elizabeth hoyt gizemli sevgili pdf indir / Gizemli Sevgili pdf indir arşivleri - PDF E-EKİTAP ÜCRETSİZ Oku, İndir

Elizabeth Hoyt Gizemli Sevgili Pdf Indir

elizabeth hoyt gizemli sevgili pdf indir

Gizemli Sevgili &#; Elizabeth Hoyt

Gizemli Sevgili &#; Elizabeth Hoyt

Lisans / Fiyat: Ücretsiz

Yıl:

Eklenme: Ağustos 19th,

Dil: Türkiye

Sayfa:

Yazar: Elizabeth Hoyt


Kişi Tarafından Görüldü

Freya de Moray, pek çok kimliğe sahiptir: Bilge Kadınlar adlı gizli bir örgütün üyesi, gözden düşmüş bir dükün kızı ve bir soylunun evinde  sahte isimle- çalışan bir refakatçidir.

Ama asla bağışlayıcı biri değildir…

Geçmişte ağabeyinin hayatını mahveden ve ailesinin çöküşüne sebep olan Harlowe Dükü, onun da katıldığı bir ev davetine gelince, Freya bir Bilge Kadın olarak yapması gerekeni yapar. İntikamını alacaktır.

Harlowe Dükü Christopher Renshaw ise şantaj kurbanıdır ve söz konusu ev davetine katılmayı da sırlarının gizli kalabilmesi için kabul etmiştir. Orada bu şantaja bir son vermeye niyetlidir. Fakat işler ikisinin de umduğundan farklı gelişir.

Davette karşılaştığı refakatçi Bayan Stewart’ın, yani Freya’nın kim olduğunu anlayan dük için her şey giderek daha karmaşık bir hal almaya başlar.

Freya, onun unutmaya çalıştığı tüm günahlarını biliyordur ve Christopher’ın bu ateşli, cesur ve şehvet uyandıran genç kadına karşı koyması çok güçtür. Öyle ki, Freya’nın büyük bir tehlike içinde olduğunu öğrendiğinde, onu güvende tutmak için her şeyi göze alacaktır…

Kitabın tamamı

Bizlere destek olmak için Lütfen Yorum Yapınız.

1

2 YARALI BİR KALP Münzevi Sör Alistair M unroe, Amerikan kolonilerinden hem ruhu na hem de bedenine aldığı yaralarla döndüğünden beri kalesinden dışarıya hiç çıkmamıştır. Ancak gizemli bir güzellik onun kapısında belirdiğinde, yıllarca içinde gizleyip bastırdığı tutkuları uyanmaya başlar. GİZEMLİ BİR GEÇMİŞİ OLAN GÜZELE p illere destan güzellikteki Helen Fitzwilliam m geçmişinde yaptığı hatalardan kaçışı, onu lüks sosyete hayatından, harap olmuş bir İskoç şatosunda oda hizmetçiliği yapmaya kadar sürükler. Yine de Helen, yeni bir hayata başlamaya ve hem tozların hem de vahşi bir adamın onu korkutup kaçırm asına izin verm em eye kararlıdır. EN GİZLİ ARZULARINI DİZGİNLEYEBİLMESİ İÇİN GÜVENEBİLİR Mİ? Helen in güzelliğinin ardında, Alistair cesur ve duygusal bir kadın keşfeder. Onun aksiliğinden ya da yara izlerinden korkup uzaklaşm ayacak bir kadın Fakat Alistair tam gerçek aşka inanmaya başladığında, Helen in gizemli geçmişi onları ayırmakla tehdit eder. Artık vahşi adam ve güzel kadın bulabileceklerine asla inanmadıkları b ir şey için savaşmak zorundadırlar: Öm ür boyu m utluluk M ükemmel ayrıntılarla süslü, tarihî bir rom ans! Chicago Tribune Bitm esini hiç istem edim! Julia Quinn

3 "Acı çekiyorsun; ben sana yardım edebilirim." Alistair, Helen&#;e baktı, gözlerinde alaycı bir ifade vardı. "Neden umursuyorsun?" Bu sert sözlerin onu korkutacağını mı sanıyordu? Yüzüne doğru eğildi, elini tutmaya devam ediyordu. "Sen ne tür bir kadın olduğumu düşünüyorsun? Herhangi bir erkeğin beni öpmesine izin vereceğimi mi sanıyorsun?" Gözlerini kısü. "Senin iyi bir kadın olduğunu düşünüyorum. Nazik bir kadın." Bu kibirli cevap birazdan şiddete başvurmasına sebep olacaktı. "İyi bir kadın mı? Seni öptüğüm için mi? Bana dokunmana izin verdiğim için mi? Delirdin mi sen? Hiçbir kadın o kadar iyi olamaz, ben hiç olamam." Ona bakmaya devam etti. "O zaman neden?" "Çünkü." Yüzünü avuçlarının arasına aldı. "Önemsiyorum. Ve sen de öyle." Dudaklarını onunkilere değdirdi. İsteyerek. Usulca. Tüm özlemini, tüm yalnızlığını göstererek. Onu yavaşça öpüyordu, başını bir anda yana eğerek ağzım açtı ve her nasıl olduysa artık kucağında oturuyordu. Bunu günlerdir bekliyordu ve gerçekleşmesi tüm uzuvlarının titremeye 5

4 Çok hem de çok uzun bir zaman önce, bir asker yabancı bir ülkenin dağlarım aşarak evine doğru ilerliyormuş. Son derece dik, kayalarla dolu, ulu, karaağaçların çevrelediği bir patikada acı soğuğa ve yanaklarını alazlayarak esen güçlü rüzgâra karşı tereddütsüz adımlarla yürümeye devam etmiş. Hayatında bundan çok daha korkunç ve tuhaf yerler görmüş olmak, onun artık birtakım şeyler karşısında ürpermesine engel oluyormuş. Askerimiz savaşta çok cesurca mücadele etmiş ama aynı cesarete sahip pek çok asker varmış. Yaşlı, genç, güzel, çirkin, şanslı ya da şanssız, tüm askerler orada ellerinden gelenin en iyisini yapmışlar. Kimin yaşayacağına ya da kimin öleceğine adaletten çok şans karar vermiş. Yani cesur, onurlu ve erdemli olan askerimiz aslında diğer binlerce askerden daha iyi ya da cesur sayılamazmış. Ama askerimiz bir yönden diğerlerinden oldukça farklıymış. Yalan söylemeyi başaramazmış. Bu nedenle m a bir isim verilmiş, Doğru Söz DOĞRU SÖZ&#;den 11

5 e # * Hava kararmaya başladığı sırada dağın tepesine ulaşan Doğru Söz bir günah kadar kara olan muhteşem bir kaleyle karşılaşmış DOĞRU SÖZ&#;den ÎSKOÇYA TEMMUZ raba son dönemeci de sallanarak dönerken alacakaranlıkta karşısında beliren yıkık dökük kaleyi gören Helen Fitzwilliam sonunda -ve iş işten geçtikten sonra- bu yolculuğun tümüyle korkunç bir hata olabileceğini düşünmeye başladı. "Bu mu?" dedi beş yaşındaki oğlu Jamie, eski model arabanın koltuğunda dizlerinin üzerinde durmuş dışarıyı seyrediyordu. "Sanırım bir zamanlar kaleymiş." "O hâlâ bir kale, aptal şey/&#; dedi dokuz yaşındaki ablası Abigail. "Kuleyi görmüyor musun?" "Kulesinin olması kale olduğu anlamına gelmez," diye karşı koydu Jamie, şüpheli kaleye kaşlarını çatarak bakmaya devam ediyordu. "Hendek yok. O bir kaleyse düzgün bir kale olmadığı kesin." "Çocuklar," dedi Helen sert bir sesle ama iki haftadır bu arabada sıkışmış olduklarının da farkındaydı. "Lütfen didişmeyin." 13

6 Doğal olarak çocuklar onu duymazdan geldiler. "Pembe/&#; dedi Jamie burnunu cama dayayarak, cam nefesiyle buğulanmıştı. "Sence düzgün bir kale pembe olabilir mi? Helen içini çekerek şakaklarını ovmaya başladı. Son kilometrelerde başına bir ağrı girmişti ve buna karşı koymak için elinden geleni yapması gerekiyordu. İşlerin bu şekilde gelişeceğini hiç düşünmemişti ama o zaten hiçbir şeyi fazla düşünmezdi yoksa düşünür müydü? Dürtüler, telaşla verilen kararlar ve ardından duyulan pişmanlıklar, hayatının alametifarikalarıydı. Otuz yaşında kendini ve çocuklarım tamamen bir yabancının insafına bırakmak üzere yabancı topraklara adım atıyor olmasının sebebi de buydu. Ne kadar da aptaldı! Bir aptal bile onun hikâyesiyle daha iyi başa çıkardı, araba heybetli ahşap kapının önüne yanaştı. "Çocuklar!" diye tısladı. Bu tonlamayı duyan iki çocuk da hızla ona döndü. Jamie&#;nin kahverengi gözleri irileşmişti, Abigail&#;in yüzünde ise korku dolu bir ifade vardı. Kızı hiç de küçük bir kız çocuğu değildi; o etrafındaki yetişkinlere karşı son derece duyarlıydı. Helen derin bir nefes alarak gülümsemeye çalıştı. "Bu bizim için yepyeni bir macera canlarım ama size söylediklerimi unutmamalısınız." Jamie&#;ye baktı. "Biz kimiz?" "Halifax," dedi Jamie hiç duraksamadan. "Am a ben hâlâ Jamie&#;yim ve Abigail de Abigail." "Evet, hayatım." Londra&#;dan kuzeye doğru yapılan seyahat süresince, Jamie&#;nin ablasına başka bir isimle hitap etmeyi başaramayacağı anlaşılmıştı. Helen içini çekti. Çocukların isimlerinin onları ele vermeyecek kadar sıradan isimler olduğunu ummaktan başka çaresi yoktu. 14 "Londra&#;da yaşıyorduk," dedi Abigail, her şeyi hatırlamaya çalışıyordu. "Bunu hatırlamak kolay," diye mırıldandı Jamie, "çünkü zaten öyle yapıyorduk." Abigail kardeşine ters ters baktıktan sonra devam etti. "Annemiz Dul Vikontes Vale&#;in evinde kâhyalık yapıyordu." "Babamız da öldü ve o" Jamie&#;nin gözleri büyüdü ve hüzünlendi. "Neden onun öldüğünü söylemek zorunda olduğumuzu anlayamıyorum," diye mırıldandı Abigail. "Çünkü bizi bulmasını istemiyoruz hayatim." Helen yutkunarak öne doğru eğildi ve kızının dizini okşadı. "Sorun yok. Eğer başarabilirsek.. Arabanın kapısı açıldı ve sürücü öfkeli bir yüzle karşılarında belirdi. "İnmeyecek misiniz artık? Yağmur yağacak ve ben yakalanmadan önce hana varmak istiyorum." "Elbette." Helen onu bir kraliçe edasıyla onayladı; bu asabi sürücüyle yeryüzünün en sefil yolculuğunu yapmışlardı. "Bavullarımızı indirebilir misiniz lütfen?" Adam homurdandı. "Çoktan indirdim." "Gelin çocuklar." Bu kaba adamın karşısında kızarmamış olmayı umuyordu. Zaten iki küçük çantaları vardı, biri Helen&#;in diğeri de çocuklarındı. Sürücü muhtemelen onların evsiz barksız zavallılar olduklarını düşünmüştü. Aslında bu pek de yanlış sayılmazdı. Bu düşünceleri zihninden uzaklaştırdı. Cesaret k ın a düşüncelere şu an hayatlarmda yer yoktu. Tüm dikkatini toplamalı ve son derece ikna edici görünmeliydi. Kiralık arabadan inerek etrafına bakındı. Tam önüne dikilmiş olan antik bir kale vardı, sağlam ve sessiz. Ana bina bodur bir dik 15

7 dörtgendi, açık gül rengi taştan yapılmıştı. Köşelerinde de yuvarlak kuleler yükseliyordu. Kalenin önünde bir çeşit araba yolu vardı, bir zamanlar orada bulunan çakıllara özenle bakılıyor olmalıydı ama artık aralan yaban otlan ve çamurla doluydu. Kenarına rüzgârla savaşan birkaç ağaç dikilmişti. Arkalarında karanlık ufka doğru uzanan tepeler vardı. "Pekâlâ." Sürücü onlara bakmadan yerine tırmandı. "Ben gidiyorum." "En azından bir kandil bırak!" diye seslendi Helen ama araba çakıllar üzerinde ilerlerken çıkan tekerlek sesleri sesinin duyulmasını engelledi. Şaşkınlık içerisinde arabanın arkasından bakakaldı. "Karanlık," dedi Jamie kaleye bakarak. "Anne hiç ışık yok," dedi Abigail. Sesinde bir korku vardı, Helen de ürperdiğini hissetti. Şu ana kadar ışık olmadığını fark etmemişti. Ya evde kimse yoksa O zaman ne yapacaklardı? Gerekirse her şeyle başa çıkabilirim. Buradaki yetişkin oydu. Bir anne çocuklarına güvende olduklannı hissettirmeliydi. Helen çenesini havaya dikerek Abigail&#;e gülümsedi. "Belki de arka taraf aydınlıktır ve biz onu buradan göremeyiz." Abigail pek ikna olmuşa benzemiyordu ama başını sallayarak söyleneni kabul etti. Helen çantalan alarak alçak basamaklan tırmandı ve o dev ahşap kapının önünde durdu. Gotik bir görünüme sahipti; ahşabı kararmış, menteşeler ve kilit demirden yapılmıştı, âdeta ortaçağdan fırlamış gibiydi. Demir halkayı kaldırarak kapıya vurdu. Ses içeride umutsuzca yankılandı. Helen kapıya bakarak durmaya devam etti, kimsenin gelmeyeceğine inanmak istemiyordu. Rüzgâr eteklerini şişirdi. Jamie botlarını taşa sürttü, Abigail sessizce iç geçirdi. Helen dudaklarım ıslattı. "Belki de kulede oldukları için bizi duymuyorlar." Yeniden vurdu. Etraf iyice kararmıştı, güneşin son huzmeleri ısıyı da yanına alarak orayı terk etmişti. Yazın ortasıydı ve Londra bu mevsimde çok sıcak olurdu ama yolculukları sırasında İskoçya&#;mn yaz gecelerinde bile oldukça soğuk olduğunu keşfetmişti. Ufukta bir şimşek çaktı. Burası ne ıssız bir yerdi! Birisi burada kendi isteğiyle yaşamayı nasıl seçerdi, bir türlü anlayamıyordu. Gök gürlemeye başladığında, "Gelmiyorlar," dedi Abigail korkuyla. "Sanırım evde kimse yok." Yüzüne yağmur damlalan düşmeye başlayan Helen yutkundu. Son geçtikleri köy en az on beş kilometre uzaklıktaydı. Çocuklara bir barınak bulmalıydı. Abigail haklıydı. Evde kimse yoktu. Onlan tam bir bilinmeze sürüklemişti. Onları birkez daha hayal kırıklığına uğratmıştı. Bu düşünce Helen&#;in dudaklarının titremesine sebep oldu. Çocuklann önünde ağlamamalıydı. "Belki bir ahır ya da müştemilat vardır" diye söze başladığı Hırada ahşap kapı açılarak yerinden sıçramasına sebep oldu. Hızla geri çekilince neredeyse merdivenden düşüyordu. Başlangıçta her şey kapkaraydı, sanki kapıyı hayalet bir el açmıştı. Sonra bir şeyler kıpırdadı ve Helen şekli ayırt edebildi. Orada bir erkek duruyordu; uzun boylu, zayıf ve son derece korkunç. Bir elinde ince bir mum vardı ve ışığı son derece yetersizdi. Yanında dört ayaklı bir canavar vardı, bugüne kadar gördüğü köpeklerden çok daha İri bir şeydi. 17

8 "Ne istiyorsunuz?" diye sordu, sesi son derece boğuk ve hırıltılı çıkıyordu. Aksam düzgündü ama hiç de hoş geldiniz der gibi bir hali yoktu. Helen ağzım açtı, ne diyeceğim bulmaya çalışıyordu. Hiç de umduğu gibi biriyle karşılaşmamıştı. Ulu Tanrım, o yanında duran şey de neydi? Tam o sırada gökyüzünde oldukça güçlü bir şimşek çakü, çok yakın ve parlak. Adamın yüzünü sahnedeymişçesine aydınlattı. Canavar oldukça yüksek, gri tüylü ve kaslıydı, parlak, siyah gözleri vardı. Adam ondan da kötü durumdaydı. Siyah saçları omuzlarına kadar iniyordu. Eski bir pantolon, tozluk ve çöplüğe çok daha uygun olan eski püskü bir ceket giymişti. Yüzünün bir tarafı kırmızı izlerle doluydu. Mum ışığı kahverengi gözünde ona şeytanî bir hava veren parıltı yaratıyordu. Sol gözünün olması gereken yerde ise bir boşluk yer alıyordu ve bu çok korkunçtu. Abigail çığlık attı. HEP ÇIĞLIK ATARLARDI. Sör Alistair Munroe, önünde duran kadın ile çocuklara kaşlarını çatarak baktı. Hemen arkalarında yağmur bardaktan boşanırcasına hızla yağmaya başlamıştı ve bu da çocukların annelerinin eteklerine sığınmaya çalışmalarına sebep oluyordu. Çocuklar, özellikle de küçük yaştakiler onu görünce çığlık atarak kaçarlardı. Bazen yetişkin kadınlar bile bunu yapardı. Daha geçen yıl genç bir kız Edinburgh&#;taki High Sokağı&#;nda onu görünce melodramatik bir şekilde düşüp bayılmıştı. Alistair o aptal kızı tokatlamak istemişti. 18 Bunu yapmak yerine, üç köşeli şapkasını aşağı indirip pelerininin yakasım yukarıya kaldırdıktan sonra hastalıklı bir fare gibi telaşlı adımlarla oradan uzaklaşmıştı. Şehir ve kasabalarda bu tepkiyle karşılaşıyordu. Bu nedenle de insanların bulundukları yerlere gitmekten hoşlanmıyordu. Ancak kapısının önünde çığlık atan bir kız çocuğuyla karşılaşacağını da hiç düşünmemişti. "Kes şunu," diye hırladı ona, kız ağzım eliyle kapadı. Karşısında iki çocuk vardı, bir erkek ve bir kız. Oğlan kahverengi saçlı, kuş gibi küçücük bir şeydi, en fazla sekiz yaşındaydı. Alistair bunu tam olarak anlayamıyordu çünkü çocuklardan uzak durmayı tercih ederdi. Kız daha büyüktü. Beyaz tenli ve sarı saçlıydı, ona zayıf yüzüne göre son derece iri olan mavi gözleriyle bakıyordu. Bir hastalık taşıyor olabilirdi; bu tür anormallikler genellikle zekâ geriliğinin belirtisi olurdu. Gözleri annesininkilerle ayru renkti, istemeyerek de olsa sonunda ona bakmak zorunda kalmıştı. Güzeldi. Elbette ya. Bu gök gürültülü havada kapısının önüne gelen kadın ille de bir güzellik abidesi olmalıydı. Gözleri yeni açmış yaban sümbülleri rengindeydi, parlak altın rengi saçları ve her erkeğin tapacağı türden bir yüzü vardı; onun gibi yaralı, insanlardan nefret eden bir münzeviyi bile uyarabiliyordu. Her ne kadar nefret etse de bu üreme yeteneğine sahip olan erkeklerin kadınları gördüğü anda verdiği son derece doğal bir tepkiydi "Ne istiyorsunuz?" diye tekrar sordu genç kadına. Belki de bütün aile zekâ özürlüydü, üçü de ses çıkarmadan öylece durmuş kendisine bakıyorlardı. Genç kadının gözleri onunkilere kenetlenmişti. Doğal olarak. Göz bandım çıkarmıştı -o lanet olası şey çok canım sıkıyordu- ve yüzünün birkaç gece boyunca genç kadının kâbusu haline dönüşeceği ortadaydı. 19

9 İçini çekti. Kapının vurulduğunu duyduğu sırada yulaf lapası ve haşlanmış sosisten oluşan akşam yemeğine oturmak üzereydi. Yemeği zaten kötüydü ve soğuyunca daha da kötü olacaktı. "Cariyle Malikânesi yaklaşık üç kilometre ileride." Alistair başını batiya doğru eğdi. Komşusunun misafirlerinin yollarını şaşırmış olduklarından son derece emindi. Kapıyı kapadı. Ya da kapamaya çalıştı. Kadın ayağım kapının araşma koyarak ona engel oldu. Bir an ayağım sıkıştırarak kapıyı itmeye devam etmeyi düşündü ama içinde kalmış olan son medeniyet kırıntısı onu durdurdu. Genç kadına baktı, gözünü kısarak ondan bir açıklama beklemeye başladı. Genç kadın çenesini dikti. "Ben kâhyanızım." Kesinlikle bir zekâ eksikliği söz konusuydu. Muhtemelen aristokratların kendi aralarında üreyip durmaları sonucunda oluşmuştu, bu özrüne rağmen o da çocuklan da oldukça pahalı giysiler giymişlerdi. Bu durum genç kadının açıklamasını daha da saçma kılıyordu. İçini çekti. "Benim kâhyam yok. Hanımefendi size gerçeği söylüyorum, Cariyle Malikânesi hemen tepenin üzerinde" Onun sözünü kesecek kadar gözü pekti. "Hayır, yanlış anladınız. Ben sizin yeni kâhyanızım." "Tekrar ediyorum. Benim. Bir. Kâhyam. Yok." Daha iyi algılayabilsin diye bu kez kelimeleri tane tane söylemişti. "Bir kâhya edinmek gibi bir arzum da yok" "Burası Greaves Kalesi, değil mi?" "Evet." "Siz de Sör Alistair Munroe&#;sunuz." Kaşlarını çattı. "Evet, am a" 20 Genç kadın ona bakmıyordu. Ayağının dibinde duran çantalardan birini kanşürmaya başlamıştı. Tepeden ona baktı, rahatsızdı, şaşkındı ve uyarılmıştı, şu anki pozisyonunda elbisesinin yakasından görünen manzara inanılmazdı. Dindar bir adam olsaydı, bunun bir hayal olduğunu bile düşünebilirdi. Genç kadın tatmin olmuş gibi bir ses çıkararak doğruldu, zafer kazanmış gibi gülümsüyordu. "İşte. Vikontes Vale&#;den size bir mektup. Beni buraya kâhyanız olarak o yolladı." Ona buruşmuş bir kâğıt parçasım uzattı. Kâğıdı elinden çekip almadan önce bir süre kadına baktı. Hızla yazılmış olan notu okuyabilmek için mumu biraz kaldırdı. Yanında oturan tazısı Leydi Grey, kısa bir süre içerisinde sosislere kavuşma hayalinden vazgeçmiş gibi içini çekerek salondaki taşların üzerine uzandı. Alistair mektubu okumayı bitirdiği sırada girişe yağmakta olan yağmurun sesini duydu. Sonra başım kaldırdı. Leydi Vale&#;yi sadece birkez görmüştü. O ve kocası Jasper Renshavv, Vikont Vale, onu bir aydan biraz daha uzun bir zaman önce davetsiz bir şekilde ziyaret etmişlerdi. Gözüne hiç de başkalarımn işine burnunu sokan kadınlardan gibi görünmemişti ama elindeki mektupta gerçekten karşısında duran kadımn yeni kâhyası olduğu yazılıydı. Delilik. Vale&#;in karısı ne yapmaya çalışıyordu? Gerçi bir kadımn gerçekten ne düşündüğünü çözmeye çalışmak imkânsız bir işti. Bu çok güzel, zengin giyimli kadım ve iki çocuğunu yarm sabah erkenden göndermesi gerekiyordu. Maalesef Leydi Vale&#;in koruması altodaydılar ve onları gecenin karanlığında bir yerlere gönderme imkânı yoktu. Alistair, genç kadının mavi gözlerinin içine baktı. "Adınız ne demiştiniz?" 21

10 Yüzü pembeleşti; baharda yükselen güneş kadar güzeldi. "Dememiştim. Ben, Helen Halifax. Bayan Halifax. Burada çok ıslandığımızın farkında mısınız?" Sesindeki ciddiyet dudağının köşesinin hafifçe yukarıya doğru kıvrılmasına sebep oldu. Bir zekâ özrü söz konusu değildi. "O zaman siz ve çocuklarınız içeriye girseniz çok daha iyi olacak, Bayan Halifax." SÖR ALISTAIRTN GÜLÜMSEYİŞİ Helen&#;in irkilmesine sebep oldu. Dikkati geniş, şekilli, güçlü ve erkeksi dudaklarına çekildi. Bu gülümseme onun hilkat garibesi değil, bir erkek olduğunu ortaya koyan cinstendi. Ona baktığını gördüğü anda gülümseme elbette ki son hızla yok oldu. Yüzü yine o taşa benzer hafif alaya ifadesine döndü. "İçeriye girmediğiniz sürece ıslanmaya devam edeceksiniz madam." "Teşekkür ederim." Yutkunarak loş koridora girdi. "Çok naziksiniz, Sör Alistair." Omuz silkerek arkasını döndü. "Öyle diyorsanız." Kaba adam! Çantalarını taşımayı bile teklif etmemişti. Ama elbette ki ev sahipleri kâhyalarının çantalarım taşımazlardı. Öyle olsa bile teklif etmesi bir hoşluk olurdu. Helen çantaları aldı. "Gelin çocuklar." Sör Alistair&#;a yetişebilmek için hızla yürümeye başladılar, neredeyse koşuyorlardı, görünüşe göre kaledeki tek ışık onun mumuydu. O devasa köpek yanında ilerliyordu; kaslı, simsiyah, uzun. İşin aslı sahibine çok benziyordu. Geniş bir holden daha loş ve dar bir koridora girdiler. Mum biraz ileride hareket edip duruyordu, yüksek ve örümcek ağlarıyla örtülü duvarlarda tuhaf şekiller oluşturuyordu. Jamie ile Abigail iki yaranda onunla birlikte ilerliyorlardı. Jamie çok 22 yorgundu ve sürüklenir gibi bir hali vardı. Abigail hızını korumaya çalışırken meraklı gözlerle etrafına bakınıyordu. "Çok pis, değil mi?" diye fısıldadı Abigail. O konuşurken Sör Alistair onlara dönünce Helen söyleneni duyduğunu düşündü. "Yemek yediniz mi?" O kadar hızlı durup dönmüştü ki, Helen neredeyse ayağına basacaktı. Haliyle ona çok yaklaşmışü. Gözlerine bakabilmek için boynunu arkaya atması gerekti, mumu tam göğüs hizasında tutuyordu ve ışık ona bir kez daha şeytanî bir görünüm kazandırdı. "Handa çay içmiştik ama" diye nefes nefese konuşmaya çalıştı. "Güzel," diyerek yeniden arkasını döndü. Omuzlarıyla bir hareket yaptıktan sonra köşeyi döndü. "Bu gece misafir odalarından birinde kalabilirsiniz. Sabah bir araba kiralayarak sizi Londra&#;ya geri göndereceğim." Helen çantaları daha yukarıya kaldırarak onu yakalayabilmek için hızlandı. "Ben gerçekten hiç. Taş bir merdiveni tırmanmaya başlamıştı bile. "Masrafı düşünmenize gerek yok." Helen kısa bir süre duraklayarak öfke saçan gözleriyle onun merdiveni çıkmasını izledi. Ne yazık ki ışıkta onunla birlikte uzaklaşıyordu. "Çabuk ol anne," dedi Abigail. İyi bir abla olarak kardeşinin elini tutmuş ve merdiveni tırmanmaya başlamıştı. O hain adam basamakta durdu. "Geliyor musunuz, Bayan Haiif.ıx?" "Evet, Sör Alistair/&#; dedi Helen dişlerinin arasından. "Sadece Leydi Vale&#;in bu teklifini bir düşünseniz" 23

11 "Bir kâhya istemiyorum," dedikten sonra merdiveni çıkmaya devam etti. "Buna inanmakta zorlanıyorum," diye soludu Helen arkasından, "kalenin şu ana kadar gördüğüm kısmına bakıyorum da" "Evimi bu haliyle çok seviyorum." Helen gözlerini kıstı. Kimsenin, bu adamın bile böylesine bir pislikten hoşlanacağına kimse onu inandıramazdı. "Leydi Vale bana özellikle tembih etti.. leri olan kocaman bir yatak odanın ortasında duruyordu. Köşede küçük bir şömine vardı. Odanın diğer ucu karanlıkta kalıseafoodplus.info mobilyaların duruş şeklinden buranın depo olarak kullanıldığını düşünmeye başlamıştı. Abigail ile Jamie dev yatağa yığılmışlardı. İki hafta önce, Helen onların bir toz zerresine bile dokunmalarına izin vermezdi. Ama iki hafta önce hâlâ Lister Dükü&#;nün de metresiydi. "Leydi Vale kâhya istediğimi düşünerek fazlasıyla yanılmış." Sonunda merdivenin son basamağına ulaştılar ve genç adam dar bir kapının önünde durdu. Odaya girerek bir mum yakti. Helen koridorda durup onu inceledi. Genç adam dışarı çıküğında gözünün içine baktı. "Bir kâhya istemeyebilirsiniz ama bir kâhyaya ihtiyaç duyduğunuz kesin." Genç adamın dudağının kenarı yeniden yukarı doğru kıvrıldı. "Dilediğinizi düşünebilirsiniz madam ama size ihtiyacım yok ve gelmenizi de ben istemedim." Bir eliyle odayı gösterdi. Çocuklar koşarak içeriye girdiler. Kapının önünden çekilme gereği hissetmedi, Helen çantalarla yan dönerek geçmeye çalışırken göğsü göğsüne hafifçe sürtündü. Başım kaldırıp ona bakti. "Fikrinizi değiştireceğimden son derece eminim, Sör Alistair." Alistair başım eğdi, sağlam gözü mum ışığında parlıyordu. "İyi geceler, Bayan Halifax." Kapıyı arkasından yavaşça kapadı. Helen kapımn ardından bir süre baküktan sonra etrafına göz gezdirdi. Sör Alistair&#;ıseafoodplus.infoı getirdiği oda oldukça geniş ve darmadağınıktı. Bir duvar iğrenç perdelerle örtülüydü, oymalı direk 24 25

12 KAs Doğru Söz siyah kalenin önünde durdu. Gecenin içine doğru uzanan dört kulesi son derece yüksek ve huzursuz edici görünüyordu. Arkasını dönmek üzereyken kalenin o dev gibi ahşap kapıları gıcırdayarak açıldı. Çok yakışıklı, genç bir adam altın ve beyaz giysilerle karşısında duruyordu, işaret parmağında da süt beyazı taşı olan bir yüzük vardı. "İyi akşamlar gezgin," dedi adam. "Soğuk ve rüzgârdan kurtulmak için içeriye girmek istemez misin?" Kalede kötü bir şeylerin olacağını hissediyordu ama kar da onu kovalıyordu, Doğru Söz sıcak ateş fikrini yabana atamadı. Başını sallayarak siyah kaleye girdi DOĞRU SÖZ&#;den T/&#;"aranlıkü. Çok, çok karanlık. ^A bigail büyük yatağın içinde yatmaya devam ederek kalenin karanlığım dinlemeye başladı. Yaranda yatan Jamie horlamakla meşguldü. Hemen sağındaydı, ona sımsıkı yapışmıştı, başı omu- /. undaydı, sıcak nefesi boynunu yakıyordu. Abigail yatağm hemen kenarındaydı. Annesi yatağm diğer tarafında usulca nefes alıyordu. Yağmur durmuştu ama saçaklardan süzülen damlaların sesini hâlâ duyabiliyordu. Sanki duvarda küçük bir adam yürüyormuş gibi bir sesti ve adam gittikçe yaklaşıyordu. Abigail titredi. 27

13 Çişini yapması gerekiyordu. Eğer kıpırdamadan yatmaya devam ederse belki de yeniden uyuyabilirdi. Ancak yatağı ıslatma korkusu da vardı. Yatağım ıslatmayalı çok uzun bir zaman olmuştu ama son seferinde ne kadar utandığım hâlâ çok iyi hatırlıyordu. Dadıları olan Bayan Cummings onun ne yaptığını annesine söylemesini sağlamıştı. Abigail bu itirafı yapmaya başlamadan önce neredeyse o sabah yediği her şeyi kusacak gibi olmuştu. Annesi kızmamıştı ama ona endişeli ve acıyan gözlerle bakmıştı ve bu çok daha kötüydü. Abigail annesini hayal kırıklığına uğratmaktan nefret ediyordu. Annesi ona bazen üzgün gözlerle bakıyordu ve Abigail hemen anlıyordu: Bir hata yapmıştı. Diğer kızlar gibi kahkahalar atmazdı, bebeklerle de oynamazdı ve çok arkadaşı da yoktu. O kendi kendine olmayı seviyordu. Bir şeyler düşünmeyi. Bazen bu düşünceler onu üzüyor ve endişelendiriyordu ama yine de kendine engel olamıyordu. Ve annesini hayal kırıklığına uğratıyordu. İçini çekti. Böyle olmayacaktı. Lazımlığı kullanmak zorundaydı. Sessizce kaykılarak yatağın kenarından yere bakti ama çok karanlıktı ve yeri görmeyi başaramadı. Ayağıyla çarşafları iterek bacağını yere uzatmaya devam etti, parmağım iyice aşağı uzatmıştı. Hiçbir şey olmadı. Ahşap döşeme soğuktu ama fare, örümcek ya da o korkunç böceklerden herhangi bir iz yoktu. En azından yakınlarda yoktu. Abigail derin bir nefes aldıktan soma yataktan aşağı kaydı. Geceliği yukarı sıyrılarak bacaklarının üşümesine neden oldu. Jamie bir şeyler homurdanarak annesine doğru yuvarlandı. Ayakta durup geceliğini düzeltti, eğilerek yatağın altında duran lazımlığı buldu ve çıkardı. Eteklerim toparlayarak üzerine oturdu. Lazımğa çarpan sıvının sesi odadaki sessizliği doldurdu, saçaklardan yürüyen küçük adamın sesini boğdu. 28 Huzura kavuştu. Oda kapısının dışından bir çıtırtı geldi. Abigail donakaldı, hâlâ ulak ufak işiyordu. Kapının alündan titreşen bir ışık göründü. Koridorda biri duruyordu. Sör Alistair&#;ın o korkunç izlere sahip olan yüzünü haürladı. Çok uzun boyluydu; gerçekten uzundu, dükten bile uzun. Ya onlan kaleden atmaya karar verdiyse? Ya da daha kötüsüne? Abigail nefesim tutarak bekledi, oturağın üzerine çökmekten I uçakları ağnmışü, poposu da üşüyordu. Kapının dışındaki kişi öksürerek balgam çıkardı -Abigail&#;in midesi alt üst olmuştu- ve tükürdü. Soma ayaklarım sürükleyerek oradan uzaklaştı. Ayak sesleri yok olana kadar bekledi ve lazımlığın üzerinden kalktı. Onu ileri doğru ittikten sonra yatağa sıçrayarak örtüleri kalasına kadar çekti, Jamie&#;nin kafasını da örtmüştü. "Bu da ne?" diye mırıldandı Jamie yemden ona yaslanarak. "Şişş!" dedi Abigail. Nefesini tutmaya devam etti. Jamie&#;nin başparmağım emme sesinden başka bir şey duyamıyordu. Bunu yapmaması seafoodplus.info Bayan Cummings burada olmadığı için onu azarlayamıyordu. Abigail kollarım sımsıkı kardeşine sardı. Anneleri Londra&#;dan ayrılmak zorunda olduklarım söylemişti. Artık Bayan Cummings ve doğduğu günden beri tanıdığı hizmetkârlarla birlikte şehirdeki evlerinde yaşamayacaklardı. Güzel elbiselerini, resimli kitapları ve limonlu pandispanyaları orada bırakmışlardı. Aslında Abigail&#;in bildiği her şey orada kalmıştı. Ama anneleri o zaman bu kalenin bu kadar kötü bir yer olabileceğini düşünememiş olmalıydı. Bu karanlık ve pis koridorları ve o korkunç ev sahibim de. Dük buranın ne kadar kötü bir yer olduğunu bilse yeniden evlerine dönmelerine izin vermez miydi? 29

14 Bunu yapmaz mıydı? Abigail karanlıkta yatarak duvarlara tırmanan küçük adamı dinlemeye devam etti, keşke Londra&#;daki evinde olsaydı. HELEN ERTESİ SABAH UYANDIĞINDA güneş pencereden içeriye dolmaya başlamışü. Gece yatmadan önce perdeleri açmıştı, günün ilk ışıklarını kaçırmadan uyanması gerekiyordu. Tabii güneş ışınlarının o kirli camlardan içeri dolması ne kadar mümkündü? Helen içini çekerek camın köşesini perdenin ucuyla ovaladı ama yağlı kir pencereye daha çok yayıldı. "Burası hayaümda gördüğüm en pis yer," diye eleştirdi Abigail kardeşine bakarak. Odanın bir ucunda bir sürü koltuk vardı, sanki çok uzun bir zaman önce kalenin hanımı onları buraya kaldırmış ve sonra da bu işi yaptığını unutmuştu. Jamie bir koltuktan diğerine sıçrayıp duruyordu. Her birine konduğu anda oradan bir toz bulutu yükseliyordu. O küçük yüzü tozla kaplanmışta. Aman Tanrım, ne yapacaktı? Kale çok pisti, efendisi son derece kaba ve berbat bir adamdı, işe nereden başlayacağını bilemiyordu. Seçme şansı yoktu. Helen terk ettiği Lister Dükü&#;nün ne tip bir adam olduğunu çok iyi biliyordu. Kendisine ait olan hiçbir şeyden vazgeçmeyen bir adamdı. Onunla senelerdir yatmamışta. Bu zaman zarfında başka metresler de edinmişti ama buna rağmen Lister ona da hâlâ metresiymiş gözüyle bakıyordu. Malı olarak. Çocuklar da onun malıydı. Onların babasıydı. Yıllardır onlarla iki kelime bile konuşmamışta ve onları resmî olarak tanımamışta ama olsun. Lister malını elinin altında tutardı. Helen&#;in, Jamie ile Abigail&#;i alıp kaçacağından bir an bile şüphelense onları elinden hemen alırdı, bundan hiç kuşkusu yoktu. Sekiz yıl önce Abigail daha bebekken Helen onu terk edeceğinden bahsetmişti. Bir akşamüstü alışveriş- 30 (imi eve döndüğünde Abigail evde yoktu ve dadısı ağlıyordu. Listı*r ertesi sabaha kadar bebeği alıkoymuştu o gece hâlâ Helen&#;in rüyalarına giriyordu. Ertesi sabah kapıya geldiğinde Helen üzüntüden hastalanmıştı. Peki ya Lister? Kucağında bebekle içeriye girmiş ve çocuğunu yaranda tutmak istiyorsa ilişkiyi sürdürmesi gerektiğini bildirmişti. Helen ona aitti ve hiçbir şey bunu değiştiremezdi. Lister&#;ı terk etme kararını verdiği anda bütün köprüleri ateşe verdiğini gayet iyi biliyordu. Çocuklarının güvende olmasını istiyorsa Dük onları hiçbir şekilde bulmayı başaramamalıydı. Leydi Vdle&#;in yardımıyla ödünç bir arabaya binerek Londra&#;dan kaçmışta. 11k handa bir araba kiralamış ve yola öyle devam etmişti, ondan sonra ila her fırsatta yeni bir araba kiralamışta. Hep az kullanılan yolları tercih ederek mümkün olduğu kadar dikkat çekmeden yol almışta. Helen&#;in kendini Sör Alistair&#;a yeni kâhyası olarak tanıştırması 1ikri Leydi Vale&#;dan çıkmıştı. Greaves Kalesi toplumun hiç içine girmediği bir yerdi ve Leydi Vale, Lister&#;ın oraya bakmayı akıl etmeye- eğinden emindi. Sör Alistair&#;ın kalesi bu açıdan gerçekten mükemmel bir yerdi. Ama Leydi Vale kalenin ne kadar sefil bir durumda olduğundan haberdar mıydı? Ya da efendisinin ne kadar inatçı olduğundan. Küçük adımlar atmalıydı. Gidecek başka bir yeri yoktu. Bu yolda yürüyecek ve bu işin olmasını sağlayacaktı. Başarısız olma ihtimali düşünülemezdi. Jamie yeniden bir koltuğa kondu ve yeni bir toz bulutuyla oradan kaydı. "Kes şunu lütfen," diye terslendi Helen. Çocuklar dönüp ona baktılar. Helen sesini pek yükseltmezdi. Ama iki hafta öncesine kadar çocuklara bakan bir dadı vardı. Onları canı istediği zaman görme özgürlüğüne sahipti; yatma zamanında, akşamüstü çay saatinde ya da park yürüyüşlerinde. Bunlar 31

15 hep mutluluk anlarıydı. Abigail ile Jamie yorulduklarında ya da öfkelendiklerinde onlan Bayan Cummings&#;e gönderme şansına sahipti. Hayan Cummings ne yazık ki Londra&#;da kalmıştı. Helen içini çekerek sakinleşmeye çalıştı. "İşe koyulma zamanı geldi." "Ne işi?" diye sordu Jamie. Ayağa kalkarak kendisiyle birlikte yere düşmüş olan minderi tekmelemeye başladı. "Sör Alistair bu sabah gitmek zorunda olduğumuzu söylemişti," diye hatırlattı Abigail. "Evet ama biz bunun aksinin olacağına onu ikna edeceğiz, öyle değil mi?" "Ben eve gitmek istiyorum." "Bunu yapamayız, hayatim. Daha önce de söyledim." Helen onu ikna edebilmek için gülümsedi. Lister onları yakaladığı takdirde neler yapabileceğini çocuklara anlatmamıştı. Onları korkutmak istemiyordu. "Sör Alistair&#;ın bu kaleyi temizleyecek ve düzene sokacak birilerine ihtiyacı var, siz de öyle düşünmüyor musunuz?" "Ee.. evet," dedi Abigail. "Ama o kalesini dağınık sevdiğini söyledi." "Saçma. Bence yardım istemeye çekiniyor. Hem ihtiyacı olana yardım etmek iyi bir Hristiyan olarak görevimizdir ve ben Sör Alistair&#;ın gerçekten yardıma ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum." Abigail kuşku dolu gözerle ona baktı. Helen, aşın düşünceli kızı daha fazla itiraz etmeden önce ellerini çırptı. "Aşağı inelim ve Sör Alistair için güzel bir kahvaltı hazırlanmasını isteyelim, kendimiz için de bir şeyler bulalım. Ondan sonra aşçı ve diğer hizmetçilerle yemek ve temizlik hakkında birtakım konuşmalar yapmam gerekecek." 32 Kahvaltı kelimesini duyan Jamie keyiflendi. Helen kapıyı açtı ve hep birlikte koridora çıktılar. "Sanırım dün gece buradan gelmiştik," diyen Helen sağa döndü. Bir süre sonra Sör Alistair&#;ın onları getirdiği yolun burası olmadığı anlaşıldı, birkaç başarısız girişimden sonra kalenin giriş ka- I ına inmeyi başardılar. Helen mutfağın bulunduğunu varsaydıkları ırka tarafa doğru yürürlerken Abigail&#;in ayaklarım sürümeye başladığım gördü. Abigail birdenbire durdu. "Onu selamlamak zorunda mıyım?" "Kimi hayatim?" diye sordu Helen, aslında kimden bahsettiğini çok iyi biliyordu. "Sör Alistair&#;ı." "Abigail, Sör Alistair&#;dan korkuyor!" diye şarkı söylemeye başladı Jamie. "Korkmuyorum," dedi Abigail öfkeyle. "Yani çok korkmuyorum. O sadece" "Seni ürküttü ve sen de çığlık attın," dedi Helen. Koridorun kirli duvarlarına bakarak kızına ne söylemesi gerektiğini bulmaya çalıştı. Abigail çok duyarlı olabiliyordu. Yanlış bir eleştiri onu günler boyu düşünmeye itebilirdi. "Kendini tuhaf hissettiğim biliyorum hayatım ama Sör Alistair&#;ın hislerini de göz önüne almalısın. Görünüşüne bakarak çığlık atan bir kızla karşılaşmak onun için de hoş olmasa gerek" "Benden nefret ediyordur," diye fısıldadı Abigail. Helen âdeta yüreğinin sıkıştığım hissetti. Anne olmak gerçekten zor bir işti. Çocukları dünyanın kötülüklerinden ve kendi zayıflıklarından korumaya çalışmak, aynı zamanda onurlu ve aklı başında birer insan olmalarım sağlamak son derece zordu. 33

16 "Nflit&#;i elliğini hiç sanmıyorum," dedi Helen usulca. "Ama bir ir i t»tul.m o/iir dilesen iyi olur diye düşünüyorum, sen de öyle düşünmüyor musun?" Abigail cevap vermedi ama başını bir kez salladı, ince yüzü, solgun ve üzgündü. Helen içini çekerek mutfağa doğru yoluna devam etti. Kahvaltı her şeyi daha iyi görmelerini sağlayacaktı. Ama Greaves Kalesi&#;nde yiyecek bir şey yoktu. Mutfak son derece büyük ve tarihî bir yerdi. Tonozlu tavan ve sıvalı duvarlar bir zamanlar beyaza boyanmıştı ama bu renk artık griye dönmüştü. Mağara gibi bir ocak vardı, içinin süpürülmesi gerekiyordu, neredeyse bir duvarı kaplıyordu. Oradaki kap kaçağın üzerindeki tozlara bakınca burada yemek pişirilmediği net olarak anlaşılıyordu. Helen hüsrana uğramış bir şekilde etrafına bakındı. Masalardan birinin üzerinde boş bir tabak duruyordu, son dönemde biri burada yemek yemişti. Bir yerlerde bir kiler olmalıydı ama neredeydi? Panik içerisinde dolapları ve çekmeceleri açıp kapamaya başladı. On beş dakika sonra ganimetlerini inceledi: bir çuval un, biraz yulaf, çay, şeker ve bir avuç kadar tuz. Kilerde asılı küçük bir parça kurutulmuş domuz pastırması da bulmuştu. Elindeki malzemeye bakarak bunlarla adam gibi bir kahvaltı hazırlamayı başarıp başaramayacağını düşünüyordu. Durumun vahametini görünce içini bir dehşet kaplamıştı. Aşçı yoktu. Şu ana kadar herhangi bir hizmetli de görmemişti. Ne bir mutfak hizmetçisi ne de bir uşak. Ayakkabıları boyayan bir çocuk ya da bir oda hizmetçisi de yoktu. Sör Alistair herhangi bir hizmetkâra sahip miydi? "Acıktım anne," diye inledi Jamie. 34 Helen boş gözlerle ona baktı, zihninden geçenler onu tamamen.t&#;rseme çevirmişti. Arkalarda bir yerde küçük bir çığlık duyuyordu, hm bunu yapamam! Ben bunu yapamam! Seçme şansı yoktu. Bunu yapmak zorundaydı. Yutkunarak o çığlığın üzerine bir battaniye atıverdi ve kollarım sıvadı. "O zaman bir an önce işe başlamamız gerekiyor, değil mi?" ALİSTAİR ESKİ BİR MUTFAK BIÇAĞINI alarak bu sabah gelen kalın mektubun mührünü açtı. Adı okunaksız bir el yazısıyla ve iri harflerle yazılmıştı, kimden geldiği hemen anlaşılıyordu. Vale muhtemelen yine onu Londra&#;ya gitmesi ya da başka birtakım saçmalıkları yapması için ikna etmeye çalışıyordu. Vikont çok ısrarcıydı, bunu yapması için ona hiç cesaret verilmediği halde vazgeçmiyordu. Alistair kulelerin en genişinde oturuyordu. Eğimli duvarlarda yer alan uzun ve eşit aralıklı dört adet pencere içeri, çalışmasına fazlasıyla yetecek olan muhteşem bir gün ışığının dolmasını sağlıyordu. Üç büyük masa odanın oldukça büyük bir kısmım kaplıyordu. Üzerleri kitaplar, haritalar, hayvan ve böcek türleri, büyüteçler, boya fırçaları, yaprak ve çiçekleri korumak için baskılar, ilginç taşlar, ağaç kabukları, kuş yuvaları ve kara kalem çizimleriyle doluydu. Pencerelerin arasmda kalan duvarlarda, cam muhafazalar, birçok kitap, harita, dergi ve bilimsel makalelerin yer aldığı raflar vardı. Kapımn yanında küçük bir şömine bulunuyordu; en sıcak günde bile muhakkak yanardı. Leydi Grey buna alışmıştı, yıllardan beri onun önündeki halının üzerine yatarak, sıcağın tadım çıkararak uyurdu. O orada, sabah uykusunu uyurken Alistair en büyük masanın ardmda oturarak çalışırdı. Onun öncesinde sabah gezilerini yapmış olurlardı. Artık eskisi kadar çok gezemiyorlardı. Son iki haftadır Alistair Leydi Grey&#;in adımlarına uyum sağlayabilmek 35

17 için fazlasıyla yavaşlamak zorunda kalmıştı. Çok yakında bu yaşlı kızı da geride bırakmak zorunda kalacaktı. Bu konu için başka bir gün üzülecekti. Alistair mektubu açıp çıtırdayan alevlerin eşliğinde hızla gözden geçirdi. Sabahın erken saatleriydi ve dün akşam gelen davetsiz misafirlerinin hâlâ uyuyor olduklarından emindi. Bayan Halifax kâhya olduğunu iddia etmişti. ama daha çok sosyete kadınlarına benziyordu. Belki de bir iddia üzerine buraya gelmişti, başka bir aristokrat hanımefendi ile yaralı yüzlü Sör Alistair&#;ın inine gireceğine dair bir bahse tutuşmuştu. Bu iğrenç bir düşünceydi hem utandı hem de çok öfkelendi. Ama sonra kadırun onu görünce gerçekten çok şaşırmış olduğunu hatırladı. Bu da oyunun bir parçası olamazdı. Zaten Leydi Vale de bu tür oyunlar oynayacak bir kadına benzemiyordu. Alistair içini çekerek mektubu masaya fırlattı. Vale&#;in karısının ona bir kâhya yollamış olduğuna dair bir şeyden bahsedilmiyordu. Vale, Spinner&#;s Falls&#;daki hain hakkında bulduklarını ve Matthew&#;un ölümünü bildiriyordu; yanlış bir iz sürüldüğü kısa zamanda ortaya çıkmıştı. Pencereden dışanya bakarken gözündeki banda hafifçe dokundu. Altı yıl önce Amerika&#;da Spinner&#;s Falls denen yerde Alay pusuya düşürülmüştü. Alayın hemen hepsi Fransız dostu Wyandot Kızılderilileri tarafından katledilmişti. Alistair de dâhil olmak üzere birkaç kişi oradan canlı kurtulmayı başarabilmiş ve esir alınarak New England ormanlarında bir hafta boyunca yürütülmüşlerdi. Kızılderili kampına vardıklarında ise Elini mektubun kenarına koydu. Alay&#;ın bir üyesi bile değildi. O bir sivildi. New England bölgesinin flora ve faunasını incelemekle görevlendirilmişti. İngiltere&#;ye dönmesine üç ay kala Spinner&#;s Falls&#;a düşmek gibi bir talihsizliği yaşamıştı. Üç ay. Plan- 36 l.ındığı gibi Quebec&#;te bırakılanlarla kalmış olsaydı hiçbir zaman! ipinner&#;s Falls&#;dan haberdar olmayacaktı. Alistair mektubu dikkatle katladı. Şimdi Vale ile Onbaşı Samuel I lartley denen bir adam Alay&#;ın Spinner&#;s Falls&#;da ihanete uğı.ımış olduğuna dair bilgiler aldıklarım söylüyorlardı. Hain Fran- Nizlara ve Wyandot Yerlilerine ne zaman oradan geçileceğini bildirmişti. Vale ile Hartley bu haini bulup ihanetini ilan ederek onu cezalandırma kararını vermişlerdi. Alistair masada duran mektubun üzerine vurmaya başladı. Vale&#;in ziyaretinden bu yana bu hain konusu beynini zehirlemeye başlamıştı. Onca iyi adam orada hayatim yitirmişken kalanlar da acılar içinde yaşamlarını sürdürmeye çalınırken bu tür bir adam nasıl hâlâ serbestçe ortalıkta dolaşabilirdi? Üç hafta önce harekete geçmeye karar vermişti. Bir hain varsa muhakkak Fransızlarla bir ilişkisi olmalıydı. Bu konuyu bir Fransız&#;dan daha iyi kim bilebilirdi? Fransa&#;da Etienne LeFabvre adında bir meslektaşı vardı, ona yazarak Spinner&#;s Falls hakkında duyduğu bir şeyler olup olmadığını sormuştu. O günden beri Etienne&#;den gelecek olan cevabı sabırsızlıkla bekliyordu. Kaşlarını çattı. Fransa&#;yla ilişkiler her zamanki gibi kötüydü ama jöne de Kulenin kapısı açılınca düşüncelerine ara vermek zorunda kaldı. Bayan Halifax elinde bir tepsiyle içeriye girdi. "Burada ne halt ediyorsun?" diye hırladı, şaşkınlığı düşündüğünden de sert bir tepki vermesine yol açmıştı. Helen durdu, güzel dudakları aşağıya doğru büküldü. "Kahvaltınızı getirdim, Sör Alistair." Ona kahvaltı için ne getirmeyi başarabildiğini sormamak için kendini zor tuttu. Kaledeki fareleri avlayıp kızartmadıysa yenecek fazla bir şey yoktu. Son kalan sosisleri de dün akşam yemişti. Helen, elindeki tepsiyi böcekler hakkında çok değerli, İtalyanca bir kitabın üzerine koymak üzere ilerleyerek eğildi. 37

18 "O ray a d eğil." H\ı koınıılıı duyduğu anda donakaldı. "Bir dakika." Hızla önünü boşaltıp kâğıtları koltuğunun yanına yere koydu. "Şimdi olur." Helen tepsiyi önüne koyarak tabağın üzerim açtı. İçinde lime lime bir görünüme sahip iki parça domuz pasürması ve üç küçük gevrek vardı. Tabağm yanında duran kâse yulaf lapasıyla doluydu ve onun yaranda da bir fincan dolusu koyu bir çay duruyordu. "Çayı demlikle getirmek isterdim aslında," dedi Bayan Halifax tabaklan masanın üzerine yerleştirirken, "ama sanırım bir demliğiniz yok. Çayı tencerede yapmak zorunda kaldım." "Geçen ay kırıldı," diye rmnldandı Alistair. Burada neler dönüyordu? Bu iğrenç şeyleri o buradayken mi yemesi gerekiyordu? Pembe yanakları ve parlak mavi gözleriyle ona bakü, lanet olsun. "Ne kırıldı?" "Demlik." Tann&#;ya şükür ki bu sabah göz bandım takmıştı. "Çok naziksiniz, Bayan Halifax ama bunu yapmak için yorulmasaydımz." "Hiç yorulmadım," diye pervasızca bir yalan söyledi. Alistair mutfağının durumunun farkındaydı. Gözünü kisti. "Bu sabah ayrılacağınızı düşünüyordum" "Yenisini almak zorundayım o zaman. Yani demliğin," dedi bir anda, sağır olmuş gibiydi. "Çayın tadı tencerede pişince farklı oluyor. Seramik demliklerin daha iyi olduğunu düşünüyorum." "Arabayı çağırttıracağım" "Metal demlikleri tercih edenler de var elbette." "Köyden.. "Gümüşler elbette ki çok hoş ama güzel, küçük bir teneke demlik de" 38 "Böylelikle beni rahat bırakabilirsiniz!" Son sözleri çığlığa dönüşmüştü. Leydi Grey şöminenin önünde duyruldu. Bayan Halifax yaban sümbülü mavi gözlerim bir an için İyice açarak ona baktı. Soma o dolgun dudaklarım aralayarak konuşmaya başladı. "Teneke bir demlik alacak güce sahipsiniz, değil mi?" Leydi Grey içini çekerek ateşin sıcaklığına geri döndü. "Evet, teneke bir demlik alabilirim!" Gözlerini kapadı, onu bir mı için bile olsa bu boş gevezeliğin içine çekebilmiş olmasından rail, ilsiz olmuştu. Soma ona bakarak derin bir nefes aldı. "Buradan en y.ıkın zamanda ayrılacaksınız, ben arabayı" "Saçma." "Ne dediniz?" diye sordu hırıltıyla. O küstah çenesini havaya dikti. "Saçma dedim. Bana ihtiyacını/, olduğu ortada. Kalede yiyecek hiçbir şey olmadığının farkında mısınız? Evet, elbette ki farkındasınız ama bunun bir faydası yok. I lem de hiç yok. Demlik almak için köye indiğimde biraz alışveriş de yapacağım." "Benim hiç ihtiyacım" "Yulaf ve kurutulmuş pastırmayla yaşamımızı sürdüreceğimizi düşünmüyorsunuz herhalde?" Ellerini beline koyarak onu süzmeye başladı. Kaşlarım çattı. "Ben elbette k i" "Çocukların taze sebzeye de ihtiyaçları var. Sizin de tabii." "Siz hiç" "Bu akşamüstü köye inmek istiyorum, bunu yapabilir miyim?" "Bayan Halifax" "Demliği seramik mi teneke mi istiyorsunuz?" 39

19 "Seramik ama" Boş odaya konuşuyordu. Kapıyı arkasından usulca kapatmıştı. Alistair kapıya baktı. Hayatı boyunca hiç bu şekilde yönlendirilmemişti hem de bir gece önce zekâ özürlü olduğunu düşündüğü küçük, güzel bir kadın tarafından. Leydi Grey, Bayan Halifax&#;ın çıkışından sonra başım kaldırdı. Şimdi başını patilerinin üzerine dayamıştı ve bu ona daha da acınacak bir görüntü veriyordu. "En azından demliği seçtim," diye mırıldandı Alistair. Leydi Grey inleyerek döndü. HELEN KULENİN KAPISINI arkasından kapadıktan sonra gülümsemesine engel olamadı. Hah! Sör Kaba&#;ya karşı bu raundu kesinlikle kazanmıştı. O kapıyı açıp kendisini çağırmadan hızla merdiveni inmeye başladı. Basamaklar taştı, oldukça yıpranmıştı, kulenin duvarları da taştı, aşağıdaki kapının önüne geldi. Buradan loş ve küf kokan dar bir koridora çıkılıyordu ama en azından duvarlar panellerle kaplıydı, yerde de halı vardı. Sör Alistair&#;m kahvaltısının çok fazla soğumamış olduğunu umdu ama soğuduysa bile bu onun hatasıydı. Adamın nerede olduğunu bulmak epey zamanını almıştı. Kalenin o kasvetli üst kat odalarını gezdikten sonra kuleleri denemeye karar vermişti. Onun çocukları korkutmak için anlatılan masallardaki gibi kendim bir kuleye kapatmış olduğunu aslında en başında düşünmeliydi. Onu görünce irkilmemek için kapımn önünde durup hazırlanmıştı. Şanslıydı, bu sabah gözünün üzerini bantla kapatmıştı. Ama siyah saçları hâlâ omuzlarından aşağı sarkıyordu ve muhtemelen bir haftadır tıraş olmamıştı. Sakallar çenesini fazlasıyla karartmıştı. İnsanları kendinden uzak tutmak için bu şekilde davrandığından emindi. 40 Ve eli. Helen bunu hatırlayarak durdu. Dün gece eline dikkat etmemişti ama bu sabah kulenin kapışım açtığında elindeki kâğıdı iki parmağıyla başparmağının arasında tutuyordu. Sağ elinin işaret parmağı ve küçük parmağı yoktu. Bu korkunç şeye ne sebep olmuştu? Bir k.ıza mı geçirmişti? Bu kazada yüzünü yaralamış ve bir gözünü de k.ıybetmesine mi sebep olmuştu? Böyle olduysa ona acımasından y.ı da ona karşı şefkat göstermesinden hiç de hoşnut olmayacaktı. Bunları düşünürken dudağım ısırdı. Sör Alistair&#;ı bu şekilde Wirmek içinin vicdan azabıyla dolmasına sebep oldu. Aksi ve bakımsızdı. Kaba ve alaycı. Dün gecenin ardından bunları bekliyordu. Ama bir şey daha vardı. O kocaman masanın ardında oturuyordu, kitapları, kâğıtları ve tüm dağınıklıkları önünde seriliydi ve çok Yalnızdı. Helen gözlerini kırpıştırarak loş koridora baktı. Bu çok aptal- <.ıydı. Ona hakkındaki fikirlerini söylemeye kalkışsa sözlerini yarıda I- eserdi. Bugüne kadar karşısmdakinin ilgisini nezaketle karşılayacak I»ir insanla hiç tanışmamıştı. Ancak yine de durum buydu: Yalmzdı. I &#;>uyük, pis kalesinde medeniyetten, insanlardan uzak bir şekilde tek t.ışına yaşıyordu, sadece bir köpeği vardı. İnsanlardan hiç hoşlanmayan biri bile bu şartlar altında gerçekten mutlu olabilir miydi? Başını iki yana sallayarak mutfağa doğru ilerlemeye başladı. Hay.ıhnda şu an bu tür duygusallıklara yer yoktu. Bu tür şeylerin onu yumuşatmasına izin veremezdi. Bunu bir kez yapmıştı ve başına gelenler de ortadaydı; çocuklarıyla birlikte korku içerisinde kaçıyordu. I l.ıyır, bu kale ve efendisi hakkında çok daha pragmatik tavırlar nrrgilemeliydi. Bakmakla yükümlü olduğu Abigail ve Jamie vardı. Köşeyi dönünce mutfaktan gelen bağırtıları duydu. Aman Tanımı! Birtakım serseriler mutfağı işgal mi etmişti? Abigail ile Jamie 41

20 orada yalnızdı! Eteklerini toparlayarak koşmaya başladı ve son hızla mutfağa daldı. Karşılaştığı görüntü korkularım bastırmadı. Kısa boylu, tıknaz bir adam kollarım sallayarak çocuklara bağırıyordu. Abigail demir bir tavayı iki eliyle sımsıkı tutmuş duruyordu, yüzü solgundu. Ablasının arkasında duran Jamie sürekli olarak ayak değiştirerek zıplıyordu, gözleri fal taşı gibi açılmıştı. " hepinizi! Hırsızlar, caniler, size ait olmayan şeyleri çalıyorsunuz! Hepinizi asmak gerekir!" "Dışarı!" diye bağırdı Helen. Çocuklarına nutuk atan yaratığın üzerine yürüdü. "Dışarı dedim!" Küçük adam zıplayarak sesin geldiği tarafa döndü. Yağlı bir yelek, üzerine iki beden büyük bir pantolon ve yamalı çoraplar giymişti. Saçları zencefil rengiydi ve arada kırlar vardı, başının iki yanından aşağıya kabarık bulutlar gibi sarkıyordu. Helen&#;i görünce gözlerim kısü. "Sen de kimsin?" Helen iyice diklendi. "Ben Bayan Halifax, Sör Alistair&#;m kâhyasıyım. Şimdi bu mutfaktan hemen çıkın, yoksa bu işi Sör Alistair&#;m yapmasım sağlayacağım." Küçük adamın ağzı şaşkınlıkla açıldı. "Saçmalama kadın. Sör Alistair&#;m kâhyası yok. Olsa bilirdim. Ben onun adamıyım." Helen bu iğrenç yaraüğa bir süre şaşkınlıkla bakü. Sör Alistair&#;m ona yardım edemeyeceğim anlamıştı. Durum gittikçe daha iç karartıcı bir hal alıyordu, karşısında iğrenç bir uşak vardı. "Adın ne?" diye sordu sonunda. Küçük adam göğsünü gererek konuştu. "Wiggins." Helen başım sallayarak kollarım kavuşturdu. Londra&#;da yaşadığı sürece öğrendiği en önemli şey serserilere korkunun belli edil- 42 ım-mesi gerektiğiydi. "Pekâlâ, Bay Wiggins, Sör Alistair&#;m geçmişte bir kâhyası olmayabilir ama artık var ve o benim." "Hadi canım sende!" "Bunun doğru olduğuna seni temin ederim ve bu fikre bir an (ince alışmanda yarar var." Wiggins düşünceli bir tavırla poposunu kaşıdı. "Bu doğruysa yapılacak çok işin var." "Kesinlikle," dedi Helen sesini yumuşatarak. Adamın mutfaktaki yabancıları görünce ürktüğünü düşünüyordu. "Bana yardıma olacağından eminim, Bay Wiggins." "Hımm," diye homurdandı adam. Bu tepkiyle ilgilenmedi. "Şimdi. Kahvaltı etmek ister misin?" "Hayır." Wiggins sallanarak koridora doğru ilerledi. "Günlük işleri bildirmek üzere beni bekliyor, değil mi?" Mutfaktan çıktı. Abigail tavayı masanın üzerine koydu. "Bu adam kokuyor." "Gerçekten de öyle," dedi Helen. "Ancak bunu ona karşı kullanmamalıyız. Yine de yanınızda olmadığım zamanlarda ondan uzak durmanızı istiyorum." Jamie onu hemen onayladı, Abigail endişeli görünüyordu. "Evet, bu kadarı yeterli," dedi Helen. "Bulaşıkları yıkayalım ve sonra mutfağı temizleyerek işe başlayalım." "Mutfağı biz mi temizleyeceğiz?" Jamie ağzı açık bir şekilde tavandaki örümcek ağlarma bakıyordu. "Elbette," dedi Helen güven dolu bir sesle, karnına giren ağrılarla ilgilenmemeye çalışıyordu. Mutfak çok pisti. "Haydi bakalım, yıkama işine başlamak için biraz su getirelim." 43

21 Sabah ahırın yanındaki alanda eski bir su pompası bulmuşlardı. Bir kova su almıştı ama hepsini kahvaltıyı hazırlarken kullanmıştı. Yeniden oraya giderken boş kovayı Jamie taşıdı. Helen pompayı iki eliyle tuttu, yüzünde cesur bir ifade vardı. Pompa çok paslıydı ve onu çalıştırmak çok fazla güç gerektiriyordu. On dakika sonra, Helen terden alnına yapışan saçları geri itti ve henüz yarıya kadar dolmuş olan kovaya baktı. "Çok fazla değil," dedi Abigail kuşkuyla. "Olsun, şimdilik yeterli," diye soludu Helen. Kovayı alarak mutfağa doğru yürümeye başladı, çocuklar peşindeydi. Kovayı yere bırakarak dudağım ısırdı. Bulaşığı yıkamak için suyu kaynatması gerekiyordu ama kahvaltıdan sonra ateşi kendi haline bırakmıştı ve şu an sadece birkaç köz kalmıştı. O endişeli bakışlarını ocağa çevirmiş bakarken Bay Wiggins mutfağa girdi. Ona ve azıcık suya sahip olan kovaya acıyarak baktıktan sonra homurdandı. "Muhteşem bir başlangıç! Mutfak o kadar iyi temizlenmiş ki parıltılar gözlerimi aldı. Neyse korkma, burada uzun süre kalmayacaksın. Efendi beni köye size araba kiralamam için gönderiyor." Helen hüsrana uğramış bir şekilde doğruldu. "Buna hiç gerek yok, Bay Wiggins." Wiggins homurdanarak gitti. "Anne," dedi Abigail usulca, "Sör Alistair bizi eve göndermek için araba çağırtıyorsa mutfağı temizlememize gerek yok." Helen bir anda üzerine bir ağırlık çöktüğünü hissetti. O bir kâhya değildi. Bir mutfak nasıl temizlenir ya da ateş sürekli olarak nasıl yanar halde tutulur hiçbir fikri yoktu. Bu imkânsız işi üstlenmeye çabalayarak ne yapmaya çalışıyordu? Belki de Sör Alistair haklıydı. Belki de yenilgiyi kabullenmeli ve o arabaya binerek kaleyi terk etmeliydi. Siyah kale son derece kasvetliydi ve küçük mağaracıklardan oluşmuş gibiydi, dolambaçlı koridorlar yenilerine açılıyordu. Doğru Söz yakışıklı adamı takip etti, uzun bir süre yol aldılar ama bu sırada hiçbir canlıyla karşılaşmadılar. Sonunda genç adam Doğru Söz&#;ü oldukça büyük bir yemek odacına soktu; önüne kavrulmuş et, güzel bir ekmek ve çeşit çeşit egzotik meyveler koydu. Asker hepsini mutlulukla yedi, midesine çok uzun yıllardır hu kadar güzel şeyler girmemişti. Doğru Söz yemeğini yerken genç adam karşısına oturdu ve gülümseyerek onu izledi DOĞRU SÖZ&#;den Araba dönemeçten geçerrken Helen başını arkaya yasladı ve kale görünürden kayboldu. "Çok pis bir kaleydi," dedi karşısında oturan Abigail. Helen iç geçirdi. "Evet hayatım, öyleydi." Pis bir kale ve aksi bir ev sahibi; onların kendisini yenmesine izin vermişti. Kendilerini bekleyen arabaya doğru yürürlerken en yüksek kulenin penceresindeki hareketi gözden kaçırmamıştı. Bay Kaba onu bozguna uğratmış olmanın tadını çıkarıyordu. "Londra&#;daki evimiz çok daha güzel," dedi Abigail. "Belki dük döndüğümüzü görünce sevinir." 44 45

Daha göster

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir