ensar muhacir nedir / Ensar - Vikipedi

Ensar Muhacir Nedir

ensar muhacir nedir

Türkiye'de Mülteci (Göç) Sorunu. Ensar, Muhacir Kimlerdir, Anlamları Nedir? / Abdullah Tosun

Bu bağlamda yürekleri yakan acılarla dolu göç olayları insanlığın ders alması gereken ciddi olgulardır. Kafkasya''dan, Balkanlar dan, Orta Doğudan gelen göçmenlerin dramatik, trajedileri soylu Türk Milletinin yüreğini yaktığı gibi, acılarını, ıstıraplarını da derinden yaşamışlardır. ENSAR yardım eden MUHACİR göç eden göçmen anlamındadır. Dünyanın her yerinde göçler, bilinen tarih olan 5 bin yıldan (Sümerler dönemi) günümüze dek, çok değişik nedenlerle süre gelmektedir.

NEDENLERİN BAŞINDA İSE;

1-zâlim yönetimlerin, acımasız, zorba Firavun''i baskıların halk üzerinde egemen olma duyguları sınırsız saltanat hırsları,

2-yöneticilerin kendileri dışında olanları "ötekiler "görüp, halkı sürü, tebaa daha da ötesinde köle görmesi, oysa; insanlık bu zinciri kırıp, özgür iradeye sahip birey ve Millet olma şerefini kazanmak için 3 bin yıl mücadele etmiştir. Hiçte kolay olmamıştır. Bu şerefin kaybedilmesi mal-mülk, onur, haysiyet ve tüm değerlerin kaybedilmesi anlamına gelir. Doğumuzda, çevre ülkelerdeki savrulmalar, kargaşa ve kaoslar, iç savaşlar birey ve Millet olamamanın acı sonucudur.

3- büyük bir mücadele, azim ve kararlılıkla 3 bin yıl öncesinden (kölelik dönemi) modernimenine bir zorunluluk olarak önümüze koyduğu MİLLET olma duygusundan ÜMMET olma duygusuna savrulmak, devlet olma bilincini de kaybetmek anlamına gelir. İleride Ümmetin ne anlama geldiğini anlatacağım. Bilinmelidir ki; Millet olmanın sağlayacağı toplumsal kaynaşmanın üzerine "ÜMMET OLMA “duygusunu geliştirmeye engel hiçbir durum bulunmamaktadır. MİLLET olmadan ÜMMET olacağım söylemleri ne İslam tarihinde ne de Genel tarihte tutarlılığı olmayan hamasetten başka bir şey değildir. Din ve ÜMMET anlayışı Arap yarımadasında gündem olduğunda Arap ırkının ya da Arap Milletinin olmadığından söz edilebilir mi.?

Anlaşılacağı üzere ÜMMET olgusu Millet kavramı üzerine inşa edilmiştir. Bilir bilmez absürt tavırlarla kimse ÜMMET kavramının içini boşaltıp siyasal dinin istismar maşası yapmasın. Bunun içindir ki, Türk Milleti kavramı bu topraklarda ödün verilemeyecek bir kavram olarak mukaddes vatanımızın bağrına bir mühür gibi kazınmıştır. Devşirmeler, döfunduszeue.infoiyetciler, kriptolar, çakma aydınlar, bilumum liboşlar TÜRK MİLLETİ kavramından nefret edebilirler ise de Kervan yoluna kuşkusuz devam eder.

4-ekolojik dengenin bozulmasıyla, çöl iklimine ve kuraklığa bağlı olarak göçlerin başlaması,

5-sürdürülebilir su kaynaklarının yok edilmesi,

6- ekonomik kaynakların bir avuç tröstlerin, tekelci grupların eline geçmesi ve ulusal kaynakların % de doksanına sahip olmaları fakirin daha fakir, zenginin doyumsuz iştahı ve daha zengin olma hırsı,

7- vahşi kapitalizmin doğası gereği yeraltı ve yerüstü zenginliklerin hakça paylaşılmaması. Adaletli paylaşım olsaydı, fakir kalmaz, herkesin yüzü gülerdi.

8-üretimin azalması, servetin belirli ellerde yoğunlaşması, buna karşın tüketim ekonomisinin teşvik edilerek; yoksulluğun artırılması göçleri artırmıştır. Şair Tevfik’in dizilerinde dile getirdiği gibi kargalar yani bugünkü yağmacılar, talancılar, vurguncular tarlaya yani hazineye dadanmış ise; yoksulluk daha da artacaktır. Göçmen kervanlarından insanlık kurtulamayacaktır.

Bu nedenlerle, göç (Göçmen) hareketlerini anlaya biliriz. Önemli olan kaynakların hakça paylaşılmasıdır. Şair funduszeue.info''in dediği gibi:

Ekmek herkese yetecekti aslında. /Tarlaya karga dadandı, ambara fare. / Fırına hırsız, memlekete haremi. /

Geldikleri gibi gitmediler. /Kimi itini bıraktı Kimi bitini Kimi de piçini. /yoksa bu kadar şerefsizin bizden olması mümkün değil!

Oysa; büyük liderler göçü önlemek üzere, devlet kaynaklarını halkıyla adaletli bir paylaşımı ön görmüşlerdir. Paylaşım O denli önemli ki, biri İslâm tarihinden, diğeri Cumhuriyet tarihinden olmak üzere; iki çarpıcı örnek uygulamayı dikkatlerinize sunmak isterim. Hz. Muhammed ölüm döşeğinde yatarken; eşi İaşeye sorar.! " an itibariyle servetimiz nedir?"

-İaşe 40 dirhem para, henüz hasatı yapılmamış hurmalar.

-Hz. Muhammed: Derhal 40 dirhemi ihtiyaç sahiplerine, hasat edilecek hurmaları da fakirlere dağıtın. Dünya malıyla Allah''ın huzuruna çıkmak istemiyorum. -

İnandığı peygamberin bu soylu davranışından 14 Asır sonra, Türk tarihinden bir başka lider Gazi Mustafa Kemal Atatürk şöyle diyecektir.!

" mal ve mülk bana ağırlık veriyor. Bunları asil milletime geri vermekle ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar, insanın serveti kendi şahsiyetine olmalıdır!

Bu iki örnek hadise, biri İslâm''ın lideri Hz. Muhammed’in diğeri ise, Türk dünyasının lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk''ün davranışlarının devlet erkini kullananlara örnek teşkil etmesini isterim. Liderlik bu gibi asil davranışlarla olur ve kabul görür. Sloganlarla ne ülke, nede dünya lideri olunmaz.! Umarım günümüzdekilere kapak olur.!

Göç olaylarını ve nedenlerini genelde kriter ettikten sonra, özelde de Türkiye''de ki göçmen ya da sığınmacı sorununu bilimsel ve tarihi düzlemde ele alalım. Böylece ateş topu gibi can yakan göçmen sorununda sağlıklı sonuca varabiliriz.

Batı, emperyalist güçler ve onların bugünkü temsilcileri sıkı sıkıya göçmenlere kapılarını kapatmış, "sığınmacılar Türkiye''de kalsın " istiyorlar. Batının talepleri tarihin hiçbir döneminde Türk Milletinin hayrına ve lehine olmamıştır. Peki bu ısrar niye.?? Türkiye''nin demografik yapısını bozup, ileriki yıllarda bir iç çatışmayı planlıyor olabilirler. % de 1 ihtimalde olsa uyanık ve dikkatli olmak zorundayız. Bu ihtimal var iken, danışman kılıklı biri yıldan beri bu kutsal toprakları kanıyla, canıyla, irfanıyla vatan yapan Asil Türk Milletine " Orta Asya''nın yolunu gösteriyor. " Bir başka densiz ve hadsizde " Türk diye bir kavim yoktur " diye funduszeue.info balık baştan kokuyor. Bu hadsizlerde cesaret sergiliyorlar. Büyük Türk Milletinin vergilerinden aldıkları maaşı hiç ediyorlar ve Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 Türk Devletinin simgeleri olan yıldızlar, bu bedhahlara Hun İmparatorluğundan yıldan bugüne dek, Türk varlığını anlatmaya yeterlidir. Bu gerçeği bilmiyorlar ise, cehaletten biliyorlar ise, ihanetten kaynaklandığı ve bunca o danışmanlık makamlarında aldıkları maaşa karşın tam bir nankörlükten beslendikleri tarihe not düşmek üzere bilinmelidir, unutulmamalıdır.

Şu hususun altını önemle çizmek isterim.! Bu mukaddes Türk topraklarında yaşayan dönmeler, devşirmeler, bil-umum kriptolar bunca yıl Türkün ekmeğini yemelerine karşın, ortalama bir Türk''ten daha konforlu yaşamalarına rağmen Türkün görkemli çınar misali ağacına zehirli hançer vurmaktan hiç utanmamakta, ar-hayanın kalıntısı bile bulunmamaktadır. Birazcık onur, utanma duygusu olsaydı kahir ekseriyeti Türk olan bu topraklarda anlamsız lakırdıları söyleyemezlerdi.

Bu kişileri Türk Milleti yakinen tanıyor ve biliyor. "sap döner keser döner gün gelir hesap döner "Türk Milletinin varlığı üzerinde hiç kimsenin akla, bilime, gerçeğe ve tarihi süreçlere aykırı olarak, siyasal rant devşirmeye dönük tepinmesine gerek olmadığı gibi oy uğruna Kimi çevrelere şirin görünmek adına Türklüğü hırpalamaya da hakkı yoktur.

Cumhuriyet''ten hınç almaya çalışanlar bugünlerde gerçek dışı, bilincini kaybetmişçesine Beştepe de saraydan bir ses yükselir Kalın İbrahim''den. " CUMHURİYET ARAP DÜŞMANLIĞI YARATMIŞTIR. " Hayır.! Kalın İbrahim bilmelisiný⁶⁶ ki, yıl Arap coğrafyasında sömürgeci olmadık. Anadolu''nun gelirlerini O coğrafyanın imarına harcadık. Sizin gibilerin kutsadığı, öykündüğü Osmanlı''nın Bursa''dan-Habur sınır kapısına dek bir tek eserini gösteremezsiniz.! Yaklaşık km bu Anadolu topraklarında cami, medrese, han, hamam, köprü ve sebil gibi mimari eserlerin tamamı Selçuklu Türklerine aittir. Osmanlı''nın mimari eserleri Bursa''da sona erer, Samda yeniden başlar. Öykündüğünüz Osmanlı Haremin hatırına Balkanlar’a (üsküfte mimari eserler, İstanbul’daki eserlere denkti). Kavme-i necip telakki ettiği Arabi Türklerden ayrıcalıklı sayarak; Araplara hizmet götürmüşlerdir. Kurucu unsurların Türk olduklarını unutarak; kendi yıkılışlarını hazırlamışlardır. Ayrıca;1. Dünya savaşının en can alıcı döneminde İngiliz ordularıyla, Edward Lawrence komutasında nasıl kılıç sallayıp, diri diri çöldeki kumlarda

Mehmetçiğin can verdiklerini sana hatırlatırım. Bir akademisyen olarak bunları bilmen gerekmez mi. Cumhuriyetin Arap düşmanlığı değil, son yüz yıldan beri Arabın Türk''e ve O''nun kurduğu Cumhuriyete düşmanlığı söz konusudur. Galiba şaşırıp, düşmanlıkları ters yerde konumlandırdınız. Zira bir akademisyen bilim ve tarih adına bu kadar fâhiş hata yapamaz. Şayet Cumhuriyetten rahatsızlığınız varsa açıkça söylemelisiniz. Bu kamuflaj söylemle Osmanlının yaptığı gibi Türk’ü yok sayarak; Cumhuriyete rövanşsa tutum almak istiyorsanız, bunu da bilmek hakkımızdır. Bu konuda itirazlarınız yükselebilir. Ama; TÜRKLÜK bu topraklara silinmemek üzere bir mühür gibi kazanmıştır.

"Türk diye bir kavim yok. Türkler Asya''ya gitmeli, Cumhuriyet Arap düşmanlığı yaratmıştır" gibi söylemler, içlerinde sakladıkları faşist ve şoveniz duyguların dışa vurumcudur. Batı siz Osmanlı’sınız, Türk yok diyerek imparatorluğu yıktılar. Bugünde siz Osmanlısınız, NEO-OSMANLICILIĞI hayata geçirmelisiniz havlamalarıyla Türkiye Cumhuriyeti''ni yıkmak istedikleri konusunda asla kuşkunuz olmasın.

Burada Şeyh-ül müverrihin, tarihçilerin kutbu büyük tarihçi funduszeue.info Halil İnalcık Hocanın şu muhteşem tespitini sizlerle paylaşmak isterim.

"Osmanlı''da Türklere şu denilirdi, aman Türk''üm deme, sonra devletin parçalanır. Türk bu korkuyla kendi kimliğinden korkar ve ondan kaçar oldu. Ama; devlet diğer etnik gruplara hoş görülüydü, her türlü etnik hürriyeti tanıdı. Devlete ısınırlar sandı. Türkler Osmanlıyız veya Müslümanız derken, diğer gruplar Arap, Rum, Ermeni, Yahudi vs. kendi kimliklerini geliştirip; bilinçlendiler. Ama ne zaman ki; devlet tökezledi ve beklenen O büyük gün geldi, hepsi devlet içinde devlet olmuş halde birer birer Türkün karşısına dikildiler. Türk hazırlıksız, şaşkın ve kimliksizdi. Kendisine anlatılan din kardeşliği ezberi de bozulmuş bir halde yara bere içinde Anadolu’ya sıkıştı. Sonra oralara gelip, gırtlağına sarıldılar. En son Halifenin de kendisine yabancı olduğunu fark eden Türk itibariyle Mustafa Kemal''in etrafında kenetlenip; yeni bir kimlik inşasına girişecekti. Bu Türk tarihinde ERGENEKONDAN ÇIKIŞTAN DAHA ZOR BİR HAMLE İDİ.ÇÜNKÜ ÇOK GEÇ KALMIŞLARDI. VE BU GİRİŞİME FETVALARIYLA KARŞI DURAN GÜÇLÜ BİR ULEMA SINIFI VARDI.

Tarihçilerin kutbu merhum İNALCIK ''ıh bu muhteşem tespiti bugünkü siyasal kadrolarca güncellenmek mi isteniyor. Yorulmayın başarılı olamayacaksınız!

Türk''ün asaletinde misafir perdelik, ekmeğini bölüşmek, yardım severlik, hoşgörü tarih boyunca süre gelmiştir. Buna karşın Türk Milletine nankörlük dolu sözler edenlerin bilmeleri gerekir ki, Türkiye Cumhuriyeti kapasitesi oranında sığınmacılara daima kapılarını açmıştır. Ancak, bunun kontrollü, denetimli belirli iskân bölgelerinde yapılması Devlet olmanın gereğidir. Sınırlarımız kevgire dönüşmemeli. “Saldım çayıra mevtam kayıra "politikaları ileride telafisi imkânsız problemler yaratacağı bilinmelidir. Türkiye''yi sığınmacıların deposu gibi gören Batı, üstelik birde aşağılayıcı rüşvet önerisi gibi 5 yıla sâri "size 3 milyar avro verelim, göçmenleri tutun" önerisi aşağılayıcı ve kabul edilir bir yanı yoktur. Tehlike ve tuzakları önceden sezinleyip; gerekli önlemleri almak milli bir mecburiyettir.

Siyasi ve diplomatik nezaketten yoksun Batının bu önerisi şunları hedefleye bilir.

a) Türk demografik yapısını bozmak istiyor olabilir.

b) Kontrolsüz girişlerle IŞiD TALİBAN, El Kaide, PKK, PYD, YPG, boka-haram ve benzeri terör örgütlerinin elemanları burada hücre evleri oluşturabilirler.

c)emperyalizmin Vahşi haydutları ileride bir iç çatışma planlarıyla Türkiye''nin DEMOGRAFİK yapısını bozup, haçlı zihniyetinin düşünce ve arzularını 10 Asır sonra yeniden bu topraklarda inşa etmek olabilir. Çünkü silahsız, ordusuz sömürgeleştirmenin bir yolu da budur. Sömürgecilere bu yol ve yöntem en ucuz olanıdır.

İleride, olası bir iç kalkışmada bunları ve bölücüleri ileri karakol gibi kullanma arzuları dikkatlerimizden kaçmamalı. Merhum Mareşal Fevzi Çakmak''ın hatıratında anlattığı ve bugünkü kuşaklara ders niteliğindeki sözleri beyinlere kazınmalıdır. “Kurtuluş savaşında etnik azınlıklar, dinsel bölücüler, siyasallaşmış tarikatlar İngiliz’lerine ön karakolu olmuşlardır."

Kahraman komutan Mareşal ''in bu tespitini güçlendiren ipuçlarını şimdiden görmekteyiz.

Suriye Teali cemiyeti Başkanı Ahmet’i Şerifi ne diyor.??

"Biz bu topraklarda T.C. nine hegemonyasını yıkmak için bulunmaktayız. Bizi Allah gönderdi. Bugün 5, yarın 10 milyon funduszeue.info bu gerçeği er ya da geç kabullenmek durumundadır."

Pusulasını kaybetmiş bu Arap uşağının istihbarat birimlerince derhal yakalanıp, hesabı sorulmalı. Bu kişinin kimliği, provokatör olup olmadığı saptanmalı ve ivedilikle gereği yapılmalıdır. Kurtuluş Savaşı yıllarında bunların benzerlerini soylu Türk Milleti gördü ve yaşadı. Adları ise; "Teali İslâm Cemiyeti, Kürt Teali Cemiyeti" kılıflarına bürünerek; İngiliz güdümünde Kuvve-i Milliyetin önünü kesmeye çalışıyorlardı.

d) Geçmişte, Endülüs''ün Selçuklunun, Osmanlı''nın yakın siyasî tarihimizde Irak''ın, Yemen''in, Libya''nın, Sudan''ın ve nihayetinde Suriye''nin parçalanması bu yöntemle

yapılmıştır.

Batının bu konudaki sicili çok bozuktur. Sığınmacılar konusunda bize verecekleri hiçbir husus bulunmamaktadır. Sığınmacılar konusunda tarihimize bir göz atalım.

OSMANLI DÖNEMİNDEKİ GÖÇLER!

1) onbinlerce Yahudi sığınmacı İspanya''dan Osmanlı Türk topraklarına taşınmışlardır.

2)Macar Kralının ve Kimi Macar’larına Osmanlı Türk toprağına göçü,

3)İsveç Kralının, Kimi İsveçlilerin yine Osmanlı Türk topraklarına göçü,

4)Bugunkü Polenez köyünde kurucusu olan Adam ve Polonyalıların Türk topraklarına göçü,

5)İstatistiki bilgiler olmamakla birlikte yılları arasında Rus ordusundan kaçan bin Kafkas nüfusu (Ahbaz, Çerkez, Gürcü, Tatar ve diğerleri) Anadolu Türk topraklarına göç ettiler.

6) Nihayet Ekim/ Bolşevik ihtilaliyle bin çeşitli etnik topluluklar Osmanlı Türk topraklarına göç ettiler.

Denilebilir ki, Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti toprakları çeşitli etnisiteye mensup toplulukların göç yoluyla harmanlandığı böylece; uygarlıkların da beşiği olduğu savı öne çıkarılabilir. Bu sav doğruda olabilir. Burada temel sorun, asimile olmayan, Türk Milletiyle kaynaşmayan azınlıkların alçakça Türk varlık ve irfanına saldırmaları asla kabul edilemez.

Avrupa kıtasında da benzer göç hareketleri olmuştur. Ancak, kısa bir sürede göçmenlerin adeta sıkılıp suyu çıkartılarak, Alman, İngiliz, Fransız, Avusturyalı kimlikleriyle O topraklarda ülkelerine sadık birer vatandaş olmuşlardır. Türk topraklarında ise, zehirlerini kusarak; kimi densizler "Türklerin Asya''ya sürülmesinden “kimi nankörler ise, “Türk diye bir ırkın olmadığını" söyleyerek, ihanetlerini alenileştirmişlerdir.

Bunlardan daha vahim ve acı olanı bu gibilere siyasette, görsel ve yazılı medyada, STK lorda adam yerine konup, değer verilmesi kuşkusuz Türk Milletini derinden yaralamaktadır.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİNDEKİ GÖÇLER!

Cumhuriyet döneminde devlet Arşivleri Kayıtlarına göre yılları arasında Yunanistan bin kişi,

yılları arasında Balkanlar''dan bin kişi,

yılında Iraktan kişi,

yılında körfez savaşında Iraktan kişi,

yılında Bulgaristan''daki kişi,

yılları arasında Bosna''dan 20 bin kişi,

yılında Kosova''dan kişi,

nisan Mart ayları arasında iç savaş nedeniyle Suriye’den 3,6 milyon kişi Türkiye topraklarına gelmişlerdir.

Burada diğer göçlerin kayıtları tutulmasına karşın, Suriye''den gelenlerin kayıtları, meslekleri, enisteleri, cinsiyetleri, terörle bağlantılarının bulunup bulunmadıkları kayıtlara geçirilememiştir. Daha sonraki aylarda gördük ki, bunlar "öfkeli gençler " diye kamuoyuna sunuldu. Sonrası malum. Grupların içine sızan teröristler, hedef gözetmeksizin patlattıkları bombayla Ankara Garda kişi hayatını kaybederken, ''ün üzerinde kişi yaralandı. Ankara-Kızılay’da 13 Mart/ da yapılan terör olayında 4''ü çocuk 36 kişi hayatını kaybetti. 17 Şubat/ da Genelkurmay merasim sokakta 29 kişi hayatını kaybetti.

Bunca yaşanmış olaylardan ciddi ders alınması ve terörün kökü kazınacak biçimde önlemler alınmalıdır. Sınır güvenliği sağlanarak, çözümler üretilmelidir. Eko terör -can ve mala yönelen terör bu kapsamdaki terör olaylarıdır. Devlet olmanın ilk temel koşulu can ve mal güvenliğinin sağlanmasıdır.

Tarihi süreçte göç olayları incelendiğinde ’den günümüze dek,10 milyona yakın göçmen Türk vatanında barınmaktadır. Ancak, bunların çoğu mülteci statüsünde olmadıkları için BM mülteci fonundan da yararlanamamaktadır. Bu bağlamda her türlü yük, Türk Milletine ödetilmektedir.

Türk Milletinin bunu daha fazla taşıma gücü kalmamıştır. Israrcı olmak örtülü zulümdür. Mültecilerin vergi muafiyeti, sağlık giderleri, ucuz emek gibi konular toplumsal ahengi yaralamaktadır.

Göçmen -göç tartışmalarının en can alıcı olanı ENSAR MUHACİR kavramlarının yerinde ve anlamına uygun kullanılmamasıdır. Her iki sözcük Arapçadır. Yazımın başında belirttiğim gibi ENSAR yardım eden, MUHACİR ise, göç eden ya da göçmen anlamındadır. Terim anlamıyla ise, İslam tarihinde M yılında şartların, zorlamasıyla Hz. Muhammed’in Mekke''den-Medine''ye göç etmesiyle, İslâm''ın başkenti site devlet olan Medine''de uygulama alanı bulmuştur.

Bu kavramlardan hareketle:

MUHACİR kimdir, koşulları nedir, sığındıkları yerin durumu nedir, MUHACİR devlet ve birey ilişkisi nedir, MUHACİR in vatanı, yurdu nasıldır, devlet Başkanının MUHACİR ilişkisi ne olmalıdır, MUHACİR-ÜMMET kavramları yerinde mi kullanılmaktadır.?? Bunlara sağlam bir düzlemde yanıt vermeye çalışalım. MUHACİR, doğup büyüdüğü yurdundan göçe zorlanan, göç edenlere denir. Hz. Muhammed 53 YIL YAŞADIĞI Mekke''den göç etmek zorunda kalmıştır. Öğle ki en yakını olan Araplar, Küreyiş ''in ileri gelen azılı zalimleri kendisine ölüm tuzakları kurmuşlardır. Yolu kesilmiş, evi taşlanmış, insanlık dışı ne varsa kendisine reva görülmüştür ve göçe (hicret) zorlanmıştır. Göç ettikten sonrada M. 23 Mart/ Uhut savaşında

Muaviye''nin babası Ebu Süfyan, anası Hint''in komutasındaki vahşi ve cani Arapların attıkları okla azı dişini kırmışlardır. Hicret sonrasında da vahşi ve cani Arapların zulmü kesintisiz devam etmiştir. Anlaşılacağı üzere; burada bir devlet terörü, zorlaması yoktur. Kişiden kişiye, aşiretten kişiye, Mekke''de ekonomik gücü elinde tutan zorbaların baskısı ve dayatması söz konusudur. O yıllarda Mekke’de gücü elinde tutan varlıklı kişilerin dışında örgütlü, kurum ve kuruluşları olan bir devlet söz konusu değildir.

Yerleşmeyi, göç etmeyi planladıkları Medine’de de durum aynıdır. Göçle birlikte daha sonraki yıllarda Hz. Muhammed 48 maddeden oluşan Medine sözleşmesiyle (Anayasası) Medine''de uzlaşmanın, diğer unsurlarla birlikte yaşamanın temelini atmıştır. Hal böyle olunca tarihsel ve coğrafi anlamda MUHACİR ve ENSAR kavramlarının bugün yaratılmak istenen algıyla zerre kadar bağdaşık bir yanı yoktur.! Yığın yığın gelen göçmenlerin vatanı, bayrağı, devleti olan bir yerden sömürgeci güçlerin de plan ve teşvikleri sonucunda T.C. topraklarına kasıtlı ve bilinçli taşınması söz konusudur. Eski deyimle HURUC HEREKÂTI yapılmaktadır. Göçmenler bu eylemin piyonlarıdır.

Onlara düşen görev kendi topraklarında vatanlarını son kanlarına dek savunmaktır. Bu meyanda göçmenlere MUHACİR demek; İslâmî terim ve sözcükleri siyasal istismara, politik çıkarlara çanak tutmaktır. Amaç ise, TÜRKLÜK mayasını ve irfanını bozmaktır. Demografik yapıyı tanınmaz hâle getirmektir. İşgalci coniler, lejyonerler, gurkalar işgal ettikleri devletlerin öncelikli tapu, nüfus kayıtlarını, arşivlerini bu nedenle talan edip; yok ederler. Sonrasında tanınmaz hâle gelen bireyler birbirlerini kesmeye başlarlar. Suriye, Yemen, Irak, Bosna-Hersek, Yugoslavya bunun acı ve somut örnekleridir. Tanık olduklarımız Haçlı zihniyetinin yüzyılın ilk çeyreğinde yeniden hortlamasıdır. İslam dünyasının yöneticileri diplomasiyi, bilim ve aklı kullanamadıkları sürece Batının hain ve sömürgeci benzer plânları devam edecektir. Böl parçala, birbirlerini tanıyamaz hale getir, sonrada seri katiller gibi kitleleri öldür ve yok et! Arkasından demokrasi, insan hakları ve özgürlük söylemleriyle kafa bul. Arınmış İsrail toprakları, bir bölümü Ermeni toprakları, PKK, PYD, YPG ye garnizon devlet oluşturmak için her türlü yardımdan geri durma. Bunları demokrasi sosuyla yutturmaya kalk. Anlaşılıyor ki, emperyalist kodamanlarda alçaklığın limiti yok.

Büyük ve asil Türk Milleti şunu sormalı! Neden Türkiye’nin dışında Avrupa devletleri, sınırdaş Arap ve Müslüman devletler göçmenleri kabul etmeyip, yalnızca Türkiye Cumhuriyeti topraklarında barınmaları ısrarla istenir. Dünyanın jandarmalığını yapan sömürgeci, işgalci ABD göç almamak için Meksika sınırına kmlerce duvar çeker, elektrikli tellerle sınırlarını örer.?? Bunlar uyanmamız ve ayağa kalkmamız için yeterli sebep değil mi. Türkiye Batının makul olmayan arzuları doğrultusunda 5 yıla sâri 3 milyar avro yardımı karşısında göçmen yığınlarının çöplüğü olamaz, olmamalıdır. Teolojik anlamda ve de tarihsel süreçte toprak yönüyle ve sosyolojik anlamda günümüz koşullarında hiçbir bilimsel realitesi olmayan-ENSAR-MUHACİR hamaseti yapılmamalıdır dönemde ve O topraklarda kurulmuş bir devlet yoktur. Bugün ise, kendi devletinin toprağından mukaddes vatanımızın bağrına göç değil, göçmen ithalatı yapılıyor. Hızla nüfus dengeleri bozuluyor.

İslâm tarihi incelendiğinde, M yılında ortaya çıkan ve Hz. Muhammed tarafından kullanılan MUHACİR olgusunda henüz devlet olmadığından, Muhacir’e yardım yani MUHACİR-ENSAR ilişkisi kişiden kişiyedir. İlamı kabul etmiş, Medine’nin yerli zenginlerinin Mekke''den göç eden göçmenlere yardımları söz konusudur. Günümüzde yapıldığı gibi devlet olanak ve kaynaklarının göçmenlere harcanması değildir!

Muhacir’e yardım yani Ensar’ın tavırda bu doğrultudadır. Gönüllülük esasına dayanan yardımlaşma sosyolojik bir gerekliliktir. Aynı zamanda Devlet Başkanı olan Hz. Muhammed’in zorlaması olmayıp, yapılan yardımların kıymetini bilip, nankörlük yapmamaları konusundaki Muhacirlere öncülük etmiştir.

Medine''de oluşan etimolojik ve sosyolojik yaşam bağlamında ÜMMET kavramı kullanılırken; yalnızca Müslümanlar değil, Medine topraklarında yaşayan Hıristiyanlar, Yahudiler, Paganlar, diğer etnik unsurlar da bu kavramın içinde ele alınmıştır. Amaç, bir uzlaşı ve hoşgörü kültürü yaratmaktır, birliğin teminidir.

Adı da "ÜMMET "birliğidir. Arapça da ümmet ulus, millet ise, din anlamında kullanılmaktadır. Böylece; tek bir topluluk olarak, hepsinin payına düşen haklar ve sorumluluklar oluşturuldu. Sonraki yıllarda ise; ÜMMET kavramı genişletilerek, bütün İslâm toplulukların genel adı haline getirilmiştir.

ENSAR KİMDİR.??

Sözcük anlamında yardım eden kimse, terim olarak ise, M de, Mekke’den göçe zorlanan göçmenlere Medine ''lif Müslümanların gönüllülük esasına dayalı yardımları, barınmaları, iskânları, iâşe-ibâtelerinin karşılanmasında yardımcı olanlardır. Hz. Muhammed bu uygulamalarda rol model olarak; teşvik ve yol gösterici olmuştur. Bireyden bireye bu yardımlarla gönül ve kardeşlik bağı güçlendirilmiştir. Ötekisi ise; bugünün moda deyimiyle zorbalığa ve çökmeye girer.

ENSAR-MUHACİR kavramlarını kriter ettikten sonra günümüzde boğazda, sahillerde nargile içenleri, piknik alanlarında saygısızca davranışlarda bulunup, mangal devirenleri, metroda, tramvayda, vapurda vs. toplu taşımda etrafı rahatsız eden saygısız Arap uşaklarını MUHACİR mi kabul edeceğiz. Referanduma gidelim, aziz Türk Milletine soralım denildiğinde karşıt muhataplar ağız birliği ile insan hakları Referanduma götürülemez diyorlar. Hicret yıllarında olduğu gibi bireyden bireye yardım edin denildiğinde ise, halayıdır. Buncuda kabul etmeyiz. TÜRK Milleti zamanı belli olmayan nice sürelerde "göçmenleri sırtlayıp, cefasına katlansın" diyorlar. Bu hikâyeye Türk Milleti yabancı değil. Dedeleri Osmanlı''da Türker’e böyle davranırdı.

Mukaddes vatanımıza akın akın göçmenlerin gelmesine karşın, Suriye''den gelen göçmenlerin öncelikli ve ayrıcalıklı hâle getirilmesinde siyasi erkin yadsınamayacak rolü olmuştur. Âdeta göçmenlik onların yaşam koşullarıyla özdeş hâle getirilmiştir. Ancak; görünen tabloda Suriyeli göçmenler bir mağduriyetin sonucu değil, bu topraklar onların keyif çatma, kamp kurma, toplumu rahatsız edici edinimlerden kaçınmayan tavırların odak noktası olmuştur. Kendilerinde asla bir mahcubiyet, utanç duygusu yoktur. Hatay, Kilis, Gaziantep illerinde yerleşik nüfusa "sizler buradan gidiniz burası bizimdir "cüretkâr söylemleri sabır ve dayanma gücünü zorlamaktadır. Güvenlik birimlerinin gerekli önlemleri almalarını öneririm.

Kimi bedhahlar da "Onlar olmasa ekonomi çöker " Kimi aymazlarda "Çalışma hayatımızı ve sanayimizi onlar ayakta tutuyor " gibi açıklamaları önünü göremeyen köhne zihniyetin bilinçsiz Arap seviciliğinden başka bir şey değildir!

Şu hususun altını önemle çizmek isterim. Ne Arabın nede Arapçanın diğer ırk ve diller üzerinde bir milim üstünlüğü yoktur. Üstünlük Arapça inen Kur’an’da ve kendisine indirilen Hz. Muhammed’in manevî şahsiyetindedir. Ayrıca, bugünkü Arapçanın Kur''an Arapçası olmadığı gibi, Hz. Muhammed üzerinden bugünkü Arapları kutsamak en büyük yanlıştır. Çünkü Hz. Muhammed’in kavgası din kavgası değildir. O''nun en büyük kavgası emperyalizm le yani sömürgecilerle olan kavgasıdır. Bu kavganın merkezinde Araban kendisi vardır. Hz. Muhammed''in 53 yıl yaşadığı, büyüdüğü, barındığı, yaşanmış nice hatıralardan koparılıp, sürgüne, göçe zorlayan vahşi ve hain Arabın kendisidir.

Tarih boyunca yapılan en büyük yanlışlardan biri topyekûn Arap ırkını kavm-i necip (temiz ırk) görüp, cehaletinden Arap kültürünü de din zannetmesidir. Oysa; inandığımız peygamber devrimleriyle bir ömür Arap Bedevi kültürünü yıkmaya çalışmıştır. Ömrü bunu tamamlamaya yetmemiştir. M Kerbela olayıyla Bedevi kültürü yeniden hortlamıştır. Ne Arap kültürü ne de zorba Muaviye''nin dini inandığımız Kur''an dini değildir. Onların dini kendilerinin olsun, bize Kur''an yeterlidir. Ebu Süfyan''ın, Ebu Cehil''in, Ebu Leheb''in, Muaviye''nin, Yezid''in bugünkü versiyonları Osmanlı Türk askerlerine 1.Dünya savaşında reva gördükleri ve hiçbir savaş hukukunda olmayan işledikleri vahşeti, katl-i amları unutmak mümkün mü.?? UNUTANLARIN nasıl aşağılık olduklarını anlamak için mitokondrilerine, genetik yapılarına, geçmişlerine bakınız. Kim olduklarını anlarsınız.

İstanbul doğumlu Suudların dedesi Şerif Hüseyin, İngiliz ajanı Thomas Edward Lawrence’nin yedeklediği kişi sırtlanlar gibi saldırıp, Osmanlı Türk askerlerine karşı yılları arasında hücum emri verirken; “, hücum esir almak yok, ölüm vardır.” diyerek havlıyordu.

Çünkü, Araplara göre Türkler, MEVÂLİDİR. Sonradan Müslüman oldukları için mevâli olarak tanımlanır. Bu nedenle İslâmı temsil edemezler, Müslümanların başına asla Halife olamazlar, Mevali kavramını Emeviler, Abbasî lir siyasal İslam''ın ve istismarın kaldıracı gibi kullandılar. Tarihin hiçbir döneminde Araplar Türklerin İslam liderliğini ve egemenliğini tanımadılar.

Bu yüzyılda yılında Suudi müftüsü "Türkler mevalidir, İslami temsil edemezler " diye fetva verdi. Ebu Cehil versiyonu, faşist, ırkçı bunun gibi olan Araplar bilmezler mi.? Ölçünün “Allah katında en soylu insanların takva sahibi (kötülüklerden sakınan) olanlardır. " Hucurat suresi funduszeue.info''anı kendi şalvarına, donsuz kılıklı donuna, sarığına eteğine dolayıp, yorum yapanlar Müslüman olmayı bırakın, insan bile olamazlar. Kur''an yaşayan hayattır, yaşayan hayatta Kur’an’ın ta kendisidir. Kur’an ne saç sakalda, nede sarıkta cübbede.! Bunların en pahalısını en lüksünü zengin oldukları için peygambere nefes aldırtmayan Ebu Cehil''lerde, Ebu Süfyan''larda oğulları Muaviye ve Yezit''lerde fazlasıyla vardır. Ölçü Kur''an Müslümanı olmak, kısacası önce adam gibi adam olmak!

Arap yöneticiler hiçbir zaman diliminde Türkleri kendileriyle eşit Müslüman saymadılar. Anımsayacaksınız! Suudi Kralı resmi bir ziyaret için Ankara''ya geldiğinde, SWİS otelde dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan R. Tayyip Erdoğan''ı ayağına çağırıp, protokol kurallarını yok sayarak, kendi fotoğrafı altında utanç pozları vermişti. Tepki gelince " yaşından dolayı gittik " demişlerdi. Yaklaşık km çölden gelebiliyor, metre ilerideki Cumhurbaşkanlığı Makamına nasıl gidemiyor.?? Asil Türk Milletinin gururu incinmiş, kurallar tepelenmiş, Türk Devletinin onuruyla oynanmıştı.!

Arap kültürüne göre MEVÂLİNİN iktidarı meşru sayılmıyor. Bu nedenle ayağına çağırmış olabilir. Realitelerden uzak, siyasal ümmetçiliğin birliği sağlayacağını sanıp, Ebu Cehil''in bugünkü versiyonlarını, tarih, bilinç ve kültürden yoksun olarak kendilerine güldürdüler.

Türk-Arap ilişkilerini daha iyi anlamak için yaşanmış bir gerçeği sizlerle paylaşmak istiyorum.

1.Dünya savaşının en kanlı yılları İngiliz''lere esir düşen

bin askerimizin bir kısmı İskenderiye şehri yakınlarında bulunan “Seydibeşir-usâre "kampına hapsedildi. Kampın tarihi kayıtlardaki tam adı "Seydibeşir-Kuveysna Osmani useray el Harbiye " idi.

Yıl Filistin cephesinde esir düşen tümenin alayına bağlı Osmanlı Türk askerleri tutuluyordu. 12 Haziran yılına dek, iki yıl boyunca her türlü işkenceye maruz kaldılar. Osmanlı askerlerinin içindeki Devşirme ve Ermenilerin kışkırtmalarıyla, Türkçe bilen Ermenilerin yalan yanlış çevirileriyle kampın İngiliz komutanı azılı bir Türk düşmanı olmuştu. Türkleri insan olarak görmüyordu.

Savaş bitmişti. Ağır koşullar nedeniyle ölen askerlerin dışında sağ kalan askerleri teslim etmemek için toplu katliam planladılar. Bu amaçla askerlerimiz, "mikrop kırma bahanesiyle "süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak; suya normalin çok üzerinde "KRİZOL" maddesi katılmıştı. "Mehmetçik, benim can Mehmet’im" suya daha ayağını soktuğunda aşırı KRİZOL maddesi nedeniyle, haşlanıyordu. İngiliz askerleri dipçik darbeleriyle askerlerimizin havuzdan çıkmasına engel oluyorlardı. Mehmetçikler bellerine kadar gelen zehirli suya başlarını sokmak istemediler. Bu kez İngiliz''ler ateş etmeye başladılar. Askerlerimiz ölmemek için çömelerek; başlarını suya soktular. Başını zehirli sudan kaldıran artık ömür boyu göremeyeceklerdi. Çünkü gözlerini kaybetmişlerdi. Dışarıdaki askerlerimizin direnişi de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kör oldu.

Bu vahşet daha savaş yıllarında Gazi Mustafa Kemal paşanın önderliğinde 25 Mayıs/ de BMM sinde görüşüldü. Fâillerin cezalandırılması istendi. Ancak, kurulmakta olan devletin bin türlü derdi vardı. Hesap sorma BMM since yapılamadı.

Araplar üzerinden başlayan ve 15 bin askerimizin kör olmasına neden olan seri katil Ermeni’lerine hınç ve intikam duyguları bugünde kesintisiz devam etmektedir. Hâlen bine yakın kaçak Ermenilerin bu topraklarda barınması da işin cabası.!

Bugüne gelince, Filistin müdafaası için Mehmetçik bunca ölüm, zulüm işkencelere maruz kalmışken, şeyi düşük Abbas bir gün Yunanistan''da, diğer bir gün Kıbrıs Rum kesiminde “Türk askerlerinin Kıbrıs’ta işgalci olduğunu “söylemektedir. Kimilerimizde kırmızı halıyla şeyi düşük Abbas''ı karşılamakta, diplomasideki

"MÜTEKÂBİLİYET " kuralı Arap seviciliği uğruna heba edilmektedir. Bunlar Arap ihanetinin örgütleyicisi, Şerif Hüseyinleri güdüleyen O çağın büyük ajanı Thomas Edward Lawrence torunları olabilir mi? Vicdanlarınıza soruyorum gün yaşananlarla bugünü değerlendirdiğimizde Mehmetçiğin asil kanı bu kadar ucuz olabilir mi.?

Şeyi düşük Abbas, etekli, donsuz Suudi prensler mavi vatan Akdeniz’deki menfaattarımıza karşı Rumlarla, İsrail''e, ABD''nin piyonları PKK, PYD, YPG ile aynı platformda buluşurken; Suudi yöneticilerinin PKK ya yılda milyon dolar yardımını devlet katında nasıl değerlendireceğiz? Hani biz ümmet idik. Bu topraklarda tarih ve coğrafya bilincinden yoksun, ümmet birliğinden, Arap kardeşliğinden bahisle Türk Milletini hamasetle uyutmaya mı çalışacağız.?

Büyük Türk Milleti uyanmadıkça, Arap seviciliği, ümmet istismarcılığı yapılarak, bu uğurda ekonomik kaynaklarımız, sosyal ve demografik yapımız berhava edilecektir.

Büyük Türk Milleti Araban kendi peygamberine bile rahat nefes aldırtmadığını, sıradan bir ırk olduğunu, Arapça dilinin ve Arabın asla kutsallığının olmadığını bütün İslâm dünyasıyla birlikte öğrenip, reddetmesi halinde ayağa kalkabilir. Bunları yazıyor olmamız ırkçılığımızı göstermez. Bilakis gerçekleri bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktır. Bunun böyle anlaşılmaması halinde ENSAR-MUHACİR kavramlarını bilmeden, yada kasıtlı olarak; soslayıp, siyasal dincilerin empati pozlarına bürünmesi, yabancı fonlardan beslenen besleme yazarların, insan haklarından dem vurması, dönme ve devşirme aydınların, mülteci istilasına uğrayan ülkemizde bunun göç olmaktan çıkıp, bir istilâ hareketi olduğunu haykırmaması, liboşların, kriptoların,TESEV gibi Soros bağımlısı, emperyalist senaryonun kuklası bil-umum derneklerin, kalemlerini satan tetikçi kimi medya mensuplarının doğruları tersyüz etmesi, nedenleriyle kumpaslarına maruz kalmaktan ve bedel ödemekten kurtulamazsınız anlamına gelir.!

Bunun benzerini dinsel kulvarda emperyalist güçler ve onların piyonları FETÖ alçak terör örgütüyle denediler. Amaçlarına ulaşamadılar. Şimdi ise, yığın yığın göçmen akımıyla kontrolsüz, denetimsiz, zorunlu barınma bölgeleri seçilmeksizin, Türkiye’nin 81 vilayetine canlı bomba gibi salı verilmesi ciddi bir tehlike oluşturmaktadır.

Yaşananları, tarihi, unutursak, coğrafyamızı başkaları belirler. Göçmen konusundaki uygulamalar, birilerinin göz diktiği coğrafyamızın geleceğini sarsmaktadır.

Hamasetten uzak, Millet ve devlet olmanın en büyük şeref, en görkemli paye olduğu bilinmelidir. Ne Şam''ın şekeri, nede Arabın yüzü için Ulusal birliğimizi, beraberliğimizi, kardeşliğimizi, güvenliğimizi, huzur ve esenliğimizi, geleceğimizi asla heba edemeyiz!

funduszeue.info Ağustos/

MUHACİRLERLE ENSÂR ARASINDA KARDEŞLİK KURULMASI

Allah rızası için her şeyini bırakıp Medine'ye hicret etmiş bulunan Muhacir Müslümanlara, Medineli Müslümanlar muhabbet ve samimiyetle kucaklarını açmışlardı. Ellerinden gelen her türlü yardımı onlardan esirgememişlerdi, esirgemiyorlardı.

Ne var ki, Muhacirler Medine'nin havasına, âdetlerine ve çalışma şartlarına alışkın değillerdi. Mekke'den gelirken de beraberlerinde hiçbir şey getirmemişlerdi. Bu sebeple, Medine'nin çalışma şartlarına ve kendilerine her türlü yardımda bulunduklarından dolayı Ensar adını alan Medineli Müslümanlara ısındırılmaları gerekiyordu.

Nitekim, Medine'ye hicretten beş ay sonra Resûl-i Ekrem, Ensar ile Muhaciri bir araya topladı. Kırk beşi Muhacirlerden kırk beşi de Ensardan olmak üzere doksan Müslümanı kardeş yaptı.

Peygamber Efendimizin kurduğu bu kardeşlik müessesesi, maddî mânevi yardımlaşma ve birbirlerine vâris olma esasına dayanıyor, bu suretle Muhacirlerin yurtlarından ayrılmalarından dolayı duydukları keder ve üzüntüyü giderme, onları Medinelilere ısındırma, onlara güç ve destek kazandırma gayesini güdüyordu.1

Kurulan bu kardeşlik müessesesine göre, Medineli âilelerden herbirinin reisi, Mekkeli Müslümanlardan bir âileyi yanına alacaktı. Mallarını onlarla paylaşacaklar, beraber çalışıp beraber kazanacaklârdı.

Resûlullah Efendimiz, rasgele iki Müslümanı bir araya getirmemişti. Bilâkis, bir araya getireceklerin durumlarını inceden inceye tetkik ederek, uygun bulduklarını birbirine kardeş yapmıştı. Meselâ, Selman-ı Farisî ile Ebu'd-Derdâ, Ammar ile Huzeyfe, Mus'ab ile Ebû Eyyub Hazretleri arasında mizaç, zevk, hissiyât itibarıyla tam bir ahenk vardı.2

Bu kardeşlik sayesinde, Allah ve Resulünün muhabbetinden başka her şeylerini geride bırakmış bulunan Muhacirlerin iâşe ve iskân meseleleri de hâl yoluna girmiş oluyordu. Ensardan herbiri, Muhacirlerden birini evinde barındırıyor, beraber çalışıyor, beraber yiyorlardı. Bu, neseb kardeşliğini fersah fersah geride bırakacak bir kardeşlikti, îmân ve din kardeşliği idi. Medineli Müslümanlar, yâni Ensar, her şeylerini bu garip, bu kederli, bu yurtlarından uzak bulunmanın hüznünü duyan Müslümanlarla paylaşıyorlardı. Medineli biri vefât edince, Muhacir kardeşi akrabalarıyla birlikte ona vâris oluyordu.3

Yine, kurulan bu kardeşlik sayesinde büyük bir içtimâi yardımlaşma da temin edilmiş oldu. Muhacir Müslümanlar, sıkıntıdan kurtuldu. Medineli herbir Müslüman kardeş olduğu Mekkeli Müslümana malının yarısını veriyordu. Muhacir kardeşlerine karşı misafirliğin, cömertliğin, kadirşinaslığın, insanlığın en yüce derecesini göstermekten zevk alıyorlardı.
Medineli Müslümanlar, bunlarla da kalmadılar. Resûlullahın huzuruna çıkarak fedakârlıklarını gösteren şu teklifte bulundular:

"Yâ Resûlallah! Hurmalıklarımızı da Muhacir kardeşlerimizle aramızda bölüştür!"

Ancak, Muhacirler o ana kadar ziraatle meşgul olmamışlardı. Zirâat işlerini pek bilmiyorlardı. Bunun için Peygamberimiz (s.a.v.), Muhacirler namına Ensarın bu teklifini kabul etmedi.

Fakat, Medineli Müslümanlar buna da bir çare buldular. Zirâattan anlamayan Muhacir Müslümanlar, sadece tımar ve sulama işlerini yapacaklar, onlar da ekip biçeceklerdi. Sonunda çıkan mahsul ortadan pay edilecekti. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu teklife razı oldu.4

Tarih, bir çok göçlere şahid olmuştur. Ama, böylesine mânâlı, böylesine ulvî bir hicreti, dışardan gelenle yerlileri arasında böylesine birbirlerine canugönülden sarılma, birbirleriyle muhabbetle kaynaşma, birbirleriyle samimiyetle kucaklaşmayı o ana kadar görmüş değildi. Bir daha da göremeyecektir. Bu samimi kaynaşmadan muazzam bir kuvvet doğuyordu. Öylesine bir kuvvet ki, kısa zamanda bütün Arabistan her şeyiyle onlara boyun eğmek mecburiyetinde kalacaktı.

Muhacirler, "Ensar kardeşlerimiz bize mal mülk verdi, iâşemizi temin etti." diyerek boş oturmuyorlardı. Bu, îmânlarından gelen gayrete zıttı. Her biri elinden gelen gayreti göstererek, mümkün oldukça kimseye yük olmamaya çalışıyordu.

Bunun en canlı örneği, Sa'd bin Rebi'nin yaptığı teklife "Cennetle Müjdelenen On Sahabî"den biri olan Abdurrahman bin Avf'ın verdiği cevaptır.

Resûl-i Ekrem tarafından birbirlerine kardeş tayin edilen Sa'd bin Rebi, Abdurrahman bin Avf'a, 

"Ben, mal cihetiyle Medineli Müslümanların en zenginiyim. Malımın yarısını sana ayırdım." demişti.

Büyük Sahabî Abdurrahman bin Avf'ın verdiği cevap yapılan teklif kadar ibretliydi:

"Allah sana malını, hayırlı kılsın. Benim onlara ihtiyacım yok. Bana yapacağın en büyük iyilik, içinde alışveriş yaptığımız çarşının yolunu göstermendir."5

Ertesi sabah, Kaynuka çarşısına götürülen Hz. Abdurrahman bin Avf yağ, peynir gibi şeyler alıp satarak ticarete başladı. Resûl-i Ekremin, malının çoğalması ile bereketlenmesi hususundaki duâsına da mazhar olduğundan, çok geçmeden epeyce bir kazanç elde etti ve kısa zamanda Medine'nin sayılı tüccarları arasında yer aldı. Şöyle derdi:

"Taşa uzansam, altında ya altın ya da gümüşe rastladığımı görürüm!"6

Resûl-i Ekrem Efendimizin duâsı bereketiyle fazlaca servet elde eden Hz. Abdurrahman bin Avf, sadece bir defasında deveyi yükleriyle beraber "Fîsebilillah" tasadduk etmişti.

Hz. Abdurrahman gibi birçok Mekkeli Müslüman, Medine'de kendilerine göre birer iş bulmuş ve kendi ellerinin emeğiyle saâdet içinde geçinmeye başlamışlardı.

Mekkeli Müslümanların, Medineli Müslümanlara yük olmayıp, alınlarının teriyle rızıklarını temin ettiklerini Hz. Ebû Hüreyre'nin ifâdelerinden de anlıyoruz. Bir gün kendisine nasıl olup da, diğer sahabîlerden çok daha fazla hadis rivâyet ettiği sorulduğunda, meselemize ışık tutan şu cevabı vermişti:

"Medineli Müslümanlar çiftiyle, çubuğuyla, Muhacirler de çarşı pazarda alışverişle uğraşırken ben, Resûlullahın yanından ayrılmıyordum. Onun söylediklerini dinleyip, ezberliyordum. Onun duâsını almıştım."7

Kardeşliğin Müsbet Neticeleri

Kurulan bu kardeşlik kısa zamanda müsbet neticesini verdi. Cemiyetin muhtelif tabakaları bu kardeşlik sayesinde birbirleriyle kaynaştı. Bu kardeşlik, kabilecilik gurur ve adavetini de ortadan kaldırdı. Bu suretle niyetleri kudsî, gayeleri ulvî, içleri dışları nur, faziletli bir cemiyet meydana geldi.

Bu kardeşliğin diğer bir müsbet neticesi ise şu idi: Peygamber Efendimiz, herhangi bir sefere çıkacağı zaman, kardeşlerden birini beraberinde götürür, diğerini ise her iki âilenin mâişetini temin etmek, idaresini yürütmek için Medine'de bırakırdı. Böylece evleri sahipsiz ve hâmisiz kalmıyordu.

Ensarın, Muhacir kardeşlerine gösterdikleri bu eşsiz samimiyet, misafirperverlik, kadirşinaslık, cömertlik, fedakarlık ve feragâtı Cenâb-ı Hak indirdiği âyet-i kerimesiyle ilân edip bu davranışlarını medhetti:

"Daha önce Medine'yi yurt edinmiş ve îmânı kalblerinde yerleştirmiş olanlara gelince: Onlar, kendi yurtlarına hicret eden din kardeşlerini severler, onlara verilen şeyden dolayı gönüllerinde bir kıskançlık duymazlar ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ihtiraslarından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendisidir."8

Evet, kurulan bu ma'nevi kardeşlik hiç bir milletin tarihinde rastlanmayacak eşsiz bir şeref tablosudur. Bu kardeşlik neticesinde meydana gelen dayanışma, yardımlaşma, hayırseverlik, İslâmın inkişâfa başlaması dönemine rastlamış olması bakımından da oldukça mühim bir tesir icra etmiştir. 

"Hiç tereddüt etmeden denilebilir ki, çeyrek asır zarfında İslâm nûrunun âlemin her tarafına yayılması, İran'ın tamamen fethi, Doğu Roma İmparatorluğunun tehdid edilmesi hep bu dinî kardeşliğin resaneti [kuvvet] eseridir."9

Muhacirlerin Kendi Aralarında Kardeş Yapılması

Resûl-i Ekrem ayrıca, Muhacir Müslümanlar arasında da kardeşlik kurdu.

Bir gün, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer elele tutuşmuş geliyorlardı. Bu samimi manzarayı seyreden Peygamber Efendimiz, yanındaki sahabîlere,

"Nebîler ve Resûllerden başka, bütün önceki ve sonrakilerden Cennetlik olanların kemâl çağına erenlerinden iki büyüğüne bakmak isteyen, şu gelenlere baksın." 

buyurdu, sonra da onları birbirine kardeş yaptı.

Resûl-i Ekrem, Mekkeli Müslümanları teker teker birbirlerine kardeş yapıyordu. O sırada Hz. Ali çıkageldi. Gözyaşları arasında şöyle dedi:

"Yâ Resûlallah, sen sahabeleri birbirine kardeş yaptınBenimle hiçbir kimse arasında kardeşlik kurmadın?"

Peygamber Efendimiz, "Yâ Ali, sen dünyada ve Âhirette benim kardeşimsin." buyurarak gözyaşlarını dindirdi.

Dipnotlar:

1. Tabakât, 1/; Ravdü'l-Ünf, 2/18
2. Tecrid Tercemesi, 7/76; Buhari, 3/67
3. Bu kardeşliğin mirasa ait hükmü Bedir Gâzâsından sonra inen "hısımlar Allah'ın kitabınca birbirine daha yakındırlar." (Enfal, 8/75) âyetiyle kaldırıldı.
4. Buharî, 3/67
5. Tabakât, 3/
6. A.g.e., 3/
7. Tecrid Tercemesi, 7/47
8. Haşr Sûresi, 9
9. Tecrid Tercemesi, 7/

Ensar ve Muhacir Kime Denir?

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır.Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.

Ensar, Mekke&#;den Medine&#;ye hicret ettikleri zaman (M. ) Peygamber efendimiz (s.a.s.) ve muhâcirlere kucak açıp tüm imkânlarıyla yardım eden Medineli müslümanlar demektir. Ensar lügatta “yardımcılar, yardım edenler” manasına gelen Arapça bir isimdir. Daha çok Peygamberimize ve Mekkeli müslümanlara yakınlık gösterip, yardım eden, onlara yurt ve yuvalarını açan, fedakâr ve kahraman Medineli müslümanlara verilen bir isimdir. Ensar denildiğinde onlar anlaşılırdı.

Mekke&#;den Medine&#;ye hicret eden sahabelere verilen Muhacir ismi lügatta “hicret eden, yerleşmek için başka bir yere giden, göçen” demektir. Diğer bir ifade ile Muhacir, dinleri ve inançları uğruna, Mekke&#;den Medine&#;ye göç eden Müslümanlara denir. Muhacir kelimesinin çoğulu muhacirun&#;dur. Istılahta, İslâm devletini kurup tebliğin yeni bir veche kazanmasını sağlamak için Rasulullah (s.a.s) ile Mekke&#;den Medine&#;ye göç eden Sahabiler topluluğuna &#;Muhacirûn&#; denilmektedir.

Şeref ve itibarları çok yüksek olan Ensar, Kur&#;an ve hadislerle övülmüş kimselerdir. Yüce Allah Enfal suresinde: “Onlar ki (O Ensar ki) muhacirlere yer gösterip yardım ettiler. İşte hakikî mü&#;minler onlardır. Onlar mağfirete nail olurlar ve pek ulvî lütfulara kavuşurlar” buyurmuştur.

Peygamberimiz de: “Eğer muhacir olmasaydım, ensardan olmak isterdim” buyurmuştur.

Medineli müslümanlar çoğalıp kuvvetlenince, Mekke&#;de binbir sıkıntı içinde bulunan, akla hayale gelmez işkencelerle uğrayan Peygamberimiz ve arkadaşlarını Medine&#;ye davet ettiler. Onlara kucaklarını açıp yurt ve yuvalarında barındırdılar. İslâm&#;ın yücelmesi için her türlü fedakârlığa katlandılar. Mekke&#;den Medine&#;ye hicret eden müslümanlar yani muhacirler ensarla kardeş oldular. Bu büyük yardım ensarın şeref ve itibarını artırmıştır. Muhacirlerden sonra insanların en üstün topluluğu ensardır. Bütün savaşlarda Peygamberimizin yanında yer almış ve İslam tarihinde çok önemli bir rol oynamışlardır.

Sahabelerden muhacir olanlar, yani Allah için, bütün mülk ve varllklarını geride bırakarak, müşriklerin zulmünden kaçıp  Mekke&#;den Medine&#;ye göç edenler, insanların Peygamberimizden (sav) sonra en efdal ve en şerefli olanlarıdır. Onlar hem İslâm&#;ı ilk kabul eden, hem bu uğurda akıl almaz eziyetlere katlanan seçkin insanlardır. Allah&#;a ve O&#;nun Peygamberlerine înandıkları için kırbaçlanmış, kumlarda sürünmüş, alaylara alınmış, bin-bir işkenceye uğratılmış fakat imanlarından dönmemişlerdir, peygamberimizin (sav) çevresinde pervaneler gibi dönmüş, can ve mallarını İslâm uğruna sebil etmişlerdir. Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde Cennet&#;e ilk girecek zümrenin Muhacirler olduğunu bildirmişlerdir. Yüce Allah da Hac suresinde: “Onlar ki (O Muhacirler ki) Rabbimiz Allah&#;tır dedikleri için, haksız yerlerinden yurtlarından çıkartılmaşlardı” buyurarak muhacirleri övmüştür.

Ensar Muhacir Kardeşliği

Mekke&#;yi terkederek Medine&#;ye hicret eden müslümanlar tamamen parasız pulsuz ve elleri boş olarak gelmişlerdi. Aralarında zengin ve servet sahibi olanlar vardı ama Mekke&#;yi gizlice terkettikleri için yanlarında bir şey getirememişlerdi.

Her ne kadar Mekke&#;den gelen muhacirler için, Medine&#;nin yerli müslümanlan olan ensânn evleri birer misafirhane idiyse de kendi başlarına bir düzen kurulması gerekiyordu. Muhacir müslümanlar hayatlarını bağış ve hayırlarla geçirmek istemi­yorlardı. Kendi nzıklannı kazanmaya alışık insanlardı. Ama tamamen parasız pulsuz kaldıklarından ve bir hurma tanesine bile muhtaç olduklarından Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem onları ensârla kardeş yapmayı düşündü. Mescid&#;in inşası ta­mamlanmak üzereyken ensârı çağırdı. O sırada on yaşında olan Enes b. Mâlik&#;in evinde toplandılar. Muhacirler kırkbeş kişiden ibaretti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ensâra hitap ederek: &#;Bunlar sizin kardeşlerinizdir&#; buyurdu. Muhacir ve ensârdan birer kişiyi çağırarak onlara: &#;İkiniz kardeş oldunuz&#; buyuruyor, on­lar da artık hiçbir ayrıcalığı olmayan, gerçek kardeşler oluyorlardı. Ensârdan olan müslümanlar kardeş oldukları muhacir müslümanlan yanlarına alarak evlerine gidi­yor, eşyalarını ve servetlerini göstererek: &#;Yarısı senin, yarısı da benim&#; diyorlardı.

Abdurrahman b. Avf (ra) kardeşi olan ensârdan Sa&#;d b. Rebfnin iki hanımı var­dı. Abdurrahman&#;a: &#;Birini boşayayın> datmunla evlen&#; dedi. Ama Abdurrahman (ra) bunu nezâketle geri çevirdi. Ensârın bütün servetleri hurmalıklarından iba­retti. Zaten o devirde para, pul pek bulunmuyordu. Ensâr, Hz. Peygamber&#;e ge­lerek bu hurma bağlarını yeni edindikleri kardeşleriyle aralarında paylaştırmasını istediler. Muhacirler ticaretle uğraşan kimselerdi. Toprakla, bağ-bahçeyle uğraşmadıklarından zirâatın nasıl yapıldığını bilmiyorlardı. O yüzden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem muhacirler adına bunu geri çevirdi. Bunun üzerine En­sâr: &#;Bütün işi biz yapıp bitireceğiz, ele geçen mahsûlün yarısı bizim, yarısı da bu kardeşlerimizin olacak&#; deyince, muhacirler bunu kabul ettiler.

Bu kardeşlik gerçek bir kardeşliğe dönüştü. Ensârdan biri öldüğünde mirası ve bıraktığı bütün mallar muhacir kardeşine geçiyor, diğer öz kardeşleri mirastan mahrum kalıyordu. Bu hüküm, şu ilâhî buyruğun uygulanmasından ibaretti:

&#;iman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihâd edenler ve -muhacirleri- barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı di­ğer bir kısmının velileridir.&#; (Enfâl, 8/72)

Bedir savaşından sonra muhacirlerin yardıma ihtiyaçları kalmayınca şu âyet nazil oldu:

&#;Allah&#;ın kitabına göre yakın akrabalar birbirlerine -mirasçı olmaya- daha uy­gundur.&#; (Enfâl, 8/75)

Bu âyet geldiği andan itibaren eski sistem kalktı. Bu husus hadis ve tefsir kitap­larında açık bir şekilde anlatılmıştır. Hicretin 4. yılında Benî Nadîr yahudileri sür­gün edilip de topraklan ve hurmalıkları ele geçirilince Hz. Peygamber (as) ensân çağırarak: &#;Muhacirler yoksuldur, onların hiç bir şeyleri yok. Razı olursanız yeni ele geçirilen yerler, sadece onlara verilsin, siz de eski hurmalıklarınızı geri alın&#; bu­yurdu. Ensâr: &#;Hayır! Bizim hurmalıklarımız kardeşlerimizde kalsın. Yenilerini de onlara verin&#; dediler.

Bütün dünya müslümanlan ensânn bu fedakârlığı ile övünecek, insanlık âlemi bu eşsiz davranışa hayran kalacaktır. Bir de muhacir müslümanların yaptığına bakmak gerekir.

Sa&#;d b. Rebî (ra) Abdurrahman îbn Avf&#;a eşyalarını teker teker göstererek yarı­sını almasını isteyince Abdurrahman, ona: &#;Bütün bunlan Allah sana hayırlı etsin, sen bana pazarın yolunu göster&#; dedi. Sa&#;d b. Rebî ona, Kaynuka yahudilerinin ün­lü pazarını gösterdi. Abdurrahman b. Avf biraz yağ, biraz peynir satın aldı. Akşa­ma kadar alışverişle uğraştı. Bir kaç gün içinde evlenecek kadar para biriktirdi. Za­manla Abdurrahman&#;ın ticareti öyle gelişti ki ticaret mallarını deve ancak taşı­yabiliyordu. Kervanı Medine&#;ye girerken şehir yerinden oynardı. &#;Elimi toprağa atsam, altın oluyor&#; derdi. Sahabeden bazıları dükkân açtılar. Hz. Ebu Bekir&#;in dükkânı Senih denen yerdeydi. Orada kumaş ticareti yapıyordu. Hz. Osman Kay­nuka pazarında hurma ticareti yapıyordu. Hz. Ömer de ticaretle uğraşmıştı. Onun ticaret kervanının gidiş mesafesi İran&#;a kadar da ulaşmış olabilir. Diğer sahabîler de büyük küçük ticaret işi yapmaya başlamışlardı.

Sahîh-i Buhârfde anlatıldığına göre Ebu Hureyre&#;nin çok hadis rivayet etmesi­ne karşı çıkıp da: &#;Diğer sahabîler bu kadar hadis rivayet etmiyor&#; dediklerinde şöyle derdi: &#;Bunda benim ne kusurum var. Diğerleri çarşı pazarda ticaretle uğra­şırken ben gece gündüz Hz. Peygamber&#;in yanında duruyor, dizinin dibinden ay­rılmıyordum&#;.

Hayber fethedildikten sonra bütün muhacirler hurmalıkları ensâra geri verdi­ler. Sahîh-i Müslim&#;in Cihâd babında şöyle bir rivayet vardır:

&#;Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hayber savaşını bitirip de Medi­ne&#;ye döndükten sonra muhacirler, ensârın ikram olarak verdikleri hurmalıkları geri verdi.&#;

Muhacirler için ev ayarlaması şöyle yapıldı: Ensâr evlerinin etrafında boş du­ran arsaları onlara verdiler. Arsası olmayanlar ise, kardeş edindikleri muhacirlere, kendi evlerinin bir kısmını vermişlerdi. Herkesten önce Hz. Harise b. Nu&#;mân (ra) kendi arazisini takdim etti. Benî Zühre Peygamber mescidinin hemen arkasına yer­leşti. Abdurrahman b. Avf burada bir köşk —şato demek daha doğru olur— yap­tırdı. Zübeyr b. Avvâm&#;ın (ra) eline geniş bir arsa geçmişti. Ensâr, Osman (ra), Mik-dâd (ra) ve Ubeyd&#;e (ra) kendi evlerinin yanlarında arsalar verdiler. Aralarında kardeşlik bağı kurulmuş olan kişilerden bazılarının adlan şöyledir:

Hz. Ebu Bekir (ra)                              Hârice b. Zeyd el-Ensârî (ra)

Hz. Ömeı (ra)                                    Utbân b. Mâlik el-Ensarî

Hz. Osman (ra)                                  Evs b. Sabit el-Ensârî (ra)

Ebu Ubeyde el-Cerrâh (ra)                   Sa&#;d b. Mu&#;âz (ra)

Zübeyr b. Avvâm (ra)                          Selâme b. Vahş (ra)

Mus&#;ab b. Umeyr (ra)                           Ebu Eyyûb el-Ensârî (ra)

Ammâr b. Yâsir (ra)                              Huzeyfe b. el-Yemân (ra)

Ebu Zerr el-Ğıfârî (ra)                            Münzir b. Amr (ra)

Selmân-ı Fârisî (ra)                                Ebu&#;d-Derdâ (ra)

Bilâl (ra)                                               Ebu Rudeyha (ra)

Ebu Huzeyfe b. Utbe b. Rebîa (ra)           Abbâd b. Bişr (ra)

Sa&#;d b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl (ra)          Ubeyy b. Ka&#;b (ra)

Ensâr ile muhacirler arasında bu şekilde kurulan kardeşlik sadece evsiz bark­sız kalan muhacirleri yerleştirmek gibi geçici bir düzenleme sanılmaktadır. Ger­çekte bu hareket islâm&#;ın yüce amacını gerçekleştirmek ve insanlar arasına oluştu­racağı eşitlik ve huzuru temin etmek için atılan en önemli adım olmuştur.

İslâm, ahlâkı güzelleştirmenin, duygulan yüceltmenin ve erdemleri en üstün nok­taya ulaştırmanın ilâhî devleti ve saltanatıdır. Bu devletin yöneticilere, ordu komu­tanlarına ve her türden yetenekli insanlara ihtiyacı vardı. Hz. Peygamber&#;in huzurun­da bulunmanın ve O&#;nun sohbetlerini dinlemenin feyz ve bereketi sayesinde muha­cirler içinde bu yeteneklere sahip bir topluluk yetişmişti ve bunlar arasında diğer kimselerin ders alıp yetişecekleri, feyiz alıp üstün meziyetler elde edebilecekleri nite­likler oluşmuştu. Bu yüzden kardeşlik bağları kurulurken Hz. Peygamber, gerek en­sâr, gerekse muhacirlerden olanlar arasında karakter, yetenek ve duygu birlikteliğini gözönünde bulundurmuştu. Bu şekilde onların, başkalarını da aynı Ölçüler içerisinde yetiştirmelerini planlamıştı. Geniş ve derinden incelendiği zaman görülecektir ki kar­deş yapılan kişiler arasında duygu ve karakter benzerliği gözönünde tutulmuştu. Me­dine&#;ye hicret edeli kısa bir süre geçmişken, bu kadar kısa bir zaman içerisinde yüz­lerce insanın karakter ve huy benzerliğini tam ve sağlam bir şekilde ölçmek imkân­sızdı. Bu kadar kusursuz ve başarılı bir tanıma ve teşhiste bulunarak tam uyumlu bir kardeşlik kurulması, kabul edilmelidir ki peygamberliğe ait özelliklerden biridir.

Saîd b. Zeyd (ra) cennetle müjdelenen on kişidendi. Babası Zeyd, Hz. Peygam-ber&#;in Peygamber olarak gönderilmesinden önce İbrahim dinine tabi olmuştu. Bir bakıma, islâm&#;ın öncü birliğindendi. Saîd (ra) O&#;nun eğitiminden geçmiş, O&#;nun terbiyesi altında yetişmişti. Bu yüzden İslâm adını duyar duymaz, &#;Lebbeyk&#; de­di. Annesi de onunla birlikte veya ondan önce müslüman oldu. Ömer (ra) onun evinde ve onun teşvikiyle İslâm&#;a yöneldi. Hz. Ömer&#;in eniştesiydi. İlim ve fazilet bakımından Sahabe-i kirâm&#;ın üstün nitelik taşıyanları arasındaydı. Kendisi Übeyy b. Ka&#;b ile kardeş yapılmıştı. Übeyy b. Ka&#;b, onun sayesinde Hz. Ömer&#;in kendisi­ni &#;seyyidü&#;l-müslimîn&#; (=müslümanların önderi) diye çağırdığı bir makama eriş­mişti. Hz. Peygamber&#;in vahiy katibliğini ilk üzerine alan kişi Übeyy b, Ka&#;b&#;dı. Kur&#;ân kıraatinde en büyük hüccet oydu.

Ebu Huzeyfe (ra), Kureyş&#;in en büyük liderlerinden olan Utbe b. Rebîa&#;nm oğ­luydu. Bu niteliğinden dolayı, Eşhel kabilesinin reisi olan Ubbâd b. Bişr&#;in kardeşi yapıldı.

Hz. Peygamberin, &#;eminü&#;1-ümme&#; (=Ümmetin mutemedi) unvanını verdiği Ebu Ubeyde b. el-Cerrah (ra) ileride Suriye fatihi olma yeteneğini taşıyordu. Diğer taraftan İslâm karşısında babalık ve oğulluk duygularının kendisi üzerinde hiç bir etki yapamadığı bir kimseydi. Nitekim Bedir savaşında babası karşısına çıkınca ön­ce babalık haklarını gözetti. Ama sonunda babasını İslâm&#;a feda etmek zorunda kal­dı. Onun eğitim ve Öğretimi altında yetişmesi için Evs kabilesinin büyük lideri Sa&#;d b. Mu&#;âz ile kardeş yapıldı. Onda da işte bu feda^etme ve vefakârlık niteliği açıkça göze çarpmaktadır. Kureyza oğulları yahudîteri, Sa&#;d b. Muaz&#;ın yeminli dostuydu. Araplar arasında yeminli dostluk bağı, kardeşlik ve babalık bağına eşitti. Buna rağ­men Benî Kureyzâ gazvesinde mesele İslâm&#;ı ya da diğerini tercih etmeye gelince, yeminli dostunu islâm&#;a feda etti. Bilâl (ra) ile Ebu Rudeyha (ra), Selman-ı Fâri­si (ra) ile Ebu&#;d-Derda (ra), Ammâr b. Yasir (ra) ile Huzeyfe b. e-Yemân (ra) ve Mus&#;ab b. Umeyr ile Ebu Eyyûb el-Ensarî (ra) Hazretleri arasında öyle bir birlik ve kaynaşma olmuştu ki onun sayesinde sadece talebe hocasından değil, hatta hocası talebesinden etkilenebiliyordu. Abdurrahman b. Avı Medine&#;ye geldikten sonra ba­şının üstüne peynir kabını koyarak satmaya gidiyordu. Ama çok zengin olan Sa&#;d b. Rebî&#;nin eğitimi altında bulunup onun görgüsü altında yetişmesi, yukarıdan be­ri anlatageldiğimiz derecede servet ve zenginliğe ulaşmasını sağlamıştı.

Tarih, ensârın muhacirlere gösterdiği kardeşlik ve fedakârlık duygularının bir benzerini göstermekten acizdir. Bahreyn&#;in fethi sırasında Resûl-ü Ekrem ensân çağırtarak oradaki arazileri aralarında bölüştürmek istediğini söylemişti. Ama ensâr hep bir ağızdan: &#;Önce muhacir kardeşlerimize verilsin, hissemizi onlardan sonra alırız&#; demişlerdi.

Bir keresinde aç biri Hz. Peygamber&#;in huzuruna gelmiş ve: &#;Çok açım, bana yiyecek birşeyler ver&#; demişti. Hz, Peygamber evine haber göndererek yiyecek bir-şeyler varsa gönderilmesini istedi. Sudan başka bir şey olmadığı bildirildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber yanındakilere hitaben: &#;Bu adamı evinde misafir edecek var mı?&#; buyurdu. Ebu Talha (ra): &#;Ben varım&#; dedi ve onu alıp evine götürdü. Ama orada da durum aynı idi. Hanımı sadece çocukların yiyeceğinin olduğunu söyledi. Karısına lambayı söndürmesini ve o yiyeceği getirip misafirin önüne koy­masını söyledi. Üçü birlikte sofraya oturdular. Kan-koca aç durdular ve sanki yi­yormuş gibi ellerini getirip götürerek hareket ettirdiler, yemeği o aç misafirin ye­mesine fırsat verdiler. Bu olay üzerine şu âyet nazil olmuştur:

&#;Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler.&#; (Haşr, 59/9)

Muhacir İle İlgili ayetler

Rahman ve Rahim olan Allah&#;ın adıyla

Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O&#;ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük &#;kurtuluş ve mutluluk&#; budur. (Tevbe Suresi, )

Andolsun Allah, Peygamberin, muhacirlerin ve ensarın üzerine tevbe ihsan etti. Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi neredeyse kaymak üzereyken- ona güçlük saatinde tabi oldular. Sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir. (Tevbe Suresi, )

Peygamber, mü&#;minler için kendi nefislerinden daha evladır ve onun zevceleri de onların anneleridir. Rahim sahipleri (akrabalar) de, Allah&#;ın Kitab&#;ında birbirlerine öteki mü&#;minlerden ve muhacirlerden daha yakındır. Ancak dostlarınıza maruf üzere yapacaklarınız başka; bunlar Kitap&#;ta yazılmış bulunmaktadır. (Ahzab Suresi, 6)

Ensar İle İlgili ayetler

Rahman ve Rahim olan Allah&#;ın adıyla

Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O&#;ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük &#;kurtuluş ve mutluluk&#; budur. (Tevbe Suresi, )

Andolsun Allah, Peygamberin, muhacirlerin ve ensarın üzerine tevbe ihsan etti. Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi neredeyse kaymak üzereyken- ona güçlük saatinde tabi oldular. Sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir. (Tevbe Suresi, )

Kendilerinden önce o yurdu (Medine&#;yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin &#;cimri ve bencil tutkularından&#; korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)

 

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası