a la suresi türkçe okunuşu / A'lâ Suresi - Vikipedi

A La Suresi Türkçe Okunuşu

a la suresi türkçe okunuşu

Al&#; suresi T&#;rk&#;e ve Arap&#;a okunuşu! Al&#; suresi tefsiri, meali, fazileti ve anlamı

Alâ suresi iniş sırasına göre 8. mushaftaki sırasına göre ise suredir. Leyl suresinden önce, Tekvir suresinden ise sonra Mekke' de inmiştir.

ALÂ SURESİ TÜRKÇE VE ARAPÇA OKUNUŞU

Alâ suresi mushaf sırasına göre 87, iniş sırasına ise 8. suredir. Leyl suresinden önce ayrıca Tekvir suresinden de sonra Mekke'de inmiş bir suredir. Medine'de inmiş olduğuna dair rivayetler bulunsa da daha çok Mekke üzerinde yoğunluk mevcuttur. Alâ suresi adını ilk ayette yer alan el-A'la kelimesinden almıştır. İlk ayetteki el-A'la kelimesi ile Allah-u Teala nitelenmişfunduszeue.infoâ suresi kısa olduğundan ezberlemesi kolay bir suredir ve bu nedenle nasıl okunduğu merak edilerek birçok kişi tarafından araştırılmaktadır. Alâ suresi'nin Arapça okunuşu şu şekildedir:

Sebbi hısme rabbikel ala. Elleziy haleka fesevva. Velleziy kaddera fehada. Velleziy ahre celmara. Fece alehu ğusaen ahva. Senukriuke fela tensa. İlla ma şaallahu innehu ya lemülcehre vema yahfa. Ve nüyessiruke lil yusra. Fezekkir in nefe atizzikra. Seyez zekkerü men yahşa. Ve yetecennebühel eşka. Elleziy yaslennarel kubra. Summe la yemutu fiyha vela yahya. Kad efleha men tezekka. Ve zekeresme rabbihi fesalla. Vel tü sirunel hayated dunya. Vel ahıretu hayrun ve ebka. İnne haza lefis suhufel ula. Suhufi ibrahiyme ve musa.

Alâ suresi Türkçe okunuşu ise şu şekildedir:

Yüce olan Rabbinin adını tespih et. O, ahenk veren, yaratıp şekillendiren ve aynı zamanda düzene koyandır. O her şeyi ölçülü yapan ve yönlendirendir. O, yeşil bitki örtüsünü çıkaran ve sonra onları çürümüş bir çöpe çevirendir. Sana Kur'an'ı okutacağız ve sen de onu unutmayacaksın. Ancak Allah'ın dediği başkadır. Şüphesiz ki o açık olanı da gizli olanı da bilir. Biz seni en kolay olana kolay bir şekilde ileteceğiz. O halde eğer öğüt iyiyse öğüt ver. Allah'a karşı saygı duyarak ondan korkan da öğüt alır. En büyük ateşe girecek olan kafir ise öğütten kaçınır. Sonra orada ölür ve rahatça yaşar. Arınan ve Rabbinin adını anarak namaz kılan ise mutlak bir kurtuluşa varır. Fakat siz dünyadaki hayatı tercih ediyorsunuz. Oysa ahiret daha hayırlıdır ve sürekli olandır. Şüphesiz ki bu hükümler ilk sayfalarda vardır, Musa ve İbrahim'in de sayfalarında vardır.

ALÂ SURESİ TESFİRİ, MEALİ, FAZİLETİ VE ANLAMI

Alâ suresinin Tefsiri: Tespih, Allah'ı kendine layık olmayan tüm isimlerden, eylemlerden ve özelliklerden uzak tutmak ve onun bu kusurlardan da uzak olduğunu kabul etmektir. Allah tüm her şeyin insanlara bildirildiğini ve ahiret hayatının sürekli olduğunu Ala suresinde bildirmiştir. Dünya hayatı geçicidir ve dünyada yalnızca sürekli olan ahirete hazırlanmak gerektiğini vurgulamıştır. Allah tektir ve o her şeyi, gün yüzünde olan ya da gizli olan her şeyi bilendir.

Alâ suresiFazileti: Alâ suresini okuyan kişilerin zamanı çok iyi geçer ve bundan dolayı içlerine manevi bir huzur dolar. Ala Suresinin vitir, cuma ve bayram namazlarında okunmasının daha sevap olduğu kaynaklarda bildirilmiştir.

Alâ suresi Anlamı: Alâ kelime anlamı olarak en yüce demektir. Surenin içerisinde Allah, Kur'an, vahiy ve peygamberler karşısında farkındalık yaratmak ve bu farkındalık ile dünya hayatı üzerinde olacaklar anlatılmıştır.

A'la Suresi T&#;rk&#;e, Arap&#;a Okunuşu Ve Anlamı: A'la Duası Faziletleri Ve Faydaları (Tefsir Ve Diyanet Meali Dinle)

Surenin 6. ayetinden anlaşıldığına göre Rasulullah aleyhisselam vahyin ilk zamanlarında bazı kelimeleri unutmamak için tekrar yaptığı anlaşılmaktadır. Bu ayette ‘tekrara gerek olmadığı ve ayetleri Allah-u Teala’nın hatırlatacağı’ buyrulmaktadır. Bu ayetle paralel olan Taha/ ve Kıyame/’uncu ayetler de aynı konuları ihtiva eder.

 A'la Suresi Türkçe, Arapça Okunuşu ve Anlamı

A’la suresinin üç ana konusu mevcuttur. Birinci konu tevhid, ikinci konu Rasulullah aleyhisselam’ın eğitimi ve üçüncü konu ise ahiret konusudur. Birinci konuda tevhidi talimat vardır ve Allah-u Teala’ya müşriklerin vasfettiği isim ve sıfatları yakıştırmasının yanlış olduğu vurgulanmaktadır. Allah’a (cc) yanlış isimlerin izafe edilmesi yüzyıllar boyu yapılan hatalardan biridir. Allah’ı en güzel isimlerle vasfedilmesi ve Allah-u Teala’nın Kuran’da belirttiği isimleri ile zikredilmesi emredilmektedir. Rabbimiz Surenin ilk kısmında 'kainatta tek güç sahibinin Allah'a olduğunu ve her şeyi yaratanın Allah olduğunu' buyurmaktadır. Kelime-i Şehadetin genel konuları ilk bölümde yer almaktadır. 

A'la Duası Faziletleri Ve Faydaları (Tefsir ve Diyanet Meali Dinle)

Rabbimizi kainatı belli bir ölçüye göre yaratmıştır ve kainattaki her şeyi o yaratmıştır. İlkbaharı ve sonbaharı Allah-u Teala yaratmıştır ve hiç bir yaratılmışın bu düzeni değiştirmeye gücü yetmeyecektir.

Rasulullah aleyhisselam’ın ayetleri ezberleme ile ilgili eğitimi söz konusudur. Altıncı ayette ‘ayetleri ezberlemek için herhangi bir çaba göstermesine gerek olmadığı ve bu işin Allah-u Teala tarafından gerçekleştirileceği’ buyrulmaktadır. Allah-u Teala istediği ayeti unutturacağı, istediği ayeti hatırlatacağı anlatılmaktadır. Ayrıca Nebi aleyhisselam’ın görevinin sadece tebliğ olduğu buyrulmaktadır.

Son bölümde ise ahiret konusu anlatılmaktadır. Kurtuluş ancak akidesinde, amelinde ve ahlakında salih olanlaradır. Allah’ı tesbih edip namaz kılanların kurtulacağı, dünyaya düşkün olan ve şirk içerisinde yüzen Müşriklerin ise helak olacağı buyrulmaktadır. Bu dünyanın fani olduğu, ahiretin baki olduğu surenin son kısmında anlatılmaktadır. Ahiret inancı ile ilgili son bölümde ölümden sonra dirilmenin kesinlikle gerçekleşeceği buyrulmaktadır.

A’la Suresinin Okunuşu, Anlamı ve Tefsiri

A’lâ nedir veyahut ne demektir? A’la suresi niçin okunur? A’la suresi nasıl okunur? A’la suresinin anlamı nedir? A’la suresinin Arapçası ve meali Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in çok sevdiği rivayet edilen A’la suresinin okunuşu, anlamı ve tefsiri.

A‘lâ sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 19 âyettir. İsmini, Allah Teâlâ’nın birinci âyette geçen ve “en yüce, en üstün” mânasına gelen اَلْاَعْلٰى  (A‘lâ) adından alır. Mushaf tertîbine göre 88, iniş sırasına göre 8. sûredir.

Peygamberimiz (s.a.s.) A’lâ sûresini çok severdi. Vitir namazında çoğunlukla birinci rekatta bu sûreyi, ikinci rekatta Kâfirûn sûresini üçüncü rekatta ise İhlâs ve Muavvizeteyn’i okurdu. Bayram ve Cuma namazlarında da bu sûreyi sık sık okudukları rivayet edilir. (Ebû Dâvûd, Vitr 4; Tirmizî, Vitr 9)

A’LA SURESİ ARAPÇA

A’la Suresi Arapça Yazılışı

سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْاَعْلٰىۙ اَلَّذ۪ي خَلَقَ فَسَوّٰىۙۖ وَالَّذ۪ي قَدَّرَ فَهَدٰىۙۖ وَالَّذ۪ٓي اَخْرَجَ الْمَرْعٰىۙۖ فَجَعَلَهُ غُثَٓاءً اَحْوٰىۜ سَنُقْرِئُكَ فَلَا تَنْسٰىۙ اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ وَمَا يَخْفٰىۜ وَنُيَسِّرُكَ لِلْيُسْرٰىۚ فَذَكِّرْ اِنْ نَفَعَتِ الذِّكْرٰىۜ سَيَذَّكَّرُ مَنْ يَخْشٰىۙ وَيَتَجَنَّبُهَا الْاَشْقٰىۙ اَلَّذ۪ي يَصْلَى النَّارَ الْكُبْرٰىۚ ثُمَّ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰىۜ قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰىۙ وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّه۪ فَصَلّٰىۜ بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۘ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ وَاَبْقٰىۜ اِنَّ هٰذَا لَفِي الصُّحُفِ الْاُو۫لٰىۙ صُحُفِ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى

A’LA SURESİ OKUNUŞU

(*Türkçe okunuşlarından Kur'an-ı Kerim okumak uygun görülmemektedir. Ayetler Türkçe olarak arandıkları için aramalarda çıkmak için sitemize eklenmiştir.)

  1. Sebbihi-sme rabbike-l-a’lâ.
  2. Elleżî ḣaleka fesevvâ.
  3. Velleżî kaddera fehedâ.
  4. Velleżî aḣrace-lmer’â.
  5. Fece’alehu ġuśâen ahvâ.
  6. Senukri-uke felâ tensâ.
  7. İllâ mâ şâa(A)llâh(u)(c) innehu ya’lemu-lcehra vemâ yaḣfâ.
  8. Ve nuyessiruke lilyusrâ.
  9. Feżekkir in nefe’ati-żżikrâ.
  10. Seyeżżekkeru men yaḣşâ.
  11. Ve yetecennebuhâ-l-eşkâ.
  12. Elleżî yaslâ-nnâra-lkubrâ.
  13. Śumme lâ yemûtu fîhâ velâ yahyâ.
  14. Kad efleha men tezekkâ.
  15. Ve żekera-sme rabbihi fesallâ.
  16. Bel tu/śirûne-lhayâte-ddunyâ.
  17. Vel-âḣiratu ḣayrun ve ebkâ.
  18. İnne hâżâ lefî-ssuhufi-l-ûlâ.
  19. Suhufi ibrâhîme ve mûsâ.

A’LA SURESİ ANLAMI

  1. Yüceler yücesi Rabbinin ismini tesbih et; onu her türlü kusurdan ve ortaktan uzak tut.
  2. O ki her şeyi yarattı ve onları güzel ve düzgün bir şekilde biçimlendirdi.
  3. O ki her şeye belli bir ölçü ve gâye takdir etti; buna göre onlara yol gösterdi.
  4. O ki yeşillikleri, otlakları, meyve ve ekinleri çıkardı.
  5. Sonra da onları çürüyüp kararmış artıklara çevirdi.
  6. Rasûlüm! Biz sana Kur’an’ı okutacağız; ondan hiçbir şeyi unutmayacaksın.
  7. Allah’ın unutmanı dilediği müstesnâ. O, açık olanı da bilir, gizli kalanı da.
  8. Biz, her hususta dine uygun tarzda gâyeni gerçekleştirebilmen için yürümen gereken yolu sana kolaylaştıracağız.
  9. Sen öğüt fayda verse de vermese de öğüt vermeye devam et.
  10. Çünkü Allah’a karşı duyduğu korkuyla kalpleri ürperen öğüt alacaktır.
  11. Bedbaht olan ise ondan kaçınacaktır.
  12. Ama o bedbaht, sonunda yanıp kavrulmak üzere en büyük ateşe girecektir.
  13. Artık orada ne ölüp kurtulacak, ne de yaşayıp bir rahat yüzü görecektir.
  14. Doğrusu kurtuluşa ermiştir her türlü kötülük ve günahlardan arınan,
  15. Rabbinin ismini anıp namaz kılan.
  16. Fakat siz dünya hayatını âhirete tercih ediyorsunuz.
  17. Oysa âhiret hayatı hem çok daha hayırlı, hem de devamlıdır.
  18. Bu uyarıcı bilgiler elbette önceki ilâhî sayfalarda da vardı:
  19. İbrâhim’e ve Mûsâ’ya verilen sayfalarda.

A’LA SURESİNİN TEFSİRİ

  1. Yüceler yücesi Rabbinin ismini tesbih et; onu her türlü kusurdan ve ortaktan uzak tut.

“Tesbih”; yüce Allah’ın, şanına ve şerefine layık olmayan sıfat ve vasıflardan uzak tutulması ve arındırılmasıdır. اَلْاَعْلٰى  (A‘lâ) sıfatı, mekan itibariyle yüksek olmak anlamında değil, ezici güç ve iktidar sahibi olmak anlamındadır. Bu bakımdan “A‘lâ” hem “Rabb” hem de “isim” kelimelerinin sıfatı olabilir. Buna göre mâna: “Yüce Rabbinin ismini” veya “Rabbinin yüce ismini tesbih et” olur. Bu bakımdan yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm ve sünnette vasfedilen isimlerle anılmalı, mâna bakımından noksanlık ifade eden ve yanlış anlaşılmalara sebep olan isim ve sıfatlarla anılmamalıdır. Allah için kullanılan isim ve sıfatlar, Allah’a kullanıldığı gibi yaratıklara verilmemelidir. Ayrıca Allah’ın isimlerini tâzimle anmak gerekir. Bu isimler alay ile, hafife alınarak fuzûli işlerin yapıldığı uygunsuz yerlerde anılmamalıdır. İmam Malik (r.h.) ile alakalı şu nükte ne kadar mühimdir:

Anlatıldığına göre İmam Malik, bir dilenci para istediğinde, şayet vermeye gücü yetmiyorsa, başkalarının dediği gibi “Sana Allah versin” demez, dilenci de bir şey söylemeden kızgın bir halde çeker gidermiş. O, diğer insanlar gibi davrandığında, dilencinin sırf bu sebepten ötürü Allah’a isyan edebileceğinden çekinirmiş.

Allah Resûlü (s.a.s.) bu âyet-i kerîme nâzil olduktan sonra secde ederken سُبْحَانَ رَبِّيَ الأعْلٰي (Sübhâne Rabbiye’l-a‘lâ) denmesini; Vakıa sûresinin son ayetinin inmesinden sonra da rukû ederken سُبْحَانَ رَبِّي الْعَظ۪يمِ (Sübhâne Rabbiye’l-azîm) denmesini istemiştir. (Ebû Dâvûd, Salât ; İbn Mâce, İkâme 20)

Âyet-i kerîmede “Rabbini” değil “Rabbinin ismini tesbih et” emri vardır. Çünkü bu dünyada Allah Teâlâ’nın zâtı bizim akıl ve zihinlerimizin doğrudan doğruya yönelip idrak etmesinden çok yücedir. O’nu tanımamız ancak sıfatlarına delalet eden isimler ve bunların görülen eserleri aracılığıyla olmaktadır.

Yüce Rabbin ismini tesbih etmemiz emredildikten sonra, O’nun her an tesbih ve tenzihe layık olduğunu gösteren fiilleri ve eserleri sıralanmaktadır. Bu eserler üzerinde ciddi olarak durulduğu takdirde, Cenâb-ı Hakk’ın söz kalıplarına sığmayacak derecede yüce olduğu anlaşılacaktır:

  1. O ki her şeyi yarattı ve onları güzel ve düzgün bir şekilde biçimlendirdi.

İlk olarak o yüce Rab, yeryüzünden gökyüzüne, zerreden kürreye, proton ve nötrondan en büyük galaksiye kadar evrendeki her şeyi: melekleri, cinleri, insanları, hayvanları, böcekleri, bitkileri, taşı, toprağı yaratmış, en mükemmel surette ölçülü ve düzenli kılmıştır. Bu sınırsız yaratıklar arasında mükemmel bir düzen kurmuştur. Bu nizamın mükemmel bir ölçüyle kurulduğuna ve onun bir yaratıcısı olduğuna, bizzat bu muazzam nizamın kendisi tanıklık etmektedir. Bu bir tesadüf eseri değil, sonsuz ilim ve hikmet sahibi, kudretli ve güçlü bir Allah’ın hür iradesiyle özenerek ortaya koyduğu bir sanat şahikasıdır. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“İşte bunlar, Allah’ın yarattıklarıdır. Peki, gösterin bana, O’nun dışındakiler ne yaratmış?” (Lokmân 31/11)

İkincisi:

  1. O ki her şeye belli bir ölçü ve gâye takdir etti; buna göre onlara yol gösterdi.

O yüce Rab, daha yaratmadan önce herbir varlığın yaratılış maksadını, kendisini diğer varlıklardan ayıracak nitelik ve özelliklerini belirlemiş ve buna göre şekil vermiştir. Herbirinin meydana geleceği zaman ve zemini tesbit, yaşamaları için gerekli imkân ve şartları temin etmiş ve akıbetlerinin ne olacağını da kararlaştırmıştır. Cenâb-ı Hakk’ın evrendeki küçük-büyük her varlık için böyle ince bir planı mevcuttur.

Üçüncüsü:

  1. O ki yeşillikleri, otlakları, meyve ve ekinleri çıkardı.

O yüce Rab, hiçbir varlığı başıboş bırakmamış, yarattığı her şeye bir vazife vermiş ve o vazifeye göre hepsini yönlendirmiştir. Yani Allah, hem yaratıcı hem de yol gösterici olmaktadır. Yüce Allah göğe, yere, aya, güneşe, yıldızlara yol gösterdiği gibi; meleklere, cinlere, insanlara, hayvanlara, bitkilere de yaratılış gayelerine uygun olarak yol göstermektedir. Bu hikmete dayalı olarak tüm varlıklar görevlerini yerine getirirler. Arı, yaratıldığı günden beri petek petek bal yapıp insanlara ikram eder, görevini hiç aksatmaz. Koyun sabah akşam şarıl şarıl süt verir. Meyve ağaçları Allah’ın emrine uyarak köklerini toprağın derinliklerine salarlar, yerleşip büyürler sonra da dal budak tutarak her renkten ve her tattan çeşit çeşit sebze meyve verirler. Yeryüzünü, havayı, suyu, bütün canlıları teker teker ele alıp bu şekilde incelemek mümkündür.

İnsan için iki türlü “hidâyet: yol gösterme” sözkonusudur. Birincisi yaratılmasından büyüyüp olgunlaşıncaya, vefat edip kabre girinceye kadar kendi iradesine değil, tamamen Allah’ın iradesine bağlı olarak hareket etmesi; göz, kulak, burun, boğaz, beyin, kalp, mide, ciğerler, kaslar, damarlar gibi tüm organların kendi görevlerini yapmalarıdır. Bunları çalıştırmak insanın kedi elinde değildir, Allah’ın iradesine bağlı olarak meydana gelen olaylardır. Bu yol gösterme, insan şuurunun dışında cereyan etmektedir. İkinci yol gösterme ise insanın aklı ve zihnî hayatıyla ilgilidir. Burada birincisinden çok farklı bir yol gösterme sözkonusu olup, bu bakımdan insana geniş bir özgürlük tanınmıştır. Ama yine de bu özgürlüğünü faydasına olacak en ideal şekilde kullanabilmesi ve istikametini tayin edebilmesi için peygamber göndermek ve kitap indirmek suretiyle yol göstermiştir.

Dördüncüsü:

  1. Sonra da onları çürüyüp kararmış artıklara çevirdi.

O yüce Rab, insanların ve hayvanların faydalanmaları için yaylaları, mezraları, otlakları, bağ, bahçe ve ormanları, oralardaki her türlü bitkileri, yeşillikleri, ağaçları, meyve ve sebzeleri ilâhî kudretiyle terütâze yetiştirip çıkarmaktadır. Sayıları milyonlarla ifade edilen bu bitkilerden her biri, Allah Teâlâ’nın ayrı bir tecellisinin ve ezeli plandaki takdirinin bir gereği olup, taşıdıkları çeşitli renk, tat, koku ve güzelliklerle insan ve hayvanlara faydalı oldukları gibi, ayrıca kendilerini çıkaran o yüce gücün varlığına, birliğine ve kudretinin üstünlüğüne delalet etmektedirler. O yüce Rab, sadece yeşillikleri çıkarıp ilkbaharı getiren değil, aynı zamanda onları kurutup karartarak sonbaharı da getirendir. Bir tarafta baharın getirdiği yeşillikler, temiz hava, bitkilerin açması, diğer tarafta ise bitkilerin solması, kurumuş yapraklar haline dönüşmesi, rüzgarların dağıtmasıyla birlikte derelerde nehirlerde çerçöp olarak akması manzaraları bulunmaktadır.

Ayette zikredilen غُثَٓاءً  (ğusâ), sel sularının meralardaki otları ve çöpleri birbirine katarak sürükleyip getirdiği ve derelerin etrafına fırlattığı ot, çöp ve yapraktan oluşan sel kusuğudur. اَحْوٰى  (ehvâ) ise karamsı, esmer, koyu yeşil ve isli renklere denmektedir. Bu lafızlar yaylalar ve otlaklardaki yeşil bitkilerin kuruyup dökülerek veya hayvanlar tarafından yenilip dışarı atılarak sel sularının süpürüp sürükleyeceği gübreler haline getirilmesini ifade eder ki, o zaman kömür gibi siyah veya esmer yanıcı bir madde olur. Bu ayette yeraltı katmanlarında taşkömürünün teşekkülüne bir işaret olabileceği zamanın geçmesiyle daha iyi anlaşılmaktadır.

Yemyeşil otlak ve ekinlerin bir zaman sonra çürüyüp kararmış atıklara çevrilmesi, kendi varlığımız ve sağlığımız da dâhil şu an fevkalade göz kamaştırıcı olan dünya nimetlerinin birgün böyle yok olup gideceğine işaret etmektedir. Öyleyse insan, dünyanın gelip geçici nimetlerine takılıp kalmamalı; kendisini ebedî cennet nimetlerine götürecek Kur’an gibi emsalsiz bir rehbere sımsıkı sarılmalıdır. Resûlullah (s.a.s.)’e bir daha unutmayacak ve unutulmayacak şekilde vahyedilen o Kur’an’a:

  1. Rasûlüm! Biz sana Kur’an’ı okutacağız; ondan hiçbir şeyi unutmayacaksın.
  2. Allah’ın unutmanı dilediği müstesnâ. O, açık olanı da bilir, gizli kalanı da.
  3. Biz, her hususta dine uygun tarzda gâyeni gerçekleştirebilmen için yürümen gereken yolu sana kolaylaştıracağız.

Kâinattaki eşsiz güzellik ve nizama, bu mükemmel düzeni dağılıp yok olmaktan koruyan yüce yaratıcıya değinildikten sonra, kendisine indirilen Kur’ân-ı Kerîm ayetlerinden az da olsa bazı kısımlarını kaybetmekten ya da unutmaktan tir tir titreyen ve onu okuyup ezberlemek için kendini yoran Allah Resûlü (s.a.s.)’e bu bakımdan büyük müjdeler içeren ayetler gelmektedir. Bu ayetler Kur’an’ın ezberlenmesi ve korunması hususunda Peygamber Efendimize tam bir güven telkin etmekte ve inen ayetlerin herhangi bir zorlanmaya gerek kalmaksızın hafızasına kaydedileceğini ve bir daha asla unutmayacağını müjdelemektedir.

Hakikaten Sevgili Peygamberimiz Cebrâil’in kendisine getirdiği ayetleri unutmamak için korkudan aceleyle tekrarlardı. (bk. Tâhâ 20/; Kıyâmet 75/) Bu yüzden yüce Allah değerli elçisine: “Rasûlüm! İşte biz böylece sana emrimizle ölü kalplere hayat bahşeden bu Kur’an’ı vahyettik. Yoksa daha önce sen kitap nedir, iman nedir, bilmezdin” (Şûrâ 42/52) ayeti gereğince onun daha önce kitap nedir, iman nedir bilmezken bundan böyle Cebrâil vasıtasıyla okuyacağı bir kitap olan Kur’an’ı vahyederek bunu ona okutacağını, hafızasına yerleştirip iyice belleteceğini haber vermektedir.

Kur’ân-ı Kerîm Allah Resûlü (s.a.s.)’e bir mûcize olarak indirildiği gibi, her ayetin ona Allah tarafından tek tek ezberletilmesi ve bir daha unutmaması da bir başka mûcizedir. Buna göre Peygamberimizin, kendisine okunan bir kelimeyi unutarak yerine aynı anlamda farklı bir kelime dahi söylemesi mümkün değildir. Bu unutmama va‘dinin gelecek zamanları da kapsayacak şekilde haber verilmesi ve öylece vuku bulması da diğer bir mûcize olmuştur. Dolayısıyla âyet-i kerîmedeki “okutmak”tan kastedilen “ezberden okutmak”tır; yoksa yazı ile yüzünden okutmak değildir. Unutmamaktan maksadın, inen ayetlerin gereği ile amel etmek olduğu da anlaşılabilir.

Burada bir garanti verilmekte ancak, “Allah’ın dilediği başka” kaydıyla buna bir istisna getirilmektedir. Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’in Kur’an’ı ezberlemesi, kendi kabiliyet ve istidadıyla başardığı bir iş değil, tamamen sonsuz kerem sahibi Allah’ın lutuf ve yardımıyla olmuştur. Her şeyin mutlak sahibi Cenâb-ı Hak olduğundan, şayet O dilerse istediğini yapar, sana da Kur’an’ı unutturabilir. Sana garanti verdi diğe kendini aciz bırakmış değildir. Onu hiçbir şey aciz bırakamaz. Dilerse böyle bir hafıza kuvveti verdikten sonra onu geri alabilir, hatta bütünüyle yok edebilir. (bk. İsrâ 17/86)

Şunu da gözden uzak tutmamak gerekir ki Hak Teâlâ sevgili Peygamberine değişik hikmetlere dayalı olarak bir kısım ayetleri tamamen unutturmuş olabilir. Bunlar neshedilerek uygulamadan kaldırılmış ayetlerdir.

Ayetteki istisna zaman ve miktar açısından “azlık” bildiriyor da olabilir. Zira Allah Resûlü bazı ayetleri bir anlık unutabiliyordu. Rivayete göre Resûl-i Ekrem (s.a.s.) bir gün sabah namazını kıldırırken bir ayeti atlamış, Übey b. Ka’b: “Ey Allah’ın Rasûlü, siz şu ayeti okumadınız, yoksa nesh mi oldu?” diye sormuş, Sevgili Peygamberimiz de: “Hayır okurken ben bu ayeti unutmuşum” buyurmuştur. (Buhârî, Ezan 69; Müslim, Mesâcid )

Şu kadar var ki bu tür unutmalar, daimî değil anlık durumlardır. Peygamberimizin bu neviden unutmaları beşer olması cihetiyle normaldir. Fakat Efendimiz için devamlı ve tamamen unutma söz konusu değildir.

Burada açığı da gizliyi de çok iyi bilen Yüce Allah, fert ve toplum olarak herkesi ilâhî murakabe altında yaşamaya çağırmaktadır. Sonra Peygamberimiz (s.a.s.)’e ve onun mübârek şahsında her mü’mine, istikbâle ait müjdeler vermektedir. Allah’ın her şeyi gördüğü ve bildiği şuuruyla istikâmet üzere hareket ettiği takdirde onu:

› Her hususta en kolay yola ve gayeye erdireceğini,

› Gerekli her işi kolaylıkla yapıp bitirebileceği bir kabiliyet ve istidâdı ona yerleştireceğini,

› Buna bağlı olarak bilgide, amelde, eğitim-öğretimde ve insanlara dini tebliğde en kolay yolu ona göstereceğini müjdeler. Çünkü, en büyük gayelere en kolay yollardan varmak, Peygamberimiz (s.a.s.)’in getirdiği İslâm dini ve şeriatinin bir hususiyetidir.

Bunun da temeli tevhid inancı, ihlas, doğru bilgi ve bu bilgiye göre ihlaslı ameldir. Her kolaylığın başı budur. Öyleyse:

  1. Sen öğüt fayda verse de vermese de öğüt vermeye devam et.
  2. Çünkü Allah’a karşı duyduğu korkuyla kalpleri ürperen öğüt alacaktır.
  3. Bedbaht olan ise ondan kaçınacaktır.
  4. Ama o bedbaht, sonunda yanıp kavrulmak üzere en büyük ateşe girecektir.
  5. Artık orada ne ölüp kurtulacak, ne de yaşayıp bir rahat yüzü görecektir.

Allah Resûlü (s.a.s.), doğru yola gelmelerini sağlamak üzere kendisini parçalarcasına insanlara tebliğde bulunurdu. Fakat âlemlere rahmet olan Efendimizin bu gayreti bir kısım kişilerin ancak küfür, inat ve ısrarlarının artmasına sebep olurdu. Bu bakımdan ayette Allah Resûlü’ne ve onun izinden gidecek olanlara sadece az veya çok faydalanacağını umdukları kimselere öğütte bulunmaları; fayda verse de vermese de öğüde devam etmeleri, ancak aslandan kaçan yabani merkepler gibi inat ve azgınlıkla Hak’tan kaçan kimselerin ardından koşarak da kendilerini helak edercesine yorulmamaları tavsiye edilmektedir.

Esasen İslâmî tebliğ ve hatırlatma herkese şamildir; umûmîdir. Peygamberin de vazifesi sadece tebliğdir; gerçekleri açık ve anlaşılır bir şekilde kulaklara duyurmaktır. Bundan istifade edecek olanlar özel kimselerdir. Bu ise neticede belli olacaktır. İlâhî irşat, ikaz ve nasihatlerden ancak kalbinde derin bir Allah korkusu taşıyan, O’na son derece saygılı olan ve huzurunda boyun bükenler istifade edeceklerdir. الخشية (haşyet) kalbin ürpermesidir. Allah’a olan sevgi ve saygısını yitirmekten korkması ve titremesidir. Yüce Rabbinin sevgisini ve rızâsını kazanacağı yollarda yürümesi; ondan mahrum bırakacak sapık yolları terketmesidir. İşte ilâhî öğüt ve hatırlatmaları dinleyecek, nasihat alacak, düşünüp istifade edecek olanlar, böyle gönülden Allah zü’l-celâle saygılı kimselerdir.

Diğer taraftan, ilâhî rahmetten ümidini kesip akıbetlerini karartmak suretiyle en bedbaht olanlar, bu hatırlatmalardan ve öğütlerden uzak duracak; kabule ve inkıyada yaklaşmayacaklardır. اَلْاَشْقٰى (eşkâ), Allah ve Resûlullah düşmanlığında ileri giden azılı kâfirlerdir. Dilimizde dağlarda, sahralarda insanların yolunu kesen, kendilerini öldürüp mallarını talan eden kimselere “eşkıya” denilir. Ayette bahsedilen bunların en kötüsüdür. Çünkü bu yapıda ve karakterdeki kimseler, Allah’ın mülkünde O’na başkaldırıp hâkimiyet taslamakta; ferdî ve içtimâî hayata Yüce Yaratıcı’nın müdahalesini engellemekte ve onun hükmünü tanımamaktadırlar. Bunlar adeta Allah Teâlâ’ya: “Bu dünya benimdir; burada ne senin, ne kitabının ne de Peygamberinin sözü geçer. Burada sözü ve hükmü geçerli olacak sadece benim” diyen kimselerdir. Bu gibilere öğüt verip Cenâb-ı Mevlâ’yı hatırlattığın zaman duymazlıktan gelir, yüzlerini çevirirler. Bununla kalmaz, fırsat bulunca Allah’a karşı savaş ilan ederler. İşte ilâhî ikazlara kulak tıkayıp öğüt almaktan yüz çeviren o tînetteki kişiler âhirette en büyük ateşe, ebedî olan cehennem ateşine yaslanacaklardır. Allah’ın yakıcı, kavurucu azabına düçar kalacaklardır. Hiç kimseden ne bir yardım ne de bir fayda göreceklerdir. Sonra orada ne ölecek ne de hayat bulacaklardır. Onlara asla bir daha ölüm gelmeyecek. Azabdan da kurtulamayacaklar. Dünyada olduğu gibi güzel bir şey göremeyecek ve tadamayacaklar. Bundan daha büyük bir bedbahtlık düşünülemez. İlâhî hikmetlere, öğüt ve nasihatlara sırt çevirenlerin feci akıbeti işte budur. Böyle bir ceza ölene kadar iman etmeyen, küfür ve şirk üzere ölen kimseler içindir. Halbuki insan için dünyada tevbe edip temizlenme kapısı devamlı açıktır:

  1. Doğrusu kurtuluşa ermiştir her türlü kötülük ve günahlardan arınan,
  2. Rabbinin ismini anıp namaz kılan.
  3. Fakat siz dünya hayatını âhirete tercih ediyorsunuz.
  4. Oysa âhiret hayatı hem çok daha hayırlı, hem de devamlıdır.

Şüphesiz kendini arıtan; Kur’an’ın ve Peygamberin öğütlerine kulak verip kalbini küfür, şirk ve kötü ahlâktan, bedenini madi mânevî pisliklerden, zekât verip malını kul hakkından temizleyen böylece takvâ ve haşyet duygularını geliştirip artıran ve Allah huzurunda temize çıkmak için çalışıp çabalayan; kalbiyle ve diliyle Allah Teâlâ’yı zikredip O’nu sürekli hatırda tutan ve farz namazlar başta olmak üzere vacip ve sünnet diğer namazlara da devam eden felâha erer; korktuklarından kurtulur ve umduklarına kavuşur.

İnsanın sorumlu olduğu bütün fiil ve davranışlar üç grupta toplanabilir. Birincisi kalpten yanlış inanç ve bozuk düşünceleri temizlemektir ki ayetteki اَلتَّزَكّ۪ي (tezekkî) buna tekâbül eder. İkincisi Allah zü’l-celâli zâtı, sıfatları ve fiileriyle tanıyıp sürekli Allah bilinci ile yaşamaktır ki buna da ayetteki اَلذِّكْرُ (zikir) karşılık gelir. Üçüncüsü ise Allah’a kulluk ve mahlukatına hizmetle sürekli meşgul olmaktır ki ayetteki اَلصَّلٰوةُ (salât) kelimesi de bunu karşılar. Zira salât, tevazu ve huşûdan ibarettir. Dolayısıyla bu üç lafızla müslümanın sorumlu olduğu bütün vazifelere işaret edilmiştir. Kalbini Allah bilinciyle aydınlatan kişinin diğer bütün azalarından bu tevazu ve huşûun göstergeleri ortaya çıkar.

Cenâb-ı Hak secdeye elverişli yüzler, ibret almaya elverişli gözler, hizmete elverişli bedenler, mârifete elverişli kalpler ve ve muhabbete elverişli gönüller yaratmıştır, Eğer insan dili tevhid okuyan, kalbi Allah’ı tanıyan ve bedeniyle kulluk eden biriyse üzerindeki bu nimetlerin kıymetini bilmesi gerekir. Fakat o, kendini kurtuluşa götürecek işler yapmıyor bilakis dünya hayatını tercih ediyor; orada hemen elde edebileceği yeme, içme, eğlenme ve benzeri zevklerin peşine düşüyor ve bütün varlığını o uğurda harcıyabiliyor. Âhiret mutluluğunu temin edecek hayırlı, temiz ve güzel işleri erteleyebiliyor. Halbuki nimetleri ve lezzetleri itibariyle âhiret hayatı, şüphesiz dünyadan çok daha iyi, üstün ve ebedidir. Orada hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşer aklının düşünmediği emsalsiz nimetler bulunmaktadır. Diğer yönden dünya gelip geçici, cennetteki hayat ise ebedidir, süreklidir. Onda asla kesinti olmayacaktır. O halde dünya hayatını tercih edip günden güne korkunç uçurumlara doğru yuvarlanarak sonunu berbat etmektense, âhiret hayatını tercih edip orada huzur ve mutluluğa erdirecek sâlih ameller işlemek, dünyadaki sıkıntı ve zahmetlere de bu gayeyle sabretmek daha uygun bir yol olacaktır.

Kur’an’ın bu eşsiz mesajlarına mü’min, kâfir veya Ehl-i kitap tüm insanlar kulak vermelidir. Zira:

  1. Bu uyarıcı bilgiler elbette önceki ilâhî sayfalarda da vardı:
  2. İbrâhim’e ve Mûsâ’ya verilen sayfalarda.

Elbette Yüce Rabbimizin bu sûrede temas ettiği bu gerçekler; özetle Allah’ın azameti ve kudretinin büyüklüğü, Kur’an’ın indirilmesi, korunması ve Peygamberin başarıya ulaşması, kurtuluş yolunu seçenle seçmeyenin akıbetleri, âhiretin dünyadan hayırlı ve ebedi oluşu gibi hakikatler önceki peygamberlere indirilmiş olan sahifelerde ve kitaplarda da yer almaktadır. Özellikle İbrâhim ve Mûsâ’nın sahifelerinde de bulunmaktadır. Bunlar her peygambere bildirilen ve buna uygun davranmaları istenen evrensel gerçeklerdir; geçerliliği süreklidir.

A’LA SURESİ HAKKINDA BİLGİLER

A’lâ Ne Demek?

A‘lâ sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 19 âyettir. İsmini, Allah Teâlâ’nın birinci âyette geçen ve “en yüce, en üstün” mânasına gelen اَلْاَعْلٰى  (A‘lâ) adından alır. Mushaf tertîbine göre 88, iniş sırasına göre 8. sûredir.

A’lâ Suresinin Nuzülü

Mushaftaki sıralamada seksen yedinci, iniş sırasına göre sekizinci sûredir. Tekvîr sûresinden sonra, Leyl sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayet de vardır. (Şevkânî, V, )

A’lâ Suresinin Konusu

Cenab-ı Hakkın her türlü kusurdan, beşeri sıfatlardan ve yakışıksız isnatlardan tenzih edilmesinin gereği vurgulanır. Sonra da kullar için hazırlanan maddi ve mânevî nimetlerden bahsedilerek kâfirler imana, nankörler şükre davet edilir. İslâm davetinin kabul görüp yayılacağı ve mü’minlerin yakın zamanda başarıya erişeceği müjdesi verilir.

A’lâ Suresinin Fazileti

Peygamberimiz (s.a.s.) A’lâ sûresini çok severdi. Vitir namazında çoğunlukla birinci rekatta bu sûreyi, ikinci rekatta Kâfirûn sûresini üçüncü rekatta ise İhlâs ve Muavvizeteyn’i okurdu. Bayram ve Cuma namazlarında da bu sûreyi sık sık okudukları rivayet edilir. (Ebû Dâvûd, Vitr 4; Tirmizî, Vitr 9)

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, funduszeue.info

İslam ve İhsan

A’la Suresinin Fazileti

Kur’ân-ı Kerim Okumanın Fazileti İle İlgili Hadisler

Latin Harfleriyle Yazılmış Kur’an-ı Kerim Okumak Caiz midir?

PAYLAŞ:                
Son Güncellenme:

19 ayetten oluşan A’la Suresi bazı Müslümanlar tarafından okunmakta, diğerleri tarafından da ezberlenmektedir. Sure içerisinde değinilen konular bakımından da oldukça bilgi verici kabul edilmektedir. Bu bağlamda Ala Suresi’nde; Allah’ın yüce ve kudret sahibi olduğundan, inanmayanların durumundan, Kur’an’ı Kerim’i okumanın kolaylığından ve dünya hayatından yapılan işlerin ahiret hayatına etkilerinden bahsedilmektedir. A’la Suresi faziletleri bakımından oldukça sık başvurulan bir kaynaktır. Bunun için A’la Suresi’nin Arapça ve Türkçe okunuşlarından yararlanılmaktadır. Sizler için derlediğimiz içeriklerde hem bu okunuşlara hem de A’la Suresi’nin açıklaması gibi diğer bilgilere erişebilirsiniz.

Haberin Devamı

A'la Suresi Fazileti

Kaynaklarda, Hz. Peygamber’in A‘lâ sûresini okumaktan büyük zevk aldığı; vitir, bayram ve cuma namazlarında onu okuduğu bildirilmektedir (bk. İbn Kesîr, VIII, ; Emin Işık, “A‘lâ Sûresi”, DİA, II, ).

A’La Suresi Okunuşu Ve Anlamı: Türkçe Tefsiri, Arapça Yazılışı, Fazileti, Diyanet Meali



A'la Suresi Türkçe Okunuşu

1. Sebbihısme rabbikel'a'la.
2. Elleziy haleka fesevva.
3. Velleziy kaddere feheda.
4. Velleziy ahrecelmer'a.
5. Fece'alehu ğusaen ahva.
6. Senukriüke fela tensa.
7. İlla ma şaallahü innehu ya'lemülcehre ve ma yahfa.
8. Ve nüyessirüke lilyüsra.
9. Fezekkir in nefe'atizzikra.
Seyezzekkerü men yahşa.
Ve yetecennebühel'eşka.
Elleziy yaslennarelkübra.
Sümme la yemütü fiyha ve la yahya.
Kad efleha men tezekka.
Ve zekeresme rabbihi fesalla.
Bel tü'sirunelhayateddünya.
Vel'ahıretü hayrün ve ebka.
İnne haza lefissuhufel'ula.
Suhufi ibrahiyme ve musa.

Haberin Devamı

A'la Suresi Anlamı

1. Yüce Rabbinin adını tespih et.
2. O, yaratıp şekillendiren, âhenk veren ve düzene koyandır.
3. O, (her şeyi) ölçüyle yapıp yönlendirendir.
4, 5. O, yeşil bitki örtüsünü çıkaran, sonra da onları çürüyüp kararmış çörçöpe çevirendir.
6. Sana Kur'an'ı okutacağız ve sen onu unutmayacaksın.
7. Ancak Allah'ın dilediği başka. Şüphesiz O, açık olanı da bilir, gizliyi de.
8. Biz seni en kolay olana kolayca ileteceğiz.
9. O halde, eğer öğüt fayda verirse, öğüt ver.
Allah'a karşı derin saygı duyarak ondan korkan öğüt alacaktır.
11, En büyük ateşe girecek olan en bedbaht kimse (kâfir) ise, öğüt almaktan kaçınır.
Sonra orada ne ölür (kurtulur), ne de (rahat bir hayat) yaşar.
14, Arınan ve Rabbinin adını anıp, namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer.
Fakat sizler dünya hayatını tercih ediyorsunuz.
Oysa âhiret, daha hayırlı ve süreklidir.
18, Şüphesiz bu hük

A'la Suresi Tefsiri

Tesbîh, Allah’ı kendisine lâyık olmayan isimlerden, niteliklerden ve eylemlerden tenzih etmek, O’nun böyle kusurlardan uzak olduğunu kabul ve ifade etmektir. “Uygun şekil verme” diye çevirdiğimiz 2. âyetteki tesviye kavramı, Kur’an’da genellikle Allah’ın, yarattığı varlığa, onun varlık türünün gerektirdiği yapıyı, şekli vermesi, uygun forma kavuşturması” anlamında kullanılmaktadır. Bu âyette ise “sevvâ” fiilini –nesnesi belirtilmediğinden– “her şeye uygun şeklini verme” olarak anlamak gerekir (ayrıca bk. Hicr 15/29).

Haberin Devamı

Allah’ın yol göstermesinden (3. âyet) maksat, yarattığı şeylerin tabiatını belirleyip onu hedefine doğru yöneltmesidir. Şevkânî âyeti şöyle yorumlar: “Allah varlıkların cinslerini, türlerini, niteliklerini, ne yapacaklarını, ne söyleyeceklerini, ecellerini takdir etmiştir; her birini yapabileceği, kendisine uygun olan davranışlara yöneltmiş ve yaratıldığı amaç istikametinde hareketini kolaylaştırmış, din ve dünya işlerinde yapması gerekeni ona ilham etmiştir” (bk. V, ).

4 ve 5. âyetler, Allah’ın baharda yeşil bitkileri bitirip vakti gelince onları kapkara bitki kalıntısı haline getirmesi şeklinde açıklandığı gibi mecazen “canlı varlıklara hayat veren ve zamanı gelince onları öldüren” anlamında da yorumlanabilir. Bazı çağdaş yorumcular 5. âyetin, kömür madeninin teşekkülüne işaret ettiğini ileri sürmüşlerdir. Buna göre ilâhî kudret önceleri her türlü bitkileri, ağaçları yetiştirip uzun zaman sonra bunları kömür haline getirmiştir, âyet bu olayı ifade etmektedir. Zira kömür yataklarının daha önceki jeolojik dönemlerde yaşamış olan dev bitkilerle ormanların geçirdiği değişikliklerin ardından yer altında basınç ve ısı etkisiyle kömüre dönüşmüş olduğu bilinmektedir. Cansız madde olan taş ve topraktan yemyeşil otların ve ormanların çıkması nasıl Allah’ın kudretini gösteren bir olaysa onların zamanla taş kömürüne dönüşmesi de öylece O’nun kudretini gösteren bir olaydır (bk. Elmalılı, VIII, ; Emin Işık, “A‘lâ Sûresi”, DİA, II, ).

Haberin Devamı

Hz. Peygamber ilk dönemlerde kendisine gelen Kur’an vahyini ezberleme konusunda oldukça aceleci davranıyor, bir kelime veya harfi kaçırma korkusuyla Cebrâil vahyi henüz tamamlamadan tekrar etmeye çalışıyordu. Bu sebeple Resûlullah’a Kur’an okurken acele etmemesini emreden ve onu unutmayacağı konusunda güvence veren Kıyâmet 75/ âyetleriyle, “Sana Kur’an’ı okutacağız ve Allah dilemedikçe unutmayacaksın” meâlindeki bu sûrenin 6. âyeti inmiştir. Böylece bir taraftan Hz. Peygamber bu davranışından vazgeçirilmiş oluyor, diğer taraftan da vahyin korunmasının güvenceye alındığı bildiriliyordu (Şevkânî, V, ). Hz. Peygamber’in unutmaktan korunmuş olması da Allah’ın kudretini gösteren delillerdendir. Peygamberin şahsında gerçekleşen bu ilâhî mûcizenin sırrı, Kur’an’ı okuma ve ezberleme tarzında ümmetin hafızalarında sürekli olarak tecelli etmektedir. 7. âyette unutturmama garantisine, “Allah dilemedikçe” şeklinde yapılmış bulunan istisnâ hususunda müfessirler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bazıları bu istisnanın neshe delâlet ettiğini yani “Allah herhangi bir hükmü yürürlükten kaldırmak istediği zaman onu peygambere unutturur” mânasına geldiğini ifade ederler. Bazı âlimlere göre ise bu âyet –tıpkı “Gerçek şu ki, biz dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız” (bk. İsrâ 17/86) meâlindeki vb. âyetlerde (meselâ bk. Hûd 11/) olduğu gibi– peygamberin unutmasını Allah’ın hiç dilemediği, dolayısıyla onun da hiçbir zaman unutmadığı” anlamına gelir (bk. Şevkânî, V, ; Elmalılı, VIII, ). Bize göre “Sizler ancak rabbinizin (bunu) dilemesi sayesinde dileyebilirsiniz” (İnsan 76/30) âyetinde olduğu gibi burada da bir ilâhî kanuna, bir ilkeye atıf yapılmaktadır. Kulunu yaratılış amacına uygun olarak şekillendiren ve donatan Allah’tır. O böyle yapmasaydı insan böyle olmazdı; düşünemez, konuşamaz, aklında tutamaz, unutamazdı. 6. âyete göre Resûlullah, kendisine okutulanı (Kur’an’ı) asla unutmayacaktır; ancak bu, Allah istediği için böyledir; unutmasını isteseydi elbette unutacaktı.

Haberin Devamı

Müfessirler, “Sana kolaylık ve huzurun yollarını açacağız” meâlindeki 8. âyeti de Hz. Peygamber’in şahsına özgü olarak değerlendirip kolaylaştırmayı “Allah’ın onu, beşerî bir çaba göstermeden Kur’an’ı ezberlemeye, dinin kurallarını uygulamaya, kendisini cennete götürecek amelleri yapmaya muvaffak kılması” şeklinde yorumlamışlardır (Zemahşerî, IV, ; Râzî, XXXI, ). Şevkânî ise “din ve dünya işlerinden hangisine yönelirse o yolda muvaffak kılması” anlamında yorumlamıştır (bk. V, ).

“Öğüt fayda verirse öğüt ver” meâlindeki ilk âyetin lafzından, öğüt verilebilmesi için verilecek öğüdün muhataba fayda sağlamasının şart koşulduğu anlaşılırsa da müfessirler, öğüt fayda verse de vermese de peygamberin öğüt vermek zorunda olduğu, âyetin böyle anlaşılması gerektiği kanaatindedirler. Râzî, öğüt vermenin veya hakikati anlatmanın ilk etapta gerekli (vâcip) olduğunu, tekrarının gerekli olmasının ise öğüdün yarar sağlaması ve böylece amacın gerçekleşmesi durumuna bağlı bulunduğunu belirtmiştir (XXXI, ). Buna göre Hz. Peygamber’in Allah’tan aldığı tâlimatı muhataplara duyurması onun misyonunun gereğidir. Öğüt vermenin faydalı olacağı kanaatine varıldığı takdirde devam etmek de vâciptir. Ancak inkârda kararlılık gösteren, gerçekle alay eden insanlara öğüt vermek onların inkâr ve inatlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. Bu yüzden Allah, “O halde bizi anmaktan yüz çevirenden … sen de yüz çevir” buyurmuştur (bk. Necm 53/29). Âyetteki “öğüt fayda verirse” diye çevrilen kısım, “Öğüt mutlaka fayda verir” şeklinde anlamaya da elverişlidir. Burada belli bir grup değil, öğüde muhatap olan herkes kastedildiği için muhatapların sayısı az veya çok olsa da bir kısmının öğütten mutlaka yararlanacağı kesindir. Nitekim âyette bu husus açıkça ifade edilmiştir.

âyetlerde öğüdün herkese fayda vermeyeceği, ondan ancak Allah’tan korkanların faydalanacağı, Allah’tan korkmayan, isyan ve günah batağına saplanmış olan bedbahtların ise ondan kaçacakları bildirilmiştir. âyet öğütten kaçmanın, hakikate sırt çevirmenin sonuçta insanı cehenneme sürükleyeceğini haber vermektedir. “Sonra orada ne ölür ne de yaşar” meâlindeki âyet ise azabın ebedîliğini ve korkunçluğunu ifade etmektedir. Cehennemdekiler ölmezler, yaşarlar; ancak çektikleri dikkate alındığında bunun olumlu anlamıyla yaşamak olmayacağı da muhakkaktır. Buna karşılık âyetlerde öğütlere kulak veren, kalplerini şirk, günah ve kötü ahlâkın kirlerinden temizleyen, namaz kılıp sadaka ve zekât vermek suretiyle nefsini arındıran kimselerin kurtuluşa erecekleri bildirilmiştir.

âyette “arınan” diye tercüme ettiğimiz tezekkâ fiili, “insanın nefsini kontrol altına alması, her türlü şirk, kötülük ve günahtan uzaklaşması, Allah’ın birliğine iman edip dinin emir ve yasaklarını yerine getirmesi” anlamına geldiği gibi “zekât vererek arınmak” mânasına da gelir. Ancak Mekkî sûrelerde yer alan “zekât” tabirleriyle (Zâriyât 51/19; Meâric 70/24), hükümleri etraflı olarak açıklanmış zekât değil, mutlak anlamıyla malî içerikli dinî görevler kastedilmiştir. Çünkü kurumsal anlamda zekât Medine döneminde farz kılınmıştır (bk. Tevbe 9/). Şu halde âyetteki tezekkâ kelimesi hem malı haramlardan ve kul haklarından hem de nefsi günah kirlerinden arındırmayı ifade eder. âyette Allah’ın adını anan ve namaz kılan kimsenin kurtuluşa ereceği bildirilmiştir. Ancak burada geçen, “namaz kılma” olarak çevirdiğimiz sallâ fiiliyle ilgili farklı yorumlar yapılmıştır. Bazı müfessirlere göre bundan maksat bilinen beş vakit namazdır; bazılarına göre bayram namazı, bir kısmına göre de “salât” kelimesinin sözlük anlamı olan duadır (Taberî, XXX, ). Beş vakit namaz Mekke döneminin sonlarına doğru farz kılındığına ve bu sûre de oldukça erken bir dönemde indiğine göre, buradaki salât kavramını da beş vakit namaz olarak değil, ilk müslümanların beş vakit namazdan farklı ibadetleri olarak anlamak uygun olur.

Önceki âyetlerde kurtuluşun, nefsi ve malı arındırıp âhirete hazırlıklı gitmekte olduğu bildirilmişti. âyette ise insanların genellikle geçici dünya hayatı ve zevklerini âhirete tercih ettikleri hatırlatılmaktadır. Oysa âhiret hayatı daha hayırlı, kalıcı ve sonsuzdur. Bu durum, –yüce Allah’ın rahmetinin bir tecellisi olarak– inkârcıları bir kere daha uyarmak, müminlere de böylesi yanlışlardan uzak durmaları yolunda telkinde bulunmak üzere âyette vurgulu bir şekilde ifade edilmiştir (ayrıca bk. A‘râf 7/; Yûsuf 12/; Duhâ 93/4).

“Kitaplar” diye çevirdiğimiz suhuf kelimesi kitapla eş anlamlı olan sahîfenin çoğuludur. Bu bağlamda kitap, Allah tarafından peygamberlere gönderilen vahyi ifade eder. Buna göre her iki âyette yer alan suhuftan maksat, “Hz. İbrâhim ve Hz. Mûsâ’ya verilen kitaplardır. Bu iki peygambere nisbet edilen sahîfeler, geçmiş vahiylerin sadece birer örneğini teşkil eder. Çünkü vahiy bunlarla sınırlı değildir. İsimleri bildirilen başlıca kitaplar, Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an’dır. Sahîfelerden 10’unun Hz. Âdem’e, 50’sinin Şît’e, 30’unun İdrîs’e, 10’unun da İbrâhim’e verildiği rivayet edilir (bk. Zemahşerî, IV, ).

Şuarâ sûresinin âyetinde olduğu gibi bu son âyetler de vahyin tek kaynaktan, Allah’tan geldiğini ve ilâhî dinlerin iman, ibadet ve ahlâk konularında aynı prensipleri, evrensel gerçekleri ve değerleri getirdiğini ifade etmektedir. Konuyla hiçbir alâkası olmadığı halde bu âyetlerden, Kur’an’ın lafız değil, mâna ve hüküm olduğunu, bunun ise belli bir dile ait bulunmadığını, başka peygamberlere gönderilmiş kitaplara da Kur’an denilebileceğini ve Kur’an’ın namazda her dilden okunabileceğini söyleyenler, peşin hükümlerine sonradan kanıt arama yoluna girenlerdir. Söyledikleri doğru olsaydı bile okumak için –sıradan insanların çevirileri değil– eski peygamberlere gönderilen vahyin asıl metinlerine ihtiyaç olur, yalnız bunlar okunabilirdi. Bu da –o metinler mevcut olmadığı için– fiilen imkânsızdır.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası