mustafa dursun ilahileri dinle / Kütüphaneler kitap sevgisini artıracak

Mustafa Dursun Ilahileri Dinle

mustafa dursun ilahileri dinle

Yalan Dünya İlahi Sözleri

Yalan Dünya Sözleri, Yalan Dünya Sözlerinin Anlamı, Yalan Dünya İlahi Sözleri, Yalan Dünya Sözlerinin Anlamı İlahisini Dinle, Yalan Dünya Sözlerinin Anlamı İlahi Sözleri Mustafa Dursun kaleminden yazılan Yalan Dünya Sözleri, Yalan Dünya Sözlerinin Anlamı ilahisinin sözlerisini sizler için aşağıda derledik. Yalan Dünya Sözleri, Yalan Dünya Sözlerini Anlamı İlahisinin Sözlerine aşağıdan erişebilirsiniz.


  ilahi sözleri


Dönersin bildim bileli yaktığın gönül çileli
Yıkıldım sevdim seveli çık gönlümden yalan dünya
Dünya dünya yalan dünya güldürmedin doya doya
Yâr olur mu senden bana çık gönlümden yalan dünya
Ne Harun’a ne Karun’a ne Nemrut ne Firavun’a
Yâr olmadın hiç kimseye çık gönlümden yalan dünya
****
Kırdın yiğidin dalını elinden aldın malını
Soldurdun gülün dalını çık gönlümden yalan dünya
Dünya dünya yalan dünya güldürmedin doya doya
Yâr olur mu senden bana çık gönlümden yalan dünya
Ne Harun’a ne Karun’a ne Nemrut ne Firavun’a
Yâr olmadın hiç kimseye çık gönlümden yalan dünya
****
Derdin bitmez çilen bitmez her şey senin olsa yetmez
Malın cana fayda etmez çık gönlümden yalan dünya
Dünya dünya yalan dünya güldürmedin doya doya
Yâr olur mu senden bana çık gönlümden yalan dünya
Ne Harun’a ne Karun’a ne Nemrut ne Firavun’a
Yâr olmadın hiç kimseye çık gönlümden yalan dünya
****
Muhammed Nebiyi aldın beni dertten derde saldın
Kalbimin özüne daldın çık gönlümden yalan dünya
Dünya dünya yalan dünya güldürmedin doya doya
Yâr olur mu senden bana çık gönlümden yalan dünya
Ne Harun’a ne Karun’a ne Nemrut ne Firavun’a
Yâr olmadın hiç kimseye çık gönlümden yalan dünya



Yalan Dünya Mustafa Dursun Dinle

Kütüphaneler kitap sevgisini artıracak

Kütüphanelerimizin sayısı her geçen gün artıyor. İhtiva ettikleri önemli kitaplarla pek çok insanın da odağı oluyor. Hem İstanbul’da hem de Türkiye genelinde son yıllarda başlayan bu artışın okuma oranlarına bir etkisi olup olmadığı ise soru işareti. Biz de Ali Haydar Haksal, Mustafa Birol Ülker, Dursun Gürlek, Mehmet Narlı, Sabri Koz, Ali Çelik, Mehmet Kamil Berse, Yıldız Ramazanoğlu ve Mehlika Karagözoğlu Aslıyüksek ile bu konuyu masaya yatırdık.

Onlara sorduğumuz sorular şunlardı: Son dönemde çok sayıda kütüphane açıldı. Her ilde, her ilçede neredeyse büyük bir kütüphane var. Peki bu kütüphaneler toplumun okuma kültürüne nasıl bir katkı sunuyor? Okuma kültürünün toplumumuzda geçmişten bugüne seyrini nasıl yorumluyorsunuz?

Eskiden evlerde, köy odalarında da gerçekleşen toplu okumalardan bugüne akseden toplu okuma halkalarının izdüşümü bugün devam ediyor mu? Kütüphaneler toplumun okuma kültürü hafızasında nasıl bir yer tutuyor? Kitaba ulaşım kolaylaşması kendi okuma kültürümüzü hangi yönde, nasıl etkiliyor sizce?

Cevaplar bazı ortak kanaatler olduğunu ortaya çıkarıyor. Bunları şöyle özetleyebiliriz: Kütüphaneler artık gençler için önemli bir çalışma merkezi. Gençlerin kitaba yaklaşmaları güzel ama okuma oranlarının arttırılması için daha fazla çalışma da yapılmalı. Ancak durum ümitvar.

GÜVENİLİR BİLGİ KÜTÜPHANELERDE

Marmara Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü’nden Doç. Dr. Mehlika Karagözoğlu-Aslıyüksek “okuma kültürü iyi kütüphaneler ile gelişebilir” diyor.

Kütüphanelerin, var oluş amacı bizzat okuma kültürünü geliştirmek olan yegâne kurumlar olduğunu vurgulayan Aslıyüksek, “açılan her kütüphane bizi okuma kültüründe fersah fersah öteye götürüyor. Ama hala çok gerideyiz. 91 ilçemizde kütüphane yok. Türkiye’nin 2. yüzyılından ilk beklentim, bu 91 ilçenin de kütüphaneye kavuşması” diyor.

Okuma kültürü seyrimizin iyiye gittiğini düşünen Aslıyüksek’e göre “Dijital çağa geçerken kaybettiğimiz nesiller olsa da şu an okul öncesindeki nesil, bilinçli ebeveynler tarafından kitapla büyütülüyor. Bu nesli zengin kütüphanelerle buluşturabilirsek Türkiye’nin bambaşka bir geleceği olabilir.”

Aslıyüksek’e göre, “kütüphaneler toplumumuzun okuma kültürü hafızasında gereken yerde değil. Kütüphaneyi salt kitap ödünç alınan, sessizce çalışılan, duygudan yoksun ıssız bir mekân zanneden büyük bir kesim var. İyi örnekler görmemişler. 30 yıl önce gördükleri kötü bir örneği zihinlerinde kodlamışlar. Dijital çağda kütüphanenin gereksizleştiğine dair yanlış bir kanı da var. Oysa güncel ve güvenilir bilgi kütüphanede. Bugün kütüphaneler her yaştan grubun toplanıp kaynaştığı, sosyalleştiği, okuduğu, öğrendiği, eğlendiği, birçok ihtiyacını giderdiği yaşayan mekânlar. Bunun bilincine dünyadaki örnekler gibi hizmet veren iyi kütüphanelerle tanıştıkça varacağız. Okuma kültürümüz için kütüphanelerimizi iyileştirmek zorundayız. Kütüphanelerin doğru anlaşılması ve iyi hizmet vermesi içinse kütüphane uzmanı istihdamı yapılmalı.”

Karagözoğlu-Aslıyüksek, mevcut kütüphanelerdeki personelin daha iyi hizmet sunması için 2 projeyi tamamladıklarını, 3 yeni projeye de başladıklarını söyledikten sonra ekliyor: “Türkiye’nin okuma kültürü için hep birlikte elimizi taşın altına koyarak daha güzel günlere ulaşacağımıza inanıyorum.”

ELİMİZDEN KİTAP VE DERGİLER DÜŞMEZDİ

Sorularımızı yönelttiğimiz isimlerden biri olan Ali Haydar Haksal, “Kendimizi bildik bileli kültür hayatının içindeyiz” diyor ve okuma sorununun bugün olduğu gibi dün de olduğuna dikkat çekiyor. “Geçmiş yıllarda bir fikir ve düşünce rekabeti vardı. Eylemler içinde bulunanların okuma diye bir sorunu yoktu. Bizim kuşağın şansı bu dönmede olayların içinde olmayışı, okuma hızı ve düzeni ile temposu vardı” diyen Haksal, şu cümlelerle devam ediyor: “Okullardaki kütüphanelerdeki sınırlı kitaplar, kentlerde bulunan kitapevleri. Oralarda sadece kitap satılırdı. Kırtasiyeler ise sadece kırtasiye satardı. Elimizden kitaplar ve dergiler düşmezdi.”

Kültür Bakanlığı’na bağlı kütüphanelerin de sık uğradıkları yerler olduğunu belirten Haksal, “Sığınıklarımız vardı, üstad ve ustalarımız, ağabeylerimiz, onların çıkardıkları dergiler. Bizim kuşak, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera ve Yönelişler dergilerinin sıkı okurlarıydık. Dergimiz Yedi İklim de bu düşünce ve kültür izleğinde. Okuduklarımız sınırlıydı ama kuvvetliydi, besleyiciydi. Okuduklarımızı iyi sindiriyorduk” ifadelerini kullanıyor. Günümüzde, kentlerde sadece kitap satan kitapevlerinin çok sınırlı olduğunu belirten Haksal, nitelikli kitaplar yerine popüler olanların gündemde yer aldığının da altını çiziyor. “Yedi İklim dergisini çıkarıyoruz, giden kitapevlerinde çok sınırlı bir okur var” sözleriyle devam eden Haksal şunları anlatıyor: “Kent ve ilçelerde açılan kütüphaneler daha çok göstermelik. Gençlerin havanın durumuna göre ya buluşma mekânları ya da ders çalışan test çözen öğrencilerin rahat çalışabilecekleri mekânlar. Şu yararı olabilir, gençler oralarda kendilerini kitapların arasında görüyorlar. En azından kitap görüyorlar. Hiç yoktan iyidir. Kültür Bakanlığı’nın kütüphanelerini uğranılıyor mu, oralarda kitap okunuyor mu pek bilgimiz yok. Okuma kültürü dijinin sınırlı dünyasındaki bilgiler. Bu da derinliğine bir oluşa götürmüyor izleyenleri veya okur denen kitleleri. Kadın okurların dikkat çeker biçimde kitap taşıdıkları, edindikleri ve okuduklarını biliyoruz. Evlerinde kitaplıklar oluşturuyorlar. Bunlar dergimize gelen yazıların akışından biliyoruz. En azından bir çaba içindedirler.”

YENİ KÜTÜPHANALER BÜYÜK BİR İHTİYACI KARŞILIYOR

İSAM Kütüphane ve Dokümantasyon Müdürü Mustafa Birol Ülker ise kütüphanelerin kendi içinde özelliklerine göre tasnif edildiklerini hatırlatıp Milli Kütüphanelerin yanı sıra üniversite, araştırma, halk ve çocuk kütüphaneleri türleri de olduğunu belirtiyor. Ülker son dönemde açılan kütüphanelere özellikle gençlerin çok ihtiyaç duyduğuna vurgu yaparak şunları anlatıyor: “Son dönemde özellikle belediyelerimizin açtığı kütüphaneler, bilgi evleri, millet kıraathaneleri de nüfusun yoğun olduğu ilçelerde büyük bir ihtiyacı karşılıyor. Fakat burada bir ayrımı çok iyi yapmamız gerekiyor. Sahip olduğumuz genç nüfus çok sayıda imtihana giriyor ve bu imtihanlar için hazırlık yapıyor. Liseye girişle başlayan süreç, üniversiteye giriş, üniversite içi imtihanlar, ALES, KPSS, YDS, ÜDS’lerle devam ediyor. Dolayısıyla gençlerin evleri, okulları, iş yerleri dışında haftanın her günü açık kütüphanelere ihtiyaçları doğuyor.”

Belediyelerin bu ihtiyacı fark edip, bu konuda çalışmalar yapmaya başladığını belirten Ülker çok önemli bir gelişme sağlandığına dikkat çekiyor. Ülker, “Gençlere yönelik bu hizmetin ilçelerin, bölgelerin nüfusuna oranla daha da arttırılması gerekir. Yaklaşık 10-15 yıl önce Kültür Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, her 50 bin nüfuslu mahalle için bir kütüphane organize edilmesini öngörüyordu. Şimdi yerel yönetimler ilçe bazında bu türden kütüphaneler açmaya başladı. İstanbul’da bunun güzel örnekleri var” diyor. Ayrıca, “Fatih Belediyesi sayısı 15’e ulaşan kütüphaneyi okurla buluşturdu. Zeytinburnu Belediyesi çok güzel konseptlere sahip kütüphaneler açıyor ve sayılarını her gün arttırıyor. Üsküdar Belediyesi Nevmekân konseptiyle hizmet veriyor. Beykoz Belediyesi’nin de faaliyete geçirdiği değerli mekânlar var. Diğer ilçe belediyelerle beraber İBB’nin de bu yönde bazı faaliyetleri olduğunu biliyoruz ve takdirle karşılıyoruz. Bu kütüphaneler toplumun nüfusuna, gençlerin ihtiyacına göre büyük bir boşluğu dolduruyorlar” ifadelerini kullanıyor.

Kütüphanelerin sayılarının arttırıldığı gibi içeriğinin iyileştirilmesi gerektiğine dikkat çeken Ülker, Avrupa’daki örneklerde olduğu gibi farklı yaş gruplarına, mesela yaşlılara hizmet verecek kütüphanelerimizin olması gerektiğini de vurguluyor. Ülker’e göre yeni kütüphaneler bugün daha ziyade gençlerin ders çalışma mekânı, etüt merkezi olmuş durumda. Ancak bu gençlerin eğitim hayatlarında ilerledikçe okuma kültürlerinin de artacağını düşünüyor ve “Entelektüel seviyeleri arttıkça kitaba yönelme oranlarının da artacağı kanaatindeyim” ifadelerini kullanıyor.

Kitaba ulaşım kolaylaşması kendi okuma kültürümüze etki edip etmediğini sorduğumuzda ise Ülker şu yanıtı veriyor: “Kütüphaneler kendi imkânları dahilinde kitaplara ev sahipliği yapar. Oradan hizmet alanlarla kitapları bir araya getirir. Kullanıcılarının kitaba ulaşmasını kolaylaştırır. Bu da tabii ki okuma kültürüne olumlu yönde katkı sağlayacaktır. Bir kütüphane ortamı, kitap okuru olmayan birini bile ilgi sahasına göre okumaya yaklaştıracaktır.”

OKUMA ALIŞKANLIĞI İLKOKULDA BAŞLAMALI

Ülker, okuma kültürünün kadim bir tarihi olduğuna da dikkat çekerek, İsmail E. Erünsal Hoca’nın bu konuda yaptığı çalışmalar çok değerli ve önemli olduğunu vurguluyor. Ülker şunları anlatıyor: “Yüzyıllara göre, toplumun farklı kesimlerine göre okuma kültürünün nasıl değiştiği ile ilgili yapılan yeni tez çalışmaları da var. Toplumun gelir ve eğitim düzeyine göre okuma alışkanlıklarının nasıl değiştiğini, medrese öğrencilerinin, halkın, kadınların, hocaların, kadıların, ulemanın nasıl kitaplara sahip oldukları da bu tür çalışmalar sayesinde ortaya çıkarılıyor. Günümüzde de yoğun bir yayın hayatı var. Bu üretimin kitap okuma kültürüne katkı sağlayacağını düşünüyorum. İlkokuldan başlayarak çocuklara okuma alışkanlığının kazandırılması gerekiyor. Son dönemde okul öncesi yaş grubu için hazırlanan kütüphanelerimiz bile açıldı ve bu konuda Bilgi ve Belge Yönetimi bölümlerimizde uzman akademisyenlerimiz çalışmalar yapıyorlar Ben bunların yıllar içinde okuma kültürümüze olumlu etki edeceğini düşünüyorum. Tabii bu konuda da ailelerin önemli bir rol model olma durumları var. Kitapla çocukluğunda tanışan kişi ilerleyen yıllarda bu alışkanlığını sürdürüyor.”

İSTANBUL KÜTÜPHANELER ŞEHRİDİR

Yazar Dursun Gürlek de “Kütüphaneler, bir ülkenin ilim ve kültür hazineleridir” cümlesiyle konuya giriş yapıyor. “İslam’ın ilk emri de “Oku” olduğu için ecdadımızın kütüphane açma konusuna büyük önem verdiklerini biliyoruz” diyen Gürlek, şunları anlatıyor: “Yüz yıllarca şanlı Osmanlı Devleti’nin başkentliğini yapan İstanbul aynı zamanda bir kütüphaneler şehridir. Konuya bu açıdan bakılacak olursa Ankara siyasetin, İstanbul kültürün başkenti diyebiliriz. Gerek basma, gerek yazma eserlerle dolu bulunan tarihi İstanbul kütüphaneleri dün olduğu gibi bugün de ilim irfan ışıklarıyla yolumuzu aydınlatmaya devam ediyorlar.

Ne mutlu! Bugün de kütüphane açma hareketi bütün hızıyla devam ediyor. Mimari güzelliğiyle olsun, kitaplarının çokluğuyla olsun muhteşem birer manzara arz eden bu kitap sarayları hepimizin göğsünü kabartıyor. Ama şurası da bir gerçek ki, bu kütüphaneleri dört başı mamur bilgi evleri, ilgi odakları ve cazibe merkezleri haline getirmek gerekiyor. Bu da kütüphanelerde kitap ve kültür sohbetleri yapmak, okuyucunun ayağını alıştırmak suretiyle olur.”

Gürlek “Kütüphanelerin sade öğrencilerin ödev yapma mekânları olarak bırakırsak, maddi yapısı ne kadar gösterişli olursa olsun, gerçek anlamda kütüphane özelliğini taşımaz” ifadelerini de kullanıyor. “Kitabı sevdirmenin yolu, canlı kitapları buralarda istihdam etmekten, onlara düzenli sohbet yaptırmaktan geçer” diyen Gürlek, bu fikrini Cumhurbaşkanlığı bünyesinde tesis edilen Millet Kütüphanesinin açılışında yaptığı konuşmada da dile getirdiğini belirtiyor.

OKUMA GELENEĞİ CANLANDIRILSIN

“Süleymaniye, Beyazıt ve Ali Emiri Efendi’nin kurduğu Millet Kütüphanesi aynı zamanda bir sohbet mekânıydı. Yazılı kültür gibi, sözlü kültürün de önemli olduğu unutulmamalıdır” diyen Gürlek şunları anlatıyor: “Kütüphaneler her açıdan ilgi odağı, bilgi kaynağı haline getirilirse okuma kültürüne büyük katkıda bulunulmuş demektir. Bunun için bir de gençlere büyük kitabiyyat bilginlerinin, ünlü kütüphanecilerin, kitap dostlarının ilginç hayat hikâyelerini anlatmak gerekir. Yahya Kemal, kitap mülkünün sultanı Ali Emiri için yazdığı şiire ‘Muhtaç isen füyuzûna eslâf pendinin / Diz çök önünde şimdi Emiri Efendi’nin’ diye başlıyor, ‘Yekpâre nur olan bu kütüphane-i nefis / Yekpâre servetiydi bu âlemde kendinin’ diye devam ediyor. Yeni Ali Emirileri de, yeni açılan bu kütüphanelerde yetiştirmek gerekiyor.”

Az okuyan millet suçlamasından kurtulmak için, çok okuyan ecdadımızın yolundan gitmemizin icap ettiğine vurgu yapan Gürlek, toplu okumalar gelenek haline getirilirse kütüphanelerin müdavimlerinin sayısının da çoğalacağını söylüyor. Gürlek şunları aktarıyor: “Köy odalarında, şahısların evlerinde hatta kahvehanelerde bu gelenek canlandırılmalıdır. Ben de çocukluğumda köyümüzün ihtiyarlarına Hz. Ali Cenkleri, Yunus Emre İlahileri, Battal Gazi, Köroğlu, Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı gibi halk kitapları okumuşumdur, çok da faydalanmışımdır. Marketlere olan ilginin -hiç değilse- yarısını bile kütüphaneler için duyduğumuz gün, kültür konusu halledilmiş olacaktır.”

OKUMA ALIŞKANLIĞI KARNEMİZDE ZAYIF VAR

Rami Kütüphanesi Müdürü Ali Çelik, “Sorunuzun direk olarak cevabını vermeden önce, vereceğim cevabın daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağını düşündüğüm birkaç hususun altını çizmek isterim” diyor ve şunları anlatıyor: “Okuma kültürü, birbiriyle ilişkili ve birbirini bütünleyen birçok beceriyi içinde barındıran bir süreç. Bu süreçler doğru işlemediğinde toplumda okuma kültürünün yaygınlaşmasını beklemek biraz boşuna bir beklenti olur. Öncelikle bu sürecin ilk basamağı olan görsel okuryazarlığın küçük yaşlardan itibaren bireylere kazandırılması, sonrasında ikinci aşama olarak okuma-yazma becerisi edindirmenin gerçekleştirilmiş olması ve son aşama olarak da bireylere okuma alışkanlığı becerisinin kazandırılmış olması o toplumda okumanın bir kültür haline gelmesinin temelini oluşturan faktörlerdir. Bu sürecin yanı sıra ev-okul-çevre üçgeninin okumaya teşvik edici atmosferde olması da en az bahsettiğim temel süreçler kadar önemlidir.”

Çelik, “Bir toplumda okuma kültürünün varlığından söz edebilmek için öncelikle o toplumu oluşturan bireylerin okuma alışkanlık karnelerini masaya yatırmak icap ediyor” diyor ve şunları anlatıyor: “Verilere boğmamak için sadece karnemizin zayıflığını söylemekle yetineyim. Tam da burada hatırıma gelen bir veriyi paylaşarak toplumumuzun okuma karnesinin niçin zayıf olduğunun gerekçelerinden birini hatırlatmış olayım. Belki 16 yıl öncesinin verisi olması hasebiyle güncelliğini yitirmiş bir veri olabilir lakin hâlâ bize bazı analizler yapma imkânı vermesi açısından kıymetini yitirmeyen bir veri. Söz konusu araştırmanın yapıldığı tarihte nüfusumuzun yüzde 40’ı hayatında hiç kütüphaneye gitmediğini söylemiş. Okuma kültürü yaygın olan toplumlarda bu oran yüzde 5-6’ları geçmez.”

Yeni açılan her bir kütüphanenin ülkemizin okuma karnesini iyileştirmek için yeni bir umut olduğunu da belirten Çelik, yine de bir toplumunda okumayı “kültür”e dönüştürebilmek için tek başına kütüphanelerin varlığının yeterli olmadığını da vurguluyor. Son zamanlarda açılan kütüphanelerin gençlerin kütüphane kullanım alışkanlıklarına ciddi katkı sağladığını ifade eden Çelik, bu durumun okuma kültürünün yaygınlaşmasına da katkılarının olabilmesi için bu hedefe yönelik projelerle hizmet alanlarının genişletilmesi gerektiğini söylüyor.

MUAZZAM KÜTÜPHANELER AÇILDI

Yazar Mehmet Narlı da “Son yıllarda devlet ve yerel yönetimler tarafından çok sayıda kütüphane açıldığı doğru” diyerek başlıyor. Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi, Rami Kütüphanesi gibi mekân tasarımı, kitap sayısı ve konu çeşidi bakımından muazzam kütüphaneler açıldığını, belediyeler tarafından mahallelere kurulan kütüphanelerin daha çok orta öğrenim gençlerinin çalışma mekânı olarak değerlendirilebilecek mekânlar da olduğunu vurguluyor. Bu toplama bir de evvelden beri var olan şehir halk kütüphaneleri, çok az şehirde bulunan özel kütüphaneler de eklenince kütüphane sayısı konusunda azımsanmayacak bir yekuna ulaştığımızın da altını çiziyor.

“Kütüphanelerin doğrudan ve koşulsuz olarak okuma kültürünü geliştirdiğini teorik olarak var saysak bile henüz söz konusu kütüphane artışının yaygın ve özel okumayı ne kadar geliştirdiğine dair elimizde veri yok” diyen Narlı şunları anlatıyor: “Söz konusu kütüphanelere gelen insan sayısının artığı basit bir gözlemle bile tespit edilebilir durumda. İster mekânsal tasarımlarıyla merak uyandırsınlar, ister orta öğrenim gençleri için sağlıklı ve güvenlikli çalışma ortamı oluştursunlar, kütüphaneler bağlamında bu gelişmelerin bir toplumun hanesine önemli bir kültür hareketliliği olarak kaydedildikleri kesin. Şu da açık bir gerçek: Kütüphaneyle tanışma, kitapla tanışmanın, kütüphane etkinliklerine katılmanın yolunu açıyor.”

Kütüphanelerin, kitap bulundurmanın, çalışma ortamı olmanın yanında bilginin, müzakerenin, buluşma ve paylaşmanın yolunu açan etkinliklere yer verirse, bir bakıma geçmişteki Beyt’ül Hikme işlevlerine dönerse, toplumun toplam okuma yetkinliğini yükselteceğini ifade eden Narlı, “Kitaba ulaşmanın kolaylaşmasının, göreceli olarak nitel ve nicel bakımdan okumayı olumlu etkilediği söylenebilir. Ama sorun kolay ulaşmaktan çok kitapla nitelikli ilişki kurmaktır” diyor.

KÜTÜPHANELERİN GÜN BOYUNCA OKUYAN DEMİRBAŞLARI

Kültür tarihçisi ve yazar Sabri Koz ise “Son dönemde çok sayıda kütüphane açıldı. Her ilde, her ilçede neredeyse büyük bir kütüphane var. Peki bu kütüphaneler toplumun okuma kültürüne nasıl bir katkı sunuyor?” sorumuza şöyle cevap veriyor: “Bu soru bir süreden beri beni de meşgul ediyordu. Çeşitli sebeplerle gittiğim birçok ilde yeni binalarında çok yönlü etkinlikler sunan “il halk kütüphaneleri”ne götürüyorlar. Ne yazık ki Ankara ve İstanbul’daki “Millet Kütüphaneleri”ni ziyaret edemedim, kısmet olmadı. Gençliğimde devam ettiğim bütün kütüphanelerin okuma salonlarında bir kitabı, arkasından bir başkasını gün boyunca okuyan “demirbaş okurlar”a rastlardım. Salondaki “gözlemci kütüphaneci” arada bir yanlarına gider, uyumuşlarsa uyandırırdı.”

Koz, “Ben, “kitabı kütüphanede okuyan okurlar”dan olmadım hiçbir zaman. Ödünç alır evde okurdum… Liseyi ve yüksek okulu yoğun bir okuma düzeniyle geçirdim. Özellikle lise çağlarımda yatılı okuduğum öğretmen okulunun zengin kütüphanesinde akşam yemeğinden sonra iki saat kadar kitap okuduğum olmuştur” ifadelerini kullanıyor.

“Çok uzun zamandan beri (bunu elli yıla yuvarlayabiliriz) “kütüphane saatleri”nin oturup kitap okuyan değil, “kitaplarda aradığı yerlere bakan” müdavimlerindenim” diyen Koz, şunları ifade ediyor: “İhtiyaç duyduğum kitaplar, makaleler ya “evimde” ya da (bunu açık etmek istemezdim) bilgisayarımda, taşınabilir belleklerimde. Rahmetli hocamın şu güzel dizesi ne kadar denk düştü: “Suç benim miydi, çağ” (Behçet Necatigil).

Kütüphaneleri (eskisiyle yenisiyle) gençlerin “ders çalışma” ve “sosyalleşme” mekânları olarak gördüm. Buradan bakınca aslında çok olumlu bir gelişme ama benim aradığım kütüphane ve okur profili bu değil… Aslında bu soruya “kütüphaneciler”in vereceği karşılık da önemli… Yeni kütüphaneler açılması çok güzel bir gelişme, ancak kütüphane, “kütüphane” olmaktan çıkmamak şartıyla…”

KİTAPLA DOLU DOLAPLARINDA GÖRDÜKLERİM AKLIMDAN HİÇ ÇIKMAZ

Koz’a eskiden köy odalarında devam eden toplu okumaların bugüne yansımalarını sorduğumuzda ise şu yanıtı veriyor: “Bana, geçmişteki bir güzel geleneği soruyorsunuz… Bizim evde, ben çocukken, kitap okunduğuna tanık oldum. İlkokul üçten sonra okuyamamış, yalnızca adını yazmayı bilen, yeni yazıyı hiç öğrenememiş annem okur, babamla ben dinlerdik: Yûnus Emre Dîvânı, Kerbelâ Vak’ası ve Muhammediye… Harekeli yazıları daha rahat okurdu annem, bildiği birkaç “ezgi kalıbı”yla okunan bu kitaplarda yer yer gözyaşlarımızı tutamaz, olan bitene ağlardık. Amcamların “toyhana”sında da kitap okunduğunu duyardım. Hatta komşulardan birinin emanet alınmış kitabı, iade edilmek üzere aranırken, duvara oyulmuş, eski yeni evrak ve kitapla dolu dolaplarında gördüklerim aklımdan hiç çıkmaz.”

Yıllardan beri, elinde olmayan kitaplar için kütüphanelere gittiğini ifade eden Koz şunları aktarıyor: “Amma, İSAM’ı keşfettikten sonra, anlatılanlardan bildiğim, kitaplardan şöyle böyle bilgi edindiğim “açık kütüphane” ile tanışmak çocukluğumun, ilk gençliğimin kütüphane müdavimliğine geri dönmemi sağladı. Artık beş-altı saat boyunca kitaplarla, dergilerle ilgili ihtiyaçlarımı karşıladığım bir yeni “sığınak” var hayatımda. Beyazit Kütüphanesi’ne, Atatürk Kitaplığı’na da gidiyorum ama orası çok farklı. Yeni açılan Rami Kütüphanesi’ne gidememiş olmak, içime dert. Bir gideyim, göreyim, havasını soluyayım diyorum ama tek başıma gözüm kesmiyor. Galiba benim gibi okurlarla kütüphaneler arasındaki bağ kolay kolay kurulamıyor, eski bağlarsa oldukça kavi…”

Yıldız Ramazanoğlu ise okuma kültürüne şu açıdan bakmamızı salık veriyor: “Kitap okuma meselemiz üzerine birçok araştırma var. Toplumun yarısının hiç kitap okumadığı verisiyle, daha önceleri yedi kişiye bir kitap düşerken, şimdilerde kişi başına sekiz kitap yayınlandığı bilgisi yan yana. Okumaktan ne kastettiğimiz önemli. Sadece edebiyat ve akademik-bilimsel kitapları düşünürsek hayal kırıklığı olabilir. Okullarda başvuru için ihtiyaç halinde kullanılan kitapların okunması da önemlidir. Çünkü sadece internette serseri mayın gibi dolaşan yanlış bilgilerle yetinenler çok fazla. Yılda elli binden fazla kitap basılan bir ülke haline geldik, bunu azımsamak mümkün değil. E-Kitap okumak, ya da seslendirilmiş kitap dinlemek de giderek yaygınlaşıyor. Basılı sektörün hacmi 3.5 milyar dolar olmuş. Okunmuyorsa bu kitapların başına ne geldiğini sorgulamamız lazım. Gittiğim şehirlerde vakit buldukça şehir kütüphanelerine uğramayı seviyorum. Ödünç verme servisleri aktif çalışıyor, kitaba ulaşım kolaylaştı fakat daha çok popüler kitaplar tercih ediliyor. Kütüphaneler biraz da sosyalleşme alanına dönüştü. Bu kötü bir şey değil fakat gelenleri raftaki kitaplara yönlendirmek için çalışmalar yapmak gerekiyor. Birçok ilçede ve şehirde okuma grupları var ve üzerine konuşularak yapılan okumalar ufuk açıcı olabilir. Okurlar zamanla ihtiyaçlarını daha iyi fark edip özgürce yollarına devam edebiliyorlar. Fakat kütüphanelerin ‘yeni çıkan kitaplar’ bölümleri de olmalı. Artık ekonomik zorluklar kitaba erişimin önünde büyük engel ve özenli kaliteli güncel seçmeler, ilgiyi artıracaktır. Bu konuda dijital dünyayı da içine alan kapsamlı bir araştırma yapılmasını çok isterim.”

KÜTÜPHANELER VE KİTAP OKUMA AŞKI

Mehmet Kamil Berse ise bugünü anlamak için geçmişe daha dikkatli bakmamız gerektiğini bize söyleyerek Milli Eğitim Bakanlığı’nın 1000 Temel Eser çalışmalarına başladığı yılları hatırlatıyor. Bu projenin devam etmesi durumunda çok faydalı sonuçlar alınacağını belirten Berse şunları aktarıyor: “Bu serinin 66. kitabına önsöz yazan Milli Eğitim Bakanı Rıfkı Danışman, şu satırları yazmış: ‘1969’da yayımlanmasına başlanıp kısa zaman içerisinde 66’yı bulan 1000 Temel Eser serisine kaldığı yerden aynı hız ve inançla devam ediyoruz. Devlet eli ile tek milli kültür serisini teşkil eden 1000 Temel Eserin her köyde kurulacak bir kitaplığa temel olması esas alınmıştır…’ Önsöz çok anlamlı ve güzel cümlelerle devam eder ve son paragrafta bugün de anlamını devam ettiren şu cümleyi kurar: ‘Milletimizin derin bir mazisi ve bu geçmişe dayanan köklü ve çok zengin bir kültürü vardır. Hedefimiz, bütün imkânlarımız ve gücümüzle bu kültür unsurlarını her yönden araştıran, inceleyen, işleyen eserleri aziz milletimizin istifadesine sunmaktır. Kültür birliği temeline dayanan milli birliğin en sağlam ve sarsılmaz birlik olduğuna inanıyoruz.’ İşte bu cümlelerdeki heyecan ile yayımlanmaya devam eden 1000 Temel Eser kitapları gençliğimizin el kitapları olmaya başlamıştı. Siyasi idare değişince bu kitaplar yüz elliyi bulmadan yayımlanmasına son verildi. Burada anlatmak istediğim birçok mesele var aslında; Yüz yıl önce kitaplarını milletine bağışlayan bir kitap aşığına devletinin sahip çıkması, mekân tahsis etmesi… Güzel Türkiye’min köylerinde küçük de olsa birer kütüphane kurulsun, gençler buradan kitaplar alıp okusunlar diye milli şuur taşıyan kitapları 1000 Temel Eser adı ile yayınlayan bir irade… Bizim nesil bu kitaplardan çok istifade etti. Devam etseydi, köylere kütüphaneler kurulsaydı, yarım asır boyunca nesillerin tamamı okuyan, araştıran, öğrenen ve öğreten nesiller olacaktı.”

Toplumların kültürel gelişmeyi, tarihten gelen bilgiyi kitaplarda bulduğuna vurgu yapan Berse, “Önemli olan o kitapları insanla buluşturmaktır. Önce aileden başlayan kitabı çocuklara sevdirmek, sembolikte olsa ev kütüphanelerini oluşturmak. Sonrasında kitaba olan sevgi çocuğu genci kitaba ulaşmak arzusu ile kitabı bulacağı mekânlara götürecektir” ifadelerini kullanıyor.

BİZ KİTABI SEÇMEDİK KİTAP BİZİ SEÇTİ

Berse bu noktada bize Ahmet Kot’u ve onun yaşamını hatırlatarak, Kot’un “Kitabı ben seçmedim, kitap beni seçti” cümlesini aktarıyor. Kendisinin çocuk yaşlarında Sahaflar Çarşısı’na girip çıkmaya başladığını söyleyen Berse şunları anlatıyor: “Hayatımın en verimli çağlarında lisede, üniversitede okurken kitabevinde yaşadım, ömrüm o kutsal mekânda geçti uzun süre… Bugün mütevazi de olsa gene kitap dolu bir ofisimde onlarla konuşuyorum bazen… Kültür dünyamızın önemli bir ismi ve entelektüel ‘imiz Ahmet Kot son bir yıldan fazla bir zamanda Balıkesir de Büyükşehir belediyesi tarafından inşa edilen binada yılların kitap birikimi ile Ahmet Kot Kitaplığında ilk günkü aşkla yıllardır biriktirdiği kitapları ile aslında aşk yaşıyor. Her gün bu kitaplarını sevdiğini düşünüyorum ve onlara sevgi ile baktığını, konuştuğunu… Ve tabii ki bu birikimi ile kitap okuyanlara hizmet ediyor… Buranın Balıkesir’de bir kültür evine evrildiğini kültür insanlarının buluşma mekânı olduğunu görüyorum. Zaman zaman İstanbul’dan özleyerek bu mekâna gitme ihtiyacı duymam bu duyguların neticesidir.”

Son olarak Berse, kendi çocukluğunda yapılan toplu okumalara dikkat çekerek şunları aktarıyor: “Bizim çocukluğumuzda aile içinde kitaplar, makaleler okunur dinlenirdi ve bilgi öğrenilirdi. Güzel bir alışkanlık. Zamanla kitapların okunup dinlenmesi çeşitli mekânlarda idealist münevver kişilerce hatırlandı, yazarların kitapları okunup üzerine münazaralar yapılmaya başlandı. Kitaplara ulaşmak zamanla pahalı hale geldi. Bunun için kütüphanelerin her yerde çoğalması gerektiğine kanaat getirildi. Okullar, belediyeler ve bakanlık kütüphane sayılarını artırmak için büyük çaba içindeler. Örnekleri çok olan bu güzel faaliyetlerden gençler okuma yönünde çok istifade ediyorlar. Hatta teşvik için çay çorba kek ikramları ile güzel bir hava yaratılıyor. Örnek olarak Fatih Belediye Başkanımız kısa zamanda 13 kütüphaneyi ilçeye sığdırdı, ama gençler bu mekânlara sığmıyor daha çok kütüphaneler lazım. Okuma aşkı kütüphaneler arttıkça artıyor. Geleceğimiz aydınlık, okuyan nesil var ve çoğalıyor. Varolsun kütüphaneler ve sevgili gençler.”

Acınacak Hale Geldiler!

Ekonomi yönetimindeki değişiklikten sonra yandaş medya acınacak bir hale geldi!

Çünkü sürekli iktidara yaranma kaygısı içinde olmaları yüzünden yeni ekonomi yönetimine methiyeler düzüyorlar.

Dün söylediklerinin, dün savunduklarının bugün tam aksini söylüyor ve savunuyorlar.

Yani tükürdüklerini yalıyorlar!

Ama bunu hiç dert etmiyorlar.

Onlar için dün dündür bugün ise bugün!

Dün “düşük faiz düşük enflasyon” diyenlere selam duranlar bugün “gözler Merkez Bankası’nın faiz kararında ekonomistler artış bekliyorlar” diye yeni yönetime omuz veriyorlar!

Demek ki neymiş?

Faizlerin artırılması gerekiyormuş, değil mi?

Biz dün “sadece politika faizi indirmekle bu iş olmaz piyasa faizini böyle düşüremezsiniz” dediğimiz zaman bizi hainlikle suçlayanlar şimdi kendileri faizlerin artırılması gerektiğinden söz ediyorlar.

Ekonomi yönetiminin “faizi artırma” yolunda alacağı karar elbette yandaşların savunageldikleri ekonomi politikalarının iflas ettiğinin en bariz delilidir.

Yıllardır gerçek ekonomistler bu gerçeği dile getirdiler.

Böyle başarılı olamazsınız dediler.

Ama bu uyarılar yandaş medyanın bir kulağından girdi ötekinden çıktı gitti!

Onlar kendi ekonomi anlayışlarının ve yaklaşımlarının doğru olduğunu savunarak karşı çıkanları “vatan haini” gibi gösterdiler!

Adına ister takdir-i ilahi deyin ister tekdir-i ilahi deyin şimdi ilahi adalet gerçekliyor.

Yandaş medya tükürdüğünü yalıyor.

Dün karşı durduğu ekonomik kararları bugün ülke ekonomisine yön verecek doğru kararlar olarak sahipleniyor.

Yandaş söylemler böyle zikzaklar çizerken biz hamdolsun dün ne dediysek bugün de aynı şeyleri söylemenin ve savunmanın huzuru içindeyiz.

Hiç kuşkusuz bu huzur seçim kazanmaktan çok daha öteye bir anlam taşıyor!

İnsanın dünkü söylemlerini inkâr edecek politikalara imza atması elbette hoş karşılanacak bir durum değil. Dünkü söylemlerimize sahip çıkamadıktan sonra iktidarda olsak ne yazar olmasak ne yazar!

Allah düşmanımızı bile bu duruma düşürmesin!

HABERLER

Nurcan Büyük / Haksöz Dergisi Sayı: 372 - Mart 2022

Dine dair her yaklaşımı hayatın dışına iten Aydınlanmacı paradigmanın tahakkümü insanı yeryüzünde anlamsız ve başıboş bir hale getiriyor. Yalnızlığımızı örtmek için gerçeklikten uzak dijital hikâyeler ve resimlerle kendimizi kandırıyoruz. Atomize hayatlar ve mekânlar yalnızlığı her geçen gün daha da büyütüyor. Geçmişinden, mahallesinden, cemaatinden ve ailesinden kopartılan insan yalnızlığın zindanına mahkûm. Zannedildiği gibi hesaplaşma kültürü, terapi odaları da yaralarımızı sarmak için yeterli olmadı.

20.yy ulusçuluğun, pozitivizmin, faşizmin ve disiplinin yüzyılıydı. ‘Global köy’ olmanın imkânlarını kolaylaştıran teknolojik gelişmelerin artışı ve internetin hızlı dolaşımıyla girdiğimiz yeni yüzyıl ise ‘birey’in her türlü kısıtlayıcı tahakkümden özgürleştiği bir performans toplumuna dönüştü. Yeni bireyler disiplin toplumunun itaatkâr köleleri değil, performans öznesi oldu. Koreli felsefeci Byung Chul Han’ın modern toplum eleştirilerini yaptığı kitaplarında ‘performans toplumu’ kavramsallaştırmasına sıkça rastlıyoruz. Disiplin toplumuna özgü yapılar olan kışlalar, hapishaneler, hastaneler, tımarhaneler gibi denetleyici yapılar performans toplumunda yerlerini bankalar, iş merkezleri, gökdelenler, havaalanları, fitness salonlarına bırakmış durumda. Bireyi yapabilme ve edebilmenin özgürleştirici bir eylem olduğuna ikna etmeye çalışan ‘performans toplumu’ her türlü tahakkümden de insanı özgür olmaya zorluyor. Eş, anne baba, arkadaş, akraba, hatta vicdan bile ‘olma’nın önünde bir engelse aşılmalı fikrini salık veriyor. Bu durum aynı zamanda insanın tüm bu çevreyle savaşını da beraberinde getirdi. Acaba insan, özgürlük ve zaruretler adına, değer yargılarıyla, çevresiyle girdiği bu savaştan gerçekten özgürleşerek mi çıkıyor?

Baş döndürücü bir hızla değişen ve dönüşen dünya değerleri içinde performansını yükseltme azmindeki insan, kendini sömürdüğü gerçeğini de göremez hale gelir. Her susadığında tuzlu su içen insanın susuzluktan daha da susayarak uzaklaşması gibi modern insan da ‘almak için verme’ eylemlerinin kısır döngüsünde yalnız, hissiz ve takatsiz kalıyor. Her kanaldan pompalanan ‘kendi olmak’ baskısı öyle ağırdır ki “Kendi olmak ne demek?” sorusu bile bu ortamda buharlaşmıştır. Evet, kendin değilsin ve kendin olmaya çalışmalısın ama “Sana teklifmiş gibi sunulan dayatmalarla geldiğin yer gerçekte kendin olduğun yer mi?” sorusuna bir cevabı da yok görünüyor.

“Bir dâne-i hakîkat, bir harman hayâlâta müreccahtır”

İş dünyasında çok kullanılmasına rağmen gerçekte bir bilgisayar işletim kavramı olan ‘multitasking’ 1960’lardan itibaren psikolojinin de konusu oluyor. “Aynı anda birden fazla iş yapmak” anlamına gelen bu kavram modern insanın ifrat derecesindeki eylemliliğini ifade ediyor. Hız ve tüketim çağının insanı yalnız içinde bulunduğu mekânın insanı değildir. Bir yandan üretimin içinde yer alırken bir yandan Instagram’dan bir fotoğraf beğenir, diğer yandan Twitter’da siyasi güdeme ilişkin görüşlerini paylaşır, aynı anda evine bir eşya alır vs. vs. Her ne kadar bu çoklu görev hali insanı daha ileri ve hızlı kılıyormuş görünse de bıraktığı duygu durum asla tatminkârlık olmuyor. Bu koşuşturmalı halden insana kalan stres, yorgunluk ve ne yaparsan yap yetişememe duygusu. Dikkatin bu dönüşümü derinleşmeyi, okumayı, fikir üretmeyi ve tefekkürü de zorlaştırıyor. Bu bölünmüş ve akışkan ruh hali, aynı ruh durumunun sürmesine de izin vermiyor. Ne korkunun ne sevincin ne de hayretin tam anlamıyla yaşanması mümkün. Sosyal medyada bir fotoğrafta savaşın parçaladığı bir hayata şahit olurken altındaki başka bir fotoğrafta mükellef bir sofraya misafir olabiliyor, hemen altındaki fotoğrafta gösterişli bir düğün kutlamasının içinde bulabiliyorsunuz kendinizi. Hiperaktif yaşam tarzı dayatmasıyla yetişme ya da geç kalma duygusu içinde salınan insanın elinde ‘huzur’ da kalmıyor. Sahip olduğu maddi ve manevi her şeyi sergiye açan insan tüm beğenilere, takdirlere, övgülere rağmen yine mutsuzluk içerisinde. Hiperaktivite ve multitasking ile hayatın hızına yetişme telaşındaki insan, bu modern hapishanenin hem zanlısı hem gardiyanı hem de müdürü olma rolünü üstlenmiş durumda.

Niceliğin egemenliğiyle birlikte yüzeysellik gittikçe artıp nitelik buharlaşıyor. Sıkılgan ruhların maymun iştahıyla daldan dala savrulan üretme ve gösterme çabaları bir anlam dizgisi içinde gerçekleşmediğinden ruhta bir huzur ve tatmin de kalmıyor. Kurstan kursa koşan, etkinlik denizlerinde kulaç atan, sertifika koleksiyoncusu insanın bu çabaları, onu bir bütünün parçası kılmadığı gibi daha da yalnızlaştırıyor. Belki tüm bunların temelinde hakikatin paramparça edilip insanın meçhule mahkûm edilmesinin payı da olabilir. Tekvir Suresi 26. Ayetteki “Fe eynetezhebun?” (Öyleyse nereye gidiyorsunuz?) sorusu yönünü ve yolunu kaybetmiş bu insana yöneltilir. Hakikati kaybetmiş insan ne kadar koşturursa koştursun, istediği hazza ulaşsın hep eksik kalacak ve asla tatmin olmayacaktır. Kendini gerçekleştirmek adına kendinden uzaklaşma paradoksuna saplanıp kalan modern insana yapılacak şey onu yeniden ahlaka, fazilet eve hakikate çağırmak olacaktır.

Olmak ya da Olmamak

20. yüzyılın tüketici insanının 21. yüzyılda tüketim nesnesine dönüşmesiyle ‘olma’ bir sahneye ve gösteriye indirgenip beden ve mahremiyet bu sahnenin birer enstrümanı haline geldi. Kendi rızasıyla özel alanlarını kamusal hale getiriyor ve böylece yaşantısını denetime açıp özgürlüğünü kendi elleriyle teslim ediyor. Özgürlüğüne çok düşkün modern birey böyle örtük ve rıza üzere sömürülmekte nedense pek bir beis görmüyor ya da bu durumu düşünebilecek bir mantık bilgisine sahip değil. Prokapitalizmin ‘başarı’ ve ‘performans’la kabul ettiği bu yeni insan tarihte hiç olmadığı kadar mahremiyetini tüketim pazarının bir nesnesi haline getirdi. Bugün maalesef çocuklarımızı bile koruyamadığımız bu dönüşüm, toplumu yaşlısı-genci, köylüsü ve kentlisiyle kuşatmış durumda. Gençler tahammülü aptallık, kanaati ahmaklık, hamdetmeyi avuntu olarak tanımlarken, ileri yaşlardakiler içinse elden kaçan fırsatlar, ‘özgürce’ yaşanmamış hayat için bir eleştiri ve hayıflanma konusu oluyor.

Bedenini ve ruhunu ilahi sınır ve sorumluluklardan uzaklaştırarak gerçekleştirdiği yeni dünya ve beden tasarımıyla insan, zannettiği gibi yeryüzünü daha yaşanılır, adil ve müreffeh bir dünyaya çevirmediği gibi, kendinden razı, huzurlu ve mutmain de kılmadı. Bir yandan tüketim ve değişim çılgınlığına ulaşamayan ama tüm lüksün seyircisi yoksul insanların öfkesi, hırsı ve umutsuzluğu, diğer yanda tüketimin hızına yetişmeye çalışan, bedenini, evini, eşini bir sergi alanına çeviren ve tekrara düşme kınanmasından korktuğu için zihnini sadece bununla meşgul eden insan. Her iki kesim arasındaki makas her gün açılsa da umutsuzluk, yorgunluk, mutsuzluk, tükenmişlik ve depresyon toplumun tümünü etkisi altına almış görünüyor. Kâdir-i mutlak Allah’la açtığı savaşta, yerine inşa etmeye çalıştığı kâdir-i mutlak bilim, ardından kâdir-i mutlak insanla, yeryüzünü değil imar, elleriyle tarumar ettiğini gördü. İlahi nizamla girilen bu savaştan da insana düşen yorgunluk, iç sıkıntısı ve yetişememedir.

Melankoli, hüzün, endişe, kaygı, acı ve ıstırap insanlık tarihi boyunca karşılaşılan ruh halleriydi. Farklı baş etme ya da hastalık boyutundaise tedavi etme yöntemleri mevcuttu. Muhtemelen 21.yy tarihte, tüketim ve performans yanında depresyon çağı olarak da anılacaktır. Neredeyse toplumların %20’si depresyonda ve ilaç kullanımı da oldukça yaygın vaziyette. Her geçen gün hızla artan intihar vakalarının sebepleri arasında depresyon ilk sırayı almakta. Byung Chul Han “Yorgunluk Toplumu” kitabında bu konuyu ele alırken “21.yy hastalıklarının diyalektiği, negatifliğin değil pozitifliğin diyalektiğidir. Bunlar ifrat derecesindeki pozitiflikten kaynaklanır. Disiplin toplumunun negatifliği deliler ve caniler doğurmuştur. Performans toplumuysa depresif ve mağluplar yaratır.” diyerek yeni gelen yıkıma karşı dikkat çekmeye çalışır. Modern toplumlarda sağlığın ve biyopolitikanın yükseltilmesiyle insanın daha uzun ömürlüve sağlıklı olduğu anlatısı bir yana, zengin ülkelerdeki intihar vakalarında yükselen ölüm oranları, ‘sağlık ve zenginlik=mutluluk’ denkleminin de doğru olmadığını göstermektedir.

İktidarların, tüketim toplumunun, modern kültürel atmosferin insan ruhuna etkisi, yaşanan hızlı değişimler, sosyal ve kültürel geçişler, küresel dayatmalar, altüst edilen toplumsal değer ve kabuller, zenginliğin, şatafatın ve lüksün insanın gözüne sokulması, şiddetin ve şehvetin pornografik saçılımı, haz odaklı bir hayat için savaşmanın birey olmanın biricik yoluymuş gibi gösterilmesi, tükenen dünya kaynakları, yağmalanan ülkelerin ve katledilen bedenlerin ruhlarda bıraktığı izler konuşulmadan tüm bu konuşulanlara sağlıklı bir yol bulmak pek mümkün görünmüyor.

Hülâsa

Hayatın merkezine ihtiyaçlarını, kazançlarını, aldıklarını, alamadıklarını, ilişkilerini koyarak hayatın anlamı ve amacını ‘kendi olma’ya indirgeyen insan, imanın güven veren ikliminden, başkalarının yaralarına derman olmanın, bir yoksulun elinden tutmanın, bir yetimin başını okşamanın tadından mahrum kalmış; samimiyetin, sıcak buluşmaların hayatın insanı yoran taraflarına şifa olacağını ıskalamıştır. “İnsan insanın şifasıdır.” diyen kadim kültüre inat modern zihinlere yerleştirilen “İnsan insanın kurdudur!” inancı şifalanma kaynaklarını yerle bir etmiştir.

Unutmamak lazım ki türlü şekillerde içine çekildiğimiz, varlığımızın göstererek ve türlü etkinliklerle devam etmesi gerektiği ya da bu davranış kalıplarıyla kabul göreceğimiz algısı bizi bu gösterişli ve hızlı hayatın bir parçası yapacaktır ama sahip olduğumuz kimlik ve değerlerin aşınma, silikleşme hatta yok olma tehlikesini de beraberinde getirecektir. Modern hayatın hızına zorunlu katıldığımız yerler olsa da durma, düşünme, nefsimizi ve zihnimizi sakinleştirme pratiklerini de artırmak zorundayız. Durma eylemiyle kazançlarımızı ve kayıplarımızı görebilir; neden, niçin ve nasıl sorusuna cevaplar arar ve ahiret inancının gereği olan heybemize kattıklarımızla hakkaniyet üzere kurulu, adil bir dünyanın imkânları üzere kafa yorabiliriz. Belki de Peygamberimizin (s) ölümüne kadar aksatmadığı itikâfı bir de bu açıdan düşünmeliyiz. Araçlar değişse de insan, tarihin her döneminde aynı insandı. Marufla münkerin, hakla bâtılın, imanla küfrün savaşı insanın adı yeryüzünden silininceye kadar devam edecek. Modern toplum eleştirisi yapmamız sosyolojik bir kültürlenmeden ziyade Müslümanlar için yaşadığı çağın hastalıklarını tanıma, bilme ve bunlara göre hazırlanma amaçlıdır. (Anlatmak için anlamanın öncelik olduğu bilgisini unutmadan) Nefretin, öfkenin, hırsın, acımasızlığın kol gezdiği bu dünyada önce merhameti kuşanıp ardından anlamsızlığın, amaçsızlığın, bunalımların ve yalnızlığın pençesinde özgür olmak adına insanlığından vazgeçenlere özgürlüğün sorumluluk olduğunu ve yaratılıştan verildiğini anlatmak durumundayız. Çünkü ‘Namaz özgürlüktür.’ ‘Dua özgürlüktür.’ ‘İsâr özgürlüktür.’ ‘Tesettür özgürlüktür.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası