tebük seferi suikasti / Tebük gazvesi - Tarih Haberleri

Tebük Seferi Suikasti

tebük seferi suikasti

Tebûk Gazâsı

(Hicrî: 9, Milâdî: )

 

Tebûk Medîne ile Şâm arasında bir yer olup, hicretin 9. yılı Receb ayında bir perşembe günü Hz. Peygamberimiz buraya bir sefer düzenlemiştir. Bu târihlerde, Bizans İran’ı mağlub etmişti. İslâmın yayılmasına karşı koymak ve bu yayılmayı önlemek maksadıyla, İslâm’a bir darbe indirmek için Bizanslılar’ın hazırlık yaptığı ve kırk bin kişilik bir ordu hazırladığı haberi geldi.

 

O sene, Arabistan’da müthiş bir kuraklık ve kıtlık olmuştu. Hurma­lar harâb olmuş, develer ölmüş, hayvanlar kırılmıştı. Müslümanlar bu seferde, imkânsızlıklar sebebiyle, çok büyük vâsıta, binit, yiyecek ve su sıkıntısı çektiklerinden, güçlükle hazırlanan bu orduya, «Ceyşü’l-usreh (Güçlük Ordusu)», sefere de «Güçlük Gazvesi» denir.

 

Resûlullâh, Mekke’ye ve diğer Arap kabîlelerine, harbe iştirâk etme­leri için haber gönderdi. Mevsim sıcak, şartlar çok ağırdı.

 

Ashâbın Cömertlik Yarışı

 

Resûlullâh’ın önceleri, gideceği gazveleri gizlemesi âdetlerinden ol­duğu hâlde, bu seferi bütün müslümanlara bildirmişti. Çünkü, bu öbür harplerden daha farklı olup, uzun bir yolculuk, kuvvetli bir düşman onları bekliyordu. Bu yüzden, iyi bir hazırlıkla düşman karşısına çık­mak için ashâbına bildirdi. Zenginleri, orduyu techiz etmeye teşvik etti. İşte bu noktada, ashâb-ı kirâm birbirleriyle yarış ediyorlardı.

 

Hz. Osman (r.a.), zahîre yüklü deve ile altın verdi. Resûlul­lâh’ın yüzü sevinçle doldu ve “Ey Osman! Allah senin sudûr etmiş ve edecek taksîrâtını afvetmiştir.” müjdesini verdi.

 

Hz. Ömer (r.a.), malının yarısını verdi. Resûlullâh, ona da bereket duâsı etti.

 

Hz. Ebû Bekir (r.a.) ise elinde olan nesi varsa, herşeyini bu yola vak­fetti. Onu, kendisinden bile gizler gibi Peygamber Efendimiz’e usûlca verdi.

 

Resûlullâh; “Ya Ebâ Bekir! Ev halkına ne bıraktın.” diye sordu.

 

Hz. Ebû Bekir; “Onlara, Allah ve Resûlünü bıraktım.” dedi.

 

Önceden içinden; «Ebû Bekir, beni her defa geçiyor. Ben de hayır yarışında bu def’a onu geçeyim.» diye niyet etmiş olan Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekr’in hayır yarışında yine kendisini geçtiğini görünce; “Vallâhi, Ey Ebû Bekir! Babam anam sana fedâ olsun. Hayır yolunda hiçbir yarış yapmadık ki, sen onda beni geçmiş olmayasın. Ben, artık anladım ki, hiçbir şeyde seni geçemeyeceğim.” dedi.

 

Ashâb-ı kirâm’dan her biri, mâlî gücü ve îmkânı nisbetinde, bu ûlvî Tebûk seferi için mallarını infâk ettiler. Abdurrahman ibn-i Avf, bu sefer için okka altın, Hz. Abbâs ve Talha bir çok şeyler infâk ettiler. Âsım ibn-i Adiyy, okka hurma infak etti.

 

Birçok kadınlar da imkânlarına göre, her şeylerini Resûlullâh’a gön­derdiler. Bâzı kadınlar, kollarındaki bilezikleri, kulaklarındaki küpe­leri, gerdanlıkları, mescidde Peygamber Efendimiz’in önüne atıyorlardı. Resûlullâh da onlara duâ ediyordu.

 

Peygamberimiz, işini çok sıkı ve hızlı tuttu. Sefere çıkmak için ordu­gâhını Seniyyet’ül-Vedâ’da kurdu. Kadınlar ve çocuklar, Peygamber Efendimiz’i uğurlamak için buraya kadar geldi. Tebûk Seferi için topla­nan müslümanlar, dîvan defterine sığmayacak kadar çoktu. Resûlul­lâh, Hz. Ebû Bekir (r.a.)’i ordugâhta namaz kıldırmakla, vazîfelendirdi. Medîne’de, Muhammed ibn-i Mesleme’yi yerine vekil bıraktı.

 

Peygamberimizle birlikte Seniyyetü’l-Vedâ’a kadar gitmiş olan Hz. Ali’ye Resûlullâh; “Burada muhakkak ya ben oturacağım, ya sen otu­racaksın.” buyurup Ehl-i Beyt’in ihtiyaçlarını görmek üzere kendisini Medîne’de bırakınca, Hz. Ali ağlıyarak; “Yâ Resûlallâh! Beni çocuklar ve kadınlar içinde vekil mi bırakıyorsun?” dedi.

 

Peygamberimiz; “Bana göre Sen, Hz. Mûsâ yanında Hz. Hârûn mevkiinde olmayı kabûl etmiyor musun? Ancak benden sonra nebî yoktur.” buyurdu.

 

Bunun üzerine Hz. Ali, hemen geri dönerek, öyle hızlı yürüdü ki, ayaklarının kaldırdığı tozların havaya yükseldiği görüldü.

 

Tebûk Seferine Çıkış

 

Peygamberimiz (s.a.v.); Talha bin Ubeydullâh’ı, sağ cenah kuman­danlığına, Abdurrahman bin Avf’ı da sol cenah kumandanlığına tâyin etti. Sancaklar ve bayraklar bağlandı. En büyük sancağı Hz. Ebû Bekr’e, en büyük bayrağı da Zübeyr ibn-i Avvâm’a verdi. Diğer kabîlelere de sancaktar ve bayraktarlar tâyin etti. on bin at, onbeş bin deve ile otuz bin kişilik mücâhit, perşembe günü yola çıktı. Tebûk’e varıncaya kadar 19 yerde konaklayıp, oralarda mescidler kurdular. Son konakladıkları yer, Tebûk mescidinin olduğu yer idi.

 

Ordunun konakladığı yerde bir su vardı. Fakat, bu su çok az akı­yordu. Koskoca ordunun bu su ile ihtiyaçlarını gidermesine imkân yoktu. Mücâhitler, sızan sudan elleriyle azar azar avuçladılar. Avuçla­nan sular, bir su kırbasında toplandı. Fahr-i Kâinât Aleyhissselâm, onun içinde ellerini ve yüzünü yıkadıktan sonra, onu kaynağa geri döktü. Sonra kaynağa, ucu demirli üç asâ sapladı. Saplar saplamaz, üç yerden bol su kaynamaya başladı. Bütün müslümanlar ihtiyaçlarını gördüler. Allâh’ın yüce Resûlü, Muâz ibn-i Cebel’e; “Senin hayâtın, buraların bah­çelerle dolduğunu görmeye umulur ki, kâfi gelir.” buyurdular.

 

Tebûkteki bu kaynak, o zaman mücahidlerin su ihtiyaçlarını karşı­lamağa yetti. Hazret-i Muâz bunu gördü. "Bu Allah'ın Resûlünün mûcize­lerindendir." dedi. Peygamber Efendimiz’in haber verdiği üzere, oranın bahçe ve bostanlarla dolmasına vesîle oldu.

 

Peygamberimiz (s.a.v.), Tebûk mescidinin kıblesine mübârek eliyle bir taş koyup, o taşa doğru yönelerek; “Bu bizim kıblemizdir.” bu­yurdu. Müslümanlara öğle namazını kıldırdıktan sonra, cemâata döne­rek; “İşte, Şam oradadır. İşte, Yemen de şuradadır!” buyurdu.

 

Büyük İslâm ordusunun çok şiddetli bir yaz sıcağında, Tebûk’e ha­reketinden günlerce sonra, ordu ile berâber sefere çıkmamış olan Ebû Hayseme’nin iki hanımı vardı. Onlardan her biri çardaklarını, su ser­pip serinletmiş, kendisi için su soğutmuş, yemek hazırlamış bulunu­yorlardı. Ebû Hayseme bostana girip, çardaklarının kapısı önüne dikildi. Kadınlarına ve kendisi için onların hazırladığı şeylere baktı. “Sübhânallah! Geçmişteki ve gelecekteki günahları bağışlanmışken, Resûlullâh (a.s.) yakıcı güneşin ve rüzgârın altında silâhını boynunda taşısın da, Ebû Hayseme, serin gölgede, yemeği hazırlanmış, iki güzel kadının yanında, mülkünün içinde oturup dursun. İnsaf mı bu! Vallâhi Resûllullah (a.s.)’a gidip kavuşmadıkça, hiçbirinizin çardağına gir­meyeceğim. Hemen azığımı hazırlayınız.” dedi.

 

İsteği üzerine hazırlığı yaptılar. Sonra devesini yanına getirdiler. Ebû Hayseme, devesini çöktürdü. Kolanını sıkıladı. Azığını alarak Pey­gamber Efendimiz’e yetişmek üzere yola çıktı. Yolda Umeyr ibn-i Ve­heb’e yetişti. O da Peygamberimiz’e yetişmek istiyordu. İkisi yoldaş oldular. Tebûk’e yaklaşınca Ebû Hayseme, Umeyr ibn-i Veheb’e; “Ey Umeyr! Ben günahkârım. Sen ise günahsızsın. Benden geri kalmanda senin için bir mahzur yok. Ben, Resûlullâh (a.s.)’ın yanına senden önce varacağım.” dedi. Umeyr bunu mâkul karşıladı.

 

Ebû Hayseme hayvanını mahmuzlayıp, sürüp gitti. Peygamberimiz o sırada, Tebûk’te konaklamış bulunuyordu. Ebû Hayseme Resûlul­lâh’a yaklaştığı zaman, yanındakiler; “İşte bakınız. Yolda bir süvâri geliyor.” dediler.

 

Peygamberimiz; “Ebû Hayseme mi ola? Ebû Hayseme olmasını is­terdim.” buyurdu.

 

“Yâ Resûlallâh, o vallâhi Ebû Hayseme’dir.” dediler.

 

Ebû Hayseme, devesini çöktürdükten sonra Peygamberimiz’in yanına gelip, selâm verdi.

 

Peygamberimiz; “Ey Ebû Hayseme, sen helâka yaklaşmış, gitmiş­tin.” buyurdu.

 

Ebû Hayseme, olup bitenleri haber verince, Peygamberimiz ona ha-yırla duâ buyurdular.

 

Yazın sıcağında çölü aşarak, Tebûk’e gelen İslâm ordusunun karşı­sına düşman çıkamadı. Rum ordusu, müslümanların kuvvetini görüp, geri çekilmişti.

 

Bundan sonra, Peygamber Efendimiz Tebûk’te ashâbını bir araya toplayarak, ileriye gitmek isteyip istemediklerini sordu.

 

Hz. Ömer; “Eğer emir Allah tarafından geliyorsa, buyrun gidelim.” dedi.

 

Peygamberimiz de; “Bu hususta, Allah tarafından emir bulunsaydı, size danışmazdım.” buyurdu.

 

Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi; “Yâ Resûlallâh, Rumlar sayı­ları pek çok olan bir toplulukturlar. Oralarda müslümanlardan tek kişi bile yoktur. Görüyorsun ki; siz ve size inananlar, onların yakınlarına kadar gelmiş bulunuyoruz. Bizim bu derece yaklaşmamız kendilerini korkutmuştur. Uygun görürseniz, bu yıl buradan geri dönelim. Baka­lım ilerde Allah ne gösterecek.”

 

Bu istişâre yapılmakta iken, Şam bölgesinde tâûn hastalığı olduğu haberi geldi. Bunun üzerine, Resûl-i Ekrem; “Tâûn olan yere girmeyi­niz” buyurdu. “Onlar sûlh için ellerini uzatırlarsa, Sen de onlara uzat. Ve Allâh’a tevekkül et.” âyetine uyarak onları tâkip etmedi. Burada 20 gün kaldı.

 

Bâzı kabîleler geldiler. Onlarla anlaşmalar yapıldı. Kendilerine, de­nizde ve karada eman verildi.

 

Münâfıkların Bozgunculuğu

 

Münâfıklar26, kendilerini hiçkimsenin bilmediğini, yapmak istedik­lerini gizli yaptıklarını zannederlerdi. Oysa ki Resûl-i Ekrem, bütün münâfıkları bilirdi. Lâkin îlân etmezdi. Fakat, sâdece çok iyi sır muhâ­faza eden Hz. Huzeyfe’ye münâfıkların isimlerini bildirdi. Hz. Hu­zeyfe, Resûl-i Ekrem’in mahrem-i esrârı idi.

 

• Münâfıklar, müslümanlar arasına fitne sokmak, ayrılık çıkarmak maksadıyla, Kubâ mescidine mukâbil olmak üzere Medîne civârında bir mescid yaptılar. Bundan niyet ve maksatları: Ashâbı, Hz. Peygambe­rimizin arkasından ayırmak, mescidinden uzaklaştırmak, cemâatı da­ğıtmak, bozgunculuk yapmaktı. Medîneli bir Hıristiyan olan Ebû Âmir de münâfıkları bu işe teşvik etmiş; “Siz büyük bir mescid yapınız ve içine mümkün olduğu kadar da silâh koyunuz. Ben de, Rum Kay­seri’ne gidiyorum. Size külliyetli rum askeri getiririm. Muhammed ile ashâbını Medîne'den çıkarırız.” diyerek fâsık Şam’a gitmiş, münâfıklar da mescidlerini tamamlamışlardı.

 

Münâfıklar mescidi inşâ ettikten sonra, tam Tebûk seferine çıkıla­cağı bir sırada, Peygamber Efendimiz’e gelip, kış şartları, ihtiyarlık ve hastalık gibi mâzeretlerle mescide gelemeyenler için bir mescid hazır­ladıklarını söylemişler, Peygamber Efendimiz’in gelip içinde namaz kılarak bu mescidi açmasını istemişlerdi. Peygamberimiz de, o sırada vakti olmadığını söyleyerek onların isteklerini yerine getirmemişti. Münâfıklar, hakîkatta bu mescidi, sûikast yapmak için depo olarak kul­lanmayı da plânlamışlardı. Böylesine kötü niyet ve gâye ile yapıl­dığından, buna «Mescid-i Zırâr» dendi.

 

• Münâfıklar, Tebûk seferine çıkılacağında, böyle sıcak günlerde yola çıkmayınız diye halkı kışkırtıp, mâneviyâtlarını bozmağa çalışıyorlardı.

 

Onlara; “Cehennemin harâreti daha şiddetlidir.” buyuruldu.

 

Münâfıkların başı Abdullâh ibn-i Übeyy de; “Roma devletini Mu-hammed oyuncak mı sanıyor? Onun, ashâbı ile birlikte esir olacaklarını gözümle görmüş gibi oluyorum.” diyerek korku vermek istiyordu. Onun böyle konuşması müslümanların canlarını sıkıyor, itikâdı yarım olanlar onun bu sözlerinde gerçek payının bulunup bulunmadığını an­lamağa çalışıyorlardı.

 

Bâzı niyeti bozuk olanlar, mâzeretleri olmadığı hâlde özür beyân ederek, Tebûk seferine katılmadılar. Îtikâdı tam olanlar, kendilerine söylenen sözlere aldırmıyorlar, cihad ve gazâya gâyet istekli olarak, kemâl-i sür’atle sefere hazırlanıyorlardı. Öyle ki, bâzıları zâhire ve eş­yâlarını yükleyecek deve bulamadıklarından, pek ziyâde mahzun ola­rak saatlerce ağlıyorlardı.

 

• Bir ara sefer esnâsında, Resûl-i Ekrem’in devesi kaybolmuştu. Ordu içindeki içi bozuk olanlardan birisi; “Muhammed, ‘Peygambe­rim’ der. Yerlerden ve göklerden, haber verir. Kendi devesinin yerini bilmeyen kimse nasıl peygamber olur.” demişti.

 

O vakit Resûl-i Ekrem ashâbına; “Bir şahıs benim hakkımda şöyle böyle diyor” diyerek, onun bu sözlerini anlattı. Ve; “Ben, vallâhi bir şey bilmem, ancak Cenâb-ı Hakk’ın bildirdiğini bilirim. Ancak, şimdi Ce­nâb-ı Hakk bana bildirdi ki, deve şu anda filân vâdîde filân yerde, yu­ları bir ağacın dalına ilişip kalmış. Hemen gidip getirin” buyurdu. Deveyi bulup getirdiler.

 

• Münâfıklardan on iki kişi Peygamberimize sûikastta bulunmayı kararlaştırdılar. Geceleyin Akabe denen yerden geçerken ansızın öl­dürmek üzere, yola pusu kurdular. Onların bütün bu kötü maksat ve tertipleri Allah Resûlüne, Cebrâil (a.s.) tarafından bildirilmişti. İhtiyatlı bulunup o yere geldikleri zaman, Resûl-i Ekrem bir karaltı görmüştü. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, Hz. Huzeyfe’ye onları gösterdi ve dağıt­masını istedi. Hz. Huzeyfe onları kısa bir zamanda dağıttı.

 

Bunların münâfık olduklarını, sûikast için geldiklerini Huzeyfe’ye haber verdi. Ertesi gün, Üseyd ibn-i Hudayr (r.a.) hazretleri bu vak’a­dan haberdâr olunca, ordu içinde ne kadar münâfık varsa îdâm et­tirmek istedi. Lâkin, Resûl-i Ekrem buna râzı olmadı. Ve; “Mâdem ki lisanları ile kelime-i şehâdet getiriyorlar, onlara taarruz etmek câiz olmaz.” buyurdu.

 

Mescid-i Dırâr’ın Yıktırılması

 

Tebûk seferinden dönerken, yolda, Mescid-i Dırâr ve onu yapanlar hakkında Peygamber Efendimiz’e indirilen Kur’ân âyetlerinde Cenâb-ı Hak buyurdu ki (meâlen);

“Şunlar da vardır ki, tuttular -zarar vermek, kâfirlik etmek, mü­minler arasına tefrika sokmak ve bundan evvel Allâh’a ve Resûlüne harbe kalkışmış olan kimseye bir pusu yapıvermek için- bir mescid yaptılar. Bununla berâber, ‘Hüsnüniyyetten başka bir muradımız yok­tu’ diye yemin de edecekler. Fakat Allah şâhid ki, bunlar şeksiz şüphe­siz yalancıdırlar. Onun içinde aslâ namaza durma. Elbette ilk gününden takvâ üzerine temeli atılan bir mescid, içinde kıyâma daha lâyıktır. Onun içinde öyle ricâl vardır ki, gayet temiz olmayı severler. Allah da iyi temizlenenleri sever. O hâlde binâsını Allah korkusu ve Allah rızâsı üzerine kurmuş olan mı hayırlıdır? Yoksa binâsını çatlak ve çökmeğe meyilli bir (yar)ın kenarına kurup da onunla birlikte cehenneme yuvar­lanan mı? Allah zalimler gürûhunu hidâyete erdirmez. Onların binâ­ları kalblerinde bir nifak ukdesi olup kalacak, tâ kalpleri parçalanıncaya kadar.” (Tevbe Sûresi, ).

 

Peygamberimiz (s.a.v.), Medîne’ye gelince, Mâlik ibn-i Dahşem ile Mean ibn-i Adiyy ve bir kaç kişi daha göndererek mescidin yakılıp, yıkılmasını emretti. Onlar gidip o Mescîd-i Dırâr’ı yıktılar.

 

Tebûk Seferine Katılmayanlar

 

Meşrû’ bir ma’zareti olmadığı hâlde sıcak havanın verdiği rehâvet ve ihmâlkârlıkla bâzı mü’minler bu sefere katılamamışlardı. Sefer es­nâsında Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu zâtları teker teker sormuş: "Herhâlde mühim bir ma’zeretleri olduğu için katılamadılar" denilince tesellî bulmuşlardı. Sefer bitmiş, Allah Resûlü ve ordusu Medîne-i Mü­nevvere’ye dönmüşlerdi. Resûl-i Ekrem Efendimiz gazâya, ma’zeretle­rinden dolayı iştirak edemeyen mü’minlerinde, seferdeki mücâhitler gibi, ecre nâil olduklarını ifâde buyurdular. Ancak gazâdan kaçınan münâfıklara ve ihmâlkârlara yüz vermediler. Seksen kadar münâfık gelip, hasta oldukları için sefere katılamadıklarını söylediler Peygam­ber Efendimiz zâhirlerine göre hükmederek, iç âlemlerini Allâh’a havâle ettiler.

 

İhmâlleri yüzünden sefere katılamayan mü’minler ise, pişmanlık ve sıkıntı içinde bulunuyorlar, Peygamberimize ne söyleyeceklerini düşü­nüyorlardı, ama yalan söyleyemezlerdi. Söylemediler de.

 

Ka’b İbn-i Mâlik Anlatıyor

 

Bu zatlardan Hazreti Ka’b ibni Mâlik başlarından geçen o sıkıntılı hâli şöyle anlatır.

 

Seferden döndüğünde huzûruna vardığım zaman Resûlullâh beni acı bir tebessümle karşıladı. Peygamberimize: "Ey Allâh'ın Resûlü! Şu anda kurtulmak için bir yalan söylesem, yüce Allah, onu meydana çı­karır ve Resûlü de bana gazaplanır. Meşru’ bir ma’zeretim olmadığını i‘tirâf ediyor ve afvımı talep ediyorum." deyince:

 

"İşte Ka’b hakîkati söyledi." buyurdular. Benim gibi doğru söyleyen iki kişi daha çıkmıştı. Onlar Merâret İbn-i Rabî’ ve Hilâl İbni Ümeyye idi. Peygamber Efendimiz; evimize gidip, Allâhü Teâlâ’nın hakkımız­daki hükmü gelinceye kadar beklememizi emr ettiler.

 

Resûl-i Ekrem Efendimiz, halkı bizimle berâber olmaktan, görüşüp konuşmaktan men etmişti. Kimse bizimle konuşmuyordu. Biz de evle­rimize kapanarak, gözyaşları içinde tevbemizin kabûlü için Hazreti Allâh’a yalvarıp durduk. Ben, diğer iki arkadaşımdan daha genç ol­duğum için dışarı çıkıyordum. Fakat beni gören mü’minler, her yerde yüzlerini asıyorlar ve nazarlarını benden çeviriyorlardı. Artık dayana­madım, Allah Resûlü’nün tekrar huzûruna çıkıp, ona olan bağlılığımı arz ettim. Fakat Resûlullah (s.a.v.) susmakta devâm etti

 

Bu şekilde tam kırk gün geçti. Sonra Resûlullah hanımlarımızdan da uzak kalmamızı emr etti. Bu arada diğer iki kardeşim de afv edilmeleri için Cenâbı Hakka yalvarıp göz yaşları döküyorlardı. Birinin ağlamak­tan gözleri görmez olmuş, diğeri ise "Afv edildin" müjdesi gelinceye kadar kendini mescid’de bir direğe bağlamıştı.

 

Halktan tecrid edildiğimizin ellinci günü hakkımızda nâzil olan "Ve geri bırakılan üç kişinin de tevbelerini (Hz. Allah) kabûl etti. Yeryüzü genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmıştı" (Tevbe ) meâlindeki âyet-i celîlesinde beyan buyuruldu­ğu üzere yeryüzü bütün genişliğine rağmen bize dar geldiği, kalbleri­mizin kederden iyice sıkıldığı ve Allâhü Teâlâ’dan başka sığınacak melce’ olmadığının idrâki içinde bulunduğum bir anda, Sel dağı tara­fından birinin: "Müjde ey Ka’b!" diye bağırdığını duyar duymaz sec­deye kapandım. Büyük bir ferahlık ve huzûra kavuştum. Sevinç ve mutluluk içinde Allah Resûlü’nün huzûruna varıp selâm verdim, selâ­mıma neşe ile karşılık verdi. Sevincinden mübârek yüzü ay gibi parlı­yordu. "Yâ Ka’b! Anandan doğduğundan beri, en hayırlı günün, bu gündür." buyurdular.

 

Tebûk Gazâsı ile İslâm’ın kudret ve şevketi her tarafta daha iyi anlaşıldı.

 

Böylece İslâm dîni önce Harzret-i Allâh’ın yardımı sonra da Pey­gamberimiz ve İslâm mücâhitlerinin îmân, irfân, ve gayretleri ile gün­den güne yayıldıkça yayılıyor ve bütün dünyâya ışık verecek bir binânın temelleri atılıyordu.

 

Artık Bizans’ta hıristiyanlar, bu kudret ve şevketin önünde boyun eğiyor, İslâm'a teslim oluyordu.

 

 

(26) MünâfıKesk; îman ve İslâm pazarında müslümanlık satan; fâsıklar, fâcirler arasında onlara tâbi‘ olana denir. İçi başka dışı başka olup müslüman görünür.

Hazreti Muhammed&#;e suikast düzenleyen sahabeler ve Harre Olayı! 

İslam’ın platonik aşıklarına göre Hz. Muhammed ve Dört Halife Devri yani Asr-ı Saadet/saadet asrı, İslâm toplumunun model örneğidir. 

Çünkü efsanevi şekilde; Alemin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı kadar kutsal bir sevginin muhatabı Peygamber ve her biri yaşarken cennetle müjdelenen ve yeryüzünün yürüyen melekleri/arkadaşları, tüm insanlığın imrendiği hayat yaşadılar. 

Her Müslümanın yitik rüyası “Asrı Saadet”e dönüş özlemi…

Oysa asrı saadet; sosyal çalkantıların, savaşların, peygamber soyundan gelenlerin boğazlandığı bir zaman kesiti de değil mi! 

Ben söylemiyorum bunları. En muteber İslam kaynakları, siyerkitapları hatta müfessirler söylüyor. 

Haşimi ailesi ile Ümeyye ailesi arasında yaşanan siyasi ayrışma, sonraki süreçte, mezhep formatında dini gerekçelerle temellendirildi.

Sonuç ne oldu biliyor musunuz? 

Peygamberlerine dahi suikast düzenleyecek kadar gözü dönenlerin torunları, yüzlerce yıl binlerce insanın “Allah rızasını kazanmak” uğruna birbirlerini öldürdükleri savaşları tetikledi. 

Asrı Saadet Müslümanları, her biri gökyüzünde yalnız gezen Sahabeler; yoksulluğu, acıyı, sevgiyi, ganimetleri, cariye ve köleleri hatta fersah fersah parselledikleri cenneti paylaştılar ama iktidarı bir türlü paylaşamadılar.

İktidar uğruna öldüler, öldürdüler ve öldürüldüler. Ölen de öldüren de “Allah rızası”na kavuştuğunu umuyordu. Şimdi de öyle değil mi? 

İslam Peygamberi’ne Tebük dönüşü Suikast!..

Bir kaç gün önce, İslamcıların kuyusuna taş atan Soner Yalçın; Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı diğer yol arkadaşları Babacan ve Davutoğlu'nun yeni parti kurma çalışmalarını, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in,Hz. Peygambere Suikast” girişimiyle benzeştirdi. 

Ne alaylısı ne mekteplisi çıkıpta "-Yok öyle birşey" diyemedi. Mektepliler diyemez, çünkü afarozdan ve linçedilmekten korkarlar. 

Alaylılara ne oldu da cevap vermediler ben de şaşırdım. 

Bu mahalleden olmadığı için, “mahalle baskısını iplemeyen  gazeteci” klişesiyle "Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer, Bizanslılara karşı yapılan Tebük Seferi dönüşünde Hz. Muhammed'e suikast girişiminde bulundu mu?" diye soruverdi. 

Soner Yalçın, mahalleyi karıştıracak bu iddiasına Endülüslüİslam âlimi İbn Hazm'ın İslam hukukuEl Muhalla” kitabının cildini kaynak gösterdi.

Konuyla ilgili ''İbni Hazm, el Muhalla'sında, Cilt 11, Sayfa 'te şu bilgileri aktarır:
المحلى ج: 11 ص: ( وأما حديث حذيفة فساقط لأنه من طريق الوليد بن جميع وهو هالك ولا نراه يعلم من وضع الحديث فإنه قد روى أخبارا فيها أن أبا بكر وعمر وعثمان وطلحة وسعد بن أبي وقاص رضي الله عنهم أرادوا قتل النبي صلى الله عليه وسلم وإلقاءه من العقبة في تبوك (kısacası Ebubekir, Ömer, Osman, Talha ve Sa'd bin Ebu Vakkas, Tebük'te Rasulullah'ı öldürmeye kalktılar)

Hz. Muhammed'i  Tebük Seferi dönüşünde nasıl öldürmek istediler? 

Tebük, Arabistan’ın kuzeybatısında; Medine ile Şam arasındaki yolun tam ortasında, her iki şehre de eşit uzak­lıkta,  Suriye ile Arap yarımadasını birbirinden ayıran bir yerdi. 

Bizans Ordusunun, “Medine’ye saldırı hazırlığında olduğu” söylentileri üzerine Hz. Muhammed, yerine Hz. Ali’yi vekil bırakarak Bizansordusunu karşılamak üzere yola çıktı. 

Ancak Bizans Kuvvetleri ile hiç bir zaman yakın temas sağlanamadı. 

Hz. Muhammed’e kasıtlı yanlış İstihbarat verilmişti. Amaçları yolda fırsatını bulup, Peygamber’i öldürmekti.

Hz. Muhammed ve Ordusu,Tebük'te on günden fazla kaldıktan sonra Medine'ye dönmek üzere yola koyulduğunda kendilerini bekleyen tehlikeden habersizdi. 

Bu yolculuk sırasında Allah'a ve Peygamber'e inanmamış (İslam ordusunda işleri ne?) olan bir grup, şeytanın (Kureyş uluları) tahrikine kapılarak Hz. Muhammed'e suikast düzenlemeyi kararlaştırdı.

Planları basitti. 

Dağlık bölgeden intikal sırasında Peygamber'in devesi, yanlarından geçerken onu ürküterek Resulullah'ı yakınlardaki bir vadiden aşağı atmasını sağlamak suretiyle öldürmek. 

Medine’deki pazarlık Tebük'e uymadı…

Ordu Şam ile Medine arasında yer alan bir geçide vardığında Hz. Peygamber askerlerine: "İçinizde vadinin tabanı boyunca yol almak isteyenler varsa, orası sizin için daha geniştir" dedi. 

Bunun üzerine askerler vadi tabanı boyunca yol almayı tercih ederlerken, Resulullah'ın kendisi, geçit yolundan gitmeyi uygun gördü. 

Devesini önden Ammar b. Yasir çekerken, arkadan onu Huzeyfe b. Yeman güdüyordu. 

Yolculuk sırasında vadi yolunu tutan Müslüman askerlerden kişilik yüzleri maskeli grup, Hz. Muhammed’i öldürmek amacıyla peşlerine düştü. 

Hz. Peygamber (s.a.a) bu sırada ay ışığında yüzleri örtülü ve kuşku uyandırıcı bir hareket tarzı ile peşinden gelenleri  fark etti. 

Onlara kızarak kendilerine yüksek sesle bağırdı ve Huzeyfe'ye yanlarına kadar yaklaşan yüzü maskeli yabancıların binek hayvanlarının yüzlerine elindeki kamçı ile vurmasını emretti. 

Bunun üzerine adamlar korkuya kapıldılar, Hz. Peygamber'in (s.a.a) içlerinde gizledikleri hain plânı sezdiğini anladılar. 

Bu korku ile insanlar arasına karışarak kimliklerinin ortaya çıkmamasını sağlamak için geçit yolundan ayrılıp hızla gözlerden kayboldular.

Huzeyfe bu canilerin binek hayvanları aracılığı ile kim oldukları belirlendikten sonra üzerlerine gönderilecek kişiler eli ile öldürülmelerini Resulullah'tan (s.a.a) istedi. 

Fakat Rahmet Peygamberi olan Resulullah, onları affetti ve işlerini yüce Allah'a havale etti.

Kur’an’da bu suikast olayı “Sâatü’l-usre” (güçlük zamanı) olarak geçer. (et-Tevbe 9/).

Suikasta katılanlarla ilgili başka kaynaklar da var… 

Mesela İbn Kesir, Tebük/Akabe’de Hz. Peygamber’i (asm) atından düşürmek isteyen münafıkların isim listesini de vermiştir.

Peygamber Efendimiz’e (s.a.a.) yapılan suikast, ElmalılıHamdi Yazır'ın “Hak Dini Kur'an Dili” adlı eserinin 4. cilt sayfasında şöyle anlatılır: 

"Ve nail olmadıkları bir kasıdda bulundular- Tebük'ten Medine'ye avdette münafıklardan on beş kişi geceleyin karanlıkta bir akabenin örgüçlendiği tepede aleyhissalâtüvesselâmı râhilesinden vurup uçuruma itmeğe ittifak etmişlerdi ve Ammar ibn-i Yasir rahilenin yularından çekiyor, Huzeyfe ibnil Yeman da arkasından sevk ediyordu.

Tam o sırada Huzeyfe deve ayak sesi ve bir silah şakırtısı işitir. 

Döner bakar ki yüzleri örtülü bir kavm, 'Hey sizler Allah'ın düşmanları' diye bağırır, onlar da kaçarlar."

Bu eserlerin dışında TebükGazvesi’nden dönüşteki bu suikast olayı, Beyhaki'nin “Kubra” adlı eserinin 8. cildinin sayfasında, İbn-i Hanbel'in Müsned'inde 5. cilt (39/), Megazi-i Vakidi, 3. cilt sayfalarında yazılıdır.

İslam Peygamberi’ni öldürmek isteyenler, maalesef kendi ordusunun, kendi ashabının içinden, bazı münafıklardı. 

Hz. Muhammed suikastçıları teşhis eder etmez yakınlarına söylemiş ve sır katibi Huzeyfe'ye bu suikastçıların isimlerini bildirmişti.

Yarası olan gocunur” hesabı Hz. Ömer'in zaman zaman Huzeyfe'ye “Bu kişiler arasında benim de adım var mı” diye sorduğu da bir  gerçek. 

Durup dururken neden sorsun? 

Boşuna dememişler; "Abdestinden şüphesi olanın namazından şüphesi olur" diye. 

Hz. Muhammed’in peygamberliğinden şüphe ettiğini bizzat Ömer'in kendisi söylüyor ve diyor ki;

"Hüdeybiye günü şüphe ettiğim kadar hiçbir zaman Hz. Muhammed'in peygamberliğinden şüphe etmedim.”

İnanmayan baksın; Kaynaklar: Tefsir-i İbn-i Kesir, cA, s. i 76; el-Kamil Fi't- Tarih, c.2, s; Tarih-i Taberi, c.2, s; Sahih-İ Müslim, Nevevi Şerhi, c, Hüdeybiye Barışı bölümü, s; es-Siret'ul-Halebiyye, Hüdeybiye Barışı bölümü; Mu'cem'ul-Buldan, c.2, s 

Nitekim Prof. Dr. Saffet Köse; M. Reşîd Rızâ'nın, Tefsîru’l-Menâr, Beyrut, ts. (Dâru’l-Ma‘rife), V, kitabını kaynak göstererek, "Bizzat Hz. Peygamber, kendisine suikast düzenleyenleri Allâh’ın emriyle affetmiş ve bu ashabı yönlendirici bir örnek olmuştur" der. 

Hicret’in dokuzuncu yılında Medine'de nüzul eden ayetten oluşan Tevbe Süresi’nde bu menfur suikast girişimine imada bulunulduğu belirtilir. 

Neden Suikast… Neden bu isimler? 

Peygamber’in canına kastedenlerin affedilmesi sadece RahmetPeygamberi olmasıyla açıklanamaz. 

Geleneksel Sünni ekol bu rivayeti, “Şia'nın ekmeğine yağ sürdüğü” gerekçesiyle kabul etmez.

Dünyevi bir konuda en zayıf hadisi bırakın, mevzu hadisi dahi her işlerine dayanak yapanlar bu rivayeti neden şiddetle reddeder? 

Suikaste kalkışanların her birinin, Medine İslam Devleti’nde/toplumunda sosyal konumları güçlü, zengin ve asil aileye mensup oldukları gibi Peygamber’le akrabalık bağları da mevcuttu.  

Dahası bu isimler, “Aşere-i Mübeşşere” (Cennetle müjdelenenler) arasında yer alıyordu.

Suikasti daha da ilginç kılan, “cennetle müjdelenen isimler”in hepsinin Kureyşli olmasıydı. 

İşte bazı kaynaklarda suikastçilerin isimleri açık açık belirtilenlerin tamamı “Ensar” değil “Muhacir”dir.

Yani hepsi Mekkelidir ve Kureyşlidir

Medineli değildir. 

Bence, İslam Peygamberi’nin Medineli sahabe ile daha fazla haşir-neşir olması, Kureyşli dostlarını kıskandırdı. 

Çöl ortasındaki İstikbali parlak İslam Devleti’nin avuçlarının arasından kayıp gittiğini düşündüler. 

Bu bağlamdaki itikadi/kelami yaklaşımlar çerçevesinde Ehl-i Sünnet’in, “Aşere-i Mübeşşere”ye bakış açısı biraz farklı. 

Ehl-i sünnetin çoğunluğuna göre; kişinin dünyada iken yaptığı herhangi bir eylemi veya söylemi hayatının geri kalanında onu dinin mükellefiyetlerinden özgür kılamaz, sorumluluğu devam eder.

Kişinin ibadet ve muamelat alanına ait uygulamalardan ölene kadar mesuliyeti sürer, ortadan kalkmaz. 

Aşere-i Mübeşşere örneğinde olduğu gibi, hiç kimsenin dinin sorumluluklarından muaf olacağı söz konusu edilemez. 

Hz. Muhammed, kayınpederi Ebubekir’i, “Hac Emiri” göreviyle yanından mı uzaklaştırdı? 

Hicretin dokuzuncu yılında, Tebük Gazvesi'nde HazretiMuhammed'in kendisine verdiği en büyük sancağı taşıyan ve ordunun bu gazveye (sefere) hazırlanması için bütün servetini tahsis eden  Hz. Ebubekir, Tebük dönüşü Hazreti Muhammed tarafından hicretin 9'uncu yılında haccın kurallarına uygun şekilde ve emniyet içinde eda edilmesini sağlamak üzere "Emir-i hac" tayin edilmişti.

Ebubekir, katıldığı seriyye ve emir-i hac tayin edildiği günler dışında Hz. Peygamber’den hiç ayrılmamış. 

Bazı İslam tarihçileri, bu görevlendirmeyi Tebük dönüşü İslam Peygamberine düzenlenen suikast girişimiyle irtibatlandırır.  

Demek ki Hz. Peygamber, yeni bir suikaste uğramamak için çareyi, adı geçenlerin en başındaki ismi Medine'den “görev” bahanesiyle uzaklaştırmada bulmuş olmalı. 

Çünkü bir yıl önce Mekke'nin Fetih yılı olan 8. Hicri yılda Mekke'ye  vali atadığı Attab b. Esid, hac emiri olarak tayin edilmişti. Bir görev boşluğu yoktu. 

Hz. Ebubekir’in “Amir-Memur” takıntısı, bilinçaltındaki korkunun eseri mi? 

Hac ile ilgili yeni hükümlerin, “Hac Emiri Ebubekir”e bildirilmesi gerektiği sahabe tarafından Peygamber’e tavsiye edildi. 

Bunun üzerine, yeni hükümlerin hac emirine iletilmesi görevini Peygamber, damadı Hz. Ali'ye verdi. 

Hz. Ali, neden kendisinin gönderilmek istendiğini öğrenmek istiyordu. "Yâ Resûlallah," dedi, "Ben yaşlı olmadığım gibi, hatib de değilim?"

Peygamber Efendimiz, "Bunu, mutlaka ya ben ya da sen götüreceksin. Fakat sen git. Muhakkak Allah, senin diline ve kalbine sebat ihsan eder!" buyurdu.

Bunun üzerine Hz. Ali, derhal Medine'den hareket etti.

Beraberinde Hz. Ebû Hüreyre de vardı. 

Yolda, Hz. Ebû Bekir'e yetişti. Hz. Ebû Bekir ona, "Âmir misin, memur mu?diye sordu.

Hz. Ali, "Memurum" dedi ve geliş maksadını şöyle izah etti:

"Resûlullah (a.s.m.) beni, halka Tevbe Sûresini okuyayım ve ahd sahibine ahdinin tamamlanacağını haber vereyim diye gönderdi."

Peygambere suikast düzenleyen zihniyet, Medine’ye saldırdı, Kabe’yi yıktı, kadınlara tecavüz edildi… 

Bazılarının, öyle olmadığı halde “Vahiy Katibi” diye yücelttikleri Muaviye’nin oğlu Yezid, İslâm tarihinde iki büyük zulmün ve yüzkarasının sorumlusu değil midir?

İslam tarihinin en acıklı olaylarından kabul edilen ‘Kerbela Olayı’ kadar trajik bir başka vakıa da “Harre Olayı”dır. 

Kerbela’da Hz. Hüseyin ile birlikte 72 Müslüman, Yezid’in ordusu tarafından katledilmiştir. 

Bu olay, İslam tarihinde büyük bir kırılmaya neden oldu. Hiç bir Müslüman bu olayı unutmaz. 

Kerbela Şehitleri’ni rahmetle, Yezid’i ve beraberindekileri de bu olaydan dolayı lanetle anar. 

İslam tarihinde Kerbela trajedisinin yol açtığı travmadan daha etkili bir olay daha var ki; izahı çok zor olan “Harre Olayı”.

’de meydana gelen Kerbela olayından sonra Emevi halifesi Yezid, İslam dünyasını kendine biat ettirtti.

Medine’de yaşayan, Hz. Muhammed’in hadislerini, sünnetlerini ve açıklamalarını not eden sahabiler ve sahabilerin öğrencileri tabiinler, Yezid’in hüküm sürdüğü Şam’da, İslam’aaykırı yaşayışı ve halka yaptığı zulümden dolayı Yezid’in halifeliğini tanımadıklarını ilan ettiler.

Yezid’in ordusu, Bizanslı askerlerle Medine'ye saldırdı! 

Yezid, bu gelişme karşısında, Müslim bin Ukbe komutasında 12 bin kişilik bir orduyu Medine üzerine gönderdi. 

Emevi ordusu içinde ittifak yaptığı Bizanslı askerler de bulunuyordu.

Sahabiler ve Medine halkı, şehri savunmak için hendekler kazdı. Ancak şehri savunmaya yeterli asker ve silah olmadığı için Emeviordusu karşısında yenilgi kaçınılmazdı. 

Emevi ordusunun komutanı Müslim bin Ukbe, Yezid’in talimatıyla, işgal ettikleri Medine’yi askerlerine üç gün boyunca yağmalanması için ‘mübah’ kılar. 

Mübah kılınması” demek her türlü mal ve can, yağmacıların insafına bırakılması demektir.

80 civarında sahabi öldürülür, başları kesilir, Şam’a gönderilir. Genç kızlara ve kadınlara tecavüz edilir.

Yaşlı, genç, çocuk demeden binlerce Müslüman katledilir. 

Genç kızlar cariye, genç erkekler köle olarak alınır.

Evler ve iş yerleri yağmalanır. Evler ve mescidlerde bulunan önemli belgeler yakılır. 

Üçüncü günden sonra, öldürmedikleri Medinehalkını meydanlarda toplayarak “Yezid’in kulu ve kölesi” olarak halifeye itaat edeceklerine dair bağlılık sözü istenir. 

Bazı Müslümanlar, önceki halifelere yaptıkları gibi “Allah’ın kitabı ve O’nun elçisinin sünneti üzere bağlı kalacağım” diye yemin edince bunlar da halkın gözleri önünde katledilir.

Baskı ile “Yezid’in kulu ve kölesi” olduklarını kabul edenler bağışlanır.

Tecavüze uğrayan kadınların doğurduğu çocuklara “Harreçocukları” denilmiştir. 

Acaba diyorum; İslam coğrafyasında emperyalistHaçlı ordularıyla işbirliği yapan hainler, Yemen’de masum binlerce çocuğu öldürenler, bu “Harre çocukları”nın soyundan mı?

.

Ömür Çelikdönmez, funduszeue.info

Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete

Tebük Seferi

Tebük Seferi, Ekim 'da İslampeygamberiMuhammed ve kişilik İslam ordusunun Tebük'te Bizans ordusuna karşı hücuma geçmesi sonucu meydana gelen olay. Bu muharebe tipik Bizans-Arap Savaşları gibi olmamıştır. Muharebe yapılmadan Bizans ordusu geri çekilmiştir.

Savaşın nedenleri[değiştir

Teb&#;k gazvesi

Tebük, Medine-Suriye ticaret yolu üzerinde Medine'ye km. uzaklıktadır. Tebük Gazvesi esnasında büyük güçlükler ve sıkıntılarla karşılaşıldığından bu zaman için Kur'an'da "sâatü'l-usre" (güçlük zamanı) tabiri geçer (et-Tevbe 9/). Bu sebeple orduya "ceyşü'l-usre", gazveye "Gazvetü'l-usre" adı verilmiştir. Gazve sırasında münafıkların çıkardığı fitne ve fesadı anlatan, iç yüzlerini ortaya koyan âyetlerin inmesi dolayısıyla buna "Gazvetü'l-fâdıha" da denilir. İslâm-Bizans ilişkileri, Resûl-i Ekrem'in Herakleios'a İslâm'a davet mektubu göndermesi ve onun elçiye güzel muamelede bulunup elçiyi hediyelerle uğurlamasıyla dostane başlamıştı. Ancak Mûte Savaşı'ndan itibaren (Cemâziyelevvel 8 / Eylül ) o yıllarda Sâsânîler'e karşı önemli zaferler kazanan Bizans'ın âni bir saldırısından endişe ediliyordu. Vâkıdî müslümanların bu dönemde en çok Rumlar'dan çekindiklerini bildirir (el-Meġāzî, I, ).

Suriye'den Medine'ye gelen Nabatî tüccarların Herakleios'un Medine'ye saldırmak için hazırlık yaptığını ve Lahm, Cüzâm, Gassân, Âmile gibi hıristiyan Arap kabilelerinin Bizanslılar'a katıldığını, öncü birliklerinin Arap çölü sınırındaki Belkā'ya ulaştığını haber vermesi üzerine Hz. Peygamber Tebük Gazvesi'ne hazırlanmaya başladı (a.g.e., a.y.; İbn Sa'd, II, ). Ayrıca Suriye'deki hıristiyan Araplar'ın Herakleios'a bir mektup yazarak Muhammed'in öldüğünü, müslümanların kıtlık içinde perişan duruma düştüğünü, asker gönderip onları kendi dinine katmanın tam zamanı olduğunu bildirmeleri sebebiyle onun harekete geçtiği rivayet edilir. Bu sırada hava sıcaktı ve önemli bir kıtlık vardı; öte yandan hurmalar olgunlaşmak üzereydi; dolayısıyla savaşa gitmenin büyük fedakârlık gerektirdiği günler yaşanıyordu. Resûlullah, daha önceki gazvelere hazırlanırken nereye gidileceğini son ana kadar gizli tuttuğu halde bu defa çok uzak bir yere sefer yapılacağını, yolculuğun çok zor olacağını ve düşman ordusunun gücünü dikkate alarak kiminle savaşılacağını baştan açıkladı; askerlerin ona göre hazırlık yapmasını söyledi (İbn Hişâm, II, ). Bütün müslüman kabilelerine haber gönderilip savaşa hazırlanmaları ve Medine'ye gelmeleri istendi. Diğer tarihçilerin aksine İbn Kesîr, Tebük Gazvesi'nin düzenlenmesini cizye âyetine (et-Tevbe 9/29) ve inkârcılarla mücadelenin en yakındakilerden başlatılmasıyla ilgili âyete (et-Tevbe 9/) bağlamaktadır. Ona göre bu âyetler inince Resûl-i Ekrem, kendisine en yakın bölgede oturdukları ve Ehl-i kitap olmaları dolayısıyla hakka çağrılmaya en lâyık toplum sayıldıkları için Bizans'a karşı bir sefere karar vermiştir (el-Bidâye ve'n-nihâye, IX, ; Tefsîr, IV, , ).

Sefer tâlimatının verilmesinden itibaren münafıklar savaş hazırlıklarını engellemek amacıyla harekete geçtiler. Çeşitli bahaneler uydurarak bozgunculuk yapıyorlar, havanın sıcaklığını öne sürüp savaşa gitmek isteyenleri caydırmaya uğraşıyorlardı (et-Tevbe 9/81). Bu arada bazı münafıkların, faaliyetlerini Süveylim adındaki bir yahudinin evinden yürüttüğü öğrenilince bu ev Hz. Peygamber'in emriyle yakıldı. Yalan beyanda bulunarak izin isteyen seksen civarında münafığa izin verildi. Kur'ân-ı Kerîm'de bu münafıkların fitne çıkarıp müslümanlara zarar verecekleri ve Allah'ın onların sefere çıkmasını istemediği bildirilmektedir (et-Tevbe 9/). Bedevî Araplar'dan da bir bahane ile savaşa katılmamak için izin talep edenler olduysa da Resûlullah onlara izin vermedi (Vâkıdî, I, ; İbn Sa'd, II, ). Bunun yanında bazı müslümanlarda sefere karşı bir isteksizlik ve durgunluk görüldüğünden Allah Teâlâ müminleri uyarmıştır: "Ey iman edenler! Size ne oldu ki, 'Allah yolunda seferber olunuz' denilince yerinize yığılıp kaldınız; yoksa âhiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz? Fakat dünya hayatının nimetleri âhiret saadetinin yanında pek az bir şeydir. Eğer seferber olmazsanız Allah sizi acıklı bir azapla cezalandırır ve yerinize başka bir kavim getirir de siz Peygamber'e hiçbir şekilde zarar veremezsiniz. Allah her şeye kādirdir. Eğer siz Peygamber'e yardım etmezseniz Allah ona yardım eder" (et-Tevbe 9/). Bu uyarı üzerine ashap sefer hazırlıklarını hızlandırdı. Asker sayısının çokluğu dolayısıyla binek vb. ihtiyaçların temininde karşılaşılan zorluklar ve kıtlık yüzünden Resûl-i Ekrem ashaptan yardım istedi. Hz. Ebû Bekir malının tamamını, Hz. Ömer yarısını getirdi. Ancak en büyük yardımı Hz. Osman yaptı; deve ile dinar verdi; onun ordunun üçte birini donattığı da rivayet edilir (Müsned, IV, 75). Münafıkların çok az yardım yapabilen fakir sahâbîlerle alay etmeleri üzerine Allah bu münafıkların maskaraya çevirileceğini ve elem verici bir azaba çarptırılacağını bildirdi (et-Tevbe 9/79). Müslüman kadınlar da ziynet eşyalarını getirdi. Bu yardımlara rağmen özellikle binek ihtiyacı karşılanamıyordu. Sefere katılmayı arzu ettikleri halde binek bulamayan yedi sahâbî Hz. Peygamber'e başvurdu ve onun da binek temin edememesi üzerine ağlayarak geri döndü. Haklarında âyet nâzil olan (et-Tevbe 9/92) ve "bekkâîn" diye anılan bu yedi kişi üç sahâbî tarafından binekleri sağlanınca gazveye katıldı. Böylece kısa sürede kişilik bir ordu hazırlandı.

Resûlullah, Hz. Ali'yi yerine vekil bıraktıktan sonra Medine'den ayrıldı. Bazı rivayetlerde ise Ali'yi sadece Ehl-i beyt'inin başında bıraktığı, umumi vekil olarak Muhammed b. Mesleme'yi (Sibâ' b. Urfuta ve İbn Ümmü Mektûm'un adı da geçer) görevlendirdiği zikredilir. Hz. Ali'nin Medine'de kalması münafıkların dedikodularına yol açınca Ali hemen yola çıkıp Cürf'te orduya yetişti; fakat Resûl-i Ekrem kendisine, "Sen bana göre Mûsâ'ya nisbetle Hârûn'un durumunda olmak istemez misin; ancak benden sonra peygamber gelmeyecektir" dedi ve onu Medine'ye gönderdi. Hz. Peygamber ilk karargâhını Seniyyetülvedâ'da kurdu. Burada toplanan askerin mevcudu 'i geçiyordu. Binek olarak at, deve vardı (Belâzürî, I, ). Adamlarıyla birlikte oraya kadar gelen ve Zübâb tepesi civarında ayrı bir ordugâha yerleşen münafıkların reisi Abdullah b. Übey, "Muhammed Rumlar'la savaşmayı oyuncak sanıyor. Ben onun ve arkadaşlarının iplere bağlandığını görür gibiyim" diyerek yetmiş seksen taraftarıyla Medine'ye döndü (Vâkıdî, I, ). Bununla birlikte çok sayıda münafık ganimet beklentisiyle sefere katıldı. Bu arada birkaç sahâbî geçerli bir mazeretleri olmadığı halde orduya katılmamıştı; bunların üçü hariç diğerleri daha sonra orduya yetişti. Sefere iştirak etmeyen sahâbîlerden Ebû Hayseme el-Ensârî de ordunun hareketinden birkaç gün sonra atına binerek Tebük'e doğru yola çıktı.

Hareket öncesinde büyük sancağı Hz. Ebû Bekir'e, muhacirlerin bayrağını Zübeyr b. Avvâm'a, ensardan Benî Evs'in bayrağını Üseyd b. Hudayr'a, Benî Hazrec'in bayrağını Hubâb b. Münzir'e (veya Ebû Dücâne) teslim eden Resûl-i Ekrem diğer kabilelerin de bayrak almaları tâlimatını verdi. Binek yetersizliği dolayısıyla develere nöbetleşe biniliyordu. Hz. Peygamber, Tebük yolunda Semûd kavminin yurdu Hicr'den geçerken ashabına Allah'ın gazabına uğrayan bu beldedeki kuyudan su içmemelerini, abdest almamalarını söyledi ve devesini hızla sürerek oradan uzaklaştı. Su ihtiyacını karargâhtan uzakta Sâlih peygamberin devesinin su içtiği kuyudan karşılamalarını istedi (Buhârî, "Enbiyâʾ", 17; "Tefsîrü'l-Ḳurʾân", 15/2; Müslim, "Zühd", ). Hicr yöresinde konakladıkları gece şiddetli bir fırtına çıkacağını, herkesin devesini sıkı bir şekilde bağlamasını, hiç kimsenin yanında arkadaşı olmadan karargâh dışına çıkmamasını emretti. Emre uymayan iki kişiden biri boğulma tehlikesi geçirdi, diğeri çok uzaklara sürüklendi. Uzun ve yorucu bir seferden sonra Tebük'e ulaşıldı. Resûl-i Ekrem bu sırada önemli bir konuşma yaptı. Karargâhın gece güvenliğini sağlama görevini Abbâd b. Bişr'e verdi. İslâm ordusu on beş-yirmi gün Tebük mevkiinde bekledi. Ancak gerek Bizans'tan gerekse onu destekleyen Araplar'dan bir hareket görünmüyordu. Alınan haberlerin asılsız olduğu ve Bizans'ın müslümanlara karşı ordu hazırlamadığı anlaşıldı. Bazı rivayetlerde İslâm ordusunun geldiğini duyan Bizanslılar'ın müslümanların karşısına çıkmaya cesaret edemeyip geri çekildiği kaydedilir.

Resûlullah, Tebük'te bulunduğu sırada İslâmiyet'i kabul etme veya cizye ödeme şartıyla itaate davet için Akabe körfezinin kuzeyindeki Eyle (Akabe) Limanı, Ezruh, Cerbâ, Maknâ ve Maan'a birlikler gönderdi. Eyle'nin piskoposu Yuhannâ b. Rü'be ile Cerbâ, Maknâ ve Ezruh halkının temsilcileri Hz. Peygamber'in huzuruna gelerek cizye ödemeyi kabul ettiklerini bildirdiler. Maknâ'da yaşayan Benî Cenbe yahudilerinin yetiştirdiği meyvelerin, denizden avladıkları ürünlerin ve hanımlarının dokuduğu bezlerin dörtte birinin cizye olarak alınması kararlaştırıldı. Resûl-i Ekrem onlara canları ve mallarının güvence altına alındığını belirten ahidnâmeler verdi. Bölgedeki birkaç yahudi kabilesiyle anlaşmalar yapıldı. Bu anlaşmalar, Tebük Gazvesi sırasında nâzil olan cizye âyetinin (et-Tevbe 9/29) ilk defa uygulanması bakımından önemlidir. Bu arada Hâlid b. Velîd kumandasında kişilik süvari birliği Irak yolu üzerinde bulunan, verimli topraklara sahip önemli ticaret merkezlerinden Dûmetülcendel'e gönderildi. Hz. Peygamber'in huzuruna getirilen Dûmetülcendel hâkimi hıristiyan Ükeydir b. Abdülmelik cizye ödemek suretiyle İslâm devletinin egemenliğini benimsedi. Benî Cüzâm reislerinden bazıları Resûlullah'la görüşüp müslüman oldu. Ayrıca Resûl-i Ekrem'in, o sırada Humus veya Dımaşk'ta kaldığı belirtilen Herakleios'a cizye âyetinin de eklendiği ikinci bir davet mektubu gönderdiği bildirilmektedir (Müsned, III, ; IV, ; Hamîdullah, el-Ves̱âʾiḳu's-siyâsiyye, s. ).

Hz. Peygamber, Tebük'te Şam üzerine yürünüp yürünmemesi konusunda yaptığı istişare sonucu daha ileriye gitmenin faydasız olacağı kanaatine vardı ve ordusuna dönüş emri verdi. Sefer esnasında herhangi bir çatışma meydana gelmemesine rağmen son derece güç şartlar altında kişilik bir ordunun çıkarılması ve Bizans'a karşı gidilerek meydan okunması dolayısıyla Tebük Gazvesi askerî ve siyasî bakımdan büyük bir zafer sayılır. Zira bu gazve, müslümanların kendi sınırlarını düşmanlardan koruma hususundaki kararlılıkları yanında Bizans'a ve Arap yarımadası dışındaki komşu devletlere karşı Medine'nin askerî ve siyasî gücünü ortaya koydu. Tebük Seferi esnasında konaklama yerlerinde on beş açık mescid (namazgâh) yapıldı (Vâkıdî, III, ). Bu gelenek daha sonra devam etti ve ordunun konakladığı yerler namazgâh oldu. Tebük Gazvesi süresince öğle ile ikindi, akşamla yatsı namazları cemedilerek kılındı.

Tebük dönüşünde bir grup münafık Resûl-i Ekrem'e suikast düzenlemek için hazırlık yaptı. Bunu farkeden Hz. Peygamber, Huzeyfe b. Yemân'ı onların üzerine gönderdi. Huzeyfe'nin geldiğini gören münafıklar tuzaklarının Allah tarafından Hz. Muhammed'e haber verildiğini anlayıp kaçtılar ve askerin içine karıştılar. Resûlullah'ın, isimlerini Huzeyfe'ye açıkladığı on iki münafığın suikast teşebbüsüne Kur'an'da işaret edilir (et-Tevbe 9/74). Sefer dönüşü Zûevan'da konakladığı sırada bazı münafıklar Hz. Peygamber'e gelerek orada inşa ettikleri, sefere giderken dönüşte içinde namaz kılacağını söylediği mescidlerine davet ettiler. Ancak bu sırada mescidi yapanların niyetlerinin müminlere zarar verip aralarına nifak sokmak olduğunu bildiren âyetler indi (et-Tevbe 9/) ve Resûl-i Ekrem, Kur'an'da Mescid-i Dırâr diye adlandırılan bu yapıyı yıktırdı (bk. MESCİD-i DIRÂR).

Hz. Peygamber'in son gazvesi olan Tebük Seferi yaklaşık elli gün sürdü. Receb (ekim) ayında çıkılan seferden ramazan (aralık) ayında Medine'ye dönüldü. Halk büyük bir sevinçle Seniyyetülvedâ'ya giderek orduyu kasidelerle karşıladı. Resûl-i Ekrem her sefer dönüşü Medine'ye gelince önce mescide girip iki rek'at namaz kılar, ardından oturup sefere katılmayanların mazeretlerini dinlerdi. Tebük Gazvesi'ne mazeretleri olmadığı halde katılmayan seksen kişi Mescid-i Nebevî'ye gelerek sözde mazeretlerini açıkladılar. Resûlullah onların söylediklerini esas alıp kalplerinde gizledikleri şeyleri Allah'a havale etti (et-Tevbe 9/). Bu arada ensardan Kâ'b b. Mâlik, Mürâre b. Rebî' ve Hilâl b. Ümeyye nefislerine aldanıp sefere gitmemişlerdi. Bu üç sahâbî gerçeği Resûl-i Ekrem'e anlattı. Hz. Peygamber onlara toplumdan tecrit cezası verdi; en yakınları dahil hiçbir müslüman onlarla konuşmadı. Allah'tan başka sığınacak bir yer kalmadığını anlayan üç kişiye bütün genişliğine rağmen yeryüzü dar geliyordu. Elli gün sonra affedildiklerini bildiren âyetler nâzil oldu (et-Tevbe 9/). Tefsir ve hadis kitaplarında geniş yer verilen bu hadise, sosyal sorumlulukların dağılımındaki hassasiyeti göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Ebû Lübâbe'nin Allah'a ve resulüne ihanet ettiğini düşünerek kendini Mescid-i Nebevî'deki bir direğe bağlatması olayı, genellikle Benî Kurayza Gazvesi'ndeki tutumuyla alâkalandırılmakla birlikte onun Tebük Seferi'ne katılmadığı için Hz. Peygamber tarafından azarlanması yüzünden kendini bu şekilde cezalandırdığı da söylenmektedir.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.