philippa gregory okuma sırası / Kraliçenin Soytarısı - Philippa Gregory - Roman Kitapları - Kitap Okumak İster Misin?

Philippa Gregory Okuma Sırası

philippa gregory okuma sırası

Philippa Gregory

Philippa Gregory
Philippa gregory jpg
Doğum 9 Ocak () (69&#;yaşında)
Meslek Yazar
Tür Fantastik, tarihi romanlar
Konu Ingiliz Saray Tarihi

Philippa Gregory, İngiliz roman yazarıdır.

Hayatı[değiştir

Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

Page 1: Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

PHILIPPA GREGORY Mahkum Prenses Okuma Sırası Cilt 1 Boleyn Kızı Cilt 2 Kraliçenin Soytarısı Cilt 3 Bakirenin Aşığı Cilt 4 Mahkum Prenses İngilizce'den Çeviren: Özlem Malkara ARTEMİS YAYİNLARİ MAHKUM PRENSES Philippa Gregory Orijinal Adı : The Constant Princess Genel Yayın Yönetmeni .- Ilgın Sönmez Toydenıir İngilizce Aslından Çeviren ; Özlem Malkara Türkçe Düzenleme : Banıı İçöz, Alp Özalp Görsel Konsept : phoioRcpublic Grafik ; Melek Koç Mizanpaj : Hülya Fırat 1. Basını : Mayıs ISBN : Sertifika No : Philippa Gregory Tümhakları saklıdır Bu kitabın Türkçe yayınhakları Alfa Basım Yayını Dağıtım Ltd. ŞU ne aittir Ya kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve Yayımlanamaz. Baskı ve Cilt: Melisa Matbaacılık Tel: () 97 23 Faks: () 97 29 Ticarethane Sokak No: 53 Cağaloğlıı / İstanbul Tel: () 34 20 - 21 Faks: () =il2 33 76 funduszeue.info Genel Dağıtım; Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti. Tel: () 53 03 Faks: () 33 00 Artemis Yayınları. Alfa Yayın Gnıbu'nun tescilli markasıdır.

Page 2: Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

Anthony'ye Önce tüyler ürperten bir çığlık, ardından ateşin kükremesi duyuldu. Sonra korku dolu haykırışlar, tıpkı bir direkten diğerine sıçrayıp halatları ve bez kapıları tutuşturan alevler funduszeue.info çadırdan diğerine yayıldı. Atlar dehşetle kişniyordu. Erkekler onları sakinleştirmek için bağırdı ama seslerindeki endişe ve panik atları daha da hırçınlaştırdı. Bu nafile koşuşturma, kamp alanı bir baştan bir başa alevlere teslim olup gece tümüyle dumana ve çaresiz haykırışlara bulanıncaya kadar devam etti. Korkuyla yatağından sıçrayan küçük kız, annesine İspanyolca seslendi ve bağırmaya başladı. "Müslümanlar mı geldi? Müslümanlar bizi almaya mı geldi?" "Tanrım sen bizi koru, kamp alanım ateşe verdiler." Küçük kızın dadısı nefes nefeseydi. "Aman Tanrım. Irzıma geçecekler. Seni de orakla bıçecekîer." "Anne!" Küçük kız yatağında doğrulup kalktı. "Annem nerede?" Telaşlan geceliği ayaklarına dolandı. Yine de bir hısım kendini çadırın dışına atmayı başardı. Dışarısı cehennem gi- 2 ¦ Philippa Gregory biydi. Binlerce çadır alev alev yanıyor, havaya saçılan kıvılcımlar karanlık gökyüzünde ateşten bir şelale gibi akıyordu. "Anne!" Küçük kız, annesini yardıma çağırdı. İki devasa at, alevleri yararak çıkageldi. Ateşin parlak rengine inat kapkara olan bu iki at, daha çok efsanelerde bahsi geçen iki başlı kocaman bir canavarı andırıyordu. Küçük kızın gözleri, dörtnala üstüne gelen atları görünce fal taşı gibi açıldı. Annesi çadırın önünde güçlükle durabilen attan aşağı eğilip korkudan tir tir titreyen kızma fısıldadı. "Dadınla kal ve uslu bir kız ol." Kadının sesinde korkudan eser yoktu. "Şimdi babanla birlikte gidip kendimizi göstermemiz gerek." "N'olur beni de götür anne. Anne! Burada yanacağım. N'olur sizinle geleyim. Müslümanlar beni alıp götürecek." Küçük kız kollarını annesine doğru kaldırdı. Gittikçe yayılıp yükselen alevler kadının göğsündeki zırhı yalayıp geçti. Ölümlü bir insandan ziyade demirden bir yaratığa benziyordu. "Eğer karşılarında beni görmezlerse, askerler firar eder," dedi. "Bunu istemezsin, değil mi?" "Umrumda bile değil," diye inledi küçük kız. "Hiçbir şey umrumda değil. N'olur beni de al." "Ordu her şeyden önce gelir." Kadın umursamaz bir edayla atının üstünde doğruldu. "Şimdi gitmem gerek." Atının başını öteye çevirip omzunun üstünden kızına, "Uslu ol ve burada beni bekle," dedi, "Şimdi gitmek zorundayım." Küçük kız dehşete kapılmıştı. Alevleri yararak uzaklaşan anne-babasının ardından çaresiz bakakaldı. "Madre,"^ diye 1 Madrc: Anne (ısp.) MAİ-İKUM PRENSES » 3 mırıldandı. Sonra bağırdı, "Madre! Lütfen!" Annesi dönüp bakmadı bile. "Diri diri yanacağız." Hizmetçileri Madrilla endişe içindeydi. "Kaç! Kaç ve saklan." Ani bir öfkeyle ona dönüp "Sessiz ol," diye emretti küçük kız. "Ben, Galler Prensesi, yanmakta olan bir kampta bırakılabiliyorsam, alt tarafı bir Mori-sco^ olan sen de buna pekala katlanabilirsin." Gözleriyle, yanan çadırlar arasında gidip gelen kocaman iki alı takip etti. Onların gittiği yerlerde çığlıklar bir anda kesiliyor, dehşet içindeki kampa yeniden disiplin geliyordu. Erkekler sıraya dizilip sulama kanalından kovalarla elden ele su taşımaya başladı. Komutan, düzeni bozulmuş tabu-Rin arasından hızla geçip kılıcını havada savurarak askede-ri savunma pozisyonu almaya zorluyordu. Kampın yandığını gören Müslümanların ani bir baskın yapmasından ve kampı kargaşa içinde yakalamasından korkuyordu. Neyse ki o gece tek bir

Page 3: Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

Müslüman bile gelmedi. Müslümanlar kale surlarına dizilmiş, gecenin kör karanlığında kızıl ışık huzmelerine bürünen düşman kampında neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Hıristiyan düşman, şeytanın tuzağına düşmüş olmalıydı. Beş yaşındaki kız, annesinin azminin tek başına yangına galip gelmesini, onun kraliçelere özgü kesin tavrının paniği yatışturnasını, zafere inancının mağluî^iyeîi ve felaketi alt etmesine tanık oldu. Hazine sandıklarından birinin üstüne tünedi ve sabahlığının eteğini çıplak ayaklarına sararak kampın düzene girmesini bekledi. .V;ori,sco: funduszeue.infol!ann topraklarında yajayan ve sonradan Hıristiyanlığı benimseyen Müslümanlara verdiği ad. 4 • !'hilipp:i Gregoiy Annesi geri döndüğünde kızını kuru gö/Jeı!e ve serinkanlılıkla kendisini beklerken buldu. "Cataliııa iyi misin?" Ispanyalı Isabella atından inip en küçük kızma baktı, ^'ere çrıkü}-) onu kollarının arasına almamak için kendini zor tutuyordu. Şeikat, küçük kızının gerçek bir isa savaşçısı olarak yetrşmesini engellerdi. Bir funduszeue.info zayıtlık asla te-^jvik edilmemeliydi. Kızı da tıpkı annesi gibi çelik iradeli bir kadın olacağa benziyordu. ¦.Şimdi iyiyim.' "Korkmadm, değil mi?" "Pek sayılmaz." Ispanyah Isabella kızını onaylayan bir ifadeyle başını salladı, "öuıuı duyduğuma .sevindim. İspanya Prensesi hiçbir şeyden korkmaz.' "Ve Galler Prensesi," diye ekledi Catalina. O, benim. O beş yaşındaki küçük kız çocuğu. Bembeyaz bir yüzle ve korkudan fal taşı gibi açılmış mavi gözlenyle hazine sandığının üstüne tünemiş, ağlamamak için kendini zor tutan, tekrar çığlık atmamak için dudaklarını ısının küçük kız. Birbirine aşık ama aynı zamanda da rakip annc-ha-bıisımn bir savaş kampında tobunıııntı attıgL savaşlar ve .şiddetli .•^ellerden fırsat bulduğu bir anda soğuk bir kış günü doğan, zırhlar içinde güçlü bir kadının büyüttüğü, tüm çocukluğu .seferlerde geçen ve ömrü boyunca bu dünyadaki veri. kaderi, ismi. tahtı için savaşmaktan başka seçeneği olmayan Catalina. Ben Catalina. İspanya Prensesi. Ck'lmiş geçmiş en büyük iki hükümdar. Kaslilralı Isabella ve Aragoniti l'erdinand'ın MAHKUM PRENSES kızı. Onların sadece ismi bile Kahire'den Bağdat'a, İstanbul'dan Hindistan'a kadar Müslümanların yaşadığı her yere, rakibimiz t>e ölümüne düşmanımız olan Türklerin, Hintlilerin, Çinlilerin yüreklerine korku salmaya yeter. İslam'a karşı Hıtistiyanlığı en iyn savunan hükümdarlar olarak annemle babam, bizzat Papa tarafından kutsanmış. Onlar, Hıristiyan aleminin en şanlı Haçlıları olduğu gibi, İspanya 'nın da ilk kralları. Ben, onların en küçük kızı Catalina, Galler Prensesi m geleceğin İngiltere Kraliçesi olacağım. Henüz üç yaşındayken İngiltere Kralı Henry'nin oğlu Prerıs Arthur ile nişanlanmışım. On beşime bastığım gün, büyük ve gösterişli bir gemiyle F^ens Arthur'un eşi t'e İngiltere Kraliçesi olmak üzere yola çıkacağım. Arthur'un ülkesi verimli ve zengin. Çağlayanlar, uçsuz bucaksız bağlar ve bahçeler, hasadı bekleyen olgun ekinler ve mis kokulu çiçeklerle dolu araziler Hepsi benim olacak. Tüm bunlar neredeyse doğduğum gün planlanmış. Kendimi bildim bileli, günün birinde kraliçe olacağımı da biliyorum. Annemle babamı arkamda bırakmaktan hoşlanmasam da kraliçe tahtına oturmaya yazgıh bir prenses olarak doğduğumun farkındayım. Sorumluluklarım var. İnançlı, dini bütün bir çocuğum. İngiltere Kraliçesi olacağım, çünkü fann böyle istiyor. Bu, Tann'nın arzusu ve annemin buyruğu. Etrafımdaki herkes gibi, ben de Tann ile annemin genellikle aynı fikirde olduğuna inanıyorum. Ve onların arzusunun eninde sonunda gerçekleşeceğine 6 ¦ Philippa Gregory Ertesi sabah Granada'nin dışında yer alan kamp alanında için İçin tütmeye devam eden çadır direkleri ve yerle bir olmuş çadırlardan başka bir şey kalmamıştı. Dikkatsizce yakılan bir mum büyük bir felakete neden olmuştu, ispanya ordusu, İspanya topraklarındaki son büyük Müslüman krallığını ele geçirmek için başlattığı kuşatmaya, kül yığınına dönen kampları yüzünden son vermek zorundaydı. Geri çekilmekten başka çareleri yoktu. "Hayır, geri çekilmeyeceğiz." Isabella kesin bir dille itiraz etti. Komutanlar eğreti bir tente altında toplanmış, kamp enkazına üşüşen kara sineklerden korunmaya çalışıyordu.

Page 4: Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

"Majesteleri, bu defa kaybettik." Komutanlardan biri nazik bir üslupla hükümdarlarını ikna etmeyi denedi. "Rica ederim, bunu gurur meselesi yapmayın. Siz de görüyorsunuz, ne tek bir çadır ne de sığınağımız kaldı. Kaderin kötü bir cilvesi bu, hiç kimsenin suçu değil. Şimdi yapmamız gereken geri çekilmek. Kendimizi toparlayıp geri gelir, onları yeniden kuşatırız. Kocanız" Komutan duraksayıp tentenin diğer köşesinde emanet gibi duran esmer adama döndü. "Kocanız bu gerçeğin farkında. Herkes farkında. Onları yeniden kuşattığımızda işlerini bitireceğiz, bizi asla yenemeyecekler. Ama unutmayın, iyi bir general gerektiğinde geri çekilmesini de bilir." Toplantıda hazır bulunan tüm yüksek rütbeli askerier onaylayan bir ifadeyle başlarını salladı. Granada'da yaşayan Müslümanlara karşı açılan savaşta, bu seferlik geri adım atılması gerektiği konusunda herkes hemfikirdi. Çarpışmalar elbette devam edecekti. Zaten bu çatışma yılı aşkın süredir aralıksız sürmüyor muydu? Her yeni nesil, Hıristiyan MAHKUM PRENSES 7 kralların Müslümanların hüküm sürdüğü toprakların bir kısmını daha ele geçirdiğine şahit oluyordu. Her çatışmada al-Andalus'un^ hakimiyet alanı biraz daha güneye kaymak zorunda kalıyordu. Bir yıl da böyle geçip gitse ne değişirdi? Küçük Catalina sırtını, boş bir çuval gibi olduğu yere yığılıp kalan bir çadıra yaslamış, annesinin sakin yüzünü seyrediyordu. Koşullar ne olursa olsun, annesi tavrından asla ödün vermezdi. "Aslında bu, kelimenin tam anlamıyla gerçek bir gurur meselesi. Gururun ne olduğunu herkesten daha iyi bilen bir düşmanla karşı karşıyayız. Eğer üstümüzde kesif bir is kokusu, kolumuzun altında yanmış yer yaygılarımızla sürüne sürüne geri çekilirsek, arkamızdan yüzyıllar boyu dalga geçerler. Ben bunu kabullenemem. Her şey bir yana, Müslümanlarla savaşmamız Tanrı'mn emri. Tanrı ileri gitmemizi buyuruyor, geri dönmemizi değil. Bu durumda geri çekile-meyiz. Elbette yolumuzdan dönmeyeceğiz." Küçük kızın babasının kafası karışmıştı ama itiraz etmedi. Komutanlar destek bekleyerek ondan tarafa döndüklerinde elini havaya kaldırıp "Kraliçe haklı," dedi. "Kraliçe daima haklıdır." "iSsna çadırımız yok, kampımız yok." Ferdinand komutanlardan gelen soruyu doğrudan karısına yöneltti. "Planımız ne, ne düşünüyorsun?" "Yeni bir kamp kuracağız." "Majesteleri, bu kampı kurmak için bu civardaki her şeyi kullandık. Söylemeye çekiniyorum ama Galler Prense- 3 Al-Andalus: Endülüs. 8 • Philippa Gregory si"ne gecelik dikecek kumaşımız bile yok, çadırları neyle yamayacağız? Tüm kanalları kırıp döktük, tarlaları sürdük. Her yeri talan ettik ve sonunda zaradı çıkan biz olduk." "Kumaşımız yoksa taş kullanırız. Taş bulabiliriz, öyle değil mi?" Kral kendini tutamayıp bir kahkaha koyverdi, sonra da gırtlağını temizlemeye çalışıyormuş gibi yapıp durumu kurtarmaya çalıştı. "Kıraç topraklardayız aşkım, sahip olduğumuz belki de tek şey taş." "O halde çadır değil, taştan bir şehir kuralım." "Ama bu imkansız." Isabella, kocası Ferdinand'a döndü. "Hiçbir şey imkansız değildir. Bu, Tanrı'nın isteği. Tann'nın ve benim arzum." Ferdinand çaresiz başını salladı. "Elbette," dedi. Karısına çabucak, sadece onlara özel bir gülümseme gönderip "Benim asli görevim Tanrı'nın isteğini yerine getirmektir. Senin bir arzunun gerçekleştiğini görmekse benim için zevktir." Ateşe yenilen ispanyol ordusu, toprağa ve suya sarıldı. Güneşin alnında ve gece ayazında durup dinlenmeden, soluksuzca çahşıyoriardı. Tecrübeli askerler silahlarını bir kenara bırakmış, ellerinde orak ve sabanlar, yıllarını çiftlik çubuğa vermiş ırgatlar gibi ter döküyordu. Şövalyeden komutana, ülkenin ileri gelen lordlarından kraliyet ailesi üyelerine kadar, herkes ama herkes canını dişine takmış elinden geleni yapıyor, gece olduğunda da hiç şikayet etmeden soğuk ve sert toprağa uzanıp uyuyordu. Müslümanlar ise Granada sırtlarına konuşlanmış, aşılmaz surlarıyla nam salmış kalelerinden aşağıya bakıp olup bitenleri meraklı gözlerle seyrediyordu. Kimse Hıristiyanların cesur olmadığını söyleyemezdi. Fakat aynı zamanda lanetliydiler. Herkes

Page 5: Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

biliyordu ki, Hıristiyanlar yenilmeye mahkumdu. Hiçbir kuvvet Granada'daki kızıl kaleyi ele geçiremezdi. Bu kale yüzyıllardır düşmemişti, düşmeyecekti. Yüksek bir tepeye kurulu olan kalenin etrafı göz alabildiğine düzlüktü. Ani bir baskın yemeleri imkansızdı. Kızıl sarp kayalıklar neredeyse ayırt edilemez bir şekilde kalenin kızıl duvarlarına dönüşüyor; yükseğe, daha yükseğe, göğe doğru tırmanıyordu. Hiçbir merdiven buraya erişemez, hiçbir ordu buraya tırmanamazdı. Ancak kendi içlerinden bir hain çıkıp İspanyollara yardım ederse durum değişebilirdi. Ama o da küçük bir ihtimaldi. Neticede hangi aptal, tüm dünyaya hakim olan Müslüman kuvvetlere sırtını dönüp de Avrupa'da üç-beş saray ve bir avuç topraktan başka bir şeyi olmayan, kendi içinde bölünmüş Hıristiyanların tarafına geçmeye yeltenirdi? Kim cennetin yeryüzündeki yansıması olarak kabul edilen al-Yanna'dan, bu muhteşem bahçeden vazgeçip ispanya'nın, hatla tüm Avrupa'nın en muhteşem sarayına arkasını dönerdi? Hem de Kastilya ve Aragon'daki birkaç kale uğruna. Çatışma başladığı an Müslümanların imdadına din kardeşlerinin bulunduğu Senegal den Morocco ya kadar geniş bir coğrafyadan ikmal kuvvetlerinin yetişeceğine şüphe yoktu. Bağdat ve İstanbul da desteğini esirgemezdi herhalde. Tek başına Granada, Isabella ve Ferdinand'ın daha önceki fetih-leriyle karşılaştırıldığında küçük bir hedef gibi gözükse de, Granada'nm arkasında dünyanın en büyük imparatorluğu, Hz. Muhaınmed'in imparatorluğu vardı. Ama günler günleri kovaladı, haftalar geçti, gündüz kızgın güneşin altında, gece ise ayazda durmadan çalışan Hıristiyanlar sonunda imkansızı başardı. Önce en ortaya cami benzeri yuvarlak bir kilise inşa ettiler. Ardından kraliyet ailesi için düz çatılı küçük bir ev yaptılar. Kral Ferdinand, Kraliçe Isabella, en kıymetli oğullan veliaht prens ve üç büyük kızları Isabel, Maria, Juana ile minik Catalina'nın yaşayacağı evdi bu. Kraliçe dört duvar ve sağlam bir çatıdan başka bir şey istememişti. Yıllardır savaş meydanlarındaydı, lüks beklemiyordu. Bu evin çevresine de, önde gelen lord-lann barınacağı bir düzine kadar kulübe dikildi. Kraliçe zorlu bir kadındı, sonra da önceliği ahırlara, Venedik'ten kendi mücevherleri karşılığında alınan barut ve diğer patlayıcıların saklanacağı ambarlara verdi. Kışla, mutfak ve toplantı salonlarının inşası ise en sona bırakıldı. Bir zamanlar kampın bulunduğu vadide, şimdi taş bir kasaba belirmişti. Kimse bunun başarılacağına inanmıyordu ama olmuştu işte. Küçük kasabaya Santa Fe adı verildi. Isabella bir kez daha talihsizliğe karşı zafer kazanmıştı. Kararlı ama aptal Hıristiyan hükümdarların lanetli Granada kuşatması kaldığı yerden devam edecekti. «O» Galler Prensesi Catalina, ispanya kampının önde gelen lordlanndan birinin arkadaşlarıyla fısıldaştığını duydu. "Ne yapıyorsunuz Don Hernando?" Beş yaşındaki küçük prenses büyümüş de küçülmüş edası ve annesinden kaptığı özgüveniyle soruverdi. "Hiçbir şey." Hernando Perez del Pulgar gülümseyerek cevap verdiğine göre Catalina ısrar edebilirdi. "Hayır, burada bir şeyler dönüyor." "Bu bir sır." "Kimseye söylemem." "Ah, prensesim, söylersiniz. Ama bu gerçekten çok büyük bir sır. Küçük bir çocuğun taşıyamayacağı kadar büyük." "Söylemem. Gerçekten söylemem. Yemin ediyorum. Galler üstüne yemin ederim." "Galler üstüne mi? Kendi ülkeniz üstüne yemin mi ediyorsunuz?" "İngiltere üstüne." "ingiltere mi? Mirasınız üstüne mi yemin edeceksiniz?" Catalina başını salladı. "Galler, ingiltere ve hatta ispanya üstüne yemin ederim." "Tamam o zaman. Bu kadar büyük bir yemin etmeyi göze aldığınıza göre sırnnu sizinle paylaşacağım. Ama annenize tek kelime etmeyeceğinize söz verin." Catalina'nın gök mavisi gözleri heyecanla parladı. "Alhambra'ya gireceğiz. Kimsenin bilmediği bir kapı var, arka tarafta. Pek iyi korunduğu söylenemez. İçeri gireceğiz ve .sonra da Bilin bakalım ne yapacağız?" CataÜna nefesini tutup gözlerini dahi kırpmadan lordun ağzından dökülecekleri bekledi. "Camilerinde ayin yapacağız. Sonra da kendi ellerimle caminin tam ortasına Mer\'em Ana heykeli dikeceğim. Buna ne dersiniz?"

Page 6: Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

Prenses, lordun ve arkadaşlarının mutlak ölüme gittiğini anlamayacak kadar küçüktü. Kale kapılarındaki nöbetçilerden. Kuzey Afrikalı Müslümanların gaddarlığından habersizdi. Heyecanla kirpiklerini kırpıştırıp sordu. "Gerçekten mi?" "Sizce de mükemmel bir plan, değil mi?" "Ne zaman gidiyorsunuz?" "Bu gece, hemen bu gece." "Siz geri dönene dek gözümü bile kırpmayacağım." "Benim için dua ettikten sonra her gece olduğu gibi mışıl mışıl uyumalısımz. Söz veriyorum yarın sabah ilk iş sizi ve annenizi görmeye geleceğim. Tüm olan biteni Ix^nim ağzımdan dinleyeceksiniz." O gece dadısı yatak odasının kapısını sürgülediginde Ca-ulina uykuya direnmeye çalıştı, sabaha kadar oturacağına yeminler etti. Ama gözkapakları yavaş yavaş ağırlaşiı, inalla sıktığı minik yumrukları gevşedi ve uyuyakaldı. Lord söz verdiği gibi ertesi sabah gelmedi. Arkadaşları da ortada yoktu, Cataiina hayatında ilk kez tehlike kokusu alıyordu, hem de ölümcül bir tehlike. Üstelik sadece ileride hikayelere konu edilsin diye, ucuz ve geçici bir zafer kazanmak uğruna. "O nerede?" diye sordu dadısına, "Hernando nerede?" Madillanm sessizliği her şeyi açıklar gibiydi. "Geri gelecek, değil mi?" Cataiina dadısına korku ve şüpheyle baktı. "Geri gelecek, öyle değil mi? Yavaş yavaş Heryıando'nun askı dönmeyebileceği gerçeğiyle yüzlcşiyontın. Hayat maalcu-f cıbz bir umudun Jjeşine düşenlerin bile zafer kazandığı, henüz yolun çok başındaki gencecik bir adamın asla ölürnün soğuk yüzüyle tanışmadığı masallara benzemiyor. Ama Hernando ölütneyenik düşebildiğine göre, o zaman babam da ölebilir. Ya anneni.'' Ya ben? Küçük Cataiina, Galler Prensesi Cataiina da ölebilir mi? Annemin yeni inşa ettirdiği kilisede mihrabın önünde diz çöktüm ama dua etmiyorum. Ansızın önümde beliren bu tuhaf dünya yüzünden şaşkınım. Eğer doğm taraflaysak, ki bundan eminim, eğer bu yakışıklı adamlar da doğru laraftaysa, ki öyle olduklarına eminim; eğer Tanrı bizimle birlikteysc, ki hiç şüphem yok; nasıl olur da yenilebiliriz? Ama ya bir şeyleri yanlış anlamışsam? Sonuçta hepimiz birer fani olduğumuza göre yenilmemiz de mümkütî. Hernando Perez del Pulgar ve neşeli arkadaşları gibi annemle babam da yenilebilir. Hernando genç yaşına rağmen ölebi-liyorsa, annemle babam da ölebilir. Ama o zaman yeryüzünde kimse güvende değil. Annemin sıradajt bir asker gibi ölme ihtimali vana, yeryüzünde düzeni kim kuracak? Peki ama Tann hu i^in neresinde^ IDerken, Kraliçe İsabella'nın dostlarıyla ve ricacılarla görüşme gününde aniden ortaya çıkıverdi. Üstünde en iyi kıva-feti, laıanraış .sakah ve fırıl fırıl döne:ı gözleriyle Hernando, kalabalığın arasında !)eiirdi. Söz verdiği gibi her şeyi onun ağ/.mdan dinlediler. I lava kararınca dikkat çekmemek için nasıl .\rap kılığına girij:! halkın arasına karıştıklarını, arka kapıdan şehre nasıl sızdıklarını, camiye nasıl ustaca l)ir planla girdiklerini, Meıyem Ana heykelini nasıl büyük bir hızla cami funduszeue.info çakıp sonra ela ayin yaplıklannı ballandıra f-ıallandıra bir çırpıda anlattı. Tarn camiden çıkacaklar- ken Arap muhafızlarla bunjn buruna gelmiş, kıran kırana dövüşüp ellerinden kurtulduklarında gün çoktan ağarmaya başlamıştı. Dar sokaklardan sessiz sedasız geçip kendilerini kalenin dışına attıklarında rahat bir nefes almışlardı. Biraz daha geç kalsalardı alarma geçen muhafız birlikleri tarafından enselenmeleri an meseiesiydi. Neyse ki Hernando'da da, silah arkadaşlarında da tek bir çizik bile yoktu. Onların bu zaferi, Granada'nın yüzünde patlamış bir tokattı. Şaka gibiydi. Müslümanların kutsal yerlerinin tam kalbine Mer>'em Ana heykeli koymak, dünyanın en komik şeyi değil miydi? Onları aşağılamak için daha mükemmel bir yol bulunamazdı. Kraliçe ile kral zevkten dört köşe olmuştu. Prenses ve kız kardeşleri, Hernando Perez del Pulgar'a romanslardan fırlamış bir kahramana ya da Camelot'un Kral Arthur'u döneminde yaşamış bir şövalyeye bakar gibi bakıyordu. Catalina heyecanına hakim olamayıp el çırpmaya başladı, sonra da Hernando'ya hikayeyi tekrar tekrar anlattırdı. Ama aklının bir köşesinde, ne kadar derinlere itse de onun geri gelmeyebileceğini düşündüğünde hissettiği o buz gibi his duruyordu. O hissi unutmamıştı. Şimdi Kuzey Mrikalı Müslümanların cevabını bekleyeceklerdi. Bir cevap geleceği muhakkaktı. Düşman bu cüreti bir meydan okuma alarak görecekti, ki zaten öyleydi. Ve tabii rövanş için harekete geçecekti. Hem de hemen.

Page 7: Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

Kraliçe ve çocukları. Granada yakınındaki Zubia köyünü ziyaret ediyorlardı. Böylece Isabella zapt edilemez kalenin devasa surlarını yakından görecekti. Yanlaana küçük bir muhafız birliği alıp yola koyuldular. Başmuhafız kızıl kalenin kapılarının açıldığını, Müslümanların silahlarını kuşanıp taarruza geçnıeye hazırlandığını görünce bembeyaz kesildi. »UT.1 llYV^'l'i I l\J^X^<JJL.^J Kamplarına geri dönmek için vakit yoktu. Üç genç prenses, meşhur Arap atlarıyla üstlerine doğru gelmekte olan düşmandan daha hızlı hareket edemezdi. Ne saklanacak ne de siper alınabilecek bir yer vardı. Çılgına dönen Kraliçe Isabella önüne çıkan ilk evin damına tırmanıp küçük kızını elinden tuttuğu gibi yukarı çekti. Ablaları arkadan geliyordu, "görmem lazım. Neler olup bittiğini görmeliyim," dedi kraliçe. "Madre, canımı acıtıyorsun." "Sessiz ol. Ne yapmaya çalıştıklarını bir an önce anlamamız gerek." "Bizi almaya mı geliyorlar?" Küçük kız korkudan gözyaşlarına boğuldu. "Olabilir, dur bakalım." Kale kapılarından dışarı çıkan grup öncü akıncılardı, ordunun tamamı değil. Grubun önünde maun kadar karanlık, dev gibi bir adam vardı. Miğferinin altından gülümsüyor, gece gibi simsiyah, dev Arap atıyla dörtnala geliyordu. "Anne, bu adam kim?" Çatıdan olanı biteni izleyen Gal-1er Prensesi, annesinin kulağına fısıldadı. "Adı Yarfe ve korkarım arkadaşın Hernando'nun canını almaya geliyor." "Korkunç bir atı var, sanki önüne geleni ısıracak gibi duruyor." "Yarfe atının dudaklarını kesmiş, üstümüze saldığında bizi ısırsın diye. Ama biz böyle şeylerden korkmayız. Kız mıyız biz?" "Kaçmamız gerekmez mi anne?" diye sordu çok korkan küçük kız. Kraliçe Isabella, tüm dikkatini Müslüman akıncılara verdiği için küçük kızının söylediklerini duymadı bile. "Hernando'ya zarar vermesine göz yummayacaksın değil mi? Madre?" "Hernando düşmana meydan okudu. Şimdi Yarfe de karşılığını veriyor. Biz de var gücümüzle savaşacağız." Isabella soğukkanlılığı elden bırakmamaya çalışıyordu. "Yarfe şövalye ruhlu ve şerefli bir adam, bu meydan okumayı görmezden gelemezdi." "Kuzey Afrikalı bir Müslüman nasıl şerefli olabilir?" "Onlar şerefli bir topluluktur Catalina. İnançlarının bize ters düşmesi bu gerçeği değiştirmez. Ve Yarfe de onların kahramanı." "Peki, şimdi ne yapacağız, kendimizi nasıl koruyacağız? Bu adam dev gibi." "Dua edeceğiz tatlım. Garallosco de la Vega da bizim kahramanımız. Mernundo adına Yarfe'ye dersini verecektir." Isabella, sanki Cordoba'da, kendi kilisesindeymiş gibi damda diz çöküp dua etmeye başlarken kızlarına da ona eşlik etmesini işaret etti. Catalina'nın büyük ablası Juana ile diğer iki ablası Isabel ve Maria da söyleneni hemen yerine getirdi. Catalina dua etmek için kavuşturduğu ellerinin arasından .Mananın tüm vücudunun titrediğini, hala kocasının yasuvı tıılan Isabei'in funduszeue.info korkudan kireç gibi bemlx.-yaz kesildiğini gördü. "Yüce Tanrım bizi koru, ülkemize ve ordumuza sahip çık.' Kraliçe Isabella bakışlarını ışıl ışıl padayan masmavi gökyüzüne dikti. "Garallosco de la Vega'nın yanında ol ve onu muzaffer kıl." Kızları hep bir ağızdan. "Amin," dedi. "Eğer Tanrı onu koruyorsa" diye başladı Catalina. ".•ji^şt sessiz ol," dedi annesi yumuşak bir .ses tonuyla. "Bırakalım da herkes üstüne dü.şeni yapsın. Ben, de la Ve- MAHKUM PRENSES • 17 ga ve tabii yüce Tanrı." Isabella huşu içinde gözlerini yumdu. Catalina annesinden yüz bulamayınca en büyük ablasına döndü. "Isabel, Tanrı eğer bizi koruyorsa nasıl tehlikede olabiliriz?" Isabel ne diyeceğini bilemedi. "Tanrı sevdiği kullarını daha zoriu sınavlardan geçirir tatlım. Çünkü onları denemek ister. Tanrı en sevdiği kullarına en büyük acıları çektirir. Bak bana, hayatım boyunca sevebileceğim tek erkeği elimden aldı. Sen de biliyorsun Catalina, Job'u bir düşünsene." "O zaman nasıl kazanacağız? Tanrı annemi çok sevdiği için ona en zorlu görevleri mi verecek? O zaman biz hep kaybedeceğiz."

Page 8: Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

"Şişşt, dikkatle izleyin. İzleyin ve yürekten dua edin." iki düşman karşıhklı geçmiş, birbirini süzüyordu. Yarfe siyah süvari atmın üstünde öne çıkınca, atının kara kuyruğundan sarkan beyaz bir şey yerde hareket etti. Ön sıradaki ispanyol askerleri atın kuyruğunda sallanan şeyin, Hernando'nun camide bıraktığı Meryem Ana heykeli olduğunu görünce nefesini tuttu. Yarfe, Hıristiyanların önünden geçerken kendinden emin alaycı bir ifadeyle sırıtıyordu. Bunu, dinlerine küfür sayan Flıristiyanlar savaş naraları atmaya başladı. "Dinsiz, münafık!" Kraliçe Isabella tükürür gibi ağzının içinde geveledi. "Cehenneme kadar yolu var, Tanrı onu gü-nahlannm dehlizinde boğsun." Garallosco de la Vega, atını Isabella'nın bulunduğu eve doğru çevirdi. Cılız bir zeytin ağacının önünde durarak miğferini geri itip başını kaldırdı ve gözlerini kraliçe ile kızları 18 ¦ Philippa Gregory na dikti. Uzun kıvırcık saçlarından akan terler şakaklarından süzülürken kara gözlerinde öfkeli şimşekler çakıyordu. "Majesteleri, bu münasebetsiz meydan okumaya karşılık vermeme müsaade eder misiniz?" "Evet." Isabella bir an bile duraksamadan yanıtladı. "Tanrı seninle olsun Garallosco de la Vega." "O dev onu öldürecek." Catalina annesinin eteğini çekiştiriyordu. "Ona gitmemesini söyle, yoksa Yarle denen koca devin altında ezilecek. Onun ölmesini istemiyorum." "Tanrının dediği olur." Kraliçe gözlerini yumup yeniden dua etmeye başladı. "Anne! Majesteleri! O bir canavar. Kahramanımızı öldürmesine seyirci kalamazsın." Isabella masmavi gözlerini açıp keskin bakışlarını kızının korkudan kıpkırmızı kesilmiş yüzüne, yaşlarla dolu gözlerine dikti. "Tanrı nasıl isterse öyle olacak Catalina," diye yineledi sert bir sesle. "Kadere boyun eğmeyi öğrenmelisin kızım. Başına gelenlere anlam veremediğin de olacak, bazen şüpheye düşeceksin. Ama unutma, Tann'nın senin için çizdiği yola rıza gösterirsen asla yanlış yapmazsın. Bu söylediklerimi hep hatırla Catalina. Bu savaşı kazanmamız ya da kaybetmemiz hiçbir şeyi değiştirmez. Biz sonsuza dek İsa'nın savaşçıları olarak kalacağız. Sen de İsa'nın savaşçılarından birisin. Ölmemiz ya da hayatta kalmamız bu gerçeği değiştirmez. Asıl önemli olan inançlı birer Hıristiyan olarak can vermektir. Bu savaş. Tanrı adına verdiğimiz bir savaş. Yüce Tanrı bugün olmasa yarın, yarın olmasa öbür gün bize zafer bahşedecek. Bugün kazanan kim olursa olsun, Tann'nın iradesinden şüphe edemeyiz. Nasıl olsa en nihayetinde Tann'nın savaşçıları olarak asıl kazanan biz olacağız." MAHKUM PRENSES 19 "Ama de la 'V'ega" Catalina itiraz etmek istedi. Alt dudağı titriyordu. "Belki de Tanrı bugün de la Vega'yı yanına alacak," dedi annesi düz bir sesle. "Onun için dua etmeliyiz." Juana, küçük kız kardeşine bakarak yüzünü buruşturdu. Ama Kraliçe Isabella tekrar diz çökünce, iki kız kardeş de birbirinden destek almak için efele tutuştu. Küçük kızlara, ablaları Maria da eşlik ediyordu. Dördü bidikte gözlerini yumup el ele vererek huşu içinde dua etmeye koyulurken Garallosco de la Vega'nın doru atıyla Müslüman düşmanın siyah atı ortada buluştu. Kraliçe duası bitene dek kıpırdamadı, iki savaşçının meydanda yerlerini alırken attığı naraları duymadı, miğferlerinin siperini indirişlerini ve kargılarına dört elle sarılışlarını görmedi. Catalina duasını bitince ayağa fırlayıp İspanyol kahramanı görmek için gözlerini iyice kıstı. De la Vega'nın atı kük-reyerek düşmana doğru koşmaya başladı. Öyle hızlı gidiyordu ki, bacaklarını seçmek mümkün değildi. Düşmanın siyah atının da altta kalır yanı yoktu. Karşılıklı atılan mızraklar küçük evin çatısından bile duyulan büyük bir gürültüyle zırhlarına saplandı. Çarpmanın etkisiyle her iki kahraman da atından yere yuvarlandı. Mızraklar ortadan ikiye bölünmüş, göğüs zırhları eğrilmişti. Catalina daha önce kraliyet turnuvalarında hiç görmediği bu sahneyi korku dolu gözlerle izliyordu. Tek kelimeyle vahşi bir manzaraydı. Hedef öldürmekti. Rakibin boynunu kırarak ya da kalbini oracıkta durdurarak. "Yere yuvadandı. Anne, de la 'Vega öldü." Catalina çığlık çığlığa bağırıyordu. 20 • Philippa Gregoiy "Sadece sersemledi, bak ayağa kalkıyor." Annesi kızının telaşını dindirmeye çalışıyordu. İspanyol şövalyesi sendeleyerek doğrulurken ondan bir hayli iri düşman çoktan ayaklanıp ağır zırhını ve miğferini kenara savumîuştu. Elinde keskin kılıcıyla, de la Vega'nın üstüne yürüyordu. De la Vega da kılıcına davrandı. Kılıçlar çarpışırken etraftan tezahüratlar yükseldi.

Page 9: Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

De la Vega her ne kadar tüm gücüyle karşı koymaya çalışsa da Müslüman düşmanın daha güçlü olduğu belliydi. Bir ara geri çekilip kuvvet toplamak istedi ama başarısız oldu. Yarfe'nin ezici üstünlüğü karşısında çaresizdi. Tek hamleyle de la Vega'nın üstüne çıkan siyahi düşman, rakibini neredeyse kıpırdayamaz hale getirdi. Kılıcını de la Vega'nın gırtlağına dayamış, ölümcül darbeyi indirmeye hazırlanıyordu. Sıktığı dişlerinin arasından tıslasa da yüzü ifadesizdi. Fakat Yarfe aniden haykınp sırtüstü düştü. De La Vega emekleyerek soluğu düşmanın yanında aldı. Müslüman devi yere yığılmış göğsünü tutuyordu. Kendisi kadar kocaman kılıcı sağ yanma düşmüştü. De la Vega'nın düşman kanma bulanmış hançeri ise hala elindeydi. Ümitsiz durumlar için sakladığı gizli silahı onu son anda kurtarmıştı. Yarfe insanüstü bir güçle doğruldu, Müslümanlara döndü. "Kaybettim," dedi inleyerek. "Biz kaybettik." Sanki gizli bir işaret verilmiş gibi aniden kızıl kalenin kapıları açıldı ve bir sürü asker dışarı fıriadı. Müslüman askerleri gören Juana korkuyla doğrulup "Madre, kaçmalıyız. Geliyorlar. Binlerce Müslüman askeri üstümüze geliyor," diye bağırdı. Kızı damın merdivenlerini yarılamıştı bile. Ama Isabella yerinden kıpırdamadı. "Juana, buraya gel. Kızlar hiçbir yere gitmiyorsunuz. Burada kalıp dua edeceğiz." İVL-M-İKUM PRENSES !1 Lsabclla aşağı eğilip önce düzene girmeye çalışan kendi ordusuna, sonra da düşman birliklerine baktı. Ardından Juanayı gördü. Korkudan deliye dönen kızı, atına binip kaç.sın mı, yoksa annesinin yanına mı dönsün, bir türlü karar veremiyordu. Isabella ağzını açıpjuana'ya tek kelime daha etmedi. Yanındaki kızlarına dönüp "Hadi," dedi, "dua edelim." Ve gözlerini yumdu. "Bakmadı bile." Odalarına dönmüşlerdi ve Juana durmadan aynı şeyi tekrarlıyordu. "Bakmadı bile." Ellerini yüzlerini yıkayıp kirli kıyafetlerini çıkarmışlardı. Juana'mn da gözyaşlarıyla yol yol lekenen yüzü nihayet temizlenmi.şti. "Oradaydık, savaşın tam ortasında ve annem gözlerini açmadı bile." Isabel onu susturdu. "Korku içinde bağırmaktansa, Tan-rı'ya yakarmasının daha faydalı olacağını biliyordu. Üstelik onu korkusuzca diz çökmüş dua ederken görmek, askerlere de moral ve cesaret verdi." "Ya anneme bir ok ya da mızrak isabet etseydi?" "Anneme ok isabet etmez. Bize de. Zaten savaşı da kazandık. Ama Juana, sei) yarı deli bir köle gibi davrandın. Bizi çok utandırdın. Sana neler olduğunu bir türlü anlayamıyorum. Ya delisin ya da biri sana büyü yaptı." "Ne düşündüğün kimin umrunda? Seni aptal dul." İS riiiupj-'a vjicgwiy 6 Ocak ^2 Kuzey Afrikalı Müslümanlar günden güne güçten düşüyordu. Kraliçenin de bizzat izlediği -aslında izlemediği- çatışma son çarpışmaları oldu. Kahramanları ölmüş, şehirleri kuşatılmıştı. Büyük büyük dedelerinden bu yana hüküm sürdükleri verimli topraklarda kıtlık çekiyorlardı. En kötüsü de Afrikalı yandaşlarının sözlerini tutmayıp soydaşlarını yarı yolda bırakmasıydı. Türkler de dostluk yeminleri etmişti ama yeniçeriler yardıma gelmemişti. Arkasına tüm Hıristiyan aleminin desteğini alan Kraliçe Isabella ve Kral Ferdinand, Müslümanların karşısına dikilip yeni bir Haçlı Sefe-ri'nin fitilini ateşledi. Birkaç gün süren görüşmelerin sonunda, Granada Kralı Boabdil barış şartlarını kabul etti. Bundan birkaç gün sonra da İspanya'da yaşayan Müslümanların geleneklerine uygun biçimde şehrin demir kapılarının önünde yayan belirdi. Elinde ipek bir keseye koyduğu Alhambra Sarayı'nın anahtarı vardı. Mutlak bir teslimiyetle keseyi İspanya Kralı ile İspanya Kraliçesi'ne uzattı. Granada, şehri korumak için tepeye inşa edilmiş kızıl kalesi ve surların ardında gizlenen muhteşem Alhambra Sarayı ile artık Isabella ve Ferdinand'ındı. Yenilgiye uğrattıkları düşmanın en değerli ipeklerini giyip başlarına da türban bağlayan kraliyet ailesi, halife soyundan gelenleri andırıyordu. O akşamüstü Galler Prensesi Catalina, ailesiyle birlikte bol rüzgar alan dik patikayı tırmanıp uzun ağaçların gölgesinde kalan Avrupa'nın en görkemli sarayına yerleşti. Catalina o gece özenle döşenmiş saray hareminde daldığı tatlı uykudan, sabahın erken saatlerinde mermer fıskiyeden yükselen su sesiyle uyandı. Ken- MAHKUM PREİN'SES 26

Page Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

dini ansızın İngiltere Prensesi olduğu kadar, lüks ve ihtişam içinde yaşamak için dünyaya gelmiş Müslüman bir sultan gibi de hissetmeye başlamıştı. Ve hayatım o günden sonra başladı. Zafer kazandığımız o günden sonra Dünyaya gözlerini sdvaş kampında açmış bir çocuktum. Çocukların asla şahit olmaması gereken pek çok kanlı olayın arasında büyümüş, İspanya ordusuyla birlikte bir kuşatmadan diğerine sürüklenmiştim. Her yeni doğan gün yetişkinlere özgü korku ve endişeleri yüreğime biraz daha kazımıştı. Gömecek zaman bile olmadığı için güneşin altında kokuşan asker cesetleri arasında ilk adımlarımı atmıştım. Annemin, yorgunluktan sızlanan bir askeri tokatladığını görmüştüm. Benim yaşımda çocukların, dinsizlikle suçlanıp diri diri yakılan anne-babalannın ardından ağladığını duymuştum. Ama yumuşacık ipeklere bürünüp Granada 'nın kızıl kalesinden geçerek nadide bir inciyi andıran Alhambra Sarayı'nın önünde durduğum şu anda, ilk kez gerçek bir prenses oldum. Hıristiyan aleminin en ihtişamlı sarayında, aşılamaz kızıl kalenin ardında büyütülecek bir kız çocuğu olarak Tan-n'nın beni kutsadığını hissettim. Bize zafer kazandıran Tann'ya sarsılmaz bir güven duydum. Benim kaderim onun en sevdiği kulu, annemin en sevdiği kızı olmaktı. Alhambra, tıpkı annem gibi, benim de Tann tarafından kayınldığımı gösterdi bana. Ben, Hıristiyanlığın en görkemli sarayında büyüyen ve kaderinuj çok daha büyük şeyler olan, seçilmiş bir çocuktum. 24 ¦ Philippa Gregory ispanya Kraliyet Ailesi, önlerinde devlet görevlileri, arkalarında muhafız birliğiyle sultanlara yaraşır bir edayla Adalet Kapısı olarak bilinen kuleden kaleye giriş yaptı. Kulenin ilk kemerinin gölgesi İsabella'nın yüzüne düşerken trompetçiler de meydan okuma temalı ezgilerini çalmaya başladı. Tıpkı Jericho'nun surları önünde duran Joshua'ya yapıldığı gibi. Sanki ezgileriyle dinsizlere musallat olan şeytanı kova-bilirmiş gibi. Herkes kral ve kraliçenin geçeceği yolun etrafını sarmış, sırtlarını kalenin altın kaplama surlarına vermişti. Peçeleri gevşek bağlanmış kadınlar ile uzun boylu, mağrur ve sakin erkekler, adeta nefesini tutmuş bekliyordu. Ca-talina yüzlerce çift gözün üstünde olmasma aldırış etmeden duvarlardaki Araplara özgü şekilleri inceledi. "Bunlar ne anlama geliyor?" diye Madilla'ya sordu. MadiUa başını kaldırıp Catalina'nın gösterdiği duvara baktı. "Bilmiyorum," dedi aksi bir sesle. Kökeninde Müslümanlık olduğunu asla kabullenmez, Müslümanlara dair hiçbir şey bilmediğini iddia eder, hatta bir Müslüman olarak doğup büyüdüğünü, sonradan devşirildiğini bile inkar ederdi. "Hadi, anlat bize, yoksa seni çimdikleriz," dedi Juana şakayla karışık. Genç kadının kaşları çatılsa da anlatmaya koyuldu. "Allah, bu duvarlar içinde daima İslam adaletinin hüküm sürmesine izin versin." Catalina bir an için duraksadı. Bu cümledeki gurur ve kesinlik, annesinin sesindekine eşti. "Ama izin vermedi," diye araya girdi Juana. "Allah, Al-hambra'yı terketti. Artık Isabella var. Siz Müslümanlar, Isabella'yı bizim kadar tanısaydınız, Alhambra'nın güç nasıl olurmuş asıl bundan sonra öğreı^eceğini bilirdiniz." "Tanrı, kraliçeyi korusun," dedi Madilla telaşla. "Kraliçe İsabella'nın ne kadar güçlü ve iyi bir hükümdar olduğunu biliyorum." Madilla konuşurken karşılarındaki büyük ahşap kapı ağır ağır açıldı, kral ve kraliçe başka bir trompetçi ekibiyle iç avluya girdi. Adımlarını sayan yeniyetme dansçılar gibi, İspanyol muhafızlar da açılan her kapıdan içeri girdikten sonra sağa sola dağılıp güvende olup olmadıklarını kontrol ediyordu. Sol taraflarında bir gemi pruvasını andıran Alcazaba Hisarı vardı. Muhafızlar hisarın merdivenlerini koşar adım tırmanmış, surların üstünde gezinip kulelerin içini didik didik aramıştı. Sonunda Kraliçe İsabella, Müslüman işi altın bileziklerin şıngırdadığı kolunu gözlerine siper edip başını gök^oizü-ne kaldırdı ve eskiden hilalli bayrağın salındığı yerde, kutsal saydıkları St James flamasını görünce içtenlikle gülümsedi. Derken sarayın gedikli uşaklarının, başlan önde kendisine yaklaştığını farketti. En öndeki başvezirin rütbece üstünlüğü, yerleri süpüren uzun cüppesinden belliydi. Delici bakışlarla Kraliçe Isabella, yanında duran Kral Ferdinand ve hemen arkalarında sıralanmış prens ve dört prensesi süzdü. Kral ve prens, sultanlar gibi giyinmişti. Pantolonlarının üstünde dökümlü ve bol işlemeli tunikleri göze çarpıyordu. Kraliçe ile prensesler ise beyaz ipek pantolonlarının üstüne

Page Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

en değerli ipeklerden yapılma geleneksel tunikleri giymişti. Saçlarına altın firketelerle tutturulmuş peçeleri, boyunlarından aşağı sarkıyordu. "Majesteleri, sizi Alhambra Sarayı'na buyur etmek benim için şereftir," dedi başvezir, sanki bu muhteşem sarayı işg^cj^ kuvy^Uere i^^ig\.,ş^tmek,,şaı^ c\çr^e;e .^^r^da^î,^^^ Krai ve kraliçe kısa bir an bakıştılar. Kraliçe "Artık içeri girebiliriz," dedi. Başvezir eğilip selam verdikten sonra yolu gösterdi. Isabella arkasında duran kızlarına dönüp "Bizi takip edin," dedikten sonra ilerledi. Sarayı çevreleyen bahçelerden geçip birkaç merdiven aşağı indiler, kapalı bir kapının önünde durdular. "Bu ana giriş mi?" Kraliçe Isabella küçük, gösterişsiz kapıya bakıp tereddüt etti. Vezir eğildi, "Evet, majesteleri." Isabella ağzını açıp başka tek kelime etmese de Catalina annesinin tek kaşının havaya kalktığını gördü. Sonra hep birlikte içeri girdiler. O küçük kapı, içi kutularla dolu bir hazine sandığının anahtar deliği gibi; sandıktaki her kutu nasıl başka bir zenginliğe açılıyorsa, burada da her oda başka bir ihtişama açılıyor. Bizi içeri sokan başvezir de masallarda hazinenin kapılarını açan köleyi andırıyor. Her odanın ismi şiir gibi. Altın Daire, Mersin Ağacı Avlusu, Elçiler Salonu, Aslanlar Avlusu ya da İki Kız Kardeş Salonu. Muazzam döşenmiş bu odalar arasında kaybolmadan dolaşmayı öğrenmek haftalar sürecek. Her bir odanın içinden geçen mermer oluklardan akarak beyaz mermer bir fıskiyede çağlayan tertemiz kaynak suyunun şırıltısına alışmak ise aylar sürer herhalde. Beyaz alçı oymaların arasından önümüzde uzanan ovaya, dağlara, masmavi gökyüzüne ve altın zirvelere bakmaktan bir gün bıkar mıyım? Hiç sanmam. Her bir pencere bir resim çerçevesi gibi, önünde durup bakmak ve hayre- MAHKUM PRENSES 27 le düşmek için tasarlanmış. Çerçeve alçısındaki oymalar gerçek birer sanat eseri. İnsan yakından bakınca böylesi bir. el işçiliğinin gerçek olabileceğine inanmakta zorlanıyor. Üç kız kardeşimle birlikte hareme taşındık. Sarayda kalabileceğimiz en uygun yer burası. Harem hizmetkarları serin akşamlarda mangalı yakıyor, odaya kokulu otlar serpiyor; sanki biz yıllardır gün yüzüne çıkmayan sultanlarmı-şız gibi. Evde daima Kuzey Afrikalı Müslümanların geleneksel kıyafetlerini giyiyoruz. Bazen resmi törenlere de bu kıyafetlerle katılıyoruz. Uzun ipek elbiselerimiz, Alham-bra 'da hiçbir şey değişmemiş gibi, mermere sürünerek hışırdıyor. Köle kızların yaşadığı yerlerde geziniyor, sultanların zevkine göre ekilip biçilen bahçelerde dolaşıyoruz. Meyvelerinden yiyor, leziz şerbetlerinden tadıyoruz. Çiçeklerinden başımıza taç yapıyor, ılık sabahlarda gül ve hanımeli kokularının insanın genzini buranı buram yaktığı fundalıklarda koşup oynuyoruz. Hamamda banyo yapmaya başladık. Hizmetçiler her birimizi yoğun çiçek kokulu sabunlarla bir güzel yıkıyor, ar-dındayı tepemizden aşağı bakraçlar dolusu sıcak su döküp köpükten arınmamızı sağlıyor. Tertemiz olduktan sonra, cildimizi gül yağıyla nemlendiriyor, yumuşacık havlulara sarınıp yan sarhoş bir halde göbek taşına uzanıyoruz. Hamamın tavanındaki yıldız biçimli küçük pencerelerden üzerimize güneş ışığı akıyor. Köle kızlardan biri ayaklarımıza pedikür yaparken bir diğeri maniküriimüzle ilgileniyor. Sadece tırnaklarımızı şekillendirmekle kalmıyor, kına da yakıyorlar. Yaşlı kadınların kaşlarımızı alıp gözlerimize sürme çekmesine ses çıkarmıyoruz. Hepimize birer sultan-mışız gibi hizmet ediliyor. İspanya'nın zenginliği ve Doğu zo ruuippa wiuyuiy kültürünün lüksüyle harmanlanan bu hizmet sayesinde, sarayın keyfini sürüyoruz. Büyülenmemek imkansız. Sözde zafer kazandık ama kendimizi onların ellerine teslim etmiş gibiyiz. Kocasını kaybetmenin acısını içinden atamayan Isabel bile yeniden gülümsemeye başladı. Her zaman asabi ve huzursuz olan Juana, nihayet bir parça huzur bulmuşa benziyor. Bense sarayda herkesin setgisini kazandım. Bahçıvanların gözdesiyim, ağaçlardan kendi ellerimle şeftali toplamama izin veriyorlar. Dans etmeyi ve şarkı söylemeyi öğrendiğim haremin sevgilisi, mutfağın maskotuyum. Araplara özgü ballı bademli tatlıları yaparken onlan izlememe itiraz etmiyorlar. Babam yabancı delegeleri Elçiler Salonu 'nda karşılıyor, görüşmelerini ise tıpkı keyfine düşkün sultanlar gibi hamamda yapıyor. Yüzyıllar boyu hüküm süren Nasridlerin tahtında şimdi annem bağdaş kurmuş oturuyor. Çıplak ayaklarından yumuşacık deri terlikleri, üstünden ise tahttan

Page Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

aşağı sarkan dökümlü tuniği çıkarmaz oldu. Papa 'nın elçisini, duvarları renkli çinilerle bezeli, ışık huzmelerinin dans ettiği salonda ağırladı. Çocukluğu Seville'deki Alca-zar'da, bir başka Müslüman sarayında geçen annem için Alhambra 'da olmak eve geri dönmek gibi bir şey. Muazzam bahçelerinde dolaşıyor, hamamlarında yıkanıyor, hoş kokulu deri terliklerinden giyiyor ve Paris'te, Londra 'da ya da Roma'da yaşayanların hayal bile edejneyeceği lüks içinde bir hayatın tadını çıkarıyoruz. Hep Müslümanlara özenmişiz gibi onların hayatını yaşamaya başladık. Oysa Hıristiyan ka7-deşlerimiz dağlarda koyun güdüyor, yol üstünde bulunan taş yığınından farksız anıtlarda Madonna'ya du- ıvj^vrırvL ;vı i'i\cı\^t,5 a ediyor, insanın içine korku salayı batıl inançlar ve hastalıklarla boğuşuyor, pislik içinde yaşayıp genç yaşta ölüyor. Bizse, Müslüman bilim adamlarından ders alıyor, doktorlarına muayene oluyor, tek tek isim verdikleri gökyüzündeki yıldızlan inceliyor, sihirli sıfır ile başlayan rakamlarıyla sayı sayıyor, en leziz meyvelerini yiyor, günil gürül akan sularından içiyoruz. Mimarileri gözmnüz kadar ruhumuzu da ok.şuyor. Her döndüğümüz köşede göz alıcı bir güzelliğin içinde yaşadığımızı tekrar hatırlıyoruz. Güçleri bize güven veriyor. Şiirlerini öğreniyor, oyunlarına gülüyor, bahçelerinin ve meyve ağaçlarının keyfini çıkarıyor, çeşmeden akmasını sağladıkları sularıyla yıkanıyoruz. Hükmeden biziz ama nasıl hükmedeceğimizi onlar bize öğretiyor. Bazen asıl bizim barbar olduğumuzu düşünüyorum. Romalılar ya da Yunanların peşine takılıp sarayları, kemerleri ele geçirip tahtlara maymun gibi kurulan, aslında çevresindeki güzellikleri anlamadan sadece keyfini süren barbarlar Eti azından dinimizi değiştirtnedik. Sarayın tüm uşakları tek bir gerçek kilise olduğu inancına saygı göstermek zorunda. Minarelerden yükselen ezan sesi susturuldu. Şikayeti olan, dilediği an Afrika'ya dönebilir, dcvşirilebilirya da engizisyonu boylayabilir. Her şeye rağmen yumuşamıyor, zafer kazandığımızı unutmuyoruz. Askeri gücümüz ve Tann 'nın iradesiyle galip gelen biziz. Zavallı Kral Boab-dil'e, bu topraklarda büküm sürdüğümüz müddetçe Müslümanların güvende olacağına dair söz vermiştik, tıpkı Hıris-tiyanlann Boabdiİin yönetimi altında güvende olduğu gibi. Onlarda bizim İspanya'yı Müslüman-Hıristiyan-Yahu-.^ı.dini her-ne ojurşa olsun lü,n^\.insanlığın bans ve huzur 30 ¦ Philippa Gregory içinde yaşayabileceği bir yer haline getireceğimize inanmıştı. En büyük hataları da aramızdaki bu anlaşmaya güvenmek oldu. Oysa anlaşma bizim umrumuzda bile değildi. Sözümüze sadece üç ay sadık kalabildik. Sonra Yahudiler sınır dışı edildi. Müslümanlara ise gözdağı verildi. Herkes Hıristiyan olacaktı, o kadar! En ufak bir şüphe kırıntısı ya da dedikodu bile kutsal engizisyonda yargılanma sebebiydi. Bize göre bir ulus yaratmanın tek yolu tek inançtı. Al-Andalus'taki çeşitlilik ve farklılıktan tek bir halk yaratmanın başka çaresi var mıydı? Annem konsey salonuna büyük bir mabet inşa ettirdi. İçinde bir zamanlar o güzelim Arap harfleriyle "İçeri gir ve hakkını ara. İçeride adalet bulacağından şüphe etme,"yazıyordu. Oysa annem, kullarına Allah kadar tolerans göstermeyen bir Tann'ya dua ettiğinden, kısa süre sonra buraya kimse uğramaz oldu. Fakat tüm bunlara rağmen bu sarayın havasını hiçbir şey değiştiremez. Askerlerimizin mermer zeminde uygun adım yürüyüşleri bile asırlık banşı sarsmaya yetmez. Ma-dilla'dan her odada asılı duran yazıtlarda ne yazdığını bana öğretmesini istedim. En sevdiğim, adalet vaat edenlerden biri değil. İki Kızkardeş Avlusu 'nda asılı duran ve üstünde "Daha önce hiç bu kadar güzel bir bahçe gördünüz mü? -Daha önce hiç bu kadar çeşitli meyı>enin bulunduğu, böyle hoş kokulu bir bahçe görmedik," diye yazan. Burası aslında bir saray değil. En azından Cordoba ve Toledo'daki saraylarımıza hiç benzemiyor. Bir kale ya da hisar da değil. İlk yapıldığında odalardan çok bahçeye önem verilmiş, bahçede yaşanabilsin istenmiş. Bu yüzden bahçesi rüya kadar güzel; duvarları, çinileri, oymaları, sütunları, çiçek tarhları, sarmaşıkları, meyveleri ve şifalı otla- MAHKUM PRENSES ¦ 31 ¦fiyla. Müslümanlar, bu bahçenin yeryüzündeki cennet olduğuna inanıyor. İşte bu yüzden al-Yanna'yı yaratmak için yüzyıllar boyu buraya bir servet akıtmışlar. Al-Yanna da 'bahçe, gizli yer, cennet' anlamına geliyor zaten. Burayı seviyorum. Henüz çok küçük olduğum halde Al-fjambra'nın özel bir saray olduğunun farkındayım. Biliyo-nim, bir daha burası gibi bir yer bulamayacağım. Ve çocuk aklımla bile biliyorum ki, ömür boyu burada kalamam. Annemin ve Tann'nın isteğiyle bir gün al-Yanna'yı, gizli yerinil, bahçemi, kendi cennetimi terkedeceğim. Sanki benim için mutluluk ve huzur ancak

Page Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

kısa ömürlü olabilirmiş gibi, daha altı yaşında dünyanın en güzel sarayına kavuşup on beş yaşında onu bırakıp gitmek, benim alınyazım. njogsmerfield Sarayı, J-fampsfiire, 1^01, Sonbafiar "S ize söyledim, içeri giremezsiniz. İngiltere Kralı bile olsanız" "Ben zaten İngiltere Kralı'yım!" Henıy Tudor'un sesinde en ufak bir şaka kırıntısı yoktu. "Ya şimdi kendiliğinden dışarı çıkar ya da ben içeri girip istediğimi almasını bilirim. Peşimden de oğlum gelecek." Catalina'nın mürebbiyesi kralı susturmak ister gibi öne atıldı. "Infanta, kralı göremeyeceğini çoktan bildirdi. Bir İspanyol leydisi olarak inzivaya çekildiğini, ülkemiz seçkinleri krala iletmiş olmalı. Infanta, kralı görmeyi reddederken Henry Tudor'un ısrar edeceğini mi sanıyorsunuz? Siz kralı ne zannediyorsunuz?" "Tam da benim gibi bir adam." Henry Tudor gösterişli altın yüzüğünün bulunduğu elini yumruk yapıp mürebbiyeye gözdağı vermek ister gibi havaya kaldırdı. Kont de Cabra salona girdiğinde, 40 yaşındaki kralı Infanta'nın mürebbiye-sine yumruk sallarken buldu. Neredeyse boğuluyordu. "Kralım!" MAHKUıM PRENSES • 33 Mürebbiye, kontun omzundaki yeni İngiliz rütbesini -York ve Lancaster'ın birleşik güllerini- görünce geri çekildi. Kont eğilip kralı selamladı. "İşte kral," derken başı dizlerindeki kontun sesi bir tıslamadan ibaret çıkıyordu. Catalina'nın mürebbiyesinin bir anda beti benzi attı, korkuyla alelacele Henry Tudor'un önünde diz çöktü. "Kalk! Kalk ve bana prensesi getir çabuk." "Ama o İspanya Prensesi, majesteleri." Mürebbiye doğruldu ama lıala başını kaldırmaya cesaret edemiyordu. "PCendisi şu an inzivada. Düğünden önce sizi göremez. Bu geleneği İspanya seçkinleri size anlatmış olmalı." "O sizin geleneğiniz, benim değil. Prenses şu an benim topraklarımda. O, benim gelinim. Bundan böyle benim kanunlarıma ve geleneklerime uyacak." "Prenses geleneklerine bağlıdır. Üstelik çok disiplinlidir." "O halde odasında öfkeden deliye dönmüş bir adam bulduğunda çok şaşıracak. Madam, prensesi hemen buraya getirseniz iyi olur." "Bunu yapamam majesteleri. Ben emirleri bizzat İspanya Kraliçesi'nden alıyorum. Kraliçemiz de kızına gereken saygının gösterildiğinden emin olmamı emretti. Atılacak her adımın geleneklere u/gun" "Bundan sonra ya işinle ilgili emirleri benden alırsın ya da benden marş marş emri alırsın. Hangisi olduğu umrum-da değil. Şimdi kızı dışarı yolla. Yoksa, krallığım üstüne yemin ederim ki, içeri dalacağım. Eğer prenses çıplaksa da bana göre hava hoş. Gördüğüm ilk çıplak kadın olmayacak nasılsa. Ama en güzeli olsa iyi olur." 34 ¦ Piiiiippa Gregory Mürebbiye, kralın aşağılayıcı sözleri karşısında bembeyaz kesildi. "Seç," diye emretti Henry Tudor. Sesi buz gibiydi. "Infanta'yı getiremem," dedi mürebbiye inatla. "Aman Tanrım! Öyle mi? Öyleyse ona haber ver, odasına giriyorum." Mürebbiye, kralın bu sözleri üstüne hırçın bir horoz gibi kabararak geri çekildi. Henry, prensese hazırlanması için birkaç dakika süre tanıdıktan sonra içeri girdi. Odayı sadece birkaç mum ve şömine aydınlatıyordu. Yatak örtüsü kenara itilmişti. Belli ki kız yataktan telaşla fırlamıştı. Çarşafları hala ılık olmalıydı. Kokusu odaya sinmişti. Gözünü ona dikmeden evvel, Kral Henry bu mahremiyeti içine çekti. Kız yatağın yanında duruyordu, bir eli kuzu postundaydı. Üstünde beyaz bir gecelik, omuzlarında ise koyu mavi ipek bir şal vardı. Gür kumral saçları yataktan henüz kalktığı için hala dağınıktı. Ama yüzünü uçuk renkli bir peçeyle örtmeyi ihmal etmemişti. Mürebbiyesi Dona Elvira, prensesle kralın arasında duruyordu. "Infanta," diye takdim etti. "Düğüne kadar peçesini çıkarmayacak." "Parasını ödedim, şimdi de ne aldığımı göreceğim." Henry Tudor bir adım ileri çıktı. Zavallı mürebbiye kendini hanımına siper etmek istercesine kralın ayaklarına kapandı. "Prensesin" "Yoksa yüzünde çirkin bir iz mi var?" Henry Tudor gerçek bir endişeyle gerilmişti. "Ya da herhangi bir özür? Suçiçeği geçirdi de bana mı söylemediniz?" "Hayır. Yemin ederim düşündüğünüz gibi değil majesteleri."

Page Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

MAHKUM PRENSES • 35 Catalina'nın eli usulca peçesine gitti. Mürebbiyenin ağzından bir itiraz iniltisi çıktı ama durdurmak için bir şey yapmasına fırsat kalmadan, Catalina peçesini çoktan çıkarmıştı. Genç prenses berrak mavi gözlerini kralın çizgilerle dolu öfkeli yüzüne dikti. Bakışlarında en ufak bir tereddüt yoktu. Kral, Catalina'nın yüzünü alıcı gözle inceledikten sonra derin bir oh çekip sakinleşti. Büyüleyici bir güzelliği vardı. Kusursuz yuvarlak hatlı bir yüz, uzun ama düzgün bir burun, seksi ve dolgun dudaklar. Elmacık kemikleri belirgin, bakışları meydan okuyucuydu. Karşısında namusuna laf gelmesinden korktuğu için yaprak gibi titreyen genç bir prenses yerine, utanç verici bir durumda bile kontrolünü kaybetmeyen, gururla kafa tutan, mücadeleci genç bir kadın duruyordu. Kral, Catalina'yı selamlayarak kendini tanıttı. "Ben Henry Tudor, İngiltere Kralı." Catalina da eğilip kralı selamladı. Henry Tudor ona birkaç adım daha yaklaştı. Prensesin geri çekilmemek için kendini zor tuttuğunu hissetti. Ama kız geri adım atmadı. Kral teklifsizce omuzlarından tutup önce bir yanağını, sonra da diğerini öptü. Saçlarının ve teninin kadınsı kokusu, Tudor'un bir an arzuyla irkilmesine sebep oldu. Bu sıcak teması daha fazla uzatmamak için hemen geri çekilip prensesin kendisinden uzaklaşmasına izin verdi. "İngiltere'ye hoş geldiniz." Kral Henıy boğazını temizleyip devam etti. "Umarım sabırsızlığımı mazur görürsünüz. Oğlum da sizi görmek için yola çıktı, buraya geliyor." "/Vffedersiniz, ancak" Catalina soğuk bir sesle ve kusursuz bir Fransızcayla konuşuyordu. "Majestelerinin beni boy- 36 ¦ Philippa Gregoiy le ani bir ziyaretle onurlandırmak için ısrar ettiği, bana birkaç dakika öncesine kadar bildirilmemişti." Henry Tudor böyle bir çıkış beklemiyordu. "Ben bu hakka" Catalina, İspanyollara özgü bir jestle omuz silkti. "Elbette, üstümde her türlü hakka sahipsiniz," dedi. Genç prensesin her türlü imaya açık sözleri ve umursamaz tavrı, Henry Tudor'a o anda ne kadar teklifsiz bir yakınlık içinde olduklarını bir kez daha hatırlattı. Küçük yatak odası, ince bir zevkin ürünü yatak örtüleri, tersyüz olmuş yorganlar ve hala Catalina'nın başının şeklini taşıyan yastıklar Bu sahne, resmi bir tanışma merasiminden çok, iki aşığın yatak odası sohbetini andırıyordu. Kral bir kez daha arzuyla ürperdi. "Sizi dışarıda bekliyor olacağım," derken bu bakir güzelliğe sahip olma fikrini kafasına Catalina sokmuş gibi ona suçlayarak baktı. Catalina'yı oğluna değil de kendine almış olsaydı, nasıl olurdu acaba? "Şeref duyarım." Catalina hala mesafeli ve soğuk bir üslupla konuşuyordu. Kral ansızın kendini odadan dışarı atınca oğlu Prens Art-hur'la çarpışmaktan kılpayı kurtuldu. "Aptal!" Prens Arthur telaşlıydı. Alnına düşen bir tutam sarı saçı kulağının arkasına sıkıştırıp babasına cevap vermeden öylece durdu. "Şu kendini bilmez mürebbiyesini ilk fırsatta geldiği yere geri göndereceğim. Tabii diğerlerini de. İngiltere'de küçük bir İspanya yaratamayacaklar evlat. Ne ülkem buna göz yumar ne de ben!.." 10 İVUVrtlS-UM rKtiNMli ¦ ^1 "Halkın karşı çıkacağım sanmam. İngilizler prensesi çok sevmiş," diye cevap verdi genç prens. "Eşlikçilerinin söylediğine bakılırsa" Kral Henry, oğlunun sözünü kesti. "Aptal bir şapka takıyor da ondan. Üstelik bizim için tuhaf biri. O bir İspanyol. İngilizlere hiç mi hiç benzemiyor. Ayrıca genç ve" Bir an duraksadı. "Güzel." "Gerçekten mi? Yani güzel mi?" Prens Arthur heyecanlanmıştı. "Sence neden odasına girdim? Elbette ne satın aldığımızdan emin olmak için. Ama unutma, İngilizlerin gözü prensese alışıp kanıksayınca herkesin fikri değişir. Bu evliliğin tek amacı sarsılmaz bir ittifakın temelini atmak, kızın gururunu okşamak değil. Halk, prensesi sevsin ya da sevmesin, siz evleneceksiniz. Sen sev ya da sevme, onunla evleneceksin. O, seni sevsin ya da sevmesin, seninle evlenecek. Ama hemen odasından dışarı çıkıp buraya gelse iyi olur.

Page Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

Yoksa ben her an onu sevmekten vazgeçebilirim, ki her şeyi değiştirebilecek olan tek şey de bu." Dışan çıkmalıyım. İlk roundu az farkla kazanmış olmam hiçbir şey değiştirmiyor. Kralın yatak odamın kapısı önünde beni beklediğini biliyorum. Eğer onun yanına gitmezsem, tekrar buraya gelir ve beni tekrar utandırır. Bir mürebbiye olaj-ak artık beni koruyamayan Dona Elvira yi kenara itip odanın kapısına doğru yürüdüm. Hizmetkarlarım şaşkınlık ve korkudan dillerini yutmuş gibi görünüyor. Benimse kalbimin gürültüsü kulaklarımı dövüyor. Hem insan içine çıkmaya utanan toy bir genç kızım hem ipp. lA. \J i »_ t;»-'! ) de bir an önce çarpışmak için sabırsızlanan bir asker. Ne olacaksa biran önce olsun. Ertelemcktcnse tehlikeyle hemen şimdi yüzleşmek daha iyi. İngiltere Kralı Henry hiçbir törene gerek görmeksizin beni oğluyla bir an önce tanıştırmayı kafasına koymuş anlaşılan. Bana bir prensesten çok, sıradan bir köylü kızı gibi dat'ranıyor. Pekala, öyle olsun. Kral Henry ne yaparsa yapsın, karşısında korkudan titreyen bir İspanyol Prensesi bulamayacak. Dişlerimi sıkıp annemin defalarca tembihlediği gibi gülümsedim ve başımla teşrifatçıma işaret ettim. Onun da diğer hizmetkarlar gibi adeta nutku tutulmuş. "Beni takdim et." Şaşkınlığını hala üstünden atamasa da kapıyı açtı. "Infanta Catalina, İspanya ve Galler Prensesi." İşte bu benim. Sıram geldi. Bu da savaş naram. Bir adım öne çıktım. İspanyol Infanta, peçesiz yüzüyle loş kapı ağzında dikiliyordu. Sonra ağır ağır kralla prense doğru yürüdü. Duyduğu büyük sıkıntının tek göstergesi yanaklanndaki hafif kızarıklıktı. Babasının hemen yanında ayakta duran Prens Arthur yutkundu. Umduğundan çok daha güzel ve mağrurdu. Üstünde koyu siyah kadife bir elbise, elbisenin içinde ise yakalan karanfil işlemeli ipek bir iç gömleği vardı. Kare yakası, süt gibi bembeyaz gerdanını açıkta bırakıyordu. Boynunda pürüzsüz tenini vurgulayan inci bir kolye vardı. Gür saçlarını örmemiş, dağınık bırakmıştı. Peçesi ise yüzünü örtmek yerine kulağının arkasından aşağı sarkıyordu. Zarif bir reveransla eğilip kral ile prensi selamladıktan sonra usta bir dansçı gibi doğruldu. "Sizi karşılamaya hazır olmadığım için üzgünüm," dedi Fransızca. "Geleceğinizden haberim olsaydı, hazırlık yapardım." "Kapınızın önünde kopan fırtınayı duymamanıza şaşırdım. En az on dakika kapınızda hizmetçilerinizle tartıştım." "Sesleri duydum ama hamallar kendi arasında tartışıyor zannettim." Catalina'nın küstahlığı karşısında Prens Arthur korkuyla kasıldı. Oysa babası, genç prensese gelecek vaat eden bir taya bakar gibi gülümseyerek bakıyordu. "Hayır, kapınızdaki bekçi kadını tehdit eden bendim. Odanıza böyle girdiğim için üzgünüm." Catalina hafifçe başını yana eğdi. "Mürebbiyem Dona El-vira'dan bahsediyor olmalısınız. Saygısızlık ettiyse, onun adına ben özür dilerim. îngilizcesi pek iyi değildir. Büyük ihtimalle ne istediğinizi anlamamıştır." "Ben sadece gelinimi görmek istedim. Tabii oğlum da müstakbel eşini. Doğrusu bir İngiliz prensesten, hareme kapatılmış toy bir genç kız gibi değil de gerçek bir İngiliz prensesi gibi davranmasını beklerim. Ailenizin, Müslümanları esir aldığını sanıyordum. Onları kendinize örnek aldığınızı görmeyi ummuyordum." Catalina, Kral Henry'nin hakaretlerini duymazdan gelmeyi yeğledi. "İngiliz gelenek ve göreneklerini en kısa zamanda bana öğreteceğinize hiç şüphem yok. Peki, bana kim yol gösterecek?" Genç prenses, Prens Arthur'a döndü. "Lordum?" Arthur, karşısında duran bu güzeller güzeli genç kadının en utanç verici anda bile nasıl istifini bozmadığına akıl sır erdiremiyordu. O şaşkınlıkla Catalina için getirdiği hediyeyi ceketinin cebinden çıkardı ancak tam uzatırken yere düşürdü. Onunla neredeyse aynı yaşta olduğu halde daha olgun ve güçlü duran müstakbel eşi karşısında, kendini tam bir aptal gibi hissetti. Catalina uzatılan keseyi alıp teşekkür etti fakat açıp içine bakmadı. "Yemek yediniz mi majesteleri?" "Hayır, birlikte yiyeceğiz. Birazdan hazır olur."

Page Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

"O halde size içecek bir şeyler ikram edebilir miyim? Ya da önce yıkanıp üstünüzü değiştirdikten sonra mı yemeğe oturmak istersiniz?" Catalina, uzun boylu adamı baştan aşağı süzdü. Kıyafetleri kir pas içindeydi. İngilizler rivayet edildiği gibi pasaklı bir ulustu gerçekten de. Şu koskoca sarayda bile doğru düzgün bir hamam yoktu. "Ya da belki yıkanmaktan pek hoşlanmıyorsunuzdur." Kral istemeden kıkırdadı. "Odama bir kupa bira ve temiz çamaşırla sıcak su göndermelerini söyleyin. Yemekten önce üstümü değiştireceğim." Kral Henry, Catalina'yı yeniden alıcı gözle süzdükten sonra devam etti. "Üzerinize alınmayın. Ben her zaman yemekten önce yıkanırım." Catalina'nın kinayeli bir cevap vermemek için alt dudağını ısırıp yutkunduğu Prens Arthur'un gözünden kaçmadı. Ama bunun yerine, "Elbette majesteleri," dedi memnun ve saygılı gülümseyerek "Siz nasıl emrederseniz." Kenarda hazır bekleyen hizmetkarını çağırıp kralın isteklerini İspanyolca sıraladı. Hizmetçi kadın reverans yapıp yatak odasına kadar ona eşlik etmek ve emirlerini yerine getirmek üzere kralın peşine takıldı. Catalina bakışlarını Prens Arthur'a çevirdi. "Et tu?" Latince sormuştu. "Ya siz?" MAHKUM PRENSES ¦ 41 "Ben, ne?" "Siz de banyo yapıp üstünüzü değiştirmek ister misiniz?" "Ben banyo yaptım." Sözcükler ağzından çıkar çıkmaz pişmanlıkla dilini ısırdı. Mürebbiyesine itiraz eden bir çocuktan farksızdı. Tekrarladı. "Ben banyo yaptım." Şimdi ne olacaktı? Catalina ellerini uzatmasını isteyip tırnak kontrolü mü yapacaktı? "Bir kadeh şarap alır mısınız? Ya da bira?" Genç prenses karaf ve kadehlerin dizili olduğu masaya doğru yürüdü. "Şarap lütfen." Catalina şarap servisini hizmetkarlarına bırakmadan bizzat yaptı. Bir kadeh de kendine doldurdu. Prens Arthur o zaman hayretle farketti; genç kızın elleri titriyordu. Kadehleri doldururken Arthur'un bakışları Catalina'nın ellerinden önce karafa, sonra da solgun yüzüne kaydı. Catalina'nın yüzü asıktı. Yanında kendini rahat hissetmediği her halinden belliydi. Babasının kabalığı ve küstahlığı, genç kızın gururuna dokunmuş olmalıydı. Kral Henry yanlarındayken mağrur bir dişi vaşağı andıran Catalina, iki genç baş başa kalınca sıradan bir genç kıza dönüşüvermişti. Avrupa'nın en güçlü iki hükümdarının kızı olabilirdi. Yine de elleri titreyen genç bir kızdı. "Korkmanıza gerek yok," dedi Arthur kısık sesle. "Olanlar için çok üzgünüm." Demek istediği, resmiyetten uzak böyle bir tanışma merasimini kendisinin de uygun görmediği ve babasının gösterdiği teklifsiz yakınlıktan hoşlanmadığıydı. Ama belki de asıl söylemek isteyip de söyleyemediği, tüm bunlar olurken babasını durdurmak ya da en azından yumuşatmak için 1 42 ¦ Philippa Gregoiy elinden bir şey gelmemesine ne kadar üzüldüğüydü. Ba-baevinden çıkıp çok uzaklara, yabancıların arasına gelmiş, yatak odasına birdenbire dalınmış, müstakbel kocasıyla bu koşullar altında tanışmaya zorlanmıştı. Tüm bunların bir genç kız için ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyordu. Catalina bakışlarını yere indirdi. Prens Arthur'un gözü genç kızın kusursuz tenine, uzun kirpiklerine, kalem gibi kaşlarına takıldı. Catalina tekrar başını kaldırıp ona baktığında kendini toparlamış gibiydi. "Sorun değil. Bundan daha kötülerini de yaşadım. Daha kötü yerlerde bulundum ve babanızdan daha kötü adamlarla da karşılaştım. Benim için korkmanıza gerek yok. Ben hiçbir şeyden korkmam." Kimse zoraki gülümsemenin ve kralın karşısında titremeden durmanın bana nelere mal olduğunu bilemeyecek. Henüz on altı yaşında bile değilim ve dilini konuşamadığım, kimseyi tanımadığım bu yabancı ülkede, üstelik de annemden çok ama çok uzaktayım. Burada hiç arkadaşım yok. Yanımda getirdiğim refakatçiler ve hizmetkarlar dışında. Ki asıl onlar benden koruma bekliyor, bana yardım etmek akıllarına bile gelmiyor. Ne yapmam gerektiğini biliyorum. İngilizler için bir İspanyol prensesi. İspanyollar için bir İngiliz prensesi olmalıyım. Kendimi rahat hissetmesem de rahatmış gibi davranmalı, korksam bile asla belli etmemeliyim. Evet, yakında benim kocam olacaksın ama seni neredeyse hiç

Page Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

görmedim, hiç tanımıyorum. Annemin verdiği, babanın satın aldığı bir prenses olmakla öyle meşguldüm ki, senin hakkında dü- IVl/\liKUM FKbiNbhi. 43 tünmedim bile. Benim görevim pazarlığın gereklerini yerine getirerek İngiltere ile İspanya arasındaki anlaşmayı garantilemek. Huzurlu, mutlu, rahat ve güvenli görünmek için ne kadar çaba harcadığımı kimse anlamamak. Elbette korkuyorum, hem de ne korkmak! Ama korktuğumu asla belli etmeyeceğim. Ve adım söylendiğinde, daima bir adım öne çıkacağını. Kral yemeğe inmeden önce banyo yapıp odasında biranın yanı sıra iki kadeh de şarap içti. Catalina yemekte kralın kaçamak bakışlarını üstünde yakaladı. Genç prenses karşılık olarak gözlerini kaçırmak yerine, tek kaşını havaya kaldırıp sorgulayan bakışlarını krala dikti. "Evet?" dedi Kral. "Affedersiniz, majestelerinin bir şeye ihtiyacı var zannettim. Bana baktınız." "Portrenize benzemediğinizi düşünüyordum." Catalina kızardı. Portreler görücülerin gözünü boyamak için biraz abartılı yapılırdı zaten. Görücüye çıkan kraliyet ailesine mensup bir prenses olduğunda ise, daha da abartılırdı. "Portrenizden daha güzelsiniz," dedi Henry Tudor. "Daha genç, daha alımlı, daha sevimli." Kralın umduğunun aksine Catalina bu iltifatlar karşısında yumuşamadı. "Zorlu bir yolculuk geçirmiş olmalısınız," diye ekledi kral. "Evet, çok kötüydü." Catalina, Prens Arthur'a dönüp devam etti. "Ağustosta Corunna'dan yola çıktık ama fırtınaya ya- 14 ¦ rnuippa oregory kalaninca hava durulana kadar beklemek zoaında kaldık. Tekrar yelken açtığımızda, hava hala çok sertti. Plymouth Li-manı'na sığındık. Düşünün, daha Southhampton'a bile varamamıştık. Neredeyse hepimiz boğulup öleceğimize emindik." "Karayoluyla gelemezdiniz," dedi Kral Henry düz bir sesle. Tehlikeli Fransız topraklarını ve ortak düşmanları Fransa Kralı'nı düşünüyordu. "Sizi alıkoyacak kadar kalpsiz bir kral için paha biçilmez bir rehine olurdunuz. Tann'ya şükür düşman eline düşmediniz." Catalina düşünceli gözlerle kralı süzdü. "Tanrı'ya şükürler olsun ki, buna asla izin vermem." "Pekala, artık tehlikede değilsiniz. Bundan sonra bineceğiniz tek gemi, Thames Nehri'nde bineceğiniz kraliyet mavnası olacak. Galler Prensesi olmak nasıl bir his?" "Ben üç yaşımdan beri Galler Prensesi'yinı. Kendimi bildim bileli Catalina, Infanta, Galler Prensesi diye anılıyorum. Bunun benim kaderim olduğunu biliyorum majesteleri." Catalina'nın bakışları yeniden gözlerini masadan ayırmadan konuşulanları dinleyen Prens Arthur'a döndü. "Evleneceğimiz hep belliydi. Yine de bana sık sık mektup yazmanız büyük incelik. Mektuplarınız, birbirimize tamamen yabancı olmadığımızı hissettirdi bana." Arthur hafifçe kızardı. "Size mektup yazmam emredilmişti. İşimin bir parçasıydı. Ama sizden gelen yanıtlan okumak benim için de büyük zevkti." "Aman Tanrım, sen hakikaten de pek akıllı değilsin evlat," diye gürledi kral eleştiren gözlerle oğluna bakarak. Arthur bu kez kulaklarına kadar kıpkırmızı' kesildi. "Mektupları sana emredildiği için yazdığını söylemene ne gerek var? Bırak da genç prenses kendi isteğinle yazdığını düşünsün." MAHKÛM PRENSES ¦ 45 "Benim için farketmez," dedi Catalina yavaşça. "Bana da mektupları cevaplamam emredilmişti. Hem, birbirimize karşı her zaman dürüst olmamız en iyisi." Kral gürültülü bir kahkaha attı. "Bir yıl sonra böyle düşünmeyeceksin. Pembe yalanlara sığınmak ikinizin de işine gelecek. Evliliğin can simidi karşılıklı kayıtsızlıktır." Arthur itaatkar bir edayla başını sallarken Catalina belli belirsiz bir gülümsemeyle kralın öngörüsünü ilginç bulsa da doğruluğuna inanmadığını belli etti. Kralsa genç prensesin cazibesine kapılmamanın imkansız olduğunu geçiriyordu içinden. "Babanız da aklından geçen her düşünceyi annenizle paylaşmıyordur, buna eminim." Kral Henry, Catalina'nın yeniden ona bakmasını istediği için sohbeti uzatıyordu.

Page Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

Başarılı da oldu. Genç prenses dik bakışlarını Henry Tu-dor'a çevirmekte gecikmedi. "Belki de haklısınız, bunu bilemem. Bunu bilmem doğru da olmazdı. Ama babam ister söylesin, ister söylemesin, annemin onun aklından geçen her şeyi bildiğine eminim." Kral Henry içten bir kahkaha koyverdi. Boyu ancak omzuna gelen toy bir kız çocuğunun, karşısında bu kadar kendinden emin bir tavırla oturması, içten içe hoşuna gidiyordu. ".Annenizin kahin olduğunu bilmiyordum prenses." Catalina gülmek bir yana, gülümsemedi bile. "Annem bilge bir kadındır," dedi kesin bir ses tonuyla. "Avrupa'nın en bilge hükümdarı, annem Kraliçe İsabella'dır." Her genç kız gibi annesine hayranlık besleyen prensesin daha fazla üstüne gitmedi kral. Konuyu uzatmak isteseydi, Kastilya ve Aragon krallıklarını birleştirmeyi başarmasına 46 " Pliiiippa Gregoiy rağmen annesinin bölgede huzur ve barış ortamını sağlamayı beceremediğinden dem vurabilirdi pekala. Isabella ve Ferdinand'ın üstün taktik yeteneği sayesinde Kuzey Afrikalı Müslümanların krallıkları tek bir çatı akında toplanmış ama devamı gelmemişti. Catalina'nın Londra'ya böyle zorlu bir yoldan ulaşmak zorunda kalmasında bile Müslümanların parmağı vardı. Kuzey Afrikalı Müslümanlar ve Yahudiler, İspanya Kraliyet Ailesi'nin zorbalıklarına karşı her yerde ayaklanma çıkarıyordu. Ama konuyu değiştirme zamanı gelmişti. "Neden bizim için dans etmiyorsunuz?" Henry Tu-dor'un aklından bu genç İspanyol güzelini dans ederken seyretmenin ne kadar keyifli olacağı geçiyordu. "Yoksa İspanyol geleneklerine göre dans etmenize de mi izin yok?" "Artık İngiltere Prensesi olduğuma göre sizin geleneklerinize göre davranmalıyım. İngiltere'de prensesler gecenin bir yarısı yatağından kaldırılıp kralın önünde dans etmeye zorlanır mı?" Henry güldü. "Neden olmasın?" Catalina alaycı bir ifadeyle gülümsedi. "O halde nedimelerimle birlikte dans edeceğim." Masadan kalkıp salonun ortasında yerini aldıktan sonra nedimelerine işaret etti. Henry birini adıyla çağırdığını farketti. Maria de Salinas esmer, ufak tefek ama sevimli bir İspanyol kızıydı. Hemen gelip prensesin yanında yerini aldı. Diğer üç nedime ise mahcup bir edayla ortaya geldi ama aslında meziyetlerini göstermeye can. attıkları belliydi. Henry, Catalina'yi süzdüğü kadar dikkatle olmasa da nedimeleri de inceledi. İspanya'dan, gelinine eşlik edecek nedimelerin de özenle seçilmesini istediğinde, talebi tuhaf karşılansa da dikkate alınmıştı demek. Kızların hepsi de ba- MAHKUM PRENSES ¦ 47 kimli ve güzeldi. Ama hiçbiri Catalina'nın etrafına saçtığı ışığı gölgeleyecek kadar parlak değildi. Prenses ellerini çırparak müzisyenlere işaret verdi. Henry Tudor daha ilk bakışta Catalina'nın nasıl kadınsı bir edayla raks ettiğini farketti. Dans bir pavaneydi."^ Ağır aksak figürler kullanıyorlardı. Genç prenses gözlerini süzüp işveli bir edayla dolgun kalça-lannı kıvırıyordu. Catalina'nın sıkı bir dans eğitiminden geçtiği her halinden belliydi. Avrupa saraylarında dans, müzik, edebiyat gibi güzel sanatlar her şeyden önce gelirdi. Bir prensesin bu alanlarda disiplinli bir eğitimden geçmesi olmazsa olmazdı. Ancak Catalina'yı diğer prenseslerden ayıran önemli bir fark vardı. O, diğerlerinin aksine bir görev ifa eder gibi değil, olgun bir kadın gibi dans ediyordu. Müziğin onu hareket ettirmesine izin veriyordu. Henry Tudor tecrübelerine dayanarak biliyordu ki, ancak müziğin çağrısına uyum sağlayabilen bir kadın, şehvetin ritmine de uygun karşılık vermeyi becerirdi. Catalina'nın dansını seyrederken duyduğu zevkin yerini, bu nadide parçayı oğlunun soğuk yatağına kendi elleriyle sokacak olmanın rahatsızlığı aldı. Kadınlığının doruk noktasını yaşamaya hazırlanan bu genç kızın gizli tutkularını, pı-sınk oğlunun gün yüzüne çıkarabileceğini hayal dahi edemiyordu. Gözünün önünde Arthur'un beceriksizliği, hatta Catalina'yı incitişi ve genç prensesin dişini sıkıp kocasına karşı kadınlık ve kraliçelik görevini yerine getirdiği bir sahne canlandı. Sonra ilk çocuğunu doğururken ölecek, oğluna uygun gelin bulmak için harcadığı bunca çaba boşa gi- 4 Pavane: lö. yüzyılda Güney Avrupa saraylarında revaçta olan bir dans türü. W 48 ¦ Philippa Gregory decekti. Onun bundan çıkarı neydi? Bu çok güzel kızın onda yarattığı rahatsız edici arzulardan başka? Catalina'nın çekici olması iyi bir şeydi aslında, sonuçta kraliyetin malı sayılırdı. Kralın bizzat Catalina'nın cazibesine kapılması ise sadece bir ayrıntıydı.

Page Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

Kral Henry başını başka yöne çevirip dikkatini dağıtmak istedi. Belki Catalina'nın çeyizi oyalanmasını sağlayabilirdi. Catalina ile oğlunun uyumsuz bir çift olması, kendi cebine girecek ve türlü yararlar sağlayacak paranın yanında devede kulak bir meseleydi. Prens Arthur'la Catalina evlenir evlenmez hazineye çeyizin ilk taksiti saf altın olarak girecekti. Bir yıl sonra da ikinci taksit altın ve mücevher olarak verilecekti. Tahta çıkmak için verdiği mücadelede hep kaynak sıkıntısı çektiğinden, Henry Tudor en çok paranın gücüne inanırdı. Şu dünyada paradan daha değerli hiçbir şey yoktu. Taht bile paradan sonra gelirdi. Yeterince parası varsa, istediği tahtı satın alabileceğini öğretmişti hayat ona. Kadınları saymıyordu bile. Onlar pek pahalıya mal olmuyordu. Ama bakire bir prensesin esrarengiz gülüşünü satın almaya parası yeter miydi, işte onu bilmiyordu. O esnada Catalina dansını bitirip İngiltere Kralı ile İngiltere Prensi'ni selamlayarak yerine geçti, "Memnun kaldınız mı?" Hala nefes nefeseydi, yüzüne al basmıştı. "Yeterince." Henry Tudor, çok beğendiğini prensesin bilmesini istemedi. "Geç oldu, artık yatağınıza dönseniz iyi olur. Londra'ya doğru devam etmeden önce, sabah yolculuğunuzda size kısa bir süre atla eşlik edeceğiz." Kralın kaba yanıtı karşısında Catalina afallasa da renk vermedi. Babasının planına belki karşı çıkar umuduyla Art- iviArtl^UM PKENSES 49 hur'a döndü ancak genç adamın yüzü tepkisizdi. Oysa resmiyet ortadan kalktığına göre, babasıyla Londra'ya önden gitmek yerine, müstakbel eşine Londra yolunda eşlik edebilirdi. Aıthur'dan ses çıkmayınca, Catalina da mecburen "Nasıl isterseniz majesteleri," dedi. Henry Tudor başıyla onaylayıp ayağa kalktı. Salonda hazır bulunan saray eşrafı eğilip önlerinden geçen kralı selamladı. Görünüşe bakılırsa İngiltere Kraliyet Sarayı'nda her şey değilse de bazı şeyler resmiyetle yürüyordu. Catalina içinden, "Hayatının çoğunu savaşlarda geçirmiş olsa da itaatten hoşlanıyor," diye geçirdi. Arthur, babasının peşine takılmadan önce Catalina'ya kuru bir iyi geceler dilemekle yetindi. Ansızın salon tamamen boşalmış, genç prenses nedimeleriyle baş başa kalmıştı. Catalina en sevdiği nedimesi Maria de Salinas'a döndü. "Ne tuhaf adam." "Sizden hoşlandı," dedi genç kız. "Bütün gece sizi izledi. Sizi sevmiş olmalı." "Neden sevmesin ki?" Avrupa'nın en büyük krallıklarından birinde doğmuş asil bir kızın kibriyle konuşuyordu. "Hem sevmemiş olsa ne farkeder? Anlaşma çoktan yapıldı, bunu kimse değiştiremez." Beklediğim gibi biri değil. Tahtına sahip çıkmak için akıl almaz mücadeleler verip tacım cephede kazanan bir kral gibi değil. Aslında ben karşımda muzaffer bir savaşçı, büyük bir kahraman -belki de babam gibi birini- bulacağıtnı sanıyordum. Henry Tudor daha çok kurnaz bir tüccara ?u rnuippa v_7icj;uiy benziyor. Krallığını I'c karısını, kılıcı sayesinde elde etmiş biri gibi durmuyor. Sanırım Don Hernando gibi birini hayal etmiştim. Hayran olacağım, gelini olmaktan gurur duyacağım birini. Oysa bu adam sıradan bir katip gibi çelimsiz ve soluk benizli. Aşk masallanndaki şövalyelerin yanından bile geçemez. Saray da umduğum gibi değil. Daha büyük ve gösterişli bir saray, daha düzenli ve disiplinli bir krallık bekliyordum. Özellikle de ilk tanışmamızın, tıpkı Alhambra'da olduğu gibi usulüne uygun gerçekleşmemesi beni hayal kırıklığına uğrattı. Henry Tudor kaba saba bir adam. Hatta bence patavatsız ve küstah da. Yine de Kuzey Avrupa 'nın geleneklerine alışmalı, bu düzensizlik ve karmaşaya ayak uydurmalıyım. Kraliçe olup bir şeyleri değiştirme gücünü elde edinceye kadar pek çok şeyi görmezden gelmem gerekecek. Gerçi kralla birbirimizi sevip sevmememizin hiçbir önemi yok. Henry Tudor ile babam anlaştı, ben de oğluyla nişanlandım. Prens Artbur'un benim hakkımda ne düşündüğü bir şeyi değiştirmez. Ne de benim onun hakkında ne düşündüğüm önemli. Zaten pek diyalog halinde olacağa da benzemiyoruz. Ben Galler'i yönetip orada yaşayacağım, o ise İngiltere'de hayatını sürdürüp sonunda ülke yönetimini babasından devralacak. Henr\! Tudor ölünce, tahta benim kocam oturacak. Böylece doğacak oğlum prens olacak, ben ise kraliçe

Page Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

'Benim kocam.' Aman Tannm, ilk anda-kulağa ne ka-' dar da tuhaf geliyor. Kocam aslında bayağı yakışıklı bir adam. Doğrusu bu kadan72i beklemiyordum. Üstelik sakin ve adil birine de benziyor. Bir prensten çok bir şairi, sevdi- ği kızın gözüne girmek için pencere altında serenat yapacak kadar romayıtik genç bir delikanlıyı andırıyor. Teni beyaz, saçları ise altın şansı. Benden uzun boylu. Ergenlikten henüz çıkmış genç bir adam. Tuhaf bir gülümsemesi var. Ansızın dudak kıvrımlarına yayılan, sabah güneşi gibi insanın içini ısıtmayan ama ümit vaat eden. Ben şarap ikram edei'ken nazikçe kadehi elimden aldı, titrediğimi farkedince güven vermek için gözlerimin içine baktı. Acaba o benim hakkımda ne düşünüyor? Merak ediyo-nım, hem de çok Kralın istediği gibi, Arthur ve babası ertesi sabah aceleyle Windsor'a döndü. Catalina da çeyiz sandıklarını taşıyan katırlar, beraberinde İspanyol nedimeleri ve hizmetçileri ile muhafızların öncülüğünde Londra'ya giden çamurlu yollarda ağır aksak bir yolculuğa başladı. Prenses, düğüne kadar Arthur'u bir daha göremeyecekti. Ancak Londra yolunda, mola verdikleri Thames civarındaki Kingston kasabasında, kraliyetin önde gelen isimleriyle tanışma fırsatı buldu. Genç Buckingham Dükü Edward Stafford ve kralın,diğer oğlu York Dükü Henry, yolculuğun kalan kısmında, Lambeth Sarayı'na kadar İspanya Prense-si'ne eşlik etmekle görevlendirilmişti. "Hemen geliyorum." Catalina tahtırevanından inip nedimelerin yol boyunca genç muhafızlarla kırıştırmasından yakınan kuralcı.mürebbiyenin dert yanmasına fırsat vermeden hızla önünden geçti. "Dona Elvira, hiçbir şey söyleme. On yaşında bir oğlan çocuğundan bahsedr/oruz. Ne önemi var? Annem bile bu meseleyi bu kadar büyütmezdi." "En azından peçenizi taksaydınız. Buckingham Dü Dü Dükü, adı her neyse, o da burada. Karşılarına çıkmadan peçenizi takın lütfen, kendi itibarınız için. Infanta!" "Adı Edward, Edward Stafford. Ama sen ona Buckingham Dükü, bana ise Galler Prensesi demelisin. Peçemi de takamam. Burada gördüğü her şeyi krala rapor edeceğini sen de biliyorsun. Annemin söylediklerini hatırla. O, kralın annesinin vasisi. Aile servetini geri aldı. Ona karşı saygılı davranmalıyız." Catalina, yüzü gözü açık, başı dimdik, dük ve adamlarına doğru yürüdü. Kendini savunmasız ve yapayalnız hisset-se de üstüne düşeni yapması gerektiğinin farkındaydı. Yolun ağzına tek sıra dizilen dükün adamlarının önünde, elinde miğferiyle, saçları güneş gibi parlayan genç bir delikanlı duruyordu. Genç prensesin ilk aklından geçen, iki kardeşin birbirine hiç benzemediği oldu. Arthur soluk benizli, sarı saçh, ciddi bakışlı, kahverengi gözlü bir adamdı. Bu genç delikanlı ise hayatında ne gam ne tasa görmüş, rahat birine benziyordu. Babası gibi çelimsiz de değildi. Her şeyin önüne altın tabakta sunulduğu rahat kimselerin duruşu vardı onda. Akın sarısı saçlarında kızıl hareler göze çarpıyordu. Gülümsemesi yeni doğmuş bir bebeğinki kadar saf ve temizdi. JVIasmavi gözleri, dünya yansa umru değilmiş gibi bakıyordu. "Kardeşim!" Prens konuşmuyor, adeta bülbül gibi neşeyle şakıyordu. Atından hızla atlayıp eğilerek genç prensesi selamladı. "Henry!" Infanta mesafeli davranmaya özen gösteriyordu. Ne de olsa karşısında duran genç delikanlı sadece İngiltere Kralı'nın ikinci oğluydu. Kendisi ise İspanya ve Galler Prensesi. "Sizi gördüğüme çok sevindim." Belirgin İngiliz aksanına rağmen seri bir Latinceyle konuşuyordu. "Majestelerinin düğünden önce sizi görmeme izin vermesi için dua ediyordum. Öbür türlü, ilk kez kilise koridorunda birlikte yürümemiz biraz tuhaf olacaktı. Düşünsenize tek kelime bile etmediğim birini kolundan tutup Arthur'a teslim edecektim. Lütfen bana Harry deyin, herkes öyle der." "Sizi tanıdığıma memnun oldum Harry." Catalina, Harry'nin aksine hala mesafesini koruyordu. "Memnun mu? Şu anda mutluluktan uçuyor olmanız gerekirdi," dedi Harry heyecanla. "Çünkü babam düğün hediyelerinizden birini, bu atı size şimdiden verebileceğimi söyledi. Böylece Lambeth'e kadar birlikte atla gidebileceğiz. Arthur düğüne kadar beklemeniz gerektiğini düşünüyordu. Neden beklesin fez? dedim ona. Düğün günü at binemez. Evlenmekle çok meşgul olacak. Atı ona şimdiden verirsem, ne güzel işte, birlikte at bineriz, dedim." "Çok düşüncelisiniz." "Arthur'u pek,takmam."

Page Philippa Gregory - Cilt4 Mahkum funduszeue.info

Catalina kıkırdamasını tutamadı. "Takmaz mısınız?" Harry yüzünü buruşturup başını yana eğdi. "O fazla ciddi. Ne kadar ciddi olduğunu görünce siz de şaşıracaksınız. Ciddi ve tabii eğitimli. Ama yetenekli değil. Herkes benim çok yetenekli olduğumu söylüyor. Yabancı dillere, belki biraz da müziğe. Siz de isterseniz, ikimiz Fransızca konuşabiliriz. Yaşıma göre gayet akıcı konuşuyorum. Aynı zamanda hiç de fena bir müzisyen sayılmam. Ve elbette sporcuyum. Siz avlanır mısınız?" "Hayır." Catalina'ya duydukları biraz fazla gelmişe benziyordu. "Avcılar domuzların ve kurtların izini sürerken ben onları takip ediyorum sadece." "Kurtlar? Ben kurt avlamaya bayılırım. İspanya'da ayı var mı gerçekten" "Evet, tepelerde." "Ayı avına çıkmayı da çok isterdim. Kurt avına da, domuz avı gibi yayan mı çıkıyorsunuz?" "Hayır, at üstünde avlanılıyor. Kurtlar çok hızlıdır, onları indirmek için hızlı av köpekleri gerekir. Ne korkunç bir manzara." "Ben böyle şeyleri pek umursamam. Bu yüzden benim biraz fazla cesur olduğumu söylüyoriar." "Eminim öylesiniz," dedi Catalina nazik bir tavıda gülümseyerek. Yirmilerinin ortasında yakışıklı bir adam yanlarına yaklaşıp ikiliyi eğilerek selamladı. "Ah, işte Buckingham Dükü Edward Stafford." Harry telaşla öne atıldı. "Sizi takdim edebilir miyim?" Catalina elini düke uzattı. Edward Stafford, Infanta'nın önünde yeniden eğildi. Yakışıklı ve çekici bir adamdı. Güzel yüzü aydınlık bir gülümsemeyle parlıyordu. "Ülkenize hoş geldiniz prenses." Kusursuz bir Kastilyaca konuşuyordu. "Umarım yolculuğunuz iyi geçiyordur. Sizin için yapabileceğim bir şey var mı?" "Her şey mükemmel, teşekkür ederim." Dükün kendi dilinde konuşması Catalina'yı mutlu etmişti. "Yol boyunca halkın gösterdiği sıcak ilgiden de gurur duydum." "Bakın, yeni atınız." Seyis yanlarına siyah, cins bir kısrak getirince Harry dayanamayıp araya girdi. "Eminim cins atlara zaten alışkınsınızdır. Hep yabani atlara binmiyorsunuz, öyle değil mi?" "Annem süvarilerin yabani at kullanmasında ısrar eder." "Öyle mi?" Harry şaşırdı. "Çok hızlı oldukları için mi?" "Savaşçı atlar olarak eğitilmeleri daha kolay olduğu için." "Saııaşçı atlar mıT "Suriye atları en az askeder kadar iyi savaşır. Yabani atla-nn doğası, savaşçı olarak yetiştirilmeye uygun. Şahlandıklarında ön ayaklarıyla bir askeri, arka ayaklarıyla başka bir askeri tek bir hareketle kolayca aşağı indirebilirler. Türk atları ise yere düşen kılıcı alıp sahibine verecek kadar iyidir. Annem iyi bir aim savaş meydanında on askere bedel olduğunu söyler." "Böyle bir atım o kaynağı değiştir]

İlk yılları ve akademik kariyeri[değiştir

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.