çengname kimin / Çengname kime aittir?

Çengname Kimin

çengname kimin

Ahmedi Dai Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserler

Ahmedi Dai (d.? – ö.1421 ?) Divan şairi.

Şiirlerinde asıl adını mahlâsı olarak kullanan divan şairlerinden Ahmed-i Dâ’î aslen Germiyanlıdır. Onun, Sultân I. Murâd, Germiyan Beyi II. Yakûb, Yıldırım Bâyezîd’in oğlu Emîr Süleymân (1402-1410) ve II. Murâd (1421-1451) devirlerini gördüğü bilinmektedir. Babasının adı İbrâhim, dedesinin adı Mehmed’dir. Kaynaklarda Dâ’î’nin bir süre Germiyan’da kadılık yaptığı, hatta bu görev esnasında muhtemelen Germiyan Beyi Süleymân Şâh’ın kızı ile Yıldırım Bâyezîd’in 779/1377-1378 yılında gerçekleşen düğün törenlerine de şahitlik ettiği kayıtlıdır (Gelibolulu Âlî 1277: 130; İsen 1998: 118).

Süleymân Şâh’ın 1387 yılında ölümü üzerine yerine geçen II. Yakûb (1387-1390), kısa süren saltanat yıllarında şairi himayesi altına aldı. Ancak bu beraberlik çok uzun sürmedi. Yıldırım Bâyezîd’in II. Yakûb’u mağlup ederek Germiyan topraklarını Osmanlı ülkesine katmasıyla birlikte Dâ’î de büyük ihtimalle Kütahya’da tanıştığı Emîr Süleymân’ın yanına gitti. Emîr Süleymân bu yıllarda Edirne sarayında olduğuna göre Dâ’î’nin de onun yanında bulunduğu söylenebilir. Cömertliği ile tanınan Emîr Süleymân’ın Edirne sarayındaki meclislerinde Ahmed-i Dâ’î, Şeyhî, Ahmedî ve Hamzavî gibi genellikle Kütahya’dan Edirne’ye gelen şairlerden müteşekkil bir şiir mahfeli de oluştu. İşte bu kültür ve sanat ortamında Dâ’î, meşhur eseri Çeng-nâme’yi yazdı (808/1405-06) ve Emîr Süleymân’a takdim etti. Aynı şekilde Dîvân’ında da Emîr Süleymân adına kaleme aldığı şiirlerin bulunduğu görülmektedir.

Emîr Süleymân’ın 812/1409-10’de öldürülmesi üzerine Çelebi Mehmed’in himayesine girdiği, Dâ’î’nin Çelebi Mehmed’e sunduğu cülûsiyye kasidesinden anlaşılmaktadır.

Dâ’î, aynı yıllarda yazdığı Farsça şiirlerini bir Dîvân’da toplayarak Veziriazam Osmancıklı İmâm-zâde Hâcı Halîl Paşa’ya sundu. Bir ara sarayda Çelebi Mehmed’in oğlu Şehzâde Murâd’a hocalık da yapan Dâ’î, Ukûdü’l-Cevâhir adlı Arapça-Farsça sözlüğünü adı geçen şehzade için bu dönemde kaleme aldı.

824/1421 yılında Çelebi Mehmed’in vefatı üzerine Sultân II. Murâd’ın himayesine giren şair, Tezkiretü’l-Evliyâ adlı eserini aynı devrede yazdı. Bunlar, onun iyi bir öğrenim görerek yetiştiğini göstermekteyse de öğrenimini nerede yaptığı ve kimlerden ders aldığı konusunda eldeki bilgiler yetersizdir. Ahmed-i Dâ’î’nin, 824/1421’den sonra vefat ettiği sanılmaktadır. Bugün Bursa’da onun adıyla anılan bir cami, bir mahalle ve bir de hamam bulunmaktadır. Kesin olarak bilinmemekle birlikte cami yakınlarında Ahmed-i Dâ’î’ye atfedilen bir de mezar vardır.

Ahmedi Dai Eserleri

Ahmed-i Dâ’î; Kur’an, tefsir, hadis gibi dînî-şer’î ilimlerden başlayarak lügat, aruz, inşâ usulü, hey’et, riyâziye, rüya tabiri, tarih, tıp konularında çok sayıda eserin sahibidir. Onun farklı alanlarda, ancak çoğu tercüme olmak üzere kaleme aldığı altısı manzum, dokuzu mensur on beş eseri şunlardır:

  1. Türkçe Dîvân,
  2. Farsça Dîvân,
  3. Çeng-nâme,
  4. Vasiyyet-i Nûşirevân-ı Âdil be-Pusereş Hürmüz-i Tâcdâr,
  5. Ukûdü’l-Cevâhir,
  6. Câmasb-nâme,
  7. Tercüme-i Tefsîr-i Ebu’l-Leys Semerkandî,
  8. Tercüme-i Kitâbü’t-Ta’bîr-nâme,
  9. Vesîletü’l-Mülûk fî Ehli’s-Sülûk,
  10. Miftâhü’l-Cennet,
  11. Tercüme-i Tezkiretü’l-Evliyâ,
  12. Tercüme-i Eşkâl-i Nâsır-ı Tûsî (Tercüme-i Sî Fasl fi’t-Takvîm),
  13. Tercüme-i Tıbb-ı Nebevî,
  14. Teressül,
  15. Müfredât.

1. Türkçe Dîvân:

Dâ’î’nin Türkçe Dîvân’ının iki nüshasından biri “Burdur Vakıf Halkevi Kütüphanesi 735″te kayıtlı külliyât içerisindedir. Ertaylan (1952), içinde şairin Çeng-nâme ve Vasıyyet-i Nûşirevân adlı eserlerinin de yer aldığı bu külliyâtı tıpkıbasım olarak yayımlamıştır. Kortantamer (1977b: 139-147), önceleri Dâ’î’nin farklı bir eseri gibi algılanan Mutâyebât’ın da karşılaştırmalar sonucunda şairin Dîvân’ın Kahire’de Dârü’l-Kütübi’l-Kavmiyye Kütüphanesi 8658/23 numarada kayıtlı tam nüshasının parçası olduğunu belirlemiştir. Dâ’î’nin toplam 331 şiirinin yer aldığı Dîvân’ı üzerinde yapılan doktora tezi (Özmen 1984) yayımlanmıştır (Özmen 2001).

2. Farsça Dîvân:

Çelebi Mehmed’in tahta çıkışı vesilesiyle kaleme alınan ve Veziriazam Hâcı Halîl Paşa’ya sunulan eserin telif tarihi 816/1413-14’dır. Metnin, Dâ’î’nin elinden çıktığı sanılan tek nüshası, “Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi, Orhan Gazi Koleksiyonu 1196″da kayıtlıdır. Nüshanın Ali Nihat Tarlan tarafından yapılan kopyası “Süleymaniye Kütüphanesi Tarlan kitapları 187″de yer almaktadır. Şairin Farsça Dîvân’ı üzerinde İran’da hazırlanan doktora çalışması (Ocak 1973) basılmıştır (Ocak 2006).

3. Çeng-nâme:

Önceleri uzun süre eserin adının “Cengnâme”, konusunun da savaşla ilgili olduğu sanılmıştır. Hatta Gelibolulu Mustafa Âlî, sözkonusu eseri Şeyhoğlu’nun eseriyle karıştırmış ve adının Ferahnâme olduğunu kaydetmiştir. Kâtip Çelebi de eserin adını Cengnâme olarak nakleder. Sonraki kaynaklar da aynı yanlışı tekrarlamışlardır. Sehî ve Latîfî dışında eserin adını tam ve doğru olarak veren yoktur. Ayrıca bazı araştırıcılar da Ahmed-i Dâî’yi, hem Cengnâme, hem de Ferahnâme yazmış gibi gösterirler. Bursalı Mehmet Tâhir ise onun Cengnâme tarzında bir Ferahnâme yazdığını söyler. Gibb ve Hammer de aynı hataya düşmüşlerdir. Nihayet eserin bulunmasıyla bütün bu belirsizlikler ortadan kalkmıştır (Kut 1989: 56-58). Çeng-nâme’nin Burdur, Konya İzzet Koyunoğlu ve Sivas kütüphanelerinde kayıtlı üç yazma nüshası belirlenmiştir.Çeng-nâme, Türklerin millî çalgılarından birisi sayılan “çeng”in yapısının alegorik/temsîlî ve mistik bir bakış açısıyla ele alındığı bir eserdir. Metinde Çeng’in başından geçenler; nasıl yapıldığı, kimler tarafından çalındığı, müzikal özellikleri gibi hususlar üzerinde durularak anlatılmıştır. Bir ana öykü ve dört kısa hikâyeden oluşan Çeng-nâme, aruzun “mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün” kalıbıyla yazılmış 1446 beyitten ibaret, yirmi dört bölümden oluşan bir mesnevîdir. Bu metnin de içinde yer aldığı Burdur Kütüphanesindeki külliyât tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır (Ertaylan 1952). Bunun yanı sıra Çeng-nâme’nin, Konya Koyunoğlu Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan nüshasının baş tarafına Ahmed-i Dâ’î ve eser hakkında bilgiler verilerek yapılmış iki neşri mevcuttur (Alpay Tekin 1975; Alpay Tekin 1992).

4. Vasıyyet-i Nûşirevân-ı Âdil be-Pusereş Hürmüz-i Tâcdâr:

115 beyitlik didaktik bir mesnevîdir. Nasihat kitabı tercümesidir. Tıpkıbasım olarak yayımlanan (Ertaylan 1952: 299-308) metin üzerinde üç çalışma mevcuttur (Kaplan 1992; Yeniterzi 2006; Kavruk vd. 2010).

5. Ukûdü’l-Cevâhir:

Sultân II. Murâd’ın yaralanması için şehzadeliği yıllarında yazılmış 650 beyitlik manzum bir sözlüktür. Mukaddimesi mensur olan metin Reşîdüddîn Vatvat’ın Nukûdü’z-Zevâhir adlı eserinin kısa bir tercümesidir. Latîfî (Canım 2000: 166), manzumenin bir kısmının Dürer ü Gurer’den tercüme olduğunu belirtmektedir. Dört nüshası olan eserin tıpkı basımı yapılmıştır (Ertaylan 1952: 265-272).

6. Câmasb-nâme:

Nâsıreddîn-i Tûsî’nin aynı adlı eserinden Türkçeye çevrilen Hz. Danyâl’ın oğlu Câmasb’ın hayatının anlatıldığı küçük bir mesnevîdir. Tıpkıbasım olarak yayımlanan (Ertaylan 1952: 147-154) metin üzerinde yapılmış bir dil incelemesi vardır (Köktekin 1999).

7. Tercüme-i Tefsîr-i Ebu’l-Leys Semerkandî:

Anadolu sahasında Türkçeye tercüme edilen ilk Kur’an tefsiri olarak kabul edilmektedir. Aslı Ebu’l-Leys Semerkandî tarafından kaleme alınan bu eserin tercümesi, Emîr Süleymân adına Timurtaş Paşaoğlu Umûr Bey’in emir ve teşvikleriyle yapılmıştır. Eserin mukaddimesi tamamen Ahmed-i Dâ’î’ye ait olup manzumdur. Gerek yazıldığı dönemde ve gerekse sonraki asırlarda büyük ilgi gören bu eserde Dâ’î, sadece tercüme ile sınırlı kalmamış, kendisi de yer yer açıklamalar yapmıştır. Ancak Çetin (2007), “Ebu’l-Leys Semerkandî Tefsiri’nin Türkçe Tercümesi Üzerine” başlıklı makalesinde söz konusu eserin aslında Dâ’î’nin değil, Mûsâ İznikî’nin Enfesü’l-Cevâhir adlı tercümesi olduğu tartışmalarını gündeme getirmiştir. Taşıdığı dil özellikleri itibariyle tam bir Eski Anadolu Türkçesi örneği olan ve çok sayıda yazma nüshası bulunan tercümede yer alan bazı sureler üzerinde yüksek lisans tezleri yapılmıştır (Özdemir 2000; Alakese 2002; Budak 2002; Gonca 2002; Koç 2002; Yılmaz 2002; Çiçek 2003; Topaloğlu 2003; Aksu 2006; Dalkıran 2006; Ay 2007; Ertik 2007; Sarı 2007; Uğursal 2007; Aktaş 2008; Daşdelen 2008; Gedik 2008; Gökkaya 2008; Vursun 2008).

8. Tercüme-i Kitâbü’t-Ta’bîr-nâme:

Ebûbekir b. Abdullah el-Vâsıtî’ye ait Arapça mensur eserinin Farsçaya tercümesi Ahmed-i Dâ’î tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Rüya tabirleri konusundaki eser, Kitâbü’t-Ta’bîr veya Ta’bîr-nâme-i Türkî adlarıyla da bilinir. Germiyan Beyi II. Ya’kûb adına düzenlenmiştir. Bilinen iki yazma nüshası “Süleymaniye Kütüphanesi, Hekimoğlu Ali Paşa 588” ve “Atatürk Kitaplığı/Eski Belediye Kitaplığı, Muallim Cevdet Yazmaları 26″da kayıtlıdır. Eser üzerinde bir yüksek lisans çalışması yapılmıştır (Yılmaz 1998).

9. Vesîletü’l-Mülûk fî Ehli’s-Sülûk:

İçinde Esmâü’l-Hüsnâ şerhi de bulunmakla beraber esasen Âyetü’l-Kürsî tefsirinden ibarettir. Muhtemelen II. Ya’kûb adına kaleme alınmıştır. Bilinen tek nüshası Konya İzzet Koyunoğlu Müzesi Kütüphanesindedir.

10. Miftâhü’l-Cenne(t):

Lü’lü’ Paşa adına Arapçadan Türkçeye çevrilmiş “akâid”e dair bir eserdir. Sekiz bölümden oluşmaktadır. Birkaçı Süleymaniye Kütüphanesi’nde olmak çok sayıda nüshası mevcut bu metin üzerinde yüksek lisans (Kahramanoğlu 1989) ve doktora tezi yapılmıştır (Gülsevin 1989).

11. Tercüme-i Tezkiretü’l-Evliyâ:

Ahmed-i Dâ’î’nin, Karaca Bey’in isteği üzerine Sultân II. Murâd için Ferîdüddîn Attâr’ın aynı isimli eserinden tercüme ettiği kitabın bilinen tek nüshası “Süleymaniye Kütüphanesi, Serez, no. 1800″de kayıtlıdır.

12. Tercüme-i Eşkâl-i Nâsır-ı Tûsî (Tercüme-i Sî Fasl fi’t-Takvîm):

Nâsıreddîn-i Tûsî’nin Risâle-i Sî Fasl adlı mensur eserinin Türkçeye tercümesidir. Birçok nüshası olan kitapta ağırlıklı olarak astronomi ve astrolojiye dair konular ele alınmıştır.

13. Tercüme-i Tıbb-ı Nebevî:

Ebû Nu’aym el-Isfahânî’nin Tıbb-ı Nebevî adlı eserinin Ahmed b. Yûsuf et-Tifâşî tarafından yapılan özetinin Türkçeye tercümesidir. Dâ’î’nin babasının ve dedesinin isimlerini açıkça zikrettiği eser, Timurtaş Paşa oğlu Umûr Bey’in isteği üzerine yazılmıştır. Peygamberin hadislerine dayanan tercüme iki bölümdür. Dört nüshası bilinen metin üzerinde doktora çalışması yapılmıştır (Çağıran 1992).

14. Teressül:

İçinde en eski inşa örneklerinin, mektup türlerinin ve kompozisyon yazma kurallarının yer aldığı eserin eksik bir nüshası “Manisa İl Halk Kütüphanesi, Muradiye Koleksiyonu 1856/3″te kayıtlıdır. Eser üzerinde yapılmış iki çalışma vardır (Derdiyok 1994; Haksever 2011).

15. Müfredât:

Ahmed-i Dâ’î’nin Türkçe terimler açısından zengin bir söz varlığına sahip olan, iki dilli (Farsça-Türkçe) sözlük ve gramer kitabıdır. Esmâ (isimler), Ef’âl (fiiller), Tasarrufât (şekil bilgisi, morfoloji) ve Hurûf (edatlar) başlıklı dört bölümden oluşmuştur. Müellifin, pek bilinmeyen bu eserini ilim âlemine bir makale ile tanıtan Çetin (2003), daha sonra da kitap olarak yayımlamıştır (Çetin 2008).

Yukarıdakilerin dışında kaynaklarda Cinânü’l-Cenân (Coşan 1967) ve Sîrâcü’l-Kulûb adlı eserlerin de Ahmed-i Dâ’î’ye ait olduğu yazılagelmiştir. Ancak Kut (1989), Cinânü’l-Cenân’ın Muhammed b. Hâcı İvâz el-Müfessir’e ait olduğunu; Sîrâcü’l-Kulûb’ün de Dâ’î’nin adının geçmemesi, ancak diğer eserlerinde adını mutlaka zikretmesi gerekçesine dayanarak yazara ait olamayacağını söylemiştir. Kut (1989), yine Dâ’î’ye atfedilen Esrarnâme, Mansurnâme ve Yüz Hadîs Tercümesi gibi eserler henüz ele geçmediği için bu konuda kesin bir şey söylemenin doğru olmayacağını yazmıştır. Çetin (2006), Dâ’î’ye ait gösterilen Yüz Hadîs Tercümesi’nin, Erzurumlu Mustafâ Darîr’in Yüz Hadîs Yüz Hikâye isimli eserinin bir nüshası olduğunu ileri sürmüştür. Kaymaz, Dâ’î’nin yazdığını belirttiği Cevâhirü’l-Me’ânî üzerine bir doçentlik çalışması yapmıştır (1997). Ancak Çetin (2003), söz konusu eserin de Dâ’î’ye değil, Hızr bin Ya’kûb el-Hatîb’in (öl. 899/1406) olduğunu ileri sürmüştür. Ahmed-i Dâ’î’nin kaleme aldığı düşünülen risalelerden İlm-i Arûz üzerine de bir makale yazılmıştır (Sevgi 2007).

Ahmedi Dai Edebi Kişiliği

Germiyan ve Osmanlı saraylarının XIV. asrın sonları ile XV. asrın ilk yarısında yetiştirdiği Ahmed-i Dâ’î, nazım ve nesirlerinde kullandığı dille, aruzu başarılı bir biçimde kullanmasıyla, kafiye ve rediflerdeki ustalığı ile döneminin önde gelen sanatçılarından olmuştur.

Dâ’î, ruhundaki çalkantının türlü görünüşlerini, rikkat ve hüznü, duyarlılığı, hüznü, özlemi, ümitsizliği “sehl-i mümtenî” sayılabilecek çok samimi ve sade bir biçimde anlatan bir şairdir.

Son derece zarif, şuh, ince aşk şiirleri söylemiştir. Rint, laubali, epiküryen bir ruh taşıyan şiirleri olduğu gibi, tasavvufî ve arifane bir eda ile yazılmış manzumeleri de vardır. Lirik ve didaktik şiirlerinde de aynı başarıyı gösteren Dâ’î, ince hayalleri, derin duyuşları, samimiyeti ile olduğu kadar tasvir ve tahkiyedeki kudreti ile de önemli bir şair sayılmıştır.

Dâ’î; Türkçeyi başarı ile kullanmasının yanı sıra, Türkçenin kaba ve ifadeye elverişsiz olduğunu söyleyenlere cevap niteliğindeki eserleriyle bu dilin Arapça ve Farsça karşısındaki ifade kabiliyetini ispatlayarak bir edebiyat ve ilim dili olarak gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Ancak o, öncelikle ve özellikle klâsik şiir geleneğine bağlı şiirler söyleyen bir “divan şairi” olarak kabul görmüştür.

Ahmedi Dai Şiirlerinden Örnekler

Gazel

Eyâ hurşîd-i meh-peyker cemâlün müşterî-manzar
Ne manzar manzar-ı tâli’ ne tâli’ tâli’-i enver

Cemâlünden cihân rûşen tudagun gonce-i gülşen
Ne gülşen gülşen-i cennet ne cennet cennet-i kevser

Yüzündür âyet-i rahmet özündür mazhar-ı kudret
Ne kudret kudret-i sâni’ ne sâni’ sâni’-i ekber

Süleyman sûreti sende Sikender sûreti sende
Ne sûret sûret-i Yûsuf ne Yûsuf Yûsuf-ı server

Felek satrancını ütdün sa’âdet mülkini tutdun
Ne milket milket-i devlet ne devlet devlet-i Kayser

Kapunda kullarun bî-hadd velî kemter kulun Ahmed
Ne Ahmed Ahmed-i Dâ’î ne Dâ’î Dâ’î-i çâker

Gazel

Şükrâne senin yoluna bin cân ola bir gün
Kim hazretine ermege imkân ola bir gün

Aşkın yolına ok gibi cân dogruluk eyler
Tâ kaşlarının yayına kurbân ola bir gün

O zülf-i perîşân bana görsen neler eyler
Dimez bana kim gönli perîşân ola bir gün

Agyârı sürüp gönlüm evin halvet idindüm
Tâ kim gele ol yâr ana mihmân ola bir gün

Ey bülbül-i dil-haste melûl olma kafesde
Kim menzilin ol bâg u gülistân ola bir gün

Hem bâd-ı sabâ ire bişâret vire gulden
Hem gonca dahî gül gibi handân ola bir gün

Hicran sonucu vasla dönüp şâd ola Dâî
Bu gamdan anın derdine dermân ola bir gün

Beyit

Gözüm hiç gördügün var mı be-hakk-ı Sûre-i Tâhâ
Benüm yârüm gibi fitne benim gönlüm gibi şeydâ

Kaynak: Doç. Dr. Rıdvan Canım

Ayrıca bakınız ⇒

Divan Edebiyatı

Ahmed-i Dâî - Çengnâme (Haz. Gönül Alpay Tekin)

TRKLKBLGSARATIRMALARIJOURNALOFTURKISHSTUDIESEdited by inasi TEKN . Gnl Alpay TEKN.The J ournal of Turkish Studies (TUBA) publishes scholarly studies relating to the Turkish world and to the cultural regionswith which the Turks have had relationsin the course of their history..The J ournal of Turkish Studiesappears in parts of varying sizes, with one or more parts making upone volume per year..Articles, monographs and others may be submitted to:inasi Tekin c/ o J ournal of Turkish StudiesDepartment of Near Eastern Languages and Civilizations Harvard University 6 Divinity Ave., Cambridge,MA. 02138.Backissuesof the J ournal of TurkishStudiesandthoseof theSources of Oriental Languages and Literatures are available at:J ournal of Turkish Studies P.O.Box 1447 Duxbury, Ma. 02332 /USA Tel, (617) 585 8796SOURCESOFORIENTALLANGUAGESANDLITERATURES16EditedbyinasiTekin&GnlAlpayTekin TURKISHSOURCES XIV E N G N M EAHMED-DCICriticalEdition and TextualAnalysis byGnlAlpayTekinPublished atThe Department of Near Eastern Languages and CivilizationsHarvard University 1992DOUDLLER*vcEDEBYATLARININKAYNAKLARI16Yaynlayanlar: inasiTekin . GnlAlpayTekinTRKEKAYNAKLAR XIV E N G N M EAHMED-DCInceleme . Tenkidli Metin Hazrlayan Gnl Alpay TekinYaynland yer Harvard niversitesi Yakndou Dilleri ve Medeniyetleri Blm 1992Copyright 1992by the Editors AJl rights reservedBtn telif haklar yaynlayanlara ittirManaging Editor and Composer of the Series Carolyn I. CrossCover byNan Freeman and Feridun zgren Library of Congress Catalog Card Number 70-131003This volume has been subsidized by Dr. ElingEide from Sarasota and byThe Department of Near Eastern Languages and Civilizations Harvard University 1992Eim inasiTEKNeveOlumbrahim HakkDuraliSatlmTEKNe sevgilerimle !NDEKLERindekiler, nsz (I-IV)I. Ahmed-i Daden nceki Anadolunun kltr hayat (1-56)A. XIII-XIV. yzyl (1-13)B. Ahmed-i Da ve Germiyan beylii (13-15)C. Ahmed-i Danin hayat (15-23)D. Ahmed-i Danin edeb kiilii (23-37)E. Ahmed-i Danin eserleri (37-56)II. engnmenin Tahlili (57-98)A. engnme hakknda bilgiler (57-71):a. engnme hakkndaki bilgilerin tenkidib. engnmenin ad, yazld larih ve sunulduu ahslarB. engnmenin muhteva zellikleri (72-98):a. engnmenin kaynab. engnmenin konusuc. engnmenin hikye yapsd. engin temsil ettii insan imaj, ke. Ahmed-i Danin vard sonuIII. engnmede dil ve slp zellikleri (99-205)A. engnmede henk unsurlar (99-113):a. Vezinb. Kafiyec. Redifd. Aliterasyon ve assonanse. engnmede dier henk unsurlarB. engnmeae slm kltrne it slp zellikleri (113-186):a. Din, tarih, efsanev inanlarla ilgili motifler: (113) 1. Allah, Hz. Muhammed, r-yr- Gzn ile ilgili ifadeler2. Dier peygamberlere it kssalar3. Efsanev ve tarih ahsiyetler4. Dier efsaneler ve motifler5. Efsanev ak hikyelerib. Kozmorafya, ilm-i ncm, ilm-i sihr, ilm-i kimya gibi eitli ilimlere it kelime ve tbirler: (148)1. Kozmorafya, ilm-i z, ilm-i ncm2. lm-i sihir ve ilm-i tlsm3. Ilm-i kimya; Ilm-i tb4. jlm-i fl, satran ve kumarc. Ilm-i musik, edebiyat, hattatlk ve nakkalk gibi gzel sanatlara it kelime ve tbirler: (159)1. lm-i musik2. Edebiyata it kelime ve tbirler3. Hattatla it kelime ve tbirler4. Nak sanatd. engnmede Arap ve ran edebiyatnn etkileri: (167)1. engnmede Arapa ve Farsa kelimeler ve tbirler2. Klsik slm iirinde dolaysiyle Divan iirinde klielemi slp zellikleri. Mazmunlar ve edeb sanatlar:aa. Klie ifadeler ve mazmunlar bb. engnmede edeb sanatlar.C. engnmede gnlkhayatlailgili ifade zellikleri (186-202):a. Devrin siyas, sosyal ve ekonomik hayatiyle ilgili ifadeler (187)b. engnmede konuma diline mahsus ifadeler, tbirler ve ataszleri: (193)1. Konuma diline mahsus ifadeler2. Tbirler3. AtaszleriD. engnmedeki arkaik Trke kelimelerve nemli bazgramer zellikleri (202-205)IV. engnmedeki insan ve varlk anlay ile ana tema zerinde baz dnceler(207-295)A.Eskiada Mezopotamyada gelien ilkbahar, hayat, lm ve deiim hakkndaki inanlarn ve mersimlerin, engnmenin varlk anlaynda, temasnda ve konusunda grlen izleri (209-252):a. engnme ve ilkbahar festivalleri (209)b. lkadan hristiyanln ilk devirlerine kadar engin din inanlar ve mersimlerdeki yeri, anlam, beraber bulunduu semboller (221)1. Arkeoloji aratrmalarnn neticelerine gre eng2. Smer, Akat, Bbil ve Asur tabletlerinde engB. Hristiyanlkta pagan devrinden gelen eng ile ilgilisembol ler ve grler (253)C. Hristiyanln aracl ile slm dnyasndakimusik rislelerine geen eng ve musik ile ilgili bilgiler(256)D. Smer, Akat, Bbil ve ran kltrlerinde milt ncesi yazlmbaz eserlerin eng ve engnme ile ilgileri (258)E. engnmeyi putperest inanlara, mersimlere ve bunlarlailgili imajlara balayan slp zellikleri (280)V.engnmenin tenkidli metni (297-411)A.engnmenin yazma nshalar (297-298)B.Nshalardakiiml zellikleri(298-299)C.Metin tesbitinde gz nnde bulundurulan hususlar (299-303):a. Trke kelimelerde gz nnde bulundurulan hususlarb.Eklerde gz nnde bulundurulan hususlarc.Yabanc kelimelerde gz nnde bulundurulan hususlard.ekil bakmndan gz nnde tutulan hususlarD.engnme (304-411)VI. Aklamalar(413-482)VII. Bibliyografya ve Ksaltmalar(483-502)NSZXV. yzylTrk edebiyat irlerinden Ahmed-i Daninengnme adl mesnevisi zerindealmaya1972-1974 yllar arasnda Ankarada Hacettepe niversitesinde retim grevlisi olarak bulunduum srada balamtm.O zamanlar bu mesnevinin sadece metin tesbitini,edeb tahlilini veedebiyat deerini,Ahmed-i Danin tarih kiiliini, ir ve yazar olarak deerini ieren bu alma iki keredoentlik tezi olarak sunulmu ve geri evrilmitir.Dahasonraal mal ar maA meri kadaHarvard ni versi tesi nde grevlendirildiim zaman devam ettim.Daha Trkiyede iken, engnmenin kltr kkenlerinin eskiliini grdm hlde bu konu zerinde muhitimizdeyeteri derecede ilgili eser bulunmad iin,hi bir aratrma yapamamtm.Harvard niversitesinin, her bakmdan zengin ve her zaman hizmeteak ktphanesi, banaengnmenin kltrel adan tarihselliini ortaya koymak iin byk bir destek oldu. Basm uzun yllar geciken engnme, en nihayet imdiki kapsamyla yaynlanm bulunuyor.Bueseri hazrlarken almalarmn ilk metin tesbitisafhasnda, zellikle Arapa ibareleri zmektebana yardm etmi olan deerli arkadamMustafa Canpolata; metnibenimlebirliktebatan sona kadarokuyan,bazbeyitlerinaklanmasnda deerli bilgilerini esirgemeyen, divan edebiyatna girmi bulunan slm dinine, din ve tarih efsanelere, geleneklere it btn bilgilerini zevkle ve mutlulukla bana bir hazine devreder gibi devreden ve daima sevgiyle, saygyla andm muhteremrahmetli hocam Ali Nihad Tarlana; eserin kompozisyon devresinde ve dier hususlarnda bana yardm eden, kalbimde daima byk bir yeriolan muhterem hocam Hasibe Mazoluna; ve nihayet bu eseri Amerikada tamamlarken, bana istediim kitap ve makaleleri, olmadk yerlerden bulup getiren,dncelerimin billrlamasnda, yapt lm mnakaalarla yardmlarnesirgemeyensevgilihayatarkadam,dostuminasiTekine minnettarlklarm ve teekkrlerimi sunarm.GnlAlpayTEKN Duxbury,1Haziran 1992I.BLMAHMED- DADEN NCEK ANADOLUNUN KLTR HAYATII.AHMED- DADEN NCEK ANADOLUNUN KLTR HAYATI VE AHMED- DAA. XIII. ve XIV. yzy l daA nadolud aK l t r Hayat Anadoluda XIII.yzyla nazaran XIV.yzyl, daha ok Trke eserlerin yazlmaa baladbirdevirdir.Budevirderanedebiyatnn karsnda Trkedebiyatnn kendinibylekuvvetleduyurmasbirbakmaAnadoludakisiyasdurumun deimesiyleyakndanilgilidir.nkdahaKseDasavandan(1243)sonra AnadoluSelukdevletikmeyebalam vebu yenilgiyiizleyen yllardalhanl devletinin bir uydusu haline gelmiti.Ayrca1285 ylna kadar TebrizdekiMool hkmetitarafndan aynandatayin edilen birden fazla Seluk sultanve vezirleri arasnda kuvvet ekimeleri srp gitmi;1bu da lke iipdeki skn ve asayiin daha ok bozulmasna vehalkn huzursuzluuna yol amt/Bu arada1277de Moollara kar Anadoluda hazrlanan ayaklanma vebuayaklanmaya katlan Memlk Sultan Baybars(1260-1277)m Anadoluya kadar gelerek Moollarla savamas, Moollarn Erzurum-Kayseri arasndaki blgede korkun bir katliama girimeleriyle sonulanm veAnadoluhalkMoollardanbsbtn nefretetmiti.21285ylndanitibaren Anadolu Seluk devletini tek bana idare eden II.Mesd (1284-1296 ve1302-1308)un isebudevletinbandaismenvarolduugrlr.Zira AnadoluSelukdevletiII.Mesdun hkmdarl srasnda Tebrizdeki lhanllarm gnderdii Mool beyleri tarafndan idareedilmee baland.3 Bu durum lhanl hkmdarEb Said Hann 1355de lmne kadar bylece devam etti.4te XIII.yzyln ikinci yarsndan itibaren Anadolu Seluk devletinin dt bu zayf durumdan faydalanan u Trkmen beyleri,Seluk devletini tanmamaya, kendi balarna hareket etmeye, lhanl devletine kendi zel hzinelerinden vergi deyerek varlklarn tek balarna korumaya baladlar.Ayrca Bizans imparatorluunun bu sradaki zayf durumundan da yararlanarak, bat Anadoluya doru yayldlar.5 Bundan baka Moollara verdikleri ar vergiler altnda ezilmi ve hele1277deki katliamdan sonra Moollardan iyice nefret etmi olan Anadolunun i kesimlerindeki halk, hem gaza vefthatidealleriylehemdedaharahatvedaharefahbirhayatbulmak midiylebatdakibuubeyliklerineaknettiklerinden,bubeyliklerdahada glendiler.Selukdevletiniartktanmayanveonunbuzayf durumundanyararlanan Anadolu beylerini lhanllarm Anadolu valisi Emir obanolu Demirta, kendi idaresi altna almak istediyse de, bu beyliklerden ancak Erefolu ve Hamidolu beyliklerini1. H. Uzunarl, Osmanh Tarihi, C.I, s.12-14, 17-19.2aym eser, s.15-16.3ayn eser, s.21, 40.4aym eser, s.42.5aym eser, s.39-40; F. Kprl, Osmanh mparatorluunun Kuruluu, s.135.1ortadankaldrabildi.nkbusradakendisinin veailesininlhanlhkmeti yanndaki durumu sarsldiin,kumandanEradna Beyi yerine brakarak1327de Msra kamakzorundakald.6 1335deEbSaidHann vris brakmadan lm zerine Tebrizdekan taht kavgalarndan yararlananEradna Bey,MerkeziSivas olmakzerebirhkmetkurduusrada,Karaman,Mentee,Germiyan,Aydn, Saruhan,Karesi,CandaroullarbeylikleriileSt,Yeniehir,Bilecik,Eskiehir yrelerinde Osmanl beyliibulunuyordu.7 Osmanl beylii dndaki teki beylikler, XV.yzyln ikinci yarsna kadar uzanan sre iinde teker teker ve eitli zamanlarda, Osmanl devletine balandklar iin, Anadoluda ancak XV.yzyln ortasndan sonra tam bir siyas btnlk salanabilmitir. XIV.yzyl ile XV.yzyln ilk yars boyunca ad geen bu beylikler gerek kendi aralarnda, gerekse Osmanl devletiyle ekimiler ve kendilerine siyas bir varlk ve btnlk kazanmak iin uramlardr.Fakat btn buekimelerveabalar,hibirzamanXIII.yzylnikinciyarsndakiktisad skntlar,savalar vekatliamlarileboy lemiyecei iin,Timur(1370-1405)un 1400de Sivasa,1402de de Ankaraya geldii ve btn Anadoluyu istilettii ksa devre saylmazsa, Anadolu bir buuk yzyllk bir zaman iinde nisbeten rahat bir nefes almtr.te XIV.yzyl ve XV.yzyln ilk devresinde grlen bu nisbeten dzenli ve rahat hayat sonucunda, Anadoludaki beyliklerde bilim ve sanat birdenbire hzla gelimee balamtr.Konya, Ktahya, Beyehir, Amasya, Denizli, Seluk, Manisa, Kastamonu, Sinop,znik,Bursa,Edirnegibiehirlerdebirokcami,han,hamam,emegibi binalar,suyollartesisleri,medreseler yaplm;yaplanbinalariniler veeitli yazlarlasslenmitir.8 zelliklebeyler,bilimvesanatadamlarna byk nem vermiler; hatta bunlar arasnda saraylarndaki bilim adamlar iin medreseler yaptran beyler bile kmtr.9Aslnda gerek bilim kurumlan ve dier binalar yaptrmakta, gerekse bilim, sanat veedebiyatteviketmekteAnadolubeylikleri,AnadoluSeluk imparatorluunu izlemiolmaklabirlikte,beyliklerdegittikeartanmaddgdebeylerin butr faaliyetlere girimelerine nemli bir sebep olmutur.Bu madd g, nceleri fthat dncesiyle yaplanaknlarla salanmtr.Mesel AydnoluUmur Bey(1340- 1348)in10ve1320deRodosvalyelerine yenilinceyekadar Menteeoullarnn11Moraya Rodosa ve Akdeniz adalarna yaptklaraknlardan aldklar ganimetlerle zenginletiklerigrlr.Ancakbuubeyliklerindehareketimknlarnn,yani aknlarn,deniz vedenizdenyararlanmasndahaiyibilenhristiyanlartarafndan6. H. Uzunarl, ayn eser, s.41.7aym eser, 42-43.8. H. Uzunarl, Anadolu Beylikleri, s.60,64-65, 74, 76-77, 80, 87, 89-90, 123,125,127,133-135, 138, 144,229-237;Ktahya ehri,s.71-88;Osmanl Tarihi,C.I,s.522-523, 542-545;M. aatay Uluay Saruhanoullar ve Eserlerine DairVesikalar,ManisaHalkevi yaynlarndan,say 6,stanbul 1940;P. Wittek, Mentee Beylii, s. 132-153.n. H. Uzunarl, Anadolu Beylikleri, s. 139.10F.Kprl,Aydnoullartarihineaitnotlar,TM( stanbul1926),C.II,s.419-420;.H. Uzunarl, Anadolu Beylikleri, s.91, 94,106-107.rP. Wittek, ayn eser, s.121.2durdurulmasyla,beylerdahaokticarete ynelmilerdir.12 Esasen XlV.yiizyilda btn beyliklerin ticarete nem verdikleri bir gerektir.Anadoluda Trabzon, Sinop, Farya,Seluk,13Antalya,Aliye, Ayasve Balat14 limanlarndan Kbrsa Rodosa, Msra dokuma kuma, ipek, yn, pamuk, zamk, bakr, gm, kereste, ap, av kular gnderilmitir.Hatta byk nehirlerden de yararlanlm; Byk Menderes nehrinden gemilerle eya ve yolcu nakliyat yaplm;Ktahya araplar ve ap bu nehir yoluyla Seluk ve Balat limanlarna indirilmitir.15 Kara yollarnda ise Sivas, en az Konya ve Kayseri kadar nemli bir rol oynam; Msrl, Suriyeli mslman tccarlar ile Cenevizli ve Venedikli hristiyan tccarlar bu ehire gelmiler; mallarn ya orada satm ya da bu ehirden baka lkelere gemilerdir.16 Bu arada Germiyanm dokuma kumalar ve atlarnn,bulkeninmerkeziKtahyanngmleriveapnn,Candaroullan lkesinde yine atlarn veav kularnn,Balkesir ipeinin, Bursa -- Konya arasnda yetitirilen pamuun,Aliyedekigemitezghlarnn vekerestenin Avrupada n sald da belirtilmelidir.17tegerekfthat vegaza yoluylaeldeedilenganimetler vegereksegittike gelien ticaret hayat, Anadolu beyliklerinin zenginlemesine yol am; beylerin daha aal bir hayat yaamasn salamtr.Ayrca genellikle zenginlik ve refahla doru orantl olarak gelien bilim, sanat ve imar faaliyetleri de hzl bir gelime gstermi; beylerin tantanal saray hayatlarnda nemli bir yeri doldurmulardr.bn Batutadan naklen PaulWittek,Birgisarayilefakih velimlerinihtiamn yleanlatyor; Birgide ilhiyatlar ve fakihler muhteem, altn ilemeli elbiseler iinde dolayor ve bir alay hizmetilerleevrili,mutantan evlerde oturuyorlar...te imdi bilhassa sultan saray:Suffada ipekler giymi,esiz gzellikte iolanlar, kabulsalonuna bir ok basamaklardan klyor, duvarlarnda epevre minderler ve hallar deli sedirler dizilmi,orta yerde bulunan havuza kelerdekibronzarslanazlarndansuakyor; itina ile hazrlanm tatllar altn, gm, fafur kselerde sunuluyor.Misafire gnlk yiyeceinden baka bir byk para hediyesi, bir elbise, bir at ve Rum kle gnderiliyor . . . ,18 Mentee saray bu sralarda Birgi sarayndan daha mtevazi olmasna ramen Orhan (.1344den nce)nm babas Mesud (.1319dan nce) zamannda bu sarayda da parann, klenin ve kymetli eyalarn bol olduu tahmin edilmektedir.19te Aydn, Denizli, Mentee, Candaroullan gibi u beyliklerinin, Konyada eski kltrn miras zerine oturan Karamanm,kuruluundan itibaren her trl gelime imknlarna shipGermiyann20vebyk ticaret yollarnn kava olan Sivasdaki Kad Burhaneddin hkmetinin sanat vekltr hareketlerinin ilk balad ve hzla12Mesel Mentee beyi Orhan(. 1344den nce)n bat ile yaplan ticarete verdii nem, srf bu i iin kullanlan bat tipinde paralar bastrmasndan anlalabilir, bk. P. Wittek, ayn eser, ayn yer.13F. Kprl, Anadolu Beylikleri tarihine ait notlar, TM (stanbul 1926), C.II, s.8.14Balat limanndan yaplan ithalat ve ihracat iin bk. P. Wittek, ayn eser, s.122-123.15. H. Uzunarl, Anadolu Beylikleri, s.252; , Ktahya ehri, s.69; P. Wittek, ayn eser, ayn yer.16. H. Uzunarl, Anadolu Beylikleri, s.247-248.17. H. Uzunarl, ayn eser, s.245-256.18P. Wittek, ayn eser, s.119-120.19ayn eser, s.120.20F. Kprl, Osmanl mparatorluunun Kuruluu, s.79-83.3gelitii merkezler olmalar yukarda anlatlan sebeblerle yakndan ilgilidir.Hatta bu beyliklerde bilim ve sanata o kadar deer verilmitir ki beylerin bizzat kendileri de bilim ve sanatla uramlardr.Candarolu smail Bey21 (1442-1464), Aydmolu sa Bey22 (.1402dennce),KadBurhaneddin23(1344-1396)butipbeyler arasnda saylabilir.BunlardanGermiyanolu Sleyman ah(1368den az nce-1387den az nce)ve II.Y akupBey(1387dennce-1390,1402-1428)gibi bilgin vesanatlar koruyan,tevikedensanatveedebiyatmeraklspekokbeydebubeyliklerde hkmdarlk etmitir.Fakat XIV.yzyl sonlar veXV.yzyl balarnda kltr ve sanat faaliyetlerinin birdenbireOsmanldevletinedoruakmaya vebeyliklerdebugibifaaliyetlerin nisbeten snmee balad da grlr.Budurum,OsmanldevletininRumeli topraklarna ayak basmas ve Bursadan geen bat-dou ticaret yoluna sahip olmasyla ilgili olabilir.24nk Osmanl devleti bylece dier beyliklere nazaran birdenbire hem siyas bakmdan daha glenmi hem dektisadbakmdandahayksekbirseviyeyeulamvebusaylansebepler sonuncunda, gaza ruhu ile hareket eden gazi dervileri ve dier beyliklerdeki bilginleri kendi snrlarna doru ekerek,hem asker g hem de dnce bakmndan dier beyliklerden daha stn duruma gelmitir.Ayrca daha o sralarda Osmanl devleti bazbeyliklerikendiidaresialtnaalmbulunuyordu.25Oysa dier beyliklerin21Candaroullarndan smailBey,Kastomonuda on odal bir medrese,imaret, trbe ve ktphane tesis etmitir.Bilime byk bir deer veren smail Bey, ayn zamanda kendisi de bir bilgin olup, Hulviyyt- h adl fkha dair bir eser yazmtr.Devrinin nl bilgin ve airlerini toplamtr.Hatta Hmidnin divannda onun iin yazlm kasideler bulunmaktadr, bk. .H. Uzunarl, Anadolu Beylikleri, s.138-139; .H.Ertaylan,Klliyyt- Dvn-MevlnHmid,s.40-41,tpkbasm,s.310-311,317,Hulviyyt- hnin nshalar iin bk.F. E.Karatay, Topkap Saray Mzesi Ktp. Trke Y azmalar Katalogu, C.I-II; H. 223-226, H.S. 3020, s.76-77, 367-368; E. Rossi, Elenco dei Manoscritti turchi della Biblioteca Vaticana, (Citta del Vaticana 1953) Turco No.21, s.16; No.126, s.106.22Kendisi de bir bilgin olan Aydnoullarndan sa Bey,hangi din ve mezheptenolursa olsun btn bilimvesanatadamlarn korumubirbeydir.MeselBizanstarihisi Dukasn bir bilgin olan babas Bizanstan kaarak sa Beye snm ve onun tarafndan ok iyi karlanmtr.Ayrca Hac Paann if- leskmvedev-l lmadleseriilebirHsrev irinevirisionunadnayazlmtr,bk..H. Uzunarl, Anadolu Beylikleri, s.113. Ayrca bk. not 67.23Sivasta hkmetkurmu olanKadBurhaneddinin1395 tarihliksir-s-sadt l esrr-il ibdt adlhikmetvefelsefeye ve1397tarihliTerch-t-tavzh adlfkhadir ikimensur eseri ve Trke bir divan vardr.Gazel, rubiyyat ve tuyuglardan ibaret olan Trke divan, Trk Dil Kurumu tarafndan tpk basm halinde1943 ylnda yaynlanmtr.Bu eserin tek nshas, Londra British Librarydedir.Hem bir limhemde kuvvetli bir ir olan Kad Burhaneddin,ayrca Aziz Estrabadye kendi hkmdarlnn tarihini yazdrmtr.XIV.yzyl iin oknemlitarih bir kaynakolan bueserin adBezm Rezmdir. Eser,FuatK prltarafndan1928ylnda,eserveyazarhakkndabirmukaddimeilebirlikte yaynlanmtr.Ayrca bk..H.Uzunarl, Anadolu Beylikleri,s.166-167; Kad Burhaneddin Divan, nsz, s.V-VI; Mirza Bala, Kad Burhaneddin, A (1952), 55. cz, s.46.24H. nalck,Osmanl mparatorluununkurulu ve inkiaf devrinde Trkiyenin ktisad vaziyeti zerinde bir tetkik mnasabetiyle,Belleten (1951), C.XV, say 60,s.629-684; Ayrca bu yzylda Osmanl devletinin zenginlii ve ktisad durumu hakknda bk. H. nalck, 15. Asr Trkiye ktisad ve tima tarihi kaynaklan, EFM (1953-1954), No. 1-4, s.51-67.25MeselY ldrmBayezid(1389-1402)daha1390daGermiyan, AydnveSaruhanbeyliklerini Osmanl devletinin idaresi altnaalmt.Karesi beylii ise1357den sonra Osmanl devletine katlmt, bk. . Hakk Uzunarl, Osmanl Tarihi, C.I, s.262-263;- , Anadolu Beylikleri, s. 100.4kaderini ktye doru tayin eden bir takm sebepler vard.Bir kere utaki beylikler zellikle gney ve bat Anadolu beylikleri Akdeniz ve Ege denizine dayandkdan sonra deniz dolaysiyle gaza imknlarn nisbeten yitirdikleri iin, kara yolu gibi bambaka bir artla gaza ve fthat kaps aan Osmanldevletiile yaracak durumda deillerdi. BundanbakagerekkendiaralarndagerekseOsmanlI larlayaptklarsavalar yznden ypranmaktaydlar.Mesel Germiyan beyliinin gelimesineengelolan sebeplerden birisi komusu Karaman beylii ile yapt mcadelelerdir.2^Bu durumda, bu beyliklerin btnanslar artk hkmdarlarn kuvvetli kiiliklerine kalmt.te beyliklerin eitli sebeplerle gerilemesine karlk gittike gelien Osmanl devletinde ise medreselerin oalmas, bu medreselerin n,mderrislere denen cret, dier beyliklerdeki bilginleri Osmanl ehirlerine ekmekteydi.Mesel Mentee beyliinde bu durum yleanlatlyor:Bu Kad-i Balatn oluMolla Hzrah,tahsiline vatan olanMenteedebalad veonusonraMsrda bitirdi;nihayet vatanna dnerek,II.Muradn Bursadakimedresesine nakletmesihususundaki cazip davetine ramen lmnekadar(853)Balattakitedrisvazifesinesdkkald.Neticedetabi memleketinmeydanagetirdiiehliyetlerstanbul,Edirne,veBursannbyk medreselerinegittiler;busuretleeskibeylertarafndantesisedilmi olantedris messeselerisndler. teadgeenHzrahnkerametgsterenoluMolla Muhyiddin Dervi Mehmedi, II.Mehmed zamannda Bursadaki Sultan medresesinde mderris buluyoruz.27Ayrca ir ve sanatlara gelince, Osmanl devletinin idaresi altna ald beyliklerdeki sanatlar iin intisap edilecek hkmdar saray, vezir ya da paa gibiyksekmevkidekikimselerinkonaklarartk sadece Osmanl devletinin merkezlerindebulunabilirdi.28HattaGermiyanbeyliigibihenzvarlklarn korumakta olan beyliklerdeki sanatlar bileOsmanl saray cezbetmee balamt. Mesel daha GermiyanoluII.Yakup(1387-1390,1402-1428)zamannda Ahmed, eyholu, Ahmed-i Da gibi Germiyan irlerinin Emir Sleyman (1402-1422)a intisap ettikleri grlr.Btn bunlar Osmanl devletinin zenginlemesi ve bylece sanatlar iin daha elverili bir duruma gelmi olmasyla izahedilebilir.Grlyor kiancak Yldrm Bayezid(1389-1402) zamannda Anadoluda iire itibar edilmee baland ve Timur (1370-1405)ile birlikte Anadoluya gelen baz ran irlerinin bunda rolleri olduu eklindekiAlninifadesinin sadece Osmanl beylii iin bir dereceye kadar doru olduu, teki beylikleri, yani btn Anadoluyuiine almad kesindir.nk TimurdannceAnadoluda yazlmpekokesererastlanmaktadr.29Ancako zamana kadar Osmanl saraynda, Timurun Anadolu igali srasnda, Farsa ve Trke divanlar kaybolmu olan ir Niyaz ile Yldrm Bayezid zamannda divan- hmayun imamolanMevlid-inebevninnlyazarSleymanelebibulunmaktayd.3026F. Kprl, Osmanl mparatorluunun Kuruluu, s.8327P. Wittek, Mentee Beylii, s.117.28MeseI Candarolubeyliindeki sanatlarn buarada Mevln Hmidnin de Osmanl sarayna intisap ettii bilinmektedir, bk. . H. Ertaylan, Klliyt- DTvn- Mevln Hmid, s.10.l, Knh-l ahbar; C. V,s.114-11530Al,ayn eser, C.V, s.115-116.Fakat Timur olayndan ok nce bir ok eyhin Osmanl devletinde hizmetgrdn,hattabunlarnbazlarnnAnadoluyadardan gelmi eyhlerolduunuyine Al bildirmekte ve din, tasavvuf dncelerin Osmanl beyliinde de olduka yaygn olduunu belirtmektedir, bk. ayn eser. s.113-114.5Hkmda rlarm Ivi^lnn bu gibi faaliyetlerde nemli bir rol oynad inkr edilmezse de,Osmanl beyliininiir vesanatlaolanbuksr veverimsizilgisini,sadeceilk Osmanlhkmdarlarnnchilkimselerolmalarvesanatlarilebilginlerielde etmekte aba gstermemeleriyle de izah etmek doru olmaz.nk bu durum sadece hkmdarlarla ilgili olmayp, bu beyliin kuruluundaki artlarla ve Yldrm Bayezid zamannda gelien ktisad vesiyas durumla da yakndan ilgilidir.Yldrm Bayezid devrinde artk ganimet askeri, askertccar ve iftiyi zengin etmektedir.Bu sosyal olaylarabalolarakyenimlkveadlkanunlardouyordu.Dier taraftanda Osmanl beyliinde artk din ve tasavvuf! duygulardan uzaklalarak gnlk hayat daha debdebeli ve tantanal olmaya balyordu.31 Yldrm Bayezid zamannda balyan bu eit zengin hayat, Emir Sleyman ve Sadrazam Ali Paa (.1406) zamannda daha da fazlalamt.32Mesel Yldrm Bayezid ve Emir Sleyman zamamnda sarayda musik n plana gemi bulunmaktayd.Onlarn saraynda her soydan gzel sesli arkclar grmek mmknd.33 Musik ile birlikte dzenlenen iki ve elence meclisleri sarayn bu debdebeli gnlk yaay ile paralel olarak nem kazanmaktayd.Bu tip bir yaant dahi phesiz Osmanldevletindekendiartlarnngetirdiibirbakaedebiyat balatacak ve yeni yeni sanatlar kendine ekecekti.Anadolu Seluk devletinin resm dili ve sanat dili Farsa olmasna ramen, ayn kltr devam ettiren Anadolu beyliklerinde hem resm dil hem de sanat ve bilim dili Trkeolmutur.Budurumusadecebeyliklerdehkmsrenbeylerin Farsay bilmemelerinebalamakzayf biraklamaolur.BuolsaolsaSelukdevletinin yklmasylayenigelienmerkezlerdeounluuTrkolanetnikguruplarn, Konyadaki merkezin eski yazma geleneinden zlmesi ve tabi bir eilimle kendi dillerinde yazmaya balamalarylailgilidir.Ayrca gerek BatRomanm k ve gerekseOsmanlIlarnXlX.yiizyildahzlaBalkanlardan ekilmesiyleoluan deiik etnik gruplara dayal siyas birliklerde grld gibi tarihte buna paralel durumlarla karlalmas, bu olayn ayn zamanda evrensel bir olay olduunu gsterir.Ancak budnemdebeyler adnaArapa veFarsaeserlerin yazldna ve bu dillerin bsbtnneminikaybetmediine deburadaiaret etmek gerekir.Hatta Bursaveznikmedreseleriiin yazlmkitaplarnArapaolmas,medreselerde Arapannnemliyeriolduunugsterir.34AyrcayinebudnemdeKad Burhaneddin devletinin tarihini anlatan ve Kad Burhaneddine sunulmu olan Bezm 31F.Kprl ve ehabeddinSleyman,ilkOsmanlhkmdarlarnntasavvuf ehline fazlarabet gsterdiklerini,onlar iin zaviyelerinaettirdiklerini, Sultan Orhann bunlarsavalara itirak ettirdiini, Sultanl.Murad(1362-1389)ndervileriinY eniehirdetekye inaettirip tahsisat baladn vebu sultann yaz yazmasnbilmediini,mhrnparma ile bastn, bu yzden de dardan gelenlerin ilkin bakabeyliklereilticaettiini,Kadzde-iRum,Riyz-iehrinSemerkandaMollaCemleddinin Karamana, Ahmed BurhaneddininKayseriye daha sonra da Erzincana gittiklerini; bu durumun Sultan Y ldrmBayezidzamanndabirazdeitiinisylemektedirler.Bk.F.Kprl,.Sleyman,Y eni Osmanl Tarih-i Edebiyat, s.181-182.32F. Kprl; . Sleyman, ayn eser, s.183-185.33ayn eser, s. 187.-^A. Advar, Osmanl Trklerinde lim, s.13.6Rezm,mevlevliktarikatineitSipehslrMenakibiveMenakib-lrifn,Karamanolu AJ addin Bey (H 757-793/1356- 1391)in emriyle ir Yrcnnin yazd Karaman hnmesigibidevrinnemlitarihkaynaklarojaneserlerin deFarsa yazldunutulmamaldr.35 Ne var ki, bubir buuk yzyllk dnemde Trkenin n plna getii,Farsa veArapaeserlerden bykapta Trkeyeeviriler yapld, eviriedebiyatnnzelliklebudnemeitolduukesindir.Trkeye yaplanbu evirilerin Anadolu beyliklerindebilim ve sanatn ilerlemesine byk katklar olmu vebuevirilerinyardmylayinebuyzyldaorijinalTrkeeserlerverilmee balanmtr.XIV.yzyln kltr faaliyetlerine genel olarak bakld zaman, btn beyliklerde kurulan medreselerde tefsir, fkh, kelm gibi slm bilimler ile matematik ve mantk gibi akl bilimlere yer verildii grlr.36Ancakakl ve msbet bilimlerin henz bu yzylda Anadoluda yeterikadar gelimediidebir gerektir.nk bu devirdeki elemannbyk birksmMsr,Semerkand veBadadmedreselerinde yetimitir. Mesel znik medresesininilkba mderrisiDavud bin Mahmud-r-Rm el-Kayser (.1350),tasavvuf,mantk ve dier aklilimlerde emseddin Mehmed bin Hamza el- Fenr(.1430-1431),tpzerindeHacPaadiyenkazanmCelleddinHzr (. 1417) Msrda yetimikiilerdi.ir Ahmed(1334-1413)deMsrda emseddin Fenri ve Hac Paa ile birlikte okumu; Simavna Kads olu eyh Bedreddin (.1417) eyh Muhammed bin Mahmud Ekmelddin Barbtnin derslerinde Hac Paamn ders arkada olmutu.Kadzde-iRm (1337-1412)ise Bursadaki renimini bitirdikten sonra Horasan ve Trkistana giderek bilgisini arttrm ve hayatnn geri kalan ksmm Semerkanddageirmibirmatematikiveastronomdu.37Bunlkiilerence Mentee beyliinde yetimi, sonra Msra giderek renimini orada tamamlam olan MollaHzrahdakatlabilir.38 Bulisteyebakaisimlerdeeklenebilir.Ancak yukarda saylan rnekler, o srada Anadoluda henz matematik, astronomi ve msbet ilimlerin byk bir gelime gstermedii hakknda yeterli bir fikir vermektedir.Ne de olsa kurulanbumedreselerde, Arapa baz yerlerde de Farsa ileretim yapm Seluk medreselerinin39lm faaliyetleri devam ettirilmi; yazlan baz Arapa eserlerdenanlaldnagremedreselerdekiretimdeArapanemlibiryer almtr.40AyrcaDavudbinMahmud-ur-Rmel-KayserninMuhyiddin-iArab (1164-1241)nin Fusus-l hikemine yazd erhi ve yine medreseye mensup emseddin Molla Fenarnin Ekberiyye, Bistamiyye, Zeyniyye gibi tarikatlarn yaylmasna n ayak35F. Kprl, Anadolu Seluklular tarihinin yerlikaynaklar, Belleten(1943), C.VII, say 27, s.399, 421-425.36A.Advar,ayneser,s.11-24;Osmanldevletindeilkkurulanmedreselerhakknda bk..H. Uzunarl, Osmanl Tarihi, C.I, s.522-525.37A. Advar, ayn eser, s.12-18.38P. Wittek, ayn eser, s. 117.39A. Ate,Hicr VI-VIII.(XII-XIV)asrlarda Anadoluda Farsa eserler, TM,(1945),C.VII-VIII, cz 11, s.134.40A. Advar, ayn eser, s. 13.7olan faaliyetleri,Osmanhmedresesinetasavvufusokmu ve benimsetmitir.41 te medreselerde bir koldantasavvuf-felsef konular, fkh,tefsir, hads gibi slm ilimler vemantk,matematik gibiakl bilimler tartlr ve onlar zerinde eserler yazlrken, dier bir koldan da eitlitarikatlara mensup lke lke gezen dervilerin araclyle din-tasavvuf grler halk arasnda yayld.zellikleMevlev tarikatnn Anadolu beylikleri zerinde geni etkileri grld.Germiyan,Aydn,Mentee gibi beyliklere seyahatlar yapan veoradakibeyler tarafndanokiyi karlanan Mevlnann torunu rifelebininbutarikatngrlerinibeyliklerdenaslyaymayaalt bilinmektedir.42Mevlevtarikatnndndaeitliderviguruplarnndakendi grleriniyaymafaaliyetlerindebulunduklarAnadoludakitekyevetrbelerin bolluundan, Hac Bekta, Hacm Sultan, Ahi Evren, Seyyid Hrun Vel ve Kaygusuza it menkbnmelerin yazlmasndan anlalr.43 Btn bunlara grnte kuvvetli bir esnaf kurumu gibi grnen,fakattemelindedin birtarikat olan Ahliidekatmak gerekir.44DahaXIII.yzyldaYahyaibn-lHalilbinel-obanel-YahyaFetal Burgaznin yazdFtvvetnme, bu meslek-tasavvuf bekrlar tarikat olan Ahiliin kendine it zel bir edebiyat meydana getirecek kadar Anadoluda kuvvet kazandn ve Anadoludaki kltr btnlne kendinden bir eyler kattm gstermektedir.45te Anadoluda XIII.yzylda balayan ve bu yzyln ikinci yarsnda Sultan Veled (1226-1312)46AhmedFakih47(.1252den nce),Yunus Emre48(.1320) gibi irlerin yetimesine yolaan tasavvuf,bu yzylda bir yandanmedreseler,dier yandan halk arasnda derviler vstasyla geliip yaylm; bu etkiyle de Anadoluda tasavvuf iirler yazan irler yetimitir.Ayrca1317deMantk-ut tayr Trkeye eviren Glehr,4941A. Advar, ayn eser, ayn yer; .H.Uzunarl, Osmanh Tarihi, C.I, s.533.42Bu konu hakknda bk.P. Witlek,ayneser, s.59-66;.H.Uzunarl, Anadolu Beylikleri, s.72; , Ktahya ehri,s.35-37;F.Kprl,AnadoluSeluklulartarihininyerlikaynaklar,Belleten,(1943), C.VII, say 27, s.421-425.43F. Kprl, ayn eser, s.423-424.44F. Kprl, Trk Edebiyatmda lk Mutasavvflar, s.180-184.45AhIikveilkFtvvetnmehakkndabk.F.Taeschner,slmorta andaFutuvva(Ftvvet Tekilat),FM (1953-1954),C.XV,s.3-32; A.Glpmarl, Burgaz ve Ftvvet-Nrrvesi,FM (1953- 1954),C.XV,s.76-153;,slmveTrkillerindeFtvvettekilt ve kaynaklan,FM(1949-1950), C.II, s.6-354.46F.Kprl,Divan-Trk-iSultanVeled,TM( stanbul1926),C.II,s.475-481;---,Trk Edebiyatnda lkMutasavvflar,s.201-204;M.Mansurolu,AnadoludaTrkdili veedebiyatnn ilk mahsulleri, TDED(stanbul1946),C.I, say1, s. 10-14;M.Mansurolu,Anadolu metinleri, XIII.asr, TM (stanbul 1940-1942), C.VI1-VIII, cz 1, s.104.47AhmedFakih,arhname,yaynlayan:M.Mansurolu,s.1-3;M.Mansurolu,Anadoluda Trk dili veedebiyatnnilkmahsulleri, TDED(stanbul1946),C.I,say1,s.15;H.Mazolu,AnadoludaXIII. yzyl rnlerinden yeni bir eser, BB 1963 (Ankara 1964), say 233, s.75-79.48Y unusEmre,Rislat al-NushiyyaveDvn,yaynlayan:A.Glpnarl,nsz,s.XVII; A.Erzi, Yunus Emrenin hayat hakknda bir vesika, Notlar ve vesikalar, Belleten (Ankara 1950), C.XIV, say 53, s.85-89; F. Kprl, Trk Edcbiyatnda lk Mutasavvflar, s.219-288.49F.Kprl,TrkEdebiyatndalkMulasavvHar,s.204-206;H.Arasl,Glehr veGenceli Nizam,BB1966(1968),say270,s.29-37;F.Taeschner,Das Futuwet Kapitel in G.s altosmanischer BearbeitungvoncAttarsMantiqut-Tayr,Berlin1932;---,GulschchrsMesnevauf AchiEvran, Wiesbaden1955; A.S.Levend,Glehr,Mantk-ut-tayr (tpkbasm), Ankara1957;TS,s.XXXIX;M. Cunbur,GlehriileKaygusuz Abdalniirlerinikapsayan,XV.yzyldankalan birmecmua,BB1963 (Ankara 1964), s.23-30.1329-1330da yazlanGaribnmeadleserinyazarkPaa50(1271-1333)ve tasavvuf! gazellerle dolu divan ile Kad Burhateddin51(1344-1396) bu irler arasnda saylabilir.DiertaraftangerekSelukdevletininkltr,gereksekurulanmedreselerin etkisiyle slm kltrne ve din konulara bu yzylda da byk bir ilgi duyulmu ve bu alanda pekokesermeydana getirilmiolduunudahancedebelirtmitik.Bu eserlerin nce zellikle Aydn, Denizli,Mentee, Candaroullar gibi u beyliklerinde yazlm olmas olduka dikkat ekicidir.Bu u beyliklerinde bu alanda yazlan eserler yle sralanabilir:Aydmolu Mehmed (1308-1334) adna Feridddin Attar (.l239)n Tezkiret-levliy adleseriileSaleb(.1035)nin Aris-lmeclis adlKsas-l enbiyasnn Trke evirileri,52 Candarolu sfendiyar Bey (1392-1440) adna yazlm bir Tezkiret-l evliy,53sfendiyarBeyinemriileolubrahimBey iin yazlm Cevhir-l esdaf adl tefsir,54yine sfendiyar Bey adna yazlm Ayn-l hayt ftefsiri kelmi Hlik-il berriyt adl bir baka tefsir,55Denizlide nan oullarndan Murad Arslan Beybin nan(1334-1360dan nce)a sunulmuhls ve Fatiha tefsirleri,56MuradArslanBeyveyashakBeybinMuradArslan(1390dahayatta)adnam yazldhakkndadeiikfikirleryrtlenbirTebreketefsiri,57Erefolu Mbarizddin Mehmed Bey (1320de hkmdard) adna emsddin Mehmed Tuter tarafndan yazlan el-Fsl-l Erefiyye adlfelsefbir eser,58CellddinBayezid50F. Kprl, ayn eser, s.206, 291; , Ak Paa, A, 9.cz, s.701-706; A. Glpnarl, Ak Paann iirleri, TM( stanbul1935),C.V,s.87-100; A. Alparslan,AkPaada tasavvuf, TDED(stanbul 1962),C.XII,s.143-156; F.Babinger,cyqPaas Gharbnme,MSOS(1928),II. Abt., s.91-97; A. S. Levend,AkPaann bilinmeyeniki mesnevisi, TDAY(Ankara1953), s.205-255; S.N.Ergun, Trk airleri, C.I, s.144-142; TS, s.XXV.51A. N. Tarlan, Kad Burhaneddinde tasavvuf I-IV, TDED(stanbul1958-1961), C.VIII-XI, s.8- 16, 27-33, 1-5, 19-24; Mirza Bala, Kad Brhaneddin, A (1952), 55.cz, s.46-48; TS, S.XXX1II.52H.Ritter, Philologika, Ferddudn AttarII, Oriens (1958), C.XI,s.70-76;F. z,ETENes. s.195, 200;M.N.Haceminolu, SalebninKsasul-enbiysnntercmesizerinde bir gramer denemesi, TDED (stanbul 1961), C.XI , s.47; TS, s.XXXVI.53A. S. Levend, Trk Dilinde Gelime ve Sadeleme Safhalar, s.23.54F.EthemKaratay, Topkap Saray Mzesi Ktp. Trke Y azmalar Katolou, C.I, s.7; TS, S.XVII, burada belirtilen Nuruosmaniye No.278deki yazma Cevhir-l esdafn birinci cildidir.Bu eserin dier bir nshasAnkaraGenelKtp.No.315dedir,birdiereksiknshas,ArkeolojiMzesi,No.64de bulunmaktadr.55A. Ate,Burdur-Anatalya vehavalisi ktphanelerinde bulunan Trke, Arapa ve Farsa baz mhim eserler, TDED (stanbul 1948), C.II, say 3-4, s.176; A. S. Levend, ayn eser, s.23, not 4.56F.Kprl,AnadoluBeylikleritarihineaitnotlar,TM( stanbul1926),C.I I ,s.13;.H. Uzunarl,A nadoluBeylikleri,s.56;A.S.L evend,ayneser,s.23;Z.V.Togan,Trkiye Ktphanelerindeki baz yazmalar,TED (stanbul1956-57),C.II,s.86;P.Wittek,ayn eser, s.116, not 392;TS,s.XXI-XXII.Sonolarakbk.M.EsadCoan,"XV.asrTrkyazarlarndanMuslihud-din, HamidoullarveHzrBey",VakflarDergisi(1981),C.13,s.101-112.[Makaleninbalndaki"XV. asr..." yanl olup "XIV. asr" olarak dzeltilmelidir!]57A. Ate, ayn eser, s.171-172; A. S. Levend, ayn eser, ayn yer; F. z, ETENes. s.4; TS, LVIII; Z. V. Togan,ayneser,aynyer.BusonikieserdeeserinsunulduukiiI .MuradveOrhanGazininolu Sleyman Paa olarak gsterilmitir. Son aratrmalara gre bu srenin tefsiri ayn yazarn kaleminden km olupmuhtelif yer ve zamanlarda muhtelif beyleresunulmutur, bk. 56.notta zikredilen M. Esad Coann makalesi.58. H. Uzunarl, Anadolu Beylikleri, s.60.9(1362dennce-1385)adnaYsuf-iMeddahn1367deEbMinhef Kuf!(.791H./1388-1389)nineserinden TrkeyeevirdiimanzumMaktel-i Hseyin,59 ithaf edildiiYakubbinYahiBeginadndan veeserin dilinden beylikler zamannda ve muhtemelen Bat Anadoluda Arapadan Trkeye evrildii anlalan Rislet-l slm adl din bir eser ve1400-1401de Candarolu smail Begin yazd fkha it Hulviyyt- h,60u beyliklerinde din ve slm ilimler alannda yazlm eserlerdendir.Ancak bu Trkeeserlerin yansra bualandantihb-Sleyman!veMiracnme61 gibi Farsa eserlerin de bu beyliklerde yazld grlmektedir.Bu tr eserlerin sadece u beyliklerinde yazlmayp XlV.yiizyil boyunca ve XV.yzyln ilk yarsnda Anadolunun her tarafnda yazld muhakkaksa da, burada sadece bu eserlerin ilk nce ve en youn bir ekilde yazld yerlere iaret edildi.XIII.yzyl sonlarnda Anadoluda klsik slm edebiyatnn etkisiyle yeni bir edeb tr gelimeye balad.Bu yeni mesnev tr de konusunu nce din kaynaklardan seti. Mesel Ahmed Fakihinarhnmesi gibi62. Ancak din meneli olan Bedv-l Aml tercmesi63 veAliileAlibinHalilinKssa-iYusuflargibidrtlklerle yazlm eserlerin yansra mesnevtrnde ve yineilhamndinden alan fakat daha ziyade hayl mahsl olan edeb eserler de yazlmaya baland.te XIII.yzyl sonunda birer Y usuf ve Zeliha yazaneyyadHamzaveSleFakihbu yoluatlar64.Erzurumlu Darir 1366 tarihli Yusuf ve Zelihasyla onlar takip etti.Mesnev ekliyle hikye yazma akm sade din hikyelere mnhasr kalmayp dnyev konular da kapsamaya balad. Mesel bu alanda ilk defa tercme edilen eserlerden birisi de Ysuf-i Meddahn 1368 ylnda yazd Varaka ve Glahdr65.Ularda gaza dnceleri ve idealleriyle genileyen beylikler slm ilimlere ve din konularaolduukadarklsikslmedebiyatnadailgigstermilerdir.Bylece59BueserinbirnshasManisal-HalkKtp.No.8375/Tdelb-92a varaklar arasndadr. 95b-121a varaklanarasndada AlibinHalilinKssa-iY usuf u Zleyhas yeralmaktadr.Bu vedierKssa- Yusuflar hakknda bk.Halide C. Dolu, Yusuf Hikyesihakknda birka sz ve baztrke nshalar, TDED (stanbul 1952), C.IV, say 4, s.420-445.Ysufi-i Meddahn bu ve dier eserleri, Varaka ve Glah (yazl1368/69),FarsaHmunmc (yazl1299)veDsitan- blis Aleyillane adl eserleri hakknda bk.. H.Erlaylan,Ysuf-iMeddah, TDED (stanbul1946),C.I,say 2,s.105-121; .H. Uzunarl, Anadolu Beylikleri, s.125,143; F.z, ETENes. C.II, s.606-609; A. Ate, Farsa Eski bir Varka ve Glah mesnevisi,TDED( stanbul1953),C.V,s.33-50;VarakaveGlah,.H.Ertaylantarafndan yaynlanmtr:Trk Edebiyat rnekleri IVaraka ve Glah, Edebiyat Fakltesi, Trk Dili ve Edebiyat Dal No. 1, stanbul1945. Son zamanlarda bu eser Grace Martin Smith tarafndan yaynlanmtr:Yusuf-i Meddah, Varqa ve Glah, A Fourteenth Century Anatolian Turkish Mesnev, Leiden 1976.0Rislet-l slmnbirnshaskendiktphanemizdebulunmaktadr.Bilinen dier birnshas TopkapSarayMzesiKtp.,H.20ldekaytldr.Bk.FehmiE.Karatay,TopkapSarayMzesi Ktphanesi Trke Y azmalar Katalogu, C.I, s.125. Son devir Seluk vebeylikler dnemi Anadolusunda din eitimikonusundaoknemliip ularihtivaedenbueserhk.bk. . Tekin,"XIVnc yzyla ait bir lmihl: Rislel0l-Islm" WZKM(Viyana 1986), C.76 s.279-292. Hulviyyt- h iin bk. not 21.61. H. Uzunarl, Anadolu Beylikleri, s.143, not 5.62Bk. bu Aratrmada not 47.63 Neriiinbk..Tekin,The TurkishTranslationof Bedvl-Aml inQuatrains,J ournal of Turkish Studies (1980),C. IV, s. 157-206.64Bk. not 59.65Bk. not 59.10Arapa,zellikleFarsaedebeserlerinilk Trkeevirileriubeyliklerindede yaplmaya balanmtr.Bu ilk eviriler arasnda ueserler sralanabilir:Aydmolu Umur Bey(1334-1348)adna KulMesudun Trkeyeevirdii Kelile ve Dimne,66 Aydmolu sa Bey (1348-1402den nce)e1367 tarihinde ir Fahr tarafndan sunulan ilkHsrev irin evirisi.67HocaMesudbinAhmed,Germiyanl ireyholu Mustafann hocasolduuna68gre,onun da Anadolunun batkesiminde yaad kabul edilirse, yeeni zzeddin Ahmed ile birlikte 751 H./1350-1351de yazd Sheyl Nevbahar ile 755 H./1354de yazd Ferhengnme-i Sadadl eserleri de bu listeye katlabilir.69AyrcabueserlerdenbakaAydmolubeyliinde,beyliintarihini anlatan,fakat bugneldebulunmayanmanzum birVekayinmeninde yazld Dstrnme-i Enver(yazl 869 H./1464-1465)den anlalmaktadr.70 Bu eserler arasna,MenteeoluMahmudBeyadnaveonunisteiileBerinliMahmud tarafndan Farsadan Trkeye evrilen Bznme adl eser de katlabilir.71 slmbilimlere,dinkonularaveklasik ranedebiyatnaXV.yzyldada,XIII.yzyldakiayn ilgi duyulmaktayd.AncakXV.yzyln ilk yarsn bir nceki yzyldan ayran nemli fark,artk bualanlardaki eserlerin Arapa ya da Farsa ile yazlmayp, ounlukla bu dillerden yaplm eviriler olmalar ya da dorudan doruya Trkdilindeyazlmalaridi.zellikleedebeserlerinevirileriniyaparken, sanatlarnorijinaleserlereskbalkalmadklarvebuevirilere kendilerinden katklarda bulunduklar da oluyordu.Bu ana kolun yan sra, bu birbuuk yzyliinde yazlan tp eserleri de nc birkoltekiletmektedirler.BudevrinendikkatekicitpbilginiHacPaa66A.S.Levend,ayneser,s.22;C. Brockelmann,Kelile ve Dimne,A 61.cz, s.55;F.Kprl, Anadolu Beylikleri tarihine ait notlar, TM (stanbul1926),C.1I, s.7-8; F. z, ETENes, s.361.Bu eserin en eski yazma nshas Sleymaniye Lleli Ktp. N. 1897de kaytldr. Bu eser doktora tezi olarak Dr. Zehra Toska tarafndan Boazii niversitesinde1989-1990 ylnda hazrlanmtr;butez baslmakzeredir. imdilik bk. Zehra Toska, Kelile ve DimneninTrke evirileri/' J ournal of Turkish Studies (1991),C. XV, s. 355-38067F.Timurta,eyh, A,115.cz,s.477;. H.Uzunarl,Anadolu Beylikleri, s.113.Fahrnin Hsrev rniyaynlanmtr:BarbaraFlemming, Faiufs Husrev u rn. E ine trkische Dichlng von 1367 (Wiesbaden 1974), VII-486 s. metin ve 168 s. tpk basm.8. F. Akn, eyh-olu, A, ll.cz, s.483.69Hoca MesudunKelile ve Dimneyieviren Kul Mesud olmad ve bueserler hakknda bilgi iin bk.F.Babinger,OL Z (1925),C.46,stun352vd.;K.Ssheim,OL Z (1927),C.30,stun507 vd.;F. Kprl, Trk Dili ve Edebiyat Hakknda Aratrmalar,s.174-191;KilisliRifat, Sheyl Nevbahara dair,Vesikalar ve Notlar, TM(stanbul 1926), C.II,s.401-410; P. Wittek, ayn eser, s.116; erif Hulusi, Ferhengnme-i Sad, TM (stanbul 1934), C.IV,s.295-303; Sheyl Nevbahar zerindeki almalar ve yaynlar iin bk. T. Banguolu, Altosmanische Sprachstudien zu Sheyl Nevbahar (Breslau1938); J . H. Mordtmann, Suheil und Nevbehar, Romantisches Gedicht des Mcsud b. Ahmed (Hannover 1925); Veled elebi - Kilisli Rifat,Ferhengnme-i Sad (stanbul 1940).Ve nihayet filolojik almalarn mkemmel bir rneiolarakeserinsonneri:CemDilin,Mescd bin Ahmed, Sheyl Nevbahar.nceleme-Metin- Szlk, Atatrk Kltr Merkezi Yayn, No. 51 (Ankara 1991).70Enver,Dstrnme-i Enver,yaynlayan:M.HalilY nan, s.17-71;F.Kprl,"Aydnoullar tarihine ait notlar," TM (stanbul 1926), C.II,s.418.71P.Wittek,ayneser,s.115-116;bueserinMilanodakiteknshas,Almancaevirisiile birlikte Hammer tarafndan1840da Budapetede yaynlanmtr, bk. F. Kprl, Anadolu Beylikleri tarihine ait notlar, TM (stanbul 1926), C.II, s.11.11(0.820/1417)dr.TpreniminiMsrda yaptktan sonra, Anadoluya dndnde Aydnolu sa bin Mehmed Bey tarafndan Aydn beyliinin sarayna davet edilmitir. 783H./'1318de Ayasiug(Seluk)da sa Bey adna Arapa if-l eskm ve dev-l lm adl eserini yazmtr.HacPaanm yine tp ile ilgili olarak yazd Kitb-s- sade ve ondan Trkeye evirdiiMntehab--ifve Teshl--ifadl iki ayr eseridaha vardr.72Aydnbeyliinde UmurBey(1340-1348)inemriylebotanik bilimineit Tercme-i mfredt- ibp Baytr adl bireserdaha yazlmtr.73Bu yzylda Osmanlbeyliindedetp biliminebyk bir nem verilmitir.Yldrm Bayezid1400deBursadaDr-ttpadlilk hastahaneyi yaptrmtr.phesiz Osmanllar bukonuda Seluklularn,Anadolununeitli ehirlerinde yaptrdklar hastahanelerden esinlenmilerdir.74Btn bu eserlerin, ounlukla balangta Aydn, Germiyan, Denizli, Mentee ve Candaroullar gibi u beyliklerinde yazlm olmas,ularda fthat ve gaza yoluyla genileyen bu beyliklerin,onlariinok baka ve yabancolanBizansmedeniyeti karsnda,ayaktadurabilmek,btnlklerinisalayabilmekiinkendi medeniyetlerine smsk sarlmak ihtiycn duymu olmalaryla aklanabilir.Nitekim, P. Wittek,1320de Rodos valyalerine yenilmesinden sonra kknden sarsld halde, Mentee beyliinin tamamendalp yokolmamasn,Mentee beyiOrhan Beyin, devletini barl ve kltrelesaslara grekurmasna balamaktadr.75Bu yzden kltr tarihi ve antropoloji bakmndan ok nemli olan bu ve buna benzer konularn zerinde ayrntl bir aratrma yapmak gerekmektedir.Ayrca XIV.yzyl ve XV.yzyl balarnda Anadoluda bu ii ana kolda akp gideneserlerin yan sra, ilm-i heyete ve ilm-incmaiteserler,Hayat-lhayevan(yazl1398),Risle-imnciye, Tabirnme,Acib-lmahlkat,musikrislelerigibieitlikonularda yazlm eserler76 ve Tireli Feriteolunun 1392de yazd manzum Arapa-Trke lgat, yine72l, Knh-l ahbar, C.V, s.114; A. Advar, Osmanl Trklerinde ilim, s.18-20; F. Kprl, Anadolu Beylikleri tarihine ait notlar, TM (stanbul 1926), C.II,s.7-8; . H. Uzunarl, Anadolu Beylikleri, s.113; if-l eskmn yazarnnel yazsyle yazlm bir nshas Topkap Saray,III. Ahmed Ktp. No. 2070de bulunmaktadr.Mntehab--if veTeshl--if nnnshalariinayrca bk.F.EthemKaratay, Topkap Saray Mzesi Ktp. Trke Y azmalar Katalogu,C.I,H.545,s.569;E.Blochet,Catalogue des Manuscrits Turcs, Bibliotheque Nationale, Ancien fonds, S.69, No.169,170; Supplement, C.I, s.386, No. 533;C.II,s.217-218,No.1271,s.238;No.1340;M.Ergin,Bursa Kitaplklarndaki Trke yazmalar arasnda,TDED(stanbul1950),C.IV,say1-2,s.112,121.Teshlin Veliyyddin Ef.No. 2490da bir nshas daha vardr.73Bu eserin nshalar iin bk. Fehmi E. Karatay,ayn eser, R.1660, A.2113, s.571-572; Sleymaniye Fatih,No.3635.Hsrev Paa,No. 476(940H.tarihli), Hamidiye,No.1016(1084 H.tarihli), M. Hafid Efendi, No. 262 (916 H. tarihli), Bursa l-Halk, Haraolu, No.1119.Sonu eksik olan bu nsha harekeli nesihle yazlmtr;A. Advar,ayn eser,s.13.Bu devirde yazlandiertpeserleri hakknda bk.. H. Uzunarl,Anadolu Beylikleri,s.80,90,144,221-222; A.Advar,ayneser,16-23;VeciheKlcolu, Cerrhiye-i lhniye,s.15,17,19-25;P.Wittek,ayneser,s.114-116; brahimGken,elebi Sultan Mehmed zamannda yazlan bir Osmanl hkmdarlar vefiyyat listesi, Z. V. Togan Armaan, s.109-116; A.Ate,ayneser,TDED( stanbul1948),C.I I,say3-4,s.112,175-176;BediN.ehsuvarolu, AnadoludaTrkelemecereyanlar ve Trke ilk tp yazmalarndakiterimler,BB1957, s.25-27; N. Uzluk, XIV.yzyldaki Trke tp kitaplarndan rnekler, BB 1957, s.77-81.74.H. Uzunarl, Os manlTarihi, C.I,s.537-539, 544-545; A. Advar, ayn eser, s.22.75P. Wittek, ayn eser, s. 120.76. H. Uzunarl, Osmanl Tarihi, C.I, s.537-539, Tabmme iin bk. bu aratrmada Mensur eserler blm, Risle-i mnciyenin Topkap K.543de bir nshas vardr, bk. F. E. Karatay, ayn eser, C.I, s.2; .12Malkaral Bahaeddinin Ayaslug (Seluk)da 827 H./1423-24de yazd Arapa-Farsa- Trke 400 beyitlik manzum lgat gibi lgatler, nasihat ve db- mueret vadisinde yazlm Kabusnme ve Marzubannme gibi eserlerle de Anadolunun kltr dnyas donatlmtr.77B. A hmed- iDa veGer mi yanbeyl i iteXIV.yzylnikinci yarsnda bylebir kltr vesanat evresi iine doan Ahmed-iDa,buevreninyleetkisindekalmtrkihem slmbilimler ve din konularda, hem klsik ranedebiyatnn etkisindeedeb alanda,hem de tp alannda eserler verdii gibi tabirnme ve ilm-i ncuma it eserlerden eviriler yapm, musik iledeyakndanilgilenmitir.Ahmed-iDa,Aydnoular,Candaroullargibi Anadoluda birkltr vesanatmerkezihalinegelmiolanGermiyanbeyliinde yetimitir.XIV.yzyldaGermiyan beyliininkltr ve sanat durumuna baklacak olursa, 700 H./1300-1301deSle Fakihin yazdYusuf ve Zleyha,78 Hoca Mesudun 751H ./1350-51tarihliSheyl Nevbahar,755H./1365tarihliFerhengnme-i Sadsi,H. Uzunarl, AnadoluBeylikleri,s.144.lkmusik risalesiiin bk.Rauf Yekta,Trk sazlar,MTM, C.II,say 4, s.131-141; say 5,s.233-239.77Ucbet-lgaribinbirnshasBayezidKtp.No. 948dedir.Feriteolu lgatinin ise Avrupa ve stanbulktphanelerindeyazmalarnarastlamakmmkndr.Kabusnmeevirisinineneskisi XIV.yzylnilkyarsnaaitolupeldekiteknshannistinsah1370-1386yllararasnda yaplmtr. eviricisi bilinmiyen bu nsha,E. Birnbaumtarafndan hazrlanm ve tarafmzdan neredilmitir:The Bookof AdvicebyKingKayKausibnIskander.TheearliestOldOttomanTurkishVersionofhis Kabusname,Sources of OrientalLanguagesand Literatures(edited by inasi Tekin.Gnl A.Tekin), Volume 6, Cambridge MA 1981.Bu evirinin tek nshas eskiden kitap merhum Raif Yelkenciye it idi; imdi E. Birnbaumn ktphnesinde bulunmaktadr.Bu devre it dier Kabusnmeevirileri unlardr: eyholuMustafannmuhtemelen 1380-1387 yllararasnda yapt eviri; Akkadolunun1403-1410 yllararasnda EmirSleymaniin yapteviri;BugnBritishLibraryde bulunanmellifimehulXIV.yzyln ikinci yarsna it olan eviri. Eserin, II. Murad devrine it mehur tercmesi bilindii gibi, O. .Gkyay tarafndansadeletirilmiekliyleM.E.Bakanlnn klsikler serisindeneredilmi vedaha sonramteaddit basklar yaplmtr.Ayn konuda eyholu Mustafann yapt Marzubannmeevirisi de 1380 tarihlidir.Bu hususta daha fazla bilgi iin bk. E. Birnbaum, A Lifemanship Manual. .Journal of TurkishStudies(1977),C.I,s.4, 5, 7-11. Ayrca bk. birde Z. Korkmaz,Kbus-nme ve Marzubn- nme evirileri kimindir?TDAY(1966),s.257-278. adrud-dneyholu,Marzubn-Nme Tercmesi (Ankara1973)adl metin neri maalesef gvenilir bir neir olmaktan ok uzaktr. Bu nerin tenkitleri ve tenkitlere nirin verdii cevaplar iinbk. "Marzubn-Nme Tercmesizerine",TDAY1977(Ankara 1978),s.413-431;"BirTantmaY azszerine",Trkoloji(Ankara1979),C.VI I I ,s.459-478;ve mtemmim tenkitleri iin bk."Suyun Dibindeki Deveci", Trk Dili,Mart1980, say 342, s.146-150.[Bu neirdesaylmakla bitmeyen ve Trkiyyat ilminin en ufak kidesine dahi sdrlamayan yanllar dizisine bir deunu eklemek istiyoruz: s. 400de muf maddesinde unlar okuyoruz:"eh-svr:berk-i ehsvrl HE,VMK/189 356a(onand:tonatdHE/190 357abden sonras . l86da bo yer braklmtr.HE/191358b,361a su:suVMK/1923 5 9 ab: 360abileyerdeitirmitir.Bunshadas.193,439abile son bulur;s.194, 583ab ile336442Mferrih szleri can hokkasndanSaarlar incii mercan hokkasndanLetyifler dzerler drr-i meknn Okurlar sz yirine246 sihr efsunEger tavus grse per dkeydi itse tt247 ekker dkeydi445Ne kim nazk gzeller var cehndaDirilmi248 cmlesi cemc olm andaDkeli h u engl ivesi hb fatda cak u retde mahbbKara gzl gzel yzl periler zi Zhre cemali Mteriler448 zlfi turrasndan ln iderlerGl zre mg ile perin249 iderlerCemali gsterr tavusa cilve Salnmak gredrler ah- serveKerem kan v lutf issi vefalu Szi lezzetl hhulk afaluVMK 19a451Lebi lacl teni effaf billrBeni flfl yzi gl aln kafrBoy uzun bili250 ince teni ak Kucakda toptolu koltukda yumakKarak gamzesi caz kara Gzi ka kara cismi kar a454*Yzi glden gledr zlfi mglnGneden gklrekdr aydan aydnaba zlfine nkim ane eyler Gl zre mg canber dane eylerYzine baksa yz yl gz usanmaz Peri grse beerden tod anmazbalar.nk572ab-583abbeyitleriniiinealanksms.l84te bulunmaktadr.583ab;s.184deyeraldiinbusahife,584abilebalayans.194nnneyerletirildi. HE/572bnolsagerek br! 199da bo yerbraklmtr.321662ab:663aile yer deitirmitir.HE/ 662a afas:afasn HE/322664a idelm:id elim VMK/323665a erbetinden:merebinden HE/324666a kayurma:kayrma HE/c ._325667a ge:gi HE, VMK/ 667b eheneh mr Slman:ehenah han Suleyman VMK./326668a kim:-HE/668b sohbet:ciret VMK/327 5 5 9 bscati:scatVMK/328671a cka:k VMK/Getr sak kadeh reyhan toldur elm rh kim rahat demidr329673Eger dn gedi yarn gelmeypdrGanimet dut330 bu gn furat demidr HE 202arb u ahid 331 furat ganimetafa sr vktidr zevk it demidrYi i ho ge ki sultan devridr bu eheneh mir Slman332 devridr bu676Kadeh n eyle bir ho yar elindenHua sevdgn dil-dar elindenKi zehr isen olur tiryak-i ekber Duda lacl-i ekker-bar333 elindenSci erbetdr ol irin azdan Diken gldr yzi gl-zar elinden679Anun kim cam ip serh degldr334Kadeh hn-abe alar zar elindenSrahi halini bir or azdan Ki ne kanlar yudar huyar elindenVMK 28aBuyur mutrib neva klsun hseyniKadeh sunsun bt-i cayyar elinden682Eger cadl eylemez olursa sakiAyag alma sakn zinhar elinden335Yi i h ge ki sultan devridr bu ehineh mir Slman336 devridr buBilrsin yok cehnun ictibarn Ganimet dut337 bu gn sen elde varn329672ab: 674abdensonrayazlmtr.VMK/ 672brah:ruhi VMK/330673a yarn:yrunVMK/673b ganimetdut:anlmetdr VMK/331674au,: -HE/332675age: gi HE/ 675b mr Slman:hnSleymanVMK/333677bduda:tuta VMK;lacl-i ekker-br:lacl ekker yrVMK/334679adegldr:degildrVMK/335682ab: atlanmtr.Slmn348 devridr buYzn glendr iy engl hemie Biter hsnn banda gl hemie709Yzn gldr gzm ebr-i baharEger ben alayam sen gl hemieCemln taze glden glen olsun Oksun349 medhni blbl hemieKadeh devr eylesn devrnde sak urhl sylesn gulul350 hemie347700ab-707ab: atlannutr.HE/3487 0 7 bmjr Slmn:hn SleymnVMK/34971b oksun:okusun HE/350 7 j j bulul:kulkul HE /712Alsun gllernden351 perde dayimilsn cam iinde ml hemieHasdun cmrinn nakdin yitrsn Secdet gencini sen bul hemie352Kulun Dacl sfat karunda dursun353 Sana kol kavurup bin kul hemie715Yi i h ge ki sultan devridr bueheneh mir Slman354 devridr buVMK 29^ Bu resme her biri bir icr-i arraOkur hem n ider yakt- hamra HE 205*Geh terci^ geh ecar-mevzunKi her beyti deer bin355 drr- meknn718Ne drl saz kim var dnyede hepO meclisde dkeli var mretteb356Aha357 dem-sz olup aheng iderler Anun fikrinde cakl deng iderlerY annca cd u eta destiyn Rebab eyler figan nale zari721Kimi aheng ider kimi dutar defKimi gyendedr kimi urur kef358 HE 206Anun sazna oynarlar oyunlarAz am egilmidr boyunlarder her lahza bir359 avaze bnyad Gren tahsin okur dir aferln-bad724cAceb saz u Caceb sz 360 Caceb yengAn her kim grr hayran olur deng351712a gllernden:gl yznden HE/352 7 i 3 ab.atlanmtr. HE/353 7 2 4 adursun:tursun HE /3547l5a ge: gi HE/ 715b mir Slmn: hnSleyman VMK/355 717a --VMK/7l 7b deeer: deir HE; bin: bir HE/3567igab_7i 9abarasndas.205debo yerbraklmtr.HE/718asaz kimvardunyede:kimsaz vardnyda VMK/ 718b o:uHE/358 721abdensonras.205deyine boyerbraklmtr.HE/721aiderkimi:iderney kimHE/ 721b urur: vururHE/359 723a bir: bin VMK/360 724a saz u,sz :saz ol,sz olHE/^Grben fikre taidum tana kaldum Cehn bir361 yana ben bir yana kaldumDidm vardur bunun bir drl hali Degl macni her retde hlT362XVISu3l kerden-i D0! be-eng363727Su3l itdm eya sz- h-vzKi sensin cak u ma^ka hem-razVMK 30aNe lucbetsin ki miln364 yok cehandaEyitgil bu tlmun genci kandacAceb kusn ne h nazk tersin Ki blblden dahi vaze-tersin730Klrsn calemi Hdhd gibi seyrSleymansn okursn Mantku3t365-tayrBu ku dilin sana kim gredipdr Sana bu terbiyetler kim idipdrNe yirdr ikllmn kandan gelpsin Meer sen calem-i candan gelpsin366733Nedr nm u nianun bell adunCehnda var m maksdun muradun HE 207Neredendr zn kimlerdr alunNedr nevcn nedendr cins falun367Herlfn kim durur yoldaun in Bu yad illerde kimlerdr bilin736Nesin kimsin y-hd368 kimn nesisinKi hikmet gencinfi genclnesisincAceb cinnT misin y-hd ferite Ki szun sz ile olm sirite361725b cehnbir:cihan HE/362726b hli:h hecesi yazlmamtr.HE/363XVI:Denge sulitdgi keyfiyyet-ihlinden HE/364 7 2 ga miln: mislinVMK/365 7 3 gb mantkili : mantken VMK/366 7 3 2 ab gelpsin: gelipsin HE/367734a^ ,735ab arasnda s.207de bo yer braklmtr. HE/ 734a kimlerdr:kandandur VMK/368736akimsin y-hd:kimsin kimy-hdHE/357Seni tanlar gren erkek diiden Ki deng olmdur avazun iiden739Baun birdr veli yz bin diln varcAceb glsin ne nazk blbln var369 HE 208Ayaun baludur boynun mukayyedBiln bgri kara370 saun mucaccedVMK 30^ zn bende veli azade benzerGeda-ret veli eh-zde benzer742Kamu syledgn kavi u gazeldenKara kadan kara gzden gzeldenSznden anlanur ok cilm cirfn Mselseldr saun zlfn371 perianDiln yrk szn de st372 lak n ad zndr nie am-nak745Bu ah u nle v zar nedendrBu feryad u figan bari nedendrSeni bu cilme stad eyleyen kim Sana tasnifi373 bnyad eyleyen kimBu h halet374 bu gn kim sende vardur Getr gster cehanda kanda vardur748Bu esrar sana kim fa idpdrKi can tasvirine nakka idpdrSana bu ancat tacllm iden kim Sana bu szleri tefhim iden kimzn dvneler cevkine ser-dih Saun meftl zn eyd mvellih375751Tarab ehliyisen am-gn oturmaSebk rh ola gr376 sengn oturma369 739ab>den sonra s.207de bo yer braklmtr. HE/370 7 4 0 b biln: belnVMK;kara:karVMK/371743ac-m;dr]VMK/ 743b zlfn:zilfn VMK/3727 4 4 ast;cstVMK/373 7 4 5 btanf:tanfe H E /374747a halet: hlt VMK/375750ab: atlanmtr.VMK/376751^ola gr:ol gern HE/Eger am-gm isen ad nendr Bu ciret kayd bnyad nendr377 HE 209cAza ehliyisen cay u netunNendr kimseden yok ihtiytun378754Mucirler bile hem-dem nedensinaf v zevk ile hurrem nedensin379Kur380 kocaysan olanlk itme Kirime gsterp fettanlk itmeEger olan isen pTrne ret Neden arkan iki katdur zarret381VMK31a757Diln efsun okur sihrn m3eirBilrven sende vardur bir Caceb srMeer sen shir-i mutlaksn el-hak Her382 ide gsterrsin sihr-i mutlakGel imdi lutf kl iy sz- dil-sz Bu gn cuka gster rast rev-rz760Mberkac perde ire klma eh-nzGtr yzden nikab a perdeden rzO erbetkim sen idn crcasndan Tevakkuc iderem bir crca senden383Katunda mkilm var hail idivir ZamTrm gzgsin384 saykal idivir763Killd a hikmetn genclnesindenKi hhatdur gnl rencine senden385Beyan it vaf- haln derd-i dilden Gnlden rz almaz illa386 dilden377 752ab; atlanmtr. VMK/378753a caz:azVMK; netun:nitun HE/753bihtiytun:ihtiyacun HE/379754a mucirler:me'irlerVMK/ 754bhurrem:hem-demVMK;nedensin:nidensin HE/380755a kur:karVMK/756ab : 758ab beytinden sonra yazlmtr.211de bo yer braklmtr.HE/ 781a katumda: katmda VMK/781 szmden:szmde VMK/398 784abbeytindensonra s.211de bo yer braklmtr.VMK/419 815ab herlfm,mrldm:herTfem.VMK/ 822aseverler:sverler HE/424 823bnakn gnnde:naknu gnldeVMK/425824^ yakup:yakp HE/426 825a ck:mak HE/ 825b zebnem:zbnemHE/427 826a drl:dr HE/826b gnlde:gnlden VMK;fikr:fkr-i VMK/428 827b tacm:tucmVMK/429828a !217deboyer braklmtr.erhe Barlar ba idpdr459 sine erheVMK 35bitmek birle buldun bunca halatEger gresidn heyhat heyhat876itmekden olur grmege ok farkKi bu sahilde ol deryadadur460 garkitmek bir haberdr cilm-i mutlak Veli grmekdedr461 caynel-yakln hakZira bilmekde var gerek yalanun Veli grmekde yok ekkn gmanun879Meeldr bildgn iynr- dldeende462 key bved hergiz dldeCemadiysem ne var retde zahir Veli lutfum ne cndur bir gr ahrSzm can srrn akare eyler Gnl gynklerine are eyler882nildm hep haberdr can elinde463Bu gn Ysuf benem Kenan elindeVesile clem-i ervaha benden arab- macrifet akdaha benden HE 220Me3am mtemil mutlak zmdeLetayif mndericyacn szmde464885Slk itmi kamu yollarda seyrmbadet-hane-i kuds ire deyrm458873ab: 875ab beytindensonra yazlmtr.


ÇENG-NÂME (AHMED-İ DÂ'Î)
alegorik eser
Ahmed-i Dâ'î (d. ? - ö. 824/1421’ten sonra)

ISBN: 978-9944-237-87-1


Ahmed-i Dâ‘î'nin yazdığı mesnevi. Eserin yazılış tarihi "Eger târîh sorarsan şehr-i Şevvâl / Resûlün hicretinden iddet-i sâl // Sekiz yüz bir dahı sekkiz yılından / Bahârun i'tidâli evvelinden" beyitleriyle belirtilir (A. Tekin, 1992: 408). Buradan hareketle Çeng-nâme'nin 808/1405 yılında, bahar mevsiminin başlangıcında, Şevval ayında yani 11 Mart ile 8 Nisan arasında yazıldığı anlaşılır (A. Tekin, 1992: 69). Şair, Çeng-nâme (Mecmû‘atü’l-Letâyif)’nin Allah’a yakarış, münacat ve na‘t bölümlerinden sonra IV. bölümde Emir Süleymân bin Bâyezîd bin Murâd bin Orhan bin Osmân’ı metheder, “Der Medh-i Mehemmed Paşa” ve “Du‘â-yı Hudâvendigâr” bölümlerini takiben VII. bölümde Çeng-nâme’yi Emîr Süleymân’a sunduğunu belirtir: "Bu bir hoş dâsitândur nazma düzdüm / Me‘ânî bahrınun ka‘rında yüzdüm // Letâyifdür garaz ger dâsitândan / Velî medhün durur maksûdum andan (Alpay Tekin 1992: 323). “Sebeb-i Nazm-ı Kitâb” başlıklı VIII. bölümde şair, İran şairi Sa'dî’nin (ö. 1292) 70 beyitlik Çeng-nâme’sini Türkçeye çevirdiğini ve ona yaptığı eklemelerle 1446 beyitlik aynı adlı eserini yazdığını söyler. Çeng-nâme’yi yazışını şöyle anlatır: "Ki yitmiş beyt olaydı artuk eksük / Buyurmış Pârsîce hûb u nâzük // Benüm çün ülfetümdür Pârisîyle / Getürdüm Türkîye Hak yarısiyle // Dahı bunca letâyif dürlü esrâr / Sanâ‘at birle hem ebyât u eş‘âr // Kamusın nazm idüp kıldum ziyâde / Ki tâ ferzîn ola uşbu piyâde" (Alpay Tekin 1992: 327).

Çeng-nâme'nin takdim bölümünden sonra IX. bölümde ilkbahar, ilkbahardaki bir bahçe, bahçede eğlenen topluluk, kurulan eğlence meclisi ve bu mecliste çalınan musiki aletleri anlatılır. Ardından şairin gözü bu mecliste çalınan çenge takılır; çengin nağmeleri hüzün ve ıstırap doludur; bazen insanları neşelendiren şen şakrak nağmelerle herkesi neşelendirir; mutlu eder, bazen de kuş diline benzer bir dille sır dolu gizemli nağmeler dökülür tellerinden. Şair, çengin bu nağmelerini ve iniltili melodilerini şaşkınlık ve hayranlıkla dinler. XVI. bölüme kadar hikâye anlatma tekniğiyle anlatılan musiki meclisi ve çengin hikâyesi XVII. bölümden itibaren şair ile çengin karşılıklı konuşmaları şeklindeki bir üslupla anlatılmaya devam eder. Şair, çenge kim olduğunu, nereden geldiğini, böyle hem gamlı hem neşeli melodileri nasıl çıkarabildiğini, kuş dili gibi gizemli bir dille hangi sırları anlatmaya çalıştığını, çengin yapısındaki sırrın ne olduğunu sorar. Çeng de bu sorulara cevap verir: Çengin telleri Hz. Eyûb’un bedeninden kopup gelen ipek böceklerinden elde edilmiş ipektendir; çengin çanağının tahtası vatanı İrem bağı olan ve cennetteki Tûbâ ağacından elde edilmiştir; cennetteki bu ağacın ayağının altından akan su, ebedî hayat suyudur (âb-ı hayât), çengin çanağının üstüne gerilen deri İrem bağında yaşayan ahunun derisindendir. Çengin perdeleri ise İrem bağında, daha kainat yaratılmadan yaşayan ilk atlardan alınmıştır. Bu atlar ruhlar âleminde (bezm-i elest) Tanrı’yla beraber olan ve henüz kaynağından ayrılmamış atlardır. Bu dört farklı unsurun hepsi ayrı ayrı diyarlardan gelmişlerdir; ama hepsi çengde birleşmiş, bir olmuşlardır. Bu vasıflarıyla çeng, aslî vatanından ayrılmış, kendi isteğinin dışında bu dünyaya gönderilmiş insanı temsil etmektedir. Hem çeng hem insan bu dünyada geldikleri yere, asıl vatanlarına kavuşmak istemektedirler. İnsan da çeng de Tûbâ ağacının, ahunun ve Hz. Eyûb’un bulunduğu cennete ve atların daha kainat oluşmadan bulunduğu ruhlar meclisine, yani onların ilk vatanları olan kaynağa ulaşmak arzusuyla ağlayıp inlemektedirler. Çeng ile insan arasındaki ortak özellikler ise şöyle sıralanabilir: Çengin çanağı tahta, insanın vücudunu, maddesini; çanağın üstüne gerilmiş ahu derisi insan suretini, endamının güzelliğini; çengin melodilerini meydana getiren ipek teller insanın konuşma yeteneğini; çengin perdeleri de insanın düşünme gücünü, akıl yürütme yetisini, iradesini dile getirir (Alpay Tekin, 1992: 401-402, b. 1316-1319). Burada çengin perdelerinin kaynağı, yaratılış öncesindeki atlar dolayısıyla yaratılıştaki ilk kademe olan akl-ı evvele de işaret etmektedir. Yani insanın beden dediğimiz maddeye bürünmesinden önceki ruhu ve aklının, kainat yaratılmadan ruhlar meclisinde bulunduğu da sembolik bir ifadeyle belirtilmiştir. Ayrıca eserde insanın dört unsurdan “anâsır-ı erba‘a” ile vücut bulduğuna, var olduğuna işaret edilmektedir. Dolayısıyla insanın maddesi yani vücudu, toprağı; insanın güzelliği ve tazeliği, suyu; insan isteklerinin ve arzularının bütünü, havayı; insanın akıl ve düşüncesi ise akl-ı evvel, nûr-ı Muhammedîyle ilgili olup ışık ve ateşi temsil etmektedir (Alpay Tekin 1992: 91, n. 59). Böylece eserde insanın hem maddî hem manevî varlığı çeng ile temsil edilmiştir. Bu öyle bir insandır ki bulunduğu yere, dünyaya atılmıştır; ve geldiği yeri özlemekte, oraya gitmeyi arzulamaktadır. Şu beyit bu durumu şöyle anlatır: "Kişi kim ayrılur kendü ilinden / Gidermez zikrini dâyim dilinden" (Alpay Tekin 1992: 402). Bu insan, aslından ayrılmış garip bir insandır. Geldiği bu yerde tutsak gibidir. Bu dünyada bulunmaya mecbur tutulmuştur. İşte çengin can elinden bir haber olan bu ızdırap ve feryatları, iniltileri o kadar büyüleyicidir ki onu her türlü mecliste her türlü insan dinler, o bütün sultanları, beyleri, dünya halkını, ârif, rind, kallâş, zevk ehli ve tarihat ehli yani herkesi cezbetmiştir; fakat kendisi onlardan farklıdır. Bütün aşk ehli (âşıklar) dertlerine çareyi onda bulurlar, çengin yapısı ilâhî aşkla dolu âşıkla aynıdır, yani çengin sırrı aşktır. Çeng gibi insanın yapısında da aşk, özlem ve ızdırap vardır; insan ister maddî aşk ile ister ilâhî aşk ile dolu olsun, bu iki türlü insan da çengi dinler, onun melodileriyle kendinden geçer, kendini onunla özdeşleştirir. Ahmed-i Dâ‘î, bir taraftan çeng ile insan anlayışını anlatırken, diğer taraftan insanın geldiği yere bir daha geri dönemeyeceğini bilen insanın bu dünyadaki kimsesizliğini, yalnızlığını, hüznünü ve ızdırabını, geldikleri yere duydukları aşkı en derinden duyan insanın şair, musıki aletleri içinde de çeng olduğunu eserin son kısmında belirtir; çeng ve şair âdeta birbiriyle özdeşleşmiştir; onlar zaman zaman insanları neşelendirirler; zaman zaman da hüzün ve ıstırapla ağlatırlar; çünkü onlar gayelerine, yani kendi aşklarının kaynağına hiçbir şekilde ulaşamayacaklarını bilirler. Bu beyitte anlatıldığı gibi: "Kimesne hall idemez müşkilümüz / Aceb bülbül ki açılmaz gülümüz (Alpay Tekin 1992: 406). 

Ahmed-i Dâ‘î, eserin birinci bölümünde çengin fiziksel yapısı ve musiki aletleri içinde en etkilisi olduğunu anlatırken kendi insan anlayışını da çeng sembolünü kullanarak belirtir. Şair, aynı zamanda çengin, dolayısıyla insanın da bu dünyaya başka bir yerden geldiğini, bu yüzden insanın bu dünyada garip ve yabancı olduğunu, geldikleri yere, ilk kaynaklarına kavuşmak için bu dünyada umutsuzca çırpındıklarını anlatır. Çeng-nâme’nin ikinci bölümünde ise çengin Orta Çağ’a hatta bugüne uzanan serüveni üzerinde durmaktadır. Nitekim eski çağda Mezopotamya’da Sümer, Akad, eski ve yeni Babil krallıkları ve Asur devleti dönemlerinde ilkbahar festivalleri, kutsal evlilik törenlerinde daima çengin önemli bir yeri olduğu, bu geleneklerin daha sonraki yüzyıllarda İran’a, Fenike’ye, İsrail’e (Yahudilere), Anadolu’ya, Mısır’a, Anadolu ve Kıbrıs yoluyla Yunanistan’a, Roma İmparatorluğu zamanında Avrupa ve İngiltere’ye ulaşan bu eski geleneklerin yeni adlar, yeni hikâyeler şeklinde, büyük değişmelere uğrayarak yayıldıklarını, bugün bile Hristiyanlıkta, Musevîlikte ve İslâmiyet'te izlerini sürdürdüklerini görüyoruz. Bu konuda pek çok eserin yanı sıra S. Langdon, H. Frankfort, T. Jacobson, S. N. Kramer, J. G. Frazer’in eserlerinden faydalanılmıştır.

Çeng-nâme, Gönül Alpay Tekin tarafından 1992 yılında yayımlanmıştır. Talha Dilben (2019), Muhammet Nalbat (2020) ve M. Fatih Köksal (2021) gibi araştırmacılar ise kaleme aldıkları makalelerle eserin yeni nüshalarına dair bilgiler vermiştir. M. Fatih Köksal, makalesinde, mesnevide övülen vezirin Mehemmed Paşa değil Alî Paşa olduğunu söylemiş ve eserin isminin de Uşşâk-nâme olması gerektiğini belirtmiştir (Köksal 2021: 928-932). "Ancak Ahmed-i Dâ'î, çengin sergüzeşti ile âşık insanların da sergüzeştini dile getirdiğini açıklamak gayesiyle Çeng-nâme'nin sonunda eserine aynı zamanda Uşşâk-nâme adını da vermiş olabilir." (Alpay Tekin 1992: 69).

Şairin biyografisi için bk. "Ahmed-i Dâ’î". Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü. http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/ahmedi-dai  

Eserden Örnekler


Cevâb-ı Dıraht-ı Serv

Hüseynî perdesin âheng idüp sâz

Agaç hem perdeden keşf eyledi râz

Eyitdi ben dahı bir serv-i âzâd

İdüm bâg-ı İremde hurrem ü şâd

Benüm çevremde gül-zâr u gülistân

Benefşe lâle vü nesrîn ü reyhân

Bana cennetde Tûbâ dirler idi

Dıraht-ı nahl-i zîbâ dirler idi

Benüm sahnumda envâ‘-ı reyâhîn

Bana müştâk idi cümle selâtîn

Döşenmiş altuma nat‘-ı zeberced

Yazılmış yapragumda levh-i ebced

Mutarrâ yapragum berg-i semenden

Mürekkeb topragum müşg-i Hutenden

Münakkaşdur hayâlüm cân içinde

Ayagum çeşme-i hayvân içinde

Şakâyık cümlesi etfâlüm idi

İrem servi benüm bir talum idi

Hayâlüm bendesiydi serv-i âzâd

Boyuma baş egerdi şâh-ı şimşâd

Ayagum mefreşi dürlü çiçekden

Başum üstine ay iner felekden

Kaçan olsayidi fasl-ı bahârî

Düzedüm bü’l-aceb nakş u nigârı

Güneşden başum üzre tâc olurdı

Uçar kuşdan hayâlüm bâc alurdı

Murassa‘ tonlarum vâlâyidi hep

Mutarraz hil‘atüm dîbâyidi hep

Hırâmân kâmetüm serv-i sanavber

Görürse reşk iderdi şâh-ı ar‘ar (Alpay Tekin 1992: 381-382)

Kaynakça


Alpay Tekin, Gönül (1992). Çengnâme, Ahmed-i Dâ’î (Critical Edition and Textual Analysis). Sources of Oriental Languages and Literatures 16. Cambridge, Mass.: Harvard University.

Dilben, Talha (2019). “Eski Anadolu Türkçesi Eserlerinden Çengnâme’nin Yeni Bir Nüshası ve Nüsha Farkları”. OĞUZTAD Oğuz Türkçesi Araştırmaları Dergisi, (1): 48-107.

Köksal, M. Fatih (2021). “Ahmed-i Dâî’nin Çeng-nâme’sinin (‘Uşşâk-nâme) Yeni Bir Nüshası ve Nüsha Farkları”. Prof. Dr. Vahit Türk Armağanı. (ed. A. İ. Öbek, Y. Topaloğlu, N. Dinler, Ç. Özdarendeli, S. Çetin). İstanbul: Kesit Yay. 911-933.

Nalbat, Muhammet (2020). “Çeng-nâme’nin Yeni Bir Nüshası Münasebetiyle”. Turkish Studies, 15 (4): 1977-1992.


Benzer Eserler

#MaddeYazarMadde Yazarıİşlem
1DÎVÂN-I TÜRKÎ (AHMED-İ DÂ’Î)Ahmed-i Dâ’î Dr. Öğr. Üyesi Ozan Kolbaş
Görüntüle
2DÎVÂN-I FÂRİSÎ (AHMED-İ DÂ’Î)Ahmed-i Dâ’î Dr. Öğr. Üyesi ASLI AYTAÇ
Görüntüle
3VASİYYET-İ NÛŞİREVÂN-I ÂDİL BE-PUSEREŞ HÜRMÜZ-İ TÂCDÂR / VASİYYET-İ NÛŞİREVÂN (AHMED-İ DÂ’Î)Ahmed-i Dâ’î Prof. Dr. Emine Yeniterzi
Görüntüle
4UKÛDÜ’L-CEVÂHİR (AHMED-İ DÂ'Î)Ahmed-i Dâ’î Araş. Gör. Uğur Altundaş
Görüntüle
5CÂMASB-NÂME (AHMED-İ DÂ'Î)Ahmed-i Dâ'î Prof. Dr. Müjgân Çakır
Görüntüle
6ENFESÜ'L-CEVÂHİR / TERCÜME-İ TEFSÎR-İ EBU’L-LEYS SEMERKANDÎ (EBU’L-FAZL MÛSÂ BİN HÂCI HÜSEYN EL-İZNİKÎ)Ebu’l-Fazl Mûsâ bin Hâcı Hüseyn el-İznikî Prof. Dr. Sadık Yazar
Görüntüle
7TERCÜME-İ KİTÂBÜ’T-TA’BÎR-NÂME (AHMED-İ DÂ’Î)Ahmed-i Dâ’î Prof. Dr. Sadık Yazar
Görüntüle
8VESÎLETÜ’L-MÜLÛK Lİ-EHLİ’S-SÜLÛK VE TEFSÎRÜ’L-KUR’ÂN / VESÎLETÜ’L-MÜLÛK (AHMED-İ DÂ’Î)Ahmed-i Dâ’î Dr. Öğr. Üyesi Ali ŞEYLAN
Görüntüle
9MİFTÂHÜ’L-CENNE(T) (AHMED-İ DÂ’Î)Ahmed-i Dâ’î Dr. Öğr. Üyesi Ali ŞEYLAN
Görüntüle
10TERCÜME-İ TEZKİRETÜ’L-EVLİYÂ (AHMED-İ DÂ’Î ?)Ahmed-i Dâ’î Prof. Dr. Sadık Yazar
Görüntüle
11TERCÜME-İ EŞKÂL-İ NÂSIR-I TÛSÎ / TERCÜME-İ SÎ FASL Fİ’T-TAKVÎM (AHMED-İ DÂ’Î)Ahmed-i Dâ’î Dr. Öğr. Üyesi Ali ŞEYLAN
Görüntüle
12TERCÜME-İ TIBB-I NEBEVÎ / EŞ-ŞİFÂ FÎ-EHÂDÎSİ’L-MUSTAFÂ (AHMED-İ DÂ’Î)Ahmed-i Dâ’î Dr. Öğr. Üyesi Ali ŞEYLAN
Görüntüle
13TERESSÜL (AHMED-İ DÂ’Î)Ahmed-i Dâ’î Doç. Dr. Hasan Gültekin
Görüntüle
14MÜFREDÂT (AHMED-İ DÂ’Î)Ahmed-i Dâ’î Dr. Öğr. Üyesi Ali ŞEYLAN
Görüntüle
15DÂSTÂN-I MANSÛR, MANSÛR-NÂME (AHMEDÎ)Ahmedî, Ahmedî-i Tebrîzî, Tebrîzli Ahmedî Prof. Dr. Orhan Kemal Tavukçu
Görüntüle
16CÂMASB-NÂME (ABDÎ)Abdî, Mûsâ Prof. Dr. Müjgân Çakır
Görüntüle
17TERCÜME-İ KASÎDE-İ BÜRDE (ABDURRAHÎM)Abdurrahîm, Abdurrahîm Karahisârî, Şeyh Abdurrahîm Karahisârî, Abdurrahîmu’l-Karahisârî, Abdurrahîm Sultân, Abdurrahîm Mısırlı-zâde, Mısırlı-zâde, Mısrîoğlu, Mısrî Sultân Doç. Dr. Bünyamin Ayçiçeği
Görüntüle
18RİSÂLE Fİ’L-MEBDE’İ VE’L-MA’ÂD (ABDURRAHÎM)Abdurrahîm, Abdurrahîm Karahisârî, Şeyh Abdurrahîm Karahisârî, Abdurrahîmu’l-Karahisârî, Abdurrahîm Sultân, Abdurrahîm Mısırlı-zâde, Mısırlı-zâde, Mısrîoğlu, Mısrî Sultân Öğretmen Ece Ceylan
Görüntüle
19NEKÂVETÜ’L-EDVÂR (HÂCE ABDÜLAZÎZ)Abdülazîz, Abdülkâdir-zâde, Hâce Abdülazîz, Usta Abdülazîz Doç. Dr. Recep Uslu
Görüntüle
20DÎVÂN (ADLÎ)Adlî, Sultân Bâyezîd-i Velî bin Fâtih Sultân Mehmed Prof. Dr. YAVUZ BAYRAM
Görüntüle
21DÎVÂN-I TÜRKÎ (ADNÎ)Adnî, Mahmûd Paşa Dr. Öğr. Üyesi Hulusi Eren
Görüntüle
22DÎVÂN-I FÂRİSÎ (ADNÎ)Adnî, Mahmûd Paşa Dr. Öğr. Üyesi Hulusi Eren
Görüntüle
23DÎVÂN (ÂFİTÂBÎ)Âfitâbî Prof. Dr. Yunus KAPLAN
Görüntüle
24DÎVÂN (ÂHÎ)Âhî, Benli Hasan, Dilsiz Dânişmend Doç. Dr. Osman Kufacı
Görüntüle
25HÜSREV Ü ŞÎRÎN (ÂHÎ)Âhî, Benli Hasan, Dilsiz Dânişmend Prof. Dr. Mehmet Fatih Köksal
Görüntüle

1-Ahmed-I Dâî - ÇENGNÂME (Haz. Gönül Alpay Tekin) PDF

0 calificaciones0% encontró este documento útil (0 votos)
364 vistas529 páginas

Título original

1-Ahmed-i Dâî - ÇENGNÂME (haz. Gönül Alpay Tekin).pdf

Derechos de autor

Formatos disponibles

PDF, TXT o lea en línea desde Scribd

Compartir este documento

Compartir o incrustar documentos

¿Le pareció útil este documento?

0 calificaciones0% encontró este documento útil (0 votos)
364 vistas529 páginas

Título original:

1-Ahmed-i Dâî - ÇENGNÂME (haz. Gönül Alpay Tekin).pdf

JOURNAL OF TURKISH STUDIES

Edited by
Şinasi TEKİN . Gönül Alpay TEKİN

. The Journal of Turkish Studies (TUBA) publishes scholarly studies relating to


the Turkish world and to the cultural regions with which the Turks have had relations
in the course of their history.
. The Journal of Turkish Studies appears in parts of varying sizes, with one or
more parts making up one volume per year.
. Articles, monographs and others may be submitted to:

Şinasi Tekin
c / o Journal of Turkish Studies
Department of Near Eastern Languages and Civilizations
Harvard University
6 Divinity Ave., Cambridge,MA. 02138

. Back issues of the Journal of Turkish Studies and those of the Sources of
Oriental Languages and Literatures are available at:

Journal of Turkish Studies


P.O.Box 1447
Duxbury, Ma. 02332 / USA
Tel, (617) 585 8796
SOURCES OF ORIENTAL LANGUAGES AND LITERATURES
16
Edited by Şinasi Tekin & Gönül Alpay Tekin

TURKISH SOURCES XIV

Ç E N G N Â M E
AHMED-İ DÂCI

Critical Edition and Textual Analysis


by
Gönül Alpay Tekin

Published at
The Department of Near Eastern Languages and Civilizations
Harvard University
1992
DOĞU DİLLER* v c EDEBİYATLARININ KAYNAKLARI
16

Yayınlayanlar: Şinasi Tekin . Gönül Alpay Tekin


TÜRKÇE KAYNAKLAR XIV

Ç E N G N Â M E
AHMED-İ DÂCI

İnceleme . Tenkidli Metin


Hazırlayan
Gönül Alpay Tekin

Yayınlandığı yer
Harvard Üniversitesi
Yakındoğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü
1992
Copyright © 1992 by the Editors
AJl rights reserved

Bütün telif hakları yayınlayanlara âittir

Managing Editor and Composer


of the Series
Carolyn I. Cross

Cover by
Nan Freeman and Feridun Özgören

Library of Congress Catalog Card Number 70-131003


This volume has been subsidized by
Dr. Eling Eide from Sarasota
and by
The Departm ent of Near Eastern Languages and Civilizations
Harvard University
1992
Eşim
Şinasi TEKİN’e

ve

Oğlum
İbrahim Hakkı Durali Satılmış TEKİN’e
sevgilerimle !
İÇİNDEKİLER

İçindekiler, Önsöz (I-IV)


I. Ahmed-i Daî’den önceki Anadolu’nun kültür hayatı (1-56)
A. XIII-XIV. yüzyıl (1-13)
B. Ahmed-i Daî ve Germiyan beyliği (13-15)
C. Ahmed-i Daî’nin hayatı (15-23)
D. Ahmed-i Daî’nin edebî kişiliği (23-37)
E. Ahmed-i Daî’nin eserleri (37-56)
II. Çengnâme’nin Tahlili (57-98)
A. Çengnâme hakkında bilgiler (57-71):
a. Çengnâme hakkındaki bilgilerin tenkidi
b. Çengnâme’nin adı, yazıldığı larih ve sunulduğu şahıslar
B. Çengnâme’nin muhteva özellikleri (72-98):
a. Çengnâme’nin kaynağı
b. Çengnâme’nin konusu
c. Çengnâme’nin hikâye yapısı
d. Çengin temsil ettiği insan imajı, Âşık
e. Ahmed-i Daî’nin vardığı sonuç

III. Çengnâme’de dil ve üslûp özellikleri (99-205)


A . Çengnâme’de âhenk unsurları (99-113):
a. Vezin
b. Kafiye
c. Redif
d. Aliterasyon ve assonans
e. Çengnâme’de diğer âhenk unsurları
B. Çengnâme’ae İslâm kültürüne âit üslûp özellikleri (113-186):
a. Dinî, tarihî, efsanevî inanışlarla ilgili motifler: (113) •
1. Allah, Hz. Muhammed, Çâr-yâr-ı Güzîn ile ilgili ifadeler
2. Diğer peygamberlere âit kıssalar
3. Efsanevî ve tarihî şahsiyetler
4. Diğer efsaneler ve motifler
5. Efsanevî aşk hikâyeleri
b. Kozmoğrafya, ilm-i nücıım, ilm-i sihr, ilm-i kimya gibi çeşitli ilimlere
âit kelime ve tâbirler: (148)
1. Kozmoğrafya, ilm-i zîç, ilm-i nücûm
2. İlm-i sihir ve ilm-i tılısım
3. Ilm-i kimya; Ilm-i tıb
4. jlm -i fâl, satranç ve kumar
c. Ilm-i musikî, edebiyat, hattatlık ve nakkaşlık gibi güzel sanatlara âit
kelime ve tâbirler: (159)
1. İlm-i musikî
2. Edebiyata âit kelime ve tâbirler
3. Hattatlığa âit kelime ve tâbirler
4. Nakış sanatı
d. Çengnâme’de Arap ve İran edebiyatının etkileri: (167)
1. Çengnâme’de Arapça ve Farsça kelimeler ve tâbirler
2. Klâsik İslâm şiirinde dolayısiyle Divan şiirinde klişeleşmiş üslûp özellikleri.
Mazmunlar ve edebî sanatlar:
aa. Klişe ifadeler ve mazmunlar
bb. Çengnâme’de edebî sanatlar.
C. Çengnâme’de günlük hayatla ilgili ifade özellikleri (186-202):
a. Devrin siyasî, sosyal ve ekonomik hayatiyle ilgili ifadeler (187)
b. Çengnâme’de konuşma diline mahsus ifadeler, tâbirler ve atasözleri: (193)
1. Konuşma diline mahsus ifadeler
2. Tâbirler
3. Atasözleri
D. Çengnâme’deki arkaik Türkçe kelimeler ve önemli bazı
g ra m e r özellikleri (202-205)

IV. Çengnâme’deki insan ve varlık anlayışı ile ana tema üzerinde bazı düşünceler
(207-295)
A. Eskiçağda Mezopotamya’da gelişen ilkbahar, hayat, ölüm ve değişim
hakkındaki inançların ve merâsimlerin, Çengnâme’nin varlık
anlayışında, temasında ve konusunda görülen izleri (209-252):
a. Çengnâme ve ilkbahar festivalleri (209)
b. İlkçağdan hıristiyanlığın ilk devirlerine kadar çengin dinî inanışlar
ve merâsimlerdeki yeri, anlamı, beraber bulunduğu semboller (221)
1. Arkeoloji araştırmalarının neticelerine göre çeng
2. Sümer, Akat, Bâbil ve Asur tabletlerinde çeng
B. Hıristiyanlıkta pagan devrinden gelen çeng ile ilgili
sem bo ller ve görüşler (253)
C. Hıristiyanlığın aracılığı ile İslâm dünyasındaki
musikî risâlelerine geçen çeng ve musikî ile ilgili bilgiler (256)
D. Sümer, Akat, Bâbil ve İran kültürlerinde milât öncesi yazılmış
bazı eserlerin çeng ve Çengnâme ile ilgileri (258)
E. Çengnâme’yi putperest inançlara, merâsimlere ve bunlarla
ilgili im ajlara bağlayan üslûp özellikleri (280)

V. Çengnâme’nin tenkidli metni (297-411)


A. Ç e n g n â m e ’nin yazm a nüshaları (297-298)
B. N üsh alard ak i imlâ özellikleri (298-299)
C. Metin tesbitinde göz önünde bulundurulan hususlar (299-303):
a. Türkçe kelimelerde göz önünde bulundurulan hususlar
b. Eklerde göz önünde bulundurulan hususlar
c. Yabancı kelimelerde göz önünde bulundurulan hususlar
d. Şekil bakımından göz önünde tutulan hususlar
D. Çengnâme (304-411)
VI. Açıklamalar (413-482)
VII. Bibliyografya ve Kısaltmalar (483-502)
ÖNSÖZ

XV. yüzyıl Türk edebiyatı şâirlerinden Ahmed-i Daî’nin Çengnâme adlı mesnevisi
üzerinde çalışmaya 1972-1974 yılları arasında Ankara’da Hacettepe Üniversitesinde
öğretim görevlisi olarak bulunduğum sırada başlamıştım. O zamanlar bu mesnevinin
sadece metin tesbitini, edebî tahlilini ve edebiyat değerini, Ahmed-i Daî’nin tarihî
kişiliğini, şâir ve yazar olarak değerini içeren bu çalışma iki kere doçentlik tezi olarak
sunulmuş ve geri çevrilmiştir.
D a h a s o n r a ç a lış m a la r ım a A m e r ik a ’d a H a r v a r d Ü n iv e r s ite s in d e
görevlendirildiğim zaman devam ettim. Daha Türkiye’de iken, Çengnâme’nin kültür
kökenlerinin eskiliğini gördüğüm hâlde bu konu üzerinde muhitimizde yeteri derecede
ilgili eser bulunmadığı için, hiç bir araştırma yapamamıştım. Harvard Üniversitesinin,
her bakım dan zengin ve her zaman hizmete açık kütüphanesi, bana Çengnâme’nin
kültürel açıdan tarihselliğini ortaya koymak için büyük bir destek oldu. Basımı uzun
yıllar geciken Çengnâme, en nihayet şimdiki kapsamıyla yayınlanmış bulunuyor.
Bu eseri hazırlarken çalışmalarımın ilk metin tesbiti safhasında, özellikle Arapça
ibareleri çözmekte bana yardım etmiş olan değerli arkadaşım Mustafa Canpolat’a;
metni benimle birlikte baştan sona kadar okuyan, bazı beyitlerin açıklanmasında
değerli bilgilerini esirgemeyen, divan edebiyatına girmiş bulunan İslâm dinine, dinî ve
tarihî efsanelere, geleneklere âit bütün bilgilerini zevkle ve mutlulukla bana bir hazine
devreder gibi devreden ve daima sevgiyle, saygıyla andığım muhterem rahmetli hocam
Ali Nihad Tarlan’a; eserin kompozisyon devresinde ve diğer hususlarında bana yardım
eden, kalbimde daima büyük bir yeri olan muhterem hocam Hasibe Mazıoğlu’na; ve
nihayet bu eseri Amerika’da tamamlarken, bana istediğim kitap ve makaleleri, olmadık
yerlerden bulup getiren, düşüncelerimin billûrlaşmasında, yaptığı İlmî münakaşalarla
y a rd ım la rın ı e sirg em ey en sevgili hayat a rk a d aşım , dostum Şinasi T e k in ’e
minnettarlıklarımı ve teşekkürlerimi sunarım.

Gönül Alpay TEKİN Duxbury, 1 Haziran 1992


I. BÖLÜM

AHMED-İ DAÎ’DEN ÖNCEKİ ANADOLU’NUN KÜLTÜR HAYATI


I. AHMED-İ DAÎ’DEN ÖNCEKİ
ANADOLU’NUN KÜLTÜR HAYATI
VE AHMED-İ DAÎ

A. XIII. ve XIV. y ü z y ı l d a A n a d o l u’d a K ü l t ü r H a y a t ı

Anadolu’da XIII.yüzyıla nazaran XIV.yüzyıl, daha çok Türkçe eserlerin yazılmağa


başladığı bir devirdir. Bu devirde İran edebiyatının karşısında Türk edebiyatının
k en dini böyle kuvvetle duyurm ası bir bakım a A n a d o lu ’daki siyasî durum un
değişmesiyle yakından ilgilidir. Çünkü daha Köse Dağ savaşından (1243) sonra
Anadolu Selçuk devleti çökmeye başlamış ve bu yenilgiyi izleyen yıllarda İlhanlı
devletinin bir uydusu haline gelmişti. Ayrıca 1285 yılına kadar Tebriz’deki Moğol
hükümeti tarafından aynı anda tayin edilen birden fazla Selçuk sultanı ve vezirleri
arasında kuvvet çekişmeleri sürüp gitmiş;1 bu da ülke içipdeki sükûn ve asayişin daha
çok bozulmasına ve halkın huzursuzluğuna yol açm ıştı/B u arada 1277’de Moğollara
karşı Anadolu’da hazırlanan ayaklanma ve bu ayaklanmaya katılan Memlûk Sultanı
Baybars (1260-1277)’m Anadolu’ya kadar gelerek Moğollarla savaşması, Moğolların
Erzurum-Kayseri arasındaki bölgede korkunç bir katliama girişmeleriyle sonuçlanmış
ve A nadolu halkı M oğollardan büsbütün nefret etm işti.2 1285 yılından itibaren
Anadolu Selçuk devletini tek başına idare eden II.Mesûd (1284-1296 ve 1302-1308)’un
ise bu devletin başında ismen var olduğu görülür. Z ira A nadolu Selçuk devleti
II.Mesûd’un hükümdarlığı sırasında Tebriz’deki İlhanlılarm gönderdiği Moğol beyleri
tarafından idare edilmeğe başlandı.3 Bu durum İlhanlı hükümdarı Ebû Said Hanın
1355’de ölümüne kadar böylece devam etti.4
İşte XIII.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu Selçuk devletinin düştüğü bu
zayıf durumdan faydalanan uç Türkmen beyleri, Selçuk devletini tanımamaya, kendi
başlarına hareket etmeye, İlhanlı devletine kendi özel hâzinelerinden vergi ödeyerek
varlıklarını tek başlarına korumaya başladılar. Ayrıca Bizans imparatorluğunun bu
sıradaki zayıf durumundan da yararlanarak, batı Anadolu’ya doğru yayıldılar.5 Bundan
başka Moğollara verdikleri ağır vergiler altında ezilmiş ve hele 1277’deki katliamdan
sonra Moğollardan iyice nefret etmiş olan Anadolu’nun iç kesimlerindeki halk, hem
gaza ve fütühat idealleriyle hem de daha rahat ve daha refah bir hayat bulmak
üm idiyle batıdaki bu uç beyliklerine akın ettik lerin d en , bu beylikler daha da
güçlendiler.
Selçuk devletini artık tanım ayan ve onun bu zayıf durum undan yararlanan
Anadolu beylerini İlhanlılarm Anadolu valisi Emir Çobanoğlu Demirtaş, kendi idaresi
altına almak istediyse de, bu beyliklerden ancak Eşrefoğlu ve Hamidoğlu beyliklerini

1İ. H. Uzunçarşılı, Osmanh Tarihi, C.I, s.12-14, 17-19.


2aym eser, s.15-16.
3aynı eser, s.21, 40.
4aym eser, s.42.
5aym eser, s.39-40; F. Köprülü, Osmanh İm paratorluğunun Kuruluşu, s.135.

1
ortadan kaldırabildi. Çünkü bu sırada kendisinin ve ailesinin İlhanlı hüküm eti
yanındaki durumu sarsıldığı için, kumandanı Eradna Beyi yerine bırakarak 1327’de
Mısır’a kaçmak zorunda kaldı.6 1335’de Ebû Said Hanın vâris bırakmadan ölümü
üzerine Tebriz’de çıkan taht kavgalarından yararlanan Eradna Bey, Merkezi Sivas
olmak üzere bir hüküm et kurduğu sırada, Karam an, M enteşe, Germiyan, Aydın,
Saruhan, Karesi, Candaroğulları beylikleri ile Söğüt, Yenişehir, Bilecik, Eskişehir
yörelerinde Osmanlı beyliği bulunuyordu.7 Osmanlı beyliği dışındaki öteki beylikler,
XV.yüzyılın ikinci yarısına kadar uzanan süre içinde teker teker ve çeşitli zamanlarda,
Osmanlı devletine bağlandıkları için, Anadolu’da ancak XV.yüzyılın ortasından sonra
tam bir siyasî bütünlük sağlanabilmiştir. XIV.yüzyıl ile XV.yüzyılın ilk yarısı boyunca
adı geçen bu beylikler gerek kendi aralarında, gerekse Osmanlı devletiyle çekişmişler
ve kendilerine siyasî bir varlık ve bütünlük kazanmak için uğraşmışlardır. Fakat bütün
bu çekişm eler ve çabalar, hiç bir zam an XIII.yüzyılın ikinci yarısındaki İktisadî
sıkıntılar, savaşlar ve katliamlar ile boy ölçüşemiyeceği için, Timur (1370-1405)’un
1400’de Sivas’a, 1402’de de Ankara’ya geldiği ve bütün Anadolu’yu istilâ ettiği kısa
devre sayılmazsa, Anadolu bir buçuk yüzyıllık bir zaman içinde nisbeten rahat bir nefes
almıştır.
İşte XIV.yüzyıl ve XV.yüzyılın ilk devresinde görülen bu nisbeten düzenli ve rahat
hayat sonucunda, Anadolu’daki beyliklerde bilim ve sanat birdenbire hızla gelişmeğe
başlamıştır. Konya, Kütahya, Beyşehir, Amasya, Denizli, Selçuk, Manisa, Kastamonu,
Sinop, İznik, Bursa, Edirne gibi şehirlerde bir çok cami, han, hamam, çeşme gibi
binalar, su yolları tesisleri, m edreseler yapılmış; yapılan binalar çiniler ve çeşitli
yazılarla süslenm iştir.8 Özellikle beyler, bilim ve sanat adam larına büyük önem
vermişler; hatta bunlar arasında saraylarındaki bilim adamları için medreseler yaptıran
beyler bile çıkmıştır.9
Aslında gerek bilim kurumlan ve diğer binaları yaptırmakta, gerekse bilim, sanat
ve edebiyatı teşvik etm ekte Anadolu beylikleri, Anadolu Selçuk imparatorluğunu
izlemiş olmakla birlikte, beyliklerde gittikçe artan maddî güç de beylerin bu tür
faaliyetlere girişmelerine önemli bir sebep olmuştur. Bu maddî güç, önceleri fütühat
düşüncesiyle yapılan akınlarla sağlanmıştır. Meselâ Aydınoğlu Umur Bey (1340-
1348)’in10 ve 1320’de Rodos şövalyelerine yenilinceye kadar M enteşeoğullarının11
M ora’ya Rodos’a ve Akdeniz adalarına yaptıkları akınlardan aldıkları ganimetlerle
zenginleştikleri görülür. Ancak bu uç beyliklerinde hareket im kânlarının, yani
akınların, deniz ve denizden yararlanmasını daha iyi bilen hıristiyanlar tarafından

6İ. H. Uzunçarşılı, aynı eser, s.41.


7aym eser, 42-43.
8İ. H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.60,64-65, 74, 76-77, 80, 87, 89-90, 123, 125, 127, 133-135, 138,
144, 229-237; Kütahya Şehri, s.71-88; Osmanlı Tarihi, C.I, s.522-523, 542-545; M. Çağatay Uluçay
Saruhanoğulları ve E serlerine D air Vesikalar, Manisa Halkevi yayınlarından, sayı 6, İstanbul 1940; P.
Wittek, M enteşe Beyliği, s. 132-153.
n . H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 139.
10F. K öprülü, “A ydınoğulları tarihine ait n o tla r,” TM (İstanbul 1926), C.II , s.419-420; İ. H.
Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.91, 94, 106-107.
rıP. Wittek, aynı eser, s.121.

2
durdurulmasıyla, beyler daha çok ticarete yönelm işlerdir.12 Esasen XlV.yiizyilda
bütün beyliklerin ticarete önem verdikleri bir gerçektir. Anadolu’da Trabzon, Sinop,
Farya, Selçuk,13 Antalya, Alâiye, Ayas ve B alat14 lim anlarından Kıbrıs’a R odos’a,
Mısır’a dokuma kumaş, ipek, yün, pamuk, zamk, bakır, gümüş, kereste, şap, av kuşları
gönderilmiştir. Hatta büyük nehirlerden de yararlanılmış; Büyük Menderes nehrinden
gemilerle eşya ve yolcu nakliyatı yapılmış; Kütahya şarapları ve şapı bu nehir yoluyla
Selçuk ve Balat limanlarına indirilmiştir.15 Kara yollarında ise Sivas, en az Konya ve
Kayseri kadar önemli bir rol oynamış; Mısırlı, Suriyeli müslüman tüccarlar ile Cenevizli
ve Venedikli hıristiyan tüccarlar bu şehire gelmişler; mallarını ya orada satmış ya da bu
şehirden başka ülkelere geçmişlerdir.16 Bu arada Germiyan’m dokuma kumaşları ve
atlarının, bu ülkenin m erkezi K ütahya’nın gümüşleri ve şapının, Candaroğullan
ülkesinde yine atların ve av kuşlarının, Balıkesir ipeğinin, Bursa -- Konya arasında
yetiştirilen pamuğun, Alâiye’deki gemi tezgâhlarının ve kerestenin Avrupa’da ün
saldığı da belirtilmelidir.17
İşte gerek fütühat ve gaza yoluyla elde edilen ganim etler ve gerekse gittikçe
gelişen ticaret hayatı, Anadolu beyliklerinin zenginleşmesine yol açmış; beylerin daha
şâşaalı bir hayat yaşamasını sağlamıştır. Ayrıca genellikle zenginlik ve refahla doğru
orantılı olarak gelişen bilim, sanat ve imar faaliyetleri de hızlı bir gelişme göstermiş;
beylerin tantanalı saray hayatlarında önemli bir yeri doldurmuşlardır. İbn Batuta’dan
naklen Paul W ittek, Birgi sarayı ile fakih ve âlim lerin ihtişam ını şöyle anlatıyor;
“Birgi’de ilâhiyatçılar ve fakihler muhteşem, altın işlemeli elbiseler içinde dolaşıyor ve
bir alay hizmetçilerle çevrili, m utantan evlerde oturuyorlar . . . İşte şimdi bilhassa
sultan sarayı: Suffada ipekler giymiş, eşsiz güzellikte içoğlanları, kabul salonuna bir
çok basamaklardan çıkılıyor, duvarlarında çepçevre minderler ve halılar döşeli sedirler
dizilmiş, orta yerde bulunan havuza köşelerdeki bronz arslan ağızlarından su akıyor;
itina ile hazırlanmış tatlılar altın, gümüş, fağfur kâselerde sunuluyor. Misafire günlük
yiyeceğinden başka bir büyük para hediyesi, bir elbise, bir at ve Rum köle gönderiliyor
. . . ,”18 Menteşe sarayı bu sıralarda Birgi sarayından daha mütevazi olmasına rağmen
Orhan (ö. 1344’den önce)’nm babası Mesud (ö. 1319’dan önce) zamanında bu sarayda
da paranın, kölenin ve kıymetli eşyaların bol olduğu tahmin edilmektedir.19
İşte Aydın, Denizli, Menteşe, Candaroğullan gibi uç beyliklerinin, Konya’da eski
kültürün mirası üzerine oturan Karaman’m, kuruluşundan itibaren her türlü gelişme
imkânlarına sâhip Germiyan’ın20 ve büyük ticaret yollarının kavşağı olan Sivas’daki
Kadı Burhaneddin hükümetinin sanat ve kültür hareketlerinin ilk başladığı ve hızla

12M eselâ M enteşe beyi O rhan (ö. 1344’den önce)’ın batı ile yapılan ticarete verdiği önem, sırf bu iş
için kullanılan batı tipinde paralar bastırmasından anlaşılabilir, bk. P. Wittek, aynı eser, aynı yer.
13F. Köprülü, “Anadolu Beylikleri tarihine ait notlar,” TM (İstanbul 1926), C.II, s.8.
14Balat limanından yapılan ithalat ve ihracat için bk. P. Wittek, aynı eser, s.122-123.
15İ. H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.252; —, Kütahya Şehri, s.69; P. Wittek, aynı eser, aynı yer.
16İ. H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.247-248.
17İ. H. Uzunçarşılı, aynı eser, s.245-256.
18P. Wittek, aynı eser, s.119-120.
19aynı eser, s.120.
20F. Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, s.79-83.

3
geliştiği merkezler olmaları yukarıda anlatılan sebeblerle yakından ilgilidir. Hatta bu
beyliklerde bilim ve sanata o kadar değer verilmiştir ki beylerin bizzat kendileri de
bilim ve sanatla uğraşmışlardır. Candaroğlu İsmail Bey21 (1442-1464), Aydmoğlu İsa
Bey22 (Ö.1402’den önce), Kadı Burhaneddin23 (1344-1396) bu tip beyler arasında
sayılabilir. Bunlardan Germiyanoğlu Süleyman Şah (1368’den az önce-1387’den az
önce) ve II. Yakup Bey (1387’den önce-1390, 1402-1428) gibi bilgin ve sanatçıları
koruyan, teşvik eden sanat ve edebiyat m eraklısı pek çok bey de bu beyliklerde
hükümdarlık etmiştir.
Fakat XIV.yüzyıl sonları ve XV.yüzyıl başlarında kültür ve sanat faaliyetlerinin
birdenbire Osmanlı devletine doğru akmaya ve beyliklerde bu gibi faaliyetlerin
nisbeten sönmeğe başladığı da görülür.
Bu durum, Osmanlı devletinin Rumeli topraklarına ayak basması ve Bursa’dan
geçen batı-doğu ticaret yoluna sahip olmasıyla ilgili olabilir.24 Çünkü Osmanlı devleti
böylece diğer beyliklere nazaran birdenbire hem siyasî bakımdan daha güçlenmiş hem
de İktisadî bakım dan daha yüksek bir seviyeye ulaşm ış ve bu sayılan sebepler
sonuncunda, gaza ruhu ile hareket eden gazi dervişleri ve diğer beyliklerdeki bilginleri
kendi sınırlarına doğru çekerek, hem askerî güç hem de düşünce bakımından diğer
beyliklerden daha üstün duruma gelmiştir. Ayrıca daha o sıralarda Osmanlı devleti
bazı beylikleri kendi idaresi altına almış bulunuyordu.25 Oysa diğer beyliklerin

21C andaroğulları’ndan İsmail Bey, Kastomonu’da on odalı bir medrese, imaret, türbe ve kütüphane
tesis etmiştir. Bilime büyük bir değer veren İsmail Bey, aynı zamanda kendisi de bir bilgin olup, Hulviyyât-
ı Şâhî adlı fıkıha dair bir eser yazmıştır. Devrinin ünlü bilgin ve şairlerini toplamıştır. H atta Hâmidî’nin
divanında onun için yazılmış kasideler bulunmaktadır, bk. İ. H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.138-139;
İ. H. Ertaylan, Külliyyât-ı Dîvân-ı M evlânâ Hâm idî, s.40-41, tıpkı basım , s.310-311, 317, Hulviyyât-ı
Şâhî’nin nüshaları için bk. F. E. Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Ktp. Türkçe Yazmalar Katalogu, C.I-II;
H. 223-226, H.S. 3020, s.76-77, 367-368; E. Rossi, Elenco dei Manoscritti turchi della Biblioteca Vaticana,
(Citta del Vaticana 1953) Turco No.21, s.16; No.126, s.106.
22Kendisi de bir bilgin olan Aydınoğullarından İsa Bey, hangi din ve m ezhepten olursa olsun bütün
bilim ve sanat adam larını korum uş bir beydir. M eselâ Bizans tarihçisi D ukas’ın bir bilgin olan babası
Bizans’tan kaçarak İsa Bey’e sığınmış ve onun tarafından çok iyi karşılanmıştır. Ayrıca Hacı Paşa’nın Şifâ-
ül eskâm ve devâ-ül âlâm adlı eseri ile bir H üsrev ü Şirin çevirisi onun adına yazılm ıştır, bk. İ. H.
Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.113. Ayrıca bk. not 67.
23 Sivas’ta hükümet kurmuş olan Kadı Burhaneddin’in 1395 tarihli İksir-üs-saâdât lî esrâr-il ibâdât
adlı hikmet ve felsefeye ve 1397 tarihli Tercîh-üt-tavzîh adlı fıkıha dâir iki mensur eseri ve Türkçe bir
divanı vardır. Gazel, rubâiyyat ve tuyuglardan ibaret olan Türkçe divanı, Türk Dil Kurumu tarafından tıpkı
basım halinde 1943 yılında yayınlanmıştır. Bu eserin tek nüshası, Londra British Library’dedir. Hem bir
âlim hem de kuvvetli bir şâir olan Kadı Burhaneddin, ayrıca Aziz E strabadî’ye kendi hükümdarlığının
tarihini yazdırmıştır. XIV.yüzyıl için çok önemli tarihî bir kaynak olan bu eserin adı Bezm ü Rezm ’dir.
E ser, F u at K öprülü tara fın d an 1928 yılında, eser ve yazarı hakkında bir m ukaddim e ile birlikte
yayınlanmıştır. Ayrıca bk. İ. H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.166-167; Kadı Burhaneddin Divanı,
önsöz, s.V-VI; Mirza Bala, “Kadı Burhaneddin,” İA (1952), 55. cüz, s.46.
24H. İnalcık, “Osmanlı İm paratorluğunun kuruluş ve inkişafı devrinde Türkiye’nin İktisadî vaziyeti
üzerinde bir tetkik münasabetiyle,” Belleten (1951), C.XV, sayı 60, s.629-684; Ayrıca bu yüzyılda Osmanlı
devletinin zenginliği ve İktisadî durumu hakkında bk. H. İnalcık, “ 15. Asır Türkiye İktisadî ve İçtimaî tarihi
kaynaklan,” EFM (1953-1954), No. 1-4, s.51-67.
25M eselâ Yıldırım Bayezid (1389-1402) daha 1390’da Germ iyan, Aydın ve Saruhan beyliklerini
Osmanlı devletinin idaresi altına almıştı. Karesi beyliği ise 1357’den sonra Osmanlı devletine katılmıştı,
bk. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.I, s.262-263; - , Anadolu Beylikleri, s. 100.

4
kaderini kötüye doğru tayin eden bir takım sebepler vardı. Bir kere uçtaki beylikler
özellikle güney ve batı Anadolu beylikleri Akdeniz ve Ege denizine dayandıkdan sonra
deniz dolayısiyle gaza imkânlarını nisbeten yitirdikleri için, kara yolu gibi bambaşka bir
şartla gaza ve fütühat kapısı açan Osmanlı devleti ile yarışacak durumda değillerdi.
Bundan başka gerek kendi aralarında gerekse O sm anlIlarla yaptıkları savaşlar
yüzünden yıpranmaktaydılar. Meselâ Germiyan beyliğinin gelişmesine engel olan
sebeplerden birisi komşusu Karaman beyliği ile yaptığı mücadelelerdir.2^ Bu durumda,
bu beyliklerin bütün şansları artık hükümdarların kuvvetli kişiliklerine kalmıştı. İşte
beyliklerin çeşitli sebeplerle gerilemesine karşılık gittikçe gelişen Osmanlı devletinde
ise m edreselerin çoğalması, bu medreselerin ünü, müderrislere ödenen ücret, diğer
beyliklerdeki bilginleri Osmanlı şehirlerine çekmekteydi. Meselâ Menteşe beyliğinde
bu durum şöyle anlatılıyor: Bu Kadı-i Balat’ın oğlu Molla Hızırşah, tahsiline vatanı
olan M enteşe’de başladı ve onu sonra Mısır’da bitirdi; nihayet vatanına dönerek,
II.M urad’ın Bursa’daki medresesine nakletmesi hususundaki cazip davetine rağmen
ölüm üne kadar (853) B a la t’taki tedris vazifesine sâdık kaldı. N eticede tabiî
m em leketin m eydana getirdiği ehliyetler İstanbul, E dirne, ve B ursa’nın büyük
m edreselerine gittiler; bu suretle eski beyler tarafından tesis edilmiş olan tedris
m üesseseleri söndüler. İşte adı geçen H ızırşah’ın keram et gösteren oğlu Molla
Muhyiddin Derviş Mehmed’i, II.Mehmed zamanında Bursa’daki Sultan medresesinde
müderris buluyoruz.”27 Ayrıca şâir ve sanatçılara gelince, Osmanlı devletinin idaresi
altına aldığı beyliklerdeki sanatçılar için intisap edilecek hükümdar sarayı, vezir ya da
paşa gibi yüksek mevkideki kimselerin konakları artık sadece Osmanlı devletinin
m erkezlerinde bulunabilirdi.28 H atta Germ iyan beyliği gibi henüz varlıklarını
korumakta olan beyliklerdeki sanatçıları bile Osmanlı sarayı cezbetmeğe başlamıştı.
Meselâ daha Germiyanoğlu II.Yakup (1387-1390, 1402-1428) zam anında Ahmedî,
Şeyhoğlu, Ahmed-i Daî gibi Germiyan şâirlerinin Emir Süleyman (1402-1422)’a intisap
ettikleri görülür. Bütün bunlar Osmanlı devletinin zenginleşmesi ve böylece sanatçılar
için daha elverişli bir duruma gelmiş olmasıyla izah edilebilir. Görülüyor ki ancak
Yıldırım Bayezid (1389-1402) zamanında Anadolu’da şiire itibar edilmeğe başlandığı
ve Timur (1370-1405) ile birlikte Anadolu’ya gelen bazı İran şâirlerinin bunda rolleri
olduğu şeklindeki Alî’nin ifadesinin sadece Osmanlı beyliği için bir dereceye kadar
doğru olduğu, öteki beylikleri, yani bütün Anadolu’yu içine almadığı kesindir. Çünkü
T im ur’dan önce A nadolu’da yazılmış pek çok esere rastlanm aktadır.29 Ancak o
zamana kadar Osmanlı sarayında, Timur’un Anadolu işgali sırasında, Farsça ve Türkçe
divanları kaybolmuş olan şâir Niyazî ile Yıldırım Bayezid zamanında divan-ı hümayun
imamı olan Mevlid-i nebevî’nin ünlü yazarı Süleyman Çelebi bulunm aktaydı.30

26F. Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, s.83


27P. Wittek, M enteşe Beyliği, s.117.
28MeseIâ Candaroğlu beyliğindeki sanatçıların bu arada Mevlânâ H âm idî’nin de Osmanlı sarayına
intisap ettiği bilinmektedir, bk. İ. H. Ertaylan, Külliyât-ı DTvân-ı Mevlânâ Hâmidı, s.10.
»Â lî, Künh-ül ahbar; C. V,s.114-115
30Alî, aynı eser, C.V, s.115-116. Fakat Timur olayından çok önce bir çok şeyhin Osmanlı devletinde
hizm et gördüğünü, hatta bunların bazılarının A nadolu’ya dışardan gelmiş şeyhler olduğunu yine Alî
bildirmekte ve dinî, tasavvufî düşüncelerin Osmanlı beyliğinde de oldukça yaygın olduğunu belirtmektedir,
bk. aynı eser. s.113-114.

5
Hükümda rlarm Ivi^ılığının bu gibi faaliyetlerde önemli bir rol oynadığı inkâr edilmezse
de, Osmanlı beyliğinin şiir ve sanatla olan bu kısır ve verimsiz ilgisini, sadece ilk
Osmanlı hüküm darlarının câhil kimseler olmaları ve sanatçılar ile bilginleri elde
etmekte çaba göstermemeleriyle de izah etmek doğru olmaz. Çünkü bu durum sadece
hükümdarlarla ilgili olmayıp, bu beyliğin kuruluşundaki şartlarla ve Yıldırım Bayezid
zamanında gelişen İktisadî ve siyasî durumla da yakından ilgilidir. Yıldırım Bayezid
devrinde artık ganimet askeri, asker tüccarı ve çiftçiyi zengin etmektedir. Bu sosyal
olaylara bağlı olarak yeni mülkî ve adlî kanunlar doğuyordu. Diğer taraftan da
Osmanlı beyliğinde artık dinî ve tasavvuf! duygulardan uzaklaşılarak günlük hayat daha
debdebeli ve tantanalı olmaya başlıyordu.31 Yıldırım Bayezid zamanında başlıyan bu
çeşit zengin hayat, Emir Süleyman ve Sadrazam Ali Paşa (Ö.1406) zamanında daha da
fazlalaşmıştı.32 Meselâ Yıldırım Bayezid ve Emir Süleyman zamamnda sarayda musikî
ön plana geçmiş bulunmaktaydı. Onların sarayında her soydan güzel sesli şarkıcılar
görmek mümkündü.33 Musikî ile birlikte düzenlenen içki ve eğlence meclisleri sarayın
bu debdebeli günlük yaşayışı ile paralel olarak önem kazanmaktaydı. Bu tip bir yaşantı
da hiç şüphesiz Osmanlı devletinde kendi şartlarının getirdiği bir başka edebiyatı
başlatacak ve yeni yeni sanatçıları kendine çekecekti.
Anadolu Selçuk devletinin resmî dili ve sanat dili Farsça olmasına rağmen, aynı
kültürü devam ettiren Anadolu beyliklerinde hem resmî dil hem de sanat ve bilim dili
Türkçe olmuştur. Bu durumu sadece beyliklerde hüküm süren beylerin Farsçayı
bilm em elerine bağlamak zayıf bir açıklama olur. Bu olsa olsa Selçuk devletinin
yıkılm asıyla yeni gelişen m erkezlerde çoğunluğu T ürk olan etnik gurupların,
Konya’daki merkezin eski yazışma geleneğinden çözülmesi ve tabiî bir eğilimle kendi
dillerinde yazmaya başlamalarıyla ilgilidir. Ayrıca gerek Batı Rom a’nm çöküşü ve
gerekse OsmanlIların XlX.yiizyilda hızla Balkanlardan çekilmesiyle oluşan değişik
etnik gruplara dayalı siyasî birliklerde görüldüğü gibi tarihte buna paralel durumlarla
karşılaşılması, bu olayın aynı zamanda evrensel bir olay olduğunu gösterir.
Ancak bu dönemde beyler adına Arapça ve Farsça eserlerin yazıldığına ve bu
dillerin büsbütün önemini kaybetmediğine de burada işaret etmek gerekir. H atta
Bursa ve İznik m edreseleri için yazılmış kitapların Arapça olması, m edreselerde
A rap çan ın önem li yeri olduğunu g ö ste rir.34 Ayrıca yine bu dönem de Kadı
Burhaneddin devletinin tarihini anlatan ve Kadı Burhaneddin’e sunulmuş olan Bezm ü

31F. Köprülü ve Şehabeddin Süleyman, ilk Osmanlı hüküm darlarının tasavvuf ehline fazla rağbet
gösterdiklerini, onlar için zaviyeler inşa ettirdiklerini, Sultan O rhan’ın bunları savaşlara iştirak ettirdiğini,
Sultan l.M urad (1362-1389)’ın dervişler için Y enişehir’de tekye inşa ettirip tahsisat bağışladığını ve bu
sultanın yazı yazmasını bilmediğini, mührünü parmağı ile bastığını, bu yüzden de dışardan gelenlerin ilkin
başka beyliklere iltica ettiğini, Kadızâde-i Rumî, Riyâzî-i Şehîr’in Sem erkand’a Molla C em âleddin’in
K aram an’a, Ahm ed Burhaneddin’in Kayseri’ye daha sonra da Erzincan’a gittiklerini; bu durumun Sultan
Yıldırım Bayezid zam anında biraz değiştiğini söylem ektedirler. Bk. F. K öprülü, Ş. Süleyman, Yeni
Osmanlı Tarih-i Edebiyatı, s.181-182.
32F. Köprülü; Ş. Süleyman, aynı eser, s.183-185.
33aynı eser, s. 187.
-^A. Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, s.13.

6
R ezm , m evlevîlik ta rik a tin e âit S ip eh sâlâr M enakibi ve M enakib-ül Ârifîn,
Karamanoğlu AJâaddin Bey (H 757-793/1356- 1391)’in emriyle şâir Yârcânî’nin yazdığı
K aram an Şâhnâmesi gibi devrin önemli tarihî kaynakları ojan eserlerin de Farsça
yazıldığı unutulmamalıdır.35 Ne var ki, bu bir buçuk yüzyıllık dönemde Türkçenin ön
plâna geçtiği, Farsça ve Arapça eserlerden büyük çapta Türkçeye çeviriler yapıldığı,
çeviri edebiyatının özellikle bu döneme âit olduğu kesindir. Türkçeye yapılan bu
çevirilerin Anadolu beyliklerinde bilim ve sanatın ilerlemesine büyük katkıları olmuş
ve bu çevirilerin yardım ıyla yine bu yüzyılda orijinal Türkçe eserler verilmeğe
başlanmıştır.
XIV.yüzyılın kültür faaliyetlerine genel olarak bakıldığı zaman, bütün beyliklerde
kurulan medreselerde tefsir, fıkıh, kelâm gibi İslâmî bilimler ile matematik ve mantık
gibi aklî bilimlere yer verildiği görülür.36 Ancak aklî ve müsbet bilimlerin henüz bu
yüzyılda Anadolu’da yeteri kadar gelişmediği de bir gerçektir. Çünkü bu devirdeki
elemanın büyük bir kısmı Mısır, Semerkand ve Bağdad m edreselerinde yetişmiştir.
Meselâ İznik medresesinin ilk baş müderrisi Davud bin Mahmud-ür-Rûmî el-Kayserî
(Ö.1350), tasavvuf, mantık ve diğer aklî ilimlerde Şemseddin Mehmed bin Hamza el-
Fenârî (ö .1430-1431), tıp üzerinde Hacı Paşa diye ün kazanmış Celâleddin Hızır
(ö. 1417) Mısır’da yetişmiş kişilerdi. Şâir Ahmedî (1334-1413)de Mısır’da Şemseddin
Fenâri ve Hacı Paşa ile birlikte okumuş; Simavna Kadısı oğlu Şeyh Bedreddin (Ö.1417)
Şeyh Muhammed bin Mahmud Ekmelüddin Barbâtî’nin derslerinde Hacı Paşa’mn ders
arkadaşı olmuştu. Kadızâde-i Rûmî (1337-1412) ise Bursa’daki öğrenimini bitirdikten
sonra Horasan ve Türkistan’a giderek bilgisini arttırmış ve hayatının geri kalan kısmım
Sem erkand’da geçirmiş bir matematikçi ve astronom du.37 Bu ünlü kişilere önce
Menteşe beyliğinde yetişmiş, sonra Mısır’a giderek öğrenimini orada tamamlamış olan
Molla Hızır Şah da katılabilir.38 Bu listeye başka isimler de eklenebilir. Ancak
yukarıda sayılan örnekler, o sırada Anadolu’da henüz matematik, astronomi ve müsbet
ilimlerin büyük bir gelişme göstermediği hakkında yeterli bir fikir vermektedir.
Ne de olsa kurulan bu medreselerde, Arapça bazı yerlerde de Farsça ile öğretim
yapmış Selçuk medreselerinin39 İlmî faaliyetleri devam ettirilmiş; yazılan bazı Arapça
eserlerden anlaşıldığına göre m edreselerdeki öğretim de A rapça önemli bir yer
alm ıştır.40 Ayrıca Davud bin Mahmud-ur-Rûmî el-Kayserî’nin Muhyiddin-i Arabî
(1164-1241)’nin Fusus-ül hikem’ine yazdığı şerhi ve yine medreseye mensup Şemseddin
Molla Fenarî’nin Ekberiyye, Bistamiyye, Zeyniyye gibi tarikatların yayılmasına ön ayak

35F. Köprülü, “Anadolu Selçukluları tarihinin yerli kaynakları,” Belleten (1943), C.VII, sayı 27, s.399,
421-425.
36A. Adıvar, aynı eser, s .11-24; Osm anlı devletinde ilk kurulan m edreseler hakkında bk. İ. H.
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.I, s.522-525.
37A. Adıvar, aynı eser, s.12-18.
38P. Wittek, aynı eser, s. 117.
39A. Ateş, “Hicrî VI-VIII. (XII-XIV) asırlarda Anadolu’da Farsça eserler,” TM, (1945), C.VII-VIII,
cüz 11, s.134.
40A. Adıvar, aynı eser, s. 13.

7
olan faaliyetleri, Osmanh medresesine tasavvufu sokmuş ve benimsetmiştir.41 İşte
medreselerde bir koldan tasavvufî-felsefî konular, fıkıh, tefsir, hadîs gibi İslâmî ilimler
ve mantık, matematik gibi aklî bilimler tartışılır ve onlar üzerinde eserler yazılırken,
diğer bir koldan da çeşitli tarikatlara mensup ülke ülke gezen dervişlerin aracılığıyle
dinî-tasavvufî görüşler halk arasında yayıldı. Özellikle Mevlevî tarikatının Anadolu
beylikleri üzerinde geniş etkileri görüldü. Germiyan, Aydın, Menteşe gibi beyliklere
seyahatlar yapan ve oradaki beyler tarafından çok iyi karşılanan Mevlâna’nın torunu
 rif Ç e le b i’nin bu ta rik a tın görü şlerin i b ey lik lerd e nasıl yaymaya çalıştığı
bilinm ektedir.42 Mevlevî tarikatının dışında çeşitli derviş guruplarının da kendi
görüşlerini yayma faaliyetlerinde bulundukları A nadolu’daki tekye ve türbelerin
bolluğundan, Hacı Bektaş, Hacım Sultan, Ahi Evren, Seyyid Hârun Velî ve Kaygusuz’a
âit menâkıbnâmelerin yazılmasından anlaşılır.43 Bütün bunlara görünüşte kuvvetli bir
esnaf kurumu gibi görünen, fakat temelinde dinî bir tarikat olan Ahîliği de katmak
gerekir.44 Daha XIII.yüzyılda Yahya ibn-ül Halil bin el-Çoban el-Yahya F eta’l
Burgazî’nin yazdığı Fütüvvetnâme, bu meslekî-tasavvufı bekârlar tarikatı olan Ahiliğin
kendine âit özel bir edebiyat meydana getirecek kadar Anadolu’da kuvvet kazandığını
ve Anadolu’daki kültür bütünlüğüne kendinden bir şeyler kattığım göstermektedir.45
İşte Anadolu’da XIII.yüzyılda başlayan ve bu yüzyılın ikinci yarısında Sultan Veled
(1226-1312)46 Ahmed Fakih47 (Ö.1252’den önce), Yunus Emre48 (Ö.1320) gibi şâirlerin
yetişmesine yol açan tasavvuf, bu yüzyılda bir yandan medreseler, diğer yandan halk
arasında dervişler vâsıtasıyla gelişip yayılmış; bu etkiyle de Anadolu’da tasavvufî şiirler
yazan şâirler yetişmiştir. Ayrıca 1317’de Mantık-ut tayr’ı Türkçeye çeviren Gülşehrî,49

41A. Adıvar, aynı eser, aynı yer; İ. H. Uzunçarşılı, Osmanh Tarihi, C.I, s.533.
42Bu konu hakkında bk. P. Witlek, aynı eser, s.59-66; İ. H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.72; —,
Kütahya Şehri, s.35-37; F. Köprülü, “Anadolu Selçukluları tarihinin yerli kaynakları,” Belleten, (1943),
C.VII, sayı 27, s.421-425.
43F. Köprülü, aynı eser, s.423-424.
44F. Köprülü, Türk Edebiyatmda İlk Mutasavvıflar, s.180-184.
45AhîIik ve ilk Fütüvvetnâme hakkında bk. F. Taeschner, “ İslâm orta çağında Futuvva (Fütüvvet
Teşkilatı),” İFM (1953-1954), C.XV, s.3-32; A. Gölpmarlı, “ Burgazî ve ‘Fütüvvet-Nârrve’si,” İFM (1953-
1954), C.XV, s.76-153; —, “ İslâm ve Türk illerinde Fütüvvet teşkilâtı ve kaynaklan,” İFM (1949-1950),
C.II, s.6-354.
46F. K öprülü, “ Divan-ı T ürkî-i Sultan V eled,” TM (İstanbul 1926), C.II, s.475-481; ---, T ürk
Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar, s.201-204; M. Mansuroğlu, “A nadolu’da Türk dili ve edebiyatının ilk
m ahsulleri,” T D ED (İstanbul 1946), C.I, sayı 1, s. 10-14; M. Mansuroğlu, “Anadolu metinleri, XIII.asır,”
TM (İstanbul 1940-1942), C.VI1-VIII, cüz 1, s.104.
47Ahmed Fakih, Çarhname, yayınlayan: M. Mansuroğlu, s.1-3; M. Mansuroğlu, “Anadolu’da Türk
dili ve edebiyatının ilk m ahsulleri,” T D ED (İstanbul 1946), C.I, sayı 1, s.15; H. Mazıoğlu, “Anadolu’da
XIII. yüzyıl ürünlerinden yeni bir eser,” BB 1963 (Ankara 1964), sayı 233, s.75-79.
48Yunus Em re, R isâlat al-Nushiyya ve Dîvân, yayınlayan: A. Gölpınarlı, önsöz, s.XVII; A. Erzi,
“Yunus E m re’nin hayatı hakkında bir vesika, Notlar ve vesikalar,” Belleten (Ankara 1950), C.XIV, sayı 53,
s.85-89; F. Köprülü, Türk Edcbiyatı’nda İlk Mutasavvıflar, s.219-288.
49F. Köprülü, T ürk Edebiyatı’nda İlk MulasavvıHar, s.204-206; H. Araslı, “G ülşehrî ve Genceli
Nizamî,” BB 1966 (1968), sayı 270, s.29-37; F. Taeschner, Das F utuw et Kapitel in G. ’s altosmanischer
B earb eitun g von cA ttars M antiq ut-Tayr, Berlin 1932; ---, G u lsch ch rî’s M esnevî auf A chi Evran,
W iesbaden 1955; A. S. Levend, Gülşehrî, M antık-ut-tayr (tıpkıbasım), Ankara 1957; TS, s.XXXIX; M.
Cunbur, “Gülşehri ile Kaygusuz Abdal’ın şiirlerini kapsayan, XV.yüzyıldan kalan bir mecmua,” BB 1963
(Ankara 1964), s.23-30.
1329-1330’da yazılan G aribnâm e adlı eserin yazarı Âşık Paşa50 (1271-1333) ve
tasavvuf! gazellerle dolu divanı ile Kadı Burhatıeddin51 (1344-1396) bu şâirler arasında
sayılabilir.
Diğer taraftan gerek Selçuk devletinin kültürü, gerekse kurulan m edreselerin
etkisiyle İslâm kültürüne ve dinî konulara bu yüzyılda da büyük bir ilgi duyulmuş ve bu
alanda pek çok eser meydana getirilm iş olduğunu daha önce de belirtmiştik. Bu
eserlerin önce özellikle Aydın, Denizli, Menteşe, Candaroğulları gibi uç beyliklerinde
yazılmış olması oldukça dikkat çekicidir. Bu uç beyliklerinde bu alanda yazılan eserler
şöyle sıralanabilir: Aydmoğlu Mehmed (1308-1334) adına Feridüddin Attar (ö.l239)’ın
Tezkiret-ül evliyâ adlı eseri ile Sa’lebî (Ö.1035)’nin Arâis-ül mecâlis adlı Kısas-ül
enbiyasının Türkçe çevirileri,52 Candaroğlu İsfendiyar Bey (1392-1440) adına yazılmış
bir Tezkiret-ül evliyâ,53 İsfendiyar Bey’in emri ile oğlu İbrahim Bey için yazılmış
Cevâhir-ül esdaf adlı tefsir,54 yine İsfendiyar Bey adına yazılmış Ayn-ül hayât fî tefsiri
kelâmi Hâlik-il berriyât adlı bir başka tefsir,55 Denizli’de İnanç oğullarından Murad
Arslan Bey bin İnanç (1334-1360’dan önce)’a sunulmuş İhlâs ve Fatiha tefsirleri,56
M urad Arslan Bey veya İshak Bey bin Murad Arslan (1390’da hayatta) adına mı
yazıldığı hakkında değişik fikirler yürütülen bir T eb ârek e tefsiri,57 Eşrefoğlu
Mübarizüddin Mehmed Bey (1320’de hükümdardı) adına Şemsüddin Mehmed Tuşterî
tarafından yazılan el-Füsûl-ül Eşrefiyye adlı felsefî bir eser,58 Celâlüddin Bayezid

50F. Köprülü, aynı eser, s.206, 291; —, “Aşık Paşa,” İA, 9.cüz, s.701-706; A. Gölpınarlı, “Aşık Paşa’nın
Şiirleri,” TM (İstanbul 1935), C.V, s.87-100; A. Alparslan, “Aşık P aşa’da tasavvuf,” T D E D (İstanbul
1962), C.XII, s.143-156; F. Babinger, “cÂşyq Paşas G harîbnâm e,” MSOS (1928), II. Abt., s.91-97; A. S.
Levend, “Aşık Paşa’nın bilinmeyen iki mesnevisi,” TD A Y (Ankara 1953), s.205-255; S. N. Ergun, Türk
Şairleri, C.I, s.144-142; TS, s.XXV.
51A. N. Tarlan, “Kadı Burhaneddin’de tasavvuf I-IV”, TD ED (İstanbul 1958-1961), C.VIII-XI, s.8-
16, 27-33, 1-5, 19-24; Mirza Bala, “Kadı Bürhaneddin,” İA (1952), 55.cüz, s.46-48; TS, S.XXX1II.
52H. Ritter, “Philologika, Ferîddudîn A ttar II,” Oriens (1958), C. XI, s.70-76; F. İz, ETENes. s.195,
200; M. N. Hacıeminoğlu, “ Sa’lebî’nin Kısasu’l-enbiyâ’sının tercümesi üzerinde bir gram er denemesi,”
T D ED (İstanbul 1961), C .X I, s.47; TS, s.XXXVI.
53A. S. Levend, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Safhaları, s.23.
54F. Ethem Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Ktp. Türkçe Yazm alar Katoloğu, C.I, s.7; TS, S.XVII,
burada belirtilen Nuruosmaniye No.278’deki yazma Cevâhir-ül esdafın birinci cildidir. Bu eserin diğer bir
nüshası A n kara G enel K tp. No. 315’dedir, b ir diğer eksik nüshası, A rk eo lo ji M üzesi, N o.64’de
bulunmaktadır.
55A. Ateş, “Burdur-Anatalya ve havalisi kütüphanelerinde bulunan Türkçe, A rapça ve Farsça bazı
mühim eserler,” TD ED (İstanbul 1948), C.II, sayı 3-4, s.176; A. S. Levend, aynı eser, s.23, not 4.
56F. K öprülü, “ A nadolu Beylikleri tarihine ait n o tla r,” TM (İstanbul 1926), C .II, s.13; İ. H.
U z u n ç a rş ılı, A n a d o lu B ey lik leri, s.56; A. S. L evend, aynı ese r, s.23; Z. V. T ogan, “ T ürkiye
Kütüphanelerindeki bazı yazmalar,” İTED (İstanbul 1956-57), C.II, s.86; P. Wittek, aynı eser, s.116, not
392; TS, s.X XI-X XII. Son olarak bk. M. Esad Coşan, " XV. asır T ürk yazarlarından M uslihu’d-din,
H am idoğulları ve Hızır Bey", Vakıflar Dergisi (1981), C.13, s. 101-112. [M akalenin başlığındaki "XV.
asır..." yanlış olup "XIV. asır" olarak düzeltilmelidir!]
57A. Ateş, aynı eser, s.171-172; A. S. Levend, aynı eser, aynı yer; F. İz, ETENes. s.4; TS, LVIII; Z. V.
Togan, aynı eser, aynı yer. Bu son iki eserde eserin sunulduğu kişi I.M urad ve O rhan Gazinin oğlu
Süleyman Paşa olarak gösterilmiştir. Son araştırmalara göre bu üç sûrenin tefsiri aynı yazarın kaleminden
çıkmış olup muhtelif yer ve zamanlarda m uhtelif beylere sunulmuştur, bk. 56. notta zikredilen M. Esad
Coşan’ın makalesi.
58İ. H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.60.

9
(1362’den önce-1385) adına Yûsufî-i M eddah’ın 1367’de Ebû Minhef Kuf! (Ö.791
H./1388-1389)’nin eserinden Türkçeye çevirdiği manzum Maktel-i Hüseyin,59 ithaf
edildiği Yakub bin Yahşi Beg’in adından ve eserin dilinden beylikler zamanında ve
muhtemelen Batı Anadolu’da Arapçadan Türkçeye çevrildiği anlaşılan Risâlet-ül İslâm
adlı dinî bir eser ve 1400-1401’de Candaroğlu İsmail Beg’in yazdığı fıkıha âit Hulviyyât-
ı Şâhî,60 uç beyliklerinde dinî ve İslâmî ilimler alanında yazılmış eserlerdendir. Ancak
bu Türkçe eserlerin yanı sıra bu alanda İntihâb-ı Süleyman! ve M iracnâme61 gibi
Farsça eserlerin de bu beyliklerde yazıldığı görülmektedir. Bu tür eserlerin sadece uç
beyliklerinde yazılmayıp XlV.yiizyil boyunca ve XV.yüzyılın ilk yarısında Anadolu’nun
her tarafında yazıldığı muhakkaksa da, burada sadece bu eserlerin ilk önce ve en yoğun
bir şekilde yazıldığı yerlere işaret edildi.
XIII.yüzyıl sonlarında Anadolu’da klâsik İslâm edebiyatının etkisiyle yeni bir edebî
tür gelişmeye başladı. Bu yeni mesnevî türü de konusunu önce dinî kaynaklardan seçti.
Meselâ Ahmed Fakih’in Çarhnâmesi gibi62. Ancak dinî menşeli olan Bedv-ül Amâlî
tercüm esi63 ve Ali ile Ali bin H alil’in Kıssa-i Yusufları gibi dörtlüklerle yazılmış
eserlerin yanı sıra mesnevî türünde ve yine ilhamını dinden alan fakat daha ziyade
hayâl mahsûlü olan edebî eserler de yazılmaya başlandı. İşte XIII.yüzyıl sonunda birer
Yusuf ve Zeliha yazan Şeyyad Hamza ve Süle Fakih bu yolu açtılar64. Erzurumlu
Darir 1366 tarihli Yusuf ve Zelihasıyla onları takip etti. Mesnevî şekliyle hikâye yazma
akımı sade dinî hikâyelere münhasır kalmayıp dünyevî konuları da kapsamaya başladı.
Meselâ bu alanda ilk defa tercüme edilen eserlerden birisi de Yûsufî-i Meddah’ın 1368
yılında yazdığı Varaka ve Gülşah’ıdır65.
Uçlarda gaza düşünceleri ve idealleriyle genişleyen beylikler İslâmî ilimlere ve dinî
konulara olduğu kadar klâsik İslâm edebiyatına da ilgi gösterm işlerdir. Böylece

59Bu eserin bir nüshası Manisa İl-Halk Ktp. No. 8375/Tde lb-92a varakları arasındadır. 95b-121a
varaklan arasında da Ali bin H alil’in Kıssa-i Yusuf u Züleyha’sı yer alm aktadır. Bu ve diğer Kıssa-ı
Yusuflar hakkında bk. Halide C. Dolu, “ Yusuf Hikâyesi” hakkında birkaç söz ve bazı türkçe nüshalar,”
T D ED (İstanbul 1952), C.IV, sayı 4, s.420-445. Yûsufi-i Meddah’ın bu ve diğer eserleri, Varaka ve Gülşah
(yazılışı 1368/69), Farsça Hâm uşnâm c (yazılışı 1299) ve Dâsitan-ı İblis Aleyilla’ne adlı eserleri hakkında
bk. İ. H. Erlaylan, “Yûsufî-i M eddah,” T D ED (İstanbul 1946), C.I, sayı 2, s.105-121; İ. H. Uzunçarşılı,
Anadolu Beylikleri, s.125, 143; F. İz, ETENes. C.II, s.606-609; A. Ateş, “ Farsça Eski bir Varka ve Gülşah
m esnevisi,” T D E D (İstan b u l 1953), C.V, s.33-50; V araka ve G ülşah, İ. H. E rtaylan tarafından
yayınlanmıştır: Türk Edebiyatı Örnekleri I Varaka ve Gülşah, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı
Dalı No. 1, İstanbul 1945. Son zamanlarda bu eser Grace Martin Smith tarafından yayınlanmıştır: Yusuf-i
Meddah, Varqa ve Gülşah, A Fourteenth Century Anatolian Turkish Mesnevî, Leiden 1976.
Ğ0R isâlet-ül İslâm ’ın bir nüshası kendi kütüphanem izde bulunmaktadır. Bilinen diğer bir nüshası
T opkapı Sarayı M üzesi K tp., H .2 0 l’de kayıtlıdır. Bk. Fehm i E. K aratay, T opkapı Sarayı M üzesi
Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Katalogu, C.I, s.125. Son devir Selçuk ve beylikler dönemi Anadolusunda
din eğitimi konusunda çok önemli ip uçları ihtiva eden bu eser hk. bk. Ş. Tekin, "XIVüncü yüzyıla ait bir
İlm ih â l: Risâlelü0l-Islâm" WZKM (Viyana 1986), C.76 s.279-292. Hulviyyât-ı Şâhî için bk. not 21.
61İ. H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.143, not 5.
62 Bk. bu Araştırmada not 47.
63 Neşri için bk. Ş. Tekin, “The Turkish Translation of Bedvü’l-Am âlî in Q uatrains,” Journal of
Turkish Studies (1980),C. IV, s. 157-206.
64 Bk. not 59.
65 Bk. not 59.

10
Arapça, özellikle Farsça edebî eserlerin ilk Türkçe çevirileri uç beyliklerinde de
yapılmaya başlanmıştır. Bu ilk çeviriler arasında şu eserler sıralanabilir: Aydmoğlu
Umur Bey (1334-1348) adına Kul Mesud’un Türkçeye çevirdiği Kelile ve Dimne,66
Aydmoğlu İsa Bey (1348-1402’den önce)’e 1367 tarihinde şâir Fahrî tarafından sunulan
ilk Hüsrev ü Şirin çevirisi.67 Hoca Mesud bin Ahmed, Germiyanlı şâir Şeyhoğlu
M ustafa’nın hocası olduğuna68 göre, onun da Anadolu’nun batı kesiminde yaşadığı
kabul edilirse, yeğeni İzzeddin Ahmed ile birlikte 751 H./1350-1351’de yazdığı Süheyl
ü Nevbahar ile 755 H ./ 1354’de yazdığı Ferhengnâme-i Sadî adlı eserleri de bu listeye
katılabilir.69 Ayrıca bu eserlerden başka Aydmoğlu beyliğinde, beyliğin tarihini
anlatan, fakat bu gün elde bulunmayan manzum bir Vekayinâmenin de yazıldığı
Düstûrnâme-i Enverî (yazılışı 869 H./1464-1465)’den anlaşılmaktadır.70 Bu eserler
arasına, M enteşeoğlu M ahmud Bey adına ve onun isteği ile Berçinli M ahmud
tarafından Farsçadan Türkçeye çevrilen Bâznâme adlı eser de katılabilir.71
İslâm î bilim lere, dinî konulara ve klasik İran edebiyatına XV.yüzyılda da,
XIII.yüzyıldaki aynı ilgi duyulmaktaydı. Ancak XV.yüzyılın ilk yarısını bir önceki
yüzyıldan ayıran önemli fark, artık bu alanlardaki eserlerin Arapça ya da Farsça ile
yazılmayıp, çoğunlukla bu dillerden yapılmış çeviriler olmaları ya da doğrudan doğruya
T ürk dilinde yazılm aları idi. Ö zellikle edebî eserlerin çevirilerini yaparken,
sanatçıların orijinal eserlere sıkı bağlı kalmadıkları ve bu çevirilere kendilerinden
katkılarda bulundukları da oluyordu.
Bu üç ana kolun yanı sıra, bu birbuçuk yüzyıl içinde yazılan tıp eserleri de üçüncü
bir kol teşkil etm ektedirler. Bu devrin en dikkat çekici tıp bilgini Hacı Paşa

66A. S. Levend, aynı eser, s.22; C. Brockelm ann, “Kelile ve D im ne,” İA 61.cüz, s.55; F. Köprülü,
“Anadolu Beylikleri tarihine ait notlar,” TM (İstanbul 1926), C.1I, s.7-8; F. İz, ETENes, s.361. Bu eserin
en eski yazma nüshası Süleymaniye Lâleli Ktp. N. 1897’de kayıtlıdır. Bu eser doktora tezi olarak Dr. Zehra
Toska tarafından Boğaziçi Ü niversitesinde 1989-1990 yılında hazırlanm ıştır; bu tez basılmak üzeredir.
Şimdilik bk. Zehra Toska, “Kelile ve Dimne’nin Türkçe Çevirileri/' Journal of Turkish Studies (1991), C.
XV, s. 355-380
67F. Tim urtaş, “Şeyhî,” İA, 115.cüz, s.477; İ. H . Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.113. Fahrî’nin
Hüsrev ü Şîrîn’i yayınlanmıştır: Barbara Flemming, Faiufs H usrev u Şîrîn. E ine türkische Dichlııng von
1367 (Wiesbaden 1974), VII-486 s. metin ve 168 s. tıpkı basım.
°8Ö. F. Akün, “Şeyh-oğlu,” İA, llö.cüz, s.483.
69H oca M esud’un Kelile ve Dim ne’yi çeviren Kul Mesud olmadığı ve bu eserler hakkında bilgi için
bk. F. B abinger, O L Z (1925), C.46, sütun 352 vd.; K. Süsheim , O L Z (1927), C.30, sütun 507 vd.; F.
Köprülü, T ürk Dili ve Edebiyatı Hakkında A raştırm alar, s.174-191; Kilisli Rifat, “ Süheyl ü Nevbahar’a
dair, Vesikalar ve N otlar,” TM (İstanbul 1926), C.II, s.401-410; P. Wittek, aynı eser, s.116; Şerif Hulusi,
“Ferhengnâme-i Sadî,” TM (İstanbul 1934), C.IV, s.295-303; Süheyl ü Nevbahar üzerindeki çalışmalar ve
yayınlar için bk. T. Banguoğlu, Altosmanische Sprachstudien zu Süheyl ü Nevbahar (Breslau 1938); J. H.
Mordtmann, Suheil und Nevbehar, Romantisches Gedicht des Mcs°ud b. Ahm ed (Hannover 1925); Veled
Çelebi - Kilisli Rifat, Ferhengnâme-i Sadî (İstanbul 1940). Ve nihayet filolojik çalışmaların mükemmel bir
örneği olarak eserin son neşri: Cem Dilçin, M escüd bin A hm ed, Süheyl ü Nevbahar. İnceleme-M etin-
Sözlük, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, No. 51 (Ankara 1991).
70Enverî, D üstûrnâm e-i Enverî, yayınlayan: M. Halil Yınanç, s.17-71; F. Köprülü, "Aydınoğulları
tarihine ait notlar," TM (İstanbul 1926), C.II, s.418.
71P. W ittek, aynı eser, s.115-116; bu eserin M ilano’daki tek nüshası, A lm anca çevirisi ile birlikte
Ham m er tarafından 1840’da Budapeşte’de yayınlanmıştır, bk. F. Köprülü, “Anadolu Beylikleri tarihine ait
notlar,” TM (İstanbul 1926), C.II, s.11.

11
(0.820/1417)’dır. Tıp öğrenimini Mısır’da yaptıktan sonra, Anadolu’ya döndüğünde
Aydınoğlu İsa bin Mehmed Bey tarafından Aydın beyliğinin sarayına davet edilmiştir.
783 H./'1318’de Ayasiug (Selçuk)’da ısa Bey adına Arapça Şifâ-ül eskâm ve devâ-ül
âlâm adlı eserini yazmıştır. Hacı Paşa’nm yine tıp ile ilgili olarak yazdığı Kitâb-üs-
saâde ve ondan Türkçeye çevirdiği Müntehab-üş-şifâ ve Teshîl-üş-şifâ adlı iki ayrı
eseri daha vardır.72 Aydın beyliğinde Um ur Bey (1340-1348)’in emriyle botanik
bilimine âit Tercüm e-i m üfredât-ı ibp Baytâr adlı bir eser daha yazılmıştır.73 Bu
yüzyılda Osmanlı beyliğinde de tıp bilimine büyük bir önem verilmiştir. Yıldırım
Bayezid 1400’de Bursa’da D âr-üt tıp adlı ilk hastahaneyi yaptırm ıştır. Şüphesiz
Osmanlılar bu konuda Selçukluların, Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde yaptırdıkları
hastahanelerden esinlenmişlerdir.74
Bütün bu eserlerin, çoğunlukla başlangıçta Aydın, Germiyan, Denizli, Menteşe ve
Candaroğulları gibi uç beyliklerinde yazılmış olması, uçlarda fütûhat ve gaza yoluyla
genişleyen bu beyliklerin, onlar için çok başka ve yabancı olan Bizans medeniyeti
k a rş ıs ın d a , a y a k ta d u ra b ilm e k , b ü tü n lü k le rin i sa ğ la y a b ilm e k için k en d i
medeniyetlerine sımsıkı sarılmak ihtiyâcını duymuş olmalarıyla açıklanabilir. Nitekim,
P. Wittek, 1320’de Rodos şövalyalerine yenilmesinden sonra kökünden sarsıldığı halde,
M enteşe beyliğinin tamamen dağılıp yok olmamasını, M enteşe beyi Orhan Bey’in,
devletini barışçıl ve kültürel esaslara göre kurmasına bağlamaktadır.75 Bu yüzden
kültür tarihi ve antropoloji bakımından çok önemli olan bu ve buna benzer konuların
üzerinde ayrıntılı bir araştırma yapmak gerekmektedir. Ayrıca XIV.yüzyıl ve XV.yüzyıl
başlarında Anadolu’da bu iiç ana kolda akıp giden eserlerin yanı sıra, ilm-i hey’ete ve
ilm -i nücûm a âit eserler, H ayat-ül hayevan (yazılışı 1398), R isâle-i münciye,
T abirnâm e, Acâib-ül m ahlûkat, musikî risâleleri gibi çeşitli konularda yazılmış
eserler76 ve Tireli Ferişteoğlu’nun 1392’de yazdığı manzum Arapça-Türkçe lügat, yine

72Âlî, Künh-ül ahbar, C.V, s.114; A. Adıvar, Osmanlı Türklerinde ilim, s.18-20; F. Köprülü, “Anadolu
Beylikleri tarihine ait notlar,” TM (İstanbul 1926), C.II, s.7-8; İ. H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.113;
Şifâ-ül eskâm ’ın yazarının el yazısıyle yazılmış bir nüshası Topkapı Sarayı, III. Ahm ed Ktp. No. 2070’de
bulunm aktadır. M üntehab-üş-şifâ ve Teshîl-üş-şifâ ’nın nüshaları için ayrıca bk. F. Ethem Karatay,
T opkapı Sarayı M üzesi Ktp. Türkçe Y azm alar Katalogu, C.I, H.545, s.569; E. Blochet, C atalogue des
M anuscrits Turcs, Bibliotheque Nationale, Ancien fonds, S.69, No. 169, 170; Supplement, C.I, s.386, No.
533; C.II, s.217-218, No. 1271, s.238; No. 1340; M. Ergin, “ Bursa K itaplıklarındaki Türkçe yazmalar
arasında,” TD ED (İstanbul 1950), C.IV, sayı 1-2, s.112, 121. Teshîl’in Veliyyüddin Ef. No. 2490’da bir
nüshası daha vardır.
73Bu eserin nüshaları için bk. Fehmi E. Karatay, aynı eser, R. 1660, A.2113, s.571-572; Süleymaniye
Fatih, No. 3635. Hüsrev Paşa, No. 476 (940 H. tarihli), Hamidiye, No. 1016 (1084 H. tarihli), M. Hafid
Efendi, No. 262 (916 H. tarihli), Bursa İl-Halk, Haraççıoğlu, No. 1119. Sonu eksik olan bu nüsha harekeli
nesihle yazılmıştır; A. Adıvar, aynı eser, s.13. Bu devirde yazılan diğer tıp eserleri hakkında bk. İ. H.
Uzunçarşılı, A nadolu Beylikleri, s.80, 90, 144, 221-222; A. Adıvar, aynı eser, 16-23; Vecihe Kılıcoğlu,
C errâhiye-i İlhâniye, s.15, 17, 19-25; P. W ittek, aynı eser, s.114-116; İbrahim Gökçen, “ Çelebi Sultan
M ehmed zamanında yazılan bir Osmanlı hükümdarları vefiyyat listesi,” Z. V. Togan Armağanı, s.109-116;
A. A teş, aynı eser, T D E D (İstanbul 1948), C.II, sayı 3-4, s.112, 175-176; B edi N. Şehsuvaroğlu,
“A nadolu’da Türkçeleşm e cereyanları ve Türkçe ilk tıp yazmalarındaki terim ler,” BB 1957, s.25-27; N.
Uzluk, “XIV.yüzyıldaki Türkçe tıp kitaplarından örnekler,” BB 1957, s.77-81.
74İ. H . Uzunçarşılı, O s m anlı Tarihi, C.I, s.537-539, 544-545; A. Adıvar, aynı eser, s.22.
75P. Wittek, aynı eser, s. 120.
76İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.I, s.537-539, Tabîm âm e için bk. bu araştırm ada M ensur eserler
bölümü, Risâle-i münciye’nin Topkapı K.543’de bir nüshası vardır, bk. F. E. Karatay, aynı eser, C.I, s.2; İ.

12
Malkaralı Bahaeddin’in Ayaslug (Selçuk)’da 827 H./1423-24’de yazdığı Arapça-Farsça-
Türkçe 400 beyitlik manzum lügat gibi lügatler, nasihat ve âdâb-ı muâşeret vadisinde
yazılmış Kabusnâme ve Marzubannâme gibi eserlerle de Anadolu’nun kültür dünyası
donatılmıştır.77

B. A h m e d - i D a î ve G e r m i y a n beyliği

İşte XIV.yüzyılın ikinci yarısında böyle bir kültür ve sanat çevresi içine doğan
Ahmed-i Daî, bu çevrenin öyle etkisinde kalmıştır ki hem İslâmî bilimler ve dinî
konularda, hem klâsik İran edebiyatının etkisinde edebî alanda, hem de tıp alanında
eserler verdiği gibi tabirnâme ve ilm-i nücuma âit eserlerden çeviriler yapmış, musikî
ile de yakından ilgilenm iştir. Ahm ed-i Daî, Aydınoğuları, Candaroğulları gibi
A nadolu’da bir kültür ve sanat merkezi haline gelmiş olan Germiyan beyliğinde
yetişmiştir.
XIV. yüzyılda Germiyan beyliğinin kültür ve sanat durumuna bakılacak olursa,
700 H./1300-1301’de Süle Fakih’in yazdığı Yusuf ve Züleyha,78 Hoca Mesud’un 751
H ./ 1350-51 tarihli Süheyl ü Nevbahar’ı, 755 H./1365 tarihli Ferhengnâme-i Sadî’si,

H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.144. İlk musikî risalesi için bk. Rauf Yekta, “Türk sazları,” MTM,
C.II, sayı 4, s.131-141; sayı 5, s.233-239.
77Ucûbet-ül garâib’in bir nüshası Bayezid Ktp. No. 948’dedir. Ferişteoğlu lügatinin ise Avrupa ve
İstan bu l k ü tü p h an elerin d e yazm alarına rastlam ak m üm kündür. Kabusnâme çevirisinin en eskisi
XIV.yüzyılın ilk yarısına ait olup eldeki tek nüshanın istinsahı 1370-1386 yılları arasında yapılmıştır.
Çeviricisi bilinmiyen bu nüsha, E. Birnbaum tarafından hazırlanmış ve tarafımızdan neşredilmiştir: The
Book of Advice by King Kay Ka’us ibn Iskander. The earliest Old Ottoman Turkish Version of his
Kabusname, Sources of Oriental Languages and Literatures (edited by Şinasi Tekin . Gönül A. Tekin),
Volume 6, Cambridge MA 1981. Bu çevirinin tek nüshası eskiden kitapçı merhum Raif Yelkenci’ye âit idi;
şimdi E. Birnbaum ’ın kütüphânesinde bulunmaktadır. Bu devre âit diğer Kabusnâme çevirileri şunlardır:
Şeyhoğlu M ustafa’nın m uhtem elen 1380-1387 yılları arasında yaptığı çeviri; Akkadıoğlu’nun 1403-1410
yılları arasında Em ir Süleyman için yaptığı çeviri; Bugün British Library’de bulunan müellifi meçhul
XIV.yüzyılın ikinci yarısına âit olan çeviri. Eserin, II. M urad devrine âit meşhur tercümesi bilindiği gibi, O.
Ş. Gökyay tarafından sadeleştirilm iş şekliyle M .E.Bakanlığının klâsikler serisinde neşredilmiş ve daha
sonra m üteaddit baskıları yapılmıştır. Aynı konuda Şeyhoğlu Mustafa’nın yaptığı Marzubannâme çevirisi
de 1380 tarihlidir. Bu hususta daha fazla bilgi için bk. E. Birnbaum, “A Lifemanship M an u a l. . Journal
of Turkish Studies (1977), C.I, s.4, 5, 7-11. Ayrıca bk. bir de Z. Korkmaz, “Kâbus-nâme ve M arzubân-
nâm e çevirileri kimindir?” TDAY (1966), s.257-278. Şadru’d-dîn Şeyhoğlu, Marzubân-Nâme Tercümesi
(Ankara 1973) adlı metin neşri m aalesef güvenilir bir neşir olmaktan çok uzaktır. Bu neşrin tenkitleri ve
tenkitlere nâşirin verdiği cevaplar için bk. "Marzubân-Nâme Tercüm esi Üzerine", TDAY 1977 (A nkara
1978), s.413-431; "Bir T anıtm a Yazısı Ü zerine", Türkoloji (A nkara 1979), C. V III, s. 459-478; ve
mütemmim tenkitleri için bk. "Suyun Dibindeki Deveci", Türk Dili, Mart 1980, sayı 342, s. 146-150.
[Bu neşirde sayılmakla bitmeyen ve Türkiyyat ilminin en ufak kâidesine dahi sığdırılamayan yanlışlar
dizisine bir de şunu eklemek istiyoruz: s. 400’de muşâf maddesinde şunları okuyoruz:" < a. muşhaf: kitap,
sahife haline getirilmiş kitap faşl-ı m. pil 50b-6". Şimdi pil ’fil’ dem ek olduğuna göre m etnin burasını
’fillerin sahife haline getirilmiş kitabı’ diye anlam amız gerekiyor; tabiî ki böyle bir şey olam az, çünkü
kelime muşâf değil maşâf yani ’savaş meydanında ordu kadem elerinin sıra sıra dizilişi, harp düzeni’
dem ektir. Ve muşhaf ile de hiç bir ilgisi yoktur. M etin, fillerle arslanların savaş hazırlığından söz
etmektedir yoksa filler ellerinde kitap tutmuyorlar!].
78Z. Korkmaz, “Eski Anadolu Türkçesinin iki ürünü,” BB 1966, s.25.

13
Yûsufî-i M eddah’m 770 H./1368 Tarihli Varaka ve Gülşah’ı, Erzurumlu Darir’in 768
H ./ 1366-67 tarihli Yûsuf ve Zelihası, Aydmoğlu Umur Bey adına çevrilen Kelile ve
Dimne ile Aydmoğlu İsa Bey adına çevrilen Hiisrev ü Şirin mesnevisi gibi biraz daha
eski bir devreye âit eserler bir yana bırakılacak olursa,79 XIV.yüzyıhn ikinci yarısında
klâsik İran edebiyatının etkisinde yazılan edebî eserlerin, daha çok Germiyan
beyliğinde yazılması dikkat çekicidir. Kaldı ki Germiyan sarayının şâirlerinden olan
Şeyhoğlu Mustafa (1340-?) ilk yetişme yıllarını Germiyan’da geçirdiğine ve ancak orta
yaşlarından sonra Em ir Süleyman’a intisap ettiğine ve Hoca M esud’un öğrencisi
olduğuna göre,80 Hoca M esud’un da Germiyan beyliği ile uzaktan yakından ilgisi
olmalıdır. Ayrıca Germiyan beyliğinin bir kültür merkezi olan Aydın beyliği ile olan
ilgisi ve ilk T ezkiret-ül evliyâ ile Kısas-ül enbiyâ çevirilerinin sunulduğu Aydın
beyliğinin kurucusu Mehmed Bey’in bir Germiyan emiri olduğu da unutulmamalıdır.81
Germiyan beyliği daha kurucusu Yakup Bey (1302-1340’dan sonra) zamanında
oldukça büyük bir beyliktir. Batıya, yani fütühata açık, kıymetli madenler bakımındna
zengin bir ülkedir. Daha sonraları uçlarda gelişen Aydın, Denizli, Saruhan, Karesi
beylikleri, Germ iyan’a bağlı emirlerin idaresi altında batıya giden akıncı kuvvetler
tarafından kurulm uştur. D aha sonraki devirlerde de bu beylikler ile Germiyan
beyliğinin yakın ilişkileri olmuştur. Batıya, fütuhat ve gazaya açık, topraklan zengin,
ticaret hayatı hareketli olması dolayısiyle, bu beylik daha kuruluşunda Anadolu
beyliklerinin en kuvvetlilerinden biri olmuş; doğudaki sınırlarını A nkara’ya kadar
genişletmiş, Karahisar’daki Sahip Ata Oğulları ile, Psidya’daki Hamid Oğullarını da
hakimiyeti altına almıştı.82
İşte daha başlangıçta her bakımdan zengin bir ülke olduğu için gaza ruhu ile
h arek et eden dervişler, daha iyi im kânlar bulm a ümidiyle dolu şeyhler, çeşitli
tarikatlara mensup kişiler ve özellikle mevlevîlik tarikatını yaymaya çalışan Ulu Arif
Çelebi gibi kimseler Germiyan beyliğine akmaya başladılar.83Böylece tasavvufı ve dinî
düşüncelerle iyice beslenm iş olan bu beylik, kültür ve sanat dünyasına kapılarını
açmaya hazır bir duruma gelmişti. Hem İktisadî hem de düşünce bakımından elverişli
topraklar üzerinde kurulmuş ve gelişmiş olan bu beylikte, ayrıca hüküm darların
kişilikleri de kültür ve sanatın gelişmesinde önemli rol oynamış; bu yüzden Germiyan
ülkesinden pek çok sanatçı ve bilim adamı yetişmiştir.84
Germiyan beyliğinde edebiyat hareketleri özellikle Süleyman Şah bin Mehmed
(1368’den önce-1387’den az önce) ve oğlu II.Yakup (1387’den önce-1390 ve 1402-1428)
zamanında en yüksek noktasına uluşmıştır. Süleyman Şahın sarayında, şâir Şeyhoğlu
M ustafa (1340-?) sarayın en önemli mevkilerinden olan nişancılık ve defterdarlığa
kadar yükselmiş; ayrıca Süleyman Şahın en yakın musahibi olmuştur. Şeyhoğlu 1387’de
tamamladığı Hurşîdnâm e adlı eserini Süleyman Şah adına başlamışsa da, 1387’de

79bk. not 59, 66, 67, 69.


80Ö. F. Akün, aynı eser, İA, llö.cüz, s.481-484.
81bk. not 52; İ. H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.41-42; —, Kütahya Şehri, 35-37.
82İ. H. Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, s.36-40; F. Köprülü, Osmanlı İm paratorluğunun Kuruluşu, s.80-81.
83İ. H. Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, aynı yer; —, Anadolu Beylikleri, s.43.
84F. Timurtaş, Şeyhî Hayatı ve Eserleri, s.56.

14
ölmesi üzerine, eserini hükümdarın damadı Yıldırım Bayezid’e sunmuştur.85 Ayrıca
Şeyhcğlu’nun diğer iki eseri, M arzuba HlJLuîİİe ile K abusnâm e çevirileri de yine
Süleyman Şahın emriyle yazılmıştır.86 Şeyhoğlu, Hurşîdnâme’sinde Süleyman Şahın
mütevazi, derviş-meşrep, iyi ahlâklı bir hüküm dar olduğundan bahsetm ektedir.87
Süleyman Şahın sarayında yetişmiş ikinci şâir, Ahmedî (1334-1413)dir.88 Ahmedî de
792 H./1389’da tamamladığı İskendernâmesini onun adına yazmış olmasına rağmen,
ölümü dolayısiyle eserini, Yıldırım Bayezid’in oğlu Emir Süleyman’a sunmuştur.89
Evliya Çelebi’nin çöğür adlı sazı icad ettiğini söylediği II.Yakup ise çok cömert bir
hükümdardı.90 XIV-XV.yüzyılm önemli şâirlerinden Şeyhî (Ö.1431?), bu hükümdarın
özel doktoru ve musahibiydi. Şeyhî kasiderlerinde II.Yakub’u övmüş; onun ölümü
üzerine de çok samimî bir mersiye de yazmıştır.91 Âlî, Yakup Beyin şiirden anlamadığı
için Şeyhî’nin şiirlerinin böyle olmadığından şikâyet ettiğini bildirmektedir.92 Fakat
bu, Şeyhî’yi kendine özel doktor ve musahip olarak seçen Yakup Beyin, Şeyhî’nin
kişiliğini ve eserlerini takdir etmemesi demek olmaz. Bu olsa olsa, Yakup Beyin daha
çok halk edebiyatı tarzında yazılmış eserlere özel bir eğilimi olduğunu gösterir; Yani
bu, Evliya Çelebi’nin çöğür adlı halk sazının mucidi diye bahsettiği Yakup Beyin
karakteriyle ilgili bir konudur.
İşte II.Yakub’a Tabir nâme adlı eseri ile birlikte bir de bir kaside sunduğu bilinen
Ahmed-i Daî de onun sarayında bulunmuş; o sarayda yetişmiş bir şâirdir. O, aynı
sarayda bulunmuş olan Ahmedî’den yaşça küçük, Şeyhî’den ise biraz büyüktür.93

C. Ahmed-i D a î’n i n h a y a t ı

Bütün kaynaklar ve Ahmed-i Daî hakkında yapılan araştırmalar, onun Germiyanlı


olduğu üzerinde birleşirler. Fakat ne kaynaklar ne de araştırmalar, Ahmed-i Daî’nin
doğum yerini ve tarihini kesinlikle ortaya koym azlar.94 Sadece Sehî ve Latifî

85Ö. F. Akün, “ Şeyh-Oğlu,” İA, llö .cü z , s.483. Hüseyin Ayan, Şeyhoğlu M ustafa, H urşîd-nâm e
(H urşîd ü F erahşâd), İncelem -M etin-Sözlük-K onu Dizini, A tatürk Ü niversitesi Edebiyat Fakültesi
Yayınları, (Ankara 1979)
86aynı eser, s.484.
87F. K öprülü, “ G erm iyan beyliği tarihine ait n o tla r,” TM (İstanbul 1926), C.II, s.414; İ. H.
Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, s.50.
®*F. Köprülü, “Ahmedî,” İA, 3.cüz, s.216.
89F. Köprülü, aynı eser, s.218; N. S. Banarlı, “Ahm edî ve Dâsitan-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osman,”
TM (İstanbul 1936-1939), C.VI, s.58-59. Ahm edî’nin bir eseri daha neşredilmiş bulunmaktadır: Mehmet
Akalın, Ahm edî, Cemşîd ü Hurşîd, İnceleme-Metin, A tatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları
(Ankara 1975)
90Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, C.I, s.138; Yakup Bey’in cömertliği hakkında bk. İ. H. Uzunçarşılı,
Kütahya Şehri, s.59; F. Timurtaş, aynı eser, s.l66-167’de bulunan Kerem kasidesi.
91F. Timurtaş, “Şeyhî,” İA, 115.cüz, s.474-475; — , Şeyhî Hayatı ve Eserleri, s.66; Germiyan beyine
yazdığı kaside ve mersiye için bk. aynı eser s.166-167 ve 177-179; II.Yakup için yazılmış diğer şiirler için bk.
İ. H. Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, s.61-63.
92ÂİÎ, Künh-ül ahbar, C.IV, s.1919; İ. H. Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, s.64; F. Timurtaş, “Şeyhî’nin
hayatı ve şahsiyeti,” TD ED (İstanbul 1953), C.V, s.115.
93Ö. F. Akün, aynı eser, s.483.
94İ. H. Ertaylan. Ahmed-i D a’î Hayatı ve Eserleri, s.2.

15
tezkireleri, onun Mir Süleyman devri şâirlerinden olduğunu söylemekle yetinirler.95
Kmaiızâde Haşan Çelebi tezkiresi ile onu izleyen Sicill-i Osmanî, Ahmed-i D aî’yi
I.Murad (1362-1389) devrinde yaşamış bir şâir olarak gösterirlerse96 de Emir Süleyman
(1402-1411), Çelebi Mehmed (1413-1421), II.Murad (1421-1451) devirlerinde yazılmış
olan Ahmed-i Daî’nin eserleri, apaçık ve kesin bir şekilde, bu ifadenin yanlış olduğunu
ortaya koyarlar.
Kaynaklarda Ahmed-i D aî’nin Germiyan sarayının şâirlerinden olduğuna dâir
verilen bilgiyi, onun Germiyan beyi Yakup Bey (1387-1390, 1402-1428)’in emriyle
yazdığı Tabirnam e adlı eseri ve bu eserde Yakup Bey adına yazdığı bir kasidesi de
doğrulamaktadır.97 Bu eserin 1402-1428 tarihleri arasında yazılmış olması zayıf bir
ihtimaldir. Çünkü 1402 Ankara savaşından sonra, Ahmed-i Daî’nin Emir Süleyman’a
intisap ettiği ve Çengnâme adlı eserini 808/1406’da ona sunduğu bilinmektedir. Şu
halde, Tabirnâme, büyük bir ihtimalle 1387-1390 yılları arasında yazılmıştır. Şâirin
böyle bir eseri Türkçeye çevirebilmesi için, o sıralarda hiç olmazsa otuz yaşım aşmış
olması gerekirdi. Bu durumda, onun ilk gençlik yıllarını Yakup Beyin babası Süleyman
Şah (1368’den az önce-1387) zam anında geçirdiği, 1340-1350 sıralarında doğmuş
olabileceği ve II.Murad (1421-145 l) ’ın cülüsundan sonra ona eserler sunduğu bilindiği
için de, en erken 1422-1425 yılları arasında öldüğü tahmin edilebilir. Ahmed-i Daî’nin
eserlerinin yardımıyla tesbit edilen bu tarihler, hiç kuşkusuz kesin olmaktan çok
uzaktırlar. Ancak bu belirsizliğe rağmen, bu tarihler, hiç olmazsa şâirin yaşadığı
dönem hakkında daha açık bir bilgi ortaya koyabilirler.
İ. H. Ertaylan, eserinde Ahmed-i D aî’nin nerede doğduğu ve A nadolu’ya ne
zam an, hangi sebeplerle geldiği hakkında bazı sorular ortaya atm ışsa da, onun
A nadolu’ya başka bir yerden gelişi ile A nadolu’da yaptığı seyahatleri birbirine
karıştırmış olduğu gibi, Anadolu veya Rumî kelimesi ile neyi dile getirmek istediğini de
kesinlikle belirtmemiştir.98 Fakat Ahmed-i Daî’nin çok kuvvetli bir öğrenim görmüş
olduğu, Arapçayı özellikle Farsçayı bir divan yazacak kadar iyi bildiği ve böyle bir
öğrenim yapmak için o yüzyılda A nadolu’daki şâir ve bilginlerin çoğu kere Mısır,
Suriye, İran, Horasan gibi ülkelere gittikleri ya da iyi öğrenim görmüş kişilerin bu
ülkelerden A nadolu’ya geldikleri gözönüne alınırsa, onun ya Germ iyan’da doğup,
yetişip öğrenim için doğuya gittiği ya da Anadolu’ya İran, Horasan gibi doğudaki bir
ülkeden geldiği düşünülebilir. Ancak Ahmed-i D aî’nin veya büyük bir ihtim âlle
âilesinin Anadolu’ya İran ya da Horasan taraflarından geldiğini düşündürecek bazı
küçük ip uçları bulunmaktadır. Bunlardan birisi, onun 816/1412’de kendi el yazısıyla
yazdığı Farsça divam’ndaki yazının, o zaman Anadolu’sunda yaygın olan nesih yazı
yerine Horasan ve İran taraflarında moda olduğu bilinen talik yazı olması, diğeri ise
Ahmed-i Daî’nin Çengnâme’de vatan hasreti çektiğini belirten beyitlerinin arkasından
Hıtâ Türkünün unutulmaması gerektiğini bildiren sözleri99 ile kullandığı Çağatayca

95Sehî, Tezkire, s.56; Latifi, Tezkire, s.85.


96H asan Çelebi, Tezkire, İst. Üniv. TY. 1628, 35a ; M. Süreyya, Sicill-i Osmanî, C.I, s.190; İ. H.
Ertaylan, aynı eser, s.4-5.
97İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.12-13.
98İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.10.
"Ç engnâm e, b. 1404.

16
kelim elerdir. Fakat bütün bunlar yeteri kadar bir delil teşkil edemiyeceğinden,
şimdilik bu düşüncenin bir tahminden daha ileri gitmiyeceği burada belirtilmelidir.
Eserlerinin pek çok yerinde görüldüğü için, Ahmed-i D aî’nin asıl adının Ahmed,
mahlâsının da Daî olduğu hakkında en ufak bir şüphe yoktur.100 Ayrıca Ahmed-i Daî,
Tıbb-ı nebevî adlı eserinin mukaddimesinde kendinden “Ahmed ibn-i İbrahim ibn-i
M uham med el-m acrüf bi°d-Dacı” diye söz ederek, dedesinin adının Muhammed,
babasımnkinin İbrâhim, kendi adının Ahmed ve mahlâsının da Daî olduğunu açıkça
ortaya koyar.101
Yine İ. H. Ertaylan’ın eserinde, Süheyl ü Nevbahar’ın ilk bin küsurluk beytini
yazan Hoca M esud’un yeğeni İzzeddin A hm ed’in Ahm ed-i Daî olabileceği ileri
sürülüyor; Aydınoğlu Um ur Bey (1340-1348)’in emri üzerine Kelile ve D im ne’yi
Türkçeye çeviren Kul Mesud ile Hoca M esud’un aynı kişi olduğu kabul edilerek,
Ahmed-i Daî ya da İzzeddin Ahmed’in Aydın beyliğinden Germiyan’a geldiği ihtimali
üzerinde duruluyor.102 Bütün bu tahmin ve düşünceler, Süleymannâme adlı eserindeki
mukaddimede, Uzun Firdevsî (1453-?)’nin, Ahmed-i Daî’yi Süheyl ü Nevbahar’ı yazan
şâir olarak göstermesine dayandırılıyor. Fakat Uzun Firdevsî’nin Ahmed-i Daî ile
İzzeddin Ahm ed’i birbirine karıştırdığı, ayrıca Hoca Mesud ile Kul Mesud’un ayrı
kişiler oldukları bugün bilinmektedir.103 Bu durumda Süheyl ü Nevbahar’ın nerede
yazılmış olduğu henüz tartışm alı bir konu olduğu gibi, Ahmed-i D aî’nin İzzeddin
Ahmed ile aynı kişi olduğu ve onun Germiyan’a Aydın taraflarından geldiği de şimdiki
durumda tartışmaya ve araştırmaya açık bir konu olarak durmaktadır. Bundan başka
Hoca M esud’dan ve eserlerinden sık sık söz eden ve Ahmed-i Daî gibi Germiyan
sarayına mensup olan Şeyhoğlu Mustafa’nın Hoca Mesud’un yeğeni İzzeddin Ahmed’i
tanım am asına imkân yoktur. Bu durum da Hoca Mesud’un yeğeni olarak Ahmed-i
D aî’den Şeyhoğlu’nun hiç söz etmemesi dikkat çekicidir. İşte bu yüzden bugünkü
bilgilere dayanarak, şimdilik İzzeddin Ahmed ile Ahmed-i D aî’yi ayrı kişiler olarak
kabul etm ek yerinde olur. Hele “. . . Aydmoğulları, nihayet, yerlerini bırakm ak
zorunda kalınca, mâiyetlerindeki ulemâ ve şuarânın da müstakil beyliklere dağılmaları
kadar tabiî bir hâl olamaz. İşte, Ahmed-i D a ^ ’nin de, böyle bir tarihî hadise üzerine
G e rm iy a n o ğ u lla rı h izm etin e girm iş olm ası ih tim âl d â h ilin d e d ir. N itekim ,
G erm iyanoğulları da, ayni âkibete uğrayıp, elleri O sm anlIların ellerine geçince
Ahmedî, Hamzavî, Şeyhoğlu, Şeyhî (Sinan) gibi . . . Ahmed-i D a0! de Osmanlılara
sığınmıştır.” 104 gibi bir tahminde bulunmak imkânsızdır. Çünkü Yıldırım Bayezid
1390’da Aydın, Saruhan beyliklerini ele geçirdiği sırada Germiyan beyliği de aynı
âkibete uğram ıştı.105 Fakat 1402 Ankara savaşından sonra bu beyliklerin hepsi
yeniden canlanmışlardır. Bu arada Aydmoğulları beyliği, İsa Bey’in oğulları Musa Bey

100İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.5.


101I. H. Ertaylan, aynı eser, s.6; Tıbb-ı nebevî, tıpkı basım, s.388.
102aynı eser, s.3-4.
103F. Köprülü, Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar, s.184, 186-191; Kilisli Rifat, “Süheyl ü
Nevbahar’a dair, Vesikalar ve Notlar,” TM, C.II (İstanbul 1926), s.404-405.
104İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.4.
105İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.I, s.262-263.

17
ve Il.Umur’a kalmış; daha sonra Il.Umur’un 1405’de ölümünden sonra, araya fasılalar
girmekle beraber, 1426 yılma kadar Aydın beyliğinde Cüneyd Bey, Aydınoğlu Mustafa
Bey gibi beyler hükümdar olmuşlardır.106 Bu durum Aydın beyliğinin hemen dağılıp
ortadan kalkmadığını açıkça göstermektedir. Ayrıca, böyle bir olayın doğruluğu kabul
edilse bile, Aydın beyliğinin dağılmasından sonra burada bulunan bilgin ve sanatçıların
Germiyan hizmetine girmeleri ihtimali tarihî akışa uymayacaktır. Çünkü 1402 Ankara
savaşından sonra, hatta ondan önce de Germiyan beyliğindeki sanatçılar bile, Emir
Süleyman’ın, yani Osmanlı sarayının, hizmetinde bulunmaktadırlar. O halde, Aydın
beyliğindeki sanatçılar ve bilginlerin böyle bir durum karşısında, olsa olsa Osmanlı
sarayına intisap etm eleri akla daha yakın gelm ekte ve tarihî akışa daha uygun
görünmektedir. Şu halde Ahmed-i D aî’nin Aydın beyliğinden Germiyan’a geldiği
ihtimali, bugünkü belge ve tarih bilgilerine göre ihtiyatla düşünülmesi, hatta şimdilik
bir kenara bırakılması gereken bir konudur. Oysa bu olayın tam aksi bir durumu
A hm ed-i Daî için düşünm ekte şim dilik bir sakınca yoktur. Tıpkı A hm edî’nin
Germiyan’dan ayrılıp bir süre Aydın beyliğinde bulunması gibi,107 Ahmed-i Daî de
G erm iyan’dan ayrıldıktan sonra, m uhtem elen Em ir Süleyman ile birlikte Batı
Anadolu’ya geçmiş olabilir.
Germiyan beyi Süleyman Şah, kızını 1378’de Yıldırım Bayezid’e verirken, cihaz
olarak Kütahya, Simav, Eğrigöz ve Tavşanlı’yı Osmanlı beyliğine hediye etmiş ve bu
bölgeye Yıldırım Bayezid vâli olmuştu.108 İşte bu sırada Ahmed-i Daî’nin, Ahmedî ve
kardeşi Hamzavî gibi Yıldırım Bayezid’e intisap ettiği ve onun 1389’da tahta geçtiği
sırada da oğlu Emir Süleyman’ın hizmetinde bulunmuş olacağı ihtimali İ. H. Ertaylan
tarafından öne sürülmektedir.109 Ayrıca yine İ. H. Ertaylan, eserinin bir başka yerinde
şöyle söylemektedir: “Yukarıda da, söylediğimiz gibi, Yıldırım, Germiyan beyinin
kızını alarak, Kütahya’ya vâli gönderildiği zaman mı OsmanlIlarla tanıştı! Yoksa,
Yıldırım 792’de bütün Anadolu’yu zaptı altına aldığı zaman mı! Yıldırım tahta çıktığı
sırada D acî nerede idi? Yıldırım’ın yanında mı? Burası tamamiyle karanlıktır.” 110
Görülüyor ki İ. H. Ertaylan, Ahmed-i Daî’nin OsmanlIlarla olan ilk ilişkileri hakkında
çok kuşkulu davranm aktadır. G erçekden de Ahmed-i D aî’nin Emir Süleyman’a
intisabından önceki hayatı oldukça karanlık olup, bu hususda söylenecek her şey bir
tahminden öteye gitmiyecektir.
Fakat yine de Ahmed-i Daî’nin hayatının bu karanlık devresi hakkında da bazı ip
uçları yakalamak mümkündür. Her şeyden önce Ahmed-i Daî’nin Germiyan’da iken
bir süre kadılık makamında bulunmuş olduğu kesindir ve bu bilgi Alî tarafından
açıklıkla verilmektedir.111 Esasen, 1402’den sonra hep Emir Süleyman’ın çevresinde
görülen Ahmed-i Daî, Osmanlı devletinde böyle bir görevi üzerine almış olsaydı,

1()6aynı eser, s.72-73.


107N. M. Çetin, “Ahm edî’nin ‘M irkâtü’l-edeb’i hakkında,” TM (İstanbul 1964), C.XIV, s.220; Ö. F.
Akün, aynı eser, s.482.
108İ. H. Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, s.48-49; —, Osmanlı Tarihi, C.I, s.174.
109İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.6.
110aynı eser, s. 10.
^ S e h î, Tezkire, s.56; Âlî, Künh-ül-ahbar, C.V, s.130.

18
bundan kaynakların açıklıkla söz edecekleri muhakkaktı. Ancak Ahmed-i Daî’nin
Germiyan’da ne zaman kadılık görevinde bulunduğunu tahmin etmek çok kolay değilse
de, Süleyman Şahın Kütahya ve çevresini Osm anlIlara hediye ettiği sırada onun
Kütahya’da kadı olarak bulunduğu ve bu münâsebetle Kütahya vâlisi Yıldırım Bayezid
(1378-1389) ve oğlu Emir Süleyman’la tanıştığı bu arada 1387’de babasının yerine
Germiyan beyi olan Yakup Bey’e intisap ederek 1390 yılına kadar onun yanında
kaldığı, 1387-1390 yılları arasında onun adına yazdığı T abirnam e adlı eserinden
anlaşılabilir. Yıldırım Bayezid 1390 yılında M enteşe, Aydın, Saruhan, Germiyan
beyliklerini idaresi altına aldığı ve Germiyan beyi Yakup Beyi İpsala kalesinde
hapsettirdiği zaman112 da Ahmed-i Daî Germiyan ile bağlarını tamamen koparmış ve
Emir Süleyman ile birlikte Batı Anadolu’ya gitmiş olabilir. Çünkü Yıldırım Bayezid
Aydın, Saruhan beyliklerini aldıktan sonra, bu yerlerin vâliliğini şehzâde Ertuğrul ve
Emir Süleyman’a verm iştir.113 Kadı B urhaneddin’e karşı 1392’de yapılan Dilim
savaşında Şehzâde Ertuğrul’un ölmesinden sonra Emir Süleyman, Aydın, Saruhan ve
Karesi sancaklarının valisi olarak kalmış; 1402 Ankara savaşına bu sancakların vâlisi
olarak katılmıştır.114 İşte 1390-1402 yılları arasındaki bu zaman içersinde Ahmed-i
Daî’nin Emir Süleyman’ın yanında olabileceğini düşündüren tek belge, onun Bergama
ve Mihalıççık’ta bulunduğunu gösteren divanındaki iki şiirdir.115 Bu iki şiir onun Batı
A nadolu’da seyahatler yaptığını gösterm ektedir ki bu seyahatlerin, 1402’de Emir
Süleyman’a intisap ettikten sonra yapılmasına imkân olmadığına göre (çünkü bu
tarihten sonra daim a E d irn e’dedir), büyük bir ihtim alle Em ir Süleyman’ın Batı
Anadolu’daki vâliliği sırasında yapılmıştır. Ayrıca Ahmed-i D aî’nin eldeki Türkçe
divanı, onun Osmanlı sarayına intisap ettikten sonraki şiirlerini içine almaktadır.
Germiyan beylerine âit şiirlerin bu divanda bulunmaması, Ahmed-i Daî’nin Germiyan
sarayında bulunduğu sırada bu seyahatleri yapmış olabilm esi ihtim alini ortadan
kaldırmaktadır.
Fakat adı geçen sancakların vâlisi Emir Süleyman’ın devamlı bu bölgelerde
kalmadığı ve babasının emriyle çeşitli savaşlara katıldığı da unutulmamalıdır. Meselâ
1393 yılında Yıldırım Bayezid, oğlu Emir Süleyman idaresinde bir orduyu Bulgaristan’a
göndermiştir. Bu ordu başkent Tırnova’yı alıp Bulgaristan’ı işgal etm iştir.116 Kadı
B urhan edd in’in 1398’de ölümü üzerine, Em ir Süleyman idaresindeki Osm anlı
kuvvetleri, Akkoyunlu aşiretinin reisi Kara Yölük Osman’ı yenerek, 1399’da Sivas’ı
işgal etm iştir.117 Sivas’ın alınm asından sonra, buranın idaresi Em ir Süleyman’a
verilmiş ve Emir Süleyman, Timur’un 1400’de Sivas’ı işgal etmesine kadar bu şehrin
vâlisi olmuştur. Ancak 1400’de Timur Sivas’ı kuşattığı zaman, Emir Süleyman şehrin
müdafaasını Malkoçoğlu Mustafa Bey’e bırakarak şehirden çıkmıştır.118 İşte Emir

112İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.I, s.263; —, Kütahya Şehri, s.54.


113İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, aynı yer.
n 4 aym eser, s.277, 311.
115İ. H. Ertaylan, aynı eser, Divan, tıpkı basım, s.108-109, Mutayebât, tıpkı basım, s.295.
116İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.I, s.193.
117aynı eser, s.299.
118aynı eser, s.303.

19
Süleyman’ın 1399-1400 arasındaki bir yıllık Sivas vâliliği sırasında Ahmed-i Daî’nin
nerede bulunduğu karanlık olduğu gibi, 1402 Ankara savaşı sırasında da onun nerede
olduğu ve ne yaptığı belli değildir. Fakat 1400’de Sivas’ı terkeden Emir Süleyman’ın
tekrar Aydın, Saruhan, Karesi sancaklarına vâli olarak tayin edildiği, onun 1402’de
Ankara savaşına bu sıfatla katılmasından anlaşılmaktadır. Bu arada Emir Süleyman’ın
bu 1400-1402 yılları arasındaki ikinci vâliliği sırasında Ahmed-i Daî’nin onun yanında
bulunup bulunmadığı da çözülmemiş bir soru olarak kalmaktadır. Şimdilik bu yıllarda
da onun Emir Süleyman ile beraber Batı Anadolu’da bulunduğu kabul edilebilir.
1402’de Ankara savaşında Osmanlı ordusunun bozguna uğraması üzerine, Emir
Süleyman, Sadrazam Ali Paşa (ö. 1406) ile birlikte savaş meydanını terk ederek, önce
Bursa’ya, sonra Gelibolu’dan Rumeli’ye geçmiş ve Edirne’de tahta çıkmıştır.119 İşte
onun 1402’de tahta çıkışından sonra Ahmed-i Daî’nin Edirne’de saraya intisap ettiği
görülmektedir. Kaynaklarda, içkiye eğlenceye, rahat hayata düşkün, aynı zamanda
edebiyata meraklı, şâir ve bilginleri koruyan cömert bir kişi olduğu, hatta kendisinin de
şiirler yazdığı120 söylenen Emir Süleyman ile onun kadar içki ve eğlenceye düşkün,
fakat iyi bir siyaset adamı, tedbirli bir vezir olan Sadrazam Ali Paşa121 zamanında
Osmanlı sarayı daha renkli bir havaya bürünmüş; tantanalı ve debdebeli bir saray
hayatı başlamış ve bu hayatın tabiî bir sonucu olarak da, sanat ve edebiyat eskisinden
daha büyük bir önem kazanmıştır. İşte bu yüzden Edirne’de Emir Süleyman’ın sarayı,
diğer beyliklerdeki sanatçıları cezbetmeğe başlamıştır. Emir Süleyman’ın sarayında
A hm ed-i D a î’den başka G erm iy an ’dan g elen A hm edî, H am za ve Şeyhî de
bulunm uştur.122 Bu şâirler onun adına eserler yazmışlar veya onun meclislerinde
karşılıklı şiirler söylemişlerdir.123 Ahmed-i Daî de Çengnâme adlı mesnevisini Emir
Süleyman’a sunmuş; gazel şeklindeki pek çok şiirinde onu övmüş ve ona hitap etmiştir.
Bir de onun Sadrazam Ali Paşanın ölümü üzerine Emir Süleyman’a sunduğu bir
kasidesi daha vardır.124 Bu kasideden anlaşıldığına göre, Emir Süleyman 1406 yılında
kardeşi Çelebi M ehmed’in daha fazla kuvvetlenmesine engel olmak için, Anadolu
tarafına geçtiği zaman Ahmed-i Daî ona refakat etmemiş; Emir Süleyman’ın Anadolu
tarafından Rum eli’ye dönüşünde, ona bu kasideyi sunmuş; onun yokluğunda nasıl
ıstırap çektiğini belirtm iş ve bu sefer sırasında ölen Ali Paşa için de baş sağlığı
dilemiştir. Gerek Çengnâme’nin 808 H ./ 1406 yazılış tarihinden, gerekse bu eserde Ali
Paşa yerine, Mehmed Paşanın övülmesinden, Ahmed-i Daî’nin Çengnâme’yi de Emir
Süleyman’ın Edirne’de olmadığı bu sırada yazdığı anlaşılmaktadır.125

119aynı eser, s.328-329.


120ÂIÎ ve Atâî, Em ir Süleyman’ın öldürüleceğini anladığı sırada söylediği bir şiiri kaydederlerse de, bu
şiirin ona ait olması oldukça şüphelidir, bk. Âlî, aynı eser, C.V, s.122-123; Atâ, Tarih-i Atâ, C.IV, s.94; İ. H.
Ertaylan, aynı eser, s.17-19.
121Â1Î, aynı eser, C.V, s.74, 166; F. Köprülü, Ş. Süleyman, Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı, s.184; İ. H.
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.I, s.333-335.
122F. Timurtaş, Şeyhî, Hayatı ve Eserleri, s.66; Ö. F. Akün, “Şeyh-oğlu,” İA, llö.cüz, s.483.
123F. Köprülü, “Ahmedî,” İA, 3 .cüz, s.217; F. Timurtaş, aynı eser, aynı yer.
124İ. H. Ertaylan, Türkçe divan, tıpkı basım, s.142-144. Onun bu kasidesi, Eğridirli Hafız Kemal’in
Câmi’-ün-nezâir adlı mecmuasında da bulunmaktadır, bk. İ. H. Ertaylan, aynı eser, s .5 ,11.
125Çengnâme, b.176-199; b.1406-1407. Sadrazam Mehmed Paşanın kimliği hakkında kaynaklarda hiç
bir bilgiye rastlanmamıştır.

20
Emir Süleyman sarayının esprisini en iyi şekilde yansıtmış olan Ahmed-i Daî, onun
813 H./1411’de ölümünden sonra bir süre yalmz kalmıştır. Çelebi Musa (1411-1413)
zam anına rastlayan bu sürede onun ne yaptığı bilinm em ektedir. Ancak Türkçe
divanında bulunan iki uzun kaside, onun Çelebi Mehmed (1413-1421)’e intisap ettiğini
gösterm ektedir.126 Çelebi Mehmed’in 1413’deki cülûsu sırasında da Ahmed-i Daî,
Farsça divanının kendi eliyle yazdığı tezhipli bir nüshasını, o sırada vezir-i âzam olan
Halil Paşaya sunmuştur.127 Bu hareketi, Ahmed-i Daî’nin Emir Süleyman’dan sonra
kendisine yeni bir koruyucu aramakta olduğunu ve Çelebi Mehmed’in cülûsu ile Halil
Paşanın vezir-i âzam olmasını vesile yaparak, yeni bir eserle saraya yaklaşm ak
istediğini gösterir. Nitekim bu divanda şâirlerin ve hüner sâhiplerinin artık kıymetinin
bilinmediğinden yakınan şâir, o sıralarda gerçekten çok yalnız olduğunu da açıkça
belirtir. Nihayet Ahmed-i D aî’nin isteği gerçekleşmiş; Çelebi Mehmed tarafından
hüsnü kabul görmüş; hatta onun oğlu şehzâde M urad’m öğretmeni olarak sarayda
görevlendirilm iştir. Ahmed-i Daî, bu görevinde iken şehzâde M urad’a A rapça
kelimelerin Farsça karşılıklarını öğretmek için Ukûd-ül cevahir adlı manzum bir lügat
yazmıştır.
Ahmed-i D aî’nin Çelebi Mehmed ve II.M urad zam anında daha çok m ensur
eserler yazmış olduğu, yani şâirin yaşlandıkça nesre ve bilim eserlerine olan ilgisinin
arttığı düşünülebilir. Bu düşünceyi onun mensup olduğu saray ve çevresindeki mevkii
de kuvvetlendirmektedir. Çünkü bu dönemde, saraydaki görevi ile ilgili olarak istenen
ve beklenen eserlerin de şiir dışında eserler olması tabiîdir.
Ahmed-i Daî’nin kesinlikle kendisine âit olduğu bilinen dokuz mensur eserinden
T abirnâm e Germiyan beyi II.Yakub’a, Tim urtaş Paşa oğlu Um ur Beyin işaretiyle
yazılmış olan E bû’-l-Leys-i Sem erkandî tefsiri Emir Süleyman’a sunulm uştur.128
Vesîlet-ül mülûk adlı eserinin ise Ebû’-l-Leys-i Semerkandî tefsiri çevirisinden önce
yazıldığı tahmin edilmektedir.129 Geri kalan altı eserinden Tıbb-ı nebevî’nin de Emir
Süleyman için yazıldığı düşünülebilir. Çünkü bu eserin mukaddimesinde, Ahmed-i Daî
bu eserini de Timurtaş Paşa oğlu Umur Bey’in emri ile hüdâvendigâr için yazdığını
söylemektedir; Çengnâme’de Duca-yı Hüdâvendigâr bölümünde, Emir Süleyman’a bu
ünvanla hitap etmiş olan Ahmed-i Daî’nin Tıbb-ı nebevî’de de aynı hükümdarı, bu
sıfatla anmış olabileceği düşünülebilirse de, bu benzerliğin yeter bir delil olamıyacağı
kesindir.130 Fakat Çengnâme, E bû’-l Leys-i Sem erkandî tefsiri çevirisi, Türkçe
divanındaki şiirlerin büyük bir kısmı, M utayebât ve belki de divandaki küçük
mesneviler, onun şiiri çok seven Emir Süleyman devrindeki zamanını yeteri kadar

126İ. H. E., aynı eser, Türkçe divan, tıpkı basım, s. 13-20.


127H alil Paşa, Sadrazam Ç andarlı Halil Paşa (ö. 1406) ile yine Çandarlı İbrahim Paşa (Ö.1429)
arasında ve Çelebi M ehmed zamanında sadrazam olan Osmancıklı İmam-zâde Halil Paşa olacaktır, bk. İ.
H. Danişmend, Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C.I, s.50; İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.23-24.
128bk. Bu araştırm ada Ahmed-i D aî’nin mensur eserleri: Ebû’-l-Leys-i Sem erkandî tefsiri çevirisi,
T abirnam e. Ayrıca T im urtaş Paşa ve oğlu U m ur Bey için bk. Alî, aynı eser, C.V, s.74, 107; İ. H.
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.I, s.331; I. H. Ertaylan, aynı eser, s.20-22.
129bk. Bu araştırmada Ahmed-i Daî’nin mensur eserleri: Vesîlet-ül mülûk.
130bk. Bu araştırmada Ahmed-i Daî’nin mensur eserleri: Tıbb-ı nebevî; Çengnâme ve VI. bölüm.

21
doldurmuşlardır. Geri kalan beş eserden ne zaman yazıldığı bilinmeyen Teressül,
Risâle-i sî-fasl çevirisi, adını açıklamadığı bir beyin emri ile yazdığı Yüz hadis çevirisi
ve Lûlû Paşa’nın emri ile yazdığı Miftah-ül cennet Çelebi Mehmed devrinde yazılmış
olabilir; Tezkiret-ül evliyâ ise, Emir Süleyman’ın nedimlerinden olduğu bilinen ve onun
ölüm ünden sonra Çelebi Mehmed ve II.M urad’a da hizm et eden K araca Beyin
işaretiyle II.Murad için Attar (ö.l229)’ın aynı adlı eserinden Türkçeye çevrilmiştir.131
Böylece bu eserin yardımıyla, Ahmed-i Daî’nin hiç olmazsa II.M urad’ın cülûs tarihi
1421’de hâlâ hayatta olduğu, hatta bu tarihten sonra bir iki yıl daha yaşamış olabileceği
de ortaya çıkmış oluyor.
Eserlerinin de yardımı ile II.Murad devrine kadar hayatı izlenebilen Ahmed-i
D aî’nin ölüm tarihi ve nerede öldüğü hakkındaki bilgiler oldukça karışıktır. Onun
ölüm tarihini Kâtip Çelebi 820 H./1417,132 Hammer ve onu izleyen Babinger 1412
olarak gösterirler; H aşan Çelebi Tezkiresi onun I.M urad (1362-1389)’ın kardeşi
Süleyman Paşanın şâirlerinden olduğunu söyler; onu izleyen Sicill-i Osmanî ise
Ahmed-i Daî’nin I.Murad zamanında öldüğünü bildirir.133 Gibb, Ham mer’in verdiği
ölüm tarihinin hiç bir belgeye dayanmadığına değinir.134 İ. H. Ertaylan, bu konuda
v erilen b ütün bilgileri k a rşıla ştıra rak ten k itle rin i yapar ve A hm ed-i D a î’nin
eserlerinden hareket ederek, onun II.M urad’ın 1421’deki cülûsunda henüz hayatta
olduğunu ve ancak bu tarihten sonra öldüğünü ortaya koyar.135 Fakat İ. H. Ertaylan,
Ahmed-i D aî’nin II.M urad’m cülûsundan sonra da yaşamış olduğunu gösteren bir
belgenin elde olmadığını söyler; Ahmed-i Daî’nin II.Murad için Ukûd-ül cevâhir’i onun
şehzâdeliği zamanında, Tezkiret-ül eviiyâ’yı da cülûsundan hemen sonra yazdığını
belirtir ve Tıbb-ı nebevî’nin II.Murad için yazıldığını söyleyen İ. H. Uzunçarşılı’nm
düşüncelerine katılmaz.136 Gerçekten de Tıbb-ı nebevî’nin mukaddimesinde eserin
sunulduğu hükümdardan sadece hüdâvendigâr ünvanı ile bahsedildiği için, bu eserin
hangi hüküm dara yazıldığı kesinlikle anlaşılam am aktadır.137 Bu durumda, eğer
hüdâvendigâr ünvanı ile II.M urad kasdedilm iş ise, Ahm ed-i D aî II.M urad’m
cülûsundan sonra iki eser yazmış olur ki bu da onun 1421’den sonra bir kaç yıl daha
yaşadığını gösterir. Fakat sadece Tezkiret-ül evliyâ ’yı yazmışsa, 1421 yılından sonra
onun çok yaşamadığı düşünülebilir. Ancak Ahmed-i Daî’nin 1421’den sonra daha ne

131bk. Bu araştırm ada Ahmed-i Daî’nin mensur eserleri: Miftah-ül cennet, Tercüme-i risâle-i sî-fasl,
Teressül, T ezkiret-ül evliyâ, Yüz H adis çevirisi. Fakat Lûlû Paşa hakkında kaynaklarda hiç bir bilgiye
rastlanmamıştır. Lûlû Paşa ve Karaca Bey için bk. Âlî, aynı eser, C.V, s. 121-123; İ. H. Ertaylan, aynı eser,
s.22; İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.I, s.338; Abdülkadir, Bursa Tarihi Kılavuzı, s.152.
132Kâtip Çelebi, Keşf-üz-zünun, C.I, sütun 789.
133Hammer, Geschichte der Osmanischen Dichtkunst, C.I, s.72; F. Babinger, Geschichtsschreiber der
O sm anen und ihre W erke (1927), s.14; Haşan Çelebi, Tezkire, Üniv. Ktp. TY 1628, v.35a ; M. Süreyya,
Sicill-i Osmani^ C.I, s. 190.
134E. J. W. Gibb, A History of Ottom an Poetry, C.I, s.256, not 5.
135İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.25-26.
13Ğİ. H. Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, s.213.
137İ. H. Ertaylan, aynı eser, Tıbb-ı nebevî, tıpkı basım, s.389. Burada şöyle bir kayıt vardır: tercüme
olınsa sultânüDI-islâm veDl-müsIimîn sultânum uz hüdâvendigâr hazretleriçün . . . Bu ifade, eserin hangi
sultan için yazıldığını açıkça göstermemektedir.

22
kadar yaşadığını kesinlikle söylemek, eldeki belgelerin yetersizliği yüzünden, şu anda
imkânsızdır.
Ahm ed-i D a fn in nerede öldüğü ve m ezarının nerede bulunduğu da henüz
kesinlikle aydınlanmış değildir. İ. H. Ertaylan, Bursa’da Ahmed-i Daî adına bir
mahalle, bir hamam ve bir cami olduğunu, fakat yaptığı araştırm a sonucunda bu
caminin Aydıncıklı H ızır Bey oğlu Yahşi Bey tarafından yaptırılm ış olabileceği
kanaatine vardığını; çünkü camiin kitâbesinde Ahmed-i Daî’nin adına rastlayamadığım
söyler.138 Bursa Tarihi’nde Ahmed-i Daî’nin mezarının Bursa’da olduğu bildiriliyorsa
da,139 yine İ. H. Ertaylan, adı geçen cami yanında bulunan ve Daî Dede kabri diye
tanınan bu mezarda, mezar taşı ve tarih bulunmadığını söyleyerek, Ahmed-i Daî’nin
nerede öldüğü ve mezarının nerede olduğu hakkında doğru bilgi elde edebilmenin
şimdilik imkânsızlığını ortaya koyar.140 Ben de Burs’ya gittiğimde, camiin hakikaten
Ahmed-i D aî’ye âit olmadığını, fakat halk arasındaki şöhretinden dolayı Ahmed-i
D aî’ye isnad edildiğini ve Daî kelimesinden değiştirilerek camiin “Dayı camii” diye
adlandırıldığını tesbit ettim. Cami yanında bulunan mezarda da gerçekten mezar taşı
bulunmamaktadır. Belki ileride bulunacak yeni belgeler bu meseleyi çözümleyebilir.
Şimdiki durumda, Bursa şehrinde söylene gelen efsanelere dayanılarak, Ahmed-i
Daî’nin yaşlılığında Bursa’da inzivaya çekildiğini, hayatının son yıllarını bu şehirde
geçirdiğini ve bu şehirde öldüğünü kabul eden İ. H. E rtaylan’ın düşüncelerine
katılmaktan başka bir çözüm yolu bulunmamaktadır.141

D. A h m e d - i D a î ’n i n e d e b î k i ş i l i ğ i

Ahmed-i D aî’nin edebî kişiliğini en iyi bir şekilde ortaya koyan kaynak Sehî Bey
Tezkiresidir. Sehî Bey (Ö.1548) hakkında “Hoş tabc u suhan-dân rind ü nâzük ü latif u
çerb-zeban ü zarif bu fennün kâmili ve bu cilmün mâyili olup ehl-i cilm kısmından her
fenden haber-dâr kadılık itmiş kişidür ve mesnevi ve kaşâyid ü ğazeliyât dimekde
mahir ve her nevci güftârı ve eşcârı vâfir, şâhib-dlvân, divânı m ütecârif ve diyâr-ı
R ûm ’da ebyâtı toptoludur ve Mir Süleyman ism ine Çeng-nâm e nâm bir kitâb
yazmışdur. Anda çok emşâl-i Cacâyib ve letâyif ü ğarâyib dere eylem işdür. . . . cArabî
ve Parsı ve Türkl dilde eşcârı var. Fâzıl u kâmil tamâm-ı iştihar bulmış kimesnedür ve
kendü ih trâcâtından bu gazel anundur. İşbu uşlübda vilâyet-i Rum ’da kimse şicr
dimemişdür,”142 demektedir. Böylece Ahmed-i Daî’den söz eden bu en eski kaynakta
onun üç dil bildiği, hem bir bilgin hem de iyi bir şâir olduğu, şöhretinin bütün
A n ad o lu ’ya yayıldığı, onun tarzında o zam ana kadar kim senin şiir yazmadığı
belirtilerek, kısa ve öz bir şekilde bilgi verilir. Sehî Bey, görüldüğü gibi, Ahmed-i
Daî’nin üslûbu hakkında nazik “ince” lâtif “kulağa hoş gelen, akıcı,” zarif “kabalıktan
uzak, anlam bakım ından seçkin,” çerb-zebân “anlaşılır” gibi kelim eler kullanır.

138İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.27.


139A. Memduh Turgut, İznik ve Bursa Tarihi, s.201.
140İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.27-28.
141aym eser, s.28.
142Sehî Bey, Tezkire, s. 56-57

23
Böylece onun bir sanatçı olarak kelimeyi seçmeyi ve yerinde kullanmayı bilen bir kişi
olduğunu belirtmek ister. Ayrıca onun mesnevi, gazel, kaside demekteki ustalığını da
bu değerlendirm esine katar. İşte önce mesnevi, sonra gazel, en sonra da kasideyi
sıralamakla, Sehî Bey, Ahmed-i D aî’nin bu alanlardaki ustalığını doğru bir şekilde
derecelendirm iş olur. Ancak Sehî Beyden sonraki kayıtların artık Ahmed-i Daî
hakkında yeterli bir bilgiye sâhip olmadıkları görülmektedir. Esasen Latifi (Ö.1585) bir
tarafa bırakılırsa, ne Haşan Çelebi (.1546-1607) ne de Âlî (1541-1606), Ahmed-i Daî
hakkında tam ve doğru bir bilgi verirler, “tarz-ı gazeli tavr-ı sabık”143 sözleriyle Latifi
onun gazeldeki üslûbunun eski tarzda olduğunu belirtir ve fitne kelimesini örnek
vererek Ahmed-i Daî’nin, anlamlarının gerektirdiği yerlerde kelimeleri kullanmadığına
işaret eder; şöyle söyler: “Amma Caceb budur ki bu kadar fazl u macrifetle sözlerinün
macnâ-yı ihâmlsinden gafil olup ebyatında olan lafzımın ne kadar macnâya şamil idügin
fehm itmezler imiş. Zira m atlac-ı merkümun mışrac-ı şanîsinde “Benüm yarum gibi
fitn e” dimiş. Lafz-ı fitne bu m ahalde zımml m eşcar-ı iham ve bir lafz-ı kablhi
mutazammın turfe kelâmdur. cÖrf-i nâsda fitne ecnâs-ı kilâbdan şol seg-i şağire ve
cins-i kıtm lre dirler. Lafz-ı mezkurı şucara-i zam an ekseriya rakib zikr olınduğı
mevkiclerde Trad iderler.”144 Latifi’nin yukarda görülen iki yargısından ilkinde tavr-ı
sabık “eski usûl” sözleriyle ne demek istediği, İ. H. Ertaylan’ın da belirttiği gibi,145
müphem kalmıştır. Çünkü Ahmedî, Şeyhî, hatta Âşık Paşanın da üslûbu aynı üslûp
değil miydi? İkinci yargısında ise Latifî’nin kendi yüzyılındaki (XVI.yy.) bir üslûp
anlayışının etkisinde kaldığı ve anlatım gücü hakkında düşüncelerinin sınırlı olduğu
görülmektedir. Gibb, Latifî’nin bu görüşüne karşı çıkmakta; Latifî’nin zamanında
köpeğe fitn e denilm iş olabileceğini, fakat kendisinin, kelim enin bu şekildeki
kullanılışına hiç bir yerde rastlamadığını, şimdi de böyle bir anlamın bilinmediğini
söyler.146 Gibb’in düşüncelerine katılan İ. H. Ertaylan ise “kelimelerin ilk ve hakikî
mânâlarından başka mecâzî, istimalî bazı mânâları da vardır ki bunlardan bazıları tarih
boyunca unutulm akta, diğer m ânâları unutulanların yerlerini alm akta ve kuvveti
rüchân kesbetm ektedirler.” 147 diyerek, fitne kelimesinin esas anlamından başka bir
anlamda kullanılmasının bir hata olamıyacağını belirtmektedir. Esesen fitne “(A.)
deneme, imtihan, cezbetme, sihir, kavga, karışıklık, fesad, Allah’a saygısızlık, günah,
cünbüş, işret; (Kamus-i Türkî): azdırma, baştan çıkarma, karışıklık, ara bozma, bâis-i
fitne ve fesad olan hüsn ü letâfet-i dilber” anlam larına gelm ektedir. Eski Türk
edebiyatında yerine göre hem rakip hem de sevgili ya da onun öldürücü gözleri ve yan
bakışı için kullanılmış olan bu kelime, kendi esas anlamına bağlı kalarak, içinde bu
anlamlan taşıyan nesnelere mecazen atfedilmiştir. Bu durumda bir kelimeyi şu yerde
ya da bu yerde kullanmalıdır gibi belli bir devre âit sınırlı bir düşünceyle hareket
ederek, Ahmed-i Daî hakkında kelimeleri yerli yerinde kullanmaz diye verilen bir
yargının objektif olacağı düşünülemez. Fakat Latifi, Ahmed-i Daî hakkında tamâmen

143Latifî, Tezkire, s.85.


144aym eser, s.86.
145I. H. Ertaylan, aynı eser, s.50.
146E. J. W. Gibb, aynı eser, C.I, s.258.
147İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.52.

24
olumsuz düşünceler taşımadığını, onu beğendiğini şu ifadeleriyle belirtmiştir: “Bu şicr
anun haşşe-i ibdâcı ve makbül-i ihtiracıdır”148 “m atlac-ı merküm Dâcr-i merhümun
ğayetde matbücı ve divânında makbul olan beyt-i maşnücıdur. Amma Caceb budur ki
bu kadar fazl u m acrifetle .” 149 görüldüğü gibi bu son ifadede Latifî, masnüc
kelimesiyle onun bu beytinin sanatkârane olduğuna, fazl ve macrifet kelimeleriyle de
Ahmed-i Daî’nin şiir söylemekteki ustalığına ve şiirdeki teknik bilgisinin yüksekliğine
işaret etmektedir.
Yukarıda belirtilen bu iki kaynak dışında, Ahmed-i Daî’yi I.Murad devri şâirleri
arasında gösteren H aşan Çelebi T ezkiresi,150 onun “ rezm ü cenge m ütecallik”
Ferahnâme adında bir eseri olduğunu söyleyen Âlî,151 Haşan Çelebi’yi izleyen Sicill-i
Osmanî152 ve Âlî’yi izleyen Osmanlı M üellifleri153 Ahmed-i D aî’nin kendisi ya da
eserleri hakkında yanlış bilgiler verdikleri gibi, onun edebî kişiliği üzerinde hemen
hemen hiç bir şey söylememişlerdir. Yalnız Hammer, “Ferahnâm e ve Ceng-nâme
eserlerini yazan Ahmed-i Daî ise Süleyman’ın saray-ı şetâret-nümununda daha çok
takdir olunmuştur.” 154 diyerek, onun bu sarayda Ahmedî ve Hamza gibi şâirlerden
daha fazla ün kazandığına ve bu şâirlere olan üstünlüğüne işaret etm iştir. Yeni
Osmanlı Tarih-i Edebiyatı’nda “devr-i sarayî”nin Ahmed-i Daî ile başladığına ve
onunla şiirin tasavvuf edebiyatından ayrıldığına işaret edilmiş; ayrıca zam anının
psikolojisini ve düşüncelerini ilk önce şiirde onun yansıttığına, saray dilini yine en önce
başarıyla onun kullandığına değinilmiştir.155 Bu eserde, Daî’nin
Eyâ hurşid-i meh-peyker cem alün MüşterT-manzar
Ne manzar manzar-ı talic ne talic talic-i enver156
matla’ıyla başlayan ve hemen hemen bütün kaynaklara alınmış olan şiiri örnek olarak
verilmiş; Ahmed-i D aî’nin dilindeki âhenk ve akıcılığın çağdaşlarında bulunmadığı
belirtilm iştir.157 Bu âhenk ve akıcılık, belki de Sehî Beyin “işbu üşlübda vilâyet-i
Rum ’da kimse şicr dim em işdür” ifadesiyle işaret ettiği Ahmed-i D aî’ye has olan
üslûbun özelliğidir. Ne var ki, İ. H. Ertaylan, bu leff ü neşirli üslûbun sadece Ahmed-i
D aî’ye âit bir özellik olmadığını, ondan önce ve onun zamanında bu üslûpla şiirler
yazan şâirler bulunduğunu, fakat Ahmed-i D aî’nin bu şâirlerden daha fazla bir
ustalıkla bu üslûbu kullandığı için dikkati çektiğini belirtiyor.158 Ancak Sehî Bey
Tezkiresinde ve Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı’nda leff ü neşirli üslup değil, büyük bir
ihtimalle onun akıcı ve âhenkli üslûbu, yani şiirinin müzikal yapısı ve kelime seçimi
kasdedilmektedir. Gibb ise, yukarıda sözü edilen şiirden hareket ederek, tamamen

148Latifî, Tezkire, s.85.


149aynı eser, s.86.
150Hasan Çelebi, aynı eser, aynı yer.
151ÂİÎ, aynı eser, C.V, s.130.
152M. Süreyya, aynı eser, C.I, s.190.
153M. Tahir, aynı eser, s.171.
154Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, çeviren M. Ata, C.II, s.106.
155F. Köprülü, Ş. Süleyman, aynı eser, s.190.
156I. H. Ertaylan, aynı eser, Türkçe divan, tıpkı basım, s. 68.
157F. Köprülü, Ş. Süleyman, aynı eser, s.191-192.
158İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.38-42.

25
başka sonuçlara varır. Ona göre, bu şiirde artık İran edebiyatının etkisi kuvvetle
hâkim dir; tabiîliğin hiç bir izine rastlanam ıyan bu şiirde, Türk dehasını ezerek
yüzyıldan yüzyıla geçecek olan bu yabancı etkinin son halkası da tamamlanmıştır; fakat
Ahm ed-i Daî, şiirdeki kafiye sistem ini artık Türk edebiyatında hiç bir üstadın
götüremiyeceği bir noktaya ulaştırm ıştır.159 Böylece Gibb, Ahmed-i D aî’nin İran
edebiyatı etkisinde kaldığına, fakat bu edebiyatın geleneklerini çağdaşları arasında en
başarılı şekilde aktaran şâir olduğuna, .yani bir bakıma onun yeni, ama Türk şiiri için
hiç de olumlu olmayan bir akımı başlattığına işaret eder.
Sehî Beyin değerlendirm elerine katılan İ. H. Ertaylan ise, diğer kaynakların
yazarları ile Ahm ed-i Daî hakkında araştırm alar yapanların, onun eserlerini iyi
tanım adıkları için Ahmed-i D aî’nin edebî kişiliğini doğru değerlendirmediklerini
söyledikten sonra,160 her şeyden önce onun şiir tekniğinde, yani onun vezin, cinas, leff
ü neşir, tenasüp, telm ih gibi edebî sanatları kullanm aktaki ve kafiye bulm aktaki
ustalığını belirtir; ifadesindeki akıcılığı över; kolay anlatım gücü üzerinde önemle durur
ve Ahmed-i D aî’yi asıl sanatçı yapan özelliklerin bunlar olduğunu ileri sürer. 161
Gibb’in yukarıda belirtilen yargısına katılmayarak, Ahmed-i Daî’nin ifadesinin bazen
çok süslü, sanatkârane olmakla beraber, çoğu kere sade ve samimî olduğuna değinir;
örnek olarak verilen gazelin bir kaside havası taşıdığını, kasidenin de sanat gayesi
gözettiği için öz bakım ından tabiî olandan çok sunî olanın, yani ideal güzelin ve
fantazinin, peşinden koştuğunu, bu yüzden Ahmed-i Daî’nin bu şiiri böyle bir üslûpla
yazdığını, üstelik devrin diğer şâirlerinin de aynı yola baş vurduğunu, ama onlar
Ahmed-i Daî’deki kabiliyete sahip olmadıkları için, Ahmed-i Daî’nin bu alanda tek
kalmış gibi göründüğünü anlatır. Öte yandan da Ahmed-i D aî’nin İran şiirinin
geleneklerini ve Selman Savecî (Ö.1376), Kemal Hocendî (Ö.1390 veya 1405) gibi İran
şâirlerini izlediğini de söylemekten geri kalmaz.162 Bütün bu ifadelerden anlaşılacağı
üzere, İ. H. E rtaylan Ahm ed-i Daî ve devrin diğer şâirlerinin İran edebiyatının
geleneklerine uyarak şiir yazdıklarım kabul etmiş olur. Bu yüzden onun yukarıda
Ahmed-i Daî için yaptığı savunma, Gibb’in öne sürdüğü yargıyı çürütmez.
İ. H. Ertaylan, bundan başka, ansiklopedik bilgisi fazla olduğu için, Ahmed-i
D aî’nin şiirlerinde fal ve tabirlere, efsanelere, inançlara, Kur°an, hadis ve tefsire,
musikîye kadar her tür bilgi dalındaki motifler ve deyimlerden faydalandığını, bunun
için de şiirinin muhtevasının zengin olduğunu söyler.163 Ahmed-i D aî’nin şiirlerine
aşk, hasret, dostluk, gibi konuları seçtiğini, şiirlerin d e bazan rindane, bazan
m utasavvıfane, bazan da âşıkâne bir havayla göründüğünü, şiirlerindeki tem el
düşüncenin ise “ ânı yaşam a, fırsatı değerledirm e gerektiği” görüşü olduğunu
belirttikten sonra, 164 onun asıl şâirliğinin dil ve üslûbunda belirdiğini, birer sehl-i
mümteni olan şiirlerinde üslup ve ifadenin yerine göre azametli ve ihtişamlı, yerine

159E. J. W. Gibb, aynı eser, C.I, s.258.


1Ğ0İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.29.
lölaym eser, s.34-43.
1Ğ2aym eser, s.47-49.
1Ğ3aym eser, s.48, 57.
164aynı eser, s.52-63.

26
göre hüzünlü ve rikkatli olduğunu, bu yüzden de onda bazan Fuzülî (ö.l556)’yi, bazan
N efî (Ö.1636)’yi ve Bakî (Ö.1600)’yi hatırlatan mısralara rastlandığını165 söyler ve onun
iyi bir şâir olduğu kadar iyi bir hattat olduğunu da sözlerine ekler.166
Şimdiye kadar Ahmed-i D aî’nin edebî kişiliği hakkında verilen bilgiler şu
şekilde toparlanabilir:
1. Ahmed-i Daî kendi çağdaşı şâirlerden her bakımdan üstün bir şâirdir.
2. Kuvvetli bir İslâm kültürüyle yetişmiştir. Türkçenin yanı sıra Arapça ve Farsçayı
da bilir. Özellikle Farsçası şiir yazacak kadar iyidir.
3. Hem nesir hem nazım alanında eserler vermiştir.
4. İran edebiyatının ve şâirlerinin özellikle Selman Savecî ve Kemal Hocendî’nin
kuvvetle etkisinde kalmış ve çağdaşlarından daha kabiliyetli olduğu için, bu etki altında
yazdığı şiirleriyle devrinde saray edebiyatı denilen edebiyatı başlatmış; aym zamanda
gelecek nesillere bu türde mükemmel bir örnek olmuştur.
5. Eserlerinde yaşadığı saray çevresinin psikolojisini yansıtmıştır.
6. Özellikle şiir söyleme tekniğinde, yani kolayca kafiye bulmada, aruz veznini
mâhirane bir şekilde şiire uygulamada ve edebî sanatları kullanmada ustadır.
7. Ü slûbu çağdaşlarınınkinden farklı, kendine has bir üslûptur. Sehî Beyin
sözleriyle açık ve anlaşılır, akıcı ve müzikal, zarif ve ince, yani konuya göre en uygun ve
seçkin kelimelerle donatılmıştır. Aynı zamanda da anlamı en iyi şekilde verebilecek
kelimeleri seçmekle, çağdaşlarından daha üstün bir başarı göstermiş; kelimeler onun
kaleminden kolayca ve pürüzsüz bir şekilde akmıştır. Nesir yazıları ise çok sade ve
herkesin anlayacağı bir dille yazılmıştır.
8. İran edebiyatının etkisiyle yazdığı şiirlerinin bazıları sunî, yani çok sanatkârane
olm akla beraber, büyük bir kısmı çok samimî, içten gelen duygulan ifade eden
şiirlerdir.
9. Geniş kültürü ve bilgisi dolayısıyle şiirindeki motifler, yani malzeme son derece
zengindir.
10. D aha çok aşk, dostluk eğlence ve içki m eclislerinin konu olduğu şiirleri
duygusaldır ve bu şiirler, adı geçen yaşantıları içine alan her türlü insanı duygularla
doludur. Bu yüzden de şiirlerindeki hava bazan mutasavvıfane, bazan rindane, bazan
da âşıkanedir.
11. G eçm ekte olan fanî dünyada ânı değerlendirip yaşayabilmek, onun temel
düşüncesi, ya da bir çeşit hayat görüşüdür.
Yukarıda sayılan maddelerden ilki üzerinde İ. H. Ertaylan önemle durmakta ve
özellikle Âlî, Latifî ve H am m er’in verdiği bilgilerle, Ahm edî’den aldığı bir gazele
dayanarak, Ahmed-i Daî’nin Ahmedî’den daha kabiliyetli ve daha iyi bir şâir olduğunu
ileri sürmektedir.167 Fakat bu konuda gerçekten doğru bir değerlendirme yapabilmek
için, bütün kaynakların ötesinde, Ahmed-i Daî’nin bütün eserleriyle, çağdaşlarının ve
Ahmedî’nin bütün eserlerini karşılaştırmak, tarafsız ve dikkatli bir inceleme ile onun

165aynı eser, s.57-58.


166aynı eser, s.63.
167İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.30-32, 40.

27
ne bakımdan farklı ve orijinal bir şâir olduğunu ortaya koymak gerekmektedir. Bu
yüzden apayrı ve başlı b aşın a bir a ra ştırm a konusu olan A hm ed-i D a î’nin
çağdaşlarından özellikle Ahmedî’den farkının ve orijinalliğinin ne olduğu meselesi bir
yana b ıra k ıla ra k , d a h a iyi ve d ah a ü stü n olm a m eselesin i, ed eb î e se rle ri
değerlendirm ekte bir ölçü olamayacağı için tamamen unutarak, onun nasıl bir şâir
olduğu, eserlerinin yardımıyla, burada belirtilmeye çalışılacaktır.
Yukarıda m addeler halinde gösterilen hususlardan Ahmed-i D aî’nin bilgisine,
kültürüne, şiir tekniğindeki ustalığına, kabiliyeti sayesinde üslûpta ulaştığı başarıya âit
olanlarına esasta eklenecek hiç bir şey yoktur. Burada “kabiliyeti sayesinde ulaştığı
başarı” denmesinin sebebi şudur: Çağdaşları olan sanatçılardan meselâ Ahmedî en az
onun kadar aynı kültür ve bilgiler, aynı şiir yazma tekniği ve gelenekleri ile donatılmış
ve onun bildiği dilleri en az onun kadar bilmektedir.168 Bu durumda, bütün bu temel
u n su rla rd a n iyi bir şiir çıkarabilm e, ancak bir kişilik m eselesi o larak ortaya
çıkmaktadır. Fakat bu, hiç bir zaman bu temel öğelerin önemini küçümsemek demek
değildir. Yani, her şâirin kendi özel imkânları ve kişiliği vardır. Fakat şâirlerin
im kânlarını ve kişiliklerini besleyen, hatta ortaya çıkaran ortam lar olduğu da
m uhakkaktır. İşte aynı ortam larda değişik kişi ve sanatçı imkânları, değişik sanat
eserlerinin meydana gelmesine sebep olur. Ahmedî ve Ahmed-i Daî’de olduğu gibi.
Şimdi A hm ed-i D aî’nin özel im kânlarının ve edebî kişiliğinin beslendiği,
yararlandığı ortam incelenecek olursa, şöyle bir durumla karşılaşılır: Bir sanatçı
kişiliğine sâhip olan Ahmed-i Daî, G ibb’in öne sürdüğü gibi, sadece klâsik İran
edebiyatının tekniğinden ve edebî sanatları da içine alan edebiyat geleneğinden
yararlanmakla kalmamış, hatta bu şiirin iç dünyası denebilecek olan mazmun ve hayâl
sistemini de benimsemiştir.169 Ayrıca yine İran edebiyatı şâirlerinden Selman Savecî
ve K em al H o cen d î’nin yanı sıra belki on lard an daha fazla Sadî (Ö.1291)’den
esinlenmiştir.170 Her şeyden önce Ahmed-i Daî, Çengnâme adlı mesnevisini Sadî’nin
aynı adlı eserini gördükten ve okuduktan sonra yazmaya karar vermiştir.171 Ayrıca
onun tasvirlerinde Sadî üslûbunun tesirleri açıkça görülmektedir.172
Fakat Ahmed-i Daî’nin edebî kişiliği sadece İran edebiyatı ve şâirleriyle beslenmiş
değildir. O Yunus gibi bir şâirin daha önceden Türk diline getirdiği zengin ifadeden,
Türkçe atasözlerinden ve deyimlerden de yararlanmıştır.
Gel gönül Kacbesine gir ki safalar bulasın
Ger tavaf eylerisen tâyife-i cuşşâkı173
cIşk olmayan gönülde Caceb can olur mı hiç
Her can kim anda cışk yok iman olur mı hiç174

168F. Köprülü, “A hm edî,” İA. 3.cüz, s.216; N. S. Banarlı, Dâsitan-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osman ve
Cemşîd ve Hurşîd Mesnevisi, s.4-5.
1ğ9E. J. W. Gibb, aynı eser, C.I, s.258.
170I. H. Ertaylan, aynı eser, s.49. Burada sadece Selman Savecî ve Kemal Hocendî’nin Ahmed-i Daî
üzerindeki etkileri söz konusu olmuştur.
171Çengnâme, sebeb-i nazm-ı kitâb, Böl.VIII.
172krş. Ahmed-i Daî, Çengnâme, Bol.IX, X, XX; Sadî, Külliyat, der-vaşf-ı bahar, s.454-456.
173I. H. Ertaylan, aynı eser, Türkçe divan, tıpkı basım, s.51.
174aynı eser, s.92.

28
Safa vü zevk ile can besle Dâci
Çüriyiser tenlin toprağ içinde175
Yüzi gülden güîeçdür zülfi müşgin
Güneşden göklürekdür aydan aydın (454)176
Yüzi aydan arı kendü şeker leb
Ol aydan nür alur her dünle kevkeb (476)177
beyitlerindeki ifadelerde Y unus’un arı dilinin ve tarzının etkilerini görmemek
imkânsızdır.
Şüfi melâmet itse saha uyma geç yüri
Zira meşeldür it ürer <ü > kârubân geçer178
Ta nazardan ğâyib oldum hâtıra yol bulmadum
Her ne kim gözden ırağ olsa gönülden dürdür179
beyitleri de Türkçenin imkânlarından onun nasıl yararlandığını gösterirler.
Ayrıca içinde bulunduğu kültür ve uygarlık dünyasının unsurları olan İslâm
mitolojisi, İslâmî bilimler, tarih, felsefe, İslâm dini Ahmed-i Daî’nin edebî kişiliğini
beslemiş; tıp, müzik gibi bilgi ve sanat dallan ise çağının belirgin kültür faaliyetleri
olarak ona yeni imkânlar hazırlamışlardır. İşte bu çeşitli bilim ve sanat dallarında
edindiği bilgiler de, eserlerinin çeşitli olmasını sağlamış; gerek mensur eserlerinde
gerekse şiirlerinde işlenen malzeme ve motifleri zenginleştirmiştir. Görülüyor ki hem
devrinin bütün kültür ve bilim faaliyetleri hem de devrinden önce de var ola gelen
edebî ortam , dil malzemesi, çeşitli gelenekler Ahmed-i D aî’nin edebî kişiliğinin
şekillenm esinde bir esas teşkil etm işlerdir. Ancak Ahmed-i Daî bütün bu kültür
faaliyetlerini ve malzemeyi, yine kendi imkânlarıyla değerlendirmiş; seçmiş ve yeniden
şekillendirmiştir.
Öyleyse Ahmed-i Daî’nin edebî kişiliğini yukarıda belirtilen ortamın şekillendirdiği
göz önüne alınarak, onun bu ortam dan aldıklarına, kendinden neleri kattığını
göstermek, bir bakıma onun edebî kişiliğinin en belirgin yönünü göstermek olacaktır.
Her şeyden önce klâsik İran şiirinin bütün geleneklerini, Türk şiirinin içine olanca
mükemmelliğiyle sokan Ahmed-i Daî, bu edebiyatta hazır bulduğu vezin ve kafiyeyi,
edebî sanatları ve şiirin iç dünyasının âdeta bir anlam örgüsü olan mazmun ve hayâl
sistemini, ve bazan İran dilindeki deyimlerin çevirilerini kullanırken, öte yandan
özellikle ayrı anlam lı fakat yazılış ve okunuşları aynı kelimelerle dolu Türkçenin
yapısındaki anlatım gücünün farkına varmış ve bu yüzden şiirlerinde Türkçenin bu
özelliğinden bol bol yararlanm ıştır. Ayrıca Türkçeyi bu yeni teknik ve geleneğe
uygulamakta hiç zorluk çekmemiştir. Çoğunlukla şiirlerini karşısındaki bir kişiyle
konuşurmuş gibi yazdığı, halkın anlatış ve deyiş özelliklerinden ayrılmadığı için de

175aynı eser, s.101.


176 Bk. Açıklama 454ab.
177Bk. Açıklama 476ab.
178I. H. Ertaylan, aynı eser, s.86.
179aynı eser, s.95.

29
ifadede canlılığı korumuştur. İşte üslûbundaki bu özellikler, onun şiirini İran şiirinden
farklı bir şiir yapmış, başka bir deyişle, duygulanmaların, düşüncelerin ve olayların
Türk diline has ifade özellikleriyle dile gelmesi, onun şiirini yabancılaşm aktan
korumuştur.
Bundan başka Ahmed-i Daî’nin Türkçe divanındaki gazellerinin bir çoğunun bir
kaside havası taşıdığı görülür. Bu da onun klâsik nazım şekillerinin kurallarına sıkı
sıkıya bağlı olmadığını gösterir. Çoğunlukla bir sevgiliye yazılmış gibi görünen bu
gazellerdeki ip uçları, onların hiç de bilinen anlamda sevgi şiirleri olmadığını ortaya
koyar. Meselâ
Teslim idüp duram ana külli vücüdumı
Zira kulun irâdeti sultân elindedür
Ben kim olam kim ol yüce hazretde dem uram
Hakimdur ol ne kim ide ferman elindedür
Ger kahr iderse kullarına kendü mülkidür
Ger lutf iderse cüd ile ihsan elindedür180
Beyitleri bu gazelin bir hükümdara yazıldığını gösterdiği gibi, hastalığı bahanesiyle
başka bir yere gitmek için izin istediği şu beyti içine alan gazeli de, yine aynı amaçla
yazılmıştır ve bir kaside havası taşımaktadır:
Muhtelif ab u hevâdan Hak bilür ki şayruyam
D aciya destür virgil sağlığun şükrânesi181
Kapısında kul olduğu şah için söylediği bu şiirlerinin bazısının Emir Süleyman’a âit
olduğu kuşkusuzdur. Meselâ:
Mîr Sülman kim Süleymândur bu gün himmet bile
Dacl ol şeh medhine Selmân olursa çok mudur
makta’ıyla biten gazelin Emir Süleyman için söylendiğinde hiç şüphe olmadığı gibi,
Hüsn iline bu gün emir gelür
Hüblar içinde bî-nazlr gelür182
beytindeki emir ve hüsn ili kelimeleri, bu gazelin de güzelliği ile ün yapmış olan Emir
Süleyman için söylendiğine açık bir delildir.183 Ayrıca sevgilisi içki içtiği için,
kendisinin de içki içmesi gerektiğini söylediği şu Çağatayca şiiri de yine içkiyi çok
sevdiği bilinen Emir Süleyman için söylemiştir:
Câm-ı yakütı içermen bolğıl < iy > can içküçi

180l H. Ertayan, aynı eser, Türkçe divan, tıpkı basım, s.77.


181aynı eser, s.60.
182aynı eser, s.64, 130-131.
183Beliğî, Güldeste-i riyaz-ı irfan, s.42; Hace Mehmed Sa’adeddin, Tâc-üt-tevârih, C.I, s.225-256; İ. H.
Ertaylan, aynı eser, s.16-17.

30
Nakd-ı can satmak gerek çün boldı canan içküçi184
Onun bir hükümdar için yazıldığı kesin olmakla beraber, hükümdarın kim olduğuna
dâir ip uçları bulunmayan şiirlerinin tümü örnek verilemeyecek kadar çoktur. Ancak
Türkçe divanındaki bu gazellerin hemen hemen hepsinin Emir Süleyman için yazıldığı
ihtiyatla ileri sürülebilir. Çünkü Türkçe divanındaki bu gazellerde karşılaşılan iyimser,
neşe dolu, hayattan şikâyet etmeyi aklına bile getirmeyen şâirle, daha sonra Çelebi
Mehmed’e yazdığı kasidelerinde hükümdara öğüt veren, zamandan ve sanatçıya artık
değer verilmediğinden şikâyet eden karamsar şâir'arasında çok fark vardır. Bir de
onun Çengnâme adlı mesnevisindeki Emir Süleyman’a ayrılmış bölümlerde görülen
hitap etme tarzı ve takınılan tavır aynen bu gazellerde de tekrar edilir. Bu durum, bu
gazellerin de aynı hükümdar için yazılığı düşüncesini kuvvetlendiriyor.
Ahmed-i Daî’nin Türkçe divanındaki gazellerin bir kısmı da yine belli kişiler için
yazılmış dostluk şiirleridir.
Ey can içinde câncağuzum dil-rübâcuğum
Candan cazîz sevgülüce Muştafacuğum185
m atla’ıyla başlayan şiir gibi. Emir Süleyman için yazılmış gazeller göz önünde
bulundurularak, bu gazellerin de bilinen anlamdaki sevgi duygularını dile getirmekten
çok, bir dostluk duygusunu ifade ettikleri düşünülebilir. Ne varki bu duygular,
gazeldeki anlatım geleneğinin rengine bürünmüştür. Yine Ahmed-i Daî’nin böyle isim
vermediği halde, belli bir sevgili için yazdığı şiirleri vardır.
Bir kaç gün oldı kim yene ol yari görmedüm
Cânum göyündi hicrile dil-dârı görmedüm186
m atla’ı Ahmed-i D aî’nin sık sık gördüğü, konuştuğu sevgilisi için bu gazeli yazdığını
hemen göstermektedir.
Bütün bunlar gösteriyor ki Ahmed-i Daî, sadece divan edebiyatının soyut güzeli
için sevgi şiirleri yazmamıştır. Onun şiirlerinde bir yaşantıyı beraberce paylaştığı kişiler
söz konusudur. Bu yüzden de belli kişilere duyulan, yaşanmış bir sevgiyi dile getiren
Ahmed-i Daî’nin şiirlerinde ideal ve soyut bir sevgiyi ve bu sevgi anlayışını bulmak çok
zordur. H atta güzelliğe, özellikle insan güzelliğine çok önem veren ve klâsik bir
anlayışla güzellerin portresini çizen187 Ahmed-i Daî, güzelliği de soyut ve mistik
bağlardan uzak tutm uş; onu ancak insan ilişkilerine yaptığı etkileri bakım ından
değerlendirmiştir:
Ya-Rab güzellik içre Caceb sır nedür kim uş
Bin padişaha nazı geçer bir geda güzel

184İ. H. Ertaylan, aynı eser, Türkçe divan, tıpkı basım, s.74-75.


J85İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.75.
186İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.74.
187aynı eser, s.102. Bu sahifedeki ilk gazel, klâsik güzel anlayışına örnek olarak verilebilir.

31
Dünya vü ahiret ki güzelin tufeylidür
cÂIem kamusı bir yanadur bir yana güzel
Daci cihanda kalma veli görklü şürete
Uçmağa kimse girmeye ger olmaya güzel188
Ne var ki Ahmed-i Daî, böyle yaşantıdan doğan duygularım, gerçek ile olan ilişkilerini,
geleneklerini kuvvetle benimsediği klâsik şiirin çerçevesi ve üslûbu içinde anlattığı için,
realitenin yansıdığı bu şiirler, onun klâsik konuları işlediği şiirlerinden ayrılmaz bir
hâle gelmişlerdir.
Sevgiliden ayrılmanın acısı, sevgilinin vefasızlığı, seven kişinin daim a cefaya
katlanm ası ve sabr etmesi gerektiği, baharda güzel yüzlü bir sâkînin elinden şarap
içmenin zevki gibi klâsik konuların yanında, yine geleneğe uyarak bazen tasavvuf!
düşünceleri yansıtan şiirler de yazmıştır. Fakat Ahmed-i Daî’nin şiirlerinde çevresini
yansıtm ası, belirli kişilere duyduğu duygularını ve bu kişilerle olan ilişkilerini
anlatm ası, T ürkçenin ifade im kânlarının fark ın a varm ış olm ası ve bütün bu
im kânlardan istifâde etm esi, ifadesinde orijinal söyleyişlerin, nükteli ifadelerin
bulunması, gazel türünü çoğu kez kaside yerine kullanması, onun şâir olarak damgasım
şiirlerine vuran özelliklerindendir ve edebî kişiliğinin en belirgin yönlerindendir.
Ahmed-i D aî’nin edebî kişiliğini belirleyen düşünceleri, insan anlayışı, dünya ve
yaşam üzerindeki görüşlerine gelince, Türkçe divanında geçici olan dünyada henüz
vakit geçmeden elde edilen her şeyi değerlendirme, iyi yaşama, zevk ve safa içinde
vakit geçirme gerektiği gibi düşünceleri savunan pek çok şiirine rastlanabilir. Fakat
bütün bu duygu ve düşüncelerin mutlaka Ahmed-i Daî’ye âit olduğu da söylenemez.
Zira bu düşünceler, aynı zamanda onun çevresinde bulunanların da düşünceleriydi.
Câm-ı yâkütı içer men bolğıl < iy > can içküçi
Nakd-ı can satmak gerek çün boldı canan içküçi
Şekkerinün şükrini kılmak diler men dil bile
Kulğa zahidlik yaraşmas bolsa sultan içküçi189
beyitlerinde ve daha pek çok şiirinde Ahmed-i Daî hem Emir Süleyman’a duyduğu
dostluk duygularını, hem de hükümdara ve çevresine ayak uydurmak zorunda olduğunu
belirtmektedir. Emir Süleyman tarafından da çok beğenilmiş ve takdir edilmiş olan
Ahmed-i Daî, hep saray çevresi içinde yaşamış bir şâirdir. Bir saray şâirinin görevi ise
hükümdarını memnun etmek, ona hoşça vakit geçirtmektir. îşte Emir Süleyman’ın
debdebeli ve tantanalı sarayında, şiire sadece bir eğlence ve iyi vakit geçirme aracı
olarak bakan bir çevrede, günlük hayatını geçiren şâir, bir taraftan kendi günlük
yaşantılarını, çevresindeki kişilerle olan ilişkilerini, geçici hoşlanmalar, üzüntüler,
şikâyetler gibi günlük yaşantının getirdiği her türlü teferruatı şiirlerinde yansıtmış; öte
yandan aynı çevrede ve aynı türden bir yaşantıyı yaşamakta olan hükümdarı da böyle
bir hayatı anlatan şiirleriyle memnun etmiştir.

188aynı eser, s.59.


189aynı eser, s.74-75.

32
Böylece A hm ed-i D aî kendisinin günlük yaşantılarını, diğer kişilerle olan
ilişkilerini ve onlar için beslediği duyguları dile getirirken çevresini, yani Osmanlı
sarayının atmosferini de şiirlerinde yansıtmıştır. Özellikle içki ve eğlenceye düşkün
Emir Süleyman’ın sarayında düzenlenen içki ve eğlence meclisleri, onun sâkîye hitap
ettiği ve ondan şarap sunmasını dilediği şiirlerinde, şarap övgüleri, sürahiden dökülen
içki sesleri ve musikî âletlerinin terennümleri arasında anlatılır:
Can şurâhî kulkulinden işüdür her dem ki hey
Subh dem saki elinden nüş kıl bir câm-ı mey
Husrevâ sen câm-ı Cemşld iç ki furşatdur bu dem
Furşatı gey bil ganimet kanı ol Cemşld u Key

Naşıhun pendin işitmez ol kulak kim her zaman


Güş ider âvaz-ı çeng ü nale-i şeşta vü ney190
İşte bir şâir olarak realiteye, somut ilişkilere dönük olan Ahmed-i Daî, bu tip konuları
işleyen şiirlerine, ister istemez hükümdarın ve çevresinin hayat ve dünya görüşlerini de
katmıştır. Böylece henüz vakit geçmeden zamandan yararlanm alı ve gününü gün
etmeli gibi düşünceleri gazellerinde işleyerek, çevrenin bu ortak hayat anlayışının
yazıda ifadesini bulmasını sağlamıştır.
Dacî çün alur cömrümüzün dadını eyyam
Uş dad alalum biz dahi eyyam ele girse191
İhtiyarun eldeyiken furşatı fevt itmegil
İhtiyar elden gidicek ihtiyar olmaz kişi192
Özellikle
Bahar oldı getür saki müdam ol râhat-ı canlar
Ne rahat rahat-ı cennet kim bağışlar ruha reyhanlar193
m a tla ’ıyla başlayan gazel, hem bir kasîde havasında olm ası hem de devrinin
düşüncelerini yansıtması bakımından önemlidir. Böylece Ahmed-i Daî, şiirde hem o
hayat tarzını, anlayışını hem de onun temsilcisi olan hükümdarı bir araya getirmiştir.
Görülüyor ki Ahmed-i Daî, bağlı bulunduğu hükümdarları memnun etmek, onlardan
bir şey istemek, ya da onlara bağlılığını sunmak için yazdığı şiirlerde kendiliğinden bu
hüküm darların duygu ve düşüncelerine hitap etm ek zorunluğunu duymuştur. Bu
yüzden de Ahmed-i Daî hem saraydaki hayatı hem de bu saraydaki hayat anlayışını
şiirlerinde yansıtmıştır. Şu hâlde gününü gün etme, eldeki fırsatları değerlendirme gibi
bir hayat anlayışını Ahmed-i Daî’den çok, çevrenin benimsediği bir anlayış olarak
düşünmek hiç de yanlış olmaz.

190aynı eser, s.65.


191aynı eser, s.73.
192aynı eser, s.89.
193aynı eser, s.60. İkinci m ısradaki ’kim ’ vezin icâbı ’ki’ olmalı; ’bağışlar’ ise bağşlar şeklinde
okunmalıdır.

33
Kaldı ki, Ahmed-i Daî, sadece çevresinin düşüncelerini ve hayat tarzını değil,
devrinin bütün kültür, sanat ve bilim havatını da vansıtmıstır. Bu vansıtma. ifadesini,
* •/ -i w> ' '

düşüncenin yazıda ifade edilm esinden çok, düşüncenin eylem şeklinde ortaya
çıkm asında bulm uştur. İslâm î bilim lere, tıbba âit çeviriler yapma, klâsik İran
edebiyatının sanatçılarını izleme ve kendinden bir şeyler katarak, bu edebiyatta
yazılmış eserleri Türkçeye çevirme devri olan XIV.yüzyılın bu kültür faaliyetlerini
Ahmed-i Daî adı geçen alanlarda v6rdiği eserleriyle temsil etmiş; başka bir deyişle
Ahmed-i Daî, bu eylemleriyle devrinin küçük bir nüshası olmuştur. Bütün bunlar
Ahmed-i Daî’nin hem çevresindeki dünyayla bağını bir türlü kesmeyen, bu dünyayı her
türlü şekilde yansıtan, hem de içinde bulunduğu çevrenin isteklerine cevap verme
zorunluluğunu duyan bir sanatçı olduğunu gösterir.
D aî’nin edebî kişiliğini bütünleyen diğer yönleri üzerinde de burada durmak
gerekir. Önce onun eserlerindeki mukaddimelerine göz atılırsa, görülür ki Ahmed-i
Daî, bu eserleri son derece m etotlu ve belli bir düzen içinde yazmıştır. O, her
mukaddimesinde eserini ne için, kime ve nasıl bir düzene göre yazdığını hemen belirtir
ve kendi adını hiç şaşmadan her eserinde aynı kalıp içerisinde bende-i sâcT ahmed-i
dâcî aşlah3l-lâhu şânehu ve şânehu cammâ şânehu şeklinde verir. Öyle denebilir ki,
mukaddimede bu klişe ifadenin bulunmadığı eser Ahmed-i Daî’nin değildir. Ayrıca o,
eserini hangi eserd en Türkçeye çevirdiğini, ya da hangi eseri kaynak olarak
kullandığını m ukaddim esinde b elirterek , o konuda daha fazla bilgi edinm ek
isteyenlerin gösterilen esas kaynaklara bakabileceklerini söyler.194
Bu ifadeler Ahmed-i Daî’nin bugünkü anlamda bilimsel bir zihniyetle çalışan, titiz
bir filolog olduğunu gösterir. Bir de, Ahmed-i Daî, eserlerini belli bir amaç ile yazar.
M ensur eserlerinin hemen her m ukaddimesinde belirttiği bu amaç, halka yararlı
olabilme, yani halka faydalı bir takım bilgileri aktarabilme düşüncesidir. Devrinde
k â tip le rin e lleri a ltın d a b u lu n d u rd u k ları, hem halkın hem de aydın sınıfın,
yazışmalarda daima baş vurdukları Teressiil adlı eseri buna en iyi örnektir.195 İşte bu
yüzden Ahmed-i Daî, mensur eserlerini son derece sade bir dille yazmış; hatta daha iyi
anlaşılsın diye bu çevirilere kendisi de bazı açıklamalar eklemiştir. Bu amaç manzum
eserlerinde açıkça belli değildir. Fakat ileride Çengnâm e’nin tenkidi yapılırken
görüleceği üzere bu amaç, mutlaka Ahmed-i D aî’nin insanlara söylemek istediği
düşüncenin ta kendisi olur.
Gerçi, halka yararlı olma ve halka bilmediklerini öğretme o devrin sanat ve bilim
adamlarının genel bir eğilimidir. Fakat böyle olsa bile, yine de bir amaç gözeterek ve
bilimsel bir zihniyetle eser yazmak üzere yola çıkan bir sanatçının sadece “ânı yaşama,
günü gün etme” gibi bir hayat görüşüne sâhip olması imkânsızdır. Ahmed-i Daî, çeşitli
sebeplerle şiirlerinde bu çeşitten düşünceleri işlem iş veya günlük yaşantısının
getirdikleri ile dolup taşmış olabilir. Ama bu dış sebeplerin şiirine soktuğu günlük
hayatın ötesinde, Ahmed-i Daî gibi ciddî ve bilgin bir kişinin hiç koparmadan devam
ettirdiği bir düşünce çizgisi daha vardır. Bu da onun bir bütün olarak insan üzerindeki
düşünceleridir.

194bk. Bu araştırm ada Ahmed-i Daî’nin mensur eserleri: Tıbb-ı nebevî


19SSehî Bey, Tezkire, s.56-57.

34
Ahmed-i Daî insanı, yaşadığı sürece bu dünyanın ve başı sonu olmayan evrenin
içine atılmış, çâresiz bir varlık olarak görür; yani bir varlık olarak insanın yapısı
üzerinde düşünür. Onca insanın yapısal özelliği bilinçli olması ve bu yüzden ıstırap
çekmesidir. Ayrıca dünyaya gelmekte ve gitmekte, yani var olmakta kendisine soru
sorulmayan insan, bu geliş ve gidişlerini istemekte, bütün diğer var olanlar kadar (canlı
- cansız) çâresiz hür olmayan bir varlıktır. Yaşantısı tesadüfidir.
Gaflet içinde ser-keş olup nice baş çekem
Geçmeyiser mi bu boyuna bir gün ol yaka196
beytinde görüldüğü gibi, insanın baş kaldırm ası boş bir çabadır. Çünkü insan,
tesadüfiliğe karşı çâresizdir. İnsanın böyle ıstırap çekmesi ve yaşamada çâresiz olması
görüşü, divanındaki bazı şiirlerde bulunm akla beraber, daha çok Çengnâm e’de
işlenmiştir. Fakat bununla beraber, insan aynı zamanda isteyen, hoşlanmalarına evet
diyen bir varlıktır. Şu hâlde, Ahmed-i Daî’nin insanı, yapı bakımından çelişik, ikili bir
insandır. Yani geçici hoşlanm alarına ve istem elerine evet diyen, fakat bilinciyle,
sezişleriyle kendi eksikliğinin, bu geçiciliğin farkına varan, mükemelliği ve ebedî
olmayı (ölümsüzlüğü) isteyen bir varlıktır, işte bu insan, insanlar için imkânsız olanı
istediği için, sonsuz bir aranış içersindedir.
Getür ol ab-ı hayatı içelüm ey saki
Ola kim Hızr gibi biz de kalavuz bakî197
beytinde görüldüğü gibi, Ahmed-i Daî bazan şarabı bile bir eğlence aracı olmanın
ötesinde başka bir arayışla içmek ister. İşte tabiî olarak, yapısına uygun bir şekilde
yaşayacak olan insan, bu çelişik durumda, çoğu kere, birbirine zıt uçlara sürüklenip
durur. Yani, tıpkı çeng gibi durum unun bilincine vardığı için, ıstırap çekmesine
rağmen, her mecliste şarkılar söyler; hem kendini hem de etrafmdakileri eğlendirir.
Ancak bu alegoride, şâirin kendi durumunu ve ruh halini de hesaba almış olabileceğini
gözden kaçırmamak gerekir.
F ak at Ahm ed-i Daî, çelişik yapıya sahip insanın bu iki farklı yönünü nasıl
uzlaştırabildiği sorusuna bir türlü cevap bulamaz. H atta ıstırapla yoğrulmuş olduğu
hâlde, nasıl bu kadar neşeli olabildiğini hayretle çenge sorar:
Dilün yüğrük sözün de çüst ü çâlak
İşün şadT özündür nişe ğam-nak (744)

Eğer ğam-gln isen şadT neçündür


Bu cişret kaydı bünyâdı neçündür (752)
Yapı bakımından çelişik olan bu insan, yapısına uygun olarak yaşadığından, yapısında
ağır basan yöne göre, ya istemelerinin eline düşecek; ya eksikliğini gidermek, kendini
mükemmelleştirmek için çalışacak, veya ebediyete ulaşmak üzere eser yaratma gibi bir

136i. H. Ertaylan, aynı eser, Türkçe divan, tıpkı basım, s.50.


197aynı eser, s.51.

35
değeri gerçekleştirecek; ya da ne istediğinin bilincine vararak veya varmayarak yer
yüzünde imkânsızı öziemie arayacaktır. Bazen de insanın bu iki yönü devamlı
çatışacaktır. İşte son üç durumdaki dünyaya gelişindeki tesadiifîlikten habersiz insan,
kendini temeli değişik olan devamlı bir aramş içinde bulacaktır:
Hevâ atma binmişüz yilerüz
Heves kamçısını, yindek salaruz
Bize hem-derd olan bir hem-nefes yok
Zira her başda bu cışk u heves yok
Kimesne perdemüzde mahrem olmaz
Bize hiç kimse bir dem hem-dem olmaz
Bu derdün çâresi çün girmez ele
Gezerüz uşda nâ-çâr ilden ile
Kimesne hail idemez müşkilümüz
cAceb bülbül ki açılmaz gülümüz (1368-1372)
Böylece yapısında iki çelişik yönü birleştiren insanın iki yapısal imkâm vardır. Bu iki
imkân iki tür insan ortaya koyar. İsteklerine evet diyen insan, varlığına bir anlam
kazandırmak üzere bir aramş içinde olan insan. Nitekim, yukardaki şiirde de “her
başta bu aşk ve hevesin bulunmadığı” söylenerek, bu farklılığa işaret edilmiştir.
Bütün bunlar, Ahmed-i D aî’nin insanın bu dünyada neden bulunduğunu, bu
dünyadaki anlam ının ne olduğunu da araştırdığını gösterm ektedir. A ncak o,
şiirlerinde, bu soruya açık bir cevap vermez. Çünkü eserlerinin tüm ünde geçici
istem elerine evet diyen (hoşça vakit geçüren) insan ile ebedîliği arayan insan
beraberce bulunur. Ayrıca şiirlerinde hep tesadüfi yaşantılar söz konusudur; ileride
görüleceği üzere insanı temsil eden çengin anlattığı hikâyelerde ağacın, âhunun, atın
yaşayışları ve ölüşleri bile tesadüfi yaşantılar hâlinde anlatılm aktadır. Ancak şu
söylenebilir: İnsanın tesadüfi yaşantısı içinde en anlamlı olan yönü, onun yapısına yani
eksikliğine ve bunu sezişine bağlı olarak hiç değişmeyen yönü, daimî bir aramş içinde
olmasıdır. Bu insanın varlığına anlam kazandırır. Bu aranışla insan, eser vermeye,
mükemmel olmaya, dolayısiyle mükemmel olan Tanrıya yönelir. Böylece bir değerlilik
kazanır.
Ahmed-i D aî’nin böyle bir insan anlayışını şekillendirmesinde, şüphesiz, insanı
nefs ve ruh olarak ikili bir varlık gören ve dünyanın fanî, her şeyin dolayısiyle insanın
yaratılmış, bu yüzden de eksik olduğu şeklindeki dünya ve hayat görüşünü benimseyen
islâmiyetin büyük rolü olmuştur. Bu durumda Ahmed-i Daî, kurtuluşu iki yerde görür:
Bunlardan birisi, din ve onun getirdiği değerler ile mükemmel bir varlık olan Tanrımn
lûtfu, diğeri de insanın arkasında bırakacağı eserleridir. Çünkü, insanın eserleri
devamlı aranışının bir sonucu olarak ortaya çıkarlar. Bu, aynı zamanda, insanın bu
dünyada bulunmasının ve hayatının anlamının ne olduğu sorusuna Ahmed-i Daî’nin
verdiği kısmî bir cevap; belki de sorunun ağırlığı ve genişliği karşısında eriştiği tek
tesellidir. Çünkü insanlardan geriye kalan tek şey eserleridir. Öldükten sonra insanlar
ancak eserleri yoluyla başkalarının beyinlerine, kalplerine giden yolu bulabilirler.
Böylece hayatın ebedî akışı içinde yaşayan insanlarla birlikte ebediyen kalıcı olurlar:

36
Garaz macnldür ol şüret nişane
Sözi söylemeğe oldur bahane
Cehanun çünki yokdur ictibârı
Sözi kalur kişinün yadigarı
Zihî devletlü can ol kim yokaldı
Velîkin yir yüzinde adı kaldı
Ana öldi diyen hakka yanılur
Ki sözi okmur adı anılur (334-337)198
İşte insanın anlamı ve yapısı hakkındaki Ahmed-i D aî’nin düşüncelerinin bir
çizgisi, günlük hayatın getirdiklerini, içkiyi, eğlenceyi, gününü gün etme isteklerini
anlatan şiirleriyle N edim ’de, diğeri insanın büyük bir sevgiyi taşım akla anlam
kazanacağım söyleyerek, bu soruyu cevaplandıran Fuzulî’de tamamlanır. Nitekim bu
şekilde hayata bakış ve insanı anlayışından ötürü onda hem Nedim’e hem de Fuzulî’ye
çağrışım yaptıran şiirler yan yana bulunur.
Sen ben olalum bir dahi hoş-yar-ı sebük-rûh
Yol bulmasun ol halvete deyyar bu gice199
Hadden geçürme naz u şafâ hayf olur şeha
Bu resmi kim görürse seni bl-vefa şanur200
beyitleri ve
Gül mevsiminde haşa ki ben bade içmeyem
Ya badeyi bu meclis-i zibada içmeyem201
matla’ıyla başlayan şiirinde Nedim’i bulmamak imkânsız olduğu gibi,
Ne bela kaldı kim anı derdile ben çekmedim
Ne cefa kaldı kim ol cevr ile bünyâd etmedim202
Gelsün gönülde nakşını görsün hayâlünün
Her müdde0! kim ol seni benden cüda şanur203
Her naz u şive kim kılur ol cazü göz bana
Bl-derd olan kişi anı cevr ü cefa şanur204
beyitlerinde de Fuzulî’yi hatırlamamak elden gelmez. Ahmed-i Daî’nin divanında bu
tarzda yazılmış şiirler aslında gösterilmeyecek kadar çok olduğu için, burada bir kaç
örnekle yetinildi.

198Ahmed-i D aî’nin insan hakkındaki görüşleri ileride Çengnâme bölümünde daha geniş bir şekilde
ele alınacaktır.
199I. H. Ertaylan, aynı eser, Türkçe divan, tıpkı basım, s.41.
200aynı eser, s. 126.
201aynı eser, s. 124-125.
202aynı eser, s.125.
203aynı eser, aynı yer.
204aynı eser, s. 126.

37
E. A h m e d - i D a î ’ n i n E s e r l e r i

a. Mensur eserleri:

Ahmed-i Daî’nin mensur eserlerinden Teressül adlı eseri kaynaklarda adı geçen
tek eseridir.205 Yalnız Osmanlı Müellifleri onun Miftah-ül cennet, Tıbb-ı nebevî,
Tefsir-i Ebû’l Leys adlı eserleri de olduğunu bildirmiştir.206 Ahmed-i Daî’nin bütün
eserleri üzerinde uzun ve teferruatlı bilgiler veren I. H. Ertaylan bir yana bırakılacak
olursa, Ahmed-i Daî hakkında bilgi veren diğer araştırıcılardan İ. H. Uzunçarşılı,
Miftah-ül cennet, Tıbb-ı nebevî ve Tefsir-i Ebû’l Leys’den, A. S. Levend, Miftah-ül
cennet ve Tıbb-ı nebevî ’den, F. İz, Tezkiret-ül evliyâ ve Tefsir-i E bû’l Leys’den,
Teressül’ün yanı sıra bahsetmişlerdir.207
Görülüyor ki Teressül, Ahmed-i Daî’nin mensur eserleri arasında en çok tanınan
eseri olmuş; Miftah-ül cennet, Tefsir-i Ebû’l Leys ve Tıbb-ı nebevî adlı eserleri de
tanınmakta ikinci sırayı teşkil etmişlerdir.
1. Ebü’l Leyş-i Semerkandî Tefsiri’nin çevirisi:
Nasr ibn-i Muhammed el-fakih el-Semerkandî el-Hanefînin208 tefsirinin Türkçeye ilk
çevirisi A hm ed-i D aî tarafın d an yapılm ıştır. Kaynak olarak sadece Osm anlı
M üellifleri, Ahmed-i D aî’nin böyle bir eseri olduğundan bahsetm ekte ve bu eser
hakkında İ. H. Ertaylan oldukça geniş bir bilgi verm ektedir.209 İ. H. Ertaylan, bu
eserin nüshalarına Anadolu ve İstanbul kitaplıklarında rastlandığını bildirmekte; ayrıca
bu eserin, ondan kısa bir zaman sonra Türkçeye çevrilmiş olan İbn Arabşah (Ö.854
H ./1450)’m, ve onun çağdaşı Ebû’l Fazl Musa ibn Hacı Hüseyin ibn-i İsa el-İznikî
(Ö.833 H./1429-30)’nin tefsirleriyle karıştırıldığına, bu tefsir çevirilerinden sadece İbn
A rabşah’ınkinin Ebû’l Leys’in eserinin çevirisi olduğuna, Ebû’l Fazl Musa’nın ise
Hâzin-i Bağdadî’nin Lübab fl-ma’ani et-tenzTİ adlı tefsirini çevirdiğine ve bu çevirinin
adının Enfes-ül cevahir olduğuna değinmektedir.
Ahmed-i Daî’nin bu eseri iki kısım olup, ilk kısmı manzum bir mukaddimeyi ihtiva
etmektedir. Bu mukaddime, doğrudan doğruya Ahmed-i Daî tarafından yazılarak, esas
çevirinin başına eklenmiştir. Mukaddimede tevhid ve nât kısımlarından sonra “beyan-ı
sebeb-i tercüme-i kitab” başlığı altında Ahmed-i Daî, eserini Tanrının işaretiyle ve bir
çok kimselerin müşküllerini çözmek için yazdığını söylemekte; bu sebeplere bir üçüncü
sebep daha ekleyerek şöyle devam etmektedir:

205Sehî Bey, Tezkire, s.56-57; Latifi, Tezkire, s.85; Âlî, aynı eser, C.V, s.130; Haşan Çelebi, Tezkire,
Üniv. Ktp. TY 1628, v.35a.
206M. Tahir, Osmanlı Müellifleri, s.172.
207I. H. Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, s.212; A. S. Levend, aynı eser, s.27, not 1 ve 3; F. İz, “ Da0!,”
Encyclopaedia of Islam (1965), C.II s.99; I. H. Ertaylan, aynı eser, s.134-192.
2ü8Ölüm tarihi kesin değildir: 373 H./983-84 veya 375 H./985-986; Kâtip Çelebi’ye göre ise 383 H ./
994-95
209M. Tahir, aynı eser, aynı yer; İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.140-149.

38
Yani210 ol Umur Paşa şâhib-kerem
Tuta Hak anı fazl birle bl-ğam
Dilek eyledi ol cazTz Da^ye
Ki Gönli kılavuz ana vaclye
Beyân dilini açavuz yacnl biz
Anunçün düzevüz kitab-ı cazlz211
Görülüyor ki Ahmed-i Daî, eserini Timur taş Paşa oğlu Umur Beyin emriyle yazmıştır.
Osm anlı hüküm darlarından I. M urad ve Yıldırım Bayezid’e hizm et etmiş olan
Timurtaş Paşanın Umur, Ali, Oruç adlı üç oğlu da babaları gibi Osmanlı sarayına
hizmet etmişlerdir. Bunlardan Umur Bey, Emir Süleyman’ın 1411’de ölümünden sonra
Çelebi M ehm ed’in de hizm etinde bulunm uştur.212 Ancak Um ur Beyin Ahmed-i
Daî’ye bu eseri Emir Süleyman zamanında yazmasını emrettiği, mukaddimede Ahmed-
i D aî’nin, U m ur Beyi E m ir’in yani Emir Süleyman’ın hizmetinde göstermesinden
anlaşılmaktadır:
Ol oldı ki kıldı bize iltimas
O fahr-ı casakir efazıl-ı nas
Kamu cayanun merclci kim Emir
Kılıpdur özine anı hâş müşir
Emir hazretinde bilüp rıfcati
Takarrüble oldı zad u devleti213
Bu manzum mukaddimeden sonra, esas mensur çeviri şöyle başlar:
“evvela bu kitab-ı cazîze ibtida kılduk . . . ” Ahmed-i Daî, bu esere başka kaynaklardan
faydalanarak ilâveler yaptığı gibi kendi düşünce ve görüşlerini de katmıştır. Eserin
çeşitli yerlerinde yer yer manzum parçalar da görülmektedir. I. H. Ertaylan, eserin
m ukaddim esinin tam am ı ile m ensur kısmın sekiz sahifesini tıpkı basım olarak
yayınlamıştır.214
Bu eserin manzum mukaddimeyi ihtiva eden iki nüshası vardır. Bunlardan birisi
İstanbul Üniversite Kütüphânesi TY 3248’de bulunmaktadır. Enfes-ül-cevâhir adı
verilmiş ve Ebu’s-Suud tefsirinin birinci cildi olduğu kaydedilmiştir. Bu nüshanın 1^-
15b varakları arasında manzum mukaddime bulunmaktadır. 440 varaklık, nesihle
yazılmış ve eserin ilk cildi olan bu nüshanın istinsah tarihi belli olmamakla beraber
tefsir çevirisinin en iyi ve en eski nüshalarından olduğu anlaşılmaktadır.215 Manzum

210Yani, burada yacnî yerine yanlış yazılmış olmalıdır.


211E bû’I Leys-i Semerkandî tefsiri çevirisi, İst. Üniv. Ktp. TY 3248, v.7^.
212bk. not 123.
213E bû’l Leys-i Semerkandî tefsiri çevirisi, İst. Üniv. Ktp. TY 3248, aynı yer; İ. H. Ertaylan, aynı eser,
M ukaddim e, tıpkı basım, s.9. Aslının zât olması gereken kelime, m üstensih hatası olarak zad şeklinde
yazılmış olmalıdır.
214Mukaddimenin tıpkı basımı, Sül. Fatih, No. 631’deki nüshadan, mensur kısmın tıpkı basımı ise İst.
Üniv. Ktp., TY 3248’deki nüshadan alınmıştır, bk. İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.140-149; Mukaddime, tıpkı
basım, s.1-10; Tefsir çevirisi tıpkı basım, s.341-348.
215Ayrıca bk. İ. H. Ertaylan, aynı eser, s. 142.

39
mukaddimenin bulunduğu ikinci nüsha Süleymaniye, Fatih, No. 631’dedir. 128 varaklık
ve nesihle yazılmış olan bu nüsha da yine eserin ilk cildini ihtiva etmektedir.216
Bu nüshaların dışında, bu eserin İstanbul Ü niversite K ütüphânesinde,217
N uruosm aniye’de,218 Bayezit K ütüphanesinde,219 Kütahya220 ve Konya Müzesi
Kitaplığında221 nüshaları bulunduğu bilinmektedir. Bu esere, İstanbul Üniversite
Kütüphânesi, TY 1190’daki nüshada Enfes-ül cevâhir, Kütahya Kütüphânesindeki
n ü sh a n ın b a şın d a D ü re r-i l a t î f ,' so n u n d a E n fes-ü l cevâhir, Konya M üzesi
K ütüphânesinde bulunan nüshada ise D ürer-ül cevâhir adı v e rilm e k ted ir.222
Görülüyor ki Ahmed-i Daî’nin bu tefsir çevirisi Ebu’l Fazl Musa el-İznikî’nin eseri olan
Enfes-ül cevâhir ile karıştırılmıştır. Bu durum göz önüne alınarak, Konya Müzesi
Kütüphânesindeki nüshada Dürer-ül cevâhir adının, bu karışıklık sonucunda, Dürer-i
latîf adından değiştirilmiş olabileceği düşünülebilir ve eserin asıl adının Dürer-i latîf
olmasının kuvvetli bir ihtimal olduğu öne sürülebilir.
2. Miftâhü°l-cennet
Arapçadan Türkçeye Lülü Paşanın emriyle çevrilmiştir. Adı geçen Lûlû Paşanın
kim olduğu hakkında tarihî kaynaklarda hiç bir bilgiye rastlanmadığı için, bu eserin
Emir Süleyman, Çelebi Mehmed, yoksa II. Murad zamanında mı yazılmış olduğu
hakkında kesin hiç bir şey söylenemez.223
E serin m ukaddim esinde Ahm ed-i Daî kendinden bahsettikten sonra, eseri
hakkında şu bilgiyi verir: “Amma bacd bu zaclf kul ducâcı Hak Tacalanun rahmetine
racl ve mağfiretine sacTAhmed-i Da0! aşlaha°l-lahu şanehu ve şanehu cammâ şanehu
eydür bu kitâb müştemildür tefsir ü ahadlş ü emsal ü letayif ü hikayat. Bunun tercüme
ve te lifin e sebeb ü baciş olan mahdüm-ı mucazzam mükerrem m uhterem velîyyü3!-
abadi ve3n-nicam sahibü°l-hayrat vafiyü°l-müberrat marzTyyü0l-ahlak vefîyyü3l-eşfak
menbaci°I-eltaf macdenü°I-actaf Lü^ü3 Paşa adam a3l-Iahu tevfikahu bu bî-çare
ducâ-güydan iltimas eyledi kim bu kitabı cArab dilinden Türkî diline döndürem.”224
Tefsir, hadis, lâtifeler ve konuya uygun hikâyelerle genişletilmiş olan bu eseri Ahmed-i
Daî, sekiz bölüm üzerine düzenlediğini şöyle anlatır:
“Nite kim uçmak sekizdür bu kitabı dahi sekiz meclis üzerine tertîb eyledüm. Ümîd
oldur kim bu kitabı okıyanlar, yazanlar ve anunla camel idenler Hak Tacala fazlıyla ve

216Ayrıca bk. aynı eser, s.143.


217İst. Üniv. Ktp. TY 1190; TY 2102; TY 2109 (eserin ilk ciltleridir); TY 161 (eserin ikinci cildi
olabilir); ayrıca bk. İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.142.
218Nuruosmaniye, No. 137, 138, 139, 191. Bu nüshalar, Taram a Sözlüğü için S. N. Ergun tarafından
taranmıştır, bk. TS, s.LIX.
219Bayezit Ktp. No. 290 (iki cilt).
220Kütahya Ktp. Molla Bey, No. 4286-4289 (4 cilt); bk. İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.145.
221Konya Müzesi Ktp. No. 150; bk. İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.146.
222İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.145-146.
223İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.25.
224İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.186; M ütah-ül cennet, tıpkı basım, s.407; Miftah-ül cennet, Sül. Esad Ef.
No. 1726, v.2a.

40
keremiyle sekiz uçmağı rüzT kıla.”225 Eserdeki sekiz bölüm şunlardır:
1. Namazın faziletini bildirir.
2. Tövbe faziletini bildirir.
3. Kaza ve kader sözlerini beyan eder.
4. Receb ayının sevabını beyan eder.
5. Şaban ayının sevabını beyan eder.
6. Ramazan ayının sevabını beyan eder.
7. Kadir gecesi faziletini bildirir.
8. Fitrenin ve bayram namazı kılmanın sevabını beyan eder.226
Bu eser ilk defa Osm anlı M üellifleri’nde zikr edilm iştir.227 Ayrıca çeşitli
araştırmalarda çeşitli vesilelerle bu eser hakkında kısa bilgiler verilmişse de 228 ondan
asıl geniş bir şekilde İ. H. Ertaylan bahsetmiş ve rahmetli Râif Yelkenci’de bulunan iki
nüshadan birinin on altı sahifesini tıpkı basım olarak yayınlamıştır.229 İ. H. Ertaylan,
Miftah-ül cennet’in Râif Yelkenci’de iki, Süleymaniye Kütüphânesinde bir230 ve Bursa,
Genel Kitaplıkta231 da oldukça yeni bir nüshası bulunduğunu bildirmektedir. A. S.
Levend de Miftah-ül cennet’in Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kitaplığında
bir nüshası olduğunu kaydetmektedir.232 Fakat bu eserin bilinen bu nüshalarından
başka, İstanbul Edebiyat Fakültesi, Türkoloji Bölümü, Sem iner Kitaplığında,233
Belediye234 ve Süleymaniye ve Manisa İl-Halk235 K ütüphânelerinde de nüshaları
bulunmaktadır. Bunlardan Belediye Kütüphânesinde bulunan nüshanın istinsah tarihi
897 H., Manisa’daki 956 H., Süleymaniye, Esad Efendi bölümündekinin ise 985 H.’dir.
Fakat bu nüshalardan en ilgi çekici olanı hiç şüphesiz istinsah tarihi belli olmamakla
beraber, oldukça eski olduğu anlaşılan Seminer Kitaplığındaki nüshadır. Bu yazmada,
Ahmed-i Daî’nin Miftah-ül cennet’i 45. sahifede başlayıp 291. sahifede sona erer. 291.
sahifenin sonunda yine Ahmed-i D aî’nin çevirdiği Camâsbnâme kırmızı mürekkeple
yazılmış bir başlıkla başlar. 299. sahifede biten Cam âsbnâm e’yi, kimin tarafından
yazıldığı belli olm ayan Musa Peygamberin M ünacatı adlı hikâye takibeder. Bu
hikâyenin de başı kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Ancak 357. sahifeye kadar devam

225İ. H. Ertaylan, aynı eser, aynı yer; Sül. Esad Ef. No. 1726, aynı yer.
226aynca bk. İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.186.
227M. Tahir, aynı eser, C.II, s. 172.
228A. S. Levend, aynı eser, s.17, not 2; İ. H. Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, s.213; M iftah-ül cennet,
T aram a Sözlüğü için T. D. K. uzm anlarından D ehri Dilçin tarafından taranm ıştır. Taranan bu nüsha
Dehri Dilçin’in özel kitapları arasındadır, bk. TS, s.XLI.
229İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.184-187; Miftah-ül cennet, tıpkı basım, s.405-421.
230Sül. Tasavvuf K. No. 2853. bk. İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.185. Bugün bu eser Sül. Fatih kısmında
aynı numara ile kayıtlıdır.
231Bursa Genel Ktp., Em ir Buharı kısmı, Fıkıh kitapları, No. 236. bk. İ. H. Ertaylan, aynı eser, aynı
yer.
232A nkara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Ktp., M ustafa Can kitapları, No. 44928, seri A5; A. S.
Levend, aynı eser, s.27, not 2.
233İ. Ü. Ed. Fak. Türkoloji Böl. Seminer Ktp. No. 4028.
234Miftah-ül cennet, Belediye, M. C. K. 483.
235aynı eser, Sül. Bağdatlı Vehbi Ef. No. 1565; Sül. Esad Ef. No. 1726; Manisa, İl-Halk Ktp. No. 4869.

41
eden bu hikâye yarım kalmıştır. Yazmanın baş tarafında 27-45. sahifeler arasında ise
Ç engnâm e’nin tevhid, m ünâcat, Nât bölüm leri yer alm aktadır. En baştaki 1-27.
sahifelerde ise kime âit olduğu anlaşılamayan eksik, başka bir Miftah-ül cennet yer
almıştır. Bu, Ahmed-i Daî’nin aynı adlı eserinden çok farklı bir eserdir. Yazmanın
bütünü göz önüne alınarak, baştaki Miftah-ül cennet başlıklı eksik eser ile sondaki
Musa Peygamberin münâcatı adlı eserin de Ahmed-i Daî’ye âit olabileceği, yani onun
henüz elde bulunmayan ya da mevcut eserlerinden kopmuş parçalar olabilecekleri
düşünülebilir ve bu eski nüshanın Ahmed-i D aî’nin, zam an içinde parçalanm ış
külliyatından kalan bir kısmı olduğu ihtiyatla öne sürülebilir.
3. Kitâbü°t-tacbirnâme çevirisi
Rüya yormak için yazılmış olan bu eserin aslı Arapçadır. Yazarı Ebû Bekr bin
Abdullah el-Vâsıtî’dir. Ahmed-i Daî her eserinde olduğu gibi, Tabirnâm e’nin de
mukaddimesinde bu eserini Germiyan beyi II.Yakub’un emriyle Farsçadan Türkçeye
çevirdiğini, faka eserin aslının Arapça olduğunu ve daha önce başkaları tarafından
Farsçaya çevrildiğini söyleyerek, kendinden "kemter duacı"236 diye söz eder ve Türkçe
divanında bulunmayan 15 beyitlik bir kasideyi II.Yakub’a sunarak, 14. beyitte kendi
mahlasını verir:237
Benem Daci vü devlet-han duca-güyem sana dâyim
cAta lutf u kerem senden ki sendendür bu fahr u ferr
Kaynaklarda bu eserden söz edilmemiştir. İ. H. Ertaylan dışında sadece İ. H.
U zunçarşılı T abirnâm e hakkında kısa bir bilgi verm ektedir.238 İ. H. Ertaylan,
Tabirnâm e hakkında bilgi verirken, Ahmed-i D aî’nin Germiyan Beyi II.Yakup için
yazdığı kasîdeyi aynen almış239 ve Belediye Kütüphânesindeki yazmanın baştan sekiz
sahifesini,240 şimdi Süleymaniye Kütüphânesine nakledilmiş olan Millet Kütüphânesi,
Hekimoğlu Ali Paşa bölümündeki nüshanın da baştan üç sahifesini241 tıpkı basım
olarak yayınlamıştır. Görüldüğü gibi Tabirnâme’nin iki yazması bilinmektedir. Bugün
bu yazmalardan birisi Süleymaniye, diğeri Belediye Kütüphânesinde bulunmaktadır.242
Bu yazmalardan ilki 295 varak olup, harekeli bir nesihle yazılmıştır. Eserde istinsah
tarihi ve müstensih adı yoktur. Baş taraftaki fihristin bir kısmı ile sonu eksik olan
Belediye Kütüphânesindeki ikinci yazma v j b de başlar. 260 varaktır. O da harekeli bir
nesihle yazılmıştır. Onda da istinsah tarihi ve müstensihin adı bulunmamaktadır.
Tabirnâme, Ahmed-i Daî’nin divanında bulunmayan bir kasideyi ihtiva etmesi ve
onun G erm iyan Beyi II.Y akub’un sarayında bir süre bulunduğunu gösterm esi
bakımından, ayrıca tarihî bir önem de taşımaktadır.

236Sül. Hekimoğlu Ali Paşa, No. 588, v.2^1; Belediye, M.C. No. 0.26, v .ll^ ; İ.H. Ertaylan, aynı eser, s.
162, Kitab-üt-tabimâme, tıpkı basım, s. 332.
237Sül. Hekimoğlu Ali Paşa. No. 588, var. 3a; Belediye, M. C. No. 0.26, var,13a; İ. H. Ertaylan, aynı
eser, s.163; Kitab-üt-tabirnâme, tıpkı basım, s.335.
238İ. H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s.88.
239İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.162-164.
^ B eled iy e, M. C. No. 0.26. bk. İ. H. Ertaylan, aynı eser, Kitab-üt-tabirnâme, tıpkı basım, s.331-338
241Sül. Hekimoğlu Ali Paşa, No. 588. bk. İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.165-168.
242Sül. Hekimoğlu Ali Paşa, No 588; Belediye M. C. No. 0.26.

42
4. Tercüme-i eşkal-i Naşır-i Tusı veya Tercüme-i risale-i sı-faşl fPt-takvım
Bu eser Nasîr-ı Tûsî (597-672 H./1200-1273 veya 1201-1274)’nin Risâle-i sî-fasl
adlı Farsça eserinin Türkçeye çevirisidir. Heyet, takvim ve ilm-i nücûma âit bir eser
olup, yıldızlardan, gezegenlerden, burçlardan, b u n ların güneş ve ay ile olan
ilişkilerinden, hafta ve ayların adlarından, kaçar gün olduklarından, saatlardan
bahseder. Ahmed-i Daî, mukaddimede bu eseri kimin eserinden, ne için çevirdiğini
bildirir; kendi adını verir ve eserinde nelerden bahsettiğini de şöyle anlatır: “Bu
risâlenün mütercimi bende-i sâcTAhmed-i Dacı aşlaha3l-lâhu şânehu eydür risâle-i sl-
faşl kim efzalüDl-hükemai°l-müteDahhirin hvâce Naşir-i Tüsi tabe şerahu m acrifet-i
takvimde düzmişdür. Baczı mübtedilere müşkil olduğıçün Türkl dile tercüme eyledük
ve hey°ete ve ziçe tacalluk yirlerinün eşkalini tasvir eyledük ta mütalaca kılanlarun
fehmine karib olup fa°ide dutmak asan ola.”243
Bu eserin iki nüshası olduğunu bildiren İ. H. Ertaylan.244 Bu nüshalardan Halil
Ethem Beyin Kütüphânesindekinin başından ve sonundan aldığı dokuz sahifeyi, tıpkı
basım olarak, yayınlanmıştır.245 Fakat bu eserin Süleymaniye,246 Nuruosmaniye,247
Belediye,248 Kütüphânelerinde ve İstanbul Üniversite Kütüphânesinde249 pek çok
nüshaları bulunmaktadır.
5. Teressül
Mektup türlerini, yazışma kurallarını, yazışmada kullanılan özel deyimleri anlatan
bir eser olup, şimdiye kadar bilinen ilk Türkçe inşa kitabıdır. Tek ve eksik bir nüshası
Manisa, Muradiye Kütüphânesindedir.250 Bu eser iki bölüme ayrılmıştır. Birinci
bölümde resmî ve özel yazışmalarda izlenilen kurallar, mektup başlıkları, ünvanlar ve
hitaplar anlatılarak, üslûp ve ifade tarzları hakkında bilgi verilmiştir. İkinci bölümde
ise çeşitli m ektup örnekleriyle bu bilgiler açıklanm ıştır.251 İlk dört sahifesinin
tıpkıbasımı verilmiş olan bu eserin mukaddimesinde de Ahmed-i Daî kendinden şöyle
bahsetmiştir:
“Amma bacde bu teressülün mü°ellifi ve bu risâlenün musannifi bende-i sacl Ahmed-i
Dacî aşlaha^-lâhu şanehu ve şanehu camma şanehu.”252

243Sül. Lâleli, No. 2735, v .lb; İ. H. Ertaylan, aynı eser, tıpkı basım, s. 314.
244İ. H. E rtaylan, bu nüshaların Bayezid G enel Ktp. No. 1604’de ve Avukat Halil Ethem Beyin
kütüphanesinde bulunduğunu söylemektedir; bk. aynı eser, s.153.
245I. H. Ertaylan, aynı eser, Tercüme-i eşkâl-i Nasîr-i Tusî, tıpkı basım, s.313-321.
246Sül. Lâleli, No. 2735; Sül. Hacı Mahmud, No. 5715 ve 5716; Sül. Bağdadlı Vehbi Ef. No. 2130/4
(201b-220b ); Sül. Esad Ef. No. 3569/5 (65b -81b ); Sül. Tırnovalı, No. 1852/2 (14a-27a, Teshîl-i takvim
adıyla); Sül. İzmir, No. 496 ve 501.
247Nuruosmaniye. No. 4912/3 (19a-47a)-
248Belediye, M. C. No. 0.118. Çok yeni bir nüsha olup, defter kağıdına yazılmıştır.
249İst. Üniv. Ktp. TY 9807.
250İ. H. E rtaylan, aynı eser, s.159. B urada zikredilen ’eksiktir’ ifadesi açık değildir. Eldeki tek
nüshanın varak sayısı verilm em iştir; fakat m ektup nüm ünelerini ihtiva eden ikinci kısmın varlığından
bahsedildiğine göre Teressül, tıpkıbasımı verilen (bk. aynı eser, s. 325-328) dört sahifeden fazla olmalıdır.
251İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.159.
252İ. H. Ertaylan, aynı eser, Teressül, tıpkı basım, s.325.

43
T eressül kaynakların en çok sözünü ettiği bir eserdir. Fakat kaynaklardaki
bilgilerin pek çoğu yetersiz, bazıları ise eserin değerini ortaya koymaktan uzaktır.
Meselâ Latifi, Teressül’ün o zamanda bu alanda yazılmış eserlerden üstün olmasına
rağmen, üslûbunun artık eskimiş olduğunu şöyle belirtir: “ol uşlüb meşlüb olup camele
gelmez ve kütüb-i mensüha gibi ol şuver ile şimdi camel olunmaz. Zira müteressilan-i
zaman ğâyetde zarif ve şuver-i inşa°da mekâtib nihayetde latif olmışdur.”253 Kınalı-
zâde Haşan Çelebi “Halk arasında meşhur teressülü vardur.”254 ifadesiyle yetinmiştir.
Âlî ise sadece “Teressül uşlübmda baczı m ü n şeatla dahi külli iştihar virmiş idi.”255
demektedir. Fakat Sehî Bey Tezkiresi şüphesiz bu kaynaklar arasında en doğru ve en
etraflı bilgiyi veren bir kaynaktır. Sehî Bey, Ahmed-i Daî’nin yazışmalarda kullanılan
kuralları gösteren, hangi rütbe ve seviyede hangi ünvanların yazılması gerektiğini
anlatan bir eser yazdığını bildirdikten sonra, bu eserin halk arasında ne kadar
tutunm uş olduğunu da şöyle ifade eder: “T a3ife-i küttab ol teressüli yanlarında
saklarlar. M aslahatları vakic oldukça andan istifade iderler ve kitabete şurüc iden
mübtedllere tacllm-i uşlüb-ı inşayı andan gösterürler. cAvam ve havas arasında merğüb
ve ehl-i kalem ta3ifesi katında matlübdur.”256
Bazı araştırm alarda da Teressül’den söz edilm iştir.257 Bunlar arasında Yeni
Osmanlı Tarih-i Edebiyatı’nda Latifî’nin ifadesi yanlış yorumlanarak, Ahmed-i Daî’nin
yazışmaya dâir yazdığı eserin adı Uküd-ül cevahir diye gösterilmiştir 258 Oysa Latifi
şöyle dem ektedir: “Çengnâme adlu te 3lifi ve uşlüb-ı teressülde tasnifi vardur ve
cUküd-ül cevahir tesmiye olınur cibârat-ı Farisi ile meşrühı cArabiyâtdan bir lügati ve
envac-ı buhur üzere nazm olınmış vâfir m ukattacatı . . . .”259 Buradaki “cUküd-ül
cevahir tesmiye olınur” ifadesi tam bir cümle sayıldığı için yanlışlığa düşülmüştür. Aynı
yanlışlığa İ. H. E rtaylan da düşerek, L atifî’nin T eressül’ü U küd-ül cevahir ile
k a rış tırd ığ ın ı ile ri sü rm ü ştü r.260 Bu e se rin A lm anca çevirisi ile b irlik te ,
transkripsiyonlu metni W. Bjöerkmann tarafından yayınlanmıştır.261
6. TezkiretiPl-evliyâ çevirisi
A ttar (ö,1229)’m TezkiretiPl-evliyâ adlı eserinin Türkçe çevirisidir. Eserin
şimdiye kadar bilinen tek yazma nüshası Süleymaniye Kütüphânesindedir.262 Harekeli
bir nesihle yazılmış 225 varak olan yazma tam değildir. Bu eserini Ahmed-i Daî,
Karaca Beyin263 emriyle II.Murad’a sunmak üzere yazmıştır; “Karaca Bey d a m e

253Latifi, Tezkire, s.86.


254Tezkire, İst. Üniv. Ktp. TY 1628, v.35a.
255Künh-ül ahbar, C.V, s. 130.
256Sehî Bey, Tezkire, s.56-57.
257A. S. Levend, aynı eser, s.27, not 1; E. J. W. Gibb, aynı eser, C.I, s.257; F. İz, “Da0!,” Encylopaedia
of İslam (1965), C.II, s.99
^ F . Köprülü, Ş. Süleyman, Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı, s. 190
259Tezkire, s.85.
260İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.158.
261W. Bjöerkm ann, Die A nfaenge der Türkischen Briefsammlungen, O rientalia Suecana, vol. V,
Uppsala 1956 (1957), pp. 20-29. Ayrıca bk. Ş. Tekin, Yahya b. Mehmed el-Kâtip, Menâhicü°-1 inşâ, s.7,11.
262Sül. Serez, No. 1800; bk. İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.154-155.
263bk. not 131.

44
cizzuhu kim tarikat şeyhlerimin muhibbi ve hakikat serverlerinüh câşıkıdur bildi
kim evliyamın ahvâlini ve menakıbmı işitmekde ve okımakda fâide-i dünyevi ve uhrevl
haşıl olur . .. diledi kim . . . Sultân Murâd Hân b. Mehmed Hân içün . . . mezkûr kitâb-ı
şerifi Farslden Türkiye tercüm e itdüre.”264 Ahmed-i Daî, A ttar’m T ezkiret-ül
evliyâ’sını çevirdiğini de şöyle belirtir: H vace cA ttâr Ferldü°d-dln kaddes°l-lahu
sırrahu°l-cazlz cemc eyleyüp Fârsl dilince bir kitâb-ı dil-güşâ ve mecmuca-i rüh-efzâ
te3llf kılup adım TezkiretiPl-evliyâ maclüm kılmış . . . .”265 Daha sonra mukaddimede,
Ahmed-i Daî, bu meşhur eseri kendinin de pek beğendiğini ve onu Türkçeye çevirme
isteğini yenemediğini belirtir ve kendisini sadece mahlasıyla tanıtır.266
Eser Anadolu sahasında daha önceden başka Tezkiret-ül-evliyâ çevirilerinin
yapıldığını gösterm ek bakım ından da önemlidir. Ahmed-i Daî, bu durumu yine
m ukaddim ede şöyle anlatır: “Egerçi Tezkiretü3l-evliyânun tercümesi m aclüm ve
meşhurdur amma anlardan bu nüshayı. . . ,”267 Muhtemelen Ahmed-i Daî, o sıralarda
yazılmış bazı anonim Tezkiret-ül evliyâlara ve Candaroğlu İsfendiyar Bey (1392-1440)
namına yazılmış olan Tezkiret-ül evliyâ’ya değinmekteydi.268 Bu eser ayrıca Ahmed-i
Daî’nin II.M urad’ın cülûs tarihi 1421’den sonraki bir yılda öldüğünü ortaya koyduğu
için de ayrı bir önem taşımaktadır.
Tezkiret-ül evliyâ hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. İ. H.
Ertaylan ise Ahmed-i Daî’nin eserleri hakkında bilgi verirken, Tezkiret-ül evliyâ’ya da
yer vermiş ve ondan uzun uzun bahsetmişse 269 de, eserine Tezkiret-ül evliyâ’dan tıpkı
basım olarak örnekler almamıştır.
7. Tıbb-ı nebevi çevirisi
Sağlığı koruma ve hastalıklar hakkında Hz. Muhammed’in söylediği hadisleri ihtiva
etmektedir. İki bölümdür. İlk bölümde sağlığın nasıl korunacağı anlatılır. Bu arada
yiyecek ve içeceklerin, meyvalarm, çeşitli otların fayda ve zararları üzerinde durulur.
Su ve havanın iyisi ve kötüsü hakkında bilgi verilir. İkinci bölüm tıp bilimine âit olup,
hastalıkların sebeplerinden, belirtilerinden ve nasıl tedavi edileceğinden söz eder.
Eser Osmanlı Müellifleri ve Kütahya Şehri’nde işaret edildiği gibi Ebû Naîm Hafız-ı
Isfahanî’nin Kitâbü3ş-şifâ fl-ahâdişp-l Mustafa adlı eserinin tam bir çevirisi değildir.270
Tıbb-ı Nebevî ’nin mukaddim esine dayanarak, İ. H. E rtaylan’m açıklıkla ortaya
koyduğu gibi, Ahmed-i Daî, okumak ve yazmak bakımından fazla uzun ve zor bulduğu
Kitâb-üş-şifâ’yı kısaltmayı düşünmüş ve bu konuda aynı düşünceyle hareket ederek, bu

264Sül. Serez, No. 1800, var.2^ ; İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.155.


265Sül. Serez, No. 1800, aynı yer; İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.156.
266Sül. Serez, No. 1800, v.3a; İ. H. Ertaylan, aynı eser, aynı yer.
267SüI. Serez, No. 1800, v.3^; İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.155.
268 H erhalde Ahm ed-i D aî’nin "maclüm ve m eşhurdur" diye bahsettiği tercüm e, bilinen en eski
istinsah tarihi 741 (m. 1341) olan B udapeşte nüshası veya bu nüsha ile ilişkisi olan bir başka nüsha
olmalıdır; bu hususta bk. L. Rasonyi, "Feridüddin Attar Tezkeret ül-Evliyasının Budapeşte Yazm ası", BB
1966 (Ankara 1968) s. 83-86; bk. bir de A. Bodrogligeti, a.y. s.87 vd. Ayrıca bk. F. İz, ETEN, s. 206; A.S.
Levend, aynı eser, s.23
269İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.154-156; Tezkiret-ül evliyâ için ayrıca bk. F. İz, aynı eser, aynı yer.
270M. Tahir, Osmanlı Müellifleri, C.II, s.172; İ. H. Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, s.213.

45
eserin Farsça bir muhtasarını meydana getirmiş olan İmam Ahmed b. Yûsuf et-Tifâşî’yi
kendisine örnek edinmiştir.271 Ahmed-i Daî, mukaddimede “ol tarik üzre ittibac idüp
ihtisar itdükleri kacide üzerine tercüme kılduk”272 dediğine göre, İmam Ahmed b.
Yusuf’un sadece m etodunu benimsemiş ve onun eserini de olduğu gibi Türkçeye
çevirmemiştir. Nitekim bu eserden sadece şekil ve metot bakımından faydalanmasına
rağmen, Ahmed-i Daî, Hâfız-ı Işfahânî’nin eserini esas olarak aldığını ve buradan
hangi kısımları kısalttığını şöyle anlatır: “ve her hadlşün evvelinde râvllerden bir
m eşhur kişinün adın zikr eyledük tâ rivayet ol kişiye m ensüb ola ve bakîsin ol
kitablarun sıhhatine ictimad idüp hazf eyledük.”273 Görülüyor ki Ahmed-i Daî, Kitâb-
üş-şifâ’da bütün hadis kitaplarından toplanmış rivayetlerin ravîleri, üstatları, tarîkleri
ve ihtilâfları hakkında verilen bilgileri bir kenara bırakarak, bu eseri Türkçeye
çevirmiştir.
Ahmed-i Daî, Tıbb-ı nebevî’nin mukaddimesinde kendi adı ile birlikte babasının
ve dedesin adlarını şu şekilde verir: “amma bacde bu kitabun mütercimi huve°l-
cabdu3l-faklru ila:)l-lahi3l-ğaniyyu3l-keblr Ahmed bin İbrahim bin Mehmed el-macrüf
bi°d-dacT ”.274 Ayrıca eserinin adının Tıbb-ı nebevî olduğunu, Kitâb-üş-şifâ ’ya aynı
zamanda bu adın verildiğini bildirir ve bu eseri Timurtaş Paşa oğlu Umur Beyin275
emri ile Hüdâvendigâr için Arapçadan Türkçeye çevirdiğini sözlerine ekler.276 Bu eser
hakkında bilgi verirken, İ. H. Ertaylan Hüdâvendigâr sözünden II.Murad’ı anlamış olan
İ. H. Uzunçarşılı’nm yargısına değinir; fakat bu yargıya katılmayarak, eserin yazılış
tarihinin kesin olmadığım belirtir.277 İ. H. Ertaylan, eserin şimdiye kadar bilinen tek
yazm asından 16 sahifeyi tıpkı basım halinde yayınlam ıştır.278 F akat yapılan
araştırmalar sonucunda, Tıbb-ı nebevî’nin Süleymaniye Kütüphânesinde üç, Topkapı
Sarayı Müzesi Kütüphânesinde de iki nüshası daha bulunmuştur.279 Bunlardan 895 H.
tarihinde istinsah edilmiş olan S. Hüsnü Paşa’daki en eski ve en iyi olanıdır.
Tıbb-ı nebevî, Ahmed-i Daî’nin tam künyesini vermesi ve onun gerçek bir bilim
adam ı anlayışı ile eser yazdığını gösterm esi bakım ından da büyük bir önem
taşımaktadır. Eserin mukaddimesindeki şu ifadeler onun bu yönünü en iyi şekilde
ortaya koyar: “her kim ziyade m acrifet ve vukuf taleb ider ol zikr olman mucteber
kitâblara nazar eylesün . . . . Bu kitabun kâcidesi on makâlet üzerine mürettebdür ve
her makâlet on faşıldur ve her fasılda bir aslı beyân ider ve külli yüz olup bu mecmücın

271İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.181-182; Tıbb-ı nebevî, tıpkı basım, s.390
272Tıbb-ı nebevî, tıpkı basım, s.391.
273aynı eser, aynı yer.
274aynı eser, s.388.
275Um ur Bey için bk. not 128 ve 212.
276İ. H. Ertaylan, aynı eser, Tıbb-ı nebevî, tıpkı basım, s.388-389.
277İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.26, 181-184; Tıbb-ı nebevî’den söz eden diğer eserler şunlardır: M.
Tahir, Osmanlı Müellifleri, aynı yer; İ. H. Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, aynı yer; F. İz, aynı eser, aynı yer; A.
S. Levend, aynı eser, s.27, not 3.
278İ. H. Ertaylan, aynı eser, Tıbb-ı nebevî, tıpkı basım, s.387-402. Bu yazma Tıp Tarihi Enstitüsü Ktp.
No. 90’da bulunmaktadır.
279Süleymaniye, Fatih, No. 3540; Sül. Hüsnü Paşa, No. 1364; Sül. Kadızade M ehmed Efendi, No. 349.
Topkapı Revan, No. 1689; Topkapı Yazmalar, No. 3541. Ayrıca bk, Fethi E. Karatay. aynı eser, s.351. 353.

46
kitabım evvelinde şebt eyledük. Bes her kime mes0ele ihtiyâç olsa fihriste nazar ide ve
kaçıncı m akâletün kankı faşlındadur bile tâ ol mes°eleyi kitâb içinde bulm ak genez
ola.”280
8. Veslletü°l-müİQk li-ehlPs-sülük

 yet-ül k ü rsî te fsirin in çev irisid ir. B ilin en te k n ü sh ası İzzet K oyunoğlu
K ütüphânesindedir.281 Bu eserin m ukaddim esinden ilk beş sahife, İ. H. E rtaylan
tarafından tıpkı basım olarak yayınlanmıştır.282 Bu mukaddimede Ahmed-i D aî “Âyet-
ül kürsT tefsirin Türki diline getürüp tercüme itdüm ve baczı m ünasebetle esmâ-i hüsnâ
m acnasın yazup ve dahi bir vech ile ihtişar idüp tercüm e itdüm . Z îrâ ol dahi dîn
babından ve makşüd-ı akşâdandur ve niçe sevaba ve dekayıka m üştem ildür ve dahi
m akam a m ünasib hikâyetden ve kaziyye-i evliyadan eşnâ-i kelam da dere itdüm .”283
diyerek, bu eserin sadece b ir tefsir çevirisi olm ayıp, içersin d e E sm â-i hüsnânın
an lam ları, çeşitli h ik ây eler ve evliya kıssalarını da ihtiva ettiğini b elirtir. Yine
mukaddimede, Ahmed-i Daî kendisini ve eserinin adını verdikten sonra, bu eseri niçin
yazdığını şöyle anlatır: “Çünki armağan ehline göre gerekirmiş. Biz D a0! dahi dilerem
ki cilm babında ümerâya armağan itmek içün bu muhtasar kitab-<ı düz> düm . . . . Bu
kitaba Veslletü3l-mülük diyü ad virdüm ta armağan ileden kişinün üm erâ katında vesile
olduğiçün m akşüdına.”284 Bu ifadeden anlaşıldığına göre Ahmed-i Daî, bu eserinin
aracılığı ile em irle rd e n birisin e intisap etm ek istem ektedir. F akat, ne yazık ki,
m ukaddimede bu kişinin kim olduğu açıkça belirtilmemiştir.
İ. H. Ertaylan, bu eserin Ahmed-i D aî’nin yazdığı ilk tefsir çevirisi olduğunu, ancak
bu ilk küçük d e n e m e d e n so n ra E b û ’l-leyş-i S e m e rk a n d î’nin tefsirin i T ürkçeye
çevirdiğini belirtm ektedir.285 Bu eser başka hiç bir araştırm a ve kaynakta söz konusu
olmamıştır.

9. Yüz Hadis çevirisi


Ahmed-i D aî’nin şimdiye kadar bilinmeyen bir eseridir. Bu eserin şimdilik bilinen
tek yazm ası Süleym aniye K ütüphânesinde b u lu n m ak tad ır.286 Y azm anın 1^-122^
varakları arasında M uhammed ibn-i Hacı İvaz’ın Cinân-ı cenân’ı, 122^-235a varaklan
arasında da yine aynı el yazısıyla Ahmed-i D aî’nin adı geçen eseri yer almıştır. Eser
başlıksızdır; 123a şu şekilde başlamaktadır: “bilgil kim beylerden bir ulu devletlü ve
yüce himmetlü cilmile rağbetlü ve culemâya cizzetle cadlile mevşüf ve bezlile macrüf bu
D acl’ye işaret buyurdı kim ol calim ler fahri ve adem ler serveri ve veliler kıblesi ve
nebiler Kacbesi M uhammed Mustafâ Hazretinün hadlş-i şeriflerinden bir kaç hadis yaz

280i. H. Ertaylan, aynı eser, Tıbb-ı nebevî, tıpkı basım, s.391-392.


281 İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.188. İzzet Koyunoğlu Ktp., No. 11847 numarada kayıtlı olan bu eserin
yazılış tarihi 816 H. olup istinsahı ise 1006 H .’dedir.
282aym eser, Vesîlet-ül mülûk, tıpkı basım, s.425-429.
283aynı eser, s.427-428.
284aynı eser, aynı yer.
285aynı eser, s.189.
286Sül. Pertevniyal, No. 438.

47
ki dem-be-dem m ütâlaca idevüz, gönlümüz nün arta didi. Bu zaclf kul dahi ol işâretile
tuhfe-i MekkT hadislerinden yüz hadîs ve yüz hikayet yazdı. Üm lddür ki kabül göziyle
bakıla ve ihtiyar diliyle okınıla."
D iğer eserlerin in m ukaddim elerinde görüldüğü gibi, A hm ed-i D aî, bu eserin
m u kaddim esinde de eserin in konusu hakkında bilgi verm iş, fak at T ab irn âm e ve
Vesîlet-ül mülûk’da olduğu gibi sadece mahlasıyla kendini tanıtmıştır. Yine Vesîlet-ül
m ülûk’da yaptığı gibi eserini sunduğu “devletlü ve yüce him m etlü” diye zikrettiği
şahsın kim olduğunu belirtm em iştir. Bu yüzden de Ahmed-i D aî’nin bu eseri kimin
em riyle ve hangi ta rih te yazdığı an laşılam am aktadır. Ü zerin d e iyi bir incelem e
yapılm ası g erek en bu eseri, İstanbu Ü niversitesi, E debiyat F akültesi, T ürkoloji
Bölümü, Sem iner K itaplığındaki287 M iftâh-ül cennet’in başındaki eksik M iftâh-ül-
c e n n e t ve so n u n d ak i M usa P ey g am b erin M ü n acatı, H ek im o ğ lu Ali P aşa d a k i
T a b ir n â m e ’n in 288 so n u n d a b u lu n a n V e fâ t-ı P e y g a m b e r ve îh tilâ c n â m e ile
karşılaştırmak belki bazı meselelere açıklık kazandıracaktır.
Buraya kadar sayılan dokuz eserden başka Ahmed-i D aî’nin olduğu ileri sürülen
C inan-ı cenan ve Sirâc-ül-kulûb adlı iki eser daha b ulunm aktadır.289A ncak bu iki
eserin Ahm ed-i D aî’ye âit oldukları oldukça şüphelidir. İ. H. E rtaylan bilinen dört
C inan-i C en a n b u lu n d u ğ u n u , birisinin, P rof. M undy ta ra fın d a n satın alın a ra k
Londra’ya götürüldüğünü söyler ve bu eserin sonunda “cabd-ı canı hakiri dâcl-i fakiri”
şeklinde yazarın kendisinden bahsetm esine dayanılarak eserin Eşref-zâde Abdullah
E fendi’ye izâfe edildiğini, ayrıca Yusuf ibn-i cA bdullah adlı biri tarafından 836 H ./
1432’de istinsah edildiğine göre, bu tarih ten önce bu eserin yazılması gerektiğini
belirtir.290 İkinci Cinan-ı cenan Muhammed ibn-i Hacı İvaz el-Müfessir’e âittir diyen İ.
H. E rtaylan, bu eserin tek nüshasının Ragıp Paşa K ütüphânesinde bulunduğunu
yazar.291 Bu yazmada, yazarın adı yine eserin sonunda “cabd-ı fakir M uhamm ed bin
el-merhüm el-Hacî cİvâz el-müfessir” şeklinde geçmektedir.292 Belediye Kütüphânesi,
M uallim Cevdet yazmaları arasında bulunan üçüncü Cinan-ı cenan yazması, Ahmed-i
D a î’nin eseri o larak g ö ste rilm e k te d ir.293 B u rad a yazarın adı tıpkı E şref-zâde
nüshasındaki gibi, yine eserin sonunda “cabd-ı can-ı hakiri ve D acl-i fakiri” şeklinde
geçmekte ve D acT kelimesine dayanılarak bu nüshanın Ahmed-i D aî’ye âit olabileceği
gibi, kelimenin duacı anlamında bir sıfat olabileceğine de değinilmektedir.294 Ahmed-i
D a î’ye âit olduğu ileri sürülen dördüncü yazm a R aif Y elkenci yazm aları arasında
b ulunm aktadır.295 İ. H. Ertaylan bu yazm adan on yedi sahifeyi tıpkı basım olarak

287bk. not 224-233.


288bk. not 241, 242; İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.164.
289İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.169-180
290İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.172-174.
291Bugün bu yazm a R agıp Paşa K ütüphanesinden Yahya Ef. bölüm ündeki kitaplarla birlikte
Süleymaniye’ye nakledilmiştir, bk. Sül. Yahya Ef. No. 189.
292İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.174. Bu yazma Kilisli Rifat Bilge tarafından T. D . K. adına Tarama
Sözlüğü için taranmıştır, bk. TS, s.XVII/292. Belediye, M. C. No. K/372.
293Belediye, M.C. No. K/372.
294İ. H. Ertaylan, aynı eser, s.174-175.
295aynı eser, s.175.

48
yayınlam ıştır.296 Sayılan ilk üç nüshada yazar adlarındaki değişiklikler bir kenara
b ıra k ılacak olursa, başlangıçlar ve b itişler aynıdır. S adece dördüncü yazm anın
başlangıcı farklıdır. Fakat eserin sonunda yazar adı yine “cabd-ı can-ı hakir va dacl-i
fakir” şeklinde geçmektedir.297
Y ukarda sayılan yazmalardan sadece Prof. Mundy ve R aif Yelkenci’deki yazmalar
görülmemiştir. İ. H. Ertaylan’m verdiği bilgiye bakılarak, Raif Yelkenci’deki yazmanın
da diğerleriyle aynı olduğu tahm in edilebilirse de,298 başlangıcı farklı olan bu eserin
d ik k atli b ir in ce le m e d en geçirilm esi g e rek m ek ted ir. D iğer n ü sh aların gözden
geçirilm esi sırasında, C inan-ı cenan üzerine yapılan tezler de incelenm iştir. Bu
tezlerden biri “Ahmed-i D a ^ ’nin Cinan-ı cenan’ı üzerinde dil çalışması,”299 diğeri de
sadece “ C inan-ül c e n a n ” 300 adını taşım ak tad ır. Bu tezlerd en ilkinde B elediye
K ütüphânesi, M uallim Cevdet yazm aları arasındaki Ahm ed-i D aî’ye âit olduğu ileri
sürülen yazm a ile M uham m ed ibn-i el-H acı İvaz el-M üfessir’in olduğu söylenen
Süleymaniye, Yahya Tevfik bölümündeki yazma karşılaştırılmıştır. Bazı nüsha farkları
olmasına rağmen her iki metin de baştan sona kadar aynıdır. Ancak yukarda belirtilen
yazar adı farkları vardır. İkinci tezde, Süleymaniye Kütüphânesinde bulunan üç Cinan-
ı cenan nüshasıyla, Belediye K ütüphânesindeki M uallim Cevdet yazmaları arasında
bulunan Cinan-ı cenan kaşılaştırılmıştır.301 Bu tezden de anlaşılmaktadır ki adı geçen
b ü tü n yazm alar aynı eserin değişik nüshalarıdır. Y azm aların sonunda değişik bir
şek ild e g ö sterild iğ i için, eserin yazarı cabd k elim esin e d ay an ılarak E şref-zâde
A bdullah, D a ci kelim esine dayanılarak Ahm ed-i D aî zannedilm iştir. Oysa diğer
nüshalarda yazarın adı açıkça cabd-ı fakır M uhammed bin el-merhüm el-Hâcî cİvaz el-
M üfessir şek lin d e geçm ektediı ve d acî ve cabd k elim elerin in dışında, adı geçen
yazmaların bu yazarlara âit olduğunu gösterecek hiç bir delil bulunmamaktadır. Kaldı
ki, Ahmed-i Daî, kendi adını ya da mahlasını hep eserlerinin m ukaddim elerinde zikr
eder. Ahmed-i D aî’nin bu özelliği âdeta onun bilimsel kişiliğinin bir damgası gibidir.
Bu durum da E. Coşan’m makalesinde de belirttiği gibi bu eserin M uhamm ed bin el-
H acı İvaz e l-M ü fessir’e âit olduğu kesindir. A yrıca Süleym aniye, P ertevniyal
b ö lü m ü n d ek i n ü sh a, y azarın kendi el yazısıyla yazılm ış b ir n ü sh ad an istinsah
ed ilm iştir.302 B u rad a yazar, adını M uham m ed bin el-m erhum el-H acı cİvaz el-

296aynı eser, Cinan-ı cenan, tıpkı basım, s.350-367.


297Cinan-ı cenan, tıpkı basım, s.367.
298İ. H. Erlaytan, aynı eser, s.176.
299Oktay Göymen, Ahmed-i DaTnin Cinan-ı cenan’ı üzerinde dil çalışması (1965-1966), Türkiyat, Tez
No. 682.
^ A y s e l Al, Cinan-ül cenan (1970), İ. Ü. Ed. Fak. Genel Ktp. T H T 407.
301Sül. Pertevniyal, No. 432; Sül. Yahya Tevfik, No. 189; Sül. Hacı Mahmud Ef, No. 1692; Belediye,
M.C. No. K/372.
302Sül. Pertevniyal, No. 438’de v,121*3’de yazar, kendi eliyle eserini 835 H .’de yazdığım söyler. Fakat
Cinan-ı cenan’ı takip eden 122b-235a varakları arasında aynı el yazısıyla aynı kağıda yazılmış Ahm ed-i
D a î’nin Yüz Hadis çevirisi yer almakta ve müstensih eserin sonunda bu eseri 1042 H .’de istinsah ettiğini
bildirmektedir. Bu da gösteriyor ki müstensih Cinan-ı cenan’ı yazarın kendi el yazısıyla yazdığı bir başka
nüshadan istinsah etmiştir. Bu nüsha ve yazarın kişiliği için bk. E. Coşan, “XV. Asırdan Türkçe dinî bir
eser,” İslâm Düşüncesi, I (1967), sayı 4, s.147-148.

49
Müfessir şeklinde verdikten sonra, bu eseri 835 H .’de yazdığını303 söyler ki bu Eşref-
zâd e’ye izafe edilen nüshanın 836 H .’de istinsah edildiğini düşünerek, eserin bu

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır