misafirperverlik ile ilgili hadisi şerifler / Misafire İkram Etmek İle İlgili Ayet ve Hadisler | İslam ve İhsan

Misafirperverlik Ile Ilgili Hadisi Şerifler

misafirperverlik ile ilgili hadisi şerifler

Hz. Muhammed (sav) misafirleri nasıl karşılardı?

Değerli kardeşimiz,

Peygamberimiz (sav)'in misafiri hiç eksik olmazdı. Uzaktan yakından pekçok misafiri gelirdi. Bazı devlet ve kabilelerden özel ve resmi heyetler gelir, günlerce kalırlardı. Peygamberimiz (sav) bu misafirlerle bizzat ilgilenir, ağırlar, hizmetlerini görürdü.

Habeşistan'dan gelen heyete bizzat Peygamberimiz hizmet etti. Sahabîler,

"Siz bırakın, yâ Resulallah, hizmeti biz görürüz." dediler. Peygamberimiz,

"Onlar daha önce bizim arkadaşlarımıza ikram etmişlerdir. Şimdi ben de bu hizmetlerinin karşılığını vermekten zevk duyuyorum." buyurdu.

Taif'ten gelen Sakif heyetini, mescitte misafir etti, ağırladı. Yine hizmetlerini kendisi gördü. Daha sonra onlar hep beraber Müslüman olarak yurtlarına döndüler.

Peygamberimiz (sav)'in kendi evi misafiri kabule müsait olmadığı zamanlar, Ensardan Remle ile Ümmü Şerik'in evi misafirhane vazifesini görüyordu. Bu kadınlar iyiliksever, cömert kimselerdi. Bazen gelen misafirler o kadar çok olurdu ki, hizmetlerini rahatça görmek için böyle misafir evlerine taksim edilirdi.

Peygamberimiz (sav) misafir konusunda din ayırımı yapmazdı. Herkese aynı yakınlık ve iyiliği yapar, aynı nezaket ve anlayışı gösterirdi.

Ebû Basra Peygamberimiz (sav)'in bu tarafını şöyle anlatır:

"Ben Müslüman değildim. Resulullaha  misafir oldum. Geceleyin kalktım, bütün keçileri sağdım, sütlerini içtim. Böylece Resulullahı ve ailesini aç bıraktım. Fakat Resul-i Ekrem bana hiçbir şey demedi."

Yine Ebû Hüreyre'nin anlattığına göre, bir gün Peygamberimiz (sav)'e bir müşrik misafir oldu. Peygamberimiz (sav) süt ikram etti, içti. Bir daha ikram etti, onu da içti. Resulullah (sav)'ın bu ikramı karşısında duygulanan bu müşrik sabahleyin Müslüman oldu.

Fakat Peygamberimiz (sav)'in devamlı misafirleri, mescidin yan tarafında ikamet eden, evi barkı, çoluk çocuğu olmayan fakir sahabîlerin oluşturduğu Suffe Ashabı idi. Peygamberimiz (sav) onları kendi aile fertleri gibi görürdü. Onların eğitim ve öğretimlerini üzerine aldığı gibi, geçimlerini de kendisi karşılardı.

Peygamberimiz (sav)'in ancak dört kişinin taşıyabileceği büyüklükte bir kazanı vardı. Öğle vakti olunca bu kazan getirilir, yemek yapılır, Suffe Ashabı onun etrafına dizilir, Peygamberimiz (sav) ile birlikte ondan yerlerdi. Bazen o kadar kalabalık olurdu ki, Peygamberimiz (sav) oturmaya yer bulamaz, çömelirdi.

Peygamberimiz (sav) bazen Suffe Ashabını kendi evinde de ağırlardı. Bir gün Suffede bulunan sahabîleri Hz. Âişe (r.anha)'nin evine götürdü. Hz. Âişe validemize evde ne varsa getirmesini söyledi. Yemek yenildikten sonra, varsa bir miktar daha getirmesini söyledi. Hurma ve süt geldi. Onları da yediler. Böylece Peygamberimiz (sav) onları bizzat evinde kendisi ağırladı.

Bazen Peygamberimiz (sav)'e çok sayıda misafir gelirdi. Peygamberimiz (sav) evde ne var, ne yoksa misafirlere ikram eder, kendileri ve ev halkı geceyi aç olarak geçirirlerdi. Peygamberimiz (sav) geceleri uyanır, misafirlerin bir ihtiyacının bulunup bulunmadığını sorardı. Onları yolcu edinceye kadar her türlü ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırdı.

Bir gün Peygamberimiz (sav)'e bir misafir geldi. Yorgun ve çok fakir olduğunu söyledi. Peygamberimiz (sav) hanımlarının birisinin evine haber gönderdi. Hanımı;

"Yâ Resulallah, seni Hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yoktur." dedi.

Sonra başka bir hanımına gönderdi, ondan da aynı cevabı aldı. Neticede anlaşıldı ki, Peygamberimiz (sav)'in hanımlarının hiçbirisinin evinde yiyecek yoktur.

Sonra Peygamberimiz (sav) sahabîlere;

"Kim bu adamı bu akşam misafir ederse Allah ona rahmet etsin." buyurdu.

Bunun üzerine Ensardan bir zat kalktı. Kendisinin misafir edebileceğini söyledi ve aldı, evine götürdü. Hanımına:

"Evde yiyecek bir şey var mı?" diye sordu.

"Çocukların yiyeceğinden başka bir şey yoktur." cevabını aldı. Hanımına,

"Çocukları bir şeyle oyala. Yemek isteyecek olurlarsa uyut, misafirimiz yemek yiyeceği zaman kalk, lâmbayı söndür. Tâ ki kendisiyle birlikte yemek yediğimizi göstermiş olalım."

Sofraya oturdular. Misafir yemeğini yedi. Kendileri de yer gibi yaptılar, fakat aç olarak gecelediler.

Ev sahibi sabah olunca Peygamberimiz (sav)'in huzuruna geldi. Peygamberimiz (sav)  kendisine şu müjdeyi verdi:

"Sizin yaptığınız bu güzel işten dolayı Allah her ikinizden de razı oldu."

Dilimizde misafirperverlik kelimesi vardır. Misafiri sevmek, ağırlamak, yedirip içirmek, ihtiyaç ve istirahatını temin etmek hem sünnet, hem de millî bir gelenek halinde içimizde yaşamaktadır. Bunun kaynağı ise Peygamberimiz (sav)'in tavsiye ve teşvikleridir.

Misafiri sevmek, onu ağırlamak imanın bir görüntüsü ve alâmetidir. Bir insanda iman ne kadar güçlü ise misafire olan yakınlığı da o nisbette artar.

Ebû Hüreyre'nin rivayetine göre Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdular:

"Allah'a ve âhiret gününe iman eden misafirine ikram etsin."

"Allah'a ve âhiret gününe iman eden akrabasını görüp gözetsin."

"Allah'a ve âhiret gününe iman eden ya hayır söylesin yahut sussun."

Hazret-i Peygamber (sav), hem ebedî risâletin sahibi, hem İslâm devletinin başkanı ve hem de İslâm orduları başkomutanı idi. Bu sebeple İslâm başkenti Medine'ye gelen her seviyeden ve her inançtan fertler ve topluluklar gibi elçiler yani diplomatik misafirler de öncelikle Hz. Peygamber (sav)'in misafirleri idiler.

Kaynakların belirttiklerine göre, Araplar, harp-sulh gibi önemli konularda Kureyş kabilesini takip ediyorlardı. Çünkü Kureyş'i üstün kabul ediyor ve onların tavırlarına göre kendilerini ayarlıyorlardı. Kureyş'in düşman olduklarına düşman, dost olduklarına dost oluyorlardı. Kureyş'in kabullerini onlar da benimsiyorlardı. İslâm karşısında da aynı şekilde davranıp Kureyş'i izliyorlardı.

Kureyş'in İslâm'a karşı verdiği amansız mücâdeleye rağmen, Mekke'nin, Müslümanlar tarafından fethi gerçekleştirildikten yani Kureyş'in tam anlamıyla İslâm ordusuna boyun eğdiği kesinleştikten sonra, çevredeki Arap kabileleri, artık zaman kaybetmenin anlamının kalmadığı düşüncesiyle Medine'ye elçiler ve heyetler göndermeye başladılar.

İslâm Tarihinde "Âmu'l-Vüfûd (elçiler yılı) diye bilinen günler, Mekke fethi sonrasına rastlayan özellikle hicrî dokuzuncu yıldır. Tebük Seferi'nden dönüldükten ve Sakif kabilesi Müslüman olduktan sonra Medine çok yoğun bir diplomatik trafik yaşadı. Uzak-yakın yer ve yörelerden insanlar Hz. Peygamber (sav) ile görüşmek, Müslüman olmak ya da bazı şartlarla antlaşmalar yapmak üzere Medine'ye akın ettiler. O günlerde Medine'de, Yüce Kitabımızın 110. Nasr sûresinde:

"Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit..."

diye bildirmiş olduğu günler ve olaylar yaşanıyordu.

A. DİPLOMATİK MİSAFİRLERİN AĞIRLANMASI

Biz burada sadece yabancı devlet elçilerini değil, geliş amaçlarına bakmadan, Arap kabilelerinin temsilcilerini ve değişik yörelerden muhtelif milletleri ve dinleri temsilen gelen kişi ve heyetleri "diplomatik misafir" olarak değerlendireceğiz. Çünkü yakın plândan tetkik edildiği zaman, bütün bu insanların o günün şartlarında bir çeşit diplomatik misyon üstlendikleri anlaşılmaktadır.

1. Ağırlama

Diplomatik misafirlerin ağırlanması ile diğer misafirlerin ağırlanması arasında, temelde hiçbir fark görülmemektedir. Elde mevcut ne varsa onunla ağırlanıyorlardı. Benî Hanife heyetinin ağırlanması anlatılırken kendilerine Remle binti Hâris'in evinde, sabah akşam bir defasında ekmek ve et, bir defasında ekmek ve süt, bir defasında ekmek ve yağ verildiği kaydedilmektedir.1

Heyetlerin misafirlik süresi aynı değildi. Üç gün kalıp gidenler olduğu gibi 15-20 gün kalan heyetler de oluyordu. Kaç gün kalırlarsa kalsınlar elçiler tam bir din ve vicdan hürriyeti ve hareket serbestisi içinde bulunuyorlardı.

Meselâ, Necrân elçileri, geldikleri gibi Hristiyan olarak dönüp gitmişlerdir. Hiç bir diplomatik misafire baskı yapılmamış ve zarar verilmemiştir, peygamberlik iddiasında bulunan yalancı Müseyleme'nin, mürted olduklarını itiraf eden iki elçisine bile dokunulmamıştır. Hz. Peygamber (sav) onlara:

"Allah'a yemin ederim ki, elçilerin dokunulmazlığı olmasaydı sizin boyunlarınızı vurdururdum."2

demekle yetinmiştir. Bilindiği gibi bu durum, "Elçiye zevâl olmaz" cümlesiyle kültürümüzdeki yerini almıştır.

2. Ağırlama Yerleri

İlk İslâm başkenti Medine'ye gelen elçiler ve heyetler, ya bu iş için tahsis edilmiş evlerde, ya Mescid'in avlusuna kurulan özellikli çadırlarda yada bazı sahâbilerin yanında misafir edilir ve ağırlanırlardı.

Yedi kişiden oluşan Selâmân kabilesi heyeti, Medine'ye geldiklerinde Hz. Peygamberi (sav) Mescidin önünde bir cenazeye gitmek üzereyken buldular. Kendilerini tanıtıp Müslüman olduklarını bildirmek için geldiklerini söylediler. Hz. Peygamber (sav), hizmetçisi Sevbân'a: "Bunları, elçilerin ağırlandığı yerde ağırla!" buyurdu ve gitti. Sevbân onları, Arap heyetlerinin bulunduğu, hurmalık içinde geniş bir eve götürdü. Bu ev, Remle binti Hârisin eviydi3 Remle'nin evi, diplomatik misafirlerin çoğunun ağırlandığı "devlet konuk evi" konumundaydı. Remle'nin evinin, Hz. Ebû Bekir (ra)'in hilafetinde de aynı iş için kullanıldığı bilinmektedir.

Bunun yanında, muhacirlerden birinin Medine'de yaptığı ilk ev olması sebebiyle "büyük ev" diye anılan Abdurrahman İbni Avf'ın evi de "Resûlullahın misafirlerinin ağırlandığı" yerlerden biriydi. Hatta buraya "Misafirler evi"de denirdi.4 Ezd kabilesi elçileri de Ferve b. Amrin evinde ağırlanmıştı.5

On dört kişiden oluşan meşhur Necran Hristiyanları temsilcilerini Hz. Peygamber (sav), Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evinde misafir etmiştir.6

Öte yandan bazı kabile heyetleri, akrabalarından Medine'de olanların yanına misafir oluyorlardı.7

Tebük Seferi dönüşünde Ramazan ayında, Medine'ye gelen Sakif Kabilesi elçileri, Kur'ân dinlemeleri ve Müslümanları izlemeleri için Mescidin avlusuna kurulan çadırlarda ağırlandılar. Kendilerinin hizmetiyle Halid b. Said b. As ve Bilal el-Habeşî ilgileniyordu. Sakif elçilerinin, bu iki zat tarafından getirilen yiyecekleri, emniyet mülahazasıyla, önce getirenler tatmadıkça yemediklerine bilhassa işaret edilir.

Yine, Ahlaf boyu elçilerinin Benî Mâlik'ten olanları, mesciddeki bir çadırda ağırlanmışlardır.8

Hz. Peygamber (sav) Vail b. Hucr'u misafir etmesi için Muaviye b. Ebî Süfyân'a teslim etmiştir. O da onu Harre'de bir evde ağırlamıştır.9

Bazı elçilerin ya da misafirlerin ağırlanması işini kendiliklerinden üstlenmek isteyen sahâbiler de olurdu. Hz. Peygamber (sav), uygun gördüklerinin isteklerini olumlu karşılardı.10 Bazılarına da müsaade etmezdi.11

3. Ağırlama İşiyle Görevliler

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi bilhassa Mescidin yakınında ağırlanan misafirlerin hizmetleriyle Halid b. Said, Bilal el-Habeşî ve Hz. Peygamber (sav)'in hizmetçisi Sevbân meşgul olurdu. Remle binti Hârisin evinde kimler bu hizmeti yürütüyordu; bu konuda herhangi bir isim kaydına muvaffak olamadık.

B. HZ. PEYGAMBERİN DİPLOMATİK MİSAFİRLERLE İLGİLENMESİ

Hz. Peygamber (sav), Medine'ye gelen elçilerle yani diplomatik misafirlerle, sayıları ne olursa olsun ve nereden gelmiş olurlarsa olsunlar, Müslüman olsun veya olmasınlar, kimi temsil ederlerse etsinler, onlarla sade ve samimi bir şekilde ilgilenirdi.

Burada hemen işaret edelim ki, gelen heyetler genellikle kabile başkanlarının riyasetindeki kişilerden oluşurdu. Bazan da elçiler sivil kimseler olurdu. Heyetler içinde din bilginleri, şair ve hatipler gibi kültürel seviyesi yüksek insanlar bulunurdu. Bu heyetler genellikle sözlü mesajlarla gelirlerdi. Ancak Hz. Peygamber (sav)'in dine davet mektubu gönderdiği devletlerin elçileri yazılı mesaj getirirlerdi.

Şimdi Efendimiz (sav)'in bu misafirleriyle nasıl ilgilendiğine dair kısa tesbitlerde bulunalım.

1. Güzel Giyinmesi

Hz. Peygamber (sav), diplomatik misafirlerin gelişinden herhangi bir şekilde haberdâr olmuşsa, onları güzel elbiseler giymiş olarak karşılardı. Hatta yakın dostlarının da aynı şekilde güzel giyinmelerini isterdi. Cündeb b. Mekîsin bildirdiğine göre: "Kinde heyeti geldiğinde, Hz. Peygamberin üzerinde Yemenî bir elbise (hulle) vardı. Ebû Bekir ve Ömer de onun gibi giyinmişlerdi."12 Hatta kendisi de bir elçilik heyetiyle gelip Müslüman olmuş olan nur yüzlü sahâbî Cerir b. Abdullah diyor ki:"Kendisine Arap heyetleri geldikçe Resûlullah aleyhisselâm bana haber gönderirdi. Ben de elbisemi giydikten sonra yanına varırdım..."13

Geldiklerini haber vermeyen heyetler, çoğunlukla Hz. Peygamberi (sav) Mescid'de bulurlardı. Onlarla tanıştıktan ve ne maksatla geldiklerini öğrendikten sonra, kendilerinin misafir edilmesini sağlardı. Daha sonra onlarla görüşmelerine devam ederdi.

İşaret edelim ki o günlerin âdeti olduğu halde14 Hz. Peygamber (sav), elçileri görkemli karşılama törenleri ile etkileme gibi sun'î hiçbir yola tevessül etmezdi.

2. Başlarını Okşaması

Hz. Peygamber (sav), aşırı derecede heyecanlı, tereddütlü gördüğü bazı misafirlerinin başını mübârek eliyle şöyle bir sıvazlardı. Böyle bir iltifata mazhar olan kimsenin rahatladığı ve soyu için bu işlemin bir iftihar vesilesi olduğuna dair kayıtlar bulunmaktadır.

3. Evine Davet Etmesi

Hz. Peygamber (sav) kendisine gelen Adiy b. Hâtem'in elini tutmuş, evine davet etmiş; evde içi hurma lifiyle doldurulmuş tek minderi Adiy'in altına sermiş, kendisi kuru yere oturmuştur. Adiy ile konuşmuş, tereddütlerini tek tek saymış, sorularını cevaplamış, İslâm'ın gelecek parlak günlerini haber vermiş, onu İslâm'a davet etmiştir. Bir ara Adiy'in bizzat kendi inancına göre haram olan uygulamasını ona hatırlatmış, böylece onun içinde bulunduğu asıl durumu bildiğini, ondan kurtulması gerektiğini belirtmiştir. Adiy, durumundan utandığını, fakat Hz. Peygamber (sav)'in, kendisini utandıran bu durumunu bir daha söz konusu etmediğini de memnuniyetle nakletmiştir.

4. Geleceklerini Önceden Bildirmesi, Övmesi

Bütün bunların dışında ve sadece Hz. Peygamber (sav)'in yapabileceği bir ilgi ve iltifat şeklini daha tesbit ediyoruz. O da Sevgili Peygamberimiz (sav)'in bazı zevat hakkında güzel sözler söyleyerek Medine'ye geleceklerini önceden ashabına haber vermesidir. Meselâ biraz yukarıda isminden söz ettiğimiz Cerir b. Abdullah ve Vâil b. Hucr bunlardandır.

Cerir diyor ki: Medine'ye varınca, devemi ıhtırdım, heybemi açıp altlı-üstlü elbisemi giydim ve Mescid'e girdim. O sırada Resûlullah (sav) hutbe irad ediyordu. Kendisine selâm verdim. Cemaat beni göz ucuyla süzüyordu.. Yanımdaki zâta,"Resûlullah beni andı mı, diye sordum." O da:"Evet, biraz önce, seni güzel bir şekilde andı.''  'Şu kapıdan, Yemenli, hayırlı bir kimse girecektir. Onun yüzünde melek, melik nişanı vardır.' buyurdu, dedi. "Ben de Allah'a hamdettim."15

Vâil b. Hucr diyor ki: Medine'ye gelince Resûlullah (sav) ile buluşmadan önce onun ashâbı ile görüştüm. "Sen gelmeden üç gün önce Resûlullah aleyhisselâm seni, bize müjdeledi. 'Vâil size geliyor' buyurdu" dediler.16

5. Ridâsını Çıkarıp Üzerine Oturtması, Minberden Ashâbına Takdim Etmesi

Hz. Peygamber (sav), Vâil b. Hucr ile karşılaşıp merhabalaştıktan sonra üzerinden ridâsını çıkarıp serdi birlikte üzerine oturdular. Müslümanların toplanmasını emretti. Sonra minbere çıktı, Vâil'i de minbere çıkarıp yanında durdurdu. Allah'a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle buyurdu:

"Ey Müslümanlar! Bu, Vâil b. Hucr'dur. Size uzaktan Hadramevt'ten, mecbur edilmeden, İslâm'ı özleyerek ve kabul ederek kendiliğinden gelmiştir. Kendisi Kral oğullarının bakiyyesidir."

Daha sonra; "Allah'ım, Vâil'e, Vâilin oğluna ve oğlunun oğluna mübarek kıl' diye dua etti. Vâil'in başını eliyle sıvadı.17

Cerir b. Abdullah, bir gün Hz. Peygamber (sav) ashâbıyla birlikte oturmakta iken yanlarına geldi. Kimse Cerir'e yer açmadı. Hz. Peygamber (sav) üzerindeki ridâsını çıkarıp Cerir'e attı ve "Ey Ebû Amr, al onu, üzerine otur!" buyurdu. Cerir alıp oturdu ve "Ey Allah'ın Resûlü! Senin bana ikram ettiğin gibi Allah da sana ikram buyursun." diyerek teşekkür etti.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), çevresindekilere şöyle buyurdu:

"Size bir topluluğun kerem ve şeref sahibi büyüğü geldiği zaman, ona ikramda bulunun ve saygı gösterin."18

6. Kaldıkları Yere Uğrayıp Hal-Hatır Sorması

Hz. Peygamber (sav), misafirhaneye veya mescidin avlusundaki çadırlara yerleştirdiği diplomatik misafirleriyle yakından ilgilenirdi. Sakif elçileri içinde yer alan Evs b. Huzeyfe'nin anlattığına göre, Hz. Peygamber (sav) özellikle yatsı namazını kıldıktan sonra yanlarına gider, onlarla konuşur, Kureyş'ten ve Mekkeliler'den çektiklerini ve Medine'deki gelişmeleri onlara anlatırdı.

7. Misafirlerin Gündeme Getirdiği Her Konuyla İlgilenmesi

Hz. Peygamber (sav)'in diplomatik misafirleri arasında çok değişik isteklerde bulunanlar oluyordu. Meselâ, kendisini imtihan etmek için gelenler19, şair ve hatiblerini getirip şiir ve hitabet yarışması yapmak ve yarışma sonucuna göre Müslüman olmaya veya olmamaya karar vermek isteyenler20, Sakif elçileri gibi, namazdan muaf tutulmaları, Lat putuna dokunulmaması gibi kabulü mümkün olmayan imtiyazlar peşinde koşanlar, Necran Hristiyanları heyeti gibi, işi karşılıklı lanetleşme noktasına kadar vardıran tartışmacılar, kuraklık ve kıtlıktan şikayet edip yağmur duası isteyenler oluyordu. Hz. Peygamber (sav) bütün bu isteklerle ilgileniyor, sorularını cevaplıyor, yarışıyor, tartışıyor, dua ediyor, onlara İslâm'ı anlatıyor, kendi kültürlerinde ya da kitaplarında bulunan esasları açıklıyor, böylece onların doğruyu görmelerini sağlamaya çalışıyordu.

Neticede duruma göre Müslüman olurlarsa, Kur'ân'ı okuma ve İslâm esasları öğretiliyor, kendilerine, arazî bağışları (ıktalar) veya imtiyaz fermanları yazdırılıyor, bazılarına başkan ve imam tayinleri yapılıyordu. Hatta bu yazılardan birinde Benî Bârık'lara verilen yazıda, konumuzla ilgili şu satırlara da rastlamaktayız:"Onlar, harp veya kıtlık sıralarında Müslümanlardan kendilerine uğrayacak kimseleri üç gün misafir etmekle yükümlüdürler."21 Müslüman olmayanlarla da hukukî anlaşmalar yapılıyor, yazılar yazılıyor, emannâmeler veriliyordu.

8. İsimlerini Değiştirmesi

Bu arada şu hususa da işaret edilmesi uygun olacaktır. Hz. Peygamber (sav), tanışma sırasında öğrendiği isimlerden gerek gördüklerini güzelleriyle değiştirir, kişilere özel iltifatlarda bulunurdu. Meselâ Benî Nebhan'ın reisi olan Zeyd hakkında

"Araplardan bana fazileti anılan hiçbir kimse yoktur ki, yanıma gelince onu, hakkında söylenilenlerin altında bulmuş olmayayım. Ancak Zeyd böyle değildir. Ondaki faziletler bana tam olarak ulaştırılmış değildir."

diye iltifatta bulunmuş ve Zeydü'l-hayl olan adını Zeydu'l-Hayr'a çevirmiştir.22 Şirk kültürünün tezâhürü olan Abdü'l-uzzâ, Adü'l-lât gibi isimleri Abdullah ve Abdurrahman gibi tevhid inancına uygun mânâlı isimlerle değiştirirdi. Bu işlem, Müslüman olanlar için ayrıca bir ikram kabul edilirdi. Ancak çok nâdiren de olsa, atalarının koyduğu ismin değiştirilmesine sıcak bakmayan diplomatlar da çıkardı.

9. Yol Azığı ve Bahşişler Verilmesi

Elçilere dönüşlerinde yol azığı hazırlanır ve bahşişler verilirdi.. Elde mevcut imkânlara göre bu bahşişlerin miktarı az çok değişirdi.

Resûlullah (sav), kendi elçileri vasıtasıyla İslâm'a girmeye davet ettiği kabile başkanı ve hükümdarlara hediye göndermezdi. Onlardan gelen hediyeleri çoğunlukla kabul, nadiren red ederdi. Fakat kendisine gelen elçilere mutlaka hediyeler verirdi. Hatta Tebük'te kendisine gelen Bizans elçisine Hz. Peygamber (sav), "Asıl yerimizde (Medine'de) olsaydık sana hediye verirdim." diye üzüntüsünü iletti. Bunu işiten Hz. Osman (ra), heybesinden kıymetli bir kumaşı çıkarıp elçiye hediye etmesi için Hz. Peygamber (sav)'e verdi. Hz. Peygamber (sav) Hz. Osman (ra)'ın bu ikramından son derece memnun kaldı.23

Burada hemen işaret edelim ki, elçilere hediye verme işini Hz. Peygamber (sav) ısrarla tatbik etmiş ve vefatından önce, Müslümanlara şu tavsiyede bulunmuştur:

"Benim kendilerine hediye verdiğim gibi, siz de elçilik heyetlerine hediye verin!"24

SONUÇ

Hz. Peygamber (sav)'in özellikle diplomatik misafirlerine karşı gösterdiği ilgi ve misafirperverlik, misafirlikte din, dil ve ırk ayrılığının asla neticeye tesir etmediğini göstermektedir. Onun bazı elçi gruplarını Mescide yakın bir yerde, bazılarını da Mescid'de ağırlaması, sırf imkânsızlık sebebine bağlanamaz. Kur'ân dinlemeleri ve Müslümanların ibâdetlerini, beşerî ilişkilerdeki kazandıkları seviyeyi bizzat görmelerini sağlamak, böylece dolaylı yoldan onlara tebliğde bulunmak gibi ulvî bir maksada dayalı olduğu muhakkaktır. Bu sebeple günümüzde de mabed ve mescidlerimizi ziyaret etmek isteyen gayri müslim devlet adamları, diplomatlar ve turistlere usûlü dairesinde kolaylık ve anlayış göstermek, hem vazgeçilemeyecek bir tebliğ imkânı ve görevi hem de -insanî bakımdan- misafirperverlik gereğidir. Kaydedildiğine göre, Sakif kabilesi elçileri, müşrik oldukları halde Mescid'e girmişlerdi. Müslümanlardan bu durumu yadırgayanlar oldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), "Yer yüzü hiçbir şeyden kirlenmez." buyurdu.25 "Onları, Kur'ân dinleyebilecekleri bir yerde misafir edeceğim." diyerek26 maksadını duyurdu. Müslüman ülke yöneticilerinin böylesi bir amacı gözardı etmemeleri, diplomatik misafirlerini Kur'ân dinleyebilecekleri, Müslümanların ibadetlerini izleyebilecekleri saatlerde mabedleri ziyaret ettirmeleri, Sünnet-i Seniyye'ye uygun bir davranış olacaktır. Bu tür davranışın bir Müslüman için misafire ikram anlamı taşıdığı unutulmamalıdır.

Kendi ülkelerinde daha iyisini, daha kalitelisini bulduktan bir takım müzik, tiyatro ve dış kaynaklı gösterilerle iyi bir misafir ağırlama yapıldığı yanlışı artık terk edilmelidir. Unutulmamalıdır ki, günümüzde siyasal bakımdan Osmanlı'yı kötüleyen dış mihraklar bile, o toplumdaki insanî davranışların ve gördükleri güzel İslâmî muamelenin hâlâ senâkârıdırlar. O halde sırf ticarî amaçlarla değil, Müslümanca düşüncelerle yabancılara gösterilecek Müslüman-Türk nezâket ve misafirperverliği birçok gönlün kazanılmasına, hiç değilse, düşmanlık duygularının ve peşin hükümlerinin değişmesine vesile olacaktır. Bu da Müslümanlar ve Müslümanlık adına bir kazançtır.

Misafirperverliğin uluslararası boyutta böylesi bir "adam kazanma ya da gönül yapma" fonksiyonu bulunmaktadır. Turistlere "yolunacak kazlar" diye değil, "kazanılacak kalpler"diye bakmak, ona göre muamele etmek gerektiği artık birilerince hem anlaşılmalı hem de halkımıza anlatılmalıdır. Kim bilir belki böylece, sırf ticârî amaçlı, ahlâkî içerikten yoksun turizm politikaları yüzünden uğradığımız büyük değer kayıplarını bir ölçüde telafi imkânını buluruz.

Yazımı bu hususun bir başka noktasına dikkat çeken bir olayı anlatarak bitirmek istiyorum:

Hicretin onuncu yılında Medine'ye gelip Müslüman olan Benî Muhârib temsilcileri içinde bir kişi vardı. Hz. Peygamber (sav) ona dikkatle baktı.
Adam:
 "Herhalde beni tanıdınız, ya Resûlallah?" dedi.
Efendimiz:
"Galiba ben seni görmüştüm." buyurdu.
Adam:
"Evet, sen beni görmüş ve benimle konuşmuştun. Ben ise sana çirkin sözler söyleyerek karşı koymuştum. Olay Ukaz panayırında olmuştu. Sen o zaman Arap kabilelerini dolaşıp İslâm'a davet ediyordun. O zaman arkadaşlarım içinde sana benden daha katı ve kötü davranan olmamıştı. Hamdolsun Allah'a ki, sana inanacak kadar bana ömür verdi. Halbuki o gün benim yanımdaki arkadaşlarım, kendi dinleri üzerinde şirkleri içinde ölüp gittiler."
Efendimiz:
"Kalbler, Allah'ın dileğine tâbidir, O'nun elindedir." buyurdu.
Adam:
 "Ey Allah'ın Resûlü! Bağışlanmam için dua et!" dedi.
Efendimiz:
"Müslüman olmak, önceki günahları ortadan kaldırır!" buyurdu.27.

Biz de yazımızın sonunda, şimdiye kadar Ebedî Risâlet Sahibi'nin davetine uymamış, karşı çıkmış olanların tümüne birden bir kez daha seslenerek, "İslâmiyet, geçmiş günahlara kefârettir." diyor, daha fazla geç kalmanın kimseye bir yararı olmayacağını hatırlatıyoruz. Çağrımız, Ebedî Risâlet'in çağlar üstü diplomatik çağrısıdır: "İslâm ol, kurtul!"28.

DİPNOTLAR:

1. İbn Sad, Tabakât, I, 316.
2. Ebû Dâvûd. Cıhâd 154.
3. İbn Sad. Tabakât I. 332.
4. bk. Kettânî, et-Terâtibu'l-İdâriyye (trc. A. Özel), II, 202.
5. İbn Sad, Tabakât, I, 338; Koksal, İslâm Tarihi, x. 115.
6. İbn Sad, Tabakât, I, 357-8.
7. bk. İbn Sâ'd, Tabakât, I, 328; Köksal, a.g.e., x, 134.
8. İbn Sa'd. Tabakât. I, 313.
9. İbn Sad, Tabakât, I, 351.
10. bk. İbn Hacer. el-İsâbe, II,421; III, 254
11. Koksal, a.g.e., ıx. 305.
12. İbn Sa'd. Tabakât, IV, 346; Kettâni, et-Terâtibu'i-İdâriyye. II, 209.
13. Zehebî, Siyer, II. 382.
14. bk. S. Müneccıd, en-Nüzumu'd-Diplomasiyye fi'l-İslâm, s. 38, (Beyrut, 1403/1983)
15. Ahmed b. Hanbel, Müsned. IV. 359-360, 364; Zehebi, Siyer, II, 380-381; Koksal, a.g.e., x, 101.
16. Heysemî. Mecmeu'z-zevâid, ıx, 374 17.Kaynakları için bk. Koksal, a.g.e., x, 146-147.
18. Zehebi, Siyer, II,381.
19. Kaynaklar için bk., Koksal, a.g.e., x, 137.
20. Geniş bilgi ve kaynakları için bk., Köksal, a.g.e., ıx, 32-33.
21. İbn Sa'd, Tabakât, I, 352; Köksal, a.g.e., x, 159
22. İbn Sa'd, Tabakât, I, 321; Koksal a.g.e., x. 8.
23. bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 74-75.
24. bk. Buharî, Cihad 176-177; Kettanî, a.g.e., II, 207.
25. Köksal, a.g.e., IX, 303. (Vâkıdî, Meğâzî, III, 964'den naklen)
26. İbn Kayyım, Zâdü'l-Meâd, III. 31; Köksal, a.g.e., ıx. 303-304.
27. Kaynaklar için bkz, Köksal, İslâm Tarihi, (Medine devri) x, 324-325,
28. Buharî, Bedu'l-Vahy 6; Cihad 102; Müslim, Cihâd 74; İbn Mâce, Mukaddime 10.

(Doç. Dr. İsmail L. Çakan)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Misafirlik ve üç günden fazla misafir kalmanın durumu nedir? "Misâfırlik üç gündür. Bundan fazlası sadakadır..." (Buhari, Edeb 85) hadisini nasıl anlamalıyız?..

Değerli kardeşimiz,

"Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin!" (Buhârî, Edeb, 85)

Türkçemizde yolculuk, davet veya ziyaret sebebiyle, birinin evine uğrayarak, hâne halkından olmadığı hâlde geçici bir süre burada ağırlanan kimseye misafir denir.

Misafire ikram dinimizin belirlemiş olduğu ahlâkî düsturlardan biridir. Kur'ân-ı Kerîm, İbrahim (as)'ın hiç tanımadığı misafirlerine ikramda bulunuşunu teferruatlı bir şekilde anlatmakta ve bu hususta onu örnek almamız gerektiğine şöyle dikkat çekmektedir:

“İbrahim'in ikram edilen misafirlerinin haberi sana geldi mi? Onlar İbrahim'in yanına girmişler «Selâm!» demişlerdi. İbrahim de onlara; «Selâm size!..» diye mukabelede bulunmuştu. İçinden de: «Bunlar yabancı kimseler.» diye geçirmişti. Hemen sezdirmeden ailesinin yanına giderek semiz bir dana kebabı getirmiş, önlerine sürmüş ve «(Buyurun) yemez misiniz?» demişti.” (Zâriyât, 51/24-27)

İbn-i Abbâs'tan nakledildiğine göre İbrâhim (as)'a gelen bu misafirler Cebrâil ile birlikte İsrâfil ve Mîkâil idi. (Kurtubî, XVII/44) Misafir ağırlamayı çok seven Hz. İbrâhim (as) ise yakışıklı delikanlılar kıyafetinde gelen konuklarının melek olduklarını önce anlayamamış, onları içeri buyur ettikten sonra bir ara yavaşça dışarı çıkıp karısı Sâre'nin de yardımıyla hemen bir dana kesip kızartmış ve misafirlerine ikram etmişti. Âyetlerin devamından öğrendiğimize göre İbrahim (as) meleklerin yemeğe el uzatmadığını görünce onlardan şüphelenmiş; onlar da bu azîz Peygamberi daha fazla merakta bırakmamak için kendilerini tanıtmışlardı.

Hz. İbrâhim (as)'in bu davranışı, bize misafire ikrâm usûlünü öğretmektedir. Misafirlerinin selâmını en güzel şekilde alıp onları evine buyur etmesi, yemek hazırlamak için onların yanından yavaşça dışarı çıkması, evindeki en güzel yemeği ikrâm etmesi ve bu ikramı bizzat kendi eliyle yapması örnek alınacak başlıca hususlardır.

“Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin!” (Buhârî, Edeb, 85; Müslim, Îmân, 74)

buyuran Peygamberimiz (asm), ayrıca misafire ikramda bulunan bir ev halkına hayır ve bereketin çok hızlı bir şekilde ulaştığını bildirmiştir. ( İbn-i Mâce, Eti‘me, 55) İmkanı bulunduğu halde bu işten sakınanlara ise:

“Misafir ağırlamak istemeyen kimsede hayır yoktur.” (İbn-i Hanbel, IV/155)

meâlindeki hadisleriyle uyarmıştır.

Bir hadis-i şerifte de yolcunun (misafirin) duası, kabul edilmesi kesin olan dualar arasında zikredilmektedir. (Ebû Dâvûd, Vitr, 29; Tirmizî, Deavât, 47)

Tabiî ki "dua" kelimesinin hem lehte hem de aleyhte olan yakarışları içine aldığı unutulmamalıdır. Yani yurdundan yuvasından uzak, kalbi rikkat halindeki misafir, gördüğü anlayış ve ikram sebebiyle dua ettiğinde veya beklemediği ilgisizlik karşısında bedduada bulunduğunda, kabul edileceğinde şüphe edilmemelidir. Misafirin gönlünü almak, onu lâyıkıyla ağırlamak gerekir. Aynı şekilde misafir de iyilik ve ikram gördüğü kişiler hakkında güzel dualar yapmakta cimri davranmamalıdır.

Sözlü beyanlarıyla ashâbını misafir ağırlamaya teşvik eden Efendimiz (asm), aynı zamanda imkânları nisbetinde misafirlerine izzet ü ikramda bulunarak bize örnek olmuştur. Hatta Resûl-i Ekrem (asm) bu yüzden karnını doyurmayıp kimi zaman günlerini aç geçirmiştir. (İbn-i Sa'd, I/409) Öte yandan evinde ikram edilecek bir şeylerin bulunmadığı zamanlarda misafirleri, imkânı olan ashabının ağırlamasını tavsiye etmiştir.

Ebû Hureyre (ra)'ın naklettiği şu haber konumuz açısından oldukça dikkat çekicidir: O diyor ki:

Bir adam Peygamber (asm)'e geldi ve:
- Ben açım, dedi.
Allah'ın Resûlü hanımlarından birine haber salarak yiyecek bir şey göndermesini istedi. O da:
- Seni peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok, dedi.
Fahr-i Kînât (asm) bir başka hanımından yiyecek bir şeyler istedi. O da aynı cevabı verdi. Daha sonra Resûl-i Ekrem'in öteki hanımları da:
- Seni peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok, diye haber gönderince, Efendimiz (asm) ashâbına dönerek:
- Bu gece bu şahsı kim misafir etmek ister, diye sordu .
Ensar'dan biri:
- Ben misafir ederim, yâ Resûlallah, diyerek o yoksulu alıp evine götürdü. Eve varınca karısına:
- Resûlullah (asm)'in misafirini ağırla, dedi ve evde yiyecek bir şey var mı, diye sordu.
Hanımı:
- Hayır, sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var, dedi.
Sahâbî:
- Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafirimiz içeri girince de lambayı söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım, dedi.
Sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu; onlar da aç yattılar.
Sabahleyin bu sahâbî Peygamber (asm)'in yanına gitti. Onu gören Resûl-i Ekrem (asm):
- Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah Teâlâ memnun oldu, buyurdu. (Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr, 10, Tefsîr, 59/6; Müslim, Eşribe, 172)

Görüldüğü üzere bilhassa yokluk durumlarında misafir ağırlamak ve onu memnun etmek bir incelik, bir zerafet gerektirir. Evlerinde sadece bir kişiye yetecek kadar yemek bulunan bu misafirperver karı koca, misafirlerinin rahat bir şekilde karnını doyurması için kazârâ sönmüş gibi lambayı karartmışlar, neticede ona her şeyin tabiî bir şekilde gerçekleştiğini ve yetecek kadar yiyeceklerinin bulunduğu hissini vermişlerdir. Bu tavrın aksi de olabilirdi. Misafirlerine yiyecek sıkıntısı içinde olduklarını söyleyebilirler veya en azından hissettirebilirlerdi. Şayet böyle yapsalardı misafirin yediği lokmalar boğazına dizilir, başkasının nafakasını yemenin tedirginliğiyle huzuru kaçabilirdi. Elbette bundan Allah Teâlâ hoşnut olmazdı. Ancak onların ihlas ve samimiyet dolu tavırları Hak Teâlâ'nın rızasını celbetmiş ve bu olay üzerine şu ayeti kerîme nazil olmuştur:

“...Onlar ihtiyaç içinde kıvransalar dahi mü'min kardeşlerini kendilerine tercih ederler...” [Haşr, 59/9; Buhârî, Tefsîr, (59), 6]

Ayrıca misafirlik hususunda yine Efendimiz (asm) tarafından bizlere riayet etmemiz gereken belli ölçüler takdim edilmiştir.

Huveylid bin Amr (ra)'ın naklettiği bir rivayete göre Resûlullah (asm) bir gün ashabına şöyle buyurmuştur:

- Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine câizesini versin.
Ashâb-ı kirâm:
- Yâ Resûlallah! Misafirin câizesi nedir, diye sordular.
Fahr-i Kâinât (asm) de:
- Onu bir gün ve bir gece ağırlamaktır. Misafirlik üç gündür. Misafiri üç günden fazla ağırlamak ise sadakadır, buyurdular. (Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Lukata, 14)1

Hadis-i şerifte sözü edilen câize, evi şereflendiren misafiri bir gün bir gece özenle ağırlamak, imkânlar ölçüsünde onu memnun etmek, ikinci ve üçüncü günlerde ise sair zamanlarda ne yenip içiliyorsa, misafire onun aynısını ikram etmek, ayrıca ağırlama telâşına düşmemektir. Misafir üç günden sonra kalmaya devam ediyorsa, o artık misafir sayılmayacak, yiyip içtiği şeyleri Allah Teâlâ ev sahibinin sadakası olarak kabul edecektir. Ev sahibinin misafirini kapıya kadar uğurlaması da sünnettir. (İbn-i Mâce, Eti‘me, 55)

Ev sahibinin görevi misafiri ağırlamak olduğu gibi, misafir de kendisine ikram edilen şeyleri memnuniyetle kabul etmeli ve bu ikramları asla küçümsememelidir. Zira "misafir umduğunu değil, bulduğunu yer."

Misafir, evinde konuk olduğu kimsenin maddî gücü zayıfsa, gereğinden fazla kalarak onu zor durumda bırakmamalıdır. Bu hususta Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

- Bir Müslümanın din kardeşinin yanında onu günaha sokacak kadar kalması helâl değildir.
Ashâb-ı kirâm:
- Yâ Resûlallah! İnsan din kardeşini nasıl günaha sokar, diye sorunca:
- Misafirini ağırlayacak bir şeyi bulunmayan kimsenin yanında oturup kalmakla, buyurdu. (Müslim, Lukata, 15, 16)

Gerek Efendimiz (asm)'in sözlü beyanlarından gerekse uygulamalarından anlıyoruz ki, Müslümanlar için misafire izzet ve ikram çok önemli bir ahlâkî prensiptir.

Bu rivayetlerden çıkarılan hükümlere gelince:

1. “Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin!” hadisindeki "iman"dan maksad kâmil imandır. Yani "Kim kâmil ma'nâda Allah'a ve âhirete inanıyorsa" demektir. Yani misâfire gönlünden koparak yapılabilen ikrâm, kişinin mükemmel bir iman sahibi olduğunun delillerinden biridir.

2. Âlimler, hadislerde geçen "misafire ikrâm"ın güler yüz, tatlı söz ve üç gün yemek yedirmekle gerçekleşeceğini belirtir. İlk gün imkân nisbetinde genişçe ikram edilecek, diğer iki gün de külfete girmeden, tekellüfe yer vermeden ne varsa o ikrâm edilecektir.

3. Câize, ikrâm atâ ma'nâsına gelir. Misâfire ilk gün ve gecede yapılan ikrâm diğer günlerde yapılandan farklı olduğu için bu adı almıştır. Çünkü diğer iki günde evin normal günlerinden yapılan yemeklerinden takdim edilecektir.

Nevevî der ki: "Müslümanlar misafir ağırlamanın meşruiyyeti ve onun İslâm'ın te'kid ettiği meseleler arasında yer aldığı hususunda icmâ ederler. Şâfiî, Mâlik, Ebû Hanîfe merhumlar ve cumhur bunun sünnet olduğu konusunda aynı fikirdedirler." Ahmed İbnu Hanbel ve Leys: "Bu, kırlarda ve köylerde yaşayanlara bir gün ve gece vaciptir, şehirlerde yaşayanlara değil." demişlerdir.

Cumhur, yukarıda aktarılan rivayetleri de dikkate alarak misafir ağırlamanın müstehap ve mekârim-i ahlâktan olduğunu kabul etmişlerdir.

4. Misafirin ev sâhibini günaha ya da sıkıntıya sokması, çeşitli şekillerde olabilir. Misâfir üç günden fazla kalacak olsa, ev sahibi "Niye kalıyor?" diye gıybetini yapabilir. Onun sebebiyle, kendisine rahatsızlık verici bazı şeyler meydana gelebilir, hatta misafir hakkında suizanna düşmesi de mümkündür. Hadiste, ev sahibinin misafire ikrâm edecek bir şeylerinin olmaması sebebiyle darlanacağı da belirtilmiştir. Ayrıca miafirin ev sahibini bıktıracak kadar kalması bundan sonra başka misafir almasına da enegel olabilir. Misafirin bunlara dikkat etmesi gerekir.

Anne babanın evi çocukları için misafirlik sayılmaz. Ancak çocukların anne babalarının maddi ve manevi durumlarını dikkate alarak hareket etmeleri gerekir. Bu da bölgeye, mevsime ve örf-adete göre değişir.

NOT:

İsmail Hâmi Danişmend, “Eski Türk Seciye ve Ahlâkı” adlı eserinde Osmanlı'da yolculara ve misafire gösterilen ilgiye dâir, meşhur batılı seyyah Du Loir'in, Paris'te neşrolunan seyahatnâmesinden şunları nakleder:

"Onların hayır ve hasenâtı yalnız insanlara değil, hayvanlara bile şâmildir."

"Bütün Osmanlı ülkesinde “imâret” denilen misafirhâneler vardır. Buralarda vakfedenin koyduğu şart gereğince, hangi dîne mensub olursa olsun, bütün fakirlere ihtiyaçları nispetinde yardım edilir. Bütün yolcular, imârethânelerde üç gün kalabilir ve kaldıkları müddetçe her öğünde birer tabak pilavla ağırlanırlar."

"Şehirlerde yol kenarlarında bu imâretlerden başka her türlü şahsa kapıları dâimâ açık duran ve “kervansaray” denilen umûmî binalar da vardır."

"Bazıları da hayrat olarak yol boylarında yolcuları susuzluktan kurtarmak için çeşmeler yaptırırlar. Bazıları da şehirlerde sokaklardan gelip geçenler için sebiller inşâ ettirirler. Buralarda tıpkı resmî dâirelerde olduğu gibi aylıklı memurlar vardır; vazifeleri isteyenlere su vermektir."

"Zenginler, hapishaneleri dolaşıp borcunu ödeyemediği için hapsedilmiş olanları kurtarırlar. Zarûretlerini söylemekten utanan fakirlerin ihtiyaçlarını, misli görülmemiş bir hassâsiyet ve gizlilik içerisinde araştırıp onlara yardım ederler.”

- Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i sitte, X/301 vd.,
- Üsve-i Hasene 1.Ömer Çelik, Dr. Mustafa Öztürk, Murat Kaya

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası