin okunduğu bir dost ortamında muhbirlerin de etkisiyle Sabahattin Ali’yi ihbar eder. Yeni kurulan Cumhuriyet’in liderine hakaret etmek, tek parti döneminde ceza almaya kâfi bir gerekçeydi. Nitekim böyle oldu ve cezasını geçirdiği Sinop Cezaevi’nde bundan dolayı Atatürk’e hitaben bir mektup kaleme alır Sabahattin Ali.

Mezkûr mektup, Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde bulunmaktadır. tarihli bu mektup, Reisi Cumhur Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine hitabıyla başlar, suçsuzluğunu dile getiren argümanlarıyla devam eder ve sonu da affını rica edip, el öpme isteğiyle de sonlandırır Sabahattin Ali.

“Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine,

Zât-ı âlinizi îmâen ve telmihen tahkiri mutazammın (imâ ve kastederek hakaret eden) bir şiiri yazmış ve okumuş olmak cürmü ile bir sene hapse mahkûm edildim. Mahkeme zabıtlarının sathî bir tedkiki bile bu kararın nasıl bir zihniyetin tesiri altında verildiğini isbat edebilir. Fakat, Temyiz Mahkemesi tarafından tasdik edilmiş olması, hükmün isabetsizliğine dair daha çok söz söylemekten beni alıkoymaktadır. Beni en çok üzen yediğim ceza değil, sizin büyük isminizin şahsî intikam vasıtası olarak kullanılabilmesi ve buna müsamaha edilmesi keyfiyetidir. Kablî (önfikirli) hükümlerden, sakat düşüncelerden ve lüzumsuz korkulardan uzak bir heyete her zaman kabahatsizliğimi ispat edebilirim.

Fakat bütün bunlara lüzum kalmadan işi sizin yüksek kararınıza bırakmayı tercih ettim: ‘Ben böyle bir şey yapmadım’ diyor ve buna inanmanızı rica ediyorum. Benim şimdiye kadar yalan söylediğim görülmemiştir. Ne karakterde bir adam olduğum da Maarif Vekâleti’nden sorulabilir. Herhalde bana inanacağınızı ümit ediyorum. Şimdilik kendi sözlerim ve teminatımdan başka müeyyidesi (yaptırımı) olmayan bu iddiam inanılacak kuvvette görülmediği takdirde yine size müracaat ediyor ve affımı rica ediyorum. Eninde sonunda hakkımı ispat edeceğimi bilmesem böyle bir ricada bulunmazdım. Beni affedecek kadar büyük ve iyi kalpli olduğunuzdan eminim. Ellerinizden öperim efendim. 14 Nisan Konya Hapishanesi’nde mevkuf, Konya Muhtelit Orta mektep Almanca Muallimi Sabahattin Ali”

funduszeue.info

Sabahattin Ali’den Savunma ve Kaçınılmaz Olan Kimi Sorular

Sabahattin Ali’nin mektubu, Nazım Hikmet’in Atatürk’e yazdığı Af mektubu ile kıyaslanacak olunursa,[2] mektuptaki üslup ve dil açısından, daha az yalvarıcı, daha az alttan alıcı olduğu rahatlıkla görülecektir. İçerik olarak ise Sabahattin Ali’nin Hayat isimli şiirinde:

Yaşamak, mevzuatı çiğnemek, talihi devirmektir

Dünyayı parmağının ucunda çevirmektir

Yaşamak, yatağından seller gibi taşmaktır.

şeklinde geçen; ne mevzuatı çiğneyen ne talihi deviren ne de seller gibi taşkın bir edayla yazmadığı da rahatlıkla görülebilecektir. Sinop Cezaevi’nde iken yazdığı Hapishane Şarkısı-5 şiiri ki Edip Akbayram tarafından Aldırma Gönül ismiyle seslendirilmiş olup, oldukça popüler bir şarkı olarak gönüllerde de taht kurmuştur. Şarkıda geçen Aldırma gönül, aldırma, Başın öne eğilmesin…. mısralarının hem öncesinde yaşadığı baskı, tutuklama, kovuşturma ve yıldırma politikalarına karşın bir tepkisi hem de dilediği af mektubuyla gelmeyen adalete karşı duyduğu bir nevi geç kalınmış olmanın halet-i ruhisiyle yazılan gönül aldırma sakın bunlara, ağladığın da sakın duyulmasın, yeter ki bundan sonra başın öne eğilmesin dercesine kendine çıkardığı bir ders şeklinde okunabilir. Bu okumanın bir tür edebiyat hermenötiği açısından değerlendirilmesi yerinde görülebileceği gibi, edebiyat eleştirmenliğinin sınırları içinde kalan bir okuma biçimi olarak da görülmesi mümkündür.

funduszeue.info

Sabahattin Ali’nin mahpus yatmamak, başına örülen komployu ortaya çıkarmak için Atatürk’e yazdığı af mektubu dışında, yukarıda ismi geçen kitabın tutanaklarında da görüleceği gibi, kimi itiraz dilekçeleri de kaleme alır. Bu dilekçelerin birinde, Cemal Kutay’ın Atatürk’ün ismini kullanarak başına çoraplar ördüğünü, bunun nedenin de tefrika ettiği romanının parasının ödenmemesi olduğunu anlattıktan sonra meseleyi ailesinin asker bir aile olduğuna, bu vatan için kanlarını akıttığına ve vatan haini olmadığına dair cümleler serdederek, konuyu her nasıl kabil görülecekse şayet, Kürt meselesinin şu kulpuna bağlar Sabahattin Ali:

“Benim babam asker, babamın babası asker, anamın babası yine askerdir. Bu adamların hepsi, bu memleket için kanlarını dökmüşlerdir. Ve benim şimdi damarlarımda dolaşan kan, bu adamların kanıdır. Benim bu memlekete, bu memleketi kurtaranlara ihanet etmeme imkân yoktur. Bu memlekete ve memleket evladına silah atan asi Kürt derebeylerinin ahfadı(torunu) değilim.”[3]

Sabahattin Ali’nin Asi Kürt derebeyleri dediği, Cizîra-Botan mirlerinden Bedirhan Bey’in torunları olduğu tarih kitaplarından hemencecik fark edilecek bir husus olduğunu hemen not edelim. Cemal Kutay ise, Bedirhan Bey’in torunlarından biri. Tıpkı senarist Ayşe Şasa, Dışişleri eski bakanı Emre Gönensay, Galatasaray Kulüp başkanlığı yapmış Tevfik Ali Çınar, Paris’te ilk Fransızca-Kürtçe sözlüğü yazan Kamuran Bedirhan, yine Latin Alfabesiyle yayıncılıkta çığır açmış olan Celadet Bedirhan, Atatürk döneminin ilk Milli Eğitim Bakanı Vasıf Çınar’da Sabahattin Ali’nin zikrettiği Asi Kürt Derebeylerinin torunlarından sadece birkaçı. Cemal Kutay’ın babası Tahir Muhlis Bey ise, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bugünkü ismiyle Yargıtay başkanlığı yapmış, olayın geçtiği dönemde de Konya’da İstinaf Ceza Mahkemeleri Reisi olduğu düşünüldüğünde Sabahattin Ali’nin kendisine örülmeye çalışılan çorabı söküp atmaya çırpındığı söylenebilir.

funduszeue.info

Sabahattin Ali’de mevcut düzen tarafından bir tür asi, muhalif, muarız görülen bir isim olarak tebarüz etmiş bir isim. Peki, neden bir asi ya da muhalif başka bir asi ya da muhalifler üzerinden kendini aklamaya çalışır sorusu hem rasyonel hem de meşru bir soru olacaktır ilkin. Şiirde hakaret olsa bile, ihbar gibi negatif bir yöntemle Sabahattin Ali’nin cezalandırılması ve hapis yatması kabul edilemeyeceği gibi, Sabahattin Ali’nin kendisini savunması için damarlarında dolaşan kana ya da asker olan ailesinin soyuna-sopuna giderek bir tür soy-sop milliyetçiliğine dayandırması ve ardından Cumhuriyet ideolojisine muhalif kimi Bedirhanilere meseleyi bağlaması ihbarın başka bir şekli değil midir? Argümantasyonunu milliyetçiliğe dayandırması sosyalist kimlikle bağdaşık bir tutum mudur? Kürtlerin, öncesinde Osmanlı sonrasında da Cumhuriyet ideolojisine karşı kültürel ve kimlik hakları için yaptığı mücadeleyi karalaması ya da suçlaması kendisinin aklanması için bir dayanak konusu olabilir mi? Üstelik Cumhuriyet elitleri tarafından sürekli baskıya, cezaya, mahpusluğa duçar kalmış ve katli de ’de hazin bir şekilde faili meçhul olan Sabahattin Ali’nin, resmi belge niteliğindeki tutanak ve dilekçelerinde geçen bu argümanlar çelişki olarak görülmeyecek midir? Yoksa ceza almamak için bir başka mağdurun üstüne basarak kendini temize çıkarmak, psikolojik savunma mekanizmasına mı bağlanmalıdır? Ya da insanoğlu böyledir işte ne yaparsın, bir başkasını kötüleyerek kendini aklar şeklinde bir normaliteye mi bağlanmalıdır yaptığı? Sosyalist ve toplumcu bir kimliği olsa da, sözkonusu olan Kürtler ve Kürt sorunu olunca Cumhuriyet ideolojisine bağlılığının veya Anayasada geçen ifadeyle söylenecek olursa Atatürk milliyetçiliği kimliğine mi düşmeliydi Sabahattin Ali? Kişinin kendi düşüncesiyle barışık olmasını engelleyen siyasal ve tarihsel koşullara mı bağlanmalı bu savunusu? Ya da sağcı veya solcu fark etmez, sözkonusu olan Kürtler/Ermeniler veya Kürt/Ermeni sorunu olunca bir tür turnusol kâğıdı işlevi görürcesine kişiye dair gerçek kimlikler su yüzeyine mi çıkıyor? Soruları biraz daha ilerletecek olursak, Kemalizm/Tek Parti ideolojisi döneminde baskıya maruz kalmış bir sosyalist muhalifin, ezilen halklardan Kürtler olunca milliyetçilik ve Kemalizm gibi (Çünkü ailesinden asker elitlere ve kan milliyetçiliğe bağlayan ifadelerinden dolayı) Sosyalist düşünceye mesafeli bir anlayışın aslında “yok birbirinden farkı” kestirmesiyle çıkarılacak bir sonuç olarak mı okunmalıdır? Kemalizm ve Sosyalizmin son kertede aydınlanma ideolojisinin farklı türevleri olarak görülmesi gerektiğinden yola çıkılarak, aslında işin “normalitesi de budur” denilip işin içinden mi çıkılmalı? Aydın’da öğretmen iken Komünist faaliyetlerinden dolayı yargılanmış ve üç ay mahpus yatmış, ardından da sürekli takibata, baskıya maruz kalmış bir muhalifin bir tür takiyyesi olarak görülüp, bu durum normal mi karşılanmalıdır? Dönemin baskıcı karakterinden dolayı insanların ceza almamak için zamanın ruhuna uygun hareket etmesini zorunlu kılmasından dolayı mevcut dönemin iklimini yaratanlardan mı kabahati aramak gerekir? Bu ve buna benzer pek çok soru sıralanabilir.

Hem af mektubu, hem tutanaklar hem de itiraz dilekçeleri bu soruların ima ettiği hallerin genel bir bileşkesi de olabilir. Tüm bu sorular Sabahattin Ali’nin şairliğine, hikâyeciliğine ve romancılığına halel getirmek için sorulmuş sorular değil. Halk edebiyatından tutun divan edebiyatı tarzıyla yazdığı kimi şiirlerine oradan da neo-epik denilebilecek türden yazdığı hikâye ve romanlara kadar (Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Değirmen, Kürk Mantolu Madonna, Sırça, Köşk)  edebiyatta hatırı sayılır bir yer edinmiş olan Sabahattin Ali’nin insan olarak hatalarının, çelişkilerinin, zaaflarının hatta kimi edebiyat eleştirmenleri tarafından dillendirildiği gibi[4] bocalayışlarının, arayışlarının, zıtlıklarının[5] popüler edebiyat kamusu ve kanonu tarafından perdelenmesine bir tür itiraz olarak okunmalıdır, tüm bunlar. Nazım Hikmet, Necip Fazıl gibi edebiyatçıları toplum olarak kültleştirme zaafımıza veya insan denilen varlığı ontolojik olarak bir bütün şekilde algılamayıp, kimi edebi klikler tarafından göz ardı edilen negatif yönlerinden, Sabahattin Ali’de maalesef payını almış popüler ya da kült edebiyatçılardan birisidir. Popüler ya da kült kelimesini vurgulamamıza yol açan ise yılı verilerine göre Sabahattin Ali’nin yaklaşık 9,6 Milyon kitabının basılması ya da okunması oluşudur. Ancak asıl olarak, askıda bıraktığımız yukarıdaki soruları, edebiyat tarihçileri ya da edebiyat eleştirmenlerinin araştırmalarında veya yazılarında dikkate almasının ahlaki bir tutum olduğunu da belirtmeden geçmemek gerekir.

funduszeue.info

Sabahattin Ali’nin Arayışları, Bocalamaları ve Çelişkileri

Sabahattin Ali’nin arayışları, bocalamaları, çelişkileri ve açmazlarını şiirlerine bakıldığında da rahatlıkla görülebilir. Hece vezniyle yazdığı halk edebiyatı tarzı söyleyişleri kadar Terkib-i Bend ve Mesnevi isimli şiirlerinde hatta Gazel Naziresi isimli şiirinde olduğu gibi Divan Edebiyatı tarzıyla yazdığı şiirleri belki de yaşadığı dönemin geçiş dönemi olması, ya da gelenek-modernlik kıskacı altındaki tarihsel koşulların varlığına pekâlâ bağlanabilir. Ya da Beş Hececiler, Servet-i Fünuncular, Milli Edebiyatçılar gibi isimlerle birlikte olduğu dönem olduğu kadar, toplumcu eğilimini yansıtan Resimli Ay ve Marko Paşa dergilerindeki yazıları da Sabahattin Ali’deki arayışı, bocalamayı, çelişkileri göstermesi açısından somut örnekler olarak ileri sürülebilir. Belki de tüm bunlar yeteneğini ve yetkinliğini göstermektedir. Çünkü edebiyat ve/ya edebiyatçı içinde bulunduğu tarihsel ve toplumsal koşulların bir tür zamane çocuğudur, etkilenir, etkileşir ve dönemin ruhu üzerine adeta yapışabilir. Bulunduğu dönemde arayışların, gel-gitlerin, yatağını bulamamışlığın ya da açmazların dönemidir denilse abartı olmayacaktır. Daha on yedi yaşında Balıkesir Öğretmen Okulu’ndayken arkadaşlarıyla birlikte çıkardıkları okul gazetesindeki şiirlerinden tutun en son yılında Ankara’da yazdığı ileri sürülen Rüzgâr şiirine kadar geçen süreçte; çelişkilerini, açmazlarını, hatalarını, arayışlarını, bocalayışlarını, yalnızlığını, karamsarlığını, ümitsizliğini, huzursuzluğunu, intihar etme isteğini, deli doluluğunu, umudunu, bedbinliğini rahatlıkla görebiliriz. Kabaca söylemek gerekirse Almanya’ya Milli Eğitim Bakanlığı tarafından gönderildiği yılına kadar; milli, sufi, milliyetçi, manevi hatta dini şiirler yazdığını Almanya dönüşü olan ’den sonra ise toplumcu denilen türden şiirler ve hikâye/romanlar kaleme aldığını görmekteyiz. Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem, Nihal Atsız, Abdülkadir Geylani’ye yazdığı şiirleri olduğu kadar Atatürk ve Pertev Naili Boratav’a yazdığı şiirleri de mevcuttur.

Kimi zaman Dağlar ile Hapishane Şarkısı-5 şiirlerinde geçtiği gibi; kabına sığmaz, deli dolu bir kişilik, ümitvar, hayat dolu ve de direngen bir hal görülmektedir kendisinden. Kimi zaman ise; Melânkoli, Hapishane Şarkısı-1 ve Öyle Günler Gördüm Ki şiirlerinde geçtiği üzre; bedbin, huzursuz, yalnız, ümitsiz ve intihar etme eğilimi taşıyan halet-i ruhiyeler içinde görülür. Bu durumu karşı karşıya vererek somutlaştırmaya çalışalım.

Dağlar Şiirinden: Hapishane Şarkısı

Başım dağ, saçlarım kar                                İhtiyar çınarlar gibi

Deli rüzgârlarım vardır                                 Bir gün içinde devrildim

Ovalar bana çok dardır                                 Böyle kepaze bir hayatı

Benim meskenim dağlardır.                           Sürüklemekten yoruldum

Hapishane Şarkısı   Öyle Günler Gördüm Ki şiiri:

Başın öne eğilmesin,                                   Öyle günler gördüm ki, dost bildiğim insanlar

Aldırma gönül, aldırma                              Ben yanına varınca, dudağını kıvırdı.

Dertler kalkınca şaha                                 Öyle günler gördüm ki, tabanca şakağımda,

Bir sitem yolla Allah’a                               Tasarladım aydınlık dünyayı bırakmayı

Görecek günler var daha

Aldırma gönül, aldırma

Melankoli şiiri:Kızkaçıran şiirinden:

Ne bir dost ne bir sevgili                                Dağlar dik, çeşmeler kuru

Dünyadan uzak bir deli                                 Yârimin benzi çok sarı,

Beni sarar melankoli                                     Ölüm var, dönelmez geri

Kafamın içersi ölür                                        Yürü yağız atım, yürü.

Bütün İnsanlara Şiirinden:   Nefes isimli şiirden:

Korkutmaz beni ölüm                                    Benliğim önünde ululuğunu

Bir şeytan gibi hürüm                                    Daima anıyor ya Abdülkadir[6]

Süremez bende hüküm                                   Başımız önünde geliyor yere

Ne Allah ne de Nahit[7]                                    Işıklar dağıttın sen gönüllere

Çelişkiden Ziyade Dayatmayla Yaz(dır)ılan Şiir

         Sabahattin Ali, Sinop cezaevinde yatarken, Cumhuriyetin yılı münasebetiyle çıkarılan afla serbest kalır. Ancak yılında memuriyetten kaydı silindiği için artık işsizdir. Baskı, haksızlık, ceza, takibat, parasızlık ve işsizlik yüzünden zorluklarla geçen bu döneminde ayrıca dostlarının ondan uzaklaşması, selamı sabahı kesmesi ve kendisinin de yalnızlığa çekilip adeta dağları mesken tutmasıyla birlikte üzerine çöken karamsarlık, ümitsizlik ve intihar eğilimi sonrası yazdığı şiirlerine de oldukça yansır. Bu dönemde yazdığı üç şiir dikkat çekicidir. yılında yazdığı Öyle Günler Gördüm Ki isimli şiir, yılında mecburiyetten yazmak zorunda kaldığı ve Atatürk’e övgü dolu mısraların yer aldığı Benim Aşkım şiiri ile yılında Ruhumun Dalgaları adında Varlık Dergisi’nde yer alan şiiri. Bu üç şiirin arka planına dair edebiyat eleştirmenleri ile edebiyat tarihçileri çokça şeyler söylemiş bulunmaktadır. En fazla üzerinde durdukları ise Varlık Dergisi’nin sayısında yer alan 15 Ocak tarihli Benim Aşkım isimli şiiri. Çünkü memuriyete tekrar dönmek isteyen Sabahattin Ali, tüm uğraşılarına rağmen sonuç alamayınca dönemin Milli Eğitim Bakanı Hikmet Bayur’un aracılarla ilettiği Atatürk’e bir kaside yazılması isteğini kabul ederek Benim Aşkım isimli şiiri kaleme alır. Ayrıca Esirler isimli piyesini de Halkevlerinde sahnelenmesini sağlar. Kaba bir deyimle söylenecek olunursa Atatürk’e kendini ispatla, mesleğine dön denilebilecek bir dayatma sonrası bu yazdıklarıyla Milli Eğitim Bakanlığı emrine memur olarak atanır.

funduszeue.info


BENİM AŞKIM şiiri ise şöyledir:

Bir kalemin ucundan hislerimiz akınca

Bir ince yol onları sıkıyor, daraltıyor;

Beni anlayamazsan gözlerime bakınca

Göğsümü parçala bak kalbim nasıl atıyor.

Daha pek doymamışken yaşamın tadına

Gönül bağlanmaz oldu ne kıza, ne kadına

Gönlüm yüz sürmek ister yalnız senin katına

Senden başka her şeyi bir mangıra satıyor.

Sensin, kalbim değildir, böyle göğsüme vuran,

Sensin Ülkü adıyla beynimde dimdik duran

Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran;

Seni çıkarsam, ömrüm başlamadan bitiyor.

Hem bunları ne çıkar anlatsam bir dizeye?

Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya

Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi'ye

Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.

Şiirde geçen şu mısraların,

Göğsümü parçala bak kalbim nasıl atıyor.

Gönül bağlanmaz oldu ne kıza, ne kadına

Gönlüm yüz sürmek ister yalnız senin katına

Sensin, kalbim değildir, böyle göğsüme vuran,

Sensin Ülkü adıyla beynimde dimdik duran

Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi'ye

Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.

ne kadar içten ve sahici olduğunu kestirmek zor olsa da, buna dair kimi çıkarsamalarda bulunmak zor olmasa gerek.

Öncelikle Sabahattin Ali; işsiz, parasız, pulsuz olduğundan doğal olarak bir iş yapması gerekir ki, bir şair, romancı ve hikâyeci olarak yapabileceği şey yazmak veya öğretmenliktir. Aydın, Konya, Yozgat, Balıkesir ve İstanbul’da öğretmenlik mesleğini daha önceleri icra etmişti. Milli eğitime dönerek bir iş-aş sahibi olma isteği insani ve doğal karşılanmalıdır. Etik olarak yaptığı doğru olmasa da ya da Hapishane Şiiri-5 mısralarında geçtiği gibi Başın Öne Eğilmesin, Aldırma Gönül Aldırma çıkışını yaparak baş eğmemek gibi bir seçeneği tercih etmesi ideal olarak beklense de bu tavra bürünmediğini görebiliyoruz. Nazım Hikmet’te de benzerini gördüğümüz bu tavrı[8] Sabahattin Ali’nin insani ve doğal refleksi olarak görmek kadar, yaşadığı bunalım, karamsarlık, açmazlık, ümitsizlik, işsizlik ve yalnızlık hallerine de pekâlâ bağlamak mümkün. Ancak tarihin sayfalarında; onuruna, özgürlüğüne ve saygınlığına halel getirmeyen edebiyatçı ve sanatçıların da olduğunu belirtmek gerekecektir. Sabahattin Ali’nin yılında hunharca katledildiği döneme kadar yaşadığı takibat, soruşturma, hapis yatma, baskı ve haksızlıkları göz önünde tutacak olursak, kişisel hayat serüveninde af mektubu dolayımından başını öne eğdiği söylenebilir lakin insan denen meçhul varlık; zikzaklarıyla hayatını idame ettirir ya da güçlü ve zaaflarıyla tarihteki yürüyüşünü sürdürür. Kimbilir belki kendisi de bu durumdan muzdaripti, rahatsızdı…  

Bir başka çıkarsama ise, ya Atatürk’ün ya da dönemin kraldan çok kralcı bürokrat ahalisinin dayatmacı/baskıcı ya da İslamcıların sıklıkla dile getirdiği ifadeyle söylenecek olunursa Jakoben zihniyetin bir yansıması olan ve o dönem için Sabahattin Ali’ye adeta söylenen böyle olmadığını bizlere ispatla çıkışları. Belki de Roland Barthes’ın, faşizm konuşma yasağı değil söyleme mecburiyetidir. sözünü haklı çıkaran tipik bir örnek olarak da okumak mümkün bu hadiseyi. Çünkü Sabahattin Ali’nin muhalif kimliğinden ötürü kolay kolay bunu yazmak istemeyeceği aşikâr. Alex Carel’in kitabına verdiği isimle söyleyecek olursak İnsan Denen Meçhul odur ki; açmazları, çelişkileri, zaafları ve handikaplarıyla insandır ve biz insan denen varlığı tüm bu yönlerini hesaba katarak ancak insani kâmil mertebesine ulaşabiliriz. Kültleştirmek, ikon haline getirmek ya da kültürel iktidar aygıtını sopa olarak kullanarak değil. Sabahattin Ali’yi ölüm ve doğum yıldönümlerinde kutsamaktan çok onu öldüren faillere dikkat çekmek, hesap sormak, sorgulamak ya da maruz kaldığı baskı, dayatma ve işsizlik nedeniyle ülkeyi terk etmek zorunda bırakmayı sorgulamak hem logosa hem de ethosa daha uygun değil mi? Doğumunun yıldönümü vesilesiyle lirik ve epik şiirlerinden spot cümleleri sosyal medya mecralarında paylaşmakla yetinmemeyi bilmek hem ahlaki hem hukuki hem de insani sorumluluk dairesine girer.

Dinmeyen Baskılar ve Katline Dair Şüpheler

            Sabahattin Ali af edilerek bir tür tek parti düzeninin çarklarına girmesine rağmen ya da hayat gailesi karşısında maaşlı bir memur olarak hayatını idame etmesine rağmen, ’e kadar kitapları yasaklanır, yılında hunharca katledildiği döneme kadar da takibatlara uğrar, soruşturmalara maruz kalır, hapislere düşer, baskı ve sindirmelerle bir tür dâr-ı zindan edilmeye çalışılır hayatı. Hapishane çıkışı sonrası az da olsa yazdığı kimi şiirlerinde bu halet-i ruhiyesini anlatan mısralara şahit olmaktayız. Şiirlerinde geçtiği gibi artık; coşkun pınarlar, sarhoş rüzgârlar, göklerde kartal gibi uçan ya da dar gelen ovalarda hür dolaşan[9] bir Sabahattin Ali’den çok yine şiirlerinde geçtiği gibi; her günü bir başka zehir ya da böyle kepaze bir hayatı sürüklemekten yoruldum diyecek kadar kanatlarından vurulmuş, bahar vaktinde kırılan mor çiçekli bir dal gibi olduğunu hatta namlunun ucunun sıcaklığını yanaklarında hissedecek kadar da intihara meyilli[10] bir Sabahattin Ali gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Tüm bunları O’nun güçlü bir kişiliğe sahip olmayışına ya da melânkoli yapısına[11] bağlayanlar olacağı gibi, tek parti faşizminin baskısının ve zulmünün onu rahat bırakmayışına da bağlamak ne önyargı olur ne de abartı. Sabahattin Ali’yi ölüm ve doğum yıldönümlerinde an(la)mak epik ve lirik kimi şiirlerinden spot mısralar almakla yetinmek, eksiklik addedilmelidir.  Cumhuriyet döneminin en önemli faili meçhullerinden birini sorgulamayı ve mümkünse gün yüzüne çıkarmaya dönük hamleler yapmak gerekir. Sabahattin Ali, Bulgaristan sınırında iken, ordudan ihraç edilmiş, istihbarat görevlisi olduğu iddia edilen Ali Ertekin isimli bir Yugoslav göçmeni tarafından mı öldürüldü yoksa sınırdan geçerken yakalanıp işkenceyle mi öldürüldü sorusunun cevabı hala muamma olsa da Aziz Nesin’in söylediği O’nu MİT öldürmedi, kendi kusurları yüzünden öldü sözüne mesafeli yaklaşmak gerektiği kadar Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu Kazım Taşkent’in Sabahattin Ali’nin ailesine söylediği iddia edilen Sabahattin’in öldürülmesini engelleyemedim itirafı da unutulmamalı. Kazım Taşkent ismi zikredilmişken bilgiye dayalı olmayan tamamıyla sezgisel bir notu paylaşmak isteriz. Sabahattin Ali’nin her ne kadar diğer yayınevleri tarafından eserleri basılmış olsa da tüm kitaplarını derli-toplu olarak yayınlayan Yapı Kredi Yayınlarının-ki takdiri hak eden bir çabadır bu-arkasında mali desteğiyle bilinen Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu Kazım Taşkent’in bir tür özür borcu, vefa borcu, mahcubiyeti ya da telafisi artık hangi kelimeyi kullanmak gerekirse bilemiyoruz, etkili olduğunu düşünmekteyiz. İddialı olmamakla birlikte, bunun bilgisel değil sezgisel bir not olduğunu da tekrar belirtmek isteriz.

Sabahattin Ali’nin müzikolog olan kızı funduszeue.info Filiz Ali’nin bir söyleşisinde sorduğu kimi hâkli sorulara binaen babasının ölmediği, bilakis öldürüldüğü ya da Tek parti iktidarı tarafından öldürüldüğü imasını dikkate alacak olursak, bu sözün gerçekliğini ya da asılsızlığını ortaya çıkaracak arşivlerin açılmasını istemek de hem sezgisel hem bilgisel hem de tarihsel bir vakıa olacağı ise aşikârdır.[12] İma yoluyla olmayan bir açıklama ise yılında Kanal A’da yaptığı konuşma ile O dönem çokça konuşulmamasına rağmen CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu yapmıştır:

 “Cumhuriyet dönemiyle ilgili pek çok hatalar oldu, yanlışlar oldu. Nazım Hikmet’i kim hapse attı CHP. Sabahattin Ali’yi kim öldürttü CHP.”[13]

Biz olmasak bile Habertürk yazarı tarihçi Murat BARDAKÇI’nın gazetedeki yazılarından Cumhurbaşkanlığı Arşiv yöneticilerine ulaşma imkânı olduğunu[14] fark ettiğimizden, buradan bir çağrı yapmak hem Sabahattin Ali’ye olan borcumuzun gereği, hem mezarı olmadığı için, içi dağlı olan ailesinin en doğal hakkı hem de diğer tüm faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasına ışık olabilir ümidiyle ahlaki, insani, vicdani, İslâmi sorumluluğumuzun bir gereği olarak görmekteyiz. Sabahattin Ali’nin “Dağlar” şiirinde dile getirdiği (ki Sezen Aksu bunu güçlü bir şekilde şarkı olarak seslendirmiştir):

Bir gün kadrim bilinirse,

İsmim ağza alınırsa,

Yerim soran bulunursa

mısralarına binaen, hazır biz ismini ağzımıza pardon yazımıza konu etmişken, bilinmeyen cesedi ve olmayan mezarının yerini de sormuşken, kadri kıymetinin de yaklaşık on milyon insanın kitaplarını okuyarak idrak etmişken şu talebi dillendirmek meşru olsa gerektir:  Türkiye’de tüm arşivlerin yeniden düzenlenip Cumhurbaşkanlığı Arşivi’ne bağlanmasından dolayı Sabahattin Ali’nin öldürülüşüne dair Cumhurbaşkanlığı arşiv belgeleri erişime açılsın diyoruz. Önce gayret sonra Allah’a havale et ilkesi gereğince, faili meçhul olmaktan çıkarılması çağrımıza/gayretimize binaen yazıyı Sabahattin Ali’nin tevekküle parmak bastığı dizeleriyle noktalayalım:

“Gel Ey günahkâr güzel,

Sen de sarıl Allah’a,

Dünyada yalnız o el,

Hitâm verir her âha”

[1] Sabahattin Ali, Tüm Eserleri-Oyunlar Şiirler Mektuplar Yazılar Tutanaklar, Epsilon Yayınevi, funduszeue.infoı,

[2] bkz. Naman BAKAÇ, funduszeue.info

[3] bkz. Muhsin KIZILKAYA funduszeue.info

[4] Sabahattin Ali Bütün Şiirleri, Hazırlayan: Atilla Özkırımlı, s, YKY, Baskı,

[5] Ramazan Korkmaz, Sabahattin Ali-İnsan ve Eser, s, YKY,

[6] tarihli bu şiiri, Sabahattin Ali’nin ithafında geçtiği gibi Abdülkadir Geylani Hazretlerine yazmış.

[7] Nahit Hatun: Edebiyat Öğretmeni, platonik aşkı olduğu söylenen kadın. bkz. Sabahattin Ali, Bütün Şiirleri, YKY, Baskı,

[8] bkz. Naman BAKAÇ funduszeue.info

[9] bkz. Hapishane Şarkısı-1 isimli şiiri.

[10] bkz. Öyle Günler Gördüm Ki isimli şiiri.

[11] bkz. Melânkoli isimli şiiri. Bu şiire bakanlar, Nükhet Duru’nun seslendirdiği “Melânkoli” şarkısını da dinleyebilirler.

[12] bkz. funduszeue.info ile funduszeue.info

[13] bkz. funduszeue.info

[14] bkz. funduszeue.info

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Minik Kalplerden Atatürk'e Mektup

10 Kasım Atatürk'ü Anma günü dolayısıyla bir araya gelen Merkez Çıtlakkale Anaokulu Demokrasi Sınıfı öğrencileri, Anıtkabir'e göndermek üzere Atatürk'e mektup yazdı.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e olan özlemlerini ve duygularını, kelimelere ve resimlere döken çocuklar, mektuplarını Anıtkabir Komutanlığına göndermek üzere 10 Kasım Perşembe günü Valilik hizmet binası içerisinde yer alan PTT şubesine geldi.

Öğrencilerin yaptığı bu hareketi büyük bir beğeniyle gözlemleyen Valimiz Enver Ünlü, öğretmenleri ve çocukları alkışlayarak onları tebrik etti.

Daha sonra PTT şubesinde sıraya giren öğrenciler, yazdıkları mektupları Anıtkabir'e ulaştırılması amacıyla görevlilere teslim etti.

Çocuklarla bir süre sohbet eden Vali Ünlü, "Öğrencilerimizi kutluyor, kalplerindeki Atatürk sevgisiyle O'nun fikirlerini sonsuza dek yaşatmak için çalışacaklarına gönülden inanıyoruz." ifadelerine yer verdi.

Valimiz Ünlü'ye Çıtlakkale Anaokulu öğretmenleri tarafından Genelkurmay Başkanlığı Anıtkabir Komutanlığınca, gönderilen her mektuba cevap verileceği ve uygun görülenlerin "Atatürk ve Çocuk" dergisinde yayımlanacağı bilgisi verildi.

Postalama işleminden sonra Valimiz Ünlü, Çıtlakkale Anaokulu Demokrasi Sınıfı öğrencilerini Valilik hizmet binası içerisinde yer alan oyun alanında misafir ederek çocuklarla yakından ilgilendi.

TOPLUM SERVİSİ

Edirne'de yer alan Hasan Ali Yücel Çocuk Müzesi ve E&#;itim Kampusu'nun minik ziyaretçileri, 24 Kas&#;m Ö&#;retmenler Günü'nde Ba&#;ö&#;retmen Atatürk'e seslendi. Çocuklar, müzede aç&#;lan an&#; defterine Atatürk'le ilgili birbirinden renkli mesajlar yazd&#;.

Türkiye'nin ve Balkanlar'&#;n en büyük interaktif çocuk müzesi, Hasan Ali Yücel Çocuk Müzesi'nin ziyaretçileri, dinozorlardan dev örümcek maketlerini inceleyerek canl&#;lar ve do&#;a tarihi hakk&#;nda bilgi ediniyor.
12 bin metrekarelik alana kurulan müzede Vah&#;i Ya&#;am ve Yard&#;mseverlik Sergisi, Sayg&#; ve Çevre Sergisi, Trafik ve Ho&#;görü Sergisi, Sevgi ve Veteriner Klini&#;i Sergisi yer al&#;yor. Yerle&#;ke içerisinde ayr&#;ca Palentoloji Sergisi, Entomoloji Sergisi Bilim Sergisi, &#;n&#;aat Sergisi de bulunuyor. 29 Ekim Cumhuriyet Bayram&#;'nda aç&#;lan müze Ö&#;retmenler Günü'nde çok özel bir etkinli&#;e evsahipli&#;i yapt&#;.

Çocuklar, müzede aç&#;lan an&#; defteri arac&#;l&#;&#;&#;yla Atatürk'e seslendi. Kimi Atas&#;'n&#;n resmini çizdi, kimi O'na kalpler, balonlar yollayarak sevgisini ifade etti. &#;&#;te onlardan baz&#;lar&#;:

ARTIK KIZLARA DE&#;ER VER&#;L&#;YOR
Atam sana çok te&#;ekkür ederim. Bize sa&#;lad&#;&#;&#;n haklar sayesinde art&#;k k&#;zlara daha çok de&#;er veriliyor. K&#;zlar okula gidebiliyor, seçme seçilme hakk&#;n&#; kullanabiliyor ve e&#;lerini bo&#;ayabiliyorlar. Bir k&#;z olarak bu haklara sahip oldu&#;um için çok mutluyum. Sana olan sevgimi kelimelerle ve cümlelerle anlatam&#;yorum. Seni çok seviyorum Atam
Deniz Erdo&#;an
KE&#;KE YA&#;ASAYDIN
&#; Sevgili Atatürk ke&#;ke hâlâ ya&#;am&#;&#; olsayd&#;n. Bu ülke, o zaman küçük olmas&#;na ra&#;men o kadar büyürdük ki, hem seni özlemi&#;ler sevinirdi hem de dünyadaki bütün birle&#;irdi. Umar&#;m senin gibi ki&#;iler çoktur. Sevgilerle
Ege Dikb&#;y&#;k
SEN&#; UNUTMADIK, UNUTMAYACA&#;IZ
&#; Atam senin bize b&#;rakt&#;&#;&#;n bu vatan bize arma&#;and&#;r. Senin bize yapt&#;&#;&#;n devrimler bize neler katt&#; biliyor musun? Kad&#;nlara seçme seçilme hakk&#; sayesinde kad&#;nlar da ba&#;kanl&#;&#;a aday olup kazanabiliyor. Hepsi senin sayende
Seni unutmad&#;k, unutmayaca&#;&#;z. Ke&#;ke ölmeseydin. E&#;er ölmeseydin her &#;ey daha güzel olabilirdi Seni seviyorum!
C.A.T
&#; Sevgili Atam, bize bu ülkeyi arma&#;an etti&#;in için sana te&#;ekkür ederim. Atam, seni unutmayaca&#;&#;z.
Arda Uçar

YA&#;ASAN TÜRK&#;YE NASIL OLURDU?

Ba&#;ö&#;retmen Atatürk, seni çok seviyorum. Ke&#;ke hâlâ ya&#;asan acaba &#;u anki Türkiye nas&#;l olurdu? Herhalde daha iyi olurdu.
Mercan Karavit

YAPTIKLARIN PAHA B&#;Ç&#;LMEZ

Seni çok seviyorum Atam. Ölmü&#; bir ki&#;iyle bir gün geçirme hakk&#;m olsa, tek bir hakk&#;m olsa, Atatürk'ü Atam&#;z&#; seçerdim. Atam&#;z&#;n yapt&#;&#;&#; &#;eyler paha biçilmez. Atatürk, Türkiye demektir. Atatürk olmadan Türkiye olmaz. Ke&#;ke bizimle birlikte yan&#;m&#;zda olsayd&#;n. Senden daha iyi bir lider olamaz!!!
Melis K.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası